Devrim Çağı
Eric Hobsbawm
Yüzyılımızın en önemli tarihçilerinden biri olarak kabul edilen Eric Hobsbawm 1917 yılında İskenderiye'de doğdu. Öğrenim hayatını Viyana, Berlin, Londra ve Cambridge gibi farklı §ehirlerde sürdürdü. İngiliz Akademisi, Amerikan Sanat ve Bilim Akademisi gibi birçok saygın kurulu§a üye olan Hobsbawm, uzun yıllar Londra Üniversitesi'nde öğretim Üyesi olarak çalı§tı. Emekliliğinden sonra New York "New School for Research"te çalı§mayı sürdürdü.Hobsbawm'ın çok sayıdaki yapıtlan arasından bazılan §unlardır:
Avrupa'nın en kapsamlı
toplumsaltarihi olan, Devrim Çağı (1789-1848), Sennaye Çağı (1848-1875), imparatorluk Çağı (1875-1914) veAşınlıklar Çağı (1914-1991). Bunların dı§ında Pıimitive Rebels, Sanayi ve imparatorluk, Bandits, On History, Labouring Men and Worlds of Labor, ve Jazz Scene anılmaya değer yapıtlarıdır. En son kitabı, c az tarihinden ayakkabı tamircilerinin radikal geleneğine kadar uzanan geni§ bir yelpazede yer alan yazılarının derlendiği "Uncommon People"dır.
D
'
.
Hobsbowm, E. J. Devrim Çağı
ISBN 975-7501-41-71 Türkçesi,
Sahadır
Sina
Şener 1 Dost
Haziran 2003, Ankara, 380 sayfa.
Tarih-Avrupo-19. yy.-Fronsa!ingiltere-Kaynokça-Dizin
Kitobevi Yayınlan
DEVRİMÇAÖI Avrupa 1789-1848
E.]. Hobsbawm
ISBN 975-7501-41-7 The Age of Revolution E. J. HOBSBAWM © E.J. Hobsbawm, 1975
Bu kitabın Türkçe yayın haklan ONK Ltd. Şti. aracılığıyla Dost Kitabevi Yayınları'na aittir. Birinci Baskı, Ekim 1998, Ankara İkinci Baskı, Eylül 2000, Ankara Üçüncü Baskı, Haziran 2003, Ankara İngilizceden çeviren, Bahadır Sina Şener Düzelıi: Halim Yurdakul
Teknik Hazırlık, Mehmet Dirican • Dost İTB Baskı ve Cilı, Pelin Ofset Dası Kiıabevi Yayınlan
Karanfil Sokak, 29!4, Kızılay 06650, Ankara Tel: (0312)4188772 Fax: (0312)4199397
[email protected]ı.ır
Bu kitap, The Age of Revoluıion'ın Weiden & Nicholson baskısından çevrilmi§tir: Fransızca parçaların çevirisi için Mehmet Emin Özcan'a teıekkür ederiz..
İçindekiler
Önsöz
7
Giriş
9
I. Kısım: Gelişmeler
13
1 1780'lerin Dünyası
ıs
2 Endüstri Devriini
36
3 Fransız Devrimi
63
4 Savaş
89
5 Barış
112
6 Devrimler
123
7 Milliyetçilik
147
Kısım:
161
II.
Sonuçlar
8 Toprak 9 Endüstri
163 Dünyasına Doğru
184
1OYetenekiilere Yükselme ll
Çalışan
Yoksullar
Olarıağı
200 219
12 İdeoloji: Din
237
13 İdeoloji: Laiklik
254
14 Sanatlar
274
15 Bilim
299
16 Sonuç: 1848'e Doğru
320
Haritalar
333
Notlar
345
Kayrıakça
358
Dizin
365
Onsöz
Bu kitap, burada 'çifte devrim' adı verilen olguyu -1789 Fransız Devrimi ile çağda§ı olan (İngiliz) Endüstri Devrimi'ni- ilgilendirdiği ölçüde, 1789 ile 1848 arasındadünyanın uğradığıdönü§ümün izini sürmektedir. O nedenle, tam olarak ne bir Avrupa ne de bir dünya tarihidir. Bu dönemde çifte devrimin yansımalarından etkilenen ülkelere, üstünkörü de olsa değirımeye çalı§ tım. Bu dönemde devrimin üzerlerindeki etkisi ihmal edilebilir boyutta olanlarıysa atladım. Dolayısıyla okur, kitapta Mısır hakkında bir §eyler bulacaktır, ama Japonya hakkında bulamayacaktır; İrlanda hakkında Bulgaristan'dan, Latin Amerika hakkındaysa Afrika'dan dahafazla §ey bulacaktır. Bu, bu kitapta göz ardı edilmi§ olan ülkelerin ve halkların tarihlerinin, kitapta yer alanlardan daha az ilginç ve önemsiz olduklarıanlamına gelmemektedir-doğal olarak. Kitabın görüngesini, esas olarak Avrupa'nın, daha kesin bir anlatımla Frarısa-İngiltere'nin olu§ turmasının nedeni, bu dönemde dünyanın -en azından büyük bir bölümünün- Avrupalı, daha doğrusu Fransız-İngiliz bir temelden hareketle dönü§üme uğraml§ olmasındandır. Ne var ki, pekala daha ayrıntılı biçimde ele alınmayı hak eden bazı konular, yalnızca yer darlığından dolayı değil, (ABD tarihi gibi) bu dizide yer alan diğer ciltlerde uzun uzadıya ele alındıkları için bir yana bırakılmı§lardır.
8
DEVRiM ÇAGI
Kitabın amacı, ayrıntılı bir anlatım sunmak değil,
yorumlamak ve Franvulgarisation dedikleri şeyi yapmaktır. Kitabın ideal okuru, geçmişe merak duymakla kalmayıp dünyanın bugünkü duruma nasıl ve neden geldiğini ve nereye gittiğini anlamak isteyen, kuramsal bir yapıya sahip, zeki ve eğitimli yurttaş tır. Metni, ancak daha eğitimli bir okur kitlesinin taşıyabileceği bilginlik gereçleriyle doldurmak, hem yersizdi hem de bilgiçliklik olacaktı. O nedenle dipnotlanmda, neredeyse tümüyle kitapta geçen alıntıların ve rakamların alındığı kaynaklara; özellikle tartışmalı veya §aşırtıcı açıklamaların olduğu bazı durumlarda da otoritelere yer verdim. Buna karşın, böylesine geni§ kapsamlı bir kitabın dayandığı malzemeler hakkında bir §eyler söylemek doğru olacaktır. Bazı tarihçiler, belli alanlarda diğer tarihçilerden daha uzmandır (ya da tersinden söylersek daha bilgisizdir). Oldukça dar bir alan dışında, tarihçiler büyük oranda ba§ka tarihçilerin çalı§malanna bel bağlamak zorundadır. ı 789-ı848 arasındaki döneme ili§kin bu ikincil yazın bile tek başına, bütün dillerden okuyahuecek durumda bile olsa herhangi bir ki§inin bilebileceklerini çok a§an bir basılı eser yığını olu§turmaktadır (Oysa bütün tarihçiler gerçekte topu topu bir avuç dille sınırlıdırlar). O yüzden elinizdeki kitabın büyük bölümü, ikinci ya da üçüncü el kaynaklara dayanmaktadır ve kitabın yazan kadar bir uzmanı da üzecek kaçınılmaz kısaltınaların yanı sıra hatalar içerecektir ister istemez. Kitapta, daha ileri araştırmalara rehber ola_cak bir kaynakça sunulmaktadır. Tarihin dokusu, onu bozmadan ipliklerine ayırmaya olanak vermese de, kılgıl amaçlardan dolayı konunun belli ölçülerde alt bölümlere ayrılması gerekmektedir. Ben, kitabı çok kaba olarak iki kısma ayırmaya çalı§ tım. İlk kısımda, genel olarak dönemin ana geli§meleri ele alınırken, ikinci kısımda çifte devrimin ortaya çıkardığı toplum türünün taslağı yapılmaktadır. Ancak bu iki kısım arasında bilerek yapılmı§ çakı§tırmalar vardır; aralarındaki ayrım kuramsal bir sorun değildir, kolaylık sağlamak sızların lıaute
amacıyla yapılmıştır.
Kitabın çe§itli yönlerini benimle tartışan ya da taslak veya prova halindeyken bölümleri okuyan, fakat hatalanından sorumlu olmayan, ha§ ta J. D. Bernal, Douglas Dakin, Ernst Fischer, Francis Haskell, H. G. Koenigsberger ve R. F. Leslie olmak üzere çeşitli kişilere te§ekkür borçluyum. Özellikle ı 4. Bölümde, Emst Fischer'in fikirlerinden çok yaradandım. Bayan P. Ralph, sekreter ve araştırma asistanı olarak çok büyük yardımda bulundu. Bayan E. Mason da dizini hazırladı.
E. J. H. Londra,
Aralık ı 961
Giriş
Sözcükler, çoğu zaman belgelerden daha güçlü tamklardır. Bu kitapta ele alınan altını§ yıllık dönem içersinde icat edilmi§ veya çağda§ anlamlarını esas olarak bu dönemde kazanmı§ birkaç sözcüğe göz atalım. Bunlar, 'endüstri', 'sanayici', 'fabrika', 'orta sınıf', 'çall§an sınıf', 'kapitalizm' ve 'sosyalizm' gibi sözcüklerdir. 'Aristokrasi' ve 'demiryolu'nun yanı sıra 'liberal' ve 'muhafazakar' gibisiyasal terimler, 'milliyet', 'bilim adamı', 'mühendis', 'proletarya' ve (ekonomik) 'bunalım' gibi sözcükler de bunlar arasın dadır. 'Faydacı' ve 'istatistik', 'toplumbilim' ve daha pek çok çağda§ bilimin adı, 'gazetecilik' ve 'ideoloji', bu dönemde uydurulmu§ ya da uyarlanmı§ sözcüklerdir.* 'Grev' ve 'yoksulluk' da öyledir. Çağda§ dünya bu terimler olmadan (yani §eyler ve onlara adlarını veren kavramlar olmadim) dü§ünüldüğünde, 1789 ile 1848 arasında patlak veren ve insanın tarımı, metalürjiyi, yazıyı, kenti ve devleti bulduğu • _Bu sözcüklerin çoğu, ya bu halleriyle uluslararası dol"§ımdadır ya da sözlük anlamları korunarak çe§itli dillere çevrilmi§letdir. Ömeğin 'socialism' [sosyalizm] veya 'industry' [endüstri] az çok uluslararası olarak geçerli sözcüklerken, 'demir yol [iron road]' tamlaması, çıktığı ülke dı§ında her yerde çevrilerek alınml§tır.
10 DEVRiM ÇAGI
o uzak çağlardan beri insanlık tarihindeki en büyük dönü§ümü olu§ turan bu devrimin ne denli derin ve köklü olduğu da anla§ıl~caktır. Bu devrim, bütün dünyayı dönü§türdü ve hala da dönü§türmeye devam etmektedir. Fakat bu devrime bakarken, herhangi bir toplumsal çerçeveyle, siyasal örgütlenmeyle veya uluslararası güç ve kaynak dağılımıyla sınırlanama yacak olan uzun vadeli sonuçlarıyla, belli bir toplumsal ve uluslararası duruma yakından bağlı olan ilk ve tayin edici evresini birbiiinden özenle ayırmakzorundayız. 1789-1848 büyük devrimi, 'endüstri' olarak endüstrinin değil, kapitalist endüstrinin; genel olarak özgürlüğün ve e§itliğin değil, orta sınıfın ya da burjuva liberal toplumun; 'modern ekonomi'nin veya 'modern devlet'in değil, merkezinde, birbirine kom§u ve rakip Büyük Britanya ve Fransa devletlerinin bulunduğu dünyanın özgül bir coğrafi bölgesindeki (Avrupa'nın bir bölümündeki ve Kuzey Amerika'nın birkaç bölgesindeki) devletlerin ve ekenomilerin zaferiydi. 1789-1848 dönü§Ü· mü, bu iki ülkede ortaya çıkan ve oradan bütün dünyaya yayılan özünde ikiz bir karga§adır. Fakat bu çifte devrimi -daha ziyade siyasal bir nitelik ta§ıyan Fransız Devrimi ile daha çok endüstriyel bir nitelik ta§ıyan (İngiliz) Devrimi'ni-, onun ba§lıca ta§ıyıcıları ve simgeleri durumundaki iki ülkenin tarihine ait bir §ey olmaktan çok, daha geni§ çaplı bölgesel bir volkanın ikiz krateri olarak görmek yanlı§ olmaz. Patlamaların aynı anda Fransa'da ve Britanya'da meydana gelmek zorunda olması ve birbirinden çok az farklılık göstermesi, raslantısal olmadığı gibi, ilginçlikten uzak bir durum da değil dir. Fakat, Çinli ya da Afrikalı bir gözlemcinin bakı§ açısından olduğu kadar, diyelim İ.S. 3000 yılındaki bir tarihçinin bakı§ açısından da, bu patlamaların Kuzeybatı Avrupa'da bir yerde ve onun deniza§ırı uzantıla rında meydana geldiklerini ve o sırada dünyanın ba§ka bir yerinde ya§anma olasılıklarının bulunmadığını belirtmek, diğer her §eyden daha önemlidir. Yine bu patlamaların, bu dönemde burjuva-liberal bir kapitalizmin zaferinden ba§ka bir biçim almalarının tasavvur bile edilemeyeceğini belirtmek de aynı ölçüde önemlidir. Böylesine derin bir dönü§ümün, 1789'dan, hatta 1789'un hemen öncesindeki onyıllardan çok daha gerilere gitmeden anla§ılamayacağı besbelli bir §eydir ve çifte devrimin hallaç pamuğu gibi gibi atacağı Kuzeybatı dünyasının eski rejimlerinin [ancien regime] bunalımını yansıttığı açıktır. 1776 Amerikan Devrimi'ni, ister İngiliz-Fransız devrimleriyle e§it öneme sahip bir patlama olarak, ister bu devrimierin en önemli dolaysız habercisi ve uyancısı olmaktan ibaret görelim; temel önemi, ister 1760-89 arasın daki anayasa bunalımlanna, ister ekonomik altüst olu§lara ve canlanma-
GiRiŞ
1J
lara verelim, bütün bunlar en iyi halde bu büyük atılımın vesilesini ve zamanlamasını açıklayabilirler, temel nedenlerini değil. Bir çözümleme, cinin tarihte ne kadar geriye gitmesi gerekir? Onyedinci yüzyıl ortasındaki İngiliz Devrimi'ne mi, Reformasyon'a mı, Avrupa'nın dünyayı askeri yol, dan fethinin ve sömürgeler kurmasının ba§langıç tarihini olu§ turan anal, tıncı yüzyılın ba§ına mı, hatta daha öncesine mi? Bu sorun, buradaki amaçlanmız açısından ilgi alanımızın dı§ında kalmaktadır; çünkü böy, !esine derinlemesine çözümleme, bu kitabın zamandizinsel sınırlannın çok ötesine götürecektir bizi: Bizim burada yalnızca §Unu farketmemiz gerekiyor: Bu dönü§ümün toplumsal ve ekonomik güçleri, siyasal ve zihinsel araçları, Avrupa'nın, geri kalanını da devrimcile§tirmeye yetecek büyüklükte bir bölümünde çoktan hazırdı. Sorunumuz, bir dünya pazannın, yeterince etkin bir özel giri§imciler sınıfının, hatta (İngiltere'de) özel kan ençokla§tırmanın hü, kümet politikasının temeli olduğu önermesine kendini adam!§ bir devletin doğu§ unu izlemek olmadığı gibi, teknolojinin, bilimsel bilginin veya birey, ci, laik, ilerlemeye inanan ussalcı bir ideolojinin evrimini izlemek de değildir. Henüz yeterince güçlü ve yaygın olduklannı varsayamasak bile, 1780'lerde bütün bunların var olduklannı veri olarak kabul edebiliriz. Öte yandan, dı§ görünümünün bize tamdık gelmesinden, Robespierre ile Saint-Just'un giysilerinin, davranı§lanmn ve yazılarmın, eski rejimin salonlannda hiç de yadırganmayacak olmasından, reformcu fikirleriyle 1830'lann burjuva İngilteresi'ni dile getiren Jeremy Bentham'ın tam da aynı fikirleri Rus Büyük Katerina'ya da öneren aynı adam olmasından ve orta sınıf ekonomi politiğinin en a§ırı önermelerinin onsekizinci yüzyı, lın İngiliz Lordlar Kamarası'nm üyelerinden gelmi§ olmasından, bütün bu yadsınamaz gerçeklerden dolayı çifte devrimin yeni olma niteliğini gözden kaçırmak gibi bir ayartıya kapılmamamız gerekiyor. Şu halde bizim sorunumuz, yeni bir ekonominin ögelerinin ve yeni bir toplumun varlığını değil, onların zaferini açıklamak; önceki yüzyıllarda kalenin temellerini nasıl azar azar oyduklarını değil, kaleyinasıl fethettik, lerini izlemektir. Aynı zamanda da bu ani zaferin, ondan en dolaysızca etkilenen ülkelerde ve kapılan artık bu yeni güçlerin (geçenlerde yayım, lanan ve bu dönemin dünya tarihini ele alan bir kitabın ba§lığmdaki ifadeyi kullanırsak 'fatih burjuvazi'nin) yıkıcı etkilerine açılan dünyanın geri kalanında yol açtığı köklü deği§iklikleri izlemektir. Çifte devrim Avrupa'nın bir bölümünde ortaya çıktığından, en bariz ve dolaysız etkilerini yine burada gösterdiğinden, bu kitapta ele alman tarihin, esas olarak bölgesel bir nitelik ta§ırnası kaçınılmazdır. Yine, dünya
12 DEVRiM ÇAGI
devrimi, İngiltere'nin ve Fransa'nın olu§turduğu çifte kraterden dı§a ba§ta Avrupa'nın dünyaya yayılması ve dünyayı fethetmesi biçimini aldı. Gerçekten de çifte devrimin dünya tarihi açısından en göze batan ve dünya tarihinde bir benzeri daha olmayan sonucu, batılı birkaç rejim, özellikle İngiltere tarafından yerkürenin egemenlik altına alınması olacaktı. Eskiçağ uygarlıkları ve dünya imparatorlukları, batının tüccarları, buharlı makineleri, gemileri ve silahları kar§ısında teslim oldular ve çöktüler. Hindistan, İngiltere'nin genel valileri tarafından yönetilen bir eyalet haline geldi; İslam devletleri, bunalımın pençesine dü§tü; Afrika, doğrudan fetihe açıldı. Hatta büyük Çin İmparatorluğu, 1839-42'de kalelerini batının sömürüsüp.e açmak zorunda bırakıldı. 1848'e gelindiğinde, batılı yönetimlerin ve i§adamlarının i§gal etmeyi yararlı bulabilecekleri herhangi bir ülkenin batı tarafından fethedilmesinin önünde hiçbir engel kalmamı§tı. Batının kapitalist giri§im gikünün ilerlemesi de, artık yalnızca zaman meselesiydi. Bununla birlikte, çifte devrimin tarihi, yeni burjuva toplumunun zaferinin tarihi değildir yalnızca. Aynı zamanda, ömre bedel1848'de geni§lemeyi daralmaya döndürecek olan güçlerin de doğu§ tarihidir. Üstelik 1848'e gelindiğinde, kaderingelecekte uğrayacağı olağanüstü ters yüz olu§ kendini çoktan göstermeye ba§laml§tı. Geçerken belirtelim, yirminci yüzyılın orta-· larınaegemen olan batıya kar§ı dünya çapındaki ba§kaldırı, o dönemde yeni yeni farkedilebilmekteydi. Batının fethettikleri ülkelerin, ona kar§ı kullanmak üzere batının fikirlerini ve tekniklerini benimsedikleri bu sürecin ilk evrelerini ancak İslam dünyasında (1830'larda Türk imparatorluğunda batılıla§ma reformlannın ba§lamasında ve hepsinden öte Mısırlı Mehmet Ali'nin gözardı edilmi§, fakat önemli giri§imlerinde) gözlemleyebiliyoruz. Fakat Avrupa'da da muzaffer yeni toplumun yerini almayı tasadayari güçler ve fikirler çoktan ortaya çıkmaktaydı. 1848'e gelirken, 'komünizm hayaleti' Avrupa'yı çoktan sarmı§tı. 1848'de ise hayalet kaçırıldı. Bundan sonra uzun süre, özellikle çifte devrimin en dolaysız biçimde dönü§türdüğü batı dünyasında, gerçekten de hayaletlerkadar güçsüz kaldı. Fakat 1960'lann dünyasından dönüp o günlere baktığımızda, çifte devrime tepkiden doğan ve ilk klasik formülasyonuna 1848'de kavu§an devrimci sosyalist ve komünist ideolojinin tarihsel gücünü azımsama ayartısına kapılmamalıyız. Modern dünyanın ilk fabrika sisteminin Lancashire'de kurulmasıyla ve 1789 Fransız Devrimi ile ba§layan bu tarihsel dönem, ilk demiryolu ağının kurulmasıyla ve Komünist Manifesto'nun yayımlanmasıyla sona ermektedir. doğru yayıldığından,
I Geli~meler
1 1780'lerin Dünyası
Le dix-lıuitieme siecle doit etre mis au Pantlıeon.* -Saint-Justl
I 1780'lerin dünyasında gözlemlerrecek ilk §ey, bizim dünyamızdan aynı anda hem daha büyük hem de daha küçük olmasıdır. O günlerde ya§amı§ en eğitimli ve bilgili kimseler, diyelim Alexander von Humboldt (1 7691859) gibi bilimadamı ve gezgin biri bile, oturulan dünyanın ancak belli bölümlerini biliyorlardı (Bilimsel açıdan Batı Avrupa toplumlarından daha az geli§mi§ ve daha az yayılmacı-cahil Sicilyalı köylülerin ve Burma dağlarında ya§ayan ziraatçıların ya§amlarını sürdürdükleri, ötesinin bilinınediği ve bilinmeden ·de kalacak olan yeryüzünün ufacık parçalarına varana dek- toplulukların 'bilinen dünyalar'ı ise çok daha küçüktü). Deniz yataklarına ili§kin bilinenler, yirminci yüzyılın ortalarına kadar kayda değer olmamakla birlikte, James Cook gibi onsekizinci yüzyıl denizcilerinin üstün yetenekleri sayesinde okyarrusların yüzeylerinin tamamı olmasa da büyük bir kısmı çoktan ke§fedilmi§ ve haritaları çıkartılmı§tı. Modern ölçüdere göre fazla dakik sayılınasa da kıtaların ve pek çok ada• "Onsekizinci yüzyılı Panteon'a koymalı."
16 DEVRiM ÇAGI nın ana hatları bilinmekteydi. Avrupa'daki sıradağların büyüklükleri ve yükseklikleri kesinliğe yakın ölçüde, Latin Amerika'nın bazı bölümlerindekiler çok kabaca biliniyor; Asya'dakiler hemen hiç, Afrika'dakilerse (Atlaslar d1§ında) kesinlikle bilinmiyordu. Çin ve Hindistan'dakiler dl§ın da dünyanın büyük nehirlerinin akı§ yönleri, kendi bölgelerindekileri bilen ya da bilebilecek durumda olan bir avuç avcı, gezgin ya da coureursde-bois* dı§ında herkes için bir sırdı. Bir iki bölge dı§ında -ki pek çok kıtada kıyıdan ancak birkaç mil içeri girilebilmi§ti-, dünya haritası gezginlerin ya da ka§iflerin yollarını belirten i§aretlerin kestiği beyaz yerlerle doluydu. Fakat uzak karakollardaki resmi görevlilerden ve yolculardan edinilen kaba ama yararlı ikinci, üçüncü el bilgiler göz önüne alındığında, bu beyaz yerler gerçekte olduklarından çok daha büyük olmalıydılar. Yalnızca 'bilinen dünya' daha küçük olmakla kalmıyordu; insani ko§ullar bakımından değerlendirildiğinde, gerçek dünya da küçüktü. Pratik amaçlarla hiçbir nüfus sayımı yapılmadığından, bütün demografik değer lendirmeler tahminierin ötesine geçememektedir; fakat dünyanın, büyük bir olasılıkla bugünkü nüfusun üçte birini geçmeyen bir nüfusu beslediği açıktır. Eğer sıkça ba§vurulan tahminler. çok yanlı§ değilse, Asya'da ve Afrika' da dünya nüfusunun bugünkünden daha büyük bir bölümü; Avrupa'da (bugünkü 600 milyonluk nüfusa kar§ılık) 1800'de yakla§ık 187 milyonla daha küçGk bir bölümü; Amerika'daysa kesinlikle daha az bir ·bölümü ya§amaktaydı. 1800'de kabaca her üç insandan ikisi Asyalı, her be§ insandan biri Avrupalı, her on insandan biri Afrikalı, her otuz üç insandan biri Amerikalı ya da Okyarrusyalı idi. Modem zamanlardakine yakın yoğunlukta bir nüfusu barındırmı§ olması mümkün Çin, Hindistan ve Bçıtı veya Orta Avrupa'nın bazı kısımları gibi entansif tarım yapılan kimi küçük bölgeler ile kentsel yoğunluğun fazla olduğu yerler dı§ında, bu çok daha az nüfusun, dünya yüzeyine çok daha seyrek olarak dağıldığı açıktır. Nüfus az olduğuna göre, insanların etkin biçimde ya§ayabildiği alanlar da azdı. Yakla§ık 1300-1 700'lerde ya§anan 'küçük buz çağı'ndaki kadar soğuk ya da yağı§lı olmamakla birlikte günümüze göre daha yağı§lı ve soğuk olması olası iklim ko§ulları, insanların kuzey kutbuna yerle§melerini engellemekteydi. Sıtma gibi salgın hastalıklar, pek çok bölgede yerle§menin önünde hala bir engeldi; örneğin uzun süre bo§ kalmı§ Güney İtalya'nın kıyı ovalarına insanlar ancak ondokuzuncu yüzyılda ve yava§ ya va§ yerle§meye ba§ladılar. İlkel ekonomi biçimleri, özellikle avcılık ve (Avrupa' da) toprakları ziyan edecek biçimde hayvanların mevsimlik ola·ormancı.
1780'LERiN DÜNYASI
17
rak göç ettirilmesi, Apulia ovaları gibi bütün bir bölgenin insan yerle§imine kapalı kalmasına neden olmaktaydı: Ondokuzuncu yüzyıl ba§larında Roma ovasının turistik basma resimlerinde, birkaç harabenin, bir iki sığırın bulunduğu sıtmanın kol gezdiği ıssız yerler, tuhaf görünü§lü pitoresk haydutlar, bu tarz bir peyzajın tanıdık görüntüleri arasındadır. Tabii o tarihlerde Avrupa'da bile sahanın girdiği toprakların çoğu, hala kıraç çalılık, su dolu bataklık, engebeli otlak ya da ormanlıktı. Yine insanlık, bugüne göre bir üçüncü bakımdan da daha küçüktü: Bir bütün olarak alındığında, Avrupalılar bugünkünden belirgin biçimde daha kısa ve hafiftiler. Bu genellerilenin dayandığı askere alınanların beden ölçüleriyle ilgili yığınla istatistikten bir örnek alırsak: Ligurya sahilincieki bir kantonda, ı 792-9 tarihlerinde askere alınanların yüzde 72'si ı .50 metreden daha kısaydı. 2 Bu, onsekizinci yüzyıl sonlarında ya§ ayan insanların bizlerden daha dayanıksız oldukları anlamına gelmez. Fransız Devrimi'nin sıska, bodur, talimsiz askerleri, sömürge dağlanndaki cılız gerillalara denk bir fiziksel direnç göstermi§lerdi. Hergün otuz mil olmak üzere bir hafta durmaksızın tam teçhizatlı olarak yürüyü§ yapmak, sıradan bir uygulamaydı. Ancak seçkin muhafız alayları ve zırhlı süvari bölükleri olu§ turulurken kralların ve generallerin 'uzun boylular'a özel değer vermelerinden de anla§ılacağı gibi, bizim ölçüderimize göre, o günkü insanların fizik gücünün çok zayıf olduğu da bir gerçektir. Ancak, dünya pek çok bakımdan daha küçük idiyse de, haberle§medeki zorluklar ve belirsizlikler onu uygulamada bugünkünden çok daha büyük yapmaktaydı. Bu güçlükleri abartmak istemem. Ortaçağın ya da onyedinci yüzyılın ölçütlerine göre onsekizinci yüzyıl sonları, çok sayıda ve hızlı haberle§me olanağınınvarolduğu bir çağdı; hatta demiryolu devriminden önce, yollarda, atlı arabalarda ve posta hizmetlerinde hatırı sayılır iyile§tirmeler yapılmıştı. ı 760'larla yüzyılın sonu arasında Londra'dan Glasgow'a yolculuk, on oniki günden altmış iki saate inmişti. Onsekizinci yüzyılın ikinci yarısında kurumla§an posta arabası sistemi ya da diligences, Napoleon Savaşları ile demiryolunun geli§i arasındaki dönemde inanılmaz boyutlarda yayılmış ve sadece görece bir sürat değil -Paris Strasbourg arası posta hizmetl ı833'te otuzaltı saat tutuyordu-, aynı zamanda düzenlilik de getirmi§ti. Fakat karadan yolcu ta§ ıma koşullan yetersizdi; gönderilen maliarsa hem yerine geç-ula§ıyor, hem de son derece tuzluya patlı yordu. Devlet i§lerini görenler ya da ticaret yapanlar, birbirlerinden ayrı değildi: Bonaparte ile yapılan savaşların ba§larında İngiliz posta idaresinin elinden yirmi milyon mektup geçtiği sanılmaktadır (ele aldığımız dönemin sonunda bu sayı on ~at artmıştı); fakat o günün dünyasında yaşayanların
18 DEVRiM ÇAGI çoğu
için mektup, okuyamayacakları için yararsız bir §eydi ve -pazardan pazara yapılanlar d1§ında- yolculuk olağandl§ıbir i§ti. Karayolundan gitmeleri ya da mallarını karadan göndermeleri gerektiğinde, bunu ya yürüyerek ya da ondokuzuncu yüzyıl ba§larında bile günde yirmi milden daha az yol yaparak Fransız yük ta§ımacılığının alnda be§ini kar§ılaml§ olan yava§ seyreden yük arabalanyla yapıyorlardı. Kuryeler, yazı§maları uzak mesafelere ta§ıyor; sürücüler, salianmaktan kemikleri yer değt§tiren ya da arabaya yeni deri süspansiyonlar takılml§sa kokudan mideleri altüst olan bir düzine yolcunun bulunduğu posta arabalarını sürüyorlardı. Soylulaı; özel arabatarıyla onlarla yarl§a kalkıyorlardı. Fakat dünyanın büyük bölümünde kara ula§ımına, atının ya da katırının yanında yürüyen arabaemın hızı egemendi. O nedenle, bu ko§ullarda su yoluyla ula§ım, kolay ve ucuz olmakla kalmayıp, (rüzgar ve hava ko§ullarındaki belirsizlikler d1§ında) aynı zamanda daha da hızlıydı. Goethe, İtalya gezisi sırasında deniz yoluyla Napali'den Sicilya'ya dört günde gitmi§ ve üÇ günde dönmü§tÜ. Rahat olsun diye karadan yolculuk etseydi, bu yol akıllara durgunluk verecek bir süre tutabilirdi. Bir limana yakın olmak, dünyaya yakın olmak demekti: Gerçek anlamda . Londra, Norfolk'un Breckland'indeki köylerden çok, Plyınouth'a ya da Leith'e yakındı; Sevilla'ya Veracruz'dan ula§mak, Valladolid'den ula§maktan, Hamburg'a Bahia'dan gitmek, Pomeranya hinteriandından gitmekten daha kolaydı. Su yoluyla ula§ımın ba§lıca kusuru, uzun aralıklarla yapılmasıydı. 1820'de bile Londra'dan Hamburg'a ve Hollanda'ya haftada yalnızca iki, İsveç'e ve Portekiz'e bir, Kuzey Aınerik;:ı'ya ise ayda bir posta gidiyordu. Ancak Bostan'un ve New York'un Paris ile temasının, diyelim Karpatlardaki Mararnaras bölgesinin Budape§te ile olan bağlantısından daha yakın olduğu da bir gerçektir. Yine bir sürü malı ve insanı devasa uzunluktaki okyanuslardan a§ırmanın daha kolay olması gibi -örneğin 44.000 ki§ iyi be§ yıl içerisinde (1769-74) Kuzey İrlanda limanlarından Amerika'ya deniz yoluyla göndermek, be§ bin ki§iyi üç ku§akta Dundee'ye ula§tırmaktan daha kolaydı- birbirinden uzakta:ki ba§kentleri birbirine bağlamak, kırla kenti birbirine bağlamaktan daha kolaydı. Basrille'in dü§tüğü haberi Madrid halkına onüç günde ula§ırken, ba§kente 133 kilometre uzaktaki Peranne'da halk 'Paris'ten gelecek haberler' için ayın 28'ine kadar beklemi§ti. O bakımdan 1789'un dünyası, sakinlerinin çoğunluğu için hesaplanamayacak kadar büyüktü. İnsanların büyük çoğunluğu, askere alınmak gibi ba§larına kötü bir §ey gelmedikçe doğdukları kontlukta hatta mahallede ya§ar ve ölürdü: 1861'e gelindiğinde bile Fransa'nın doksan bölgesinden yetmi§inde nüfusun onda dokuzu, doğdukları bölgeden hiç ayrıl mamı§tı. Dünyanın geri kalanı, devlet görevlilerinin meselesiydi ve söy-
1780'LERiN DÜNYASI
19
lenti konus uydu. Orta ve üst sınıflardan bir avuç insan için çıkarılanların gazete yoktu (ı8ı4'te bile bir Fransız gazetesinin olağan satışı 5000 idi) ve çok az ki§i okuma biliyordu. Haberler daha çok yolculardan, tüccar, seyyar satıcı, gezgin usta, göçebe zanaatkar, mevsimlik işçi, gezgin rahip ya da hacılardan, kaçakçı, soyguncu ve panayırcılara dek uzanan geniş ve karışık, ba§ıbo§lar, serseriler gibi nüfusun yer değiştiren kesimlerinden ve elbette sava§ sırasında halka tebelle§ olan, barı§taysa oralarda kışlayan askerlerden alınıyordu. Doğal olarak resmi kanallardan da -devlet ve kilise- haberler gelmekteyciL Fakat bu tür devlet kurulu§larında ya da kilise te§kilatında çalı§an yerel görevlilerin büyük bölümü, ya yörenin insanlarıydı ya da ya§am boyu hizmet vermek için aralarına karı§ml§ kimselerdi. Sömürgeler d1§ında memurların merkezi hükümet tarafindan atanması ve birbiri ardına ta§rada göreve gönderilmeleri, daha yeni yeni ortaya çıkan bir uygulamaydı. Devletin bütün ast görevleri arasında bir tek, teseliiyi ülkenin envai çe§it §arabında, kadınında ve atlarında arayan kıta subaylarından belli bir bölgeye takılıp kalmadan ya§amaları beklenebilirciL dışında
II Bu yapısıyla 1789'un dünyası, ezici oranda kıra dayanmaktaydı. Bu temel gerçek iyice sirıdirilmeden, bu dünyayı anlamak olanaksızdır. Kent olgusunun hiçbir biçimde geli§mediği Rusya, İskandinavya gibi ülkelerde ya da Balkanlarda nüfusun yüzde 90 ile 97'si kırsal alanda ya§amaktaydı. Hatta gerilerneye ba§lamış olsa da güçlü bir kent geleneğinin bulunduğu bölgelerde bile kırsal ya da tarımsal nüfusun yüzdesi olağanüstü yüksekti: Elimizdeki tahminlere göre Lombardiya'da yüzde 85, Venedik'te yüzde 7280, Kalabriya ve Lukaniya'da yüzde 90'ın üzerindeydi. 3 Gerçekten de hızla geli§mekte olan birkaç endüstri ya da ticaret bölgesi dı§ında, her be§ sakminden en az dördününköylü olmadığı büyücek bir Avrupa devleti bulmak için kendimizi epey zorlamamız gerekir. İngiltere'de bile kentli nüfus, kırsal nüfusu ilk kez ı85 ı 'de geride bırakabilmi§tir. Ku§kusuz 'kentli' sözcüğü, iki anlama da gelmektedir: ı 789'da bizim ölçüderimize göre gerçekten büyük denebilecek iki Avrupa kentini, yakla§ık bir milyon nüfuslu Londra ile yarım milyon nüfuslu Paris 'i ve nüfusu 100.000 ya da üzerinde, Fransa'da iki, Almanya'da iki, İspanya'da dört, İtalya'da be§ (Akdeniz geleneksel olarak kentlerin yurduydu), Rusya'da iki ve Portekiz, Polanya, Hollanda, Avusturya, İrlanda, İskoçya ve Avrupa Türkiyesi'nde de birer tane olmak üzere yirmi kadar yerle§keyi içermenin yanında, aynı zamanda bir insanın, çevresinde devlete ait binaların ve
20 DEVRiM ÇAGI soyluların evlerinin bulunduğu katedral meydanından tarlalara kadar birkaç dakikada dola§abileceği yığınla küçük ta§ra kasabasını da kapsamaktaydı. Ele aldığımız dönemin sonlarında (1834) bile kentlerde oturan Avusturyalıların yüzde ondakuzunun dörtte üçünden fazlası, 20.000'den az, yarısı da iki ila be§ bin nüfuslu kasabalarda ya§amaktaydı. Fransız gezgin zanaatkarlarının Tour de France'ları [Fransa turları] sırasında uğra dıkları; onaltıncı yüzyıla ait çehreleri, durgun geçen sonraki yüzyıllar sayesinde kehribardaki sinekler gibi korunmu§; Alman romantik §airlerinin §iirlerinde geçen dingin manzaraların arka planını olu§ turan; İspan yol katedrallerinin yarlar misali yükseldiği; çamurları arasında Hasidik Yahudilerin, mucize yaratan hahamlarının önünde el pençe divan durduğu, Ortodoks olanlarının §eriatın ilahi inceliklerini tartı§tıkları; Gogol'ün müfetti§inin zenginleri korkutmak ve Çiçikof'un ölü canlar alımını kafasında tartmak amacıyla içine daldığı kasabalardı bunlar. Fakat aynı zamanda gayretli ve hırslı gençlerin ya devrim yaptıkları ya da ilk milyonlarını kazandıkları veya her ikisini birden gerçekle§tirdikleri kasabalar da yine bunlardı. Robespierre, Arras'tan; Gracchus Babeuf, Saint-Quentin'den; .Napoleon ise Ajaccio'dan gelmi§ti. Bu ta§ra kasabaları, küçük de olsalar birer kentti. Gerçek bir kentli, çevresini ku§atan ta§raya, zeki ve bilgili birinin, güçlü, kalın kafalı, cahil ve aptal ki§ilere duyduğu küçümsemeyle bakardı. (Dünyayı görmü§ gerçek bir hayat adamının ölçütleriyle uyu§uk geri bir kır kasabasının böbürlenecek bir §eyi yoktu: Alman halk komedileri 'Kraehwinkel'i -küçük belediyeler-:-, daha belirgin ki§ilik özelliklerine sahip köylülere yaptıkları gibi acı masızca alaya alırlardı). Kent ile kır ya da daha doğrusu kent i§leriyle tarım i§leri arasmda kalın bir çizgi vardı. Pek çok ülkede, gümrük bariyeri, hatta eski sur izleri, bu ikisini bölmekteydi. Prusya'da olduğu gibi uç örneklerde, vergi ödeyen yurtta§ları gözetim altında tutmaya can atan devlet, kentsel ve kırsal faaliyetleri neredeyse tamamen birbirinden ayırml§tı. Hatta katı bir idari ayrınun bulunmadığı yerlerde bile kentliler, çoğu zaman fiziksel olarak köylülerden uzaktı. Doğu Avrupa'nın geni§ bölgelerinde, Slav, Macar ya da Romen göllerinin ortasında Alman, Yahudi ya da İtalyan adaları olarak ya§ıyorlardı. Çevrelerindeki köylülerle aynı dinden ve milliyetten olan kentliler bile farklı görünüyor/ardı: Farklı giysiler giyiyorlardı ve gerçekten de çoğu durumda (kapalı kapılar ardında çalı§an ve imalat yapan sömürülen nüfus d1§ında), daha uzun, daha ince yapılıydılar. • Köylülerden daha • Ömeğin, 1823-?'de Brüksel'de yaşayan kentliler, çevrelerindeki köylerde yaşayan köylülerden ortalama 3 cm., Louvain'dekilerse 2 cm. daha uzundular. Hepsi de ondokuzuncu yüzyıla ait olmakla birlikte, bu konuda ha tınsayılır miktarda askeri istatistik bulunmaktadır. 4
l780'LERiN DÜNYASI
21
kavrayl§lı ve daha okuryazar olmakla gurur duyuyorlardı ve muhtemelen de öyleydiler. Ne var ki ya§am tarzlan nedeniyle çevrelerinin d1§ında olup bitenler hakkında hemen hemen köylerde sıkl§mı§ kalml§ olan köylüler kadar cahildiler. Ta§ra kenti, özünde haLa kırsal ekonomiye ve topluma aitti. Çevrelerindeki köylülerin sırtından geçiniyorlardı. Ta§ra kentlerinin meslek sahipleriyle orta sınıfhalkı, tahıl ve hayvan ticareti yapıyor, çiftlik ürünlerini i§liyor, avukat ve noter olarak soylularm malikanelerinin i§lerine ya da toprağa sahip olan veya i§leyen toplulukların ya§ amlarının önemli bir parçası olan bitmek bilmeyen davalara bakıyorlardı; kırdaki iplik eğirmecilerine ve dokuınacılanna sipari§ veren, sonra bunları toplayan tüccar-giri§imciydiler ve bütün bunlardan daha saygın olarak hükümeti temsilen kiliseyle lord bulunmaktaydı. Bu kentlerdeki zanaatkarlar ve dükkan sahipleri, çevrelerindeki köylülere ve köylülerden geçinen kasabalılara mal satarlardı. Ta§ra kenti, Ortaçağ sonlarındaki görkemli günlerinden sonra hazin bir gerileme içine girmi§ti. 'Özgür kent'den ya da kent-devletten neredeyse eser kalmaml§tı; uluslararası ticaretre bir uğrak yeri ya da daha büyük bir pazar için üretim yapan imalatçılarm merkezi olmaktan artık çıkml§tı. Gerilemekte olduğun dan, tekelini elinde tuttuğu ve dl§arıdan gelen herkese kar§ı savunduğu kendi pazanna giderek artan bir inatçılıkla sıkı sıkıya yapı§ml§tı: Genç radikalterin ve büyük kent hilebazlarının alaya aldıkları ta§tacılığın büyük bölümü, bu ekonomik öz-savunma hareketinden kaynaklanmaktaydı. Güney Avrupa'da kibar beyler ve zaman zaman da soylular, malikanelerinden kazandıklan kiralada buralarda ya§amaktaydı. Almanya'da, her biri büyücek birer malikaneden ibaret olan sayısız küçük prenslikteki bürokratlar, itaatkar ve sessiz köylülerden topladıklan gelirlerle Serenissimus'un isteklerini gerçekle§tiriyorlardı. Onsekizinci yüzyıl sonlarının ta§ra kenti, Batı Avrupa'nın bazı bölgelerinde ılırnlı klasik ya da rokoko tarzı ta§ binaların egemen olduğu fiziksel görünümünün tanıklık ettiği gibi, müreffeh ve geni§leyen bir topluluk olabilirdi. Fakat bu refah, kırdan gelmekteyciL
III O nedenle tarım sorunu; 1789'un dünyasında temel bir sorundu ve kıta
Avrupası iktisatçılannın ilk sistemli okulu olan Fransız Fizyokratları~ın neden toprağı ve toprak kirasını, net gelirin tek kaynağı olarak doğallıkla varsaydıklarını anlamak kolaydır. Tarım sorununun hassas noktası, toprağı
i§leyenlerle ona sahip olanlar; zenginliği üretenlerle zenginliği biriktirenler arasındaki ili§kiydi.
22 DEVRiM ÇAGI Tarımdaki mülkiyet ili§kileri açısından bakıldığında, Avrupa'yı -ya da daha doğrusu merkezi Batı Avrupa'da bulunan ekonomik yapıyı- üç büyük kısıma ayırabiliriz. Avrupa'nın batısında deniza§ırı sömürgeler uzanmaktaydı. Önemli bir istisna olarak Amerika'nın kuzeyindeki Birle§ik Devletler ile, bağımsız çiftçiliğin yapıldığı daha az önemli birkaç bölge dı§ında, buralardaki ziraatçı tipi, zorunlu emekçi ya da fiilen serf olarak çalı§an bir Yerli ya da köle olarak çalı§tırılan bir Zenci idi; çok daha nadir olarak da kiracı köylü, ortakçı ya da buna benzer biri bulunmaktaydı (Avrupalı ziraatçıların nadiren doğrudan üretim yaptıkları Doğu Hint Adaları'ındaki sömürgelerde, toprağı denetleyenterin uyguladıkları tipik zorlama biçimi, ürünün belli bir miktarının -örneğin Hollanda'ya bağlı adalarda baharat ya da kahvenin-zorla alınmasına dayanmaktaydı). Ba§ka bir deyi§le tipik ziraatçı, Özgür olmayan ya da siyasal baskı altında bulunan biriydi. Tipik toprak lorduysa, büyük yan-feodal malikanenin (lıacienda, finca, estancia) ya da bir köle planrasyonunun sahibiydi. Yarı feodal malikaneye özgü ekonomi, ilkel ve kendine yeterli, ya da belli ölçülerde salt bölgenin talebine kar§ılık veren bir ekonomiydi: İspanyol Amerikası, yine fiilen serf olan Yerliler tarafından üretilen maden ürünleri ihraç etmekteydi, ama çiftlik ürünlerinde fazla bir varlık göstermiyordu. Merkezi, Güney Amerika'nın kuzey sahilinde (özellikle Kuzey Brezilya'da) ve ABD'nin güney sahilleri boyunca uzanan Karaibierde bulunan köleplantasyon ku§ağına özgü ekonomi, §eker, daha az ölçüde tütün ve kahve, boya hammaddesi ile Endüstri Devrimi'nden sonra ba§ta pamuk olmak üzere ya§amsal önem ta§ıyan birkaç ihraç ürününün üretilmesine dayanmaktaydı. O nedenle bu ekonomi, Avrupa ekonomisinin ve köle ticareti yoluyla Afrika ekonomisinin bütünleyici bir parçasını olu§turmaktaydı. Temelde, ele aldığımız dönemde bu ku§ağın tarihini, §ekerin gerilemesi ve pamuğun yükseli§i açısından yazmak mümkündür. BatıAvrupa'nın doğusunda, özellikle kabaca Elbe nehri boyunca uzanan, bugün Çekoslovakya adını alan ülkenin batı sınırlarından, güneyde Trieste'ye inen ve Doğu Avusturya'yı batısından ayıran hattın doğusunda, tarımda sertliğin hüküm sürdüğü bölg'e bulunmaktadır. Toplumsal açıdan (Danimarka ve Güney İsveç'in bir bölümü dı§ında) İskandinavya hariç, İtalya'nın, Taskana ve Umbria'nın güneyinde kalan kesimleriyle Güney İspanya da bu bölgeye girer. Bu geni§ ku§ak içerisinde yer yer teknik olarak özgür köylüler ya§amaktaydı: Slovenya'dan Volga'ya kadar bütün bu bölgeye dağılml§ Alman köylü kolonicileri; İlirya'nın iç bölgelerindeki vah§i kayalıklarda fiilen bağımsız kabileler, Pandurlar ve Kazaklar gibi yüzyılın sonlarına kadar Hıristiyanlarla Türkler ya da Tatarlar arasında
1780lERiN DÜNYASI
23
askeri sının te§kil etmi§ bölgelerde ya§ayan aynı vah§ilikte köylü sava§çılar, lordun ve malikanenin menzili dı§ında kalan öncü özgür göçerler ya da büyük ölçekli çiftçiliğin söz konusu bile olmadığı geni§ ormanlık alanlarda ya§ayan kimseler. Ancak bütün olarak bakıldığında, tipik ziraatçı özgür olmayan biriydi; aslında onbe§inci yüzyılın sonlarıyla onaltıncı yüzyılın ba§larırtdan itibaren neredeyse kesintisiz bir biçimde kabaran serflik seli altında kalmı§tı. Doğrudan Türklerin yönetimi altında bulunmu§, o tarihlerde hala da bu durumda olan Balkanlarda durum bu boyutta değildi. Türklerin feodalizm öncesi özgün tarım sistemi (her birimin kalıtsal olmayan bir Türk sava§çısını beslediği kaba bir toprak bölü§ümü), uzun zaman önce bozularak Müslüman beylerin yönetimindeki kalıtsal bir toprak m ülkü sistemine dönü§mܧ olmasına kar§ın, bu beyler çok nadiren çiftçilikle uğra§maktaydılar; yalnızca olabildiğince köylülerden sızdırıyorlardı. Bu. yüzden Balkanlar, Tuna'nın ve Sava'nın güneyi, ondokuzuncu ve yirminci yüzyıllarda Türk egemenliğinden ayrıldıklarında, son derece yoksul ve yoğunla§mı§ tarımsal mülkiyerin varolmadığı ülkeler olsalar. da, özünde köylü ülkelerdi. Yine de Balkan köylüsü, bir Hıristiyan olarak yasal bakım dan özgür değildi ve en azından beyin menzili içersinde olduğu sürece de bir köylü olarak de facto [fiilen] özgür değildi. Bölgenin geri kalanında tipik köylü, haftanın büyük bölümünü lord un toprağında wrunlu çalı§mayla ya da buna benzer yükümlülüklerle geçiren bir serfti. Özgürlüksözlüğü bazen okadar büyük olabiliyordu ki, Rusya'da ve Polanyanın bazı yerlerinde olduğu gibi, topraktan ayrı olarak satılabilen ta§ınır bir mal olan köleden hemen hemen hiçbir farkı kalmıyordu. (1801 'de Gazette de Moscou'da §öyle bir ilan yayımlanml§tı: "Satılık: Terbiyeli ve görünü§leri iyi üç arabacı, yanında her ikisi de farklı el i§lerinde becerikli ve güzel görünü§lü 18 ve 15 ya§lannda iki kız. Aynı evden, biri 21 ya§ında, okumayı, yazmayı, müzik aleti çalınayı bilen araba kull~nan, diğeri bay ve bayanların saçlarını yapmakta usta, aynı zamanda piyano ve org çalan iki berber.". Serflerin büyük bir bölümü ev i§lerinde çalı§tırı lırdı; 1851'de Rusya'da bütün serflerin yakla§ık yüzde 5'i evlerde çalı§tırılı yordu.5 ). Batı Avrupa ile ticaretin ana güzergahında bulunan Baltık denizinin iç bölgelerinde, batının ithalatçı ülkelerine gönderilen ihraçmallarının (tahıl, keten, kenevir ve genellikle gemicilikte kullanılan orman ürünleri) büyük bölümü serf tarımıyla sağlanıyordu. Diğer yerlerdeyse tarım, daha çok Saksonya, Bo hemya ve büyük ba§kent Viyana gibi oldukça ilerlemi§ bir imalatın ve kentsel geli§menin varold uğu, ula§ ılınası mümkün en az bir bölgeyi içinde barındıran bölgesel pazarlara dayanmaktaydı. Ne var ki, bu pazarların çoğu geri kalmı§ti. Karadeniz yolunun açılması
24 DEVRiM ÇAGI
ve Batı Avrupa' da, özellikle İngiltere' de kentle§menin artrhası, SSCB'nin endüstrile§mesine kadar Rus dı§ ticaretinin ba§lıca ürünü olarak kalacak olan Rusya'nın tahıl ihraÇ ürünlerini yeni yeni uyarmaya ba§lamı§tı. O nedenle doğuda sertliğin egemen olduğu bölgeler, deniza§ırı sö mürgelere benzer biçimde, Batı Avrupa'nın yiyecek ve hammadde üreten 'bağımlı ekonomiler'i olarak görülebilir. Gerçi köylülerin statüsünün yasal ayrıntıları biraz farklı olmakla birlikte, İtalya'nın ve İspanya'nın serf tarımı yapılan bölgelerinin de benzeri ekonomik özellikleri vardı. Genel bir anlatımla, buraları, büyük soylu malikanelerinin bulunduğu yerlerdi. Sicilya'da ve Endülüs'te bu malikanelerin birçoğunun, kölelerin ve coloninin, bölgeye özgü topraksız gündelikçitere dönü§türüldüğü Roma latifurulia sisteminin soyundan gelmeleri pekala mümkündür. Bu malikanelerin sahibi olan düklerin ve baronların gelirleri, sığır yeti§tiriciliğinden, tahıl üretiminden (Sicilya, eski bir ihraç ambarıdır) ve biçare köylülerden zorla alınmı§ diğer §eylerden gelmekteydi. Şu halde, sertliğin egemen olduğu bölgelere özgü toprak lord u, sahip olduğu büyük malikaneyi eken ya da sömüren bir soyluydu. Bu malikanelerin büyüklüğü, insanın hayal gücünü zorlayacak boyutlardadır: Büyük Katerina, gözdelerine kırk ile elli bin arasında serf vermi§ti; Polonyalı Radziwill'lerin İrlanda'nın yarısı büyüklüğünde mülkleri vardı; Potaeki'nin Ukrayna'da üç milyon dönüm toprağı vardı; Haydn'ı himaye edenMacar Esterhazy'nin sahip olduğu topraklar, bir ara yedi milyon dönüme çıkml§tı. Yüzbinlerce dönümlük malikanelerin varlığı olağan bir durumdu.* Bunlar çoğunlukla bakımsız, ilkel ve verimsiz de olsalar, prensiere yara§ır gelir getiriyorlardı. Bir Fransız ziyaretçinin viran haldeki Medina Sidonia mülklerinde gözlemlediği gibi, İspanyol asilzadesi, "uzaklardan kükremesiyle kendisine yakla§anları korkutan ormandaki bir aslan gibi hükmetmi§" 7 olmalıydı; öte yandan, İngiliz milordunun ferah ölçütleriyle bile, nakit para sıkıntısı yoktu. Kodamanların altında, büyüklükleri ve ekonomik olanaklan deği§en toprak soylusu bir sınıf, köylüleri sömürmekteydi. Bazı ülkelerde orantısız biçimde büyüktü ve bunun sonucu olarak da yoksul ve ho§nutsuzdu; soylu olmayanlardan, esas olarak siyasal ve toplumsal ayrıcalıklan ile çalı§mak gibi soylulara yakı§mayan uğra§larda bulunmaya kar§ı isteksizliğiyle ayrılmaktaydı. Macaristan ve Polanya'da toplam nüfusun onda birini, İspanya'da onsekizinci yüzyıl sonunda yakla§ık yarım milyonunu • Çekoslovakya'da, kabaca 25.000 dönümün (10.000 hektar) üzerindeki seksen ırıalikane, 1918'den sonra kamula§tırıldı; burıların arasında Schoenbomlann ve Schwarzenberglerin 500.000 dönüm, Liechtensteinların 400.000, Kinskylerin 170.000 dönüm toprakları da bulunuyordu. 6
1780lERiN DÜNYASI
25
-ya da ı82 7'de Avrupa'daki toplam soyluların yüzde lO'u kadar 8- oluştur maktaydılar. Ba§ka yerlerdeyse sayıları çok daha azdı.
IV Avrupa'nın
geri kalanında tarımın yapısı, toplumsal açıdan farklı değildi. Yani, köylünün ya da tarım işçisinin gözünde, malikanesi olan herkes bir 'soylu'ydu ve hakim sınıfın üyesiydi; ya da tersine, (töplumsal ve siyasal ayrıcalıklar kazandıran ve biçimsel olarak hala yüksek devlet görevlerine giden yegane yol olan) soyluluk ya da asillik statüsü, malikanesiz dü§ünülebUecek şeyler değildi. Çoğu Batı Avrupa ülkesinde bu tarz dü§ünüş biçimlerinde ifadesini bulan feodal düzen, ekonomik açıdan müdası giderek geçiyor olsa da, siyasal bakımdan hala canlıydı. Gerçekten de, soyluların gelirlerinin; fiyatların ve harcamaların yükseli§i kar§ısında çok geride kalmasına neden olan feodal düzenin tam da bu kullanı§sızla§ması [eskimesi], aristokrasinin, tek devredUemez ekonomik varlığı d urumundaki doğu§ tan gelen ayrıcalık larını ve statüsünü görülmedik bir yoğunlukla kullanmasına neden oldu. Kıta Avrupası'nın tamamında soylular, halk tabakasından gelen devlet görevlileri oranının ı 7ı9'da yüzde 66'dan (ı 700'de yüzde 42), ı 780'de yüzde 23'e dü§tüğü İsveç'ten9 , 'feodal tepki'nin Fransız Devrimi'ni çabuklaştırdığı Fransa'ya dek, a§ağı tabakadan rakiplerini, tacın gölgesindeki kazanç kapısı makamlardan attılar (3. Bölüme bakınız). Fakat toprak sahibi soylular arasına katılmanın görece kolay olduğu Fransa'da, hatta dahası toprak sahibi ve soylu statüsünün her tür zenginliğe ödül olarak verildiği İngiltere'de olduğu gibi, bu düzenin bazı bakımlardan belirgin biçimde zayıf kaldığı yerlerde bile, malikane sahipliğiyle hakim sınıf statüsü arasındaki ilişki değişmemiş, hatta sonraları biraz daha sıkıla§mı§tır. Ne var ki, ekonomik bakımdan batının kırsal toplumu son derece farklıydı. Yasal bağımlılığın can sıkıcı pek çok izini hala ta§ıyor olmakla birlikte, karakteristik köylü ortaçağın sonlarında serf statüsünü büyük ölçüde yitirmiş tL Karakteristik malikane de, uzun zaman önce ekonomik bir girişim birimi olmaktan çıkarak, kiralan ve diğer parasal gelirleri toplama sistemine dönüşmü§tÜ. Büyük, orta ve küçük, az çok özgür olan köylü, toprağın karakteristik işleyicisiydi. Toprağı kiralamışsa, bir toprak lorduna kira (ya da birkaç yerde üründen pay) ödemekteyciL Teknik bakımdan mülk sahibi olan bu köylünün, prense ödediği verginin, kiliseye ödediği ondalığın ve bazı angaryalarm yanmda (ki bunların hepsi yüksek toplumsal tabakanın göreli muafiyetleriyle çeli§mekteydi), paraya dönü§türülsün dönü§türülmesin (ürününü lord un değirmenine götürmek gibi) kendisine
26 DEVRiM ÇAGI kar§ı
yerel bir lord u vardı. Fakat bu siyasal büyük bölümü; genelde, zengin bir köylü azınlığın, daimi ürün fazlasını kent pazarında satarak tüccar çiftçi durumuna gelme eğilimi gösterdiği ve, küçük ve orta ölçekli köylülerin çoğunluğunun, toprakları onları ücret kar§ılığında tarlada ya da imalathanede yarım gün çalı§mak mecburiyerinde bırakmayacak kadar küçük değilse, topraklarında geçimlik üretim yaparak ya§adıkları köylü tarımının geçerli olduğu bir bölge olarak boy gösterecektir. Tarımsal geli§me, ancak birkaç bölgede safkapitalist bir tarıma bir adım daha yakla§mı§tı. İngiltere, bunların ba§ında geliyordu. Burada toprak mülkiyeri son derece yoğunla§mı§ olmakla birlikte, karakteristik ziraatçı, emek · kiralayan, ticari üretim yapan orta ölçekli kiracı-çiftçiydi. Cılız, küçük mülk sahipleri, rençberler ve benzerlerinden olu§an büyük kitle, bu durumun görülmesini engellemekteyciL Fakat (kabaca 1760-1830 arasında) . bu ayrıklar temizlendiğinde, ortaya köylü tarımı değil, bir tarımsal giri§imdler sınıfı, çiftçiler ve geni§ bir tarım proletaryası çıktı. Kuzey İtalya ve Hollanda gibi ticari yatırımın geleneksel olarak çiftçiliğe yapıldığı ya da uzmanla§ml§ ticari ürünlerin üretildiği Avrupa'nın birkaç bölgesinde de güçlü kapitalist eğilimler görülmekteydi, ancak bu istisnai bir durumdu. Bir ba§ka istisna da, Avrupa'nın geri bölgelerine özgü dezavantajlarla, dünyanın en geli§mi§ ekonomisine yakın olmanın dezavantajlarını birlikte ya§ayan mutsuz bir ada olan İrlanda idi. Burada, Endülüslü ya da Sicilyalı çiftlik sahiplerine benzeyen, toprağının ba§ında bulunmayan bir avuç çiftlik sahibi, zorla para-rant almak suretiyle geni§ bir kiracı kitlesini sömürmekteydi. Avrupa tarımı, birkaç geli§mi§ bölge dı§ında teknik açıdan hala hem geleneksel hem de §a§ırtıcı biçimde verimsizdi. Ürünleri, hala çavdar, buğday, arpa, yulaf ve Doğu Avrupa'da halkın temel yiyeceği olan kara buğday, sığır, koyun, keçi gibi hayvan ürünleri, domuz ve kümes hayvanları, bir miktar meyve ve sebze, §arap, ip için yün, keten, kenevir, bira için arpa gibi geleneksel ürünlerdi. Avrupa'nın beslenmesi hala bölgeselciL Ba§ka iklimierin ürünleri, nadir olarak bulunuyor ve belki tropik ülkelerden ithal edilen en önemli gıda maddesi olan ve tatlılığı benzersiz insani acılara mal olm u§ §ekerin dı§ ında, lüks mal sayılıyordu. 1790'larda dönemin en ileri ülkesi olan İngiltere'de ortalama yıllık §eker tüketimi ki§i ba§ına 7 kilogramdı. Fakat Fransız Devrimi'nin olduğu yıl, İngiltere'de bile ortalama ki§i ba§ına çay tüketimi ayda 50 gram kadardı. Amerika kıtasından ve diğer tropikal bölgelerden ithal edilen yeni . ürünler, biraz tutunmaya ba§lamı§tı. Güney Avrupa ve Balkanlarda mısır (yerli buğdayı) epey yayılmı§tı -Balkanlarda gezgin köylülerin yerle§mele-
çe§itli yükümlülükler
ta§ıdığı
bağlardan sıyrıldığında Avrupa'nın
1780'1ERiN DÜNYASI
27
rinde onun payı vardı- ve Kuzey İtalya'da pirinç belli bir ilerleme kaydetmi§ti. Çe§ idi prensliklerde, çoğunlukla gelir amaçlı bir devlet tekeli olarak tütün yeti§tirilmekteyse de, modem ölçüdere göre kullanımı fazla değildi: ı 790'da ortalama bir İngiliz ayda 40 gram kadar tütün içiyor ya da çiğni yordu. İpekböceği üretimi, Güney Avrupa'nın bazı bölgelerinde yaygındı. Yeni ürünlerin ba§ında gelen parates (belki diğer yiyeceklere nazaran dönüm ba§ına bariz §ekilde daha fazla insanı besieyebildiği için olsa gerek) ba§lıca ürün olarak yeti§tirildiği İrlanda dı§ında, kendine daha yeni yeni yol bulmaktaydı. İngiltere ve Alçak Ülkeler dı§ında, köklü bitkiler ve saman dı§ında diğer yem bitkilerinin sistemli bir biçimde yeti§tirilmesi hala oldukça istisnai bir duru1:9du ve §eker için pancarekimine yoğun biçimde ancak Napoleon Sava§lan ile ba§landı; Elbette onsekizinci yüzyıl, tarımda durgunluğun ya§andığı bir yüzyıl değildi. Tersirıe, uzun bir demografik geni§leme, büyüyen kentle§me, ticaret ve imalat çağı, tarımsal iyile§meyi te§vik etmi§, aslında bunu zorunlu kılmı§tır. Yüzyılın ikirıci yarısından itibaren, modem dünya için son derece niteleyici bir görüngü olarak nüfus ta §a§ırtıcı ve kesintisiz bir artı§ ın ba§ladığına tanık olurımu§tur: Örneğin ı 755 ile ı 784 arasında Brabant'ın (Belçika) kırsal nüfusu yüzde 44 artmı§tL 10 Fakat İspanya'dan Rusya'ya kadar demekler kuran, hükümet raporları hazırlayan ve propaganda amaçlı bildiriler yayımlayan sayısız tarımsal iyile§tirme yanlısını en fazla etkileyen §ey, tarımdaki ilerlemelerden çok, tarımsal geli§menin önüne dikilen engellerin büyüklüğüydü.
V Tarım dünyası
uyu§uktu; belki kapitalist tarım sektörü bu açıdan istisna tutulabilir. Ticaret, imalat ve her ikisiyle birlikte giden teknolojik ve anlıksal etkinliklerse, kendine güvenliydi, canlıydı ve geni§lemekteydi; bunlardan kazanç sağlayan sınıflar da etkirı, kararlı ve iyimserdi. Dönemin gözlemcisini en doğrudan etkileyecek §ey, sömürgelerin sömürülmesiyle yakından bağlantılı olan ticaretteki muazzam yayılmaydı. Oylum ve sığa olarak hızla büyümekte olan deniz ticareti, dünyayı sarmakta ve Kuzey Ariantik Avrupası'nın tüccar topluluklarının cebini doldurmaktaydı. Bu topluluklar, sömürge gücünü, Avrupa ve Afrika'ya mal ihraç eden Doğu Hint Adalan'nın sakinlerini soymak için kullandılar. • Bunlar ve Avrupa • Aynı zamanda Avrupa'nın bu mallara artan talebini kar§ılamak üzere çay, ipek ve porselen siyasal
aldıkları Uzak Doğu'ya da belli ölçülerde aynı §eyi yaptılar. Fakat Çin'in ve Japonya'nın bakımdan bağımsız olmaları, bu ticareti bir ölçüde korsanvan hale getinnekteydi.
28 DEVRiM ÇAGI
malları, Amerika kıtasındaki durmaksızın büyüyen plantasyon sistemleri için köle alımında kullanıldılar. Buna kar§ılık Amerika'daki plan tasyonlar da, Avrupa'nın doğu-batı ticaretinin geleneksel mallan olan tekstil ürünleri, tuz, §arap ve diğerleriyle birlikte yeniden doğuya dağıtılmak üzere Adamik'teki ve Kuzey Denizi'ndeki limanlara her zamankinden daha fazla ve daha ucuza §eker, pamuk vs. ihraç ettiler. 'Baltık'tan da tahıl, kereste ve keten geliyordu. Doğu Avrupa' dan, bu ikinci sömürge ku§ağın dan, tahıl, kereste, keten, keten bezi (tropik ülkelere yapılan karlı bir ihra ca ttı), kenevir ve demir gelmekteyciL Bunun yanında -ekonomik bir dille ifade edecek olursak, Amerika'nın kuzeyindeki İngiliz sömürgelerinde (1 783'ten sonra Kuzey ABD) etkinliklerini giderek arttıran' beyaz göçmen toplulukları dahil- Avrupa'nın görece geli§mi§ ekonomileri arasında ticaret ağı her zamankinden çok daha yoğun bir hal aldı. Ta§ralı muhterisin hayallerinin çok ötesinde bir zenginlikle sömürgelerden dönen naboblar ya da plantasyon sahipleri, bu yüzyılda yapılan ya da yeniden in§a edilen (Bordeaux, Bristol, Liverpool gibi) görkemli limanları olan gemiciler ve tüccarlar, çağın gerçek galipleriydi ve bu bakımdan onlarla ancak, servetlerini karlı devlet hizmetlerinden sağlayan büyük memurlar ve bankerler a§ık atabilirdi; çünkü bu, 'kar, tacın altında' deyi§inin hala geçerliliğini koruduğu bir çağdı. Onların yanında, tarım dünyasından mütevazı bir servet edinmi§ avukatlar, malikane idarecileri, yerel içki imalatçıları, tacirler ve benzerlerinden olu§an orta sınıf, sakin bir ya§am sürdürmekteydi; hatta imalatçılar bile çok yoksul bir akrabadan hallice görünüyordu. Çünkü madencilik ve imalatçılık, Avrupa'nın her yanında hızla geni§liyor olmakla birlikte, tüccar (ve aynı zamanda Doğu Avrupa'da çoğu zaman feodal lord) bu i§lerin ba§lıca denetçisi olma konumunu sürdürmekteyciL Bu durum, geni§lemekte olan endüstri üretiminin esas biçiminin; zanaatkann, ya da köyfünün tarım dı§ı emeğinin ürününün tüccar tarafın dan pazarda satılmak üzere satın alındığı eve i§ verme ya da sipari§ sistemi denen bir biçimi olmasından kaynaklanmaktaydı. Bu ticaret biçiminin büyümesi, kaçınılmaz olarak ilk endüstri kapitalizmi için ilkel bir durum yarattı. Malını satan zanaatkar, (özellikle hammaddesini tüccardan aldığı, hatta üretim araçlarını tüccardan kiraladığı zaman) parça ba§ı ücret alan bir i§çiden ba§ka bir §ey olmuyordu. Aynı zamanda dokumacılık da yapan köylü, küçük bir arazi parçasına sahip bir dokumacı haline gele biliyordu. ݧlemlerin ve i§levlerin uzmanla§ması, eski zanaatkarları bölmekte ve köylüler arasından yarı vasıflı i§çiler yaratabilmekteyciL Eski usta zanaatkarlar ya da bazı özel zanaatkar grupları veya belli bir yerel aracılar grubu,
1780'LERiN DÜNYASI
29
ta§eron ya da ݧveren durumuna gelebiliyordu. Fakat bu merkezilikten yoksun üretim biçimlerinin kilit denetmeni, yitik köylerin veya arka sokakların emekçisini dünya pazarına bağlayan ki§i, bir çe§ it tüccardı. Bizzat üreticilerin saflarından doğan ya da doğmakta olan 'sanayiciler' se, doğru dan onlara bağlı olmadıklarında bile, tüccarların yanında küçük ݧ sahipleri konumundaydılar. Özellikle endüstri İngilteresi'nde birkaç istisna da yok değildi. Demir ustaları, büyük çömlekçi Josiah Wedgwood gibi adamlar, mağrur ve saygın kimselerdi; tesisleri, dünyanın her tarafından gelen meraklılarca ziyaret edilirdi. Fakat tipik sanayici (bu sözcük henüz icat edilmemi§ti), bir endüstri kaptanından çok bir çımacıydı. Buna kar§ın, statüleri ne olursa olsun, ticaret ve imalat i§leri çok parlak bir geli§me göstermekteydi. Onsekizinci yüzyıl Avrupa devletleri arasında en parlak ba§arılara imza atını§ olan İngiltere, gücünü ekonomik ilerlemesine borçluydu ve bunun sonucu olarak 1780'lerde, son derece deği§ik ba§arı düzeyleri sergilemi§ olsalar da, ussal bir politika izleme iddiasıyla hareket eden kıta Avrupası'ndaki bütün devletler, ekonomik büyürneyi te§vik ettiler. Henüz ondokuzuncu yüzyıl akademiciliği tarafından üstün bir 'saf', a§ağı bir 'uygulamalı' dal aynınma uğramamı§ olan bilimler, kendilerini üretimdeki sorunların çözümüne adadılar: 1780'lerin en gözalıcı ilerlemeleri, geleneksel olarak endüstrinin gereksinimlerine ve atölye uygulamalarına en yakın konumdaki kimya alanında gerçekle§ti. Diclerat ile d'Alembert'in Büyük Ansiklopedisi, salt ilerici toplumsal ve siyasal dü§ünceyi değil, teknolojik ve bilimsel ilerlemeyi de içeren bir özetti. Çünkü, gerçekten de onsekizinci yüzyılı derinden biçimlendirmi§ olan insan bilgisinin, ussallığın, zenginliğin, uygarlığın ve doğa üzerinde kurulan denetimin ilerlemekte olduğu inancı, yani 'Aydınlanma', gücünü esas olarak üretimden, ticaretten ve her ikisiyle kaçınılmaz olarak ili§kisi olduğuna inanılan ekonomik ve bilimsel ussallıktan almı§tı. Bunun yanın da, Aydınlanmanın en büyük savunucuları, ekonomik bakımdan en ilerici sınıflar, zamanın elle tutulur ilerlemeleriyle doğrudan ilgisi bulunan tüccar çevreleri ve ekonomik olarakaydınlanmı§ toprak lordları, bankerler, ekonomide ve toplum ya§amında idari konumda bulunan bilimsel dü§ünen yöneticiler, eğitimli orta sınıf, imalatçılar ve giri§imeiler gibi sınıflardı. Bu insanlar, matbaa cı ve gazeteci, mucit, giri§imci ve dirayetli bir ݧadamı olan Benjamin Franklin'i, geleceğin etkin, kendi kendini yeti§tirmi§ ussal yurtta§ ının bir simgesi olarak selamladılar. Bu tür yeni insanlar, okyanusun öte yakasından gelecek somut örneklere gereksinmesi olmayan İngilte re'de, ta§rada, gerek bilimsel ve endüstriyel gerekse siyasal ileriemelere kaynaklık eden demekler kurdular. Birmingham'daki Lunar Society'de
30 DEVRiM ÇAGI
[Ay Derneği], çömlekçi Josiah Wedgwood, modern buharlı makinenin mucidiJames Watt ve iş ortağı Matthew Boulton, kimya cı Priestley, biyolog ve evrim kuramının öncüsü küçük soylu Erasmus Darwin (büyük bilgin Darwin'in büyükbabası), büyük matbaa cı Baskerville bulunmaktaydı. Bu insanlar; her yerde, sınıfsal ayrımların gözardı edildiği ve çıkar gözetmeyen bir §evkle Aydınlanma ideolojisinin propagandasının yapıldığı Farmasbn localarına doluştular. Çifte devrimle ilgili dü§ünceler (hatta bunlar, İngiliz fikriyatının Fransız yorumu oldukları hallerde bile) en geni§ uluslararası geçerliliklerine. Fransızların formülasyonları sayesinde ulaşml§ olmakla birlikte, bu ideolojinin önde gelen iki merkezinin (İngiltere'nin ve Fransa' nın) aynı zamanda çifte devrimin de merkezleri olmalan anlamlıdır. 'f\ydınlanmı§' dü§ünceye, laik, ussal ve ilerici bir bireycilik egemen olmaktaydı. Bireyi, zincirlerinden; hala dünyanın dört bir kö§esine gölgesi dü§en ortaçağın cahil gelenekçiliğinden, ('doğal' ve 'ussal' dinden ayrı olarak) kilisenin hurafelerinden, insanlan dağuma ve ilgili ba§ka ölçüdere göre alt ve üst olarak hiyerarşiye ayıran usdl§ılıktan kurtarmak, Aydınlanmanın ba§lıca amacıy dı. Özgürlük, e§itlik ve (bunları takiben) bütün insanların kardeşliği, onun sloganlarıydı. Zamanı geldiğinde bunlar, Fransız Devrimi'nin sloganları oldular. Bireysel özgürlüğün hakim olmasıyla, en hayırlı sonuçlan yaratmak mümkün olabilecekti. En olağanüstü sonuçlar, bireysel yeteneğin ussal bir dünyada engelsiz bir biçimde uygulanmasından beklenebilirdi; aslında bunu çoktandır görmek de mümkündü. Tipik bir 'aydınlanml§' düşünürün ilerlemeye duyduğu tutkulu inanç, yansısını, çevresindeki bilgide, teknikte, zenginlikte ve uygarlıkta görebileceği ve belli bir haklı lıkla da kendi dü§üncelerinin durmadan ilerlemesine yarabileceği gözle görülür artış ta bulmaktaydı. Aydınlanma düşünürünün ya§adığı yüzyılının başlarında cadılar hala yakılmaktaydı; aynı yüzyılın sonlarındaysa Avusturya gibi aydınlanmış devletler, sadece işkenceye izin veren yasaları değil, köleliği de kaldırmı§lardı. Feodalitenin ve kilisenin yerleşik çıkarlan gibi, ilerlemenin önüne dikilmi§ geriye kalan tüm engeller de süpürülse, kim bilir daha neler olabilirdi? Özgür toplumun kapitalist bir toplum olacağını doğallıkla varsayan pek çok ·aydınlanmacının varlığına, üstelik bunların siyasal bakımdan da belirleyici kimseler olmalarına kar§ın, 'Aydınlanma'ya bir orta sınıf ideolojisi demek, tam olarak doğru qeğildir. 11 Kuramsal olarak Aydınlan manın amacı, bütün insanları özgür kılmaktı. Bütün ilerici, ussalcı ve humanist ideolojiler onun içinde örtük olarak bulunmaktaydılar; aslında onlar Aydınlanmadan çıkmaktaydı. Ne var ki, uygulamada Aydınlanma-
1780'LERiN DÜNYASI
31
nın gerektirdiği özgürle§imin önderlerinin, soylulardan çok toplumun orta tabakalarından gelen yetenek ve liyakat sahibi ussal insanlar olmalan ve onların etkinliklerinin ortaya çıkardığı toplumun da 'burjuva' ve kapitalist bir toplum olması anla§ılır bir durumdu. . _ - Pek çoğu -1780'İere kadar- aydınlanmı§ mutlak monarklara inanmı§ Aydınlanmanın kıta Avrupası'ndaki savunucularının siyasal bakımdan ihtiyatlı ve ılımlı tuturulanna kar§ ın, 'Aydınlanma' nın devrimci bir ideoloji olduğunu belirtmek çok daha doğru olur. Çünkü Aydınlanma, Avrupa'nın pek çok yerinde hakim olan toplumsal ve siyasal düzene son verilmesini ima etmekteyciL Anciens n'gime'lerden kendini gönüllü olarak fesh etmesini beklemek çok fazla olurdu. Tam tersine, daha önce gördüğümüz gibi, bu rejimler bazı bakımlardan yeni toplumsal ve ekonomik güçlere kar§ı kendilerini tahkim etmekteydiler; ve (İngiltere, Birle§ik Eyalerler ve çoktan yenilclikleri ba§ka birkaç yer dı§ında) tutunabildikleri kaleler, tam da ıhmlı aydınlanmacıların bel bağladıklan monar§ilerdi.
VI Devrimini onyedinci yüzyılda gerçeklqtiren İngiltere ile önemsiz birkaç devlet di§ ında, Avrupa kıtasının i§levlerini sürdüren bütün devletlerinde, mutlak monar§iler hakimdi; monar§inin egemen olmadığı devletler ya anar§iye yuvarlanmı§ ya da Polonya gibi kom§ulan tarafından yutulmu§tU. Kilisderin geleneksel örgütlenmeleri ve ortodoksileriyle desteklenmi§, uzun geçmi§leri dı§ında salık verilecek yanları kalmamı§ bir yığın kurumla çevrelenmi§ toprak sahibi soyluların olu§turduğu hiyerar§inin tepesinde, Tanrının inayerine mazhar olan kalıtsal manarklar bulunmaktaydı. Vahim boyutlarda uluslararası bir rekabetin ya§andığı bir çağda devletin tutunurulu ve etkili olmasına duyulan ihtiyacın, uzun zamandır monarkları, soyluların ve diğer yerle§ ik çıkar sahiplerinin anar§ik eğilimlerini dizginle- . meye ve devlet aygıtını mümkün olduğunca aristokrat olmayan memurlarla doldurmaya mecbur ettiği doğrudur. Bunun yanında, onsekizinci yüzyılın son yarısında bu ihtiyaçlar ve kapitalist İngiltere'nin uluslan1rası arenadaki a§ikar ba§arısı, pek çok manarkı (daha doğrusu danı§manla rını), ekonomik, toplumsal, idari ve dü§ünsel modernle§me programlan uygulamaya yöneltti. O günlerde prensler 'aydınlanma' sloganını, benzer nedenlerle günümüzdeki hükümetlerin 'planlama' sloganını benimsernelerine ve yine günümüzde bu sloganlan kuramsal olarak benimseyen kimilerinin uygulamada hemen hiçbir §ey yapmamalanna ve uygulamada pek çok §ey yapanlarınsa, gelirlerini, zenginliklerini ve güçlerini artırmanın
32 DEVRiM ÇAGI
en güncel yöntemlerini benimsemenin pratik avantajlarıyla kar§ıla§tınldı ğında 'aydınlanmı§' (ya da 'planlı') toplumun gerisinde yatan genel fikirlere çok az iltifat göstermelerine benzer biçimde benimsemi§lerdi. Oysa orta ve eğitimli sınıflada ilerlemeye bağlı olanlar, umutlarını gerçekle§tirmek için çoğu kez 'aydınlanml§' bir monar§inin güçlü merkezi aygıtını arıyorlardı. Prens in, devletini modernle§tirmek için bir orta sınıfa ve onun fikirlerine gereksinimi vardı; zayıf bir orta sınıf da, kökle§IDݧ aristokrasinin ve kilisenin çıkarlarının ilerlemeye kar§ı direni§lerini kır mak için bir prense gereksinim duyuyordu. Ne var ki, gerçekte ılımlı ve yenilikçi de olsa, mutlak monar§i, her §eyden önce kendisinin de üyesi olduğu, değerlerini §ahsında simgelediği, desteğine büyük oranda bağımlı olduğu toprak sahibi soylular hiyerar§İ· siyle bağları koparınayı olanaksız görüyordu. Teorik olarak istediğini yapmakta özgür olsa da mutlak monar§i uygulamada Aydınlanmanın, ileride Fransız Devrimi'nin popülerle§tireceği bir terirole feodalite ya da feodalizm adını verdiği bir dünyaya aitti. Böyle bir monar§i, elindeki bütün kaynakları, otoritesini güçlendirmek, sınırları içinde vergi gelirlerini, dı§ında gücünü arttırmak içirı kullanmaya hazırdı; bu durum onu pekala yükselen toplumun güçlerine de destek vermeye götürebilirdi. Bir malikaneyi, sınıfı ya da eyaleri bir ba§kasma kar§ı oynayarak politik elini güçlendirmeye hazırdı. Ne var ki ufku, tarihinin, i§levinin ve sınıfının tarihiyle sınırlıydı. Ekonomik ilerlemenin gerektirdiği ve yükselen toplumsal grupların talep ettikleri kökten toplumsal ve ekonomik dönü§ümü hiçbir zaman istememi§ti; böyle bir dönü§ümü gerçekle§tirmeye ise asla yetenekli olmamı§tı. Bilinen bir örneği alalım. Prensierin danı§manları arasında bile, serfliğirı ve feodalizmden kalma köylü bağlarının kaldırılması gereğinden ciddi §ekilde ku§ku duyan usçu dü§ünürlerin sayısı yok denecek kadar azdı. Böyle bir reform, 'aydınlanmı§' bir programın ba§lıca özelliklerinden biri olarak kabul edilmekteydi ve Madrid'den St Petersburg'a, Napoli' den Stockholm'e kadar, Fransız Devrimi'nden önceki çeyrek yüzyılda böyle bir programa imza atmayacak tek bir prens yoktu. Ne var ki, gerçekte 1789'dan önce köylülerirı kurtulu§una dayanan yegane hareketler, Danimarka ve Savoy gibi küçük ve örnekleyici olmayan devletlerle bazı prensierin özel malikanelerirıde ortaya çıkml§tı. Böylesi büyük çaplı bir kurtul u§ eylemirıe, 1781 'de Avusturya imparatoru II. Joseph kalkı§ını§, ama tahmin edilenin üzerirıde bir köylü ayaklanması ve yerle§ik çıkarların siyasal direni§i kar§ısında ba§arı sız olm u§, yüzüstü bırakılmı§tı. Avrupa'nın bütün batısı ve ortasında tarım daki feodal ili§kileri kaldıran, doğrudan etki ve tepki yaratan ya da örnek olu§turan Fransız Devrimi ile 1848 devrimi oldu.
1780'lERiN DÜNYASI
33
Demek ki, 'burjuva' toplumunun eski ve yeni güçleri arasında, elbette İngiltere'de olduğu gibi burjuvazinin zaferinin çoktan tescil edildiği yerler dı§ında,
çözülmesi olanaksız, sonralan açığa çıkacak gizli bir çatl§ma hüküm sürmekteydi. Bu rejimleri daha da kırılgan yapan §ey, üç yönden; yeni güçlerden, giderek direni§inin sertliğini artıran kökle§mi§ eski yerle§ik çıkarlardan ve yabanci rakiplerden gelen bir baskıya maruz kalmalan oldu. En zayıf ve kırılgan oldukları nokta, uzaktab ya da sıkı denetlenemeyen eyaletlerdeki veya sömürgelerdeki özerklik yanlısı hareketlerde olduğu gibi, eski ve yeni muhalefetin çakl§ma eğilimi gösterdiği yerlerdi. Örneğin Il. Joseph'in 1780'lerde Habsburg monar§isinde gerçekle§tirdiği reformlar, Avusturya Hollanda'sında (bugünkü Belçika) ortalığı birbirine katını§ ve doğal olarak 1789'da Fransızlannkiyle bulu§an bir devrimci hareket ortaya çıkarmı§tı. Daha da yaygın olarak, Avrupa devletlerinin deniza§ın sömürgelerinde ki beyaz göçmen topluluklar, kendi merkezi hükümetlerinin sömürgedeki çıkarlan tamamen merkeze bağlayan politikalanna kar§ı direndiler. İrlanda'nın yanısıra Amerika kıtasının her yanında, İspanya, Fransa ve İngiltere'de bu tür göçmenler, -her zaman, merkeze nazaran ekonomik bakımdan daha ilerici güçleri temsil eden rejimler adına olmayan- özerklik isteyen hareketler ba§lattılar. Bunu, ya İrlanda gibi pek çok İngiliz sömürgesi bir süre için ban§çıl yollardan ya da ABD gibi devrim yoluyla ba§ardılar. Ekonomik geni§leme, sömürgelerdeki geli§me ve 'aydınlanml§ mutlakçılık'ın reform giri§imlerinin yarattığı gerilimler, 1770'lerde ve 1780'lerde bu tür çatı§malar için vesileleri artırdı. Kendi ba§ına alındığında eyaletlerin ya da sömürgelerin muhalefeti, vahim bir olay değildi. Bir iki eyaleti kaybetınek, eski yerle§ik monar§ileri yıkmazdı; nitekim sömürgelerdeki özerklik yanlısı hareketlerin ba§lıca kurbanı durumundaki İngiltere, eski rejimierin zayıflığından etkilenmeyerek, Amerikan devrimine kar§ ın eskiden olduğu gibi istikrarlı ve dinamik bir güç olmaya devam etmi§tir. Ülke içinde iktidarın büyük ölçüde el deği§tirmesine yol açacak·ko§ullann mevcut olduğu pek az bölge vardı. Durumu dayanılmaz hale getirense, uluslararası rekabetti. Çünkü uluslararası rekabet, bir devletin kaynaklarını ba§ka hiçbir §eyin yapamayacağı kadar im tahandan geçiren bir olguydu. Bu sınavdan geçemeyenler, sarsılıyor, parçalanıyor ya da yıkılıyordu. Ondokuzuncu yüzyılın büyük bir bölümünde Avrupa'nın uluslararası sahnesine böylesine bir rekabet egemendi ve (1689-1713, 1740-8, 1756-63, 1776-83 ve ele aldığımız döneme denk gelen 1792-1815'te olduğu gibi) Avrupa'da depre§en genel sava§ dönemlerinin gerisinde bu olgu yatmaktaydı. Bu,
34 DEVRiM ÇAGI
İngiltere ile Fransa, aynı zamanda bir anlamda eski ve yeni rejimler arasın da bir çatı§maydı. Çünkü, ticaretre ve sömürgelerde kaydettiği hızlı ilerleme yüzünden İngiltere'nin dü§manlığını çeken Fransa, aynı zamanda sözcüğün klasik anlamında en güçlü, seçkin ve etkili bir aristokratik mutlak monar§iydi. Yeni toplumsal düzenin eskisi kar§ısındaki üstünlüğü, hiçbir yerde bu iki devlet arasındaki çatı§madan daha canlı bir örnek sunmamı§tır. Çünkü İngiltere, belirleyici nitelikleri deği§se de biri dı§ında bu sava§ların tümünü kazanmakla kalmadı, bu sava§ları görece daha kolay bir biçimde örgütledi, parasal olarak destekledi ve yürüttü. Öte yandan Fransız monar§isi, İngiltere'den daha büyük, nüfusu daha fazla ve potansiyel kaynakları bakımından daha zengin olmakla birlikte, bu sava§ları yürütebitmek için çok büyük çaba harcadı. YediYıl Sava§ları'nda (1 756-63) yenildikten sonra Amerika'daki sömürgelerde patlak veren ayaklanma, Fransa'ya durumu tersine çevirmek için bir fırsat verdi. Fransa da bu fırsatı kullandı. Gerçekten de müteakip uluslararası çatı§mada, İngiltere kötü bir yenilgi aldı ve Amerika'daki imparatorluğunun çok önemli bir parçasını kaybetti. Yeni ABD'nin müttefiki olan Fransa ise sonuçta zafer kazanmı§tı. Fakat maliyet çok ağırdı; Fransız devletinin içine dü§tüğü zorluklar, onu kaçınılmaz olarak ülke içinde bir siyasi bunalım dönemine sürükledi ve altı yıl sonra da bu bunalımdan Devrim doğdu.
VII Şimdi
geriye, Avrupa (daha kesin bir anlatırula Kuzey Batı Avrupa) ile geri kalanı arasındaki ili§kilere bir göz atarak, bu hazırlayıcı nitelikteki dünya turunu, çifte devrimin e§iğine kadar getirip tamamlamak kalıyor. Avrupa'nın (ve onun deniza§ırı uzantıları olan beyaz göçmenlerin) dünya üzerindeki eksiksiz siyasal ve askeri egemenliği, çifte devrim çağının bir ürünü olacaktı. Onsekizinci yüzyıl sonlarında Avrupalı olmayan büyük devletlerin ve uygarlıkların pek çoğu, henüz beyaz tüccar, denizci ve askerlerle görünü§te e§it kü§ullarda kar§ı kar§ıya gelmekteyciL O günlerde Mançu hanedam döneminde nüfuzunun doruğunda olan büyük Çin imparatorluğu, henüz kimsenin kurbanı durumunda değildi. Tersine, eğer bir kültürel etkile§meden söz edilecekse, bunun yönü doğu. dan batıya doğruydu. Avrupalı sanatçılar ve zanaatkarlar o zamana dek yanlı§ anla§ılml§ Uzak Doğu motiflerini eserlerinde çok sık olarak kullanır ve ('porselen' gibi) yeni malzemelerini Avrupa'nın kullanımına uyarlayarak sunarken, Avrupalı filozoflar da bu son derece farklı ama yüksek olduğu kesin uygarlığın dersleri üzerine kafa yoruyorlardı. Kom§U Avrupa dünyanın
1780'LERiN DÜNYASI
35
deviederinin (Avusturya'nın, ama hepsinden öte Rusya'nın) askeri güçleri kar§ ısında zaman zaman sarsıntıya uğrayan (Türkiye gibi) İslam devletleri, henüz birer hurda yığını olmaktan çok uzak olmalarına kar§ın, ondokuzuncu yüzyılda bu hale geleceklerciL Afrika, Avrupa'nın askeri sızınalarına kar§ı bağı§ıklığını sürdürüyordu. Ümid Burnu'nun çevresinde yer alan küçük bölgeler dı§ında, beyazlar, kıyıdaki ticari bölgelerde toplanml§tı. Ne var ki, Avrupalı ticari ve kapitalist giri§imin hızı ve yoğunluğu giderek artan geni§leme süreci, çoktandır bu ülkelerin ve bölgelerin toplumsal düzenlerini a§ındırmaya ba§lamı§tı; daha önce görülmedik boyutlarda korkunç bir köle ticareti yoluyla Afrika; rakip sömürgeci güçlerin gerçekle§tirdiği sızmalar yoluyla Hint Okyanusu; ticaret ve askeri çatı§· malar aracılığıyla Yakın ve Ortadoğu, hepsi de bu süreçten nasiplerini almaktaydı. Avrupalılar, uzun süre önce, onaltıncı yüzyılda öncü İspanyol ve Portekiıli sömürgecilerin, onyedinci yüzyılda da Kuzey Amerikalı beyaz göçmenlerin i§gal ettikleri bölgelerin hayli ötesine yayılan doğrudan istila hareketlerine çoktan giri§mi§lerdi. Bu konuda hayati ilerlemeyi, zaten Moğol imparatorluğunu yıkarak Hindistan'ın bir bölümü (özellikle Bengal) üzerinde teritoryal bir denetim kurtnlı§ olan İngiltere gerçekle§tirmi§ti ve bu, onları ele aldığımiz dönemde bütün Hindistan'ın hakimi ve yöneticisi yapacak bir adımdı. Batının teknolojik ve askeri üstünlüğü kar§ısında Avrupalı olmayan uygarlıkların fazla bir §ansı olmadığı zaten öngörülebilir bir §eydi. 'Vasco da Gama çağı' denen §ey, bir avuç Avrupalı devletin ve Avrupa kapitalizminin, bütün dünya üzerinde tam (ama bugün görüldüğü gibi) geçici bir egemenlik kurduğu dört yüz yıllık dünya tarihi, doruğuna varmak üzereydi. Avrupalı olmayan dünyaya aynı zamanda nihai kar§ı saldırıya geçmesi için gereken ko§ulları ve teçhizatı sağlayacak olsa da, çifte devrim Avrupa'nın geni§lemesini kar§ı konulmaz bir hale getirecekti.
2 Endüstri Devrimi
ݧleyi§leri, nedenleri ve sonuçları ne olursa olsun, bu tür i§lerin sonsuz bir değerleri vardır ve
nereye giderse gitsin, insanları dü§ünmeye sevketmek gibi birerdeme sahip olan bu son derece çalı§kan ve yararlı adanun yeteneklerine büyük iltifat kazandınrlar ... İnsanları, sorgulamadan, dܧünmeden, heves etmeden, bütünüyle atalarının yoluna zincirleyen bu miskin, uyu§uk, apıalca kayıtsızlıktan, bu tembellik gafletinden kurtul ve iyiyi gerçekle§tireceğinden emin oL Brindley, Watt, Priesley, Harrison, Arkwright gibi adamların eserlerinden, ya§amın her yolundan nice dܧünceleı; nasıl bir çalı§ma azmi doğmU§tur, bir dܧün ... Watt'ın buhar makinesini görüp de uğra§ısına dalıa büyük bir canlılıkla sarılmayacak bir insan, hayatın hangi yolunda bulunabilir? Arthur Young, Tours in England and ~les 1 Bu pis su yolundan, bütün dünyayı gübrelernek üZere, insan gayretinin en büyük nehri Bu pislikten altın akmaktadır. Burada insanlık, en tam ve en lıayvani geli§mesine u!Lı§maktadır; burada uygarlık mucizelerini gerçekle§tiriyer ve uygar insan bir vall§iye dönü§üyor. A. de Toqueville, 1835'te Manchester üzerine söylediklerinden 2
akmaktadır.
I Endüstri Devrimi ile, yani İngiltere ile ba§layalım. İlk bakı§ta bu, kaprisli bir hareket noktası gibi görünmektedir; çünkü bu devrimin yansımaları, ele aldığımız. dönemin sonlarına dek (her halükarda İngiltere dı§ında) kendini açık ve yanılmaz bir biçimde hissettirmedi. Devrimin yansımaları, 1830'dan önce değil, büyük olasılıkla 1840'dan önce de değil, ama yakla§ık o sıralarda duyulmaya ba§landı. Ancak 1830'larda yazın ve sanatlar, kapitalist toplumun yükseli§iyle, (Carlyle'nin deyi§iyle) para bağının, amansız bir altın ve değerli kağıt bağının dı§ında bütün toplumsal bağların ufalandığı bir dünyayla açıkça me§gul olmaya ba§lamı§lardır. Bu yükseli§in en olağanüstü yazınsal anıtı olan Balzac'ın İnsanlık Komedisi, bu onyıllara aittir. Endüstri Devrimi'nin toplumsal etkileri üzerine resmi ve gayrı resmi büyük bir yazın selinin ortaya çıkl§ı (İngiltere'de Bluebooklar ve istatistik ara§tırmaları, Villerme'nin Tableau de l'etat physique et moral des ouvriers'i, Engels'in İngiltere'de İşçi Sımfının Durumu, Belçika'da Ducpetiaux'un yapı tı, Almanya'dan İspanya'ya ve ABD'ye kadar [Endüstri Devrimi kar§ı sında] deh§ete kapılan ya da kederlenen yığınla gözlemcinin çalı§ması),
ENDÜSTRi DEVRiMi
37
1840'lara kadar gerçekle§medi. Yine, Endüstri Devrimi'nin çocuğu olan ve artık kendi toplumsal hareketleriyle birle§mi§ Komünizm'in -Komünist Manifesto'nun hayaletinin- kıtanın her yanını ar§ınla ması, 1840'lara kadar gerçekle§medi. Endüstri Devrimi adı bile, Avrupa üzerindeki görece gecikmi§ etkisini yansıtmaktadır. Bu §ey, İngiltere'de adından önce de vardı. İngiliz ve Fransız sosyalistlerinin -bunlar daha önce benzerleri olmayan gruplardı-, muhtemelen Fransa'nın siyasal devrimiyle benze§im kurarak onu icat etmeleri 1820'leri buldu. 3 Buna kar§ın, Endüstri Devrimi iki nedenden dolayı öncelikle ele alına caktır. Birincisi; o, Bastille'e saldırılmadan önce -kaçamak bir ifadeyle'patlak vermi§'ti; ve ikincisi, o olmadan, ele aldığımız dönemin tanıdık simalarını ve olaylarını üzerinde ta§ıyan tarihin gayrı §ahsi kabarı§ını, ritminin karma§ık düzenini anlamamız olanaksızdır. 'Endüstri Devrimi patlak verdi' ifadesi ne anlama gelmektedir? 1780'ler gibi bir tarihte ve insanlık tarihinde ilk kez, toplumların kendi üretici güçlerinih yarattığı zincirlerden kurtulması anlamına gelmektedir; bundan böyle üretici güçler, durmadan, hızla ve bugüne dek sınırsız bir biçimde insan, m.al ve hizmet artı§ı gerçekle§tirmeye muktedir olacaktı. İktisatçılar, buna teknik olarak 'kendini besleyen bir büyümenin kalkı§ noktası' adını vermektedir. Şimdiye dek hiçbir toplum, endüstri öncesi bir toplumsal yapının, noksan bir bilim ve teknolojinin, bunun sonucunda da kıtlığın ve ölümün üretime dayattığı çerçeveyi kıramamı§tı. Elbette . bu 'kalkı§', depremler ya da büyük gökta§ları gibi, teknikten uzak, ona yabancı bir dünyayı §a§kınlığa sürükleyen görungülerden biri değildi. Bu görüngünün Avrupa'daki tarih öncesini, tarihçinin keyfine ve özel ilgi alanına bağlı olarak, daha önce değilse bile İ.S. 1000 yıllarına kadar geri götürmek mümkündür; ve önceki -on üçüncü, onaltıncı yüzyılda ve onyedinci yüzyılın son onyıllarında-, ördek yavrularının beceriksizce kanat çırpı§larına benzer biçimde sıçrama çabaları, 'endüstri devrimi' adıyla yüceltilmi§tir. Onsekizinci yüzyılın ortalarından itibaren kalkı§ için hız toplama süreci öylesine açıkça görülebilmektedir ki eski tarihçilerde Endüstri Devrimi'ni 1760'a kadar geri götürmek gibi bir eğilim gözlenmekteydi. Fakat özenli bir ara§tırma, pek çok uzmanı, belirleyici on yıl olarak 1760'ları değil, 1780'leri seçmek durumunda bırakmı§tır; çünkü bilebildiğimiz kadarıyla, ilgili bütün istatistik kanıtlar, 'kalkı§'a damgasını vuran ani, keskin, neredeyse dikine bir yükseli§in ancak o tarihlerde ortaya çıktığını göstermekteydi. Deyim yerindeyse ekonomi, uçu§a geçmi§ti. Bu sürece Endüstri Devrimi demek, hem mantıklıdır hem de -belki de kı§kırtıcı kavramlardan duyulan çekingenlik nedeniyle olsa gerekproletaryanın
38
DEVRİM
ÇAGI
muhafazakar tarihçiler arasında bir ara böyle bir devrimin varlığım reddetmek ve onun yerine 'hızlanml§ evrim' gibi yavan terimler koymak gibi bir modanın varlığına kar§ın, yerle§ik geleneğe uygundur. Eğer ı 780'lerde ya da o tarihlerde meydana gelen bu ani, niteliksel ve temel dönü§üm, bir devrim değil idiyse, bu durumda bu sözcüğün sağduyucia bir anlamı yok demektir. Endüstri Devrimi, aslında bir ba§langıcı ve bir sonu olan bir olay değildi. Ne zaman tamamlandığını sormak saçmadır; çünkü onun özü, o tarihlerden sonra devrimci deği§imin bir kural halini almasıydı. Hala da sürmektedir; çok çok, bu ekonomik dönü§ümlerin, genel konu§ursak, varolan teknikler içersinde istediği her §eyi üretmeye yetenekli esastan endüstrile§mi§ bir ekonomiyi, teknik dille 'olgun bir endüstri ekonomisi'ni yerle§tirecek kadar ileri gidip gitmediklerini sorabiliriz. İngiltere'de, dolayısıyla da dünyada endüstrile§menin bu ba§langıç dönemi, muhtemelen, neredeyse tam tarnma bu kitapta ele alınan dönemle çakl§maktadır; çünkü, eğer 'kalkı§' 1780'lerde ba§laml§sa, 1840'larda İngiltere'de ağır endüstrinin kurulması ve demiryollarının yapımıyla bittiğiİli söylemekte de hiçbir sakınca yoktur. Fakat Devrimin kendisine, 'kalkı§' dönemine, bu gibi konularda olabileceği kadar bir kesinlikle, ı 780'den 1800'e kadarki yirmi yıl içersinde bir tarih vermek mümkündür; yani, biraz daha önce olmakla birlikte Fransız Devrimi'yle çağda§tır. Nereden bakılırsa bakılsın, bu, en azından tarımın ve kentlerin icadın dan bu yana dünya tarihinde gerçekle§mi§ en önemli olaydı ve ba§ını İngiltere çekmekteyciL Bunun bir raslantı olmadığı açıktır. Eğer onsekizinci yüzyılda Endüstri Devrimi için bir yarı§ yapılsaydı, bu yarı§ın tek bir yarı§çısı olurdu. Portekiz'den Rusya'ya, hepsi de en azından günümüzün yöneticileri kadar 'ekonomik büyüme'yle yakından ilgilenen Avrupa'daki her aydınlanmı§ manarkın bakanları ve memurları, pek çok endüstriyel ve ticari ilerlemeyi desteklemi§lerdir. Endüstriyel yapıları çok küçük olmakla ve İngiliz endüstrisinin dünya çapındaki devrimci etkisini gösterebilmek için fazla yerel kalınakla birlikte, bazı küçük devletler ve · bölgeler, örneğin Saksonya ile Liege gibi yerler, gerçekten etkileyici biçimde endüstrile§IDi§lerdi. Fakat devrimden önce bile İngiltere'nin, toplam üretim ve ticaretiyle kar§ıla§tırılabilir boyutlarda olsa bile, kişi başına üretim ve ticaret bakımından ba§lıca potansiyel rakibinin oldukça önünde bulunduğu açıkça görülmektedir. İngiltere'nin ilerlemesi nereden kaynaklanırsa kaynaklansın, bilimsel ve teknolojik olmadığı kesindir. Fransa, doğa bilimleri açısından hemen hemen kesin biçimde İngiltere'nin önündeydi; İngiltere'de reaksiyon bilime ku§kuyla bakarken, Fransa'da Fransız Devrimi bilimi te§vik ettiğinden,
ENDÜSTRi DEVRiMi 39
herhalükarda matematik ve fizikte Fransız Devrimi'nin çok keskin biçimde vurguladığı bir üstünlüktü bu. Hatta İngiltere toplum bilimleri bakı mından da, iktisadı esas olarak Anglo-Sakson bir konu haline sokan -ve büyük ölçüde de öyle kalmasını sağlayan- o üstünlükten henüz çok uzaktı; fakat burada Endüstri Devrimi İngilizleri tartı§masız biçimde ilk sıraya yerle§tirdi. 1780'lerin iktisatçıları, Adam Smith'i, ama aynı zamanda da -belki de daha çok yararlandıkları- Fransız fizyokratlarını ve milli gelir hesapçılarını, Quesnay'i, Turgot'u, Dupont de Nemours'u ve belki de bir ikiİtalyanıda okurlardı. Fransızlar, -İngiltere' de tasarlananlarından çok daha karma§ık bir yapıya sahip- Jacquard dokuma tezgahı (1804) gibi daha özgün yenilikler ve daha iyi gemiler yapmı§lardı. Almanlar, İngiltere'de benzeri bulunmayan Prusyalı Bergakademie gibi teknik eğitim kurumlarına sahipti ve Fransız Devrimi de benzersiz ve etkileyici bir kurum olan Ecole Polytechnique'i ortaya çıkarını§ tl. Eksiklikleri ve kusurları, as ık yüzlü köy okulları ve parlak, çalı§ kan, yükselrnek isteyen, usçu ames Watt, Thomas Telford, Loudon McAdam, James Mill gibi) gençleri ülkenin güneyine gönderen Kalvinci İskoçya'nın sofu, çalkantılı, demokratik üniversiteleriyle bir ölçüde dengelense de, İngiliz eğitim sistemi tatsız bir §aka gibiydi. Anglikan eğitim sisteminden dı§lanmı§ muhalif mezheplerin kurdukları Akademiler hariç, tıpkı miskin devlet ya da gramer okulları gibi, yegane İngiliz üniversiteleri olan Oxford ile Cambridge'in de dü§ünsel bakımdan hiçbir değeri yoktu. Oğullarının eğitim görmesini isteyen aristokrat aileler bile özel öğretmenlerden ya da İskoç üniversitelerinden medet ummaktaydı. Ondokuzuncu yüzyılın ba§larında Quaker Lancashire'ın (ve onu izleyen Anglikan rakiplerinin) bir çe§it okuma yazma seferberliği ba§latmasından önce, ilköğretim sistemi yoktu; geçerken belirtmeli ki, bu yüzden İngiliz eğitim sistemi mezhep çeki§melerinden hiçbir zaman ba§ını alarnam ı§ tır. Toplumsalkorkular yüzünden, yoksulların eği tim görmesi de desteklenmiyordu. Şansa bakın ki, Endüstri Devrimi'ni yapmak için fazla bir dü§ünsel incelik gerekmiyordu. * Devrimin teknik yenilikleri (uçan mekik, iplik
a
• "Bir yandan İngilizlerin siyasal yaşamları için, bunu bilgiçlik tasiayarak yapıyor olsalar da, eskiçağ yazarlarının eserlerinden zengin bir hazine çıkardıklarını görmek memnuniyet vericidir; öyle ki parlamentodaki ha tipler, her fırsatta iyi amaçlarla onlardan alıntılar yapıyorlardı ve bu, meclislerinde taraftar bulan, etkisiz de kalmayan bir uygulamaydı. Öte taraftan üretim konusundaki eğilimlerinin baskın olduğu, o nedenle halkı bu uğraşları geliştiren bilimlerle ve sanatlada tanıştırına ihtiyacının açık olduğu bir ülkede, bu gibi konuların çocukların ders kiraplannda yer almadıklarını görmek bizi hayrete düşürınektedir. Buna rağmen, mesleki bir formel eğitimden yoksun insanların bu kadar çok şeyi başarmış olmaları da aynı ölçüde şaşırrıcıdır." W. Wachsmuth, Europaeische Sitteııgesclıichte 5, 2 (Leipzig, 1839), s. 736.
40 DEVRİM ÇAGI
hüküm aleti, masura makinesi) son derece gösteri§sizdi ve kendi atölyelerinde deney yapan zeki zanaatkarların ya da doğramacıların, fabrika i§çilerinin ve çilingirlerin faaliyet alanını hiçbir biçimde a§mıyordu. Hatta James Watt'ın buhar makinesi (1 784) gibi Devrimin bilimsel bakımdan en karma§ık aygıtı bile, bu yüzyılda bilinmekte olan fizikten daha fazlasını gerektirmiyordu -buharlı makineler kuramı, ancak 1820'lerde Fransız Camot tarafından ex post fact [i§ olup bittikten sonra, geriye dönük olarak] geli§tirilmi§ti- ve çoğunlukla madencilikte olmak üzere buhar lı makinelerin kullanılmaya ba§lanması için bu kurama dayanılml§tı. Gerekli ko§ullar varolduğunda, Endüstri Devrimi'nin teknik yenilikleri de, (belki kimya endüstrisi dı§ ında) kendi kendilerine ortaya çıktılar. Ancak bu, ilk endüstricilerin bilimle ve onun pratik yararlarını ara§tırmakla hiç ilgilenmedikleri anlamına gelmez. 4 Ancak bu gerekli ve uygun ko§ullar [bir tek]; bir kralın ilk kez halkı tarafından resmen Vargılanması ve idam edilmesinin, özel kar ile ekonomik geli§menin devlet politikasının yüce amaçları olarak kabul görmesinin üzerinden yüzyıldan fazla bir zamanın geçtiği İngiltere'de gözle görülür §ekilde vardı. İngiltere'nin tarım sorununun çözümüne getirdiği benzersiz devrimci çözüm çoktan uygulanmaya ba§lanmı§tı. Topraksız ya da küçük toprak sahibi köylüyü çall§tıran kiracı çiftçiler tarafından ekilen topraklar, çoktan ticaret kafasına sahip görece az sayıda toprak lordunun elinde toplanmı§tı. Eski kolektifköy ekonomisinden kalma pek çok iz de, Çitleme Yasası (1 760-1830) ve özel anla§malarla temizlendi; fakat bir Fransız, Alman ya da Rus köylüsünden söz edebilmemiz anlamında bir 'İngiliz köylüsü'nden söz edebilmek artık çok zordur. Tarım, uzun süredir esas olarak pazar için yapılmaktaydı; imalat, uzun süre önce feodal özelliklerini yitirmi§ olan kırsal alanın her yanına yayılmı§tı. Tarım, endüstrile§me çağında üç temel i§levini yerine getirmeye çoktan hazırdı: Hızla büyüyen tarım dl§ı nüfusu beslemek için üretimi ve üretkenliği arttırmak; kentlerin ve endüstrilerin durmadan artan potansiyel fazla emek ihtiyacını kar§ıla mak; ve ekonominin daha modem sektörlerinde kullanılacak sermaye birikimi için bir aygıt sağlamak (Şu iki i§levinse İngiltere'de muhtemelen çok fazla bir önemi olmamı§tı: Olağan §ardarda halkın büyük çoğunluğu nun olu§turduğu tarımsal nüfus arasında yeterince büyük bir pazarın yaratılması ve sermaye ithalinin garanti altına alınmasına yardımcı olacak bir ihracat fazlasının sağlanması). Özellikle gemi ta§ımacılığı, liman tesisleri, kara ve su yollarının iyile§tirilmesi konularında hatırı sayılır bir altyapı yatırımı yapılmı§tı -ekonominin pürüzsüz biçimde ilerlemesi için bütün bir ekonomi için gerekli pahalı genel bir donanım sağlanmı§tı. Siyasi
ENDÜSTRi DEVRiMi
41
ya§am çoktandır kara endekslenmi§ti. Elbette i§adamlarının özel talepleri, öteki yerle§ik çıkarların direnciyle kar§ıla§abiliyordu; ve göreceğimiz gibi, ı 795- ı846 arasında tarımcılar, sanayicilerin ilerleyi§ini durdurmak için son engeli de dikeceklerdi. Ne var ki, bütün olarak bakıldığında, paranın sadece konu§madığı, aynı zamanda yönettiği de kabul edilmi§ti. Toplumun yöneticileri arasında sayılmak için bütün sanayicilerin yapması gereken §ey, yeterince para sahibi almaktı. ݧadamının, daha fazla para kazanma sürecinde olduğuna ku§ku yoktu; çünkü onsekizinci yüzyılın büyük bölümü, Avrupa'nın çoğu yerinde, rahat bir ekonomik geni§leme ve refah demekti; Voltaire'in Dr Pangloss'unun mutlu iyimserliğinin arka planında bu vardı. Bu geni§lemenin ölçülü bir enflasyonun da yardımıyla er ya da geç bir ülkeyi, endüstri öncesi ekonomiyi endüstri ekonomisinden ayıran e§ikten adataeağı rahatlıkla ileri sürülebilir. Fakat sorun bu kadar basit değildir. Onsekizinci yüzyılın büyük bölümünde endüstriyel geni§leme, derhal ya da öngörülebilir bir gelecekte endüstri devrimine, yani, artık mevcut talebe bağlı olmayıp kendi pazarını yarattığı için büyük miktarlarda ve giderek azalan maliyerlerle üretim yapaçak makinele§mi§ bir 'fabrika sistemi'nin yaratılmasına yol açmadı.* Örneğin İngiltere'de Midlands'de ve Yorkshire'da in§aat malzemelerini ya da evde kullanılan metal e§yalan -çivi, kap kacak, bıçak, makas gibi- üreten küçük ölçekli sayısız endüstri, bu dönemde büyük bir geni§leme göstermi§ olmakla birlikte, hiçbir zaman mevcut pazann bir i§levi olmaktan kurtulamadı. ı850'de, ı 750'dekinden çok daha fazla üretimde bulunmalarına kar§ ın, özünde eski usullerle üretim yapıyorlardı. İhtiyaç duyulan §ey, §U ya da bu tarz bir g~ni§leme değil, Birmingham'dan çok bir Manchester ortaya çıkartacak tarzda özel bir geni§leme biçimiydi. Üstelik öncü endüstri devrimleri; ekonomik büyümenin, her biri çağın ilk buyruğuna göre (ucuza al pahalıya sat) hareket eden sayısız özel giri§im· ci ve yatırımcının birbirini kesen kararlarından kaynaklandığı özel bir tarihsel durumda ortaya çıktılar. En fazla karın, bilinen (ve geçmi§te en fazla karı getirmi§ olan) i§lerden çok, endüstri devrimini örgüdemekten kazanılacağını nasıl fark edebilirlerdi? O zamanlar kimsenin bilmediği bir §eyi: Endüstri devriminin kendi pazarlarını yaratarak e§i görülmedik bir hız kazanacağını nereden ve nasıl öğreneceklerdi? Tıpkı onsekizinci yüzyıl İngiltere'sinde olduğu gibi, bir endüstri toplumunun ana toplumsal temellerinin çoktan atıldığı ortadayken, iki §ey gerekiyordu: Birincisi, • Modem motor endüstrisi, bunun iyi bir ömeğidir. 1890'lardaki motorlu taşıt talebi, modem boyutlarda bir endüstri yaratacak durumda değildi, ama ucuz araba üretme kapasitesi, motorlu taşıtlara modem ölçekte bir kitlesel talep yaram.
42 DEVRiM ÇAGf
makul ucuzlukta ve basit yeniliklerle üretimini hızla artırabilen imalatçıları ödüllendiren bir endüstri ve ikirıcisi, büyük oranda tek bir üretici ülkenin tekelinde bulunan bir dünya pazarı. • Bu dü§ünceler, ele aldığımız dönemde belli açılardan bütün ülkeler içirı geçerlidir. Ömeğirı her ülkede endüstriyel büyümenirı önderliğirıi tüketim malları -tek olmamakla birlikte esas olarak tekstil ürünleri6- imalatçı ları yapmaktaydı, çünkü bu tür mallar içirızaten kitlesel bir pazar mevcuttu ve i§ada:mlan onun geni§lemesirıin getireceği olanaklan açıkca görebilmekteydiler. Ne var ki, bu dü§ünceler diğer bakımlardan sadece İngiltere için geçerliydi. Çünkü öncü sanayicilerin kar§ısında çözümü çok güç sorunlar vardı. Diğer ülkeler, ancak İngiltere endüstrile§meye ba§ladığın da, öncü endüstri devriminin uyardığı hızlı ekonomik geni§lemenin nimetlerirıden yararlanabilirlerdi. Bunun yanında İngiltere'nin ba§ansı, onunla nelerin elde edilebileceğini göstermi§ oldu: İngiliz tekniği taklit edilebilir, İngilizlerirı becerisi ve sermayesi ithal edilebilirciL Kendi bulu§larını gerçekle§tiremeyen Sakson tekstil endüstrisi, zaman zaman İngiliz teknisyenlerinın gözetimi altında İngilizlerirı bulu§larını taklit etti; Cockerills gibi kıta Avrupası'na ilgi duyan İngilizler, Belçika'ya ve Almanya'nın çe§itli bölgelerirıe yerle§tiler. ı 789 ile 1848 arasında Avrupa ve Amerika, İngiliz uzmanlar, buharlı makirıeler, pamuk makirıeleri ve yatırımlarla doldu ta§tı. İngiltere'nin, bu tür avantajları yoktu. Ama öte yandan İngiltere, yeterince güçlü bir ekonomiye ve rakiplerinin pazarını ele geçirecek kadar saldırgan bir devlete sahipti. Yüzyıllık İngiliz-Fransız düellosunun son ve belirleyici evresi olan ı 793-ı8ı5 sava§lan, belli ölçülerde ABD dı§ında, Avrupalı olmayan dünyadan [İngiltere'nin] bütün rakipierin tasfiyesiyle sonuçlandı. Üstelik İngiltere, kapitalist ko§ullar altında endüstri devrimine öncülük etmeye hayranlık duyulacak kadar uygun bir endüstriye ve buna olanak veren bir ekonomik konjonktüre sahipti: Pamuk endüstrisi ve sömürgeci yayılma.
II Diğer bütün pamuk endüstrileri gibi, İngiliz pamuk endüstrisi de ba§langıçta, endüstrirıirı hammaddesirıi
kerenin bir
olan fustian [dimi]
(daha doğrusu, ilk ürün, pamukla olduğu için hammaddelerinden
alma gücü, nüfus, ki§i ba§ına gelir, ula§ım maliyetleri ve ticaret üzerindeki nedeniyle yava§ ilerlemekteydi. Fakat pazar geni§liyordu ve hayati soru §Uydu: Tüketim malları üreten bir üretici, pazarın, üretimini hızlı ve sürekli geni§lemesine olanak verecek kadar büyük bir bölümünü ne zaman ele geçirecekti?" 5 •
"Satın
kan§ımı
sınırlamalar
ENDÜSTRi DEVRiMi
ürünü olarak geli§ti. Avrupalı imalatçılar, Hint pamuklu mallarının ya da calicoesun [patiska] elindeki pazarı, onları taklit ederek ele geçirmeye çalı§tılar. Ba§larda, iyi ve özenli mallada rekabet edecek ucuz ve adi taklitlerini üretmekle birlikte, çok ba§arılı olamadılar. Ancak, bereket versin, yünlü ticaretinin yerle§ik ve güçlü çıkarlan dönemsel olarak (Doğu Hint Şirketi'nin tamamen ticari çıkarlada Hindistan' dan büyük miktarlarda ihra ca çalı§tığı) Hint pariskalarının ithalatının yasaklanmasım sağladı da yerli pamuk endüstrisinin bu pariskaların yerini tutabilecek mallar üretmesine olanak verdi. Yün, pamuk ve pamuk karı§ımı mallardan daha ucuz. olan bu mallar, içerde mütevazı olmakla birlikte yararlı bir pazar yarattı~ Fakat onların hızla geni§lemesini sağlayan en büyük §ans, deniza§ın ticaretre yatıyordu. Sömürge ticareti, pamuk endüstrisini yarattı ve besledi. Onsekizinci yüzyılda pamuk endüstrisi, Bristol, Glasgow ve özellikle köle ticaretinin de merkezi olan Liverpool gibi büyük sömürge limanlannın hinterlandın da geli§ti. Gayrı insani olmakla birlikte hızla geni§leyen köle ticareti, her adımda pamuk endüstrisini daha da uyardı. Gerçekten de bu kitapta ele alınan bütün dönem boyunca kölecilik ve pamuk el ele gitmi§tir. Afrikalı köleler, kısmen de olsa Hindistan'ın pamuklu mallarıyla satın alındı; Hindistan' daki ve yöresindeki sava§ ya da isyanlar bu malların arzını kesintiye uğrattığında da, ortaya çıkan bo§luğu Lancashire doldurdu. Kölelerin götürüldüğü Antiller'deki plantasyonlar, İngiliz endüstrisine pamuk hammaddesi sağlıyor, buna kar§ılık çiftlik sahipleri de Manchester'ın damalı pamuklularını alıyorlardı. 'Kalkı§'ın kısa bir süre öncesine kadar Lancashire pamuklu ihracatının ezici çoğunluğu, Afrika ve Amerikan pazarlarına gidiyordu. 7 Lancashire, sonralan kölelere olan borcunu, bu ticareti koruyarak geri ödedi; çünkü 1790'lardan sonra Birle§ik Devletler'in güneyindeki köle plantasyonlan, ham pamuğun büyük kısmını sağladıklan Lancashire fabrikalannın doymak bilmez ve füze hızıyla yükselen talepleri yüzünden çalı§maya devam etmi§ ve geni§lemi§ti. Dolayısıyla pamuk endüstrisi, bir planör gibi, arkasına bağlandığı sömürge ticaretinin çekmesiyle havalandı. Bu ticaret, yalnızca büyük olmakla kalmayıp, aynı zamanda hızlı ve her §eyden önce görülmemi§ bir geni§· leme vaat edeı;ı.; giri§imciyi, bunu kar§ılayacak devrimci teknikler benim~ serneye te§vik eden bir ticaretti. 1750-1769 arasında İngiliz pamuklu ihracatı, on kattan fazla arttı. Böyle bir durumda bu pazara damalı pamuklulanyla ilk giren birinin kazandığı ödül, astronomik boyutlardaydı ve teknolojik maceralara atılma riskine değerdi. Fakat deniza§ın pazar, özellikle de bu pazar içindeki yoksul ve geri 'azgeli§mi§ bölgeler', zaman içerbirini)
sağlayan deniz a§ın ticaretin bir yan
43
44 DEVRİM ÇAGI
sinde sadece çarpıcı bir biçimde geni§lemekte kalmadılar, aynı zamanda sınırsız ve durmaksızın geni§lediler. Ku§kusuz, tek ba§larına dü§ünüldüklerinde bu pazann her verili kısmı, endüstrinin ölçütlerine göre küçüktü ve farklı 'geli§mi§likteki ekonomiler'in rekabeti, bu pazarı her biri için daha da küçük hale getirmekteyciL Fakat, gördüğümüz gibi, bu geli§mi§ ekenomilerin herhangi birinin yeterince uzun bir süre pazarın hepsini ya da yakla§ık olarak hepsini tekeline aldığı dü§ünülürse, bu durumda o ekonomi gerçekten sınırsız geni§leme olanağına sahip olabilirdi. İngiliz pam~klu endüstrisinin, İngiliz devletinin saldırgan desteğini de arkasına alarak ba§ardığı tam da buydu. Satı§ rakamları açısından Endüstri Devrimi, 1780'lerin ilk birkaç yılı dı§ında, ihracat pazarının iç pazar kar§ısındaki zaferi olarak tanımlanabilir: 1814'te İngiltere, içeride kullanılan her üç yarda pamuklu kuma§a kar§ılık dört yarda, 1850'deyse her sekiz yardaya kar§ılık onüç yarda pamuklu ihraç etti. 8 Buna kar§ılık, geni§lemekte olan bu ihracat pazarında, İngiliz mallarının yurtdl§ındaki ana çıkl§ noktaları olan yarı sömürge ve sömürge pazarları da bu i§ten zaferle çıkml§lardı. Avrupa pazarlarının, sava§lar ve ablukalar yüzünden büyük oranda kesintiye uğradığı Napoleon Sava§lan sırasında bu oldukça doğaldı. Fakat sava§lardan sonra bile ağırlıklarını duyurmayı sürdürdüler. 1820'de, bir kez daha İngiliz maliarına serbest hale gelen Avrupa, 128 milyon yarda İngiliz pamuklusu aldı; ABD dı§ında kalan Amerika, Afrika ve Asya, 80 milyon yarda aldı; fakat 1840'ta, 'azgeli§mi§' bölgeler 529 milyon yarda alırken, Avrupa 200 milyon yarda İngiliz pamuklusu satın aldı. Çünkü İngiliz endüstrisi, bu bölgelerde sava§lar, ba§ka halkların devrimleri ve kendi imparatorluk yönetimi sayesinde bir tekel olu§turmu§tu. Bunlar arasında iki bölge özel bir ilgiyi hak etmektedir. Latin Amerika, Napoleon Sava§lan sırasında neredeyse tamamen İngiliz ithal mallanna bağımlı hale geldi ve İspanya ile Portekiz'den koptuhan sonra (123-4. ve 260. sayfalara bakınız), İngiltere'nin potansiyel Avrupalı rakiplerinin. siyasal müdahalelerinden kurtularak neredeyse tümüyle İngiltere'ye bağımlı oldu. Bu yoksulla§tınlmı§ kıta, daha 1820'de Avrupa'nın dörtte biri; 1840'da yine Avrupa'nın neredeyse yarısı kadar İngiliz pamuklu giysisi satın almaktaydı. Gördüğümüz gibi, Doğu HintAdaları, Doğu HintŞirke. ti'nin te§vikleriyle pamuklu malların geleneksel ihracatçısı haline gelmi§ti. Fakat İngiltere'de yerle§ik endüstrici çıkarlar hakim olduğundan, (Hindistan'ın çıkarlarını saymazsak) Doğu Hindistan Şirketi'nin ticari çıkarları geride kalıyordu. Hindistan, sistemli olarak endüstrisizle§tirilmi§ ve buna kar§ılık Lancashire'ın pamuklutarı için pazar haline getirilmi§ti: 1820'de bu alt kıta, sadece ll milyon yarda pamuklu alırken, 1840'ta bu rakam
ENDÜSTRi DEVRiMi
45
çoktan 145 milyon yardaya çıkmı§tı. Bu, sadece Lancashire'ın pazarlarının memnunluk verici boyutlarda geni§lemesi anlamına gelmiyordu; dünya tarihinde de büyük bir dönüm noktasıydı. Çünkü Avrupa, tarihin ba§ın· dan beri her zaman Doğu'ya sattığından daha fazlasını Doğu'dan ithal etmi§ti; çünkü Doğu, Batı'ya sa ttığı baharat, ipek, patiska, mücevher vs. kar§ılığında Batı'nın hemen hiçbir §eyine ihtiyaç duymuyordu. İlk kez Endüstri Devrimi'nin pamuklu kuma§lan, o zamana dek külçe altın ve gümü§ ihracatıyla soygunculuk karl§ımı bir yöntemle dengede tutulmu§ bu ili§kiyi tersine çevirdi. Sadece muhafazakar ve'kendilerine yeten Çinliler, hala Batı'nın ya da batının denetimindeki ekonomilerin sunduklarını satın almayı reddediyorlardı, ta ki 1815-1842 arasında batılı sava§ gemilerinin de yardımıyla batılı tüccarlar, Hindistan'dan Doğu'ya en masse ihraç edilebilir ideal bir meta buluncaya kadar: Afyon. O nedenle pamuk, özel giri§imcilere, endüstri devrimi macerasına kalkı§malanna yetecek kadar astronomik bir kazanç ve bunu sağlayacak kadar ani bir geni§leme olanağı verdi. Bir taliheseri olarak, aynı zamanda onu mümkün kılacak ba§ka ko§ullar da sağladı. Bu alanda devrim yaratan yeni bulu§lar -uçan mekik, su dolabı, masura makinesi, daha sonra da motorlu dokuma tezgahı- yeterince basit, ucuz §eylerdi ve hemen sağla diklan yüksek üretim sayesinde kendilerini amorti edebiliyorlardı. Borç aldıklan birkaç sterlinle i§e ba§layan küçük adamlar, gerekirse bunları parça parça kurabiliyorlardı; çünkü onsekizinci yüzyılın büyük birikimlerini kontrol eden kimseler, endüstriye büyük miktarlarda yatırırnda bulunmaya çok hevesli görünmüyorlardı. Geni§leyen endüstriyi, günlük kazançlada finanse etmek kolaydı; zira ele geçirdiği geni§ pazarlar ve deği§meyen bir fiyat enflasyonu, kar oranlarını muazzam ölçülere vardınyor du. İleride bir İngiliz politikacı, doğru olarak §öyle diyecekti: "Lancashire'ın zenginleri, yüzde be§, on değil, yüzde yüzler, binlerle kazandılar." 1789'da Robert Owen gibi eski bir manifatura tezgahtan, Manchester'da borç aldığı 100 sterlinle i§e ba§layabilecekti; 1809'daysa New Lanark Fabrikalan'nı, ortaklanna nakit 84.000 sterlin vererek satın aldı. Üstelik Owen'ınki görece mütevazı bir ba§arı öyküsüydü. Unutmamalı ki, 1800'lerde İngiliz ailelerinin yüzde 15'inden daha azının, yılda 50 sterlinden daha fazla bir geliri vardı ve yalnızca dörtte biri yılda 200 sterlinden fazla kazanıyordu. 9 Pamuklu imalatının ba§ka avantajlan da vardı. Bütün hammaddeleri dı§arıdan geliyordu; o yüzden, Avrupa tarımının yava§ giden i§lemlerinden çok, sömürgeleri beyaz adama açan zora dayanan i§lemlerle -kölelik ve yeni alanların ekime açılması- bu malların arzını geni§letınek mümkündü; üstelik Avrupalı tanıncıların yerle§ik çıkarlan da önünde bir engel
46 DEVRiM ÇAGI
yaratmıyordu. * 1790'lardan itibaren İngiliz pamuklusu hammadde kaynağını bulmu§tU ve 1860'lara kadar zenginliği ve talihi ABD'nin [yerle§ime] yeni açılan Güney Eyaletleri'ne bağlı kaldı._ Yine, imalatın en ya§amsal noktalarında (özellikle iplik bükümünde) pamuk endüstrisi ucuz ve verimli emek arzında yetersizlikle kar§ıla§tı, o yüzden makinele§meye yöneldi. Ba§langıçta pamuk kar§ısında daha fazla sömürgesel yayılma §ansına sahip olan keten gibi bir endüstri, ucuz, makinele§memi§ üretimin tutunduğu (esas olarak Orta Avrupa, ama aynı zamanda İrlanda gibi) yoksul köylük bölgelerde kolaylıkla yayılabilmi§ olmasının uzun vadede acısını çekti. Çünkü onsekizinci yüzyılda, İngiltere'nin yanısıra Saksonya'da ve Norrnandiya'da endüstriyel geni§lemenin bu bilinen yolu,. fabrikaların kurulmasına yol açmayacak, tersine i§çilerin -bazen eski bağımsız zanaatkarların, bazen ölü mevsimde bo§ zamanları olan eski köylülerin- i§veren olma yolundaki tüccardan aldıkları hammaddeleri, sahip oldukları ya da kiraladıkları aletlerle evlerinde i§ledikleri ve i§lenmi§ ürünü tüccara geri verdikleri 'eve i§ verme' ya da 'evde üretim' denen sistemi geni§letecekti. ** Gerçekten de, gerek İngiltere'de gerekse ekonomik bakımdan ileri dünyanın geri kalanında, endüstrile§menin ba§langıç dönemindeki geni§leme büyük oranda bu tarz olmu§tU. Hatta pamuk endüstrisinde, (ilkel el tezgahı, çıkrıktan daha verimli olduğundan) dokumacılık gibi i§lemler, makinele§mi§ hükümhanderin çekirdeğini olu§turmaya hizmet edecek biçimde, evlerdeki el tezgahlarında çalı§ıin bir dokumacılar ordusu yaratılarak geni§letilmi§ti. Dokumacılık, her yerde iplik hükme i§inden bir ku§ak sonra makinele§mekteydi ve el tezgahlarında çalı§an dokumacılar, ~ndüstrinin artık onlara ihtiyacı kahnadığında, bazen bu kötü kaderlerine isyan ederek tezgahlarının ba§ında öldüler.
III İngiliz Endüstri Devrimi'nin tarihine esas olarak pamuk açısından bakan geleneksel görü§, demek ki doğrudur. Pamuk, devrimcile§mi§ ilk endüstriydi ve ba§ka bir endüstrinin, bir özel giri§imciler ordusunu devrime sürükleyebileceğini dü§ünmek kolay değildir. 1830'lar kadar geç bir tarihte bile, pamuk, fabrikanın ya da mill'in (bu ad, ağır güç makineleri • Örneğin deniza§ırı yün arzı, ele aldığımız bütün dönem boyunca ihmal edilebiür bir önem ta§ıdı, ancak 1870'lerde büyük bir etken haline geldi. •• Ev ya da zanaat üretiminden modem endüstriye giden yolda imalatın evrensel bir evresini oluşturan 'evde üretim sistemi', bazısı fabrika sistenline oldukça yakın sayısız biçim alabilir. Onsekizinci yüzyıl yazarları 'manifaktürler'den söz ettiklerinde kastetrikleri, neredeyse kaçınılmaz olarak ve bütün batı ülkelerinde budur.
ENDÜSTRi DEVRiMi
47
kullanan endüstri öncesi en yaygın tesis olan değirmenlerden [mill] gelmektedir) egemen olduğu yegane İngiliz endüstrisiydi; ilk ba§ta (17801815) esas olarak iplik bükmede, yün ve pamuk taramada, birkaç yardım cı i§lemde, 1815'ten sonra da giderek daha fazla dokumada. Yeni Fabrika Yasası'nın ele aldığı 'fabrikalar'dan, 1860'lara kadar sadece tekstil fabrikaları ve elbette pamuk fabrikaları [mill] anla§ıldı. Öteki tekstil kollarında fabrika üretimi, 1840'lardan önce yava§ bir geli§me seyri izliyordu; diğer manifaktürlerse, dikkate alınmayacak boyutlardaydı. 1815'te pek çok ba§ka endüstriye uygulanmakla birlikte, buharlımakine bile, bu konuda öncü olan madencilik dı§ında fazla kullanılmamı§tır. 1830'da modern anlamıyla 'endüstri' ve 'fabrika', hala neredeyse sadece Birle§ik Krallık'ın pamuk alanlan anlamına gelmekteyciL Bu, diğer tüketim mallarında, özellikle büyük ölçüde hızlı kentsel geli§menin uyardığı diğer tekstil ürünlerinde*, gıdada, içkide, çömlekçilikte ve ba§ka ev ürünlerinde endüstriyel yenilenmeyi gerçekle§tiren güçleri azımsa mak anlamına gelmez. Fakat öncelikle, bu i§lerde çok az insan çalı§maktay dı: 1833'te pamuk i§inde doğrudan ya da dolaylı olarak çalı§an bir buçuk milyon insanın yanına bile yakla§acak bir endüstri yoktu. 11 İkincisi, bu endüstrilerin dönܧÜm gücü çok azdı: Pek çok bakımdan, teknik ve bilimsel olarak çok daha makinele§mݧ ve ileri bir ݧ dalı olan, pamuktan önce devrim geçirmi§ içki üretimi bile, Dublin'in tamamını, İrlanda ekonomisininse büyük bölümünü ba§langıçtaki haline döndüren Dublin'deki büyük Guinness içki yapınıevinin de kanıtİayacağı gibi, (yerel zevkler bir yana) çevresindeki ekonomiyi bu denli etkilemi§ değildi. 12 Pamuğun -yeni endüstri alanlarındaki İn§aat ve diğer bütün etkinlikler, makineler, kimyasal iyile§tirmeler, endüstriyel aydınlanma, gemi ta§ımacılığı için- yarattığı talep, tek ba§ına 1830'lara kadar İngiltere'nin ekonomik büyümesinin büyük bir bölümünden sorumluydu. Üçüncüsü; pamuk endüstrisinin geni§lemesinin, ekonominin bütün hareketlerine yön verecek kadar İngiltere'nin dı§ ticaretinde büyük bir yeri ve ağırlığı olmu§tur. İngiltere'ye giren ham pamuk miktan 1785'te ll milyon libreden 1850'de 588 milyon libreye çıktı; pamuklu giysi üretimi, 40 milyon yarciadan 2.025 milyon yardaya yükseldi. 13 Pamuk imalatçıları, 1816-48 arasında her yıl ilan edilen İngiltere'nin bütün ihracatının toplam değerinin yüzde 40 ile 50'sini yaratmı§lardı. Eğer-pamuk geli§irse, ekonomi de geli§iyor; gerilerse, ekonomi de geriliyordu. Pamuktaki fiyat hareketleri, ülkenin ticaret dengesini belirliyordu. Bir tek tarımda böyle bir güç vardı; ancak o da gözle görülür biçimde gerilemekteydi. • Pazar için üretim yapan manifaktürlere sahip bütün ülkelerde tekstil egemen eğilim oldu: Silezya' da (1800) bütün imalatın toplam değerinin yüzde 74'ünü tekstil ürünleri olu§turmaktaydı. 10
48 DEVRiM ÇAGI
Buna kar§ın pamuk endüstrisinin ve pamuğun yön verdiği endüstri ekonomisinin geni§lemesi, "en romantik hayal gücünün, o zamana dek mümkün olduğunu dü§ünebileceği her §eyle adeta alay eden" 14 boyutlara varsa da, bu ilerleyi§ pürüzsüz olmaktan uzaktı ve yakın dönem İngiliz tarihinin ba§ka herhangi bir döneminde benzeri olmayan devrimci karga§ayı anmasak bile, 1830'larla 1840'ların ba§larında çok ciddi ekonomik . sorunlar ortaya çıkardı. Kapitalist endüstri ekonomisinin bu ilk genel tökezlemesi, yansısını büyürnede belirgin bir yava§lamada, hatta belki de bu dönemde İngiltere'nin milli gelirinde bir dü§Ü§te bulmaktadır. 15 Ayrıca bu ilk genel kapitalist bunalım, tamamen İngiltere'ye özgü bir görüngü de değildi. Bu bunalımın en ciddi sonuçları, toplumsal nitelikteydi: Yeni ekonomiye geçi§, toplumsal devrimin maddi ko§ullarını olu§turan sefaleti ve ho§nutsuzluğu yarattı. Gerçekten de, kentteki ve endüstrideki yoksulların kendiliğinden ayaklanması biçimini alan toplumsal devrim, kıta Avrupası'nda 1848 devrimlerine yol açtı ve İngiltere'de büyük Chartist hareketi ortaya çıkardı. Ho§nutsuzluk, çall§an yoksullarla da sınırlı değildi. Küçük ve uyum sağlayamamı§ i§adamları, küçük burjuvazi, ekonominin belli kesimleri de Endüstri Devrimi'nin ve onun yayılmasının kurbanı oldular. Kafaları basit ve düz i§leyen i§çiler, yeni sisteme tepkilerini, sıkıntılarının sorumlusu olarak gördükleri makineleri parçalayarak ortaya koydular; fakat, §a§ılacak miktarda bir yerel i§ adamı ve çiftçi kitlesi de kendilerini bencil yenilikçilerden olu§ma §eytani azınlığın kurbanı olarak gördüklerinden, kendi çalı§anlarının bu Luddite (makine kırma) eylemine yakınlık duydu. ݧçinin ücretini geçimlik düzeyde tutan ve böylelikle zengine endüstrile§meyi (ve kendi rahatlarını) finanse etme olanağı veren emek sömürüsü, proletaryayıkendilerine dü§man etmi§ti. Milli geliri yoksuldan zengine, tüketimden yatırıma aktarmanın bir ba§ka yanı daha vardı ki, o da küçük giri§imcinin dü§manlığını çekmekteydi. Büyük bankacılar, yani herkesin ödediği vergileri alan -bütün milli gelirin yakla§ık yüzde 8'ini tutmaktaydı 16- kenetlenmi§ bir zümre olu§turan ülke içindeki ve dı§ındaki 'fon sahipleri' (Sava§ ile ilgili bölüme bakın), küçük i§adamları arasında, belki de emekçiler arasında olduğundan daha az sevilmekteydiler; çünkü kendi aleyhlerine olan para ve kredi i§lerinden, ki§isel bir nefret duyacak kadar anlıyorlardı. Napoleon Sava§ları'ndan sonra ekonominin üzerindeki deflasyonun ve parasal ortodoksinin daha da sertle§mesi, ihtiyaç duydukları her krediyi alabilen zenginler için hiç sorun değildi: Bunun acısını çeken ve ondakuzuucu yüzyılda her zaman ve her ülkede kolay kredi sağlanmasını ve mali ortodoksinin kaldırılmasını isteyenler küçük insanlar
ENDÜSTRi DEVRiMi
49
olm u§ tur. • Mülksüzler uçurumuna yuvarlanmanın e§iğine gelmi§ küçük burjuvaziyle emekçiler, o yüzden ortak bir ho§nutsuzluğu payla§maktaydı lar. Bu ortak ho§nutsuzluk onları,' radikalizm'in kitle hareketlerinde, 'demokrasi'de ya da' cumhuriyetçilik'te birle§tirdi; aralarında en korkutucu olanları, 1815-1848 arasında İngiliz Radikalleri, Fransız Cumhuriyetçileri ve Amerika'daki Jacksoncı Demokratlardı. Ne var ki, kapitalistlerin bakı§ açısından bu toplumsal sorunlar, Tanrı göstermesin toplumsal düzeni yıkacak olsa bile, ekonominin ilerlemesiyle ilgili sorunlardı. Öte yandan, onun temel harekete geçirici gücünü (karı) tehdit eden, ekonomik sürecin kendi içinde belli bir takım eksiklikler bulunduğu görülmekteydi. Çünkü sermayenin geri dönü§ oranı sıfıra inerse, insanların yalnızca kar için üretim yaptığı bir ekonomi, iktisatçıların dü§ünmekten bile korktukları 'durgunluk durumu'na yuvarlanılabilirdi.ı 7 Bu eksikliklerin en belirgin üçü §unlardı: Ticaretteki yükselme ve dü§Ü§ döngüsü, kar oranlannın dü§me eğilimi ve (aynı kapıya çıkan) karlı yatırım olanaklannın azalması. Bunlardan ilkini, onu ilk olarak dü§ünmü§ ve kapitalist ekonomik sürecin bütünleyici bir parçası ve onda içkin olarak varolan çeli§kilerin bir göstergesi olarak değerlendirıni§ kapitalizmin ele§ tirmenleri d1§ında ciddiye alan olmadı.** Ekonominin i§sizliğe yol açan dönemsel bunalımlannın, üretimi azalttığı, iflaslara yol açtığı iyi bilinmekteydi. Bu bunalımlar yansılarını, onsekizinci yüzyılda (kötü hasat vs. gibi) bazı tarımsal felaketlerde bulmu§tu ve Avrupa kıtasında tarımsal huzursuzlukların, ele aldığımız dönemin sonuna kadar en yaygın · çöküntülerin ba§lıca nedeni olarak kaldığı ileri sürülmü§tür. Ekonominin küçük imalat ve mali sektörlerindeki dönemsel bunalımlar da, en azından İngiltere'de 1793'ten itibaren yakından bilinmekteydi. Napoleon Sava§ları'ndan sonra (1825-6'da, 1836-Tde, 1839-42'de, 1846-8'de) dönemsel yükseli§ ve çökü§ draması, barı§ döneminde bir ulusun ekonomik ya§amına egemendi. 1830'larda, yani tarihin bizim ele aldığımız döneminin bu en ya§amsal on yılında, bunların, en azından ticaretre ve bankacılık ta düzenli dönemsel görüngüler olduklan bulanık da olsa kabul edilmekteydi.ı8 Ne var ki, i§adamları tarafından hala ya özel hatalardan -örneğin Amerikan hisseleri üzerinde yapılan a§ırı spekülasyondan-ya da kapitalist • İngiltere'deki Napoleon sonrası Radikallerden ABD'deki popülistlere kadar, çiftçiler ve küçük giri§irnciler dahil bütün protesto hareketleri, mali gayrı ortodoksi yönündeki talepleriyle tanmabilirler; hepsi de 'para delisi' dirler. " İsviçreli Simonde de Sismondi ile muhafazakar ve köylü kafalı Malthus, daha 1825'ten önce bu yönde savlar geli§tiren ilk ki§ilerdi. Yeni sosyalistler, onların bunalun kuramını, kendi kapitalizm ele§tirilerinin kö§e ta§ı haline getirdiler.
50 DEVRiM ÇAGJ
ekonominin pürüzsüz i§leyi§ine dı§ardan müdahalede bulunulmasından kaynaklandığı dü§ünülüyordu. Bunların, sistemin temelindeki zorlukları yansıttığına inanılmıyordu.
Pamuk endüstrisinin çok açık bir §ekilde gösterdiği gibi, kar marjında ortaya çıkan dü§me ise böyle değildi. Ba§langıçta bu endüstri muazzam avantajlardan yararlandı. Makinele§me, büyük ölçüde kadın ve çocuklardan olu§tuğu için son.derece az ücret ödenen emeğin üretkenliğini büyük oranda artırdı (yani üretilen birim ba§ına maliyeti azalttı).* ı833'te Glasgow'un pamuk fabrikalarında çalı§an ı2.000 i§çiden sadece ikibini, haftada ortalama ll §ilinin üzerinde kazanıyordu. Manchester'daki 131 fabrikada ortalama ücretler, ı 2 §ilinden daha azdı ve sadece yirmibirinde 12 §ilinden fazlaydı. 19 Bunun yanında fabrika kurmak görece ucuz bir i§ti: ı846'da arsa maliyeti ve in§aat malzemeleri dahil 4 ı o makinelik tam bir dokuma fabrikası, ı 1.000 sterline kurulabiliyordu. 2 Fakat her §eyden önce, ı 793'te Eli Whitney'in çırçır makinesini bulmasından sonra Güney ABD'de pamuk ekiminin hızla geni§lemesiyle en büyük maliyet unsurunda, yani hammaddede ciddi bir azalma ya§andı. Buna, giri§imcilerin kar enflasyonundan da (yani, ürünleri yapıldıktanndaki fiyattan daha yüksek fiyata satma eğilimi) yararlandıklarını eklersek, imalatçı sınıfların neden keyifli olduklarını anlayabiliriz. ı8 ı5'ten sonra, bu avantajların giderek kar payının daralmasıyla dengelendiği görülmeye ba§landı. Öncelikle endüstri devrimi ve rekabet, üretiin maliyetlerinde olmasa da bitmi§ ürünün fiyatında sürekli ve çarpıcı bir dü§Ü§ yarattı. 21 İkincisi, ı8ı5'ten sonra genel fiyat iklimi, enflasyon değil, deflasyon iklimiydi; yani karlar, fazladan bir artı§ göstermek bir yana, bir parça geriledi. Örneğin, ı 784'te bir libre bükülmü§ ipliğin satı§ fiyatı 10 §ilin ı ı peni iken, hammaddesinin maliyeti 2 §ilindi (kar payı 8 §ilin ı ı peni); ı8ı2'de aynı ürünün fiyatı 2 §ilin 6 peni, hammaddesinin maliyetiyse ı §ilin 6 peni (kar payı ı §ilin) ve ı832'de fiyatı ı 1.25 peni, hammaddesinin maliyeti 7.50 peni olmu§tU ve bu nedenle diğer maliyerlerle karlar arasında, sadece 4 penilik bir pay kalmı§tı. 22 Elbette İngiliz endüstrisinin -aslında bütün ileri endüstrilerin-her alanında söz konusu olan bu genel durum çok da trajik değildi. ı835'te "Karlar, imalatta büyük bir sermaye birikimi sağlamaya hala yeterlidir" diye yazıyordu, hafifseyen bir edayla pamuk endüstrisinin bir büyük savunucusu ve tarihçisi. 23 Toplam satı§lar yukarı doğru yükselirken, (kar oranları azalırken bile) toplam
°
• 1835'te E. Baines, bütün iplik bükümcülerinin ve dokumacıların haftada ortalama ücretlerinin -bir yıl içersinde iki haftalık ücretsiz izin de dahil- 1O§ilin, el tezgahlarında çall§an dokumacılarınsa 7 §ilin olduğunu tahmin ermi§tir.
ENDÜSTRiDEVRiMi
51
karlar da yükseliyordu. Bütün gereken, astronomik geni§lemeyi sürdürmekti. Buna kar§ın kar paylarındaki daralmanın durdurulmasının, en azından yava§latılmasının gerektiği görülüyordu. Bu da ancak maliyetleri azaltarak yapılabilirdi. Elbette bütün maliyetler arasında en fazla kısıla bilecek olanı -McCulloch'un bir yılda hammaddelerin üç katına vardığını hesapladığı-
ücretlerdi.
Ücretler, ya doğrudan yapılan kesintilerle ya pahalı vasıflı i§çilerin yerine ucuz makine bakıcılarının konmasıyla ya da makinenin yarattığı rekabetle kısılabilirdi. Bu sonuncusu, Bolton'da el tezgahında çalı§an bir dokumacının haftada aldığı ortalama ücretin, 1795'te 33 §ilinden ve 1815'te 14 §ilinden, 1829-34'te 5 §ilin 6 peniye (ya da daha kesin bir . ifadeyle, net geliri 4 §ilin 1.5 peniye) inmesine neden oldu. 24 Aslinda parasal ücreder, Napoleon sonrası dönemde §a§maz biçimde azalmaktaydı. Fakat bunun fizyolojik bir sınırı vardı; emekçiler fiilen aç kalmamalıydılar (ama, tabii 500.000 el dokumacısının ba§ına gelen buydu). Ancak ya§a· mm maliyeti dü§ffiܧSe, bu durumda ücretler de bu noktanın altına dü§Ü· rülebilirdi. Pamuklu imalatçıları, ya§ am standardının, toprak sahiplerinin tekeli yüzünden yapay olarak yüksek tutulduğu, hatta sava§tan sonra toprak sahipleriyle dolu bir Parlamento'nun -Tahıl Yasaları ile- İngiliz tarımının etrafına ördüğü ağıt korumacı tarifderin durumu daha da kötüle§tirdiği görü§ünü payla§maktaydılar. Üstelik bunlar, İngiliz ihraç malları nın büyümesini tehdit etmek gibi ek bir olumsuzluk da getiriyorlardı. Çünkühenüz endüstrile§memi§ dünyanın geri kalanının tarım ürünlerini satması önlenirse, bu ülkeler yalnızca İngiltere'nin sunahileceği -hatta sunması gereken- mamul malları satın almak için gereken parayı nereden bulacaklardı? O nedenle Manchester i§adamları çevresi, genelde toprak lordculuğuna özel olarak da Tahıl Yasası'na kar§ı militan ve giderek sertle§en bir muhalefetin merkezi ve 1838-46 tarihli Tahıl Yasası Kar§ıtları Birliği'nin bel kemiği haline geldi. Fakat Tahıl Yasası, 1846'ya kadar kaldı rılmadı; kaldırılması da hemen ya§am maliyetinde bir dü§meye yol açmadı. Demiryolu ve buharlı çağından önce gıda mallarının serbestçe ithalinin . büyük bir dü§Ü§ yaratıp yaratmadığı da tartı§malıdır. Demek ki endüstri muazzam bir makinele§menin (yani emekten tasarruf ederek maliyetleri azaltmanın), ussalla§manın, üretimi ve satı§ları artırmanın, dolayısıyla kar paylarındaki dü§Ü§Ü, küçük küçük karlann bir araya gelm~siyle telafi etmenin baskısı altındaydı. Ba§arısı, deği§kenlik gösteriyordu. Gördüğümüz gibi, üretimde ve ihracatta fiili artı§ devasa boyutlardaydı; aynı §ey, 1815'ten sonra, o zamana dek elle yapılan ya da kısmen makinele§mi§ i§lerin, özellikle dokumanın makinele§mesi için
52 DEVRiM ÇAGI
de geçerliydi. Bu büyüme, ayrıca bir teknolojik devrim yapmak yerine, esas olarak varolan ya da bir parça iyile§tirilmi§ makinelerin genel uyarlaması biçimini aldı. Teknolojik yenilenme yönündeki baskılarda önemli oranlarda bir yükselme gözlenmekle birlikte (1800-20 arasında pamuk eğirme vs. alanında otuz dokuz, 1820'lerde elli bir, 1830'larda seksen altı ve 1840'larda yüz elli altı yeni patent alınmı§tı25 ), İngiliz pamuklu endüstrisi 1830'larda teknolojik bakımdan bir istikrara kavu§tu. Öte yandan, i§çi ba§ına üretim, Napoleon sonrası dönemde artarken, bu da devrim yaratacak bir ölçüye varmadı. Üretim i§lemlerinde gerçek bir hızlan ma, yüzyılın ikinci yarısında ortaya çıkacaktı. Çağda§ iktisat kuramının kara dahil etıneye çalı§tığı sermayeden sağla nan faiz oranı üzerinde de buna benzer bir baskı vardı. Fakat bu konu bizi endüstriyel geli§menin bir sonraki evresine, temel sermaye malları endüstrisinin kurulmasına götürmektedir.
IV Sermaye malı kapasitesi yeterli olmayan bir endüstriyel ekonominin, belli bir noktanın ötesine geçemeyeceği açıktır. Buriun içindir ki, bugün bile bir ülkenin endüstriyel potansiyelinin tek ba§ına en güvenilir göstergesi, demir ve çelik üretiminin miktarıdır. Fakat, bu geli§menin büyük bölümü için gereken maliyeti son derece yüksek sermaye yatırımının, özel giri§im ko§ulları altında üstlenilmesi, pamuğun veya diğer tüketim mallannın endüstrile§mesindeki aynı nedenlerle olası değildir. Bunlar için, en azın dan potansiyel bir pazar zaten mevcuttur: Ne kadar ilkel de olsa bir insan gömlek giyecek ya da evinde araç gereç kullanacak, beslenecektir. Sorun, yalnızca yeterince geni§ bir pazarın yeterince hızlı bir biçimde i§adamlannın görü§ alanına nasıl gireceği sorunudur. Ama, örneğin kiri§ gibi ağır demir aletler için böyle pazarlar mevcut değildir. Bu, ancak bir endüstri devrimi sırasında ortaya çıkar (hatta her zaman da değil) ve hatta (son derece büyük pamuk i§leme fabrikalarıyla kar§ıla§tırıldığında) oldukça mütevazı boyutları olan demir atölyelerinin dahi, daha göz önünde bir §ey yokken gerektirdiği son derece ağır yatırımlara para bağlayanların sağlam i§adamlanndan çok spekülatörler, maceracılar ve hayalciler olması çok daha beklenir bir §eydir. Gerçekten de, Fransa'da bu türden bir spekülatif teknolojik maceracılar hizbi olu§turan Saint Simoncular (194. ve 262. sayfalada kar§ıla§tınn), ağır ve uzun erimli yatırımlara gereksinim duyan endüstrile§me türünün önde gelen propagandacıları olarak hareket etmi§lerdir.
ENDÜSTRi DEVRiMi
53
Bu olumsuzluklar, özellikle metalürjide, daha özelde de demir metalüriisinde geçerliydi. ı 780'lerdeki ham demiri ocakta döverek tavlamak ve hacldeden çekmek gibi birkaç basit yenilik sayesinde demir metalürjisinin kapasitesi artıni§ olmakla birlikte, bu alana yönelik askeri olmayan talepler oldukça mütevazı boyutlarda kalmı§tı ve ı 756-ıBıSarasında art arda gelen sava§lar, sektör açısından son derece doyurucu geli§meler olmakla birlikte, Waterloo'dan sonra ordunun talebinde de keskin bir azalma gözlenmi§tir. Bu talep, İngiltere'yi önde gelen bir demir üreticisi haline getirmeye yetecek kadar büyük değildi. ı 790'da İngiltere, demir üretiminde Fransa'yı ancak yüzde kırk kadar geçiyordu; hatta 1800'de İngiltere'nin demir üretimi, kıtadaki toplam· üretimin yarısından çok daha azdı ve sonraki ölçüdere göre, çeyrek milyon ton gibi çok küçük bir rakama dü§tü. İngiltere'nin dünya demir üretimindeki payı, sonraki on yıllarda da azalma eğilimi gösterdi. Bereket versin, bu olumsuzluklar madencilik alanında, esasen kömür madenciliğinde bu ölçüde geçerli değildi. Çünkü kömürün, ondokuzuncu yüzyılda sadece ba§lıca güç kaynağı olmak değil, aynı zamanda büyük ölçüde İngiltere' deki ormanlahn görece yetersiz olması yüzünden meskenlerde ba§lıca yakıt olarak kullanılmak gibi de bir üstünlüğü vardı. Kentlerirı, özellikle de Londra'nın büyümesi, onaltıncı yüzyılın sonlarından itibaren kömür madenciliğinin hızla geni§lemesine neden olm u§ tu. Onsekizinci yüzyıl ba§larına gelindiğinde, hatta galerilerdeki suyu tulumba ile çekmek için (esas olarak Cornwall'da, demir d!§ındaki madenierin çıkartıl ması gibi benzer amaçlarla tasarlanml§) ilk buharlı makineleri kullanan, ilkel bir modem endüstri haline gelmi§ti. Bu anlamda kömür madenciliği, ele aldığımız dönemde büyük bir teknolojik devrime pek gereksinim duymadığı gibi, böyle bir devrim de geçirmemi§ti. Bu alandaki yenilikler, üretimi dönü§türücü nitelikte olmaktan çok, üretimi iyile§tirici özellikler ta§ımaktaydı. Fakat üretim kapasitesi çoktan muazzam boyutlara varmı§tı ve dünya standartlarına göre astronomik ölçülerdeydi. İngiltere, ı SOO'de, on milyon ton kömür, ya da dünya kömür üretiminin yakla§ık yüzde 90'ını üretebilmekteydi. En yakın rakibi Fransa'nın üretimiyse bir milyon tondan daha azdı. Modem ölçülere göre, gerçek anlamda kitlesel bir endüstrile§me içirı yeterince hızlı geni§lememekle birlikte, bu muazzam endüstri, sermaye malları endüstrilerini dönü§türecek temel bir yeniliği (demiryolunu) uyaracak kadar büyüktü. Çünkü bu maden, yalnızca büyük miktarda ve büyük güce sahip buharlı makineler istemekle kalmıyor, aynı zamanda büyük miktarlarda kömürün damardan kuyunun ağzına, özellikle de
54 DEVRiM ÇAGI
gemilere yükleme noktasına götürülmesi için yeterli ula§ım araçlarına ihtiyaç duyuyordu. Yük vagonlarını ta§ıyan 'tramvay' ya da 'demiryolu', bu ihtiyaca kesin bir yanıt oldu. Yük vagonlarının hareketli makinelerle çekilmesi pratik görünmediğiİıden, önce bu vagonların sabit makinelerle çekilmesi dü§ünüldü. Fakat büyük miktarda yükünkarayolundan ta§ınma maliyeti öylesine yüksekti ki, sonunda iç bölgelerdeki kömür madeni sahiplerinin, bu kısa mesafeli ula§ım araçlarını uzun mesafeli ta§ıma için kullanılmasının karlı olabileceğini dü§ünmeye ba§lamaları doğaldı. Denizden içeride, Durham'daki kömür havzasından sahile uzanan hat (1825'te yapılan Stockton-Darlington hattı), modern demiryollarının ilkiydi. Teknolojik bakımdan demiryolu, madenciliğin, özellikle İngiltere'nin kuzeyindeki kömür madenierinin çocuğuydu. George Stephenson, ya§amına Tynesideli bir 'mühendis' olarak ba§ladı ve yıllar boyu neredeyse bütün lokomotif sürücüleri, onun kömür madenierinde yeti§ti. Ondakuzuucu yüzyıl endüstrile§mesinin, halkın hayal gücüne ve aydınların §iirlerine girmi§ tek ürünü olmasından da anla§ılacağı gibi, Endüstri Devrimi'nin ba§ka hiçbir yeniliği, hayal dünyasını demiryolu kadar ate§lememi§tir. Batı dünyasının büyük bölümünde demiryolu yapımıyla ilgili planların hazırlanmasından önce, (ya§ama geçirilmeleri genelde gecikmi§ olmakla birlikte) İngiltere'de (1825-30 dolaylarında) demiryolları nın teknik açıdan uygulanabilir ve karlı olduğu açıkça görülmü§tÜ. İlk kısa mesafe hatları, 182 7'de ABD' de, 1828 ve 1835'te Fransa' da, 1835'te Almanya ve Belçika'da, hatta 183 7'de Rusya'da açıldı. Bu furyanın nedeni ku§kusuz, ba§ka hiçbir bulu§un yeni çağın gücünü ve hızını bu denli çarpıcı bir biçimde endüstriyle ilgisiz insanların gözleri önüne sererneyecek olmasından kaynaklanıyordu. Hatta ilk demiryollarının sahip olduğu dikkat çekici teknik olgunluk da, bu izlerrimi çok daha çarpıcı kılmaktadır (Örneğin 1830'larda saatte altını§ mile ula§ılabiliyordu ve daha sonra yapılan buharlı trenler bile bu hızı fazla geli§tiremediler). Piramitleri, Roma'nın su kemerlerini, hatta Çin Seddi'ni birer ta§racılık örneği olarak yanında sönük bırakan, toprak setleri ve olukları, köprüleri ve istasyonlarıyla bir kamu yapıları külliyesi olu§turan, rüzgar hızıyla ülkeleri ve kıtaları a§an duman soluyan dev yılanlan iten bu demir yol, tam da insanın teknoloji yoluyla elde ettiği zaferin bir simgesiydi. Aslında, ekonomik açıdan bakıldığında, demiryolunun pahalı bir i§ olması, onun en önemli avantajıydı. O zamana dek yüksek ula§ım ve ta§ ıma maliyetlerinden ötürü dünya pazarından uzak kalmı§ ülkeleri dı§a açma yeteneğinin, karayolu ula§ımında gerek insan gerekse mal olarak yarattığı muazzam artı§ın ku§kusuz uzun vadede büyük önemi olacaktı.
ENDÜSTRi DEVRiMi
SS
Ancak 1848'den önce bunlar ekonomik bakımdan bu denli önemli değildi. Çünkü İngiltere dl§ında demiryolları çok azdı; İngiltere'deyse coğrafi nedenlerden kaynaklanan ula§ım sorunları, o zamanlar büyük karasal ülkelerdekilerden daha kolay halledilebilir düzeydeydi. * Fakat ekonomirün geli§mesiyle ilgilenen bir ara§tırmacının bakl§ açısıyla, demiryollarının, demir, çelik, kömür, ağır makineler, emek, sermaye yatırımı konusundaki muazzam i§tahı, bu evrede çok daha büyük önem ta§ımak taydı. Çünkü sermaye malları endüstrileri, pamuk endüstrisi kadar yoğun bir dönü§üm geçirecekse, gerekli olan kitlesel talebi ancak böyle bir §ey sağlayabilirdi. Demiryollarının ilk yirmi yılında (1830-50), İngiltere'deki demir üretimi 680.000 tondan 2.250.000 tona çıktı, ba§ka bir deyi§le üç kat arttı. 1830 ile 1850 arasındaki kömür üretimi de üç kat artarak 15 milyon tondan 49 milyon tona çıktı. Bu büyük artı§, esas olarak demiryollarından ileri geliyordu; çünkü ortalama her mil hat, salt ray için 300 ton demir gerektiriyordu, 26 İlk kez kitlesel çelik üretimini mümkün kılan endüstriyel ilerlemeler, doğal olarak sonraki on yıllarda oi:taya çıktı. Bu ani, muazzam ve son derece köklü geni§lemenin nedeni, i§adamlannı ve yatırımcılan demiryolu yapırn i§ ine iten usdı§ı gibi görünen tutkuda yatmaktadır. 1830'da bütün dünyada sadece otuz, kırk mil demiryolu hattı bulunmaktaydı ve bu hattın en uzunu Liverpool ile Manchester arasındaydı. 1840'a gelindiğinde, bu mesafe 4500 milin, 1850'deyse 23.500 milin üzerine çıktı. Bu hatların çoğu, 1835-?'de, özellikle de 1844-?'de 'demiryolu manyaklığı' olarak bilirıen spekülatif çılgınlık patla; ması sırasında ve yine çoğu İngiliz sermayesi, İngiliz demiri, makinesi ve know-how'ı ile yapıldı. •• Gerçekten de demiryollarının pek azı diğer giri§im biçimlerine göre yatırımcı için daha karlı olduğundan (çoğu, son derece mütevazı karlar getirirken, bir bölümü de hiç kar getirmemi§ti), bu,yatırım patlamalan usdı§ı gibi görünüyordu: 1855'te İngiliz demiryollarına bağla nan sermayenin ortalama getireceği faiz, yalnızca yüzde 3. 7 idi. Ku§kusuz hisse sahipleri, spekülatörler ve diğerleri, demiryollarından a§ırı ölçüde yararlandılar; ama sıradan yatırırncının durumunun böyle olmadığı açıktı. Yirıe de demiryollarına büyük ümitlerle 1840'ta 28 milyonsterlirı, 1850'deyse 240 milyon sterlin yatırıldı. 28 Niçin? İngiltere söz konusu olduğunda, Endüstri Devrimi'nin ilk iki ku§ağımn temel gerçeği §uydu: Rahatı yerinde ve zengin sınıfların elinde, • İngiltere'de denizden yetmi§ mil yüksekte hiçbir yer yoktur ve bir istisna dı§ında ondokuzuncu yüzyılın bütün belli ba§lı endüstri bölgeleri, ya denizin yakınında ya da ona kolaylıkla ula§abilecek uzaklıktaydılar. •• l848'de Fransız demiryollarında kullanılan sermayenin üçte biri, İngilizlere aittiY
56 DEVRiM ÇAGf
mevcut bütün para harcama ve yatırırnda bulunma olanaklarını a§an bir hızla ve ölçüde gelir birikmi§ti (1840'larda yıllık yatırıma ayrılan sermaye, yakla§ık 60 milyon sterlin olarak hesaplanmı§tı29). Ku§kusuz feodal ve aristokratik toplumlar bunun büyük bir kısmını debdebeli ya§am, lüks yapı ve diğer ekonomik olmayan i§lere harcarlardı.* İngiltere'de bile, Devonshire'ın altıncı Dükünün, ondokuzuncu yüzyılın ortasında varisine 1.000.000 sterlin borç bırakınayı ba§aracak kadar krallara layık bir geliri vardı; varisi de bu borcu 1.500.000 sterlin borç alarak kapamı§ ve gayrı menkullerin değerlerini yükseltme i§ine girmi§ti. 3 Fakat, ana yatırımcılar olan orta sınıfın büyük bölümü (gerçi 1840'ta artık yatırım da yapacak kadar zengin olduklarını dü§ündüklerine ili§kin belirtiler varsa da), henüz harcayıcı olmaktan çok tasarrufçuydu. Hanımlan, bu dönemde sayıları artan görgü kurallan kitaplan okuyarak birer 'hanımefendi' olmaya, kiliseleri geni§ ve pahalı üsluplarla yeniden yapılmaya ba§lamı§, hatta kendi kent tarihçilerinin kaç Napoleon altınına çıktıklarını ve ayrıntılarıyla bütün özelliklerini gururla anlattıkları Gotik ve Rönesans taklidi iğrenç belediye binaları ve ba§ka ucube kamu binaları yaparak kolektif ihti§amlarını kutlamaya ba§laml§lardı. •• Yine, modem bir refah toplumu ya da sosyalist bir toplum, ku§ku yok ki bu büyük birikimi toplumsal amaçlarla dağıtırdı. Bizim dönemimizdeyse hiçbir §ey bundan daha az mümkün değildir. Neredeyse hiç vergi ödemeyen orta sınıflar, tam da bu nedenle, açlıklan kendi birikimlerinin tamamlayıcısı olan peri§an durumdaki halkın ortasında para biriktirmeye devam ettiler. Bunun yanında, tasarruflarını yün çorapların içine istiflemekten ya da altın bilezik almaktan mutlu köylülerden olmadıklarından, karlı yatırım alanlan bulmalan gerekti. Fakat nerede? Örneğin mevcut endüstriler öylesine ucuzlaml§tı ki varolan fazlanın yatırıma ayrılan bölümünü bile ernebilecek durumda değildi: Hatta pamuklu endüstrisinin hacminin ikiye katlandığını varsaysak bile, sermaye maliyeti, yatırıma ayrılmı§ bu fazlanın ancak bir bölümünü emebilirdi. Hepsini emecek sünger gibi bir §ey gerekiyordu. ••• Ülke dı§ına yatırım yapmak, besbelli bir olasılıktı. Dünyanın geri kalanı, yani Napoleon Sava§ları'ndan sonra belini doğrultınaya çah§an
°
Elbette bu tür harcamalar ekonomiyi de uyarır, ancak hiç verimli olmayan ve asla endüstriyel geli§meye katkısı olmayan bir yönde. •• Onsekizinci yüzyıl geleneklerine sahip birkaç kent, kamu binaları yapmaktan vazgeçmedi; fakat Lancashire'daki Bolton gibi birkaç tipik endüstri metropolü, 1847-8 öncesinde pratikte gösteri§li olmayan ve faydacı olmayan yapılar inp ettiler. 3 ı ••• McCullohn, pamuk!u endüstrisinin -sabit ve i§letme olmak üzere- toplam sermayesinin, l833'te 34 ınilyon sterlin, l845'te 47 milyon sterlin olduğunu tahmin etmektedir.
ENDÜSTRi DEVRiMi
57
eski hükümetlerle, amaçlarının belirsizliğine aldırmadan her zamanki enerjileriyle borçlanan yenilerinin olu§turduğu dünya, sınırsız kredi almaya adeta can atıyordu. İngiliz yatırımcılar da borç vermeye hazırdı. Fakat ne yazık ki, I820'lerde bu bakımdan son derece vaadedici olan Güney Amerika ikraz tahvilleriyle, ı830'larda oldukça cazip fırsatlar sunan Kuzey Amerika tahvilleri, çoğu zaman değersiz kağıt parçalarına dönü§mekteydi: ı8ı8-ı83ı arasında satılan yirmi be§ yabancı devlete ait ikraz tahviiinden (çıkartıldıklarındaki fiyatla 42 milyon sterlinin yakla§ık yarısını te§kil eden) onaltısı, ı83ı'de ödenmedi. Teorik olarak, bu tahvillerin yatırımcıya yüzde 7-9 getiri sağlaması gerekiyordu; gerçekteyse ı83 ı 'de yatırımcı ortalama yüzde 3. ı kazandı. ı824 ve ı825 tarihli Yunan devletine ait yüzde 5 getirili tahvillerin ı870'lere dek hiçbir faiz kazandırmamı§ olması kar§ısında kim ikraz tahvili almaya cesaret edebilirdi ki? 32 Dolayısıyla ı825'te ve ı835-7'de yurtdı§ına sermaye akl§ında ya§anan spekülatif patlamaların, kendilerine daha az hayal kırıcı alanlar araması son derece doğaldı. ı85ı'de geriye dönerek bu çılgınlığa bakan John Francis, "çalı§kan insanların elinde~i servet birikiminin, yasal ve adil biçimde yapılan sıra dan yatırım biçimlerini daima gerisinde bıraktığını gören" zengin adamı anlatmı§tır. "0, parasının, gençliğirıde sava§ tahvillerine gittiğirıi, yeti§kirı liğinde Güney Amerika'nın madenlerinde, yol yapmak, istihdam ve i§ yaratmak uğruna çarçur olduğunu görmü§tÜ. Demiryoluna giden sermaye, yararsız bile olsa, en azından onu üreten ülkeye gitmekteyciL Yabancı madenierden ve yabancı borç tahvillerinden farklı olarak, tüketilip bitirilmez ya da tamamen değersizle§mezdi." 33 Ülke içinde (örneğin in§aat gibi) ba§ka yatırım biçimlerirıirı bulunup bulunamayacağı, kesin bir yanıtı hala olmayan akademik bir tartı§ma konusudur. Gerçekte bu olanak demiryollarında bulunmu§tu; özellikle ı840'ların ortalarında, bu hız ve ölçekte sel gibi sermaye akıtılmasaydı, bu demiryollarını kurmak da mümkün olamazdı. Bu, §anslı bir konjonktürdü; çünkü demiryolları bir anda ekonomik büyümenin neredeyse bütün dertlerine deva olmu§tU.
V Endüstrile§menin ardındaki itkiyi izlemek, tarihçinin görevinin yalnızca bir parçasıdır. Diğeri, ekonomik kaynakların seferber edilmesi ve yeniden dağıtılmasını, ekonominin ve toplumun uyumlanmasını izlemektir; bütün bunlar, yeni ve devrimci bir akı§ın sürdürülmesi için gerekliydi.
58 DEVRiM ÇAGI
Seferber edilmesi ve yeniden dağıtılması gereken ilk, belki de en ya§amsal etken emekti; çünkü bir endüstri ekonomisi, tarımsal olmayan (yani giderek kentlile§en) nüfus ta keskin bir yükseli§, buna kar§ ın tarımsal (yani kırsal) nüfusta keskin bir dü§Ü§ ve (ele aldığımız dönemde) neredeyse kesin biçimde nüfusta hızlı genel bir artı§ ~nlamına gelmektedir. O nedenle bir endüstri ekonomisi, ilk etapta, esas olarak ülke içindeki tarımdan sağlanan gıda arzında keskin bir yükseli§i -yani bir 'tarım devrimi'ni- gerektirir.* İngiltere'de kentlerde ve tarımsal olmayan yerle§im alanlarında gözlenen hızlı büyüme, endüstri öncesi biçimler içinde varolan ve bir talih eseri olarak en küçük yenile§tirme giri§imlerinin -hayvancılığa, nadasa, gübrelemeye ve çiftliklere çekidüzen verilmesine ya da yeni ürünlerin benimsenmesine gösterilen bir parça ussal dikkatin- bile orantısız büyüklükte sonuçlar vermesine yol açacak kadar verimsiz olan tarım için uzun zaman bir uyarıcı görevi görmü§lerdi. Tarımda ortaya çıkan bu deği§iklik, endüstri devrimini öncelemi§ ve hızlı nüfus artı§ ının ilk evrelerini olanaklı kılmı§tı; İngiliz tarımının, Napoleon Sava§ları'nın yol açtığı anormal yüksek fiyatların ardından ağır bir ekonomik bunalım geçirmesine kar§ın, bu itki doğal olarak etkisini sürdürdü. Ele aldığımız dönemde, teknolojide ve sermaye yatırımlarında ya§anan deği§iklikler, zirai bilimin ve mühendisliğin olgunluğa eri§tiği 1840'lara kadar hayli mütevazı boyutlardaydı. 1830'larda İngiliz tarımının, onsekizinci yüzyıl ortalarında iki üç kat büyümü§ bir nüfusun tahıl ihtiyacının yüzde 98'ini kar§ılamasını mümkün kılan muazzam üretim artı§ına3 4, onsekizinci yüzyıl ba§larında öncü niteliğindeki yöntemlerin benimsenmesiyle, ekili alanların geni§letilmesi ve ussalla§tırılmasıyla ula§ıldı.
Bütün bunlar da, ortak tarla ve otlaklarıyla ortaçağ komünal toprak kendine yeterli köylü tarımına ve toprak konusundaki modasıgeçmi§ ticariolmayan tutumlara (Çitleme Hareketi'yle) son verilmesi gibi, teknolojik olmaktan çok toplumsal dönü§ümlerle sağlandı. Onaltıncı yüzyıldan onsekizinci yüzyıla kadar hazırlık niteliğincieki bu evrim sayesinde, İngiltere'yi birkaç büyük toprak sahibinin, makul miktarda kiracı çiftçinin ve çok sayıda kiralık i§çinin ülkesi durumuna getiren tarım sorununa ili§kin bu benzersiz radikallikteki çözüme, her ne kadar arada sırada yalnızca mutsuz kır yoksullarının değil geleneksel ta§ra soylularının da direni§iyle kar§ıla§ılmı§ olsa da, pek fazla sıkıntı ya§anmadan kullanım biçimine,
• Demiryolu ve buharlı gemi çağından -yani ele aldığımız dönemin sona ermesindenönce, (İngiltere 1780'lerden itibaren net bir gıda ithalarçısı olınakla birlikte) yurtdl§ından büyük miktarlarda gıda ithal etme olanağı sınırlıydı.
ENDÜSTRi DEVRiMi
59
varıldı.
1795'teki açlık sırasında ve sonrasında pek çok ülkede centilmen [gentlemen-justice] kendiliğinden benimsenen 'Speenhamland System' adında yoksullara yardım düzeni, eski kır toplumunu, para bağının a§ındırmalarına kar§ı korumaya yönelik son sistemli giri§imdi. * Tarımsal çıkar gruplarının, 1815 sonrası ya§ anan bunalıma kar§ı çiftçiliği korumak için medet umdukları Tahıl Yasası, bütün ortodoks iktisada kar§ın, tarıma tıpkı diğerleri gibi salt karlılıkölçütüne göre değerlendirilecek bir endüstri muamelesi yapma eğilimine kar§ı bir manifesto idi. Fakat bu yasanın, kapitalizmin tarıma nihai giri§ine kar§ı durmaya çah§an artçı eylemler olmak gibi bir kötü yazgısı vardı; sonunda, 1830'dan sonra orta sınıfın radikal ilerleyi§ dalgası ve 1834 tarihli yeni Yoksullar Yasası kar§ısında yenilgiye uğradı ve 1846'da yürürlükten kaldırıldı. Bu toplumsal dönü§üm, ekonomik üretkenlik açısından muazzam bir ba§arıydı; insani acılar bakımındansa, 1815'ten sonra tarımda ortaya çı kan ve kır yoksullarını moralsiz ve muhtaç duruma dü§üren ekonomik çöküntünün derinle§tirdiği bir trajedi. 1800'den sonra çitlemenin ve tarımsal ilerlemenin en co§kulu savunucusu olan Arthur Young bile, toplumsal sonuçları kar§ısında sarsılmı§tı. 35 Fakat endüstrile§me açısından, bunlar aynı zamanda arzulanan sonuçlardı da; çünkü bir endüstri ekonomisinin emeğe gereksinimi vardır ve bunu da eski endüstri-dı§ı sektörden değil de nereden bulacaktı? Ülke içindeki ya da (esas olarak İrlanda' dan) göç eden kırsal nüfus, ba§lıca emek kaynağıydı; çe§itli küçük üreticiler ve çall§an yoksullar da onları tamamlıyordu. ** İnsanlan yeni i§lere çekmek, ya da -ki en muhtemel olanı buydu- eğer ba§larda bu çekiciliklere kar§ı ilgisiz ve geleneksel ya§ am tarzlarını terketmeye istekli değilsele~6 , mecbur edilmeleri gerekiyordu. En etkili kamçı, ekonomik ve toplumsal sıkıntılar ve zorluklardı; yüksek parasal ücretler ve kentin sağladığı özgürlükler de havuç i§levi görüyordu. Çe§itli nedenlerden dolayı, insanlan tarihsel, toplumsal olarak demirledikleri yerlerden kaldırınada etkili olacak güçler, ondokuzuncu yüzyılın ikinci yarısıyla kar§ıla§tırıldığında, hala görece olarak yargıçlarca
• Bu sistemle, gerektiğinde mülk vergisinden sağlanan fonlada yoksullara ya§amalannı kadar bir ücret veriliyordu; iyi niyetli olmakla birlikte bu sistem sonunda öncekinden çok daha büyük bir fakirle§meye yol açtı. •• Ba§ka bir görü§e göre de, emek arzı bu tür transferlerden değil, büyük bir hızla yükseldiğini bildiğimiz toplam nüfustaki artı§tan gelmektedir. Fakat bu görü§, bir noktayı gözden kaçırmaktadır. Endüstrile§nܧ bir ekonomide, tarımsal olmayan emeğin yalnızca sayısının değil oraıunın da dikine yükselmesi gerekir. Bu da, aksi halde köyde oturup ataları gibi ya§amayı sürdürecek olan insanların, yapmlannm belli bir evresinde ba§ka yerlere gitmeleri gerektiği anlamına gelir; çünkü kentler, kendi doğal arti§ oranlanndan daha hızlı büyümekteydi. Tarım nüfusu fiilen azalsa da, sabit kalsa da, hatta artsa da durum budur. sağlayacak
60
DEVRİM
ÇAGI
zayıftı.
1850'den sonra sıradanla§acak olan bir kitlesel göç türünü ortaya (1835-50 arasında sekiz buçuk milyon olan toplam nüfusun bir buçuk milyonunun öldüğü) İrlanda Açlığı gibi gerçek anlamda bir doğal felakete kalmı§tı. Yirıe de bu etkenler, ba§ka her yerden çok İngiltere'de çok daha güçlüydü. Eğer öyle olmasaydı, endüstriyi emeğirı içeri girmesini sağlayacak delikten yoksun bırakan köylülerirı ve küçük burjuvazirlin içirıde bulunduğu istikrarın ve görece rahatlığın Fransa'nın ba§ına açtığı gibi, İngiltere'nin endüstriyel geli§mesirıirı engellenmesi i§ten bile olmazdı.* Yeterli sayıda emekçiye kavu§mak bir §ey, doğru niteliklere ve becerilere sahip yeterince emekçiye sahip olmaksa ba§ka bir §eydir. Yirminci yüzyı lın tecrübeleri, bu sorunun ya§amsal olduğu kadar çözümü güç bir sorun olduğunu göstermi§tir. İlkin, bütün i§çilerin, endüstriye uygun bir tarzda, yani tarım hayatının mevsimlik ini§ çıkı§larından ya da bağımsız zanaatkarın i§ keyfiyetinden tamamen farklı, düzenli, kesintisiz bir günlük çall§ma ritmirıe uyarak çalı§mayı öğrenmeleri gerekiyordu. Ayrıca parasal özendirmdere de kar§ılık vermeyi öğrenmek gerekiyordu. Bugün Güney Afrikalı ların yaptığı gibi, o dönemde de İngiliz i§verenler, durmadan i§çilerin 'tembelliğirıden' ya da eskiden geçimlerirıe yeten parayı kazanıncaya kadar çalı§ıp sonra yattıklarından yakınırlardı. Yanıt, (para cezaları, hukuku i§verenin yanında harekete geçiren 'Efendi Köle' yasası vs. ile sağlanan) sert bir i§ disiplininde, ama hepsinden önce, mümkün olan her yerde i§çiyi, asgari bir gelir elde edebilmesi için bütün hafta durmadan çalı§mak zorunda bırakacak kadar az bir paranın ödenme uygulamasında bulundu (217-18. sayfalada kar§lla§tırın). Çall§ma disiplirıinirı çok vahim boyutlarda bir sorun te§kil ettiği fabrikalarda, çoğunlukla, yönetilmeleri kolay (ve daha ucuz) kadın ve çocuk i§çilerirı çalı§tırılması yoluna gidildi. 18344 7 arasında İngiliz pamuk fabrikalarında çalı§ an bütün i§çilerin yakla§ık dörtte biri yeti§kin erkek, yarıdan fazlası kadın ve kız, geri kalanı da onsekiz ya§ının altında çocuklardıY ifadesini, bu ilk evredeki küçük ölçekli, dağınık endüstrile§me sürecinde bulan çall§ma disiplirıini sağla manın bir ba§ka yaygın yolu da, ta§eronluk uygulaması ya da vasıflı i§çileri vasıfsız yardımcılarının fiilen i§vereni durumuna getirmekti. Örneğin pamuk endüstrisinde erkek çocukların yakla§ık üçte ikisi, kız çocukların da üçte biri 'doğrudan ustaların emrinde'ydiler; böylelikle daha yakından izlenebiliyorlardı. Fabrikaların dl§ındaysa, bu tür düzenlemeler daha da yaygındı. Elbette ta§eronun, bu kiralık emeğin i§ ini sermesini önlemekte doğrudan maddi çıkarı vardı. . çıkarmak,
• Bir diğer seçenek de, İngiltere'nin, ABD gibi, kitlesel göçlere bel bağlamasıydı. Aslında İngiltere kısmen de olsa İrlandalılann göçüne güvenmi§tir.
ENDÜSTRi DEVRiMi 61
Yeterli sayıda vasıflı ya da teknik eğitimli i§çi bulmak ya da eğitmek çok daha zor bir i§ti; çünkü, in§aat gibi pek çok i§ pratikte pek deği§meden yapılsa da, modem endüstride, endüstri öncesine ait becerilerden yok denecek kadar az yararlanılmaktaydı. Bereket versin, ·17 89'dan önceki yüzyıllar da İngiltere'nin yava§ seyreden yan-endüstrile§me süreci, gerek dokuma tekniğinde gerekse metal i§leme alanında gerekli becerilere sahip i§çilerden oldukça geni§ bir havuz yara tml§ tl. Örneğin kıta Avrupası'nda, ince metal i§leri yapan birkaç zanaatkardan biri olan çilingir, makine yapımcılarının babası haline gelmi§ ve zaman zaman ona adını vermi§tir; İngiltere'de de değirmen ustası ile, (madenlerde ve maden çevrelerinde çoktandır bilinen) 'mühendis' ya da 'makineci'nin durumu buydu. İngilizce 'mühendis' [engineer] sözcüğünün, hem vasıflı metal i§çisini hem de tasarımcıyı ve planlamacıyı anlatması raslantı değildir; çünkü yüksek teknisyenierin büyük bir bölümü, bu makineden anlayan ve kendine güvenen insanlarm arasından bulunabiliyordu. Gerçekten de İngiltere'nin endüstrile§me süreci, bu pladanmaml§ yüksek beceriye sahip arza dayanml§tı; kıta Avrupası ise bunu ba§aramaml§tır. Bu olgu, bu ülkede (ileride bedeli ödenecek olan) genel ve teknik eğitime gösterilen §a§ırtıcı ilgisizliği açıklamaktadır. Emek arzıyla ilgili ya§anan bu sorunların yanında, sermaye arzıyla ilgili sorunların fazla bir önemi yoktu. Diğer pek çok Avrupa ülkesir.den farklı olarak, İngiltere'de doğrudan yatırıma dönü§türülebilecek sermaye konusunda bir sıkıntı söz konusu değildi. En büyük güçlük, onsekizinci yüzyılda bu sermayeyi kontrol edenlerin -toprak lordları, tüccarlar, denizciler, bankerler vs.-, onu yeni endüstrilere yatırmakta gönülsüz davranmalarıydı. Dolayısıyla bu yeni endüstriler faaliyetlerine çoğu zaman küçük tasarruflada ya da borçlarla ba§lamı§ ve karı yeniden üretime yatırarak geli§mi§lerdi. Yerel düzeyde duyulan sermaye sıkıntısıysa, ilk endüstricileri -özellikle de kendilerini yeti§tirmi§ olanları- daha sert, daha tutumlu ve daha haris yapmı§tı. O yüzden i§Çileri de buna uygun olarak daha fazla sömürüye uğradılar. Ancak bu, ulusal yatırıma ayrılan fazlanın yetersizliği ni değil, akı§ındaki düzensizliği göstermekteydi. Öte yandan, onsekizinci yüzyılın zenginleri paralarını end üstrile§meden nasibini alan belli giri§imlere, bilhassa ula§ıma (kanal, liman, yol ve ileride demiryolu) ve toprak sahiplerinin kendileri yönetmediklerinde bile paylarını aldıkları madenIere görnıneye hazırdılar. Özel olsun kamusal olsun, ticaret ve maliye teknikleri konusunda da bir güçlük söz konusu değildi. Bankalar, kağıt paralar, hisse senetleri, tahviller, bonolar, deniza§ırı ve toptan ticaret teknikleri, pazarlama vs. yeterince bilinen §eylerdi ve bunlarla ha§ ır ne§ ir olanların ya da olmayı
62 DEVRiM ÇAGI
kolayca öğrenebilenlerin sayısı hayli kabarıktı. Ayrıca, onsekizinci sonunda devlet politikası, kapitalist ݧ ya§amının üstünlüğüne sıkı sıkıya bağlanmı§tı. Bu geli§meyi engelleyici nitelikteki (örneğin Tudorların çıkardığı toplumsal yarara dönük) eski yasalar, uzun zamandır uygulanmıyordu ve sonunda 1813-35 arasında -tarımla ilgili olanlar dı§ında- tamamen kaldırıldı. Teorik olarak İngiltere'nin yasaları, mali ya da ticari kurumları hantaldı ve ekonomik geli§meye yardımcı olmaktan çok köstek olacak tarzda hazırlanmı§tı; örneğin, bir anonim §irket kurulması isteği kar§ısında Parlamento her defasında pahalıya patlayacak 'özel yasalar' çıkarmak zorundaydı. Fransız Devrimi, Fransızlara -ve oradan da kıtanın geri kalanına-bu tür amaçlar için son derece ussal ve etkili bir aygıt sunmu§tU. Uygulamadaysa İngiltere, i§lerini mükemmel yürütüyordu ve aslına bakılırsa rakiplerinden çok daha iyi durumdaydı. İlk büyük endüstri devrimi, ݧte bu riskli, plansız ve empirik yolda yapıldı. Modem ölçütlerle bakıldığında, bu devrim küçük ve arkaikti; İngiltere, bugün bile bu arkaikliğin izlerini ta§ımaktadır. 1848'in ölçütlerine göreyse, yine kentleri her yerden daha çirkin, proletaryası her yerden daha sefil durumda olduğundan*; sisli, dumanlı bir havada, ziyaretçileri tedirgin eden öteye beriye ko§U§turan solgun yüzlü kalabalığından ötürü hayli ürkünç olmakla birlikte, anıtsaldı. Milyonlarca beygir gücünü buhar lı makinelerine ko§mu§, yılda iki milyon yarcia pamuklu kuma§ı on yedi binin üzerinde mekanik iğden geçirıni§, yakla§ık elli milyon ton kömür çıkarını§, .tek bir yılda 170 milyon sterlin değerinde mal ithal ve ihraç etmi§ti. Ticaret hacmi, en yakın rakibi olan Fransa'nın iki katıydı: Fransa, onu ancak 1780'de biraz geçebildL Pamuklu tüketimi, ABD'nin iki, Fransa'nınsa dört katıydı. Ekonomik bakımdan geli§mi§ dünyanın bütün pik demirini üretmekteydi ve kendisinden sonra geli§mi§ ikinci büyük ülkenin (Belçika) ki§i ba§ına kullandığı demirin iki, ABD'nin üç, Fransa'nınsa dört katından fazlasını kullanıyordu. İngiliz yatırım sermayesinin 200 ile 300 milyon sterlin arası bir miktarı (bunların dörtte biri ABD'de, yakla§ık be§te biri de Latin Amerika'daydı), dünyanın her yanından kar payları ve sipari§ler getirmekteydi. 39 İngiltere, gerçekten de 'dünyanın atölyesi' idi. Gerek İngiltere gerekse dünya, bu adalarda, tek yasaları ucuza alıp sınır tanımaksızın pahalıya satmak olan tüccarlar ve giri§imciler tarafından gerçekle§ tirilen Endüstri Devrimi'nin dünyayı dönü§türdüğünü biliyordu. Yoluna hiçbir ~§ey çıkamazdı. Geçmi§in tanrıları ve kralları, bugünün i§adamları ve buharlı makineleri kar§ısında güçsüz kalıyordu. yüzyılın
• "1830-48 arasında bir bütün olarak İngiltere' deki i§çi sınıfının durumu, Fransa' dakinden belirgin biçimde daha kötü" olduğu sonucuna varıyor modem bir tarihçi. 38
3 Fransız
Devrimi
Dünyanın görüp geçirdiği en ÖNEMLİ DEVRİMLER'den birinin gerçekle~me sindeki ~u ululuk kar~zsında içi saygı ve hayranlıkla dolrnayan bir İngiliz, lıer türlü erdem ve özgürlük duygusunu yitirmi§ olmalıdır; son üç gündür bu büyük kentte olup bitenlere tanık olma talilıine ermi§ her yurtta~ ı m, benim bu ifademin abartılı olmadığını teslim eder. The Moming Post (21 Temmuz 1789), Basrille'in dü§Ü§Ü üzerine.
uluslar, ~imdiye dek kendilerine lıükmetmi§ olanlan yargılayacaklar. Krallar çöllere, benze~tikleri yabani hayvanların dost çevresine kaçacaklar; Doğa, kendi lıaklannı geri alacaktır. Saint-Just, Fransız Anayasası Üzerine, Konvansiyon'da verilen söylevler 24 Nisan 1793. Pek
yakında aydınlanmı~
I Ondokuzuncu yüzyıl ekonomisi esas olarak İngiliz Endüstri Devrimi'nin etkisi altında §ekillenmi§se, siyaseti ve ideolojisi de Fransızlar tarafından biçimlendirilmi§tir. İngiltere, Avrupalı alınayan dünyanın geleneksel ekonomik ve toplumsal yapılarında yank açacak ekonomik dinamiti sağladı, çağın dünyasının demiryolları ve fabrikalan için bir örnek sundu; bununla birlikte Fransa da onun devrimlerini gerçekle§tirdi, ona dü§üncelerini verdi. O kadar ki üç renkli bayraklar, yeni doğanher ulusun amblemi oldu ve 1789 ile 1917 yılları arasında siyaset, ağırlıkla 1789'un, hatta daha da tutu§turucu olan 1793'ün ilkeleri uğruna ya da onlara kar§ı mücadeleden ibaret hale geldi. Dünyanın çoğu yerinde liberal ve radikal demokrat siyasetin tartı§ma konularını ve sözcük dağarını Fransa sağladı. Pek çok ülkeye hukuk kurallarını, bilimsel ve teknik örgütlenme modelini ve metrik ölçüm sistemini getirdi. O zamana kadar Avrupalı d ܧÜncelere direnmi§ olan eski uygarlıklara, modem dünya ideolojisi ilk kez Fransız etkisiyle sızdı. Bu, Fransız Devrimi'nin eseriydi.* • Bu İngiliz ve Fransız etkileri arasındaki farklar fazla büyütülınemelidir. Bu çifte devrimin merkezlerinden hiçbiri, kendi etkisini herhangi bir özel insani etkinlik alanıyla sınırlamadı; birbirine rakip olmaktan çok, birbirini tamamlıyorlardı.
64 DEVRiM ÇAGJ
Gördüğümüz gibi, onsekizinci yüzyılın ikinci yarısı Avrupa'nın eski rejimleri ve ekonomik sistemleri için bir bunalım çağı oldu; son onyıllarıysa zaman zaman isyana varan çalkantılarla, sörnürgelerin bazen ayrılmaya varan özgürlük hareketleriyle doludur: Bunlar yalnızca ABD'de (1 776--83) değil, aynı zamanda İrlanda (1 783-4), BelçikaveLiege (1 78790), Hollanda (1 783-7), Cenevre ve hatta bazı iddialara göre İngiltere'de de (1 779) ya§andı. Siyasi huzursuzlukların üst üste geli§i öylesine çarpıcıdır ki günümüzde bazı tarihçiler, içlerinde en heyecan verici ve etkileri en uzun soluklu olmakla birlikte Fransız Devrimi'nin aralarından ancak biri olduğu bir 'demokratik devrimler çağı'ndan söz etmi§lerdir. ı Eski rejimin bunalımının salt Fransa'ya ait bir görüngü olmadığı dü§Ü· nülürse, bu gözlemin belli bir ağırlığı vardır. Aynı biçimde, çağımızda buna paralel bir önemi olan 1917 Rus Devrimi'nin, ya§lı Türk ve Çin imparatorluklarınason veren bütün benzeri hareketleröbeği içinde yalnızca en heyecan vericisi olduğu da ileri sürülebilir. Yine de bu, nirengi noktasını kaybetme k anlamına gelmektedir. Fransız Devrimi, ba§lı ba§ına yalıtılrnı§ bir olgu olmayabilir; fakat zamanındaki diğer olaylardan çok daha özlüdür ve bu bakımdan çok daha köklü sonuçları olmu§tur. Her §eyden önce, Rusya'yı bir kenara bırakırsak, Avrupa'nın en güçlü ve en kalabalık devletinde ortaya çıktı. 1789'da, her be§ Avrupalıdan biri Fransız' dı. İkinci olarak, kendinden önceki ve sonraki devrimler içinde kitlesel nitelikteki tek toplumsal devrimdi ve benzeri herhangi bir ba§kaldırıdan çok daha radikaldi. Siyasi sempatileri gereği Fransa'ya göç eden Amerikalı devrimciler ile İngiliz 'Jakobenler'in kendilerini Fransa'da ılımlı buluvermeleri raslantı değildir. İngiltere'de ve Amerika'da a§ınlık yanlısı olan Tom Paine, Paris'te)irandenlerin en ılımlıları arasında yer alıyordu. Amerikan devrimlerinin sonuçları, ülkelerin büyük ölçüde daha önceki durumlarını sürdürmeleri oldu; sadece, üzerlerindeki İngiliz, İspanyol ve Portekiziiierin siyasi denetimleri ortadan kalkmı§tı. Fransız Devrimi'nin sonucuysa, Madam Dubarry çağının yerini Balzac çağının alması oldu. Üçüncü olarak, tüm çağda§ devrimler içinde yalnızca Fransız Devrimi dünyayı kapsama niteliği ta§ıyordu. Orduları, dünyayı devrimcile§tirmek için yola koyuldu ve bunu gerçekte yapan fikirleri oldu. Arnerikan devrimi, Amerikan tarihinin can alıcı olayıydı; fakat içinde yer alan ve yanına ka ttığı ülkeler dı§ ında, pek önemli bir iz bırakmadı. Oysa Fransız Devrimi bütün ülkelerde bir dönüm noktası oldu. 1808'den sonra Latin Amerika'nın bağımsızlığını kazanmasına yol açan ayaklanmalara kaynaklık eden, Amerikan devriminden çok Fransız Devrimi'nin yankılarıdır. Fransız Devrimi'nin doğrudan etkisi Bengal'e kadar yayıldı. Burada Ram
FRANSIZDEVRiMi
65
Mohan Roy, ilk Hindu reform hareketini olu§tururken ilhamını Fransız Devrimi'nden aldı ve modern Hindu milliyetçiliğinin babası oldu (1830'da İngiltere'yi ziyaretinde, Fransız Devrim ilkelerine tutkunca bağlı lığını göstermek için ille bir Fransız gemisiyle yolculuk etmek istemi§ti). Pek güzel dendiği gibi, Fransız Devrimi, "Batı Hıristiyan dünyasında, İslam dünyası üzerinde herhangi gerçek bir etkiye sahip olan ilk büyük fikir hareketidir" 2 ve bu etki neredeyse dolaysızca gerçekle§mi§tir. Ondokuzuncu yüzyılın ortalarında, o zamana dek yalnızca ki§inin doğduğu ya da ya§adığı yeri anlatan Türkçe 'vatan' sözcüğü, Fransız Devrimi'nin etkisiyle 'patrie' gibi bir anlama bürünmü§tü. 1800'den önce, 'köleliğin' zıddı bir durumu anlatan esasen hukuki bir terim olan 'özgürlük', yeni bir siyasal içerik kazanmaya ba§lamı§tı. Devrimin dalaylı etkileriyse evrenseldir; çünkü onu izleyen tüm devrimci hareketler için bir model olu§turdu; verdiği dersler, (beğeniye göre yorumlanıp) modern sosyalizmin ve· komünizmin bünyesine katıldı.* Bu yüzden Fransız Devrimi, çağının devrimi olarak durmaktadır ve en ünlüsü olmasına kar§ın türünün tek örneği değildir. Bu bakımdan, kökenieri sadece Avrupa'nın genel ko§ulları içinde değil, Fransa'nın özgül durumu içinde de aranmalıdır. Özgüllüğü, belki en iyi uluslararası ölçekte gösterilebilir. Fransa, onsekizinci yüzyıl boyunca uluslararası ekonomik alanda İngiltere'nin ba§lıca rakibiydi. Dı§ ticaret hacminin, 1720 ile 1780 yılları arasında dört kat artması endi§e uyandırdı; Batı Hint Adaları gibi belli yerlerdeki sömürge sistemi de, İngilizlerinkinden çok daha hareketliydi. Ancak Fransa, çoktandır dı§ politikası esas olarak kapitalist yayılmanın çıkarlarına göre belirlenen İngiltere gibi güçlü bir ülke değildi henüz. Avrupa'nın ya§lı aristohatik mutlak monar§ileri içinde en güçlü ve birçok açıdan en tipik olanıydı. Bir diğer deyi§le, Fransa'da eski rejimin yerle§ik çıkarları ve resmi çatısı ile .yükselen yeni toplumsal güçler arasındaki çatı§ma, ba§ka ülkelerde olduğundan çok daha §iddetliydi. Yeni güçler ne istediklerini az çok kesin olarak biliyorlardı. Fizyokrat iktisatçı Turgot, toprağın daha etkin biçimde i§letilmesinden, serbest giri§im ve ticaretten, tek bir türde§ ulusal toprağ~n etkin, standartla§tırılmı§ yönetiminden ve ulusal kaynakların geli§mesinin önündeki tüm kısıtla maların, toplumsal e§itsizliklerin kaldırılmasından ve akılcı, adil bir yönetim ve vergilendirmeden yanaydı. Ancak 1774-6 yılları arasında, XVI. • Bu, Amerikan devriminin etkisini küçümsemek demek değildir. Ku§kusuz Fransız Devrimi'ni güdülemeye katkısı oldu ve daha dar bir anlamda da, çe§itli Latin Amerika devletleri için Fransız Devrimi'ninkine rakip, kimi zaman da deği§iınli olarak anayasal modeller sağladı; zaman zaman da demokratik-radikal hareketlere esin kaynağı oldu.
66 DEVRiM ÇAGI
Louis'in ilk bakanı olarak böyle bir programı uygulama giri§imi açıkça Bu ba§arısızlık manidardır. Makul ölçüler içirıde bu nitelikteki reformlar mutlak monar§iler içirı uygun ya da ho§ kar§ılanmaya cak §eyler değildi. Tersirıe, daha önce gördüğümüz gibi, egemenliklerini güçlendirdiği için, aydınlanmı§ despotlar diye anılan kralların arasında yayılmaktaydı. Fakat aydınlanml§ despotluğun varolduğu ülkelerirı çoğunda bu tür reformlar ya uygulanma §ansı bulamadı (bu nedenle sadece teorik olarak serpildi) ya da siyasal ve toplumsal yapının genel niteliğirıi deği§tir menirı uzağında kaldı; yahut diğer bazı durumlarda yerel aristokrasirıin direni§i ve ba§kaca yerle§ik çıkarlar yüzünden ba§arısızlığa uğrayıp ülkeyi önceki halirıden biraz daha derli toplu bir hale getirmekle kaldı. Fransa'da yerle§ik çıkarların direnci daha etkili olduğundan, reformlar burada ba§ka yerlerde olduğundan çok daha hızlı bir biçimde ba§arısızlığa uğradı. Ancak bu ba§arısızlığın sonuçları monar§i için çok daha feci oldu; burjuva deği§im güçleri, bundan atalete kapılmayacak kadar zirıdeydi. Sadece aydınlanml§ monar§ilerden yüz çevirip umutlarını halka ya da 'ulus'a bağladılar. Bununla birlikte, böyle bir değerlendirme, ne devrimirı neden o tarihte patlak verdiğini ve neden o olağanüstü mecraya girdiğini anlamaha bize pek fazla bir mesafe aldırmıyor. Bu bakımdan en iyisi, barut fıçısı Fransa'yı patlatan kıvılcımı fiilen çıkaran 'feodal tepki'yi incelemektir. Yirmi üç milyon Fransız içinde ulusun tartı§masız 'birinci tabakası' olan soylular sınıfını olu§ turan a§ağı yukarı 400.000 insan, a§ağı sınıfların tecavüzüne kar§ı Prusya'da ya da ba§ka yerlerde olduğu kadar iyi korunmu§ olmasalar bile, yine de yeterince güvenli konumdaydılar. Daha iyi örgütlenmi§ durumdaki ruhhan sınıfı kadar olmasa da, vergiden muafiyeti de içeren pek çok önemli imtiyaza ve feodal vergiler koyma hakkına sahiplerdi. Siyasal açıdansa durumlan o kadar parlak değildi. Ethos bakı mından tümüyle aristokratik, hatta feodal nitelikli olmasına kar§ ın, mutlak monar§i soyluları siyasal bağımsızlık ve sorumluluktan yoksun bırakml§ ve bunların, zümre meclisleri (estate) ile parlamentolar gibi yıllanml§ temsili kurumlarını da olabildiğince budamı§tı. Krallarca, ba§ta mali ve idari olmak üzere çe§itli gerekçelerle yaratılan son zamanların kostüm soylulan ile yüksek soylular arasında bu olgu, irirıli bir yara gibi varlığını sürdürmekteydi. Kendilerine soyluluk payesi verilmi§ bir orta sınıf, soyluların ve burjuvazirlin çifte rahatsızlığıni., hala varlığını sürdüren hukuk mahkemeleri ve zümre meclisleri aracılığıyla olabildiğince ortaya koymaktaydı. Ekonomik açıdan soyluların endi§eleri hafife alınacak gibi değildi. Maa§· lılar olmaktan çok doğu§ tan ve geleneksel olarak sava§çı olan ve ticaret yapma ya da bir meslek icra etmekten de resmi olarak men edilmi§ bul uba§arısızlığa uğradı.
FRANSIZ DEVRiMi
67
nan soylular, malikanelerinin gelirlerine, eğer gözde olan büyük soyluluğa ya da saray soyluianna dahiiseler varlıklı evlenmelere, mahkeme ücretle- · rine, hediye ve arpalıklara bağımlıydılar. Soyluluk konumunun gerektirdiği masraflar giderek artarken, gelirlerini yönetseler bile ne de olsa bu i§i-bir i§adamı gibi kotaramadıklanndan, gelirleri de dü§üyordu. Fiyat artı§lan, kira gibi sabit gelirlerin değerini azaltmaktaydı. Bu bakımdan, soyluların ana varlıklarını, yani zümrenin tanınmı§ ayrı calıklarını kullanmaları doğaldı. Ba§ka ülkelerde olduğu gibi Fransa'da da soylular, onsekizinci yüzyıl boyunca mutlak monar§tnin teknik açıdan yetkin, siyasal açıdan da zararsız olan orta sınıftan insanlarla doldurmayı yeğlediği resmi görevlere kararlı biçimde el attılar. ı 780'lere gelindiğinde orducia bir görev satın alabilmek için dört soylu hanedandan birine dahil olmak gerekiyordu; tüm piskoposlar soyluydu, hatta krallık yönetiminin kilit ta§ ı durumundaki idari makamlar dahi geni§ ölçüde soylularca yeniden ele geçirilmi§ti. Sonuç olarak resmi makamlarla ilgili rekabetteki ba§arılanyla soylular, sadece orta sınıfların tepesini artırınakla kalmadılar, yerel ve merkezi yönetimi ele geçirme yönünde giderek artan eğilimleriyle devletin kuyusunu da kazdılar. Bunlar ve bilhassa ba§kaca pek az gelir kaynağına sahip ta§radaki küçük soylular, gelirlerindeki dü§meyi, benzer biçimde, pek saygın feodal haklarını kullanıp köylülerden para (nacliten de hizmet) sızdırarak dengelerneye çalı§tılar. Ömrünü doldurmu§ olan bu tür haklan canlandırmak ya da varolanların getirisini artırmak üzere ba§lı ba§ına bir meslek olan 'feodistler' ortaya çıktı. Bu mesleğin en tanın mı§ simalanndan Gracchus Babaeuf, ı 796 yılındaki modern tarihin ilk komünist ba§kaldırısının lideri olacaktı. Sonuç olarak, soylular sadece orta sınıfların değil, aynı zamanda köylülerin de tepesini artırıyordu. Tüm Fransızların yakla§ık yüzde SO'ini olu§turan bu geni§ sınıfın [köylülüğün] durumu pek parlak değildi. Aslında genellikle özgür ve çoğun lukla da toprak sahibiydiler. Soylu malikaneleri toprağın ancak be§te birini, kilise arazileriyse -bölgelere göre deği§mekle birlikte- yüzde 6' sını kapsıyordu. 3 Örneğin, toprağının be§te biri ortak arazi olan Montpellier · piskoposluğunda köylüler çoktan toprağın yüzde 38-40'ına, burjuvazi yüzde ı8-ı9'una, soylular yüzde ı5-ı6'sına, kilise~ ise yüzde 3-4'üne sahipti. 4 Yine de büyük çoğunluk ya topraksızdı ya da topraklan yetersizdi. Geri tekniğin büyümesine neden olduğu bir uçurum ve nüfus artı§ıyla yoğunla§an genel bir toprak açlığı söz konusuydu. Feodal yükümlülükler, kiliseye ödenen ondalık ve diğer vergiler, köylünün gelirinin büyük ve giderek artan bir oranını alıp götürüyor, geri kalanının değerini de enflasyon dü§ürüyordu. Ancak satmak üzere hep bir artık ürünü olan
68 DEVRiM ÇAGI azınlık durumundaki bir kesim köylü, bu yükselen fiyatlardan yararlanabiliyor; geri kalaniarsa §U ya da bu biçimde, bilhassa kıtlık fiyatlarının egemen olduğu kötü hasat dönemlerinde bunun sıkıntısını çekiyorlardı. Devrimden önceki yirmi yılda köylülerin durumunun bu nedenlerden dolayı daha da kötüle§tiğine ku§ku yoktur. Monar§inin mali sıkıntıları, bardağı ta§ıran son damla oldu. Krallığın mali ve idari yapısı büyük ölçüde köhnemi§ durumdaydı; daha önce gördüğümüz gibi, buna çözüm olsun diye giri§ilen ı 774-6 reform çabaları da Parlementlerin (zümre meclislerinin) ba§ını çektiği yerle§ik çıkarlarm direncine yenik dü§tü ve ba§arısız oldu. Fransa, daha sonra Amerikan Bağımsızlık Sava§ı'na karl§tı. İngiltere'ye kar§ı, mali iflas pahasına zafer kazanıldı; bu bakırndan Amerikan devriminin Fransız Devrimi'nin doğru dan nedeni olduğu öne sürülebilir. Ba§arı §ansları giderek azalan türlü çarelere ba§vuruldu; ancak ülkenin gerçek ve kayda değer vergilendirilebilme kapasitesini harekete geçirecek köklü bir reform dı§ında hiçbir §ey, giderlerin gelirleri yüzde 20 oranında a§tığı ve etkin hiçbir tasarrufun söz konusu olmadığı bir durumun üstesinden gelemezdi. Versailles, savur~ ganlığıyla sık sık bunalımdan sorumlu tutulmu§Sa da, ı 788'de saray harcamaları, toplarnın içinde ancak yüzde 6'lık bir yer tutuyordu. Sava§, donanma ve diplomasi, harcamaların dörtte birini, mevcut borç faizleriyse yarı ~ını olu§turuyordu. Sava§ ve borç -Amerikan sava§ı ile neden olduğu borçlar- monaqinin belini büktü. Hükümetin içine dü§tüğü bunalım, aristokrasiye ve Pariemendere fırsat kazandırdı. İmtiyazları geni§letilmezse para vermeyi reddettiler. ı 787'de hükümetin taleplerini onaylaıiı.ak üzere toplantıya çağrılan, titizlikle seçilmi§ ama yine de asi nitelikteki 'ileri gelenler' meclisi, mutlakiyet cephesinde açılan ilkgedik oldu. İkinci ve asıl belirleyici gedikse, ı6ı4'ten beri ölüme terk edilmi§ olan krallığın eski feodal meclisi, Tabakalar Genel Meclisi'nin (Etats Gerıeraux) toplantıya çağrılması için alınan umutsuz karardı. Böylelikle devrim, aristokrasinin devleti yeniden ele geçirme yönündeki giri§imi olarak ba§ladı. İki nedenle yanll§ hesaplanmı§ bir giri§imdi bu: Soylu ve ruhhan sınıf dı§ında kalan herkesi temsil ettiği varsayı lan, fakat gerçekte orta sınıfırı egemen olduğu 'Üçüncü Tabaka'nın bağım sız niyetlerini hafife alml§ ve kendi siyasi taleplerini içine saldığı derin ekonomik ve toplumsal bunalımı gereğince değerlendirmeml.§ti. Fransız Devrimi, çağda§ anlamda bir parti ya da hareketin ya da sistemli bir programı uygulamaya giri§en insanlarm gerçekle§tirdiği, yahut öncülük ettiği bir devrim değildi. Devrim sonrası dönemin siması Napoleon'a gelinceye dek, yirminci yüzyıl devrimlerinin bize kanıksattığı türden 'lider- .
FRANSIZ DEVRiMi· 69
ler' bile çıkarmadı. Bununla birlikte, oldukça uyumlu bir toplumsal grup içinde genel fikirler üzerinde çarpıcı bir uzla§manm varlığı, devrimci harekette etkin bir birlik sağladı. Bu grup 'burjuvaii' idi; fikirleri de, filizoflar ve iktisatçıların ifade kazandırdığı, farmasonluğun yaydığı ve gayrı resmi birlikler içinde geli§en klasik liberalizmin fikirleriydi. Bu açıdan bakıldığında, 'filozoflar' haklı olarak Devrim'den sorumlu tutulabilirler. Devrim, aniarsız da gerçekle§ebilirdi; ancak eski bir rejimin salt yıkılmasıyla, yerine etkin ve hızlı bir biçimde yenisinin konması arasındaki farkı onlar yaratml§tır. En genel biçimiyle 1789'un ideolojisi, Mozart'ın Sihirli Flüt'ünde (1791) olduğu gibi masumane bir yücelikte ifadesini bulanmason ciaıngalı bir ideolojiydi. Sihirli Flüt, en büyük sanatsal ba§arılann çoğunlukla propagandayla ilgili olduğu bir çağın propagandacı büyük sanat eserlerinin ilklerirıden biriydi. 1789 burjuvasının talepleri, daha özgül olarak o yılki 'İnsan ve Yurtta§ Haklan Bildirgesi'nde belgelenmi§tir. Bu belge, soyluların imtiyazıarına dayanan hiyerar§ik topluma kar§ı olmakla birlikte, demokratik ve e§itlikçi toplumdan yana bir bildirge değildi. İlk maddesi, "İnsanlar e§it ve özgür doğar; yasalar kar§ısında e§it ve özgür ya§arlar" der; fakat aynı zamanda, "ancak ortak yarar gerekçesiyle" olsa bile, top· lumsal ayrımların varlığım §art ko§maktadır. Özelmülkiyet kutsal, vazgeçilmez ve dokunulmaz bir doğal haktı. İnsanlar yasa önünde e§itti, meslekler yetenekli olan herkese e§it ölçüde açıktı; ancak yarı§ın ba§ında herkesin e§it olması kadar, yarı§macıların yarı§ı birlikte bitiremeyebilecekleri de aynı biçimde önceden kabul edilmi§ti. Bildirge'de, soylular hiyerar§isine veya mutlakiyete kar§ı olarak "her yurtta§ın yasaların olu§umuna katıl maya hakkı olduğu" belirtiliyor; ancak bu hak, "ya §ahsen ya da temcilcileri aracılığıyla" kullanılır deniliyordu. Yönetimin temel organı olarak gördüğü temsili meclisin demokratik olarak seçilmi§ olması veya öngördüğü rejimin krallan bir kenara atını§ olması da zorunlu değildi. Kendini temsili bir meclisle ifade eden varlıklı~ar oligar§isine dayanan anayasal bir monar§i, burjuva liberallerirı çoğuna, teorik özlemlerinin daha mantık sal ifadesi gibi görünen demokratik cumhuriyetten daha yakın geliyordu. Gerçi, bunu da savunmaktan geri kalmamı§ kimseler yok değildi. Fakat, genel olarak 1789'un klasik liberal burjuvası (ve 1789-1848 döneminin liberali) bir demokrat değildi; ama anayasacılığa, ki§isel özgürlüklerin, özel giri§im güvencelerinin bulunduğu laik bir devlete ve vergi verenlerle mülk sahiplerinin yönetimine irıanmı§ biriydi. Bununla birlikte, böyle bir rejim resmi olarak s1rfkendi sınıf çıkarlarını değil, sonradan (yapılan önemli-bir özde§le§tirmeyle) 'Fransız ulusu' demek olan 'halk'ın genel iradesini ifade edecekti. Kral, artık Tanrının
70 DEVRiM ÇAGI
inayeriyle Fransa ve Navarre Kralı olan Louis değil, Tanrının inayeri ve devletin anayasa hukuku gereğince Fransızlarm Kralı olan Louis idi. "Tüm egemenliğin kaynağı" diyordu Bildirge, "esas olarak ulustadır." Abbe Sieyes'in belirttiği gibi, ulus da dünya üzerinde kendi çıkarından ba§ka bir çıkar tanımaz; ister genel olarak insanlığın, ister ba§ka uluslarınki olsun, kendisininki dı§ında bir yasayı ya da otoriteyi kabul etmezdi. Ku§ku yok ki Fransız ulusu ve onun sonraki taklitçileri, ba§langıçta kendi çıkar. larını diğer halklarınki ile çatı§ma halinde görmediler. Tersine, halklarm genel olarak tiranlıktan özgürle§me hareketini ba§lattıklarını ya da bunda payları olduğunu dü§ündüler. Fakat ilk resmi anlatımını 1789 burjuvazisiyle kazanan milliyetçilikte, ulusal rekabet (örneğin Fransız i§adamları ile İngiliz i§adamlarmın rekabeti) ve ulusların tabiyeri (örneğin fethedilmi§ ya da kurtarılmı§ ulusların, büyük ulusun [la granda nation] [Fransa'nm] çıkarlarına tabiyeti) örtük olarak mevcuttu. 'Ulus' ile özde§le§tirilmi§ olan 'halk', devrimci bir kavramdı; üstelik buna ifade kazandırma iddiasın daki burjuva liberal programdan daha da devrimciydi. Ama aynı zamanda iki yanı keskin bir niteliği vardı. Köylüler ve yoksul i§çiler okuma yazma bilmedikleri, siyaseten iddiasız ya da toy olduklan için ve seçim süreci dalaylı olduğundan, Üçüncü Tabaka'yı temsil etmek üzere çoğunluğu bu ciaıngayı ta§ıyan 61 O ki§i seçildi. Çoğu, Fransa'nın ta§ra bölgelerinde önemli ekonomik rollere sahip avukatlardan, yüz kadarı da sermayedarlardan ya da i§adamlarından olu§maktaydı. Orta sınıf, soylular ve ruhhan kadar geni§ bir temsil olanağına kavu§mak için amansız ve ba§arılı bir sava§ verdi. Resmen halkın yüzde 95'ini temsil eden bir grup için ölçülü bir hırstı bu. Şimdi de aynı kararlılık içinde, 'tabakalar' halinde toplanıp oylama yapan, böylece soylu ve ruhhan tabakaların birle§ip kolayca 'Üçüncü Tabakayı' devre dı§ı bırakabildiği Tabakalar Medisi'ni feodal nitelikte bir organ olmaktan çıkarıp bireysel temsilcilerin tek tek oy kullandıkları bir medise dönü§türerek potansiyel oyçoğunluğundan yararlanma hakkı için mücadele ediyorlardı. İlk devrimci yarma harekatı, bu sorun üzerinde gerçekle§ti. Tabakalar Genel Meclisi'nin açılı§ından altı hafta kadar sonra kralın, soylularm ve ruhhanın engelleme hareketinden kaygılarran avam tabakası, kendi §artlarını kabul ederek aralarına katılmaya hazır olan herkesle birlikte kendini anayasayı deği§tirme hakkınma sahip 'Ulusal Meclis' olarak tayin etti. Bir kar§ı devrim giri§imi, taleplerini İngiliz Avam Kamarası'nın tarzına yakın biçimde §ekillendirmelerine yol açtı. Zeki ve adı kötüye çıkml§ ~ski soylu Mirebau'nun krala "Majeste, siz bu mediste bir yabancısmız; burada konu§ma hakkına sahip değilsiniz" dediğinde, mutlakiyetçiliğin de sonu gelmi§ti. 5
FRANSIZ DEVRiMi
71
Üçüncü Tabaka, kralın ve imtiyazlı tabakaların ortakla§a gösterdikleri dirence kar§ın ba§anlı oldu. Çünkü sadece eğitimli ve kavgacı bir azınlığın görü§lerini değil, çok daha etkili güçlerin, kentlerdeki, bilhassa Paris'teki yoksul i§çilerin ve kısa süre içirı de olsa devrimcile§en köylülerin görü§lerini temsil ediyordu. Zaten, sınırlı bir reform çalkantısını bir devrime dönü§türen §ey, Tabakalar Genel Meclisi'nin toplantıya çağrılmasının, derin ekonomik ve toplumsal bir bunalımla çakı§masıydı. 1780'lerin sonları, bir dizi karma§ık nedenden ötürü Fransız ekonomisinin hemen bütün dalları için büyük sıkıntılarla dcilu bir dönem olm u§ tU. ı 788 ve ı 789' daki kötü hasat ve oldukça sert geçen kı§, bunalımı daha da ağırla§tırdı. Kötü hasat, köylünün belini bükmekteydi; zira kötü hasat, bir taraftan üreticilerin mahsulünü ancak kıtlık fiyatlarından satahileceği anlamına gelirken, öte taraftan toprakları yetersiz olan insanların çoğunun, hem de yeni hasat döneminden hemen önceki mayıs ya da haziran aylarında tohumluk olarak ayırdıklarını yemek ya da bu fiyatlardan yiyecek almak durumunda kalması demekti. Kötü has adar, ana gıdası ekmek olan kent yoksullarının geçim masraflarını da iki kat artırdığından, ku§kusuz onları da etkiliyordu. Kırsal kesimin yoksulla§masıyla el imalatı ürünlerin pazarı daraldığından ve bu da endüstride bir durgunluğa neden olduğundan, kent yoksullarının gördüğü zarar çok daha büyüktü. Yoksul köylüler, karga§alar ve haydutluklar kar§ısında umutsuzluk ve huzursuzluk içindeydi; ama, tam geçim masraflarının yükseldiği sırada i§leri durgunla§tığı için kentli yoksulların durumu iki kat daha umutsuzdu. Normal ko§ullarda körü körüne ayaklanmaktan öte bir§eylerin ortaya çıkacağı yoktu. Fakat ı 788 ile 1789'da Krallıktah büyük çalkalanma, propaganda ve seçim mücadelesi, halkın umutsuzluğuna siyasi bir ufuk kazandırdı. Bütün bunlar, soylulardan ve baskıdan kurtuluş gibi dünyayı sarsan müthi§ bir fikri gündeme getirdi. Üçüncü Tabaka temsilcilerinin arkasında, ayaklanan bir halk duruyordu. Kar§ıdevrim, bir kitle ayaklanması olarak kalacak §eyi, gerçek bir devrime dönü§türdü. Eski rejimin, ordu artık tamamıyla güvenilir olmarilasına kar§ın, gerektiğinde silahlı gücüyle kar§ılık verınesi ku§kusuz doğal bir §eydi. (Olduğundan daha az silik ve daha az budala olsaydı, daha az ku§beyinli ve daha sorumlu bir kadınla evlenip o denli berbat olmayan danı§manları dinlemeye hazır olsaydı bile, XVI. Louis'in yenilgiyi kabullenip kendini derhal anayasal bir krala dönü§türebileceğini, ancak ayaklan yere basmayan hayaldler öne sürebilirler). Kar§ıdevrim zaten aç, i§killi ve bilenmi§ Paris kitlelerirıi harekete geçirdi. Bu geli§menin en heyecan yaratan sonucu, devrimcilerin silah bulmayı umdukları, kraliyet gücünün simgesi olan devlet hapisanesi Basrille'in zaptedilmesiydi.
72 DEVRiM ÇAGI
Devrim zamanlannda hiçbir §ey, simgelerin yıkılmasından daha etkili değildir. 14 Temmuz' u haklı olarak Fransızların ulusal bayram gününe dönü§türen Basrille'in zaptı, despotluğun yıkıldığını ilan etti ve tüm dünyada özgürle§menin ba§langıcı olarak selamlandı. Kasaba sakinlerinin saatlerini ona göre ayariayacakları kadar düzenli alı§kanlıklara sahip olan Königsbergli vakur filozofKant'ın dahi, haberi aldığında öğle gezintisini ertelemesinin, Königsberglileri gerçekten dünyayı yerinden oynatan bir olayın ya§andığına inandırdığı anlatılır. Asıl önemlisi, Eastille'in yıkılı §ının, devrimi ta§ra kentlerine ve kırsal alana yayml§ olmasıydı. Köylü devrimleri, geni§, biçimden yoksun, ba§ı ayağı belli olmayan, fakat kar§ı konulamaz hareketlerdir. Salgın halindeki köylü huzursuzluğu nu geri döndürülemez bir dalgaya çeviren, ta§ra kentlerindeki ayaklanmalar ile, anla§ılmaz biçimde ve hızla ülkenin her yanına yayılan (1 789 yılının temmuz sonlan ile ağustos ba§lannda 'Büyük Korku' [Grande Peur] denilen) kitlesel bir panik dalgasının birle§mesi oldu. Fransız feodalizminin toplumsal yapısı ve krallık Fransası'nın devlet mekanizması, 14 Temmuz' u izleyen üç hafta içinde darmadağın oldu. Devlet gücünden geriye topu topu, dağılmı§ bir halde, güvenilirliği hepten ku§kulu alaylar, zorlayıcı gücü olmayan bir Ulusal Meclis ve kısa süre sonra burjuvazinin Paris örneğine dayanarak silahlandırdığı 'Ulusal Muhafız Birlikleri'ni kuran bir yığın belediye ya da ta§ra (bölge) orta sınıf idareleri kalmı§tı. Orta sıiiıf ve aristokrasi, kaçınılmaz olanı hemen kabullendiler: Tüm feodal ayrıcalıklar resmen kaldırıldı; fakat siyasi durum yerli yerine oturduğunda, bu ödünlerinin kar§ılığı olarak fahi§ bir bedel biçildi. Feodalizmin nihai tasfiyesi ancak 1793'te gerçekle§ti. Ağustos sonuna gelindiğinde, İnsan ve Yurtta§ Haklan Bildirgesi'yle Devrim resmi bildirimini kazanml§ .oldu. Burıa kar§ılık kral, her zamanki budalalığıyla kar§ ı çıktı. Kitlesel bir ba§kaldı nnın toplumsal içerimlerinden korkan orta sın:ıfin bazı devrimci kesimleri de, artık muhafazakarlık etmenin vaktinin geldiğini dü§ünmeye ba§ladılar. Kısacası, artık Fransız ve onu izleyen tüm burjuva devrimci siyasalann §ekli §emali, esas hatlarıyla açıkça görünmeye ba§ladı. Gelecek ku§aklara bu heyecan verici diyalektik raks egemen olacaktı. Bundan böyle, zaman zaman ılımlı orta sınıf reformculannın, ölümüne bir direni§ için ya da kar§ıdevrime kar§ı kitleleri harekete geçirdiklerini göreceğiz. Kitlelerin, ılımlılann hedeflerini, kendi toplumsal devrimlerini gerçekle§tirmek üzere daha ileri ittiklerini, buna kar§lılık ılımlılann da bölünerek, bundan böyle gericilerle bir dava ortaklığı kuran muhafazakar bir gruba, ya da üzerlerindeki denetimlerini kaybetme tehlikesini bile göze alarak kitlelerin desteği ile henüz gerçekle§memi§ ılımlı hedefleri izleme kararlılığına girmi§ sol
FRANSIZ DEVRiMi
eğilimli
73
bir gruba dönü§tüğünü göreceğiz. Orta sınıfın çoğunluğunun geçmesi ya da bir toplumsal devrim tarafından yenilgiye uğrarılınasına kadar, tekrarlanan ya da yeni çe§itleri bulunan direni§ kalıpları arasında, kitlelerin eyleme geçirili§i, sola kaymalar, ılırnh lar arasındaki bölünmeler, sağa kaymalar sürüp gidecektir. Fransız Devrimi'ni izleyen burjuva devrimlerinin çoğunda, ılımlı liberaller çok erken bir a§amada ya muhafazakar kampın içine geri irilecekler ya da buraya transfer edileceklerdir. Gerçekten bunların, ondokuzuncu yüzyılda, giderek artan bir biçimde (en çok da Almanya' da), hesaplanamayacak sonuçlarından korktukları için bir devrim ba§latmaya hiç istekli olmadıklarını, kral ve aristokrasiyle bir uzla§mayı tercih ettiklerini görüyoruz. Fransız Devrimi'nin özgüllüğü, liberal orta sınıfın bir kesiminin, burjuva kar§ıtı bir devrimin e§iğine gidecek kadar, aslında bu e§iğin de ötesine geçecek kadar devrimciliğini sürdürmeye hazır olmasıydı. Bu kesim, adları her yerde 'radikal devrim'in simgesi haline gelen 'Jakobenler'di. N eden? Bir bakıma, sonraki liberallerden farklı olarak o zamanın Fransız burjuvazisinde henüz ürkütücü bir Fransız Devrimianısı bulunmadı ğından. Jakoben yönetimin, Devrimi burjuvazinin huzur ve refahının çok ötesine götürdüğü, ılımlılara 1794'ten sonra malum olacaktı; tıpkı, 1793 güne§ i eğer bir daha doğacaksa, ancak burjuva olmayan bir topluma doğacağının devrimciler için apaçık bir gerçek olması gibi. Öte yai:ıdan Jakobenlerin radikalizmi yürütebilmeleri, devirlerinde kendilerininkine tutarlı bir toplumsal seçenek olu§turacak bir sınıfın bulunmamasından dolayı mümkün olabilmi§tir. Böyle bir sınıf ancak endüstri devrimi sürecinde, 'proletarya' ile, ya da daha açıkçası proletaryaya dayanan hareket ve ideolojilerle ortaya çıkabilirdi. Fransız Devrimi'nde i§çi sınıfı henüz kayda değer bağımsız bir rol oynamamı§tır; kaldı ki emek güçlerini satıyor olsalar da, çoğu endüstri dı§ında çall§an bu kitleye i§çi sınıfı demek doğru olmaz. Açtılar, isyan ettiler, muhtemelen hayal kurdular; ne ki, pratik hedefler söz konusu olduğunda proleter olmayan önderlerin ardından gittiler. Köylülüğünse, herhangi birilerine siyasal bir alternatiJ sunduğu görülmemi§tir; köylüler, sadece olaylar zorladığında, neredeyse kar§ı konulmaz bir güç ya da yerinden oyuatılamaz bir nesne olur çıkarlar. Burjuva radikalizminin tek alternatifi, (halk desteğinden yoksun kaldıklannda elden ayaktan kesilen ideologların ya da militanların olu§turduğu küçük yapıları dı§arda tutarsak) emekçi yoksulların, küçük esnafın, tüccar ve zanaatkarların, küçük giri§imcilerin vs. olu§turduğu biçimden yoksun ve çoğunlukla kentsel bir hareket olan 'Sansculottes'lardı [Baldınçıplak lar]. Baldırıçıplaklar, bilhassa Paris'in belli 'kesimler'inde, yerel siyasi artık muhafazakar kampa
74 DEVRiM ÇAGI
kulüplerde örgütlenmekteydiler ve asıl göstericiler, isyancılar, barikatların kurucuları olarak devrimin başlıca vurucu gücünü oluşturdular. Marat ve Hebert gibi gazeteciler ve yerel sözcüler aracılığıyla, arkasında, (küçük) özel mülkiyete saygıyı, zenginlere düşmanlıkla, yoksul için hükümet teminatlı işle, ücret ve sosyal giivenlikle, aşırı eşitlikçi ve özgürlükçü yerel ve doğrudan bir demokrasiyle birleştiren bulanık biçimde tanımlanmış ve çeliş kili bir toplumsal idealin bulunduğu bir siyasa formüle ettiler. Gerçekte baldırıçıplaklaı; 'burjuva' ile 'proleter' uçlar arasmda yer alan, ama ne de olsa çoğu yoksul olduğu için belki birincisinden çok ikincisine yakın koca bir 'küçük insanlar' kitlesininin çıkarlarını ifade etmeye çalışan evrensel ve önemli siyasal eğilimin bir koluydu. Onu, Birleşik Devletler'de }effersonculuk, Jaksoncu demokrasi ya da halkçılık, İngiltere'de 'radikalizm', Fransa'da geleceğin 'cumhuriyetçiler'inin ve radikal sosyalistlerinin ataları, İtal ya'da Mazziniciler ve Garibaldiciler olarak ve daha başka yerlerde de gözlemleyebiliriz. Çoğunlukla devrim sonrası dönemlerde solda yer alan bir orta sınıf liberalizmi olarak d urulmaya meyletmiştir. Fakat 'solda düşman olmaz' diyen eski ilkeyi bırakmaya isteksiz olan ve bunalım zamanlarında 'para duvarına', 'iktisadi kralcılara' ya da 'insanoğlunun gerildiği alnn çarmı ha' başkaldırmaya da hazır bir orta sınıf liberalizmiydi bu. Ancak yine de Baldırıçıplaklık, gerçek bir alternatif sağlamadı. Köylülerden ve küçük esnaftan oluşan altın bir geçmiş ya da bankerler ve milyonerlerce rahatsız edilmeyen küçük çiftçi ve zanaatkarlar için altın bir gelecek ideali, gerçekleşemeyecek bir idealdi. Tarih bunları hiç tınmadan ilerledi. Buna karşı tek yapabildikleri, çok çok tarihin yoluna engeller dikmek oldu. Bunu 1793-4'te başardılar ve bu engeller o gün bugün Fransa'nın ekonomik gelişimine mani olmuştur. Gerçekte Baldırıçıplaklık öylesine çaresiz bir görüngüydü ki ismi dahi büyük ölçüde ya unutulmuştur ya da ancak IL Yılda ona önderlik eden J akobenliğin anlamdaş ı olarak hatırlanmaktadır.
II 1789 ile 1791 yıllan arasında muzaffer ılımlı burjuvazi, artık Kurucu Meclis haline gelmiş organ aracılığıyla hareket ederek, hedefini gerçekleş tirmeye, yani Fransa'yı ussallaştırmaya ve reform yapmaya girişti. Devrimin en çarpıcı uluslararası sonuçları olan metrik sistem ile Yahudilerin ilk özgürleşme hareketi gibi Devrimin en kalıcı kurumsal başarılarının çoğu bu dönemin tarihini taşımaktadır. Kurucu Meclis'in ekonomik görüşleri tümüyle liberal nitelikteydi: Köylü politikası, ortak arazilerin ekime kapatılması, kırsal girişimcilerin teşvik edilmesi; işçi sınıfı politikası, sen-
FRANSIZ DEVRiMi
dikaların yasaklanması;
75
küçük esnaf politikası, lonca ve esnafbirliklerinin
kaldırılması oldu. Bu, sıradan halka hiçbir somut tatmin sağlamadı. Bir tek, 1790'dan itibaren (yurtdı§ına göç eden soyluların topraklarına yapıl dığı gibi) kiliseye ait toprakların satılmasının ve laikle§me sürecinin, ruhhanın güçsüzle§tirilmesi, ta§ralı ve köylü giri§imcilerin güçlendirilmesi ve birçok köylüye devrimci faaliyetlerine kar§ıhk elle tutulur bir ödül verilmesi gibi üçlü bir yararı oldu. 1791 Anayasası, olabildiğince geni§ kapsamlı tutulan mülk sahibi 'etkin yurtta§lar'ın oy hakkına dayalı bir anayasal monar§i sistemiyle, a§ırı demokrasiyi saVU§turdu. Edilgen yurtta§lannsa, adianna yakı§ır biçimde ya§ayıp gidecekleri umuluyordu Gerçekteyse böyle olmadı. Bir taraftan monar§i, eskiden devrimci olan güçlü bir burjuva hizbince kuvvetle destekieniyor olmasına kar§ın, yeni rejimi hazmedemedi. Saray erkanı, yönetimdeki ayaktakımını kovmak ve Tanrı'nın kutsadığı, Fransa'nın en Ka to lik kralını hakettiği yere tekrar oturtmak için Kralın kuzenlerinin gerçekle§tireceği bir haçlı seferi hayaliyle entrikalar çevirmeye ba§ladı. Kiliseyi değil, Kilise'nin Roma'ya mutlak bağh lığını kaldırma yönünde bir giri§im olan 1790 tarihli Ruhhanların Sivil Anayasası, yanh§ anlarnalara neden oldu ve ruhban ile inananların çoğun luğunun muhalefete geçmesine neden oldu; kralı da, ülkeden kaçmak gibi umutsuz ve ileride görüleceği gibi intihardan farksız bir te§ebbüse sürükledi. Kralın Varennes'deyakalanmasından (Haziran, 1791) sorıra, cumhuriyetçilik kitlesel bir güç halini aldı; zira halkını bırakıp kaçan geleneksel krallar, sadakat görme hakkını kaybederlerciL Öte yandan ılırnlıların uyguladığı kontrolsüz bir serbest giri§im ekonomisi, yiyecek fiyatlarındaki dalgalanmayı artırdı. Bunun sonucunda özellikle Paris'deki kent yoksulları daha da militanla§tılar. Ekmek fiyatlan bir termometre. kesinliğinde Paris'in siyasi hararetini gösteriyordu. Parisli kitleler, belirleyici güçtü; Fransa'nın yeni üç renkli bayrağının, eski krallığın beyazının, Paris'in kırmızı ve mavi renkleriyle birle§tirilerek olu§turulması bo§una değildi. Sava§ın patlaması sorunları son raddeye getirdi; yani, ülkeyi 1792'deki ikinci devrime, IL Yıl'ın Jakoben Cumhuriyeti'ne ve sonunda da Napoleon'a götürdü. Bir diğer deyi§le, Fransız Devrimi'nin tarihini, Avrupa'nın tarihine dönü§türdü. Fransa'yı genel bir sava§a sürükleyen iki güç oldu: A§ın sağ ve ılımlı sol. Kral, Fransız soyluları ve Batı Almanya'nın çe§itli kentlerinde toplanan aristokratlada kilise mensuplan için, ancak bir yabancı müdahalenin eski rejimi geri getirebileceği açıktı. • Uluslararası durumun karma§ıklığı • 1789-1795 yıllan arasında 300.000 kadar Fransız göç etti. 6
76 DEVRiM ÇAGI
ve öteki ülkelerin görece siyasal durgunluğu ortadayken, böyle bir müdahale öyle çok kolayca örgüdenebilecek bir §ey değildi. Yine de soyluların ve Tanrının atadığı hükümdarların gözünde, XVI. Louis'in yeniden iktidara getirilmesinin sadece sınıf dayanl§ması yönünde bir davranı§tan ibaret olmayıp, Fransa'dan çıkan korkunç fikirlerin yayılmasına kar§ı önemli bir güvence olduğu da giderek açıklık kazanıyordu. Sonuç olarak Fransa'yı yeniden fethedecek güçler, dı§arıda bir araya geldiler. Aynı zamanda ılımlı liberaller de, bilhassa Gironde bölgesinden gelen temsilciler etrafında kümelerren siyasetçiler grubu, sava§çı bir güçtü. Bu biraz da, her gerçek devrimin evrensel olma eğilimi ta§ıyor olmasından kaynaklanıyordu. Zira dl§arıda bulunan çok sayıdaki sempatizanları için olduğu kadar, Fransızlar için de, Fransa'nın özgürle§mesi, özgürlüğün evrensel zaferinin yalnızca ilk perdesiydi; bu yakla§ım kolayca, baskı ve tiranlık altında inleyen tüm halkları özgürlüğe kaVU§turmanın devrimin anavatanının görevi olduğu inancına yol açtı. Ilımlı olsun, a§ırı olsun tüm devrimciler arasında özgürlüğü yaymak için gerçekten yüce ve yiğitçe bir tutku vardı; Fransız ulusunun davasını tüm tutsak insanlığın davasın dan ayırmak, onlar için gerçekten olanaksızdı. Gerek Fransız, gerekse diğer tüm devrimci hareketler, bu tarihten itibaren, ta ki 1848'e kadar, bu görü§ü kabul edecek ya da kendilerine uyarlayacaklardı. 1848'e kadar Avrupa'nın kurtulu§uyla ilgili bütün tasarılar, Avrupa'nın gerici güçlerini devirmek için halkların Fransızların önderliğinde hep birlikte ayaklanması fikrinin yörüngesinde kaldı; 1830'dan sonra İtalyanların veya Polonyalıla rın ayaklanmalarında olduğu gibi, diğer ulusal ve liberal ayaklanma hareketleri de kendilerini,.özgürlüklerini kazanarak diğer herkesin özgürle§· mesini ba§latmaya yazgılı birer Mesih olarak görme eğilimdeydiler. Öte yandan daha az idealle§tirilerek dü§ünüldüğünde, sava§ ülke içindeki birçok sorunun da çözülmesine yardımcı olabilirdi. Yeni rejimin, sıkıntıla rını, yurtdl§ına kaçını§ Fransız soylularıyla yabancı tiranların komplolarına
bağlaması ve halkın ho§nutsuzluğunu bunlara yönlendirmesi, ayartıcı ve a§ikar bir yoldu. Daha özgül olarak, i§adamlan, ekonominin önündeki belirsizliğin, devalüasyonun ve diğer sıkıntıların ancak müdahale tehdidinin kaldırılmasıyla deva bulabileceğini ileri sürüyorlardı. ݧadamları ve ideologlan, İngiltere'nin deneyimlerine §öyle bir göz gezdirip ekonomik üstünlüğün sistemli bir saldırganlığın ürünü olduğunu dü§ünmü§ de olabilirler. Onsekizinci yüzyıl, ba§arılı bir i§adamının hiç de barı§a gönülden bağlı olduğu bir yüzyıl değildi. Dahası, kısa zamanda görüleceği gibi, kar amacıyla da pekala sava§ yapılabilirdi. Bütün bu nedenlerden ötürü, ufak bir sağ kanat ve yine Robespierre'in önderliğindeki ufak bir sol kanat dl§ında, yeni Yasama
FRANSIZ DEVRiMi
77
Meclisi'nin çoğunluğu sava§ çığılıkları atıyordu. Yine bütün bu nedenlerden sava§ gelip çattığında, devrimin fetihleri, özgürle§meyi, sömürüyü ve siyasi sapmaları kendi içinde birle§tirecekti. ı 792 yılının Nisan ayında sava§ Uan edildi. Halkın, pek anla§ılır biçimde krallığın baltalamalarma ve ihanetine bağladığı yenilgi, radikalle§meye neden oldu. Paris'in baldırıçıplaklarının silahlı eylemleriyle, ağustos-eylül aylarında monar§i yıkılıp tek ve bölünmez Cumhuriyet kuruldu; Devrim'in I. Yıl olarak kabul edilmesiyle insanlık tarihinde yeni bir çağın ba§ladığı duyuruldu. Fransız Devrimi'nin demir ve kahramanlık çağı, siyasal mahkumlarının katledilmesi, -belki de parlamentarizm tarihinin en dikkate değer meclisi olan- Ulusal Konvansiyon için seçimlerin yapılması ve istilacılara kaf§ı toptan direni§ çağrıları arasında ba§ladı. Kral hapse· atıldı; yabancı istilası, beylik bir topçu düellosuyla Valmy'de durduruldu. Devrimci sava§lar, kendi mantıklarını dayatırlar. Yeni Konvansiyon'daki hakim parti, büyük ݧ çevrelerini ve ta§ra burjuvazisini temsil eden; dü§ünsel bakımdan diğerlerinden oldukça üstün, büyüleyici ve zeki parlamento hatiplerinin olu§turduğu; ülke dı§ında sava§çı, içerdeyse ılımlı bir grup olan Jirondenlerdi. Siyasaları, tümüyle olanaksız §eylerle doluydu. Çünkü, ancak yerle§ik düzenli ordularıyla sınırlı çapta seferlerde bulunan devletler, -tıpkı Jane Austen'in romanlarındaki hanımlada beylerin dönemin İngiltere'sinde yaptıkları gibi- sava§la ülke içi sorunlan birbirlerine bula§tırmamayı umabilirlerdi. Oysa Devrim, ne sınırlı çapta sava§lar verdi, ne de düzenli ordulara sahipti. Çünkü onun sava§ı, dünya devriminin azami zaferi ile toptan kar§ıdevrim anlamına gelen azami yenilgisi arasın da gidip gelmekteydi; eski Fransız ordusundan artakalan askerlerse i§e yaramaz ve güvenilmezdi. Cumhuriyet'in önde gelen generali Dumouriez, çok geç~eden dü§man saflarına kaçacaktı. Zafer, salt yabancı müdahalesini yenilgiye uğrarmak anlamına gelecek olsa bile, böyle bir sava§ta, ancak görülmedik ve devrimci yöntemler galip gelebilirdi. Gerçekten bu tür yöntemler bulundu da. Genç Fransiz Cumhuriyeti, bunalım sürecinde topyekun sava§ı ke§fetti, yahut icat etti: Askere alma, karneye bağlanan ve sıkıca denetlenen bir sava§ ekonomisi ve içerde ya da dı§arda olsun askerlerle siviller arasındaki ayrımin fiilen ortadan kaldırılması gibi yollarla bir ulusun kaynaklarının topyekun seferber edilmesi. Bu ke§fin içerimlerinin ne denli deh§et verici olduğu, ancak içinde bulunduğumuz tarihsel çağda açıkça anla§ılır hale gelmi§tir. ı 792-4 devrimci sava§! istisnai bir olay olarak kaldığından, sava§ların devrirolere yol açtığı, devrimleriuse kazanılamayacak sava§ları kazandığı gözlemi dı§ında, ondokuzuncu yüzyıl gözlemcilerinin çoğu bu sava§a pek bir anlam veremediler (hatta dolayı,
78 DEVRiM ÇAGI
bu gözlem bile, bolluğa ve berekete gömülmü§ geç Victöria çağında unutulup gitmi§tir). Jakoben Cumhuriyet ve 1793-4 Terör dönemine ili§kin birçok §eyin, modern topyekun sava§ çabasından ba§ka hiçbir. ko§ulda bir anlam ifade etmediğini ancak bugün görebiliyoruz. Baldırıçıplaklar, haklı olarak kar§ıdevrimin ve yabancı müdahalenin ancak bu yolla mağlup edilebileceğini dü§ündüklerinden değil sadece, böyle bir hükümetin yöntemleri insanlan harekete geçireceği ve toplumsal adaleti daha yakınla§tıracağı için de devrimci bir sava§ hükümetini memnunlukla kar§ıladılar (Hiçbir etkin modern sava§ giri§iminin, onca aziz tuttuklan merkezsiz gönüllü doğrudan demokrasiyle bağda§mayacağı gerçeğini gözden kaçırdılar). Öte yandan Jirondenler, geminden çözdükleri sava§la kitle devriminin biraraya gelmesinin yaratacağı siyasal sonuçlardan korkuyorlardı. Solla rekabet edebilecek donamma sahip değillerdi. Kralı yargılamayı ve idam etmeyi istememekle birlikte, devrimci hamiyerin simgesi haline gelen bu konuda rakipleri 'Montagnardlar'dan Qakobenler) geri kalmamak zorundaydılar; sonunda bu i§in §anı Montagnardların oldu, onlann değil. Öte yandan sava§ı geni§leterek, özgürle§me yolunda genel ideolojik bir haçlı seferine ve büyük ekonomik rakip İngiltere'ye doğrudan bir meydan okumaya dönü§türmek istiyorlardı. Bu amaçlarında ba§arılı da oldular. 1793 Mart'ına gelindiğinde Fransa neredeyse bütün Avrupa ile sava§ halindeydi ve yabancı toprakları ilhak etmeye ba§laml§tı (Bu ilhaklar, yeni icat edilen Fransa'nın 'doğal sınırları' öğretisiyle me§rula§tırılmaktaydı). Fakat sava§ın geni§lemesi, üstelik kötü gitmesi, sadece solun elini güçlendirmeye yaradı ve sava§ı bir tek o kazanabilirciL Sonunda geri çekilen ve ayak oyunlarına ba§vuran Jirondenler, çok geçmeden ta§ rada Paris'e kar§ ı bir ayaklanmanın örgütlenmesine dönü§ecek olan, sola kar§ı yanlı§ yargılarla dolu saldırılara giri§ tiler: Baldırıçıplaklar, ani bir darbeyle 2 Haziran'da Jirandenleri devirdi. Böylelikle Jakoben Cumhuriyeti ba§lamı§ oldu.
III Meslekten tarihçi olmayan eğitimli ki§iler, Fransız Devrimi'ni dü§ündüklerinde, akıllarına gelen ba§lıca §ey, 1789'daki olaylarla Il. Yıl'ın Jakoben Cumhuriyeti'dir. Resmiyet dü§künü Robespierre, babayiğit ve çapkın Danton, soğuk devrimci zarafetiyle Saint-Just, kabadayı Marat, kamu esenliği komitesi, devrimci yargılamalar ve giyotin, en açık seçik gördüğü müz imgelerdir. 1789'da Mirabeau ile Lafayette arasında yer alan ılımlı devrimcilerin, 1793'ün Jakoben önderlerinin isimleri, tarihçiler dı§ında herkesin belleğinden silinmi§tir. Jirondenler sadece bir grup olarak ve
FR.MJSIZ DEVRiMi
79
belki de Madam de Roland veya Charlotte Corday gibi siyaseten önemsiz ama romantik kadınların onlara gösterdiği yakınlıktan ötürü anımsan maktadır. Uzman çevreleriri dı§ında kim, Brissot, Vergniaud, Guadet ve geri kalanların isimlerini olsun bilir ki? Muhafazakarlar, Terör döneminin, zincirinden bo§anmı§ isterik bir kana susamı§lık ve diktatörlük olduğu yolunda kalıcı bir imge yaratmı§lardır. Oysa yirminci yüzyılın ölçütleriyle, hatta 1871 Paris Komünü sonrasındaki katliamlarda olduğu gibi, muhafazakarların toplumsal deyrimi bastırırken sergiledikleri rakamlara kıyasla, ondört ayda 17.000 resmi infazla Devrim'in toplu kıyımları nispeten makul sayılırdı. 7 Devrimciler, özellikle Fransa' dakiler, Terör dönemini ilk halk cumhuriyeti ve izleyen tüm ba§kaldınların esin kaynağı olarak görmü§lerdir. Bu nedenledir ki zaten, her günkü insani ölçütlerle değerlen dirilmemesi gereken bir çağdı o. Bu doğrudur. Ancak Terör'ün arkasında duran kararlı orta sınıfFransız lar için, o ne hastalıklı bir §eydi ne de kıyamet habercisiydi; en ba§ta ve her §eyden önemlisi ülkelerini korumanın tek etkin yöntemiydi. Jakoben Cumhuriyeti'nin yaptığı buydu ve ba§arısı insanüstüydü. 1793'ün haziranın da, Fransa'nın seks.en vilayetinden altmı§ı Paris' e kar§ı ayaklandı; Alman prenslerinin orduları, kuzeyden ve doğudan Fransa'yı i§gal ediyorlardı; İngi lizler, güney ve batıdan saldırmı§tı; ülke çaresiz ve tükenmi§ bir haldeydi. Oysa ondört hafta sonra bütün Fransa üzerinde denetim sağlanml§, i§galciler kovulmu§tu. Bu kez Fransız orduları Belçika'yı i§gal etti; neredeyse kesintisiz ve zahmetsiz kazanılacak olan yirmi yıllık bir askeri zaferler dönemine girmek üzereydiler. Oysa, 1794 martma gelindiğinde eskisinden üç kat daha büyük olan ordu, 1793 martındaki maliyetinin yarısıyla çekip çevrilmekteydi. Fransız parasının (ya da büyük oranda onun yerini almı§ assignat~ ların) değeri, önceleri ve sonraları olduğunun tam tersine, hemen hemen sabit tutulmu§tu. Sıkı bir cumhuriyetçi olmasına kar§ın sonradan Napaleon'un en etkili valilerinden biri olan Kamu Esenliği Komitesi'nin Jakoben üyesi]eanbon St Andre'ın, 1812-1813 yenilgileri altında kıvranan imparatorluk Fransası'nı küçümseyerek izlemi§ olması hiç §a§ırtıcı değildir. II. Yıl'ın Cumhuriyeti, üstelik çok daha az kaynakla, çok daha beter bunalımların üstesinden gelmi§ti. * ·"Ne tür bir hükümet muzaffer olmuştu biliyor musunuz? .. Bir Konvansiyon hükü~eti. Kımuzı bereleri, aha kıyafetleri, tahta pabuçlan ile kuru ekmek ve kötü birayla beslenerek yaşayan ve yorgunluktan tartışamayacak, ayakta duramayacak hale gelip toplantı salonianna serilen minderler üzerinde uyuyakalan tutkulu Jakobenlerin hükümeti. Fransa'yı işte bu tür insanlar kurtardı. Beyler, ben onlardan biriydim. Ve şimdi burada, tıpkı girmek üzere olduğum imparatorluk dairesinde olduğum kadar, bu gerçekle de kıvanç duyuyorum." Aktaran J. Savant, Les Prefets de Napoleoıı (1958), s. 111-2.
80 DEVRiM ÇAGI
Bu kahramanlık dönemi boyunca tabanda denetimi elinde tutan Ulusal Konvansiyon'daki çoğunluğa gelince, bu adamlar için yapılacak tercih basitti: Ya orta sınıfın bakı§ açısından ta§ıdığı bütün kosurlara rağmen Terör'ü seçeceklerdi ya da Devrim'in yıkılmasını, ulusal devletin parçalanmasını ve muhtemelen de ülkenin yeryüzünden silinmesini. Polanya örneği ortada değil miydi? Fakat Fransa ümitsiz bir bunalım içinde olmasaydı, birçoğu pekala daha az sert bir rejimi ve elbette daha denetlenen bir ekonomiyi yeğlerdi. Robespierre'in dü§Ü§Ü, ekonominin salgın bir hastalık gibi denetimden çıkmasına ve adi bir vurgunculuğa yol açtı; dörtnala giden bir enflasyon ve 1797'deki ulusal iflasla doruğuna vardı. Ancak en dar bakl§ açısından bile orta sınıf Fransızların beklentileri, birle§ik, güçlü ve merkezi bir devlete dayanıyordu. Öte yandan, çağda§ anlamlarıyla 'ulus' ve 'vatanseverlik' kavramlarını bizzat yaratmı§ olari Devrim, 'büyük ulus' (grande nation) fikrinden nasıl vazgeçebilirdil Jakoben rejimin ilk i§i, Jirondenlerin ve ta§ra ilerigelenlerinin muhalefetine kar§ı kitle desteğini harekete geçirmek ve Paris'in baldırıçıplaklarının önceden seferber edilmi§ kitlesel desteğini muhafaza etmek oldu. Parisli baldınçıplakların diğer taleplerinin ba§a dert olacağı ileride görülecekti, ama genel askerlik yükümlülüğü ('levee en masse'), 'hainler'e kar§ı terör ve genel fiyat denetimi gibi devrimci bir sava§tan yana kimi talepleri, Jakobenlerin ortak duyusuyla örtü§en taleplerdi. O ana dek Jirondenlerin geciktirdiği, az çok radikalle§tirilmi§ yeni bir anayasa ilan edildi. Bu soylu ama akademik niteliktekt belgeye göre, halka genel oy hakkı, ba§kaldırına, çall§ma ya da hayatını idame ettirme hakkı veriliyordu. Hepsinden önemlisi, herkesin mutluluğunun hükümetin hedefi olduğunun ve halkın haklarının yalnızca sözde kalan değil, kullanılır nitelikte haklar old~ğunun resmi ifadesiydi. Bu, modem bir devletin ilan ettiği gerçekten demokratik nitelikteki ilk anayasaydı. Daha somut olarak Jakobenler, tazminat öngörmeksizin feodal haklardan geriye kalanları kaldırdılar; küçük alıcıların, yurtdı§ına kaçanların ellerinden alınan toprakları satın alma olanaklarını artırdılar ve birkaç ay sonra da San Domingo Zencilerinin cumhuriyet için İngilte re'ye kar§ı sava§malarını te§vik etmek üzere Fransız sömürgelerinin tümünde köleliği kaldırdılar. Alınan bu önlemlerin uzun erimli bir sürü sonucu oldu. Bu sayede Amerika'da Toussaint-Louverture'in §ahsında ilk bağımsız devrimci önderin ortaya çıkması mümkün oldu.* Fransa'daysa, o günden • Napoleon Fransası'nın Haiti'yi ele geçimıekte ba§arısız olması, Louisiana Anla§ması (1803) ile A.B.D.'ye satılan geri kalan tüm Amerikan İmparatorluğu'nun tasviye olmasının ba§lıca nedenlerinden biriydi. Böylece Jakobenliğin Amerika'ya ya yıl!§ ının ba§ka bir sonucu da, ABD'yi kıta ölçeğinde bir güç haline getirmek olacaktı.
FRANSIZ DEVRiMi
81
bu güne ülke ya§amına egemen olan; ekonomik olarak geriye dönük, ancak kendilerini Devrime ve Cumhuriyete tutkuyla adaml§ küçük ve orta köylü mülk sahipleri ile küçük esnaf ve dükkan sahiplerinden olu§an zaptedilmez bir kale kuruldu. Hızlı ekonomik kalkınmanın temel ko§ulu olan tarımın veicüçük yatırımın kapitalist yönde dönü§ümü, ernekleyecek kadar yava§latıldı; onunla birlikte kentle§me hızı, iç pazarın geni§lemesi, i§çi sınıfının çoğalması, dolayısıyla proleter devriminin görünmez ilerleyi§i de yava§ladı. Fransa'da uzun süre hem büyük i§ çevreleri hem de i§çi hareketi, kö§eba§ı bakkalları, küçük köylü mülk sahipleri ile kahvehane sahiplerinin olu§turduğu bir denizin çevrelediği adalar gibi, bir azınlık olgusu olarak kalmaya mahkum edildi (9. Bölümle kar§ıla§tırın). Jakobenlerle baldırıçıplakların yaptığı ittifakı temsil eden yeni hükümetin merkezi, bu yüzden belirgin biçimde sola kaydı. Bu durum, hızla Fransa'nın en etkin sava§ kabinesi haline gelen, yeniden olu§turulan Kamu Esenliği Komitesi'nde yansısını buldu. Güçlü, sefih, belki yiyici ama göründüğünden daha ılımlı olan (son krallık idaresinde bakanlık ya pm ı§) son derece yetenekli bir devrimciyi, Danton\ıkaybetti ve en etkili üyelerinden biri haline gelen MaximiHen Robespierre'i kazandı. Kimsenin tarafsız kalamayacağı korkunç ve görkemli II. Yıl'ı hala §ahsında somutladığı için, erdem sanki ki§isel tekelindeymi§ gibi a§ın bir duyarlığa sahip olan bu züppe, tez canlı, ate§li avukatın kar§ısında pek az tarihçi serinkanlı olabilmi§tir. Cana yakın biri değildi; bugünlerde onun haklı olduğunu dü§ünenler bile, genç Saint Just'ü, yani Sparta cennetleri mimarının l§ıltılı matematik keskinliğini ona yeğleme eğilimindel er. Büyük bir adam değil di, hatta yer yer sığ biriydi. Ancak Napoleon sayılmazsa, Devrimin kursadığı ve hakkında bir tapı geli§tirilmi§ tek ki§iydi. Böyle olmasının nedeni, Jakoben Cumhuriyet'in, tarih için olduğu gibi kendisi için de bir sava§ kazanma aygıtı değil, bir ideal olmasından kaynaklanıyordu. Tüm iyi yurtta§lann ulusun nazannda e§it olduğu ve halkın, hainlerin hakkından geldiği, adalet ve erdemin korkunç ve görkemli hükümranlığıydı bu ideal. Bu gücü onaJean-Jacques Rousseau (a§ağıdaki 268-70. sayfalara bakınız) ve billurla§mı§ bir haklılık inancı vermekteydi. Resmen diktatörlük yetkilerine sahip olmadığı gibi, resmi bir görevi bile yoktu; kendisi de Konvansiyon'un -bütün yetkileri elinde toplamasa da, en güçlü- alt komitelerin.den biri olan Kamu Esenliği Komitesi'nin bir üyesiydi sadece. Onun iktidarı, halkın, Paris kitlelerinin iktidarı; onun terörü, halkın terörü deınekti. Nitekim onu terk ettiklerinde, o da dü§tÜ. Arkalarma aldıklan bu desteğe yabancıla§mak zorunda kalmaları, Robespierre'in ve Jakoben Cumhuriyet'in trajedisiydi. Rejim, orta sınıf
82 DEVRiM ÇAGI
ile emekçi kitleler arasındaki ittifaka dayanıyordu; fakat orta sınıfJakoben ler için baldırıçıplaklara verilen ödünler, mülk sahiplerini korkutmadan kitleleri rejime bağladığı için ve bağladığı sürece ho§görülebilirdi; ve bu ittifakta orta sınıf Jakobenler belirleyici konumdaydılar. Bunun yanında, sava§ın gerekleri her hükümeti, baldırıçıplakların serpilip geli§tiği kulüp ve kesimlerin özgür, yerel ve doğrudan demokrasisinin, gönüllü milis birliklerinin, kar§ılıklı savlara dayanan özgür seçimlerin pahasına, merkezile§me ve disiplin yönünde önlemler almaya zorlamaktaydı. 1936-1939 İspanyol İç Sava§ı sonrasında, Anar§istler aleyhine Komünistleri güçlendiren süreç, Hebert'in baldırıçıplaklannı harcamak pahasına Saini:-Just türünden Jakobenleri güçlendirdi. 1794'e gelindiğinde hükümet ve siyaset yekpare bir hal almı§tı ve dizginler, -en mission delegeler aracılığıyla Komite'nin ya da Konvansiyon'un doğrudan görevlendirdiği ki§iler ile Jakoben subayların ve yerel parti örgütlenmeleriyle bağlantılı resmi görevlilerin elindeydi. Son olarak, sava§ ın ekonomik gereklilikleri de halk desteğini soğuttu. Kentlerde fiyat denetimi ve karne uygulaması, kitlelerin yarannaydı; fakat ücretierin dondurulması onlara hayli zarar verdi. Kırsal bölgelerde yiyeceklere sistemli biçimde resmen el konulması (bunu ilk savunanlar kentli baldırıçıplaklar olmu§tur) köylüyü yabancıla§tırdı. Bundan ötürü kitleler, bilhassa baldırıçıplakların en sözünü sakınma yan sözcülerinin, yani Hebertçilerin yargılanıp idam edilmelerinin ardın dan, ho§nutsuzluğa ya da tekinsiz ve küskün bir edilgenliğe girdiler. Bl1 arada, §imdi ba§ını Danton'un çektiği sağcı muhalefete yönelik saldırılar, rejimin daha ılımlı destekçilerinin teyakkuza geçmelerine neden oldu. Bu hizip, her ne kadar sermaye birikiminin unsurları olsalar da dolandırıcı lara, vurgunculara ve karaborsa simsarianna sığınak sağlamaktaydı. ve onları bastırmak için kaçınılmaz biçimde gündeme gelen katı bir püritenlikle haklanndan gelinineeye dek toplumsal devrimierin ba§lannda hep varolagelen ahlakdl§ı, Falstaff-vari* bir hovardalık ve savurganlık bizzat Danton'un §ahsında toplandığından, bu çok daha kolay oldu. Tarihin Dan tonları, Robespierrelerin ya da Robespierreler gibi davranma iddiasın da olanların kaf§ısında her zaman yenilgiye uğramı§lardır. Çünkü bo hemliğin ba§arılı olamadığı yerde, sert ve dar görü§lü bir adanmı§lık ba§arılı olabilir ancak. Robespierre, her §eyden önce sava§an Fransa'nın çıkarları adına çürümeyi ve yiyiciliği ortadan kaldırınakla ılımlıların desteğini kazanml§, ama özgürlüklere ve para kazanmaya sınırlamalar getirmekle bir o kadar da i§adamlarının düzenini bozmu§tU. Son olarak da, hiçbir büyük • Sir John Falstaff, Shakespeare'in IV. Henry ve Wiııdsor'uıı Şen Kadınları adlı eserlerinde yer alan §İ§man, §en §akrak ve ahlaksız bir §Övalye tiplemesi -<;n.
FRANSIZ DEVRiMi 83
görü§ topluluğu, bu dönemin hayli dü§sel ideolojik gezintilerinden (baldırıçıplakların gayreti sayesinde sistemli hıristiyansızla§t:ırnla kampanyalan; Tanrıtanımazlara kar§ı koyma ve mübarekJean-Jacques'in öngörülerini gerçekle§tinne giri§imi olarak -törenlerle de desteklenen- Robespierre'in Üstün Varlık'a inanan yeni toplum dini gibi dü§sel gezintilerinden) ho§lan· mıyordu: Bu arada giyotinin dinrnek bilmeyen ıslığı, bütün siyasetçilere hiç kimsenin gerçekten güvende olmadığını hatırlatıp duruyordu. ı 794 nisanına gelindiğinde, hem sağ hem sol giyotine yollanmı§, bu suretle Robespierreciler siyasal olarak da yalıtlanml§lardı. Onları iktidarda tutan, sadece sava§ bunalımıydı. ı 794 temmuzuncia Cumhuriyetin yeni orduları Fleurus'da Avusturyalıları mutlak bir bozguna uğratıp Belçika'yı i§gal ederek gücünü kanıtladığında,-son da yakla§tl. Konvansiyon, devrim takviminin Dokuzuncu Thermidor'unda (17 Temmuz, 1 794) Robespierre'i devirdi. Ertesi gün, o, Saint-Just ve Couthon, birkaç gün sonra da devrimci Paris Komünü'nün seksenyedi üyesi idam edildiler.
IV Thermidor, Devrimin kahramanlık dolu, herkesin anılarında yer etmi§ olan döneminin sonudur: Kendilerini Brutus ve Cato gibi gören kırmızı hereli dürüst yurtta§ların, üstü ba§ı dökülen baldırıçıplakların ve "Lyon artık yok" ya da "Onbin asker ayakkabısız. Strasbourg'daki aristokratların ayakkabılarını alacak ve bunları yarın sabah saat be§ te gönderilmek üzere karargaha getireceksiniz"8 gibi klasik ve tumturaklı deyi§lerin, ama aynı zamanda insani deyi§lerin de dönemiydi. Bu dönem, ya§amak için pek rahat bir dönem değildi, zira çoğu insan aç ve birçokları da korku içindey· di; ama bu, ilk nükleer patlama kadar korkunç ve geri dönÜ§Ü olmayan bir olguydu ve tüm bir tarihi kalıcı biçimde deği§tirdi. Yarattığı enerji, Avrupa'nın eski rejimlerinin ordularını çerçöp gibi süpürüp atmaya ye tti. Teknik açıdan devrimci olarak nitelenen dönemin (ı 794-1799) geri kalanında, Fransız orta sınıfının önünde, 1789-ı 791'deki özgün liberal program temelinde siyasi istikrarın ve ekonomik ilerlemenin nasıl sağlana cağı sorunu durmaktaydı. 1870'den itibaren parlamenter cumhuriyet içinde çoğu zaman i§e yarar bir, formül bulacak olsa da, bu soruna o günden beri gerektiği gibi bir çözüm bulamamı§tır. Rejimin, Direktuvar (1795-9), Konsüllük (1799-ı804), imparatorluk (1804-14), Bourbon Monar§isinin geri dönmesi (18ı5-30), Anayasal Monar§i (1830-48), Cumhuriyet (ı848-5ı) ve imparatorluk (ı852-70) biçimindeki hızlı deği§imleri, bir yandan Jakoben demokratik cumhuriyet ve eski rejimin
84 DEVRiM ÇAGI olu§turduğu
çifte tehlikeden sakınmak, diğer yandan burjuva toplumunu sürdürmek yönünde giri§imlerdi. Thermidorcuların büyük zaafı, siyasi. destekten yoksun olmalarıydı; kitlelerirıonlara en fazla tahammül gösterdiğinden söz edilebilir. Canlanan aristokratik tepki ile, çok geçmeden Robespierre'irı dü§Ü§ünden pi§manlık duymaya ba§layan Jakoben-Baldınçıplaklarla Paris yoksulları arasinda sıkı§ıp kaldılar. 1795 yılında her ikisirte kar§ı da kendilerini korumak üzere denge ve denet sistemi içeren ayrıntılı bir anayasa yaptılar. Dönem dönem sağa ve sola kaymalada kararsız bir denge tutturdular. Fakat muhalefeti dağıtmak üzere giderek orduya dayanmak zorunda kaldılar. Bu, garip biçimde Dördüncü Cumhuriyet'i andıran bir durumdu; sonu da ona benzedi: Bir generalin yönetimi. Ancak Direktuvar, dönem dönem ortaya çıkan darbelerin ve komploların (1795'deki çe§itli ayaklanma ve komplolar, Babeuf'un 1796 yılındaki komplosu, 1797'de Fructidor, 1798'de Floreal, 1799'da Prairial)* bastırılmasında orduya daha çok bağımlıydı. Zayıf ve halk desteği olmayan bir rejim içirı eylemsizlik yegane sağlam temirıattır; oysa orta sınıfın ihtiyaç duyduğu §eY, giri§im ve yayıl maydı. Çözümsüz gibi görünen bu sorunu ordu halletti. Fetihlere giri§ti; kendi giderini kendi kar§ıladı; dahası, ganimet ve fetihleriyle hükümete de kaynak sağladı. Zamanla ordunun en zeki ve becerikli önderi olan Napoleon Bonaparte'ın, ordunun zayıfbir sivil rejimden tümüyle vazgeçebileceğine karar vermesinde §a§ırtıcı ne yan olabilirdi? Bu devrimci ordu, Jakoben Cumhuriyetin en zorlu çocuğuydu. Devrimci yurtta§lann 'levee en masse' (topluca askere alınmaları) ile ortaya çıkmı§, kısa sürede profesyonel sava§çılardan olu§an bir güce dönü§mܧtÜ. Zira 1793 ile 1798 arasında hiçbir sefer-görev emri çıkmamı§ ve askerlik yapmak istemeyen ya da yeteneldi olmayanlar kitleler halinde firar etmi§lerdi. Bu sayede ordu, devrimin temel niteliklerini korumu§, bu arada yerle§ik bir çıkar grubu niteliği de kazanmı§tı; tipik Bonapartist bir karl§ım. Devrim ona, Napoleon'un olağanüstü generalliğiyle kullanacağı errısalsiz bir askeri üstünlük kazandırmı§tı. Ordu, her zaman için rastgele askere alımların gerçekle§tirildiği bir yer olarak kalclı; acemi erler toplanıyor, eski askerlerden eğitim ve terbiye alıyorlardı; ·ı
ayların
isimleridir.
FRANSIZ DEVRiMi
85
dan bağımsız kıldı. Hiçbir zaman etkin bir ikmal sistemine sahip olmadı; çünkü ordu birlikleri, bulunduklan ülkenin imkanlarıyla geçiniyorlardı. Hiçbir zaman ba§lıca ihtiyaçlarını güç bela da olsa kar§ılayabilecek bir silah endüstrisi tarafından desteklenmedi; çarpı§maları öylesine bir hızla kazamyordu ki, silaha ihtiyacı pek olmadı: 1806 yılında büyük Prusya ordusu, içindeki bütün bir kolordunun yalnızca 1.400 büyük top atı§ı gerçekle§tirdiği bir ordu önünde darmadağın oldu. Generallerin güvenebilecekleri tek §ey, sınırsız bir saidırma cesareti ve hatırı sayılır miktarda yerel yardımdı. Ku§kusuz, ordunun kendinden kaynaklanan zaafları da vardı. Napoleon ve bir iki generalin dı§ında, komuta geleneği ve kurmay çall§ması zayıftı; çünkü devrimci general ya da Napoleoncu mare§al, pek büyük bir olasılıkla kafasından ziyade cesaretinden ve önderliğinden dolayı terfi etmi§ kaba bir 'ba§çavu§' ya da 'bölük komutanı' tipiydi. Kahraman, ama oldukça budala olan Mare§al Ney, bu bakımdan çok tipiktir. N apo leon, sava§ları kazandı; mare§alleriyse kaybetme eğilimindeydi. Yarım yamalak ikmal sistemi, Belçika, Kuzey İtalya ve Almanya gibi geli§mi§, zengin ve yağmaya elveri§li ülkelerde yeterli oluyordu. Polonya ve Rusya'nın ıssız bölgelerindeyse, göreceğimiz gibi çöktü. Sağlık hizmetlerinin hiç olmaması, kayıpları çoğalttı: 1800 ile 1815 yıllan arasında Napoleon, birliklerinin yüzde 40'ını kaybetti. Bunların üçte biri firar yoluyla olmu§sa da, kayıpların yüzde 90-98'ini muharebe sırasında değil, aldığı yaralar, hastalık, bitkinlik ve soğuk yüzünden ölenler olu§turuyordu. Özetle bu ordu, bütün Avrupa'yı, yalnız böyle yapabilme yeteneğinde olduğundan değil, böyle yapmaya mecbur olduğu için, ani ve §iddetli hamlelerle fethetti. Öte yandan ordu, burjuva devriminin yetenekli ki§ilere açtığı diğer alanlar gibi mesleki bir alandı; bu i§te ba§arılı olanların da, diğer bütün burjuvalar gibi ülkenin istikrar kazanmasında çıkarları vardı. Jakobenliğine rağmen orduyu Thermidor sonrası hükümetlerin direği yapan ve önderi Bonaparte'ı da burjuva devrimini sonuçlandırıp burjuva rejmini ba§latmaya uygun bir ki§ilik kılan i§te budur. Napoleon, barbar memleketi olan Korsika ölçülerine göre kibar bir aileden gelmi§ olmakla birlikte, tipik bir karisyeristti. 1769'da doğdu; kraliyer ordusunun teknik yeterliliğin vazgeçilmez olduğu ender dallarından birinde, topçuluk alanında yava§ yava§ yükseldi; hırslı, zor beğenen biriydi ve devrimciydi. Devrim ve bilhassa tüm gücüyle desteklediği Jakoben diktatörlüğü zamanında son derece önemli bir cephede yerel bir komiser tarafından oldukça yetenekli ve gelecek vaad eden bir asker olarak farkedildi. Komiser de raslantı eseri Korsikalı'ydı, ancak bu durum görü§lerini olumsuz yönde pek etkilememi§ olmalı. II. Yıl, onu general yaptı. Robespierre'in dü§ü§ünden sağ
86 DEVRiM ÇAGI
salim yakayı sıyırmayı ba§ardı ve Paris'te i§e yarar bağlantılar geli§tirme bu sıkıntılı günlerden sonra ona yardımcı oldu. Kendisini sivil otoritelerden bağımsız hareket eden Cumhuriyet'in birinci asker ki§isi yapacak olan 1796 İtalyan Seferi'nde §ansı yaver gitti. 1799 yılının yabancı i§galleri Oirektuvar'ın güçsüzlüğünü ve kendisinin de vazgeçilmezliğini ortaya koyunca, iktidar yarı yarıya kendisine teslim edilmi§, yarı yarıya da kendisi tarafından ele geçirilmi§ oldu. Birinci Konsül oldu; ardından ömür boyu Konsül ilan edildi; ardından İmparatorluğa getirildi. Kendisinin gelmesiyle birlikte, sanki bir mucize olmu§ gibi, Direktuvar'ın çözülmeyen sorunları çözülür hale geldi. Birkaç yıl içinde Fransa'nın bir Medeni Kanun'u oldu, kiliseyle anla§tı ve hatta burjuva istikrarının en çarpıcı simgesi olan Merkez Bankası'nı kurdu. Böylelikle dünya ilk laik mitine kaVU§tU. Ya§lı okurlar ya da eski adedere bağlı ülkelerdeki okuyucular, N apoleon mitinin yüzyıl boyunca nasıl ya§adığını bilirler: Orta sınıftan hiçbir ev, onun büs tü olmadan tamam sayılmazdı ve nüktedan, zeki bro§Ür yazarları §aka yollu da olsa onun bir insan değil, bir güne§-tann olduğunu ileri sürerlerdi. Bu mitin olağanüstü gücü, ne Napoleon'un zaferleriyle, ne N apoleoncu propagandayla, hatta ne de N apoleon'un §üphe götürmez ki§isel dehasıyla açıklanabilir. Bir insan olarak iktidar onu oldukça çirkinle§tirmi§se de, hiç tartı§masız son derece parlak, çok yönlü, zeki ve dü§ gücü olan biriydi. Bir general olarak benzersizdi; bir yönetici olarak son derece etkili br tasarımcı, §ef, idareci, icracı ve kendisine bağlı olanların yapmakta olduklarını kavrayıp yol gösterebilecek çok yönlü bir zihinsel yeterliliğe sahipti. Bir birey olarak etrafına bir büyüklük duygusu saçıyor gibi görünür; ancak Goethe gibi buna tanıklık edenlerin çoğ onu, mit çoktan etrafını sarmı§ken, §anının doruklarındayken görmütür. Hiç ku§ku yok ki, büyük bir insandı ve belki Lenin istisna tutulabilir, ama tarihin portreler galerisinde bugün dahi belirli bir eğitim görmü§ insanların çoğu nun (minyonluğu, alnından öne doğru taranmı§ saçı ve yan açık yeleğine so kulu elinin olu§turduğu üçlü belirti sayesinde de olsa) derhal tanıyacağı resimlerden biridir. Onun byüklüğünü yirminci yüzyılın büyüklük adaylarıyla ölçü§türmeye kalkmak, yersiz bir i§ olurdu. Çünkü Napoleon miti, Napoleon'un kendi hikmetlerine dayanmaktan çok, zam'anında biriciklik gösteren kariyerine ili§ kin o lgulara dayanmaktadır. Geçmi§in dünyayı sarsan büyük §öhretleri, ya İskender gibi kral olarak ya da Julius Caesar gibi patrici olarak ba§lamı§lardı; ama Napoleon salt ki§isel yeteneği ile 'ufak bir onba§ı'lıktan, bir kıtanın yönetimi mertebesine yükseldi (Bu tam olarak doğru olmamakla birlikte, onun yükseli§i bu yeteneği,
FRANSIZ DEVRiMi
87
berimlerneyi makul kılacak denli göz kama§tıncıdır). Kitaplar devirmi§, genç Bonaparte'm yaptığı gibi iyi kötü §Ür ve roman yazmı§, Rousseau'ya hayran her genç aydın, artık gökyüzünü kendi sun olarak dü§ünebilir, adının ba§ harflerini defne yapraklanyla çevrelenmi§ olarak görebilirciL Ai"tık her i§adamının, tutkusu için bir adı vardı: Aralannda kli§ele§tiği gibi endüstrinin ya da 'Mali dünyanın Napoleon'u' olmak. Sıradan insanlar, kendieri gibi sıradan birinin kral olmak için doğanlardan daha büyük biri haline gelmesiyle ka:r§ılanna çıkan benzersiz tablo kar§ısında §a§kına dönmü§lerdi. Napoleon, çifte devrimin dünyayı insanların ihtirasına açtığı bir anda bu hırsa ki§isel bir ad verdi. Yine de o bundan fazla biriydi. Onsekizinci yüzyılın uygar, akılcı, ara§tırmacı, aydınlanmı§ insanlanndan biriydi; fakat takipçisi olduğu Rousseau gibi o da bir ondokuzuncu yüzyıl romantiğiydi. Devrimin insanıydı ve istikrarı getiren adamdı. Kısacası, geleneklerden kopan her insanın rüyalarında kendini özde§le§tirebileceği bir çehreydi. · Bunların yanında Fransızlar için çok daha basit §eyler de ifade etmekteydi: Uzun tarihlerindeki en ba§arılı hükümdardı. Ülke dı§ında muhte§em zaferler elde etmi§ti ülke içinde de bugüne dek varlığını sürdürmü§ Fransız kurumlarını kuran ya da yeniden kuran ki§iydi. Ku§kusuz çoğu fikirleri, belki de hepsi Devrim ve Direktuvar tarafından dile getirilmi§ti; onun ki§isel katkısı, bunları daha muhafazakar, hiyerar§ik ve otoriter kılmak oldu. Kendisinden önce gelenler sadece dü§ünmü§tü, o hayata geçirdi. Bütün bir Angio-Sakson olmayan burjuva dünyasına örnek olacak Fransız hukukunun apaçık büyük anıtlan (Code'lar), Napoleon'un eseriydi. En yukandan en a§ağı kademesine, mahkeme, üniversite ve okullardaki makam hiyerar§isi onun imzasını ta§ır. Ordu, devlet memurluğu, eğitim, hukuk gibi Fransız kamu ya§ arnının büyük 'kariyerleri', hala Napoleon dönemindeki biçimlerini korumaktadırlar. Onun yaptığı sava§lardan geri dönemeyen yarım milyon Fransız dı§ında herkese istikrar ve refah getirdi; onların a:krabalanna dahi §erefkazandırdı. İngilizler, kendilerini tiranlığa kar§ı özgürlük için sava§an kimseler olarak görürler; fakat 1815'de İngilizlerin çoğu, muhtemelen 1800'de olduklarından daha yoksul ve kötü durumdayılar. Oysa Fransızların çoğunun durumu, hemen hemen kesinlikle daha iyiydi. Hala ihmal edilebilir konumda olan ücretli i§çiler dı§ında, Devrimin sağladığı maddi ekonomik kazanımları kaybetmi§ kimse yoktu. Bonapartizmin, Naoleon'un dü§Ü§ünden sonra, siyasetle ilgilenmeyen Fransızların, bilhassa zengin köylülerin ideolojisi olarak kalmasında esrarengiz bir yan yoktur. 1851 ile 1870 yılları arasında ikinci ve küçük bir Napoleon'un varlığı, bu mirası çarçur etmeye yetti.
88 DEVRiM ÇAGI
Sadece bir tek §eyi yıkml§tı: Jakoben Devrimi'ni; onun görkemi altında e§itlik özgürlük ve karde§lik dü§ünü. Onunkinden daha güçlü bir mitti bu; çünkü onun dü§mesinden sonra, onun anısı değil, kendi ülkesinde bile bu dü§tür ondokuzuncu yüzyıl devrimlerine ilham veren. baskıyı ortadan kaldırmak için ayaklanan halkın dü§ünü,
4 Savaş
Bir yenileşme döneminde, yeni olmayan her şey kötüdür. Monarşininaskerlik sanatı artık bize uymuyor; zira bizler yeni insanlanz ve faı·klı düşmanlanmız var. Halkın iktidan ve fetilıleri,siyaset ve savaşlanmn görkemi, her zaman tek bir ilkeye, tek bir güçlü kurnma dayanmıştır ... Ulusumuz kendine özgü bir ulusal kişiliğe şimdiden salıiptir. Onun askeri sistemi düşmanlanndan farklı olmalıdır. O halde, şayet Fransız ulusu bizim azim ve yeteneğimizden ötürü ürkütücüyse ve şayet düşmanlanmız sakaı; soğuk ve ağırkanlıysalar askeri sistemimiz de atılgan olmalıdır. Saint-Just, Kamu Güvenliği Komitesi adına Ulusal Meclis' e sunulan rapoı; II. Yıl'ın ilk ayımn 19. Günü (lO Ekim 1973) Savaşın ilahi olarak değildir.
Tann savaşı
mukadder olduğu doğru değildir; toprağın kana susadığı doğru
lanetlemiştir; savaşanlar
ve onu gizemli bir dehşet içinde sürdürenler
de öyle. Alfred de Vigny, Servitude etgrandeurmilitaires
I Avrupa, 1792-1815 arasında neredeyse kesintisiz bir sava§a sahne oldu. Bu sava§ durumu, zaman zaman Avrupa dı§ındaki sava§larla (1 790'lar ile 1800'lerin ba§larında Batı Hint Adaları'nda, Doğu Akdeniz'de ya da Hindistan' daki sava§ lar, zaman zaman deniz a§ırı hareka dar, 18121814'de Amerika'daki sava§lar) birle§ti ya da çakı§tı. Dünya haritasını deği§tirdiklerinden, bu sava§larda alınan zaferler ya da yenilgiler oldukça önemliydi. O nedenle öncelikle sava§ların sonuçlarını gözönüne almamız gerekir. Fakat, bu kadar somut olmayan bir ba§ka soruna da eğilmemiz gerekecek. Fiili sava§ sürecinin, askeri seferberliğin ve harekatların ve bunlara bağlı olarak alınan siyasal ve ekonomik önlemlerin sonuçları neydi? Bu benzersiz yirmi yıl boyunca, çok farklı iki türden dü§man kar§ı kar§ıya geldiler: Devletler ve sistemler. Fransa çıkarları ve özlemleri olan bir devlet olarak, kendisi gibi diğ~r devletlerle kar§ı kar§ıya geldi (ya da ittifak içinde oldu). Fakat öte yandan Fransa, bir Devrim olarak, dünya halklarına tiranlığı devirmek, özgürlüğe kavu§mak için çağrıda bulunmu§,
90 DEVRiM ÇAGI
muhafazakarlar ve reaksiyonerler de ona kar§ı koymu§tur. Devrimci sava§ın ilk mah§eri yıllarından sonra bu iki çatı§ma hattı arasındaki farkın azaldığına ku§ku yoktur. Napoleon'un hükümranlığının sonuna gelindiğinde, Fransız birliklerinin yengilerinde, i§gallerinde ve ilhaklarında, emperyalist fetih ve sömürü ögesi, özgürle§me ögesine galebe çaldı; o nedenle de uluslararası sava§ durumunun, uluslararası (ve herbir ülkedeki) iç sava§la ili§kisi azaldı. Diğer taraftan, kar§ıdevrimci güçlere, devrimin Fransa'daki ba§arısından artık geri dönü§ olmadığı kabul ettirildi; bunun sonucunda bu güçler, aydınlıkla karanlığın güçleri arasında değil, olağan i§ leyen devletler arasında (belli çekincelerle) barı§ ko§ullannı görü§meye hazır hale geldiler. Hatta Napoleon'un il yenilgisinin daha dumanı üzerindeyken, büyük devletler, ili§ kileri diplomasinin düzenlediği geleneksel ittifak, kar§ı ittifak, blöf, tehdit ve sava§ oyununda Fransa'nın e§it bir oyuncu olarak eski yerini yeniden almasına izin vermeye hazırdılar. Yine de, hem devletler hem de toplumsal sistemler arasında bir çatı§ma olarak sava§lann ikili doğası deği§meden kaldı. . Toplumsal açıdan değerlendirirsek, taraflar oldukça e§itsiz bir biçimde ayrılmı§lardı. Fransa'dan ba§ka, devrimci kökeni ve İnsan Haklan Bildirgesi'ne sempatisi nedeniyle Fransa'ya ideolojik yakınlık duyabilecek tek bir önmli devlet vardı: Amerika Birle§ik Devletleri. Aslında ABD, Fransa'ya sırtını dayadı ve hiç değilse bir defa (1812-14), Fransa ile ittifak içinde olmasa da, ortak dü§man İngiltere'ye kar§ı sava§tı. Ne var ki ABD büyük ölçüde tarafsız kaldı; İngilizlerle olan anla§mazlığı da ideolojik açıklamalar gerektiren bir §ey değildi. Geri kalanlar içinde Fransa'nın ideolojik müttefikleri, ba§lı ba§ına devlet güçleri olmaktan çok, ba§ka devletlerin içindeki partiler ve fikir akımlanydı. Çok geni§ bir anlamda, eğitim görmü§, yetenekli ve aydınlanml§ herkes, en azından Jakoben Diktatörlüğü'ne (bazen de daha sonrasına) kadar Devrime yakınlık duyuyordu. (Beethoven, ona ithaf ettiği Eroica Senfonisi'ni, ancak Napoleon kendini imparator ilan edince geri aldı). Ba§langıçta Devrimi destekleyen Avrupalı dahilerin ve yetenekierin listesi, sadece 1930'ların İspanya Cumhuriyeti'ne duyulan benzer ve neredeyse evrensel sempati ile kar§ıla§tınlabilir. İngiltere' de §airler - Wortsworth, Blake, Coleridge, Robert Burns, Southey-, bilim adamları, kimyacı]oseph Priestley ve Birmingham Ay Derneği'nin çok sayıda seçkin üyesi*, demiryapımcısı Wilkinson, mühendis Thomas Telford gibi teknisyen ve sanayiciler ile, genel olarak liberal (whig) ya da muhalif aydınlar bu listede yer alıyordu. ·James Watt'ın oğlu,
babasının ihtarına rağmen
Fransa'ya gitti.
SAVAŞ
91
Almanya' da Kant, Herder, Fichte, Scelling ve He gel gibi filozoflar, Schiller, Hoelderlin, Wieland ve ya§lı Klopstock gibi §airler ve müzisyen Beethoven, İsviçre' de eğitim ci Pestalozzi, psikolog Lava ter ve ressam Fuessli (Fuseli), İtalya'da kiliseye muhalif görü§lere sahip hemen herkes de bu listeye dahildi. Ne var ki, Devrim yanına çektiği bu aydın desteğini ve tanınmı§ saygıdeğer yabancı sempatizanlada onun ilkelerinin yanında durmaya iman etmi§ insanları fahri Fransız yurtta§lığıyla* onurlandırmı§sa da, ne bir Beethoven ne de bir Robert Bums, kendi ba§larına fazla bir siyasal ya da askeri önem ta§ıyordu. Fransa'yla benzer toplumsal ko§ullara sahip ve sürekli bir kültürel bağı bulunan Fransa'ya yakın bölgelerde (Hollanda, Lüksemburg ve Belçika, Ren Bölgesi, İsviçre ve Savoy), İtalya' da ve biraz daha farklı nedenlerle İrlanda ve Polonya'da] akobenseverlik ya da Fransız-yanda§lığı gibi önemli bir siyasal duyarlılık bulunmaktaydı. İngiltere'de ise 'Jakobenlik', Terör döneminden sonra bile, ku§kusuz büyük siyasi öneme haiz bir olgu olabilirdi; ne var ki, popüler İngiliz milliyetçiliğinin geleneksel Fransız-kar§ıtlı ğına çarptı (semirmi§ John Bull'un** açlıktan kırılan kıtalıları horlaması -dönemin popüleı: karikatürlerinde tüm Fransızlar çöp gibi incecik çizilirlerdi- ve aynı zamanda İskoçya'nın ezeli müttefiki de olsa, her §çyden önce İngiltere'nin 'ezeli dü§mam'na duyulan husumet, aynı oranda bu milliyetçiliğin bir parçasıydı.)*** İngiliz Jakobenliği, en azından ilk genel co§kunluk havası geçtikten sonra, öncelikle zanaatkarlara veya i§çi sınıfı na ait bir görüngü olması bakımından benzersizdir. Corresponding Societies'in [Yazl§ma Dernekleri], i§çi sınıfının ilk bağımsız siyasi örgütü olduğu söylenebilir. Ancak İngiliz Jakobenliği, Tom Paine'inyakla§ık bir milyon satan İnsan Hakları kitabında benzersiz güçlü bir ses buldu. Yine, İngiltere'nin ki§isel özgürlük geleneklerini ve Fransa'yla görü§meler yoluyla barı§ yapıl masını savunmaya hazır, zenginlikleri ve toplumsal konumları nedeniyle kovu§turmadan bağl§ık olan Whig yanlısı çıkar gruplarından da belli bir siyasal destek buldu. Yine de, sava§ın en hayati safhasında ayaklanan (1 797) Spithead'deki filonun, ekonomik talepleri kar§ılamr kar§ılanmaz Fransızlara kar§ısava§mak için bir kez daha denize açılmalarına izin veril• İngiltere'den Priestley, Bentham, Wilberforce, kölelik karşıtı mücadele veren Clarkson, James Mackintosh, Davim Williams; Almanya'dan, Klopstok, Schiller, Caınpe ve Anarcharsis Cloots; İsviçre'den Pestalozzi; Polanya'dan Kosziusko; İtalya'dan, Gorani; Hollanda'dan Comelius de Pauw; ABD'den Washington, Haınilton, Madison, Tom Paine ve Joel Barlow. Bunların hepsi, Devrime yakınlık göstermedi. •• Tipik İngiliz için kullanılan bir lakap. İskoçyalı John Arbuthnot'un yazdığı Tlıe History of]olın Bull (1712) adlı hiciv romanının esas ki§isi -çn. ••• İskoç Jakobenliğinin çok daha etkili bir halk gücü olmasında bunun da ilgisi olabilir.
92 DEVRiM ÇAGI
mesi için yaygara koparmas ı, İngiliz Jakobenliğinin ne kadar zayıf olduğu nu gösteren bir olgudur. İberik yarımadasında, Habsburg dominyonlarında, Orta ve Doğu Almanya' da, İskandinavya'da, Balkanlar'da ve Rusya' da ise Jakobenlik sevgisi, göz ardı edilebilir bir güç tü. Ate§li gençleri, aydınlanmacı aydınları ve Macaristan'daki lgnatus Martinovics ya da Yunanistan'daki Rhigas gibi ülkelerinin ulusal ve toplumsal özgürle§me mücadelesinde öncüler olarak saygın yerleri olan ki§ileri kendine çekebilmi§ti ancak. Bağnaz ve cahil köylülerden soyutlanmı§ olmalarını bırakın bir yana, görü§lerinin orta ya da daha üst sınıfl~r arasında herhangi bir kitle desteğinden yoksun olması, Jakobenliği, Avusturya'da olduğu gibi darbe yapmaya giri§tikleri zaman dahi kolayca bastırılacak bir hareket haline getirdi. Birkaç küçük öğrenci kalkl§masından ya da 1792-5 yıllarının Jakoben casusluğundan, güçlü ve sava§çı İspanyol liberal geleneğinin doğması için bir ku§ağın geçmesi gerekecekti. Gerçek §Uydu: Fransa dı§ında Jakobenlik, eğitimli ve orta sınıflarda dolaysız ideolojik bir çekicilik yarattı; dolayısıyla Jakobenliğin siyasal gücü de, onların etkinliğine ya da onu kullanma iradelerine bağlıydı. Örneğin Fransız Devrimi, Polanya'da derin bir etki yaratını§tır. Fransa, öteden beri Po lanyalıların gözünde, ülkenin büyük bölümünü zaten ilhak etmi§ ve çok geçmeden de tamamen kendi aralannda bölü§ecek olan Prusyalı lar, Ruslar ve Avusturyalıların ortak hırslarına kar§ı, kendilerine arka çıkacağını umdukları ba§lıca yabancı güç tü. Aynı zamanda Fransa, bütün dü§ünen Po kmyalıların ancak o sayede ülkelerinin cellatlarına kar§ı direnebileceklerinde hemfikir oldukları köklü bir reform modeli sunmaktaydı. O yüzden, 1791 [Polanya] Reform anayasasının bilinçli ve köklü bir biçimde Fransız Devrimi'nden etkilenmi§ olması hiç §a§ırtıcı değildir. Bu anayasa, söz konusu etkiyi ta§ıyan ilk modern anayasaydı.* Fakat Palonya'da reformcu soylular ve toprak sahipleri, diledikleri gibi hareket etme serbestisine sahiplerdi. Viyana ile yerel özerklik yanlıları arasındaki sürekli kanayan bir çatl§manın, ta§ra soylularına, direni§ kuramlarıyla (Gömör Kon tl uğu, Rousseau'nun Toplum Sözleşmesi'ne aykırı olduğu için sansürün kaldırılmasını istemi§ti) ilgitenrnek için benzer bir neden sağladığı Macaristan'dakilerinse böyle bir serbestlikleri yoktu. Bunun sonucu olarak 'Jakobenlik' orada hem daha zayıftı hem de daha az etkili oldu. Yine, İrlanda'da ulusal ve tarımsal nedenlerden kaynaklı ho§nutsuzluk, 'Jako• Polanya esasen bir soylular ve toprak sahipleri Cumhuriyeti olduğu için, anayasa ancak çok yüzeysel bir anlamda 'Jakoben' niteliktedir: Soyluların hakimiyeti kaldırılmaktan çok güçlendirilmi§tir.
SAVAŞ
93
benlik'i, 'Bile§ik İrlandalılar' hareketinin önderlerinin özgür dü§ünceli masonik ideolojisine verilen desteği kat ve kat a§an siyasal bir güç haline getirdi. Katı Ka to lik olan bu ülkede kilise, tanrısız Fransızların zaferi için ayinler düzenliyordu. İrlandalılar, i§galci Fransız birliklerine kucak açmaya hazırdı; Robespierre'e yakınlık duydukları için değil, İngilizlerden nefret ettikleri ve onlara kar§ı bir müttefik aradıkları için. Öte yandan yoksulluğun ve Katalikliğin e§it derecede yaygın olduğu İspanya'da, Jakobenlik tam tersi bir nedenle tutunamadı: İspanya'yı baskı altında tutan yabancı lar yoktu ve böyle bir §eyi yalnızca Fransızların yapma ihtimali vardı. Ne Polanya ne de İrlanda, Jakobenlik sevgisinin tipik ömekleriydiler; zira devrimin gerçek programı buralarda hemen hiç taraftar bulmadı. Bu, Fransa'nınkine benzer toplumsal ve siyasal sorunların bulunduğu ülkelerde gerçekle§ti. Bu ülkeler iki gruba ayrılıyorlardı: Yerli 'Jakobenlik'in siyasal gücü ele geçirme §ansının hayli yüksek olduğu devletler ile, ancak Fransa'nın fethinin ileri götürebileceği ülkeler. Hollanda, Belçika, Lüksemburg, İsviçre'nin bazı yerleri ve muhtemelen bir ya da iki İtalyan devleti ilk gruba, Batı Almanya'nın büyük bölümüyle İtalya ikinci gruba giriyordu. Belçika. (Avusturya Hollandası) 1789'da zaten ayaklanmı§tı; Camille Desmoulins'in, gazetesine 'Les RevolutiiJrıs de Frarıce et de Brabant' (Fransa ve Brabant Devrimleri) adını verdiği sık sık unutulur. Fransa yanda§ı devrimciler (demokrat Vorıckistler), ku§kusuz muhafazakar Statistlerden daha güçsüzdüler; ama ülkelerinin Fransızlarca fethedilmesine gerçek bir devrimci destek verecek kadar güçlüydüler. Birle§ik Eyalerler'de Fransa ile ittifak arayı§ındaki 'vatanseverler', bir devrimi göze alacak kadar güçlü olsalar da, dl§arıdan yardım almadan bunu ba§arabilecekleri yolunda ku§kuları vardı. Bunlar, küçük orta sınıfı ve büyük tüccar soyluların olu§turduğu egemen oligar§ilere kar§ı birlikte harekete geçenleri temsil ediyorlardı. İsviçre'nin kimi Protestan kantonlarında, sol kanat unsurlar hep güçlü olmu§ ve Fransız etkisi her zaman güçlü bir biçimde hissedilmi§tir. Burada da, Fransız is tilası yerel devrimci güçler yaratmaktan çok onların gücünü artırdı. Batı Almanya ve İtalya'da ise durum böyle değildi. Fransız i§gali, özellikle Mainz' deki ve güneybatıdaki Alman Jakobenlerince ho§ kar§ılandı; ama bunların, kendi ba§larına hükümetlerine sorun çıkaracak kadar bir mesafe katetmi§ oldukları söylenemezdi.* İtalya'da aydınlanmacılığın ve · masonluğun yaygınlığı, eğitimli ki§iler arasında Devrimi son derece popüler kıldı; ancak yerelJakobenlik, neredeyse bütün aydınlanmı§ (yani kilise • Fransızlar, uydu nitelikte olan bir Ren Cumhuriyeti kurmayı bile başaramadılar.
94 DEVRiM ÇAGI
kar§ıtı) orta sınıfı ve toprak sahiplerinin bir bölümünü yanına çektiği Napali Krallığı'nda güçlüydü ve Güney İtalya'nın ikliminde hayli serpilmi§ olan gizli loncalar ve demekler içinde çok iyi örgütlenmi§ti. Ancak toplumsal devrimden yana kitlelerle ili§ ki kurmacia tamamen ba§arısız olmasının acısını çekti. Fransızların ilededikleri haberi gelir gelmez, Napoli Cumhuriyeti'ni kurmak zor olmadı. Ancak Papa ve Kralın bayrağı altında sağcı bir toplumsal devrim sonucunda aynı kolaylıkla devrildi. Çünkü köylüler ve Napaliten ayaktakımı (lazzaroni), belli bir hakWıkla Jakobenliği 'faytonlu biri' olarak tanımlıyorlardı. O halde, üstünkörü bir ifadeyle, yabancıJakobenlik sevgisinin askeri değeri, esas olarak Fransız fetihlerine yardımcı olmak ve fethedilen topraklarda siyasi olarak güvenilir yöneticiler sağlamaktı. Gerçekten, yerel Jakobenliğin güçlü olduğu yerlerdeki eğilim, uydu cumhuriyedere dönü§mek ve sonra vakti geldiğinde Fransa'ya iltihak etmek yönündeydi. 1795'te Belçika ilhak edildi; aynı yıl Hollanda Batavian Cumhuriyeti'ne ve giderek Banapartların bir aile krallığına dönü§tÜ. Ren bölgesinin sol §eridi ilhak edildi ve Napoleon'un (Berg Büyük Dükalığı -§imdiki Ruhr Havzası- ve Westphalia krallığı gibi) uydu devletleri ve doğrudan ilhaklar, kuzeybatı Almanya'ya doğru boylu boyunca yayıldı. İsviçre, ı 798'de Helvetia Cumhuriyeti oldu ve daha sonra ilhak edildi. İtalya'da ağırlıkla uydu devletler olan İtalyan Krallığı ile N apo li Krallığı'nın dı§ında, giderek kısmen Fransız toprağı haline gelecek olan (Cisalpine (ı 797), Liguria (ı 797), Roma (ı 798), Partenope (ı 798) gibi) birdizi cumhuriyet kuruldu. Yabancı Jakobenliğin belli bir askeri önemi olmu§ tU. Fransa'da da yabancı Jakobenler Cumhuriyetçi stratejinin olu§turulasında önemli bir rol oynadılar. İtalyan asıllı Napoleon Banapart'ın Fransız ordusunda yükseli§inde ve İtalya'da sonradan elde ettiği ba§arılarda azımsanmayacak bir payı bulunan Salicetti grubu buna bir örnektir. Fakat Salicetti grubunun ya da yabantıJakobenlerin ba§arıda belirleyiciolduğu iddia edilemez. Etkili biçimde değerlendirilebilmi§ olsaydı, Fransa yanlısı dl§ hareketler içinde sadece biri, İrlandalıların Jakobenliği böyle belirleyici bir rol oynayabilirdi. Özellikle İngiltere 'nin, Fransa'nın sava§ meydanındaki tek rakibi olarak kaldığı ı 7978 yıllarında, İrlanda devrimi ile Fransız i§galinin birle§mesi, İngiltere'yi barı§ yapmaya zorlyabilirdi. Ancak bir denizi a§arak ülke i§gal etmenin yabana atılmayacak teknik sorunları vardı; Fransızlar bu konuda hem kararsızdılar hem de doğru d üzgün planları yoktu. ı 798 İrlanda ayaklanması da, kitlesel · bir halk desteğine sahip olmasına kar§ın çok kötü örgütlenmi§ti ve kolayca bastırıldı. Bu nedenle bir Fransa-İrlanda ortak harekatının teorik olasılıkları üzerine kafa patlatmak bo§unadır.
SAVAŞ
95
Fakat Fransızlar, Fransa d1§ındaki devrimci güçlerden destek görürken, aynı §eyi Fransa'nın kar§ıtları da yaptı. Fransa'nın istilasına kar§ı halk arasında kendiliğinden ortaya çıkan direnme hareketlerinin, hatta bu sava§ı veren köylülerin, bu bile§eni sava§çı bir kilise ve kralcı muhafazakarlık terimleriyle ifade ettikleri anlarda bile yadsınamaz bir toplumsal devrimci bile§eni vardı. Çağımızda neredeyse tamamen devrimci sava§la özde§le§en bir askeri taktiğin, yani gerilla ya da partizan sava§ının, 1792 ile ı815 arasında hemen hemen sadece Fransa kar§ıtlarının saflarında görülmü§ olması manidardır. Bizzat Fransa'da Vendeeliler ve Bretanyalı chouaniar, ı 793'ten itibaren aralıklarla 1802'ye dek kralcı bir gerilla sava§ı sürdürdüler. Fransa d1§ında, ı 798-9'da Güney İtalya'nın e§kiyaları, Fransa kar§ıtı halk geriliası hareketinin ba§latıcısı oldular. Andreas Hofer önderliğindeki Tyrollüler, 1809'da, ama daha önemlisi 1808'den itibaren İspan yollar ve bir ölçüde 1812-13 yıllarında Ruslar, bunu kayda değer bir ba§arıyla uyguladılar. Bu devrimci taktiğin Fransa kar§ıtları açısından ta§ıdığı askeri önemirı, yabancıJakobenliğinin Fransızlar için ta§ıdığı askeri önemden kesinlikle çok daha büyük olması gariptir. Fransız birlikleri yenHclikten ya da geri çekildikten sonra Fransa sınırlarının ötesirlde hiçbir yerde Jakoben yanlısı bir hükümet tutunamadı; fakat Tyrol, İspanya ve . bir ölçüde Güney İtalya, resmi ordularının ve yöneticilerinin yenilmesinden sonra, Fransızların ba§ına daha önce olduğundan çok daha önemli askeri sorunlar çıkardılar. Bunun nedeni bes bellidir: Bunlar köylü hareketiydi. Yerel köylülüğe dayanmadığı yerlerde Fransa kar§ıtı milliyetçiliğin askeri önemi ihmal edilebilir düzeydeydi. 1813-14 yıllarında geriye dönük bir vatanseverlik, bir Alman 'kurtulu§ sava§ı' yaratmı§tır; ancak bunun Fransa'ya kar§ı geli§en bir halk direni§ine dayandığını söylemenirı bağnaz ca bir uydurma olacağı kesindir. 1 Ordular ba§arısız olunca, İspanya' da Fransızları halk durdurdu; Almanya'daysa nizami ordular onları nizami bir biçimde yendi. Toplumsal açıdan ele alırsak, sava§ın Fransa ve ona sınırı olan ülkelerin diğerlerine kar§ı verdiği bir sava§ olduğunu söylemek pek yanıltıcı olmaz. Devletler arasındaki artık geride kalmı§ güç ili§kileri açısından, bu hat daha da karı§ıktı. Buradaki temel çatı§ma, yüzyılın kayda değer bir bölümünde Avrupa çapındaki uluslararası ili§ kilere egemen olan İngil tere ile Fransa arasındaydı. İngilizlerin bakı§ açısından bu çatı§ma, neredeyse tümüyle ekonomik bir nitelik ta§ıyordu. Kendi ticaretinin Avrupa pazarlarına tamamen egemen olması, sömürge ve deniz a§ırı pazarların denetimirıi tümüyle ele geçirme ve bunun sonucu olarak da açık denizierin kontrolünü sağlama yolunda önüne çıkan ba§lıca rakibini ortadan
96 DEVRiM ÇAGI kaldırmak istiyordu. Aslında, sava§lar sonucunda elde ettiği a§ağı kalır bir§ey değildi. Avrupa'da bu hedef, deniz yolları
de bundan üzerindeki bazı önemli noktaların denetimini ele geçirmek ya da bunların tehlikeli olabilecek güçteki devletlerin eline geçmemesini sağlamak dı§ında, herhangi bir toprak kazanma hırsını içermiyordu. Bunun dı§ında İngiltere, potansiyel bir rakibin diğer devletler tarafından denetleneceği herhangi bir kıtasal çözüme razıydı. Kıta dı§ ındaysa hedef, diğer halkların sömürge imparatorluklarının tümüyle ortadan kaldırılması ve hatırı sayılır ölçüde İngiltere'ye ilhak edilmesiydi. Tek ba§ına bu politika bile, Fransa'ya bazı potansiyel müttefikler sağla maya ye tti. Zira denizcilikle, ticaretle uğra§an ve sömürgeleri olan bütün devletler, [İngiltere'nin] bu politikasını kaygıyla ve dü§manlıkla kar§ıladı lar. Aslında bu devletlerin normal tutumları, sava§ zamanında özgür ticaret yapabilmenin hatırı sayılır yararları olduğundan, tarafsızlıktı. Ne var ki İngilizlerin, oldukça gerçekçi bir biçimde, tarafsız gemi ta§ımacılığını kendilerinden çok Fransa'ya yarar sağlayan bir etmen olarak değerlendir mesi, Fransa'nın 1806'dan sonra uyguladığı abluka politikası tam aksi bir yöne itene kadar, zaman zaman çatı§manın içine girmelerine neden oldu. Denizci devletlerin büyük bölümü, İngiltere'ye sorun çıkarmak için ya çok zayıftı ya da Avrupa'da sıkı§ıp kalml§lardı; fakat 1812-14 İngiliz Amerikan sava§ı, bu çatı§manın bir sonucuydu. Fransa'nın İngiltere'ye olan dü§manlığı biraz daha karına§ık olmakla birlikte, İngilizler gibi onların da içlerinde varolan tam zafer arzusu, i§ tahları en az İngilizler kadar sınırsız.bir Fransız burjuvazisini iktidara ta§ımı§ olan Devrim nedeniyle daha da güçlenmi§ti. İngilizler kar§ısında elde edilecek bir zafer, en azından, İngiltere'nin (isabetli bir biçimde) hayat damarı olduğuna inanılan İngiliz ticaretininin yıkılmasını; İngiltere'nin gelecekte toparlanmasına kar§ı bir tedbir olarak kalıcı bir §ekilde yok edilmesini gerektiriyordu. (Fransa-İngiltere ile Roma-Kartaca çatı§maları arasır1daki benzerlikler, siyasal imgelemleri büyük oranda klasik bir nitelik ta§ıyan Fransızların kafasını çok me§gul ediyordu). Daha hırslı olan Fran-. sız burjuvazisi, İngiltere'nin a§ikar ekonomik üstünlüğünü ancak kendi siyasal ve askeri kaynaklarıyla, yani rakiplerini sokmadığı kendisi için geni§ bir esir pazarı yaratarak dengelerneyi umabilirdi. Bu iki dü§ünce de, İngiliz-Frarisız çatı§masına diğerlerine benzemeyen bir kalıcılık ve inatçılık kazandırdı. Her iki taraf da, gerçekten -bugii.n sıradan bir durum olmakla birlikte o günlerde pek mümkün olmayan- tam bir zaferden daha azına razı değildi. İki ülke arasında ya§anan kısa bir barı§ süresi (1802-3), her ikisinin de barı§ı sürdürmekte isteksiz olmaları yüzünden
SAVAŞ
97
sona erdi. Askeri durum bir açmaz dayattığından, olay daha da dikkate değerdi: 1790'ların sonlarından itibaren İngilizlerin kıtaya tam olarak geçemeyeceği, Fransa'nınsa kıtayı tam anlamıyla terk ederneyeceği açıktı. Fransa kar§ıtı diğer güçler, daha az ölümcül bir mücadele tarzı yürütüyorlardı. Tümü de, elbette kendi siyasal emellerinden vazgeçmeden Fransız Devrimi'ni yıkmayı umuyordu; fakat 1792-5'den sonra bunun artık uygulanabilir olmaktan çıktığı görüldü. İtalya' daki müstemlekeleri, nüfuz alanları ve Almanya'daki önder konumu Fransa tarafından doğrudan tehdit edilince Bourbonlarla aile bağlarını daha da sıkıla§tıran Avusturya, en tutarlı Fransa kar§ıtı kesildi ve Fransa'ya kar§ı kurulan her büyük koalisyonda yer aldı. Sadece 1795-1800, 1805--:7 ve 1812'de sava§a giren Rusya, dönem dönem Fransa kar§ıtı bir tutum içinde girdi. Prusya, kaf§ı· devrimci cenaha yakınlık, Avusturya'ya duyduğu güvensizlik ve Fransa'nın giri§iminden nemalanan Polanya ve Almanya üzerindeki emelleri arasında bölünmü§tÜ. O nedenle sava§a (1792-5'te, tuzla buz olduğu 1806-?'de ve 1813'te) zaman zaman ve yarı bağımsız bir kılıkta katıldı. Zaman zaman Fransa kar§ıtı koalisyonlara katılan öteki devletlerin politikası, benzer dalgalanmalar göstermektedir. Devrime kar§ı olmakla birlikte, politika politikadır deyip ba§ka sularda avlanıyorlardı ve bu ülkelerin çıkarları arasında, onları Fransa'ya, özellikle Avrupa toprağının yeniden payla§ımını tayin ettiği bir dönemde muzaffer bir Fransa'ya kar§ı kalıcı, deği§mez bir dü§manlığa zorlayacak bir §ey yoktu. Avrupalı devletlerin bu kalıcı diplomatik emelleriyle çıkarları, aynı zamanda Fransa'ya sayısız potansiyel müttefik sağladı; çünkü devletlerin sürekli olarak birbirleriyle rekabet ve gerginlik içinde bulunduğu bir sistemde, 'dü§manırnın dü§manı dostumdur' anlayı§ı egemendir. Aralarında en güvenilir olanları, prenslikler üzerinde İmparatorun (yani Avusturya'nın) gücünün zayıflamasında uzun zamandır çıkarları olan -normal olarak bu konuda Fransa ile ittifakhalindeydiler-ya daPrusya'nın gücünün artmasından rahatsızlık duyan küçük Alman prensleriydi. Güneybatı Alman devletleri -Napoleoncu Ren Konfederasyonu'nun (1806) çekirdeğini olu§ turacak Baden, Wurtemberg, Bavyera- ile Prusya'nın eski rakibi ve kurbanı Saksonya, bunların en önemlileriydi. Gerçekten de Saksonya, yine kısmen ekonomik çıkarlada açıklanabilecek nedenlerden dolayı, Napoleon'un en son ve sadık müttefiki olm u§ tu; çünkü son derece geli§kin bir imalat merkezi olarak Napoleon'un 'kıta sistemi'nden fayda sağlıyordu. Yine de, Frarısa kar§ıtı kanattaki bölünmelerle Fransa'nın yanına çekebileceği potarısiyel müttefikler hesaba katılsa bile, Fransa kar§ıtı koalisyonlar kağıt üzerinde kaçınılmaz olarak, en azından ba§langıçta daha
98 DEVRiM ÇAGI
güçlüydüler. Ancak askeri sava§lar tarihi, adeta Fransa'nın kesintisiz, soluk verici zaferlerinin bir tarihiydi. Yabancı devletlerin ve ülke içindeki kar§ı devrimin ilk saldmlarının geri püskürtülmesinden sonra ( 1793-94), Fransa ordularının cddi biçimde savunmaya çekildiği tek bir kısa dönem oldu: İkinci koalisyonun, Suvorov'un ba§ında bulnciuğu muazzam Rus ordusunu seferber ettiği 1799'da (Bu, Rusya'nın Batı Avrupa'daki ilk harekatıydı). 1794 ile 1812 arasındaki bütün seferler ve kara sava§lan listesi, hemen hemen aralıksız Fransa'nın zaferlerinden olu§maktadır. Bunun nedeni, Fransa'daki devrimde yatmaktadır. Devrimirt ülke dt§ ında yarattığı siyasal aydın lanma, daha önce de gördüğümüz gibi tayin edici oldu. En azından bunun, reaksiyoner devletlerirt halklanm, onlara özgürlük getiren Fransa'ya kar§ı direnmekten alıkoyduğunu ileri sürebiliriz; fakat aslında onsekizinci yüzyılın ortodoks devletlerinirt askeri strateji ve taktikleri, sivillerirt sava§a katıl malarını ne bekliyordu ne de böyle bir §eyi ho§ kar§ılamaktaydı: Büyük Frederick, kendisirte Ruslara direnmeyi öneren sadık Berlinlilere, ısrarla sava§ı kendisinirt de bir parçası olduğu profesyonellere bırakmalarını söylemi§ti. Fakat bu, Fransa'nın sava§ ma tarzını deği§tirerek, eski rejimirt ordulan kar§ısında onlara ölçüsüz bir üstünlük sağladı. Teknik açıdan eski rejimierin ordulan daha iyi eğitimli ve disiplinliydiler; deniz sava§ ında olduğu gibi bu niteliklerin belirleyici olduğu yerlerde, Fransızlar belirgirt §ekilde zayıfkalı yorlardı. Fransızlar iyi birer korsandılar ve vur kaç saldırılan yapıyorlardı; fakat yeterli eğitime sahip denizcilerirt, hepsirtden öte -büyük ölçüde krallık yanlısı N orman ve Breton soylularından olduklan içirt- Devrimde büyük kısmı yok edilen ve yerlerine hızla yenileri konulamayan ehil deniz subaylannın yokluğunu telafi edemiyorlardı. İngiltere ile Fransa arasındaki altı büyük, sekiz küçük deniz çarpı§masında Fransa'nın insan kaybı, İngiltere'den on kat fazlaydı.Z Fakat irticalen örgütlenme, hareketlilik, esneklik ve hepsin öte gözü karalık ve moral güç göz önüne alındığında, Fransa'nın rakibi yoktu. Bu üstünlüklerirt herhangi birirtin askeri dehayla ilgisi yoktu; çünkü Fransa'nın, Napoleon'dan önceki askeri tarihi zaten yeterince göz kama§ttrı cıydı ve ortalama olarak Fransız komuta kadernesi fazla bir istisnai niteliğe sahip değildi. Fakat bu üstünlük, her devrimirt ba§lıca sonuçlarından biri olarak, ülke içindeki ve dt§ındaki Fransız kadrolarının gençle§tirilmesine bağlı olabilir. 1806'da güçlü Prusya ordusundaki 142 generalden yetmi§ ikisi, kıta hizmetirtdeki bütün komutanlar gibi, altmt§ ya§ın üzerirtdeydi. 3 Fakat 1806'da (yirmidörtya§ındageneralolmu§) Napoleon, (yirmi altısında bir alaya komuta eden) Murat, (aynı görevi yirmi yedisirtde üstlenmi§) Ney ve Davout, bunlarınhepsi de ya§lan yirmi altı ile otuz yedi arasında deği§en ki§ilerdi.
SAVAŞ
99
II Fransa'nın ba§arılarındaki
görece tekdüzelik, kara sava§lanndaki askeri biçimde ele almayı gereksiz kılmaktadır. ı 793-4'te Fransızların arnacı Devrimi korumaktı. ı 794-5'de, Alçak Ülkeleri, Ren bölgesini, İspanya'nın bir bölümünü, İsviçre'yi ve Savoy'u (ve Ligurya'yı) i§gal ett~er. ı 796'da Napoleon'un ünlü İtalya seferi, onlara bütün İtalya'yı kazandırdı ve Fransa'ya kaqı kurulan ilk oalisyonu kırdı. Napoleon'un, Malta'ya, Mısır'a ve Suriye'ye yaptığı ke§if seferleri (ı 797-9), İngiltere'nin deniz gücü kar§ısında ba§arılı olamadı ve Napoleon'un yokluğunda kurulan ikinci koalisyon, Fransa'yı İtalya'dan çıkartarak Almanya'ya kadar sürdü. Müttefik ordularının İsviçre'de yenilmesi (ı 799 Zurich sava§ı), Fransa'yı istiladan kurtardı ve bir süre sonra Napoleon'un geri dönmesi ve iktidarı almasıyla Fransa bir kez daha saldırıya geçti. 1801 'de kıta Avrupası'ndaki geri kalan müttefikleri, htta 1802'de İngiltere'yi barı§ masasına oturttu. Ondan sonra, ı 794-8'defethedilen ya da kontrol altına alınan bölglerde Fransa'nın üstünlüğü, sorgusuz sualsiz devarn etti. 18057'de Fransızlara kar§ı yeni bir sava§ ba§latrna giri§imi, sadece Fransa'ın nüfuzunu Rus sınırlarına kadar yaymasını sağladı. 1805'de Moravya'daki Austerlitz sava§ında Avusturya yeniidi ve ona da barı§ dayatıldı. Ayrı olarak ve sonradan sava§a giren Prusya, ı806'daki Jena ve Auerstaedt saa§lannda darmadağın oldu ve parçalandı. Auerstaedt'te yenilrnesine, Eylau'da (ı807) tokadanınasma ve Friedland'da (1807) bir kez daha yenilmesine kar§ın, Rusya askeri bir güç olarak dokunulmaz kaldı. Bu anla§rna sayesinde İskandinavya ve Türkiye Balkanlan dı§ında kıtanın geri kalanı da Fransa'nın hegemonyasına girmekle birlikte, Tilsit Anla§ması'nda (1807) Rusya'ya haklı olarak saygılı davranıldı. ı809'da Avusturya'nın özgürlüğü sarsına giri§imi, Aspern-Essling ve Wagram sava§larında bo§a çıkartıldı. Ne var ki 1808'de, Napoleon'un karde§i Joseph'in ba§larına kral olarak getirilmesine kar§ı İspanyolların ba§lattığı isyan, İngilizlere bir manevra alanı açtı ve bu yarımadada, İngilizlerin zaman zaman uğradıkları yenilgilerden ve ricarlardan (örneğin ı809-ıO'da) etkilenmeyen sürekli bir askeri faaliyetin ba§larnasına neden oldu. Ancak Fransa, bu dönernde denizde tam anlamıyla bozguna uğradı. Trafalgar sava§ından (ı 805) sonra, sadece kanalı geçerekİngiltere'yi istila etme değil, deniza§ırı temaslar kurma §ansı da ortadan kalktı. Ekonomik baskı dı§ında İngiltere'yi yenmenin ba§ka bir yolu yok gibi görünüyordu; Kıta Avrupsı Sistemi'ni (18\)6) kurarak Napoleon'un da yapmaya çall§tığı buydu. Bu ablukayı etkin biçimde dayatmanın ve sürdürmenin önünharekatları ayrıntılı
100 DEVRiM ÇAGI
deki güçlükler, Tilsit anla§masının yarattığı istikrarı da zedeledi ve Rusya ile aranın açılmasına neden oldu; bu, Napoleon'un geleceği açısından dönüm noktasıydı. Rusya istila, Moskova i§gal edildi. Napoleon'un dü§manlarının çoğunun benzer ko§ullar altında yaptığı gibi Çar da barl§ yapmı§ olsaydı, kumarı kazanmı§ olacaktı. Fakat Çar bunu yapmadı. Napoleon da, ya kesin kazanma ihtimali olmayan bitmeyecek bir sava§ı sürdürmek ya da geri çekilmekten birini seçmek durumunda kaldı. Her ikisi de aynı orand bir felaketti. Daha önce gördüğümüz gibi, Fransız ordusunun yöntemleri, yeterince zengin ve insanların yoğun olarak ya§adıkları bölgelere hızla baskın vermeye ve hayat damarlarını kesmeye dayanıyordu. Fakat ilkkez geli§tirildiği Lombardiya'da ve Ren bölgesinde i§leyen, hatta orta Avrupa'da da uygulama §ansı bulan bu yöntem, Polonya ve Rusya gibi muazzam geni§likte, bo§ ve kıraç yerlerde tümüyle ba§arısız lığa uğradı. Napoleon, Rusya'nın kl§ndan çok, Büyük Ordu'ya yeterince ikmal yapamadığı için yenildL Moskova'dan çekilmek, Ordu'yu yıktı. Rusya'ya giren 610.000 ki§ iden ancak 100.000 kadarı Rusya' dan çıkabildL Bu ko§ullar altında, Fransa'ya kar§ı kurulan son koalisyona yalnız Fransa'nın eski dü§manlarıyla kurbanları değil, kazanan tarafta olmaya can atan herkes katıldı; sadece Saksonya kralı, Napoleon'a bağlılığından çok geç vazgeçti. Yeni ve son derece toy Fransız ordusu, Leipzig'de (1813) yeniidi ve müttefikler, Napoleon'un hayranlık verici manevralarına rağ men, Fransa'ya doğru amansız ilerleyi§lerini sürdrdüler; İngiltere ise İberik Yarımadası'ndan Fransa'ya ilerledi. Paris i§gal edildi ve İmparator 6 Nisan 1814'de tahttan çekildi. 1815'te iktidarını geri almayı denedi, ama Waterloo sava§ı (Temmuz 1815) onun sonu oldu.
III Sava§la geçen bu on yıllar boyunca, Avrupa'nın siyasi sınırları, defalarca yeniden çizildi. Bizim burada, yalnızca Napoleon'un mağlubiyetinden sonra da §U ya da bu biçimde devamlılığını korumu§ deği§ikliklere göz atmamız yeterli olacaktır. Bunların en önemlisi, özellikle Almanya ve İ alya' da, Avrupa'nın siyasi haritasının genel bir ussallık kazanmasıydı. Siyasal coğrafya açısından Fransız Devrimi, Avrupa'nın ortaçağına son verdi. Yüzyıllardır geli§mekte olan karakteristik modem devlet, kesin sınırları olan, tek bir egemen otorite tarafından ve tek bir temel idari sisteme ve hukuka göre yönetilen teritoryal [ülkesel] bakımdan tutunumlu ve bölünmez bir alandır (Fransız Devrimi'nden itibaren modem devletin, aynı zmanda tek bir 'ulus'u ya
SAVNŞ
101
da dilsel bir grubu temsil etmesi gerektiği varsayıldı; fakat bu evrede egemen teritoryal bir devlet, henüz bunu içermiyordu). Ortaçağ İngiltere si ömeğirıdeki gibi, zaman zaman böyle göründüğü olmuşsa da, Avrupa'ya özgü feodal devlet bu gereklilikleri karşılamıyordu. Daha çok 'malikane'ye göre biçim alml§tı. 'Bedford Dükünün malikaneleri' teriminden, ne tek bir blok olması, ne doğrudan sahibi tarafından yönetilmesi, ne aynı kiralama koşullarına sahip olması, ne de ortakçılığı dışlaması gerektiği aniaşı lamayacağı gibi, aynı şekilde Batı Avrupa'nın feodal devleti de, bugün asla hoşgörülemeyecek olan karmaşık bir yapıyı dışlamıyordu. 1789'a gelirıdiğindeyse bu karmaşık yapıların sorunlu oldukları çoktandır hissediliyordu. Fransa'da papaya bağlı Avignon kenti ömeğirıde olduğu gibi, belli bir devletirı toprağında yabancı adacıklar peycia oluvermi§ti. Tarihsel nedenlerle, bir devletin içindeki toprakların, aynı zamanda başka bir devletin parçası durumundaki bir başka lorda bağlı, dolayısıyla modern terimler! e ifade edersek çifte egemenlik altında oldukları görüldü.* Gümrük duvarları biçimindeki 'sınırlar', aynı devletin farklı eyalerlerinin arasından geçmekteydi. Kutsal Roma İmparatoru'nun, yüzyıllar içersinde birikmiş ve hiçbir zaman bir standarda kavuşturulmamış ya da birleştiril memi§ özel prenslikleri vardı-hatta 1804'e kadar Habsburg Hanedam'nın başının, bütün toprakları üzerirıde sahip olduğu egemenliği tanımlayacak tek bir ünvanı bile yoktu**-: Kendisi de 1807'ye kadar tam anlamıyla birleşmemi§ Prusya krallığı gibi bir büyük güçten başlayıp her ebatta prenslikten, bir kaç dönümden büyük olpıayan malikaneleri bir üst lorda bağlı olmayan 'özgür imparatorluk şövalyeleri' ve bağımsız kent-devleti cumhuriyetlerine varıncaya dek çeşitli topraklar üzerinde imparatorluk otoritesine sahipti. Bunların her biri de, eğer yeterince büyükseler, bölük pörçük toprak edinmenin uzun ve kaprisli tarihine, bölünen ve yeniden birleşen aile mirasına bağlı olarak aynı teritoryal birlik ve standardizasyonnoksanlığını göstermekteydiler. Asgari bir toprak ve nüfus büyüklüğünü modern yönetim birimine dayatan ve bugün bizim diyelim Liechtenstein'ın BM. üyeliğini belli bir rahatsızlık duymadan düşünmemizi olanaksız kılan ekonomik, idari, ideolojik ve iktidarla ilgili mütalaalar, henüz yeterince belirgin değildi. Bunun sonucunda, özellikle Almanya ve İtalya'da küçük ve cüce devletler her yanı kuşattı. Devrim ve akabinde çıkan savaşlar, kısmen teritoryal birliğe ve s tandardizasyona duyulan devrimci şevkten, kısmen de küçük ve zayıf dev• Günümüzde bu türden tek bir Avrupa ömeği kalml§tıt, o da İspanyol Urgel Piskoposluğu ile Fransa Cumhuriyeti Ba§kanının çifte egemenliği altında bulunan Andorra Cumhuriyeti' dir. •• Ki§i olarak sadece Avusturya Dükü, Macaristan Kralı, Bohemya Kralı, Tirol Kontu vs. idi.
. 102 DEVRiM ÇAGI
letlerin durmadan büyük kom§ularının açgözlülüklerine hedef olmalarından dolayı, bu kalınnların önemli bir bölümünü temizledi. Kutsa Roma İmparatorluğu gibi eski devrin resmi kalıntılarıyla, kent-devletlerinin ve kent-imparatorluklarının çoğu ortadan kalktı. İmparator, 1806'da öldü; Ceneviz ve Venedik gibi antik cumhuriyetler 1797'de battılar ve sava§ın sonunda Alman özgür kentlerinin sayısı dörde indi. Bir ba§ka karakteristik ortaçağ kalıntısı olan bağımsız kilise devleti de aynı yolun yolcusu oldu: Cologne, Mainz, Treves, Salzburg gibi piskoposluk prenslikleri ve ba§kaları ortadan silindi; sadece orta İtalya'daki Papa'ya bağlı devletler, 1870'e kadar varlıklarını sürdürdüler. Fransızların, (1797-8 ve 1803'te) Almanya'nın siyasi haritasını yeniden düzenlerken sistemli olarak ba§vurdukları ilhak, barl§ anla§maları ve kongreler, -özgür imparatorluk §Övalyelerini ve benzerlerini saymazsak- Kutsal Roma imparatoruğu'na bağlı 234 bölgeyi kırka indirdi; ku§aklar boyu süren acımasız sava§ların siyasi yapıyı çoktan basitle§tirdiği İtalya'da -cüce devletler yalnızca Kuzey ve Orta İtalya ile sınırlıydı- fazla büyük deği§iklik olmadı. Bu deği§ikliklerin çoğundan sağlam yapılı monar§ik devletler kazançlı çık tığından, Napoleon'un yenilmesi yalnızca bu deği§iklikleri kalıcı hale getirdi. Avusturya, salt Katolik Kilisesi'ne duyduğu saygıdan ötürü (1803'te kazandığı) Salzburg'dan vazgeçmeyi dü§ünemeyeceği gibi, en ba§ında bu cumhuriyetin topraklarını Fransa'nın devrimci ordularının harekatı sayesinde eline geçirdiği için, artık Venedik Cumhuriyeti'ni de yeniden kurmayı dü§ünemezdi. Elbette, sava§ lar nedeniyle Avrupa'nın dl§ında meydana gelen teritoryal deği§iklikler, ha§ ka ülkelerin sömürgelerinin İngilizler tarafından toptan ilhakımn ve (San Domingo' da olduğu gibi) Fransız Devrimi'nin esinIediği ya da (İspanyl ve Portekiz Amerikası'nda olduğu gibi) sömürgelerin metropolleriı;ı.den geçici olarak ayrılmalarının mümkün kıldığı veya dayattığı sömürgelerdeki kurtulu§ hareketlerinin bir sonucuydu. Denizlerdeki İngiliz egemenliği, bu deği§ikliklerin çoğunun, ister Fransa'nın ister (çok daha ekseriyetle) Fransa kar§ ıdarının pahasına olsun, geri döndürülemez olmasını sağladı. Doğrudan ya da dolaylı olarak Fransa'nın fetihlerinin yol açtığı kurumsal deği§iklikler de aynı oranda önemliydi. Fransızlar, güçlerinin doruğun dayken (18 10) Ren'in solunda kalan bütün Almanya'yı, Belçika'yı, Hollanda'yı ve doğuda Luebeck'e kadar Kuzey Almanya'yı, Savoy'u, Piedmont'u, Ligurya'yı ve Apeninler'in batısından Napoli sınırına kadar İtalya'yı ve Korent'den Dalmaçya'ya kadar (Dalmaçya dahil) İlirya eyaletlerini, Fransa'nın bir parçası olarak doğrudan yönettiler. Fransız aileleri ya da uydu
SAVAŞ
103
krallıklar, dükalıklar, İspanya'yı, İtalya'nın geri kalanını, Ren bölgesiWestphalia ile Polanya'nın büyük bölümünü kaplamaktaydı. Bütün bu topraklarda (belki Büyük Var§ova Dükalığ~ dl§ında) Fransız Devrimi'nin ve Napoleon İmparatorluğunun kurumlan otomatik olarak uygulanıyor ya da yerel idarelerde örnek olarak alınıyordu: Feodalizm resmen kaldırıldı, Fransız yasaları uygulanmaya ba§landı. Bu deği§ikliklerden geri dönmenin, sınırları deği§tirmekten daha zor olduğu anla§ıldı. Örneğin Napoleon'uri Medeni Kanunu, Belçika'da, (Prusya'ya iade edildikten sonra bile) Ren bölgesinde ve İtalya'da yerel yasaların temeliiı.i olu§turdu ve öyle de kaldı. Feodalizm, bir kez kaldırıldıhan sonra bir daha hiçbir yerde toparlanamadı. Yeni bir siyasal sistemin üstünlüğü kar§ısında ya da benzer reformlar yapmaktaki kendi aczierinden dolayı yenilclikleri Fransa'nın akıllı dü§manları için belli bir §ey olduğundan, sava§lar sadece Fransa'nın fethi aracılığıyla değil, ona kar§ı tepki yoluyla da (-İspanya'da olduğu gibi- bazı örneklerde her ikisiyle birden) deği§iklikler yarattı. Bir yanda Napoleon'un i§birlikçileri, afrancesados, öte yanda Cadiz'in Fransa kar§ıtı Cuntasının liberal önderleri, özünde aynı İspanya' nın, Fransız Devrim reformlarının çizgisinde modernle§mi§ bir İspanya'nın hayalini kuruyorlardı; ve birinin ba§aramadığını, öteki ba§armaya çalı§ıyordu. Tepkiden kaynaklı reformun çok daha iyi bir örneğini -çünkü İspanyolliberaller, yalnızca tarihsel bir raslantı eseri olarak ilk ve Fransa kar§ıtı reformculardı- Prusya verdi. Burada köylülere bir tür özgürlük tanındı, levee en masse ögelere sahip bir ordu kuruldu, tümüyle Jena' da ve Auerstaedt' de Frederickçi ordunun ve devletin çökmesinin tesiriyle ve büyük oranda bu yenilgiyi tersine çevirmek amacıyla yasal, ekonomik ve eğitim alanında reformlar yapıldı. Gerçekten de, biraz abartarak da olsa, Rusya'nın ve Türkiye'nin batı sında ve İskandinavya'nın güneyinde, bu yirmi yıllık sil re içerisinde, Fransız Devrimi'nin geni§lemesinden ya da yarattığı öykünıneden iç kurumları hiç etkilenmemi§ tek bir önemli Avrupa ülkesi bulmak olanaksızdır. Hatta a§ırı-reaksiyoner N apo li Krallığı bile, Fransızların son verdiği yasal feodalizmi bir daha asla fiilen kuramadı. Fakat sınırlarda, yasalarda ve yönetim kurumlarında meydana gelen deği§iklikler, devrimci sava§ın bu on yıllarının üçüncü etkisinin yanında hiç kalırdı: Siyasal iklimde ya§ anan derin dönü§üm. Fransız Devrimi patlak verdiğinci e, Avrupa'nın hükümetleri onu görece bir itidalle kar§ıladı lar: Kurumların ansızın deği§mesi, isyanların ba§ göstermesi, hanedanların aziedilmesi ya da krallara suikastierin yapılması veya idam edilmeleri, buna alı§rnı§ ve ba§ka ülkelerdeki bu tür deği§iklikleri, güçler dengesi ve kendi göreli konumları üzerinde yaratacağı etki bakımından değerlendi-
104 DEVRiM ÇAGI
ren onsekizinci yüzyılyöneticilerini çok §a§ırtmadı. "Cenevre'den kovduğum isyancılar", diye yazıyordu eski rejimin ünlü Fransız Dı§i§leri Bakanı Vergennes, "İngiliz ajanıdırlar, oysa Amerika'daki isyancılar uzun süreli bir dostluk vaadinde bulunuyorlar. Benim bunlara kar§ı politikamı, onların siyasal sistemleri değil, Fransa'ya kar§ı takındıkları tutum tayin eder. Benim devlet aiılayı§ım bud ur. "4 Fakat, ı 8 ı 5 'e gelindiğinde devrime kar§ ı tamamen farklı bir tutum hakim olmaya ve güçler dengesini bu tutum belirlemeye ba§ladı. Artık tek bir ülkedeki devrimin Avrupa'ya yayılabileceği; öğretilerinin sınırları a§abileceği ve daha da kötüsü, devrimin haçlı ordularının bir kıtanın siyasal sistemlerini silip süpürebileceği biliniyordu. Yine, artık toplumsal devrimin mümkün olduğu; ulusların devletlerden, halkların yöneticilerinden, hatta yoksulların hakim sınıflardan bağımsız §eyler olarak varoldukları biliniyordu. De Bonald, ı 796'da §öyle bir gözlernde bulunmu§tU: "Fransız Devrimi, tarihte benzeri olmayan bir olaydır." 5 Bu ifade yanıltıcıdır: Fransız Devrimi, evrensel bir olaydı. Hiçbir ülke bundan bağı§ık değildi. Endülüs'ten Moskova'ya, Baltık'tan Suriye'ye -Moğollar dan bu yana hiçbir fatihin geçmediği ve §imdiye dek İskandinavlar dl§ında Avrupa' daki hiçbir askeri gücün sava§madığı geni§likte bir alanda- sefere kalkan Fransız askerleri, devrimin evrenselliğini ba§ka hiçbir §eyin yapamayacağı kadar etkinlikle dünyaya yaydılar. Hatta Napoleon döneminde bile, İspanya'dan İlirya'ya kadar beraberlerinde götürdökleri öğretiler ve kurumlar, hükümetlerin bildiği ve halkların da çok yakında öğreneceği gibi evrensel öğretilerdi. Yunanlı bir haydut ve vatansever, duygularını tam olarak §öyle ifade ediyordu: "Bana kalırsa" dedi Kolokotrones, "Fransız Devrimi ve Napoleon'un yaptıkları, dünyanın gözünü açtı. Milletler, daha önce hiçbir §ey bilmiyordu; halk, kralların yeryüzündeki Tanrılar olduklarını, onların ne eyler~ lerse güzel eylediklerini söylemeye mecbur olduğunu dü§ünüyordu. Bugünkü deği§iklikle insanları yönetmek çok daha zor olacak."6
IV Yirmi yıldan fazla süren sava§ın, Avrupa'nın siyasal yapısı üzerinde yarattığı etkileri gördük. Fakat, fiili sava§ sürecinin, askeri seferberliğin ve harekatların ve bunlara dayanılarak alınan siyasal ve ekonomik önlemlerin sonuçları neydi? Bu sonuçların, en büyük zararları görmü§ ve dalaylı olarak da diğer ükelerden çok daha büyük nüfus kaybına uğraml§ Fransa dı§ında akan
SAV~
105
kanla en ilgisiz ülkelerde çok daha büyük olması gerçekten paradoksaldır. Devrimin ve Napoleon döneminin insanları, ülkeleri gerçek anlamda harabeye çevirecek güçte ve barbarlıkta iki sava§ dönemi -onyedinci yüzyılla günümüz yüzyılı- arasında ya§ayacak kadar §anslıydılar. ı 792ısı5 sava§larından etkilenen hiçbir bölge, hatta askeri harekatların her yerden daha uzun sürdüğü, halkın direni§inin ve misillernelerin bu harekatları daha da vah§ile§tirdiği İberik Yarımadası bile, onyedinci yüzyılın Kuzey Sava§ları ve Otuz Yıl Sava§ları'nda Orta ve Doğu Avrupa'nın bir bölümü, onsekizinci yüzyıl ba§larında İsviçre ve Polonya, ya da yirminci yüzyıldaki sava§ ve iç sava§larda dünyanın büyük bölüü kadar harap olmadı. ı 789'dan önceki uzun ekonomik iyile§me dönemi, sava§ın, yağ manın ve talanın yol açtığı tahribata, bir de kıtlığın ve onunla birlikte gelen veba ile salgın hastalıklarm (en azından ı8ı ı'e kadar) eklenmediği anlamına gelmekteydi (Büyük kıtlık dönemi, ı816-ı 7'de, sava§lardan sonra ortaya çıkmı§tır). Askeri seferler, kısa ve sert olma eğilimindeydi ve kullanılan cephane -görece hafif ve hareketli toplar-, modem ölçüdere göre fazla yıkıcı değildi. Ku§atmalar, yaygın uygulamalar değildi. Meskenler ve üretim araçları için en büyük tehlike ate§ti ve küçükevlerle çiftlikler çarçabuk yeniden kurulabiliyordu. Endüstri öncesi bir ekonomide hızla yerine konması gerçekten zor tek maddi tahribat, yeti§meleri yıllar alan ormanların, meyve ya da zeytin ağaçlarının uğradığı tahribattı; ama bu tür olayların çok fazla olduğu söylenemez. Sonuç olarak, gerçekte hiçbir devlet bunları hesaplamak için giri§imde bulunmamı§sa da, ve bizim bütün değerlendirmelerimiz de Fransa ile birkaç özel durum dı§ında tahminden öteye geçemese de, bu yirmi yıllık sava§tan kaynaklanan insan kayıpları, modem ölçüdere göre ürkütücü boyutlarda görünmemektedir. Bütün bu dönemde sava§ ta ya§amını yitiren bir milyon insan 7 , dört buçuk yıl süren Birinci Dünya Sava§ı'ndaki tek bir büyük muharebede yitirilen cana ya da 186 ı-5 arasındaki Amerikan İç Sava§ı'nda ölen 600.000 civarındaki insana yakın bir kayıptır. Hatta, o günlerde kıtlığın ve salgın hastalıkların olağanüstü öldürme gücünü amınsayacak olursak (ı865 gibi ileri bir tarihte bile İspanya'da kolera salgınmda 236.744 ki§inin kurban verildiği söylenir8 ), yirmi yıldan fazla sürmü§ genel çaplı bir sava§ için iki milyon ölü bile kanlı sayılmayabilir. Gerçekten de hiçbir ülke (belki Fransa haricinde), bu dönemde nüfus artı§ oranının önemli ölçüde yava§ladığını iddia etmemektedir. Sava§an tarafları bir yana koyarsak, Avrupa'nın sakinleri için sava§, muhtemelen ya§ amın olağan seyrinde zaman zaman meydana gelen doğ rudan bir kesintiden ba§ka bir §ey ifade etmiyordu, o da belki. Jane
106 DEVRiM ÇAGI Austen'ın kırda ya§ayan ailesi, sanki hiçbir §ey olmamı§ gibi i§lerini sürdürmü§tü. Fritz Reuter'in Mecklenburgerlileri, yabancı i§gal dönemini, bir dramdan çok, küçük bir anekdot olarak hatırlıyorlardı; (coğrafi ve siyasi durumu bakımından ordulan ve sava§lan sinekler gibi üzerine çeken ve bu bakımdan sadece Belçika ile Lombardiya'nın yarı§abileceği Avrupa'nın 'çeki§me alanlan'ndan biri olan) Saksonya'da geçen çocukluğun u amınsayan ya§ h Kuegelgen'in kafasında, bir tek askerlerin Dresden'e giri§i ve kı§lamalan kalmı§tı. Geçerken belirtelim, sava§a giren askerlerin sayısı, modem ölçüdere göre olağanüstü olmamakla birlikte, önceki sava§ larda olduğundan çok daha fazlaydı. Hatta zorunlu askerlik bile, sava§maya gönüllü olanların askere alınmasıyla sınırıydı: Napoleon'un hükümdarlığı sırasında Fransa'nın 350.000 nüfuslu Côte d'Or bölgesinden yalnızca ı 1.000 ki§i askere alınmı§tı (yalnızca yüzde 3. ı5) ve ı800 ile ı8ı5 arasın da askere alınanlar, Fransa'nın toplam nüfusunun yüzde 7'sini geçmiyordu; oysa çok daha kısa süren Birinci Dünya Sava§ı'nda bu rakam yüzde 2ı'di. 9 Yine de mutlak rakamlarla bakıldığında, bu çok büyük bir sayıydı. ı 793-4'teki zorunlu askere almalar sırasında, (teorik olarak askere çağn lan 770.000 ki§iden) yakla§ık 630.000'i silah altına alındı; ı805' de, barı§ zamanında Napoleon'un askeri gücü, 400.000'i buluyordu ve kıtanın geri kaamndaki, özellikle İspanya' daki Fransız birliklerini saymazsak, ı8 ı 2 'de Rusya'ya ba§latılan sefer sırasında Büyük Ordu'da (300.000'i Fransız olmayan) 700.000 asker bulunuyordu. Mali sorunların ve örgütlenmede ya§anan sıkıntıların tam bir askeri seferberliği zorla§tırmasının yanında (örneğin 1809 anla§masıyla ı8ı3'de ı50.000 ki§ilik bir orduya sahip olmasına izin verilen Avusturyalıların elinde aslında sefere hazır 60.000 asker bulunmaktaydı), İngiltere dl§ında bu ülkelerin sürekli sava§ halinde olmamalanndan bile kaynaklansa, yine de ransa'nın dü§manlannın seferber ettikleri askerlerin sayısı çok daha küçüktü. Öte yandan İngiltere, §a§ırtıcı miktarda askeri seferber etmi§tir. Parlamento'dan yeterli tahsisatı çıkardığı 300.000 ki§ ilik bir kara ordusu, ı 40.000 ki§ ilik deniz ordusuyla gücünün doruğunda olduğu dönemde (ı813-ı4), insan gücüne Fransa'nın yaptığından çok daha ağır bir yük bindirmi§ olsa gerekti. *10 Yüzyılımızda dökülen kanla kar§Ua§tırıldığında fazla sayılmasa da, kayıplar yine de ağırdı; fakat garip olan, aslında bunların pek azının dü§man tarafından ödürülmü§ olmasıdır. 1793-18ı5 arasında ölen İngiliz denizcilerinin sadece yüzde 6'sı ya da 7'si Fransızlada çarpı§ırken öldü; yüzde
• Bu rakamlar, Parlamentonun izin verdiği para miktanna dayandığından, insan sayısı aslında daha azdı. J. Leverrier, La Naissaııce de l'armee ııationale, 1789-94 (1939), s. 139; G. Lefebvre, Napoleon (1936), s. 198, 572; M. Lewis, age., s. 119; Parliamerıtary Papers XVII, 1859, s. 15.
SAVAŞ
107
80'i hastalıklardan ya da kazalardan dolayı ya§amını yitirdi. Sava§ alanın da ölmek, az bir ihtimaldi; Austerlitz'deki kayıpların sadece yüzde 2'si, Waterloo'dakilerirı yakla§ık yüzde 8'i ya da 9'u sava§ırken öldü. Sava§ın yol açtığı asıl tehlike, ihmal, pislik, kötü örgütlenme, eksik tıbbi hizmetler ve sağlık konusundaki bilgisizlikti. Bu yüzden yaralılar, mahkumlar ve (tropik bölgelerde olduğu gibi) iklim ko§ullarından dolayı insanlar kitleler halinde ölmekteydi. Askeri harekatlar sırasında doğrudan ya da dalaylı nedenlerle insanlar ölüyar ve üretim gereçleri tahrip oluyordu; fakat gördüğümüz gibi, bütün bunlar bir ülkenin ya§amının ve geli§mesinin olağan seyrini ciddi §ekilde sekteye uğratacak boyutlara varmıyordu. Sava§ ın ekonomik gereklerinin (ve ekonomik refahın) daha uzun vadeli sonuçlan olmu§tU. Onsekizinci yüzyılın ölçütlerine göre devrim ve Napoleon Sava§ları, daha önce görülmedik ölçüde pahalı olaylardı; öyle ki parasal maliyetleri, çağda§larını, belki de can kayıplarından daha fazla etkiledi. Waterloo sonrası ku§akta sava§ın mali yükünde, insan kayıplarıyla kar§ıla§tırıl dığında belirgin bir dü§Ü§ gözlenmekteydi: 1821-1850 arasındaki sava§ların maliyeti, 1790:-1820 arasıyla kar§ıla§tırıldığında yılda ortalama yüzde 10 daha azdı; sava§ yüzünden ölümlerin yıllık ortalamasıysa, önceki dönemin yüzde 25'inden biraz daha azdı. 11 Bu maliyet nasıl kar§ılandı? Parasal enflasyon (devlet faturalarını ödemek içirı yeni para basılması) ve borçlanma ile, vergihalktabir ho§nutsuzluk yarattığından, parlamentolar ya da tabakalar meclisleri tarafından çıkartılmaları gerektiği yerlerde siyasal sıkıntılara yol açtığından, asgari turulmaya çalı§ılan bir özel vergi arasında bile§ im kurmak, geleneksel yöntemdi. Fakat sava§ ın olağandı§ı mali gerekleri ve ko§ulları bütün bunları bo§a çıkardı ya da dönü§türdü. İlkin, sava§lar, dünyayı kar§ılığı olmayan kağıt paraya alı§tırdı.* Bu kağıt parçalarından kolayca basarak devletin harcamalarını kar§ılamak, kıta Avrupası'ndaki ülkelere çok çekici geldi. Kilise topraklarının satı§ın· dan elde edilecek kazanç tahmin edilerek hazırlanan Fransız Assignatları (1789), yüzde 5 faiz getiren ilk Fransız Hazirıe bonosu ömekleriydi. Birkaç ay içinde paraya dönü§türüldü ve arkadan gelen her mali bunalım, büyük miktarlarda basılınalarına ve değerlerinin hızla dü§mesine neden oldu. Bunda, halkın devlete duyduğu güvenin giderek azalmasının da etkisi vardı. Sava§ın patlak vermesiyle birlikte yüzde 40, haziran 1793 itibarıyla da üçte iki oranında değer yitirdi. Jakoben rejim, bu tahvilleriri değerlerini • Talep üzerine külçe alnnla deği§tirilebilir olsun olmasın, gerçekte her tür kağıt para, onsekizinci yüzyıl sona ermeden önce, fazla bilinen bir §ey değildi.
J 08 DEVRiM ÇAGI
oldukça iyi korudu; ancak Thermidor'dan sonra kontrolden çıkan ekonomi, değerlerini giderek üç yüzde birine kadar dü§ürdü ve sonunda ı 797'de devletin resmen iflas etmesi, neredeyse yüzyıl boyunca Fransızları her tür kağıt paraya kar§ı önyargılı hale getiren bir para dönemini sona erdirdi. Diğer ülkelerdeki kağıt paraların akıbeti biraz daha iyiydi; bir tek ı8 10'da Rusya, bonoları, üstündeki değerin yüzde 20'sine, Avusturya da (ı8ıO ve ı8 ıS'de yaptığı iki devalüasyonla) yüzde ı O' una dü§ürmü§tÜ. İngilizler se, sava§ı finanse etmenin bu özel biçiminden uzak durdular; onlardan ürkmeyecek kadar kağıt paraya alı§kındılar. Fakat İngiliz Merkez Bankası, hükümetten gelen büyük talep baskısının, külçe altına duyulan özel talebin ve kıtlığın yol açtığı özel gerginliğin yarattığı çifte baskıya direnemedi. ı 797'de özel mü§terilere altınla ödeme yapma uygulaması askıya alındı ve altın kar§ılığı olmayan kağıt paralar de facto efektif nakit para haline geldi: 1 sterlinlik paralar, bu geli§menin bir sonucuydu. 'Kağıt sterlin', kıtadaki paralar gibi ciddi bir değer kaybına hiç uğramadı; en çok değe rinin yüzde 7ı'i kadar geriledi ve ı8ı7'de yeniden yüzde 98'e yükseldi. Fakat tahmin edilenden çok daha uzun ömürlü oldu. Altınla ödemeye dönülmesi, 182ı'e kadar gerçekle§medi. Verginin bir ba§ka seçeneği de borçlanmaydı; fakat kamu borçlarında, beklenmedik oranda ağır ve sürekli sava§ harcamalarının neden olduğu ba§ döndürücü yükseli§, en mamur, zengin ve mali açıdan geli§ kin ülkeleri bile ürküttü. Sava§ı be§ yıl süreyle iç borçlanma yoluyla kar§ılayan İngiliz hükümeti, bu amaçla bir gelir vergisi getirerek ( 1799- ı8 ı6), sava§ giderlerini doğrudan vergilendirme yoluyla kar§ılama yönünde görülmemi§ ve me§Um bir adım attı. Ülkenin zenginliğinin hızla artması, bu önlemi uygulanabilir kıldı ve ondan sonra sava§ giderleri esas olarak para geliriyle kar§ılandı. Şayet ba§tan yeterli ve uygun bir vergi konulsaydı, Ulusal Borç 1793'te 228 milyon sterlinden 1816'da 876 milyon sterline, yıllık borç yükü de 1792'de 10 milyon sterlinden 1815'te 30 milyon sterline (ki savaştan önceki yılda toplam hükümet harcamalanndan daha büyüktü) çıkmayabilirdi. Bu borçlanmaların toplumsal sonuçları çok büyük oldu; çünkü aslında borçlanma, halkın ödediği verginin büyük bölümünün, William Cobbett gibi, yoksulların, küçük i§adamlarının ve çiftçilerin onlara kar§ı sözcülüğünü üstlendiği ve gazetesinden üzerlerine yıldırımlar yağdırdığı küçük bir zengin 'fon sahipleri' sınıfının ce bine akmasını sağla yan bir i§lev görmekteydi. Uzun zamandır müttefiklerini sübvanse etme politikası izleyen İngiliz hükümeti, yurtdı§ına (en azından Fransa kar§ıtı kanada) verdiği borçları arttırmı§tı: 1794-1804 arasında bu rakam 80 milyon sterline çıktı. Bu durumdan yararlananlar, esas olarak Baringler,
SAVAŞ
109
Rothschild hanedam gibi bu aldı verdi i§lerinde aracı gibi hareket eden, -ister İngiliz ister yabancı olsun, giderek daha fazla, uluslararası para piyasasının ba§lıca merkezi haline gelmi§ olan- Londra üzerinden ݧ gören uluslararası mali çevreler oldu (Rothschild'ın kurucusu olan Meyer Amschel Rothschild, oğlu Nathan'ı 1798'de Frankfurt'tan Londra'ya gönderdi). Bu büyiik uluslararası bankerler çağı, sava§lardan sonra ortaya çıktı ve bu bankerler, eski rejimierin toparlanmasına, yenilerinin de istikrara kavu§masına yardımcı olmak üzere büyük krediler verdiler. Fakat, Baringlerin ve Rothschildlerin, onaltıncı yüzyıl büyük Alman bankerierinden bu yana kimsenin yapmadığı kadar dünya para piyasasına egemen oldukları çağın temeli, sava§lar sırasında atılmı§tır. Ne var ki, sava§ maliyesinin teknik ayrıntıları, büyük miktardakaynağın barl§ zamanından büyük bir sava§ın gerektirdiği amaçlarla kullanılmak üzere askeri alana kaydırılmasınınyarattığı genel ekonomik etkinin yanında daha önemsizdi. Sava§ için gerekli kaynakların tamamen sivil ekonomiden ya da onun pahasına kar§ılandığını dü§ünmek kesinlikle doğru olmaz. Ordu yalnızca, aksi halde ݧSiz kalacak, hatta mevcut ekonominin sınırları içinde bile çall§amayacak insanları seferber edebilir.* Sava§ endüstrisi, kısa vadede insanları ve malzemeleri sivil piyasadan çekmesine kar§m, uzun vadede, barl§ döneminde normal kar dü§üncesiyle el atılmayabilecek geli§meleri uyarabilir. Bu, daha önce de gördüğümüz gibi (2. Bölüme bakınız), pamuk!u endüstrisiyle kar§ıla§tırıldığında hızlı büyüme olanağına sahip olmayan, o nedenle geleneksel olarak uyaranını hükümette ve sava§ta bulan demir ve çelik endüstrileri için çok bilinen bir durumdu. 1831'de Dionysius Lardner, "onsekizinci yüzyılda demirhane ve demir döküm, neredeyse top dökümüyle bir tutuluyordu" diye yazdı. 12 O nedenle, sermaye kaynaklarının bir bölümünün [sava§ endüstrisine J kaydırıldığını kabul edebiliriz; sermaye malları endüstrisirıe ve teknik geli§melere yapılan uzun vadeli yatırımların doğası böyleydi. Örneğin devrimin ve Napoleon Sava§ları'nın yarattığı teknik yenilikler arasında, kıtada (Batı Hint Adaları'ndan ithal edilen §eker kaml§ının yerini almak üzere) §eker pancarıendüstrisi ile (İngiliz donanmasının gemilerde bozulmadan saklanabilecek yiyecek arayı§larından doğan) konserve yiyecek endüstrisi bulunmaktaydı. Buna rağmen, büyük bir saVa§, kaynak kullanımında büyük bir deği§iklik anlamına geldiği gibi, ülkelerin birbirlerini ablukaya aldıkları durumlarda, ekonominin sava§ ve barl§ sektörlerinin aynı kıt kaynaklar için dolaysızca rekabete girmesi anlamına da gelebilir. • Bu, İsviçre gibi a§ırı nüfuslu dağlık bölgelerde paralı askerlik yapmak için göç etme temelini olu§turmaktaydı.
geleneğinin
11 0 DEVRiM ÇAGI
Böyle bir rekabetin en bilinen sonucu, enflasyondur; gerçekten savaonsekizinci yüzyılda yava§ yükselen fiyat seviyesini (bunun bir bölümü devalüasyondan kaynaklansa da) her ülkede yukarı fırlattığını biliyoruz. Bu, kendi ba§ına bir ekonomik sonuç olarak, (örneğin, ücretler normal olarak fiyatların gerisinde kaldığından, ücretlilerden uzakla§arak i§adamlarına ve imalatçılardan kaçarak sava§ zamanındaki yüksek fiyatlardan daima memnuniyet duyan tarıma doğru) gelirlerde kesin bir yeniden dağılım olduğunu göstermektedir. Tersine, sava§ın taleplerinin sona ermesi ve o zamana dek sava§ın kullandığı -insan dahil- bir kaynak kitlesinin bo§ kalması, sivil pazarın kar§ısına, her zamankinden çok daha yoğun yeniden d üzenleme sorunları çıkarır. Bir örnek alalım: ı 8 ı 4- ı 8 ı 8 arasın da İngiliz ordusunun gücü, yakla§ık ı50.000 ki§i ya da Manchester'ın 6 günkü nüfusundan daha fazla bir miktarda azaltıldı ve ı813'te bir kilesi ı08. 5 §ilin olan buğday fiyatları, ı8ı5'te 64.2 §iline dü§tÜ. Gerçekte, sava§ sonrası dönemde yapılan ekonomik ayarlamaların, bütün Avrupa için anormal ekonomik güçlüklerden birini olu§turduğunu biliyoruz; üstelik ı8 ı6- ı 7 yılında hasatta ya§ anan felaket, bu güçlüğün daha da §iddetlenmesine yol açmı§tır. Ne var ki, daha genel bir soru sormamız gerekiyor. Sava§ın yarattığı kaynak kullanımındaki bu deği§iklik, farklı ülkelerin ekonomik geli§mesini ne ölçüde sekteye uğratmı§ ya da yava§latmı§tır? Bu sorunun, iki büyük ekonomik güç olan ve en ağır ekonomik yükün altına giren Fransa ve İngiltere açısından özel bir öneme sahip olduğu açıktır. Fransa'nın yükünün büyük bölümü, son evrelerinde sava§tan kaynaklanmıyordu; çünkü sava§ harcamalarının kar§ılanması, büyük oranda fetih ordularının topraklarını yağmaladığı ya da gaspettiği, insanlarını, ürünlerini ve paralarını hacıettiği yabancıların pahasına yapılacak biçimde düzenlenmi§ti. İtalya'nın vergi gelirlerinin yakla§ık yarısı, ı805-ı2 arasında Fransa'ya gitmekteyciL 13 Bu uygulamanın, tam olarak gerçekle§memi§ olmakla birlikte, yine de -parasal olduğu kadar reel olarak da- sava§ı ba§ka bir çözüm yolundan çok daha ucuza getirdiği açıktır. Fransız ekonomisi gerçek tahribatı, devrimle, iç sava§la ve karga§ayla geçen on yılda yedi; örneğin, ı 790- ı 795 arasında Seine-lnferieure imalatçılarının yıllık cirosu 41 milyondan ı5 milyona, çalı§tırdıkları i§çi sayısı ise 246.000'den 86.000'e dü§tü. Buna bir de İngiltere'nin deniz hakimiyeti nedeniyle doğan deniza§ırı ticaret kayıplarını eklemek gerekir. İngilizlerin ekonomik yüküyse, yalnızca kendinin değil, kıtadaki müttefiklerine sağladığı geleneksel ekonomik yardımlar yüzünden ba§ka ülkelerin de sava§ giderlerini ta§ımanın maliyetinden ileri gelmekteydi. Para açısından bakıldığında, İngilizler §ın,
SAVAŞ
111
sava§ boyunca en ağır yükü çeken ulustu. Bunun onlara, Fransa'nınkin den üç, dört katı maliyeti oldu. Bu genel soruya, Fransa açısından yanıt vermek, İngiltere açısından yanıt vermekten daha kolaydır; çünkü Fransız ekonomisinin görece durgun olduğu ve endüstrisiyle ticaretinin devrim ve sava§lar olmasaydı kesinlikle çok daha hızlı geni§leyeceği konusunda bir ku§ku yoktur. Ancak Napoleon döneminde ülke ekonomisi son derece belirgin bir ilerleme kaydetmi§se de, 1790'lardaki gerilerneyi telafi edemedi. İngilizler açısın dansa yanıt daha belirsizdir; çünkü burada geni§leme göz kama§tırıcıdır ve sorulabilecek tek soru §Udur: Eğer sava§ olmasaydı bu geni§leme bundan daha hızlı olabilir miydi? Bugün genel olarak kabul gören yanıtsa olabileceği yönündedir. 14 Habsburg İmparatorluğu gibi,.ekonomik geli§menin ya va§ ve ini§li çıkı§lı olduğu, sava§ ın niceliksel etkisinin görece az olduğu diğer ülkeler için bu sorunun fazla bir önemi yoktur. Elbette bu kuru değerlendirmelerle, gerçek srundan kaçılmı§ oluyor. Onyedinci ve onsekizinci yüzyıllarda İngiltere'nin ekonomik nedenlerden kaynaklandığı apaçık olan sava§larının, kendi ba§lanna ya da ekonomiyi uyarmak suretiyle ekonomik geli§meyi ilerietmesi beklenmiyordu; bu ilerlemenin, zaferle, rakipleri tasfiye ederek ve yeni pazarlar ele geçirmek yoluyla gerçekle§eceğine inanılıyordu. Sava§ların, yıkılmı§ i§ ya§amı, kaynakların ba§ka alanlara akması ve benzeri 'maliyetler' i, ifadesini, sava§ tan sonra, sava§an rakipierin göreli konumlarında bulan 'kar'larına göre ölçüldü. Bu ölçüte göre, 1793-1815 sava§ları, kesinlikle kendi maliyetlerini a§an sonuçlar yaratmı§tı. Ekonomik geni§lemede hafif bir yava§lamanın kar§ılığında (ki geni§leme buna rağmen devasaydı) İngiltere, olası en yakın rakibini ortadan kaldırdı ve iki ku§ak süreyle 'dünyanın atölyesi' oldu. Hangi ticari ya da endüstriyel göstergeye bakılırsa bakılsın, İngiltere, (belki ABD dı§ında) diğer devletlerin, 1789'da olduğundan çok daha ilerisinde bulunmaktaydı. Eğer rakiplerini geçici olarak ortadan kaldırma sının, İngiltere'nin denizlerde ve sömürge pazarlarında elde ettiği tekelin, endüstrile§meyi daha da ileri noktalara vardırmasının temel bir önko§ulu olduğunu dü§ünürsek, bunu elde etmenin bedeli pek de fazla sayılmazdı. 1789'da (uzun bir sava§ ya§anmadan da) İngiltere'ye ekonomik üstünlük sağlayan etkenin yarı§a önde ba§laması olduğunu kabul etsek bile, yine de §Unu ileri sürebiliriz: Bu üstünlüğü, ekonomik rekabette kaybettiği zemini siyasi ve askeri yollarla geri almakla tehdit eden Fransa'ya kar§ı savunmanın bedeli fazla büyük olmamı§tır.
5 Barı~
(Devletler) arasındaki bugünkü uyum, Avrupa'mn her devletinde öyle ya da böyle varolan devrimci karlara kar~ı onlann tek yetkin güvencesidir; ... ve gerçek irfan, normal zamaniann küçük çatı§malanmn alevlenmelerine müsaade etmemek ve birle~erek toplumsal düzenin yer~ik ilkelerini desteklemektir. Castlereagh 1 .
ümpereur de Russie est de plus le seul souverain parfaitement en etat de se porter des d present aux plus vastes entreprises. Il est d la tete de la seule armee vraiment disponible qui soit aujourd' lıui forme en Europe.' .· Gentz, 24 Mart, ısısı
Neredeyse kesintisiz bir sava§la ve devrimle geçen yakla§ık yirmi yılın ardından, muzaffer eski rejimler, oldukça güç ve tehlikeli bir i§ olan barı§ yapma ve barı§ı koruma sorunlarıyla kar§ı kar§ıya kaldılar. Yirmi yıllık enkazın kaldırılması ve yağmalanan toprakların yeniden bölü§türülmesi gerekiyordu. Ayrıca, bütün zeki devlet adamlarının bildiği gibi, bundan böyle kimse Avrupa'da büyük bir sava§ı kaldıramazdı; çünkü böyle bir sava§, kesirılikle yeni bir devrim ve sonuçta eski rejimlerirı yıkılınası anlamına gelecekti. Daha sonra çıkan bir bunalımdan sözederken, "Avrupa'nın bugünkü toplumsal hastalık durumunda" diyordu Beçikalıların kralı Leopold (Kraliçe Victoria'nın can sıkıcı ama bilge amcası), "genel bir sava§a izin vermek ... duyulmaml§ bir §ey olurdu. Böyle bir sava§ ... ilkelerirı çatı§masını getirecektir (ve) eğer Avrupa'yı tanıyorsam, böyle bir çatl§ma sanırım Avrupa'nın biçirnirıi deği§tirecek, bütün yapısını altüst edecektir."3 Krallar ve devlet adamları, öncekinden ne daha bilge ne de daha barı§çıydılar. Fakat kesirılikle ürkmü§lerdL ' "Üstelik Rus imparatoru daha §imdiden büyük i§lere kalkıpbilecek tek hükümdardır. Bugün Avrupa'da olU§turulmu§ ve tam anlamıyla teyakkuzdaki bir ordunun ba§ındadıi".
BARIŞ
113
Aynı zamanda görülmedik ölçüde de ba§arılıydılar. Gerçekten de, Napoleon'un yenilgisiyle 1854-6 Kırım Sava§ı arasındaki sürede Avrupa'da genel bir sava§ çıkmadığı gibi, büyük bir devleti bir ba§kasıyla sava§ meydanında kar§ı kar§ıya getiren herhangi bir çatı§ma da ya§anmadı.-Aslında Kırım Sava§ı bir yana bırakılırsa, 1815 ile 1914 arasında ikiden fazla büyük devletin i§e karı§tığı bir sava§ da olmadı. Bir yirminci yüzyıl vatanda§ının, bu ba§arının büyüklüğünü takdir etmesi gerekir. Üstelik etkileyicidir de; çünkü uluslararası sahne, sakinlikten uzaktı ve yığınla çatı§ ma vesilesiyle kaynamaktaydı. 6. Bölümde ele alacağımız devrimci hareketler, güç bela kazanılml§ uluslararası istikrarı zaman zaman (1820'lerde, özellikle Güney Avrupa, Balkanlar ve Latin Amerika' da, 1830'dan sonra Batı Avrupa'da -özellikle Belçika'da- ve yine 1848 devriminin e§iğinde) bozmaktaydı. Gerek içerden çözülmeleringerekse rakip büyük devletlerin -ba§ta İngiltere, Rusya ve daha az ölçüde de Fransa'nın- emellerinin yarattığı tehdit kaf§ısında Türk İmparatorluğunun gerilemesi, 'Doğu Sorunu' denen §eyi kalıcı bir bunalım nedenine dönü§türdü: Bunalım, 1820'lerde Yunanistan, 1830'larda Mısır üzerinde patlak verdi ve 183941'dei vahim bir _çatı§manın ardından külleurneye terk ediidiyse de, önceki kadar patlamaya hazır bir bomba olarak kalmaya devam etti. İngil tere ve Rusya'nın arası, Asya'daki iki imparatorluk arasındaki insansız bölge ve Yakın Doğu konusunda çok açıktı. Fransa, 1815'den önce i§gal ettiklerinden daha azına razı olmaktan çok uzaktı. Ancak bütün bu sığ sulara ve girdaplara rağmen, diplomatik tekneler çarpı§madan bu zorlu sularda yü:zebiliyorlardı. Bu yüzden, uluslararası diplomasinin, temel görevini, yani genel sava§ları uzak tutma görevini yerine getirmek bakımından ba§arısız bir tutum sergilediği bizim ku§ağımızda, 1815-48'in devlet adamlarına ve yöntemlerine dönüp bakıldığında, kendilerinden hemen sonra gelenlerin gösterınediği saygıyı göstermek gibi bir eğilim vardı. 1814'ten 1835'e kadar Fransa'nın dı§ politikasına bakan Talleyrand, bugüne kadar bir Fransız diplamatı örneği olarak kalmı§tır. Sırasıyla 1812-22'de, 1822-7'de ve 1830'dan 1852'ye kadarki bütün Tory olmayan yönetimlerde* İngil tere'nin dı§i§leri bakanları olan Castereagh, George Canning ve Viscount Palmerston, sonradan ve yanıltıcı biçimde de olsa diplomasinin devleri olarak anılmı§lardır. Napoleon'un yenilgisinden 1848'de aziine kadarki sürede Avusturya'nın ba§bakanı olan Metternich, eskisi kadar olmasa da bugün her tür deği§menin katı bir dü§manı ve istikrarın bilge savunu• Yani 1834-S'te ve 1841--D'da birkaç ay
dı§ında
bütün bir dönem boyunca.
114 DEVRiM ÇAGI
cusu olarak görülmektedir. Ne var ki, I. Alexander'ın (1801-25) ve I. (1825-55) Rusyası'nda ve dönemimizin görece önemsiz devleti Prusya'da ne kadar çabalansa ülküle§tirilmeye değer bir tek dı§İ§leri
Nicholas'ın
bakanı bulunamayacaktır.
Bir anlamda bu övgüde bir haklılık payı vardır. Napoleon Sava§sonra Avrupa'ya getirilen düzen, ba§ka düzenlerden daha adil ve ahlaki değildi; fakat bu düzeni kuranların tamamen anti-liberal ve anti-ulusal (yani anti-devrimci) amaçlara sahip oldukları ortadayken, bu durumun gerçekçi ve anla§ılabilir olmadığı da söylenemez. Fransa üzerinde gerçekle§tirilmi§ bu tam zaferden yararlanma yoluna gidilmedi: Yeni bir Jakobenliğin tahrik edilmemesi gerekiyordu. Yenilen ükenin sınır ları, a§ağı yukarı 1789'da olduğu gibi bırakıldı; sava§ razıninatı makul boyutları a§mıyordu; yabancı askerlerin i§gali kısa sürdü ve 1818'e gelindiğinde Fransa yeniden 'Avrupa ittifak'ına kabul edilmi§ti (Fakat N apoleon'un 1815'teki baansız geri dönÜ§Ü üzerine, bu ko§ulları biraz daha ılımlı hale getirmek gerekecekti). Taht, yeniden Bombanlara verildi; fakat uyruklarının tehikeli ruhlarına ödünler vermesi gerektiği anla§ıldı. Devrimin getirdiği büyük deği§iklikler kabul edildi ve el yakan bir konu olan anayasa, -tabii son derece ılımlı bir biçimle- tahta geri dönen mutlak manark XVIII. Louis tarafından 'özgürce kabul edilmi§' bir Berat kılığında halka bağı§landı. . Avrupa'nın haritası, halkların özlemleri ya da Fransa tarafından §U ya da bu zamanda tahtından uzakla§tırılml§ çe§itli prensierin hakları değil, sava§tan çıkan be§ büyük devletin (Rusya, İngiltere, Fransa, Avusturya ve Prusya) dengeleri gözönüne alınarak yeniden çizildi. Bu devletlerden yalnızca ilk üçünün gerçek<ınlamda bir itibarı vardı. İngiltere gerçi (özellikle denizde) ticari öneme sahip noktalarda denetimini ya da koruyucu elini çekmemeyi tercih ettiyse de, toprak kazanmak gibi bir elem gütmedi. Malta'yı, Yunan adalarını ve Heligoland'ı elinde bulundurmayı sürdürdü, gözünü Sicilya'dan ayırınadı ve Baltık Denizi'ne giri§in tek bir devletin kontrolünde olmasını önleyen Norve'in Danimarka'dan İsveç'e aktarılması i§leminden ve Scheldt ile Ren'in ağzının denetimini zararsız ama -özellikle güneydeki istihkamlardan destek aldığında-Fransa'nın Belçika üzerindeki malum ݧtahına d irenebilecek kadar da güçlü bir devlete bıra kan Hollanda ve Belçika birle§mesinden en büyük yararı o gördü. Belçikalılar ve Norveçliler her iki düzenlemeden de hiç ho§nut kalmadılar ve ikinci düzenleme ancak 1830 Devrimi'ne kadar devam edebildi. Daha sonra yerini, Fransa ile İngiltere arasında ya§anan bir sürtü§meden sonra, İngiltere'nin seçtiğibir prensin yönetiminde kalıcı biçimde tarafsızla§tı• ları'ndan
BARIŞ
115
rılmı§ küçük bir krallık aldı. Bütün denizierin tamamen İngiliz donanmasının denetiminde olması, İngiliz ve Rus imparatorlukları arasında sadece zayıf ve
karga§a içindeki prensliklerle bölgelerin bulunduğu Hindistan'ın
kuzeybatı sınırları dı§ında, herhangi bir toprak parçasının fiilen İngiliz bayrağı altında
bulunup bulunmamasını büyük ölçüde önemsiz bir konu haline getirmekle birlikte, elbette İngiltere'nin Avrupa dı§ındaki teritoryal emelleri çok daha büyüktü. Fakat İngiltere ile Rusya arasındaki rekabet, 1814-lS'te sınırları yeniden düzenlenmesi gerekmi§ olan bu bölgeyi hemen hiç etkilemedi. Avrupa'daki İngiliz çıkarları, hiçbir devletin çok güçlü olmamasını gerektiriyordu Kara üzerinde tayin edici askeri bir güce sahip ola_n Rusya, İsveç'ten Finlandiya'yı, Türkiye'den Besarabya'yı ve her zaman Rusya'nın gözde müttefiki olmu§ yerel bir hizbin yönetiminde belli bir özerklik tanınan Polanya'nın büyücek bir kısmını almakla, zaten sınırlı olan teritoryalemellerini doyurdu (1830-1 ayaklanmasından sonra bu özerklik de kaldırıldı). Polanya'nın geri kalanı, 1846 ayaklanmasından sonra ortadan kalkacak olan Krakov kent cumhuriyeti dı§ında, Prusya ile Avusturya arasmda payla§ıldı. Diğer düzenlemelere gelince; ba§lıca amacı devrimi kendinden uzak tutmak olan Rusya, Fransa'nın doğusundaki bütün mutlak prenslikler üzerinde uzaktan ama etkili bir hegemonya kurmakla yetindi. Avusturya ile Prusya'nın da katıldığı Kutsal İttifak, bu amaçla Rusya'ya mali yönden destek oldu; fakat İngiltere bu i§ten uzak durdu. İngilizlerin bakı§ açısından Rusya'nın Avrupa'nın büyük bölümünde neredeyse bir hegemonya kurması, pek de ideal bir düzenleme olmamakla birlikte askeri gerçekleri yansıtıyordu ve Fransa' nın, eski dü§manlarından herhangi birinin kabul etmeye hazır olduğundan daha büyük ölçüde güçlenmesine izin verilmedikçe ya da bir sava§ın katlanılamayacak ölçüde ağır bedelini ödemeye hazır olmadıkça, öriüne geçilmesi olanaksızdı. Fransa, büyük güç olarak kabul edildi; fakat ancak bu kadarına izin vardı. Avusturya ve Prusya, sadece nezaket gereği büyük devletten sayıldılar; Avusturya' nın, uluslararası bunalım dönemlerindeki herkesçe bilinen zayıflığından ötürü haklı olarak; Prusya'nın 1806'da çöktüğü fikrinden ötürü de yanlı§ olarak öyle olduklarına ina~ılıyordu. Bunların temel i§levleri, Avrupa'da istikrar unsurları olarak hareket etmekti. Avusturya, daha önce kendisine ait olan İtalyan ta§ra bölgelerinin yanı sıra, İtalya ve Dalmaçya'daki eski Venedik topraklarını ve çoğunlukla Habsburg hanedanından ki§ilerce yönetilen (Avusturya ile Fransa arasmda daha etkili bir tampon i§levini görmek üzere eski Ceneviz Cumhuriyetini kendine katan Piomonte-Sardunya Krallığı dı§mda) Kuzey ve Orta İtalya'daki
116 DEVRiM ÇAGI
ufak prenslikler üzerindeki himaye hakkını geri aldı. İtalya'nın herhangi bir yerinde 'düzen' tesis edilmesi gerektiğinde, buna memur edilen polis Avusturya idi. Tek kaygısı istikrar olduğundan -zira bunun dl§ındaki herşey kendisi için parçalanma tehlikesi yaratırdı- kıtada düzeni bozma yönündeki her giri§ime kar§ı §a§maz bir muhafız gibi davranacağına emin olunabilirdi. Prusya, İngilizlerin, prensliklerinin epeydir Fransa'nın suyuna gitme eğiliminde olduğu, yani Fransa'nın egemenliği altına girebilecek bir bölge olan Batı Almanya'da oldukça güçlü bir devlet bulunması isteğinden faydalandı ve sınırsız ekonomik potansiyellerini aristokrat nitelikli diplama tl ann hesap edemediği Ren Bölgesi'ni aldı. Bunun yanı sıra İngil tere ile Rusya arasında, İngiltere'nin Polanya'daki Rus geni§lemesinin a§ırı olduğuna hükmetmesi üzerine çıkan anla§mazlıktan da yararlandı. Sava§ tehditleriyle dolu vurgular ta§ıyan müzakerelerin neticesinde daha önce kendisine ait olan Polanya topraklarını Rusya'ya verdi, ama bunun kar§ılığında zengin ve endüstrile§mi§ Saksonya'nın yarısını aldı. Toprak ya da ekonomi açısından diğer devletlere nazaran 1815 düzenlemesinden daha kazançlı çıkan Prusya oldu ve, gerçi siyasetçiler 1860'lara dek bunu anlamamı§ olsalar da, aslında ilk defa maddi kaynaklan açısından büyük bir Avrupa devleti haline geldi. Avusturya, Prusya ve temel i§levleri Avrupa'nın kraliyer saraylarına sağlıklı nesiller yeti§tirmek olan bir dizi küçük Alman devleti, Avusturya'nın kıdemliliğine meydan okurnamakla birlikte, Alman Konfederasyonu içinde birbirlerini gözetlediler. Konfederasyonun ba§lıca uluslararası i§ levi, küçük devletleri geleneksel olarak içine çekilme eğiliminde olduklan Fransız yörüngesinin dı§ında tutmaktı. Milliyetçi reddiyelere kar§ın, Napoleon'un uyduları olmaktan pek de rahatsız değildiler.
1815'in devlet adamları, ne kadar titizlikle biçimlendirilmiş olursa olsun hiçbir düzenlemenin uzun vadede devletler arası rekabetierin ve deği§en §artlann zorlamalarına dayanamayacağını bilecek kadar akıllıydılar. Sonuç olarak barl§ı korumak için, önemli sorunlar ortaya çıktığında çözmek üzere düzenli olarak kongreler toplamak suretiyle bir mekanizma olu§turmaya koyuldular. Elbette kongrelerdeki önemli kararların 'büyük devletler [güçler]' in (terimin kendisi de bu dönemin bir icadıdır) tarafından alınacağı anla§ılml§tı. Bu dönemde kullanıma girmiş olan bir diğer tabir olan 'A.vrupa ittifakı', Birle§miş Milletler'den çok BM Güvenlik Konseyi'nin daimi üyelerine kar§ılık gelmekteydi. Lakin düzenli kongreler, 1818'den Fransa'nın ittifaka kabul edildiği 1822'ye dek ancak birkaç yıl toplanabildi. Napoleon Sava§lan'nın hemen ardından ortaya çıkan ve İngiltere dahil her yerde canlı fakat yersiz bir toplumsal devrim korkusuna yol
BARIŞ
117
açan 1816-1 ?'deki kıtlık ile i§ ya§amındaki bunalımlara dayanamayan kongre sistemi iflas etti. Ekonomik istikrarın 1820'lerde geri gelmesiyle birlikte 1815 üzenlemesinin doğurduğu her rahatsızlık, devletler arasın daki çıkar ayrılıklarını ortaya serdi. 1820-22 yıllannda ilk huzursuzluk ve ba§kaldırı nöbetiyle kar§ıla§ıldığında bir tek Avusturya, bu türden tüm hareketlerin derhal ve otomatik olarak toplumsal düzenin (ve Avusturya'nın toprak bütünlüğünün) gerekleri uyannca bastırılması ilkesine sıkı sıkıya bağlı kaldı. 'Kutsal İttifak'ın üç monar§isi ile Fransa, Almanya, İtalya ve İspanya üzerinde bir anla§maya vardılar. Gerçi sonuncusu, yani 1823'te İspanya'daki uluslararası polislik görevini zevkle icra eden Fransa, Avrupa'nın istikranyla ilgilenmekten çok, bilhassa dl§ yatırımlannın büyük kısmının bulunduğu İspanya, Belçika ve İtalya'daki diplomatik ve askeri faaliyet sahasını geni§letmekle ilgiliydi. 4 İngiltere ise kar§ı tavır aldı. Bunun nedeni İngiliz siyasetçiterinin mutlakiyetçiliğe hiç ho§ bakmamalan, bilhassa sert tepkici Castlereagh'ın yerine daha esnek mizaçlı Canning'in geçmesinden sonra Avrupa'da reformların eninde sonunda kaçınılmaz olduğu ve bunun yanı sıra zapturapt altına alma ilkesinin uygulanmasının da rakip devletleri (en ba§ta Fransa'yı) o zaman için İngiltere'nin old~kça hayati ekonomik sömürgesi durumundaki Latin Amerika'ya sokmaktan ba§ka bir sonuç vermeyeceğine kanaat getirmi§ olmalaridır. Böylece İngiltere, 1823 tarihli Monroe Deklarasyonu'nda ABD'nin yaptığı gibi, Latin Amerika devletlerinin bağımsızlığını destekledi; ama bunun, dikkate değer bir kehanet göstermi§ olmanın dı§ında uygulamada hiçbir değeri yoktu (Latin Amerika'nın bağımsızlığını koruyan tek §ey İngiliz donanmasıydı). Yunanistan konusundaysa devletler daha da bölün~ü§tü. Devrimlerden olanca nefretine kar§ın Rusya, büyük ölçüde Rusya'nın yardımına muhtaç olması §artıyla Türkleri zayıflatan Ortodoks bir halk hareketinden sadece yarar sağlardı (Ayrıca Ortodoks ıristiyanlan savunmak amacıyla Türkiye'ye müdahale etmeye anla§malar sayesinde hakkı vardı). Tek yanlı Rus müdahalesinden duyulan korku, Yunanseverliğin baskısı, ekonomik çıkarlar ve Türkiye'nin parçalanması nın önlenemeyeceği, olsa olsa bu parçalanmaya düzen verilebileceği genel kanaati, sonunda İngilizleri dü§manlıktan, tarafsızlığa, oradan da gayrı resmi birYunan yanlısı müdahaleye kadar götürdü. Böylelikle Yunanistan, hem Rusların hem de İngilizlerin yardımiyla bağımsızlığını kazandı (1829). Bu ülkenin, çok sayıdaki küçük Alman prensliklerinden birinin yönetiminde bir krallığa dönü§türülmesi, uluslararası zararı en aza indirdi; böylelikle sadece Rusya'nın uydusu olmayacaktı. Fakat 1815 çözümünün kalıcı lığı, kongre sistemi ve bütün devrimleri bastırma kararı, harabeye döndü.
118 DEVRiM ÇAGf
1830 devrimleriyse onu tamamen ortadan kaldırdı; çünkü sadece küçük devletleri değil, büyük bir gücü, Fransa'yı da etkisi altına almı§tı. Ren'in batısında kalan bütün Avrupa'yı, Kutsal İttifak'ın polis operasyonlanndan kurtardı. Bu arada-Türkiye'nin parçalanması halinde (ki kaçı nılmaz görünüyordu) ne yapılacağıyla ilgili bir sorun olan- 'Doğu Sorunu' da, Balkanlan ve Levant'ı, büyük güçlerin, özellikle de Rusya ile İngilte re'nin sava§ alanı haline getirdi. Her §ey, daha sonra olacağı gibi o zamanlar da ba§lıca diplomatik hedefi, Akdeniz' e giri§ini kontrol eden Küçük Asya ile Avrupa arasındaki boğazların denetimini ele geçirmek olan Ruslan güçlendirmeye yaradığı için, 'Doğu Sorunu' güçler dengesini altüst etti. Bu, diplomatik ve askeri bir önem ta§ımakla birlikte, Ukrayna'nın tahıl ihracatının büyümesi nedeniyle, aynı zamanda ekonomik aciliyet de ta§ıyan bir konuydu. Her zaman olduğu gibi, Hindistan'a giden yolları denetiminde bulundurmak isteyen İngiltere, kendisini tehdit etmesi çok mümkün bir büyük gücün güneye doğru ilerlemesinden endi§eye kapıldı. Her ne pahasına olursa olsun Türkiye'yi Rusya'ya kar§ı desteklemek ve güçlendirmek, izlenecek en açık politikaydı (Bu politikanın, İngiltere'nin bu dönemde son derece tatminkar artı§lar gösteren Doğu ticaretine de ek bir yararı olmu§tu). Ne yazık ki bu politika tam anlamıyla uygulanabilir değildi. Türkiye İmparatorluğu, en azından askeri açıdan iflah olmaz bir harabe olmamakla birlikte, (hala kolaylıkla bastırabildiği) içerde ki ayaklanmalara, (bir türlü üstesinden gelemediği) Rusya'nın ve elveri§siz uluslararası durumun birlikte yarattığı zorluğa kar§ı, çok çok parçalanmasını geeiktirecek eylemlerde bulunabilirdi. Gerçi 1830'larda II. Mahmud dönemirıde (1809-39) ilk haı:eketler ba§laml§tı; ama henüz kendini modernle§tirebilecek ya da bunu yapmaya hazır olduğunu gösterecek durumda değildi. Sonuçta, yahnızca İngiltere'nin doğrudan diplomatik ve askeri desteği (yani sava§ tehdidi), çe§itli sıkıntılar içersindeki Türkiye'nin çökmesini önleyebilir ve Rusya'nın nüfuzunun hızla artmasının önüne geçebilirdi. Bu geli§me, 'Doğu Sorunu'nu, Napoleon Sava§ları'ndan sonraki genel bir sava§a yol açması en olası ve bunu da 1854-6'da yapmı§ yegane yıkıcı uluslararası mesele haline getirdi. Ne var ki, uluslararası zarlann Rusya lehine ve İngiltere aleyhine dü§ı;nesine neden olan bu durum, aynı zamanda Rusya'yı uzla§maya yana§tırıyordu. Rusya, diplomatik amaçlarına iki yoldan ula§abilirdi: Ya Türkiye'nin yenilmesi ve parçalanması ve İstanbul ile Boğazların Rusya tarafından i§gali, ya da zayıf ve itaatkar bir Türkiye üzerinde fiilen bir vesayet rejimi kurulması. Fakat iki yol da açıktı. Ba§ka bir deyi§le, İstanbul Çar'a göre büyük bir sava§a değmezdi. Örneğin 1820'lerdeki Yunan sava§ı, bu parçalama ve i§gal politikasına
BARIŞ
119
uygundu. Rusya, bundan umduğu ölçüde bir yarar sağlayamaml§tı, fakat fazla da bastırmak istemiyordu. Onun yerine, §imdi güçlü bir vasiye ihtiyacını derinden farketmi§ olan sıkı§ml§ durumdakiTürkiye ile Hünkar İske lesi'nde olağanüstü elveri§li §artlarla bir anla§ma imzaladı (1833). İngil tere, bu duruma çok öfkelendi: 1830'lar, Rusya'yı İngiltere'nin bir tür kalıtsal dü§manı halinde gösteren bir Rus korkusunun ortaya çıkl§ına tanıklık etti.* İngilizlerin baskısı kar§ısında Ruslar geri çekildiler ve 1840'larda Türkiye'nin parçalanması önerilerine döndüler. Dolayısıyla Doğu'daki Rus-İngiliz rekabeti, pratikte, (özellikle İngilte re' de) kılıç §akırtılarının akla getirebileceğinden çok daha tehlikesizdi. Üstelik İngilizlerin Fransa'nın yeniden canlanabileceğinden duyduklan korku, bu rekabetin önemini azaltıyordu. Gerçekte, ileride, iki imparatorluk arasın da doğudaki insansız topraklarda faaliyet gösteren iki devletin gizli ajanlarının ve maceracılarının karı§ık i§leri için kulanılacak olan 'büyük oyun' deyimi, durumu oldukça güzel ifade etmektedir. Durumu gerçekten tehlikeli yapan, Türkiye'deki kurtul u§ hareketlerinin ve ba§ka devletlerin müdahalelerinin nasıl bir seyir yaratacağının öngörülemez olmasıydı. Bu devletlerden biri olan ve aynı zamanda kendisi de, tam da Türkiye'nin istikrarının temellerini oyan aynı halkların -Balkan Slavlarının ve özellikle Sırpların hareketlerinin yarattığı tehditle kar§ı kaqıya bulunan köhnemi§ çokulusu bir imparatorluk konumundaki Avusturya, meseleye hayli edilgen bir ilgiyle yakla§maktaydı. Ne var ki, ileride I. Dünya Sava§ı'nın dolaysız vesilesini olu§turacak olsalar da, bu halkların yarattıkları tehdit acil bir nitelik ta§ımı yordu. Doğu'da uzun bir diplomatik ve ekonomik nüfuz tarihine sahip olan ve bunu dönem dönem yeniden kurmaya ve geni§letmeye çall§an Fransa, daha çok sıkıntı yaratıyordu. Özellikle Napoleon'un Mısır'ake§if seferiyapmasından sonra, Fransız nüfuzu güçlü bir duruma gelmi§ti; fiilen bağımsız bir pa§a olan Mehmet Ali, Türk imparatorluğunu dilediğinde sarsabiliyor, dilediğinde bir arada tutabiliyordu. Aslında 1830'larda (18313 ve 1839-41) 'Doğu Sorunu' demek, Mehmet Ali'nin, ismen egemeni konumundaki Osmanlı padi§ahıyla arasındaki (Fransa' nın Mısır' ı desteklemesiyle daha karma§ıkla§mı§ olan) ili§kilerde ortaya çıkan bunalımlar demekti. Ancak, Rusya belki İstanbul için sava§maya gönülsüzdü; fakat Fransa da ne bunu yapabilecek durumdaydı ne de böyle bir §eyi istiyordu. Diplomatik bunalımlar vardı. Fakat sonunda, Kırım olayını bir yana bırakır sak, ondokuzuncu yüzyılda Türkiye yüzünden bir sava§ çıkmadı. ·Gerçekte, ekonomik bakımdan birbirlerini kar§ılıklı olarak tamamlamaya dayanan İngiliz Rus ili§kileri, geleneksel olarak dostaneydi, ancak Napoleon Sava§ları'ndan sonra ciddi §ekilde bozulmaya ba§ladı.
120 DEVRiM ÇAGI Şu halde, bu dönemdeki uluslararası çeki§melerin seyrinden §U çıkıyor:
Uluslararası ili§ kilerde el yakan bir konu, büyük bir savaş çıkartacak kadar yakıcı değilmiş.
Büyük devletler arasında Avusturyalılar ve Prusyalılar, hesaba katılmak için çok zayıftılar. İngilizler, tatmin olmuştu. 18 ı5'te bütün dünya tarihinde bir devletin elde edebileceği en eksiksiz zaferi gerçekle§tirmi§lerdi; Fransa'ya kar§ı verilen yirmi yıllı bir sava§tan, tek endüstrile§mi§ ekonomi, tek deniz gücü -İngiliz donanmasında ı840'da neredeyse diğer bütün donanmaların toplam gemisi kadar gemi vardı ve fiilen dünya üzerindeki yegane sömürgeci güç olarak çıkml§lardı. İngiliz dı§ politikasının tek büyük geni§lemeci ve yayılınacı çıkannın, İngiliz ticaretinin ve yatırımlannın geni§lemesinin önüne çıkabilecek hiçbir §ey yok gibi görünüyordu. Rusya'nınsa, karşılanml§ olmamakla birlikte, sadece sınırlı teritoryal emelleri vardı ve onun da ilerleyi§ini hiçbir §ey durduramazdı ya da öyle görünüyordu. En azından toplumsal bakımdan tehlikeli genel bir sava§ ı haklı çıkartacak hiçbir §ey yoktu. Bir tek Fransa, 'tatminsiz' ve uluslararası düzenin istikrarını bozabilecek bir güç olarak duruyordu. Ancak Fransa bunu bir tek §arda yapabilirdi: İçerde Jakobenliğin, dı§arda da liberalizmin ve milliyetçiliğin devrimci enerjilerini bir kez daha seferber ederek. Çünkü, kadim büyük-güç rekabeti açısından mukadder biçimde zayıftı. XIV. Louis ya da Devrim döneminde olduğu gibi, sadece kendi halkına ve kaynaklanna bel bağlayarak, bir daha asla iki ya da daha fazla büyük devletin olu§turduğu bir koalisyona kar§ı e§ it koşullarda dövü§emeyecekti. ı 780'de her İngilize 2.5 Fransız dü§erken, ı830'da bu rakam ikiye üçten az olm u§ tu. ı 780'de neredeyse Rus kadar Fransız varken, ı830'da Fransızlar Rusların yakla§ık yarısı kadardı. Bunun yanında Fransa'nın ekonomik evrimi, İngiltere'nin ve ABD'nin çok gerisine dü§müştü ve yakın bir gelecekte de Almanya'nın gerisine dü§ecekti. Öte yandan uluslararası emellerle Jakobenliğe dönmek, herhangi bir Fransız hükümetinin kolay kolay ödeyemeyeceği bir bedel olurdu. Fransa'nın rejiminin altüst olduğu, ba§ka yerlerde de mutlakçılığın sarsıldığı veya yıkıldığı ı830'da ve yine ı848'de, büyük devletleri bir ürpermedir aldı. Uykusuz geceler geçirdiler. Ancak, ı830-ı'de Fransız ılımlıları, Avrupalı liberallerle birlikte bütün Fransızların yakınlık duyduğu ayaklanmı§ Po lanyalılar için parmaklarını oynatacak durumda değildiler. ı 83 ı' de, "ya Polanya için ne yapacaksınız, onun için bir §eyler yapmamız gerek" diye yazıyordu Palmerston'a, CO§kusunu yitirmemiş ya§lı Lafayette. 5 Yanıt, tabii hiçti. Gerçekte Fransa, bütün devrimcilerin de kendisinden beklediği gibi, kendi kaynaklarını, Avrupa devriminin kaynaklarıyla pekala güçlendirebilirdi. Fakat devrimci bir sava§a böylece atılmanın yaratacağı
BARIŞ
121
sonuçlar, Metternich kadar, ılımlı liberal Fransız hükümetlerini de korkutuyordu. 1815-1848 arasında hiçbir Fransız hükümeti, kendi devlet çıkar ları uğruna genel barı§ı tehlikeye atamayacaktı. Elbette, Avrupa'daki dengenin ula§amadığı yerlerde, yayılmanın ve sava§ın önünde hiçbir engel yoktu. Aslında, son derece geni§ olmakla birlikte, beyaz güçlerin [devletlerin] toprak kazanımlarının da fiili bir sınırı vardı. İngilizler, (N apoleon Sava§ları sırasında Hollandalılardan alınan) Afrika'nın güney ucu, (bu dönemde kurulan) Singapur, Seylan ve Hong Kong gibi, dünya denizlerinin denetimi ve dünya çapındaki ticari çıkarları açısından hassas noktaları i§gal etmekle yetindiler. Bu arada köle ticaretine kar§ı açılan kampanyanın -hem içerdeki insancıl kamuoyunu hem de küresel tekelini perçiniemek için kullandığı İngiliz donanmasının stratejik çıkarlarını tatmin eden- gerekleri, İngilizleri Afrika kıyılarındaki kalelerini korumaya yöneltti. Fakat bütün olarak alındı ğında, bir hayati istisnayı saymazsak, İngilizlerin görü§leri §Uydu: İngiliz ticaretine açılanve İngiliz dananınasınca beklenmedik tecavüzlere kar§ı korunan bir dünya, i§galin yol açacağı idari maliyetler olmaksızın çok daha ucuza sömürülebilirdi. Hayati istisnaysa, Hindistan ve onun denetimiyle ilgili her §eydi. Hindistan, her ne pahasına olursa olsun elde tutulmalıydı; en sömürgeci olmayan serbest ticaret yanlıları bile bundan ku§ku duymuyordu. Hindistan, önemi giderek artan bir pazardı (37-38. sayfalada kar§ıla§tınn) ve denildiği gibi, Hindistan kendi ba§ına bırakılsa kesinlikle acı çekerdi. Hindistan, Uzakdoğu'yu, Avrupalı i§adamlarının yapmak istedikleri gibi uyu§turucu trafiğine ve diğer karlı faaliyetlere açmanın anahtarıydı. Çin'in kapıları, 1839-42 Afyon Sava§'ında böyle açılmı§tı. Bunun sonucunda, 1814-1849 arasında İngiltere'nin Hindistan'daki imparatorluğunun büyüklüğü, Mahratlara, Nepallilere, Burmalılara, Rajputlara, Afganlılara, SindlHere ve Sihlere kar§ı yürütülen bir dizi sava§la, bu alt kıtanın üçte ikisine kadar ula§tı ve İngiliz nüfuzu, 1840'tan sonra P ve O deniz yollarının örgü dediği, S üvey§ Kıstağı'ndan geçen bir karayolunun tamamladığı doğrudan Hindistan'a giden yolu denetleyen Ortadoğu'nun çevresini sıkı biçimde çemberine aldı. Rusların yayılınacılık konusundaki ünleri (en az İngilizler kadar) herkesin malumu olmakla birlikte, gerçekte yaptıkları i§galler oldukça mütevazı boyutlardaydı. Bu dönemde Çar, sadece Uralların doğusimdaki büyük ve bo§ Kırgız stepleriyle Kafkaslardaki sert sava§ların verildiği dağlık alanları eline geçirmeye çalı§tı. Öte yandan ABD, bahtsız M eksikalılada sava§arak ve ayaklanma çıkartarak Oregon sınınnın bütün batı ve güneyini eline geçirdi. Fransa ise yayılınacı emellerini 1830'da uyduruk bir nedenle
122 DEVRiM ÇAGI
istila ettikleri ve sonraki onyedi yıl boyunca fethetmekle uğra§tıkları Cezayir ile sınırlamak zorunda kaldı. 184 7'ye gelindiğindeyse Cezayir direni§ini kırdılar. Ne var ki, bu uluslararası barl§ düzenirıirı bir §artını ayrı olarak anmak gerek: Uluslararası köle ticaretinin kaldırılması. Bunun, hem insancıl hem de ekonomik nedenleri vardı. Kölelik, korkunçtu ve verimsizdi. Üstelik, büyük devletler arasında bu hayranlık uyandıran hareketin uluslararası savunuculuğunu yapan İngilizler açısından 1815-48 ekonomisi, onsekizinci yüzyıl ekonomisi gibi, artık insan ve §eker değil, pamuklu mallar satı§ına dayanmaktaydı. Ancak köleliğirı fiilen kaldırılması (ku§kusuz Fransız Devrimi'nin köleciliği çoktan silip süpürdüğü yerler dı§ında) ya va§ ilerledi. Her ne kadar büyük ölçekli plantasyon tarımının hala varlı ğını sürdürdüğü yerlerde Asya'dan sözle§meli i§çiler ithal ederek köleciliği sürdürme giri§imleri olmu§sa da, İngilizler kendi sömürgelerinde -esas olarak Batı HintAdaları'nda-1834'de köleliği kaldırdılar. Fransızlar, 1848 devrimine kadar köleliği resmen kaldırmadılar. 1848'de hala büyük miktarda köle vardı; dolayısıyla dünyada köle ticareti yasa dı§ı olarak yapıl maya devam etti.
6 Devrimler
O davudi sesiyle özgürlük, en deıin uykuda olanları bile uyandırır ... Bugün bir şeyi, özgürlük iÇin ya da özgürlüğe karşı savaşmamn dışında düşünmek olası mıdır? İnsanlan sevemeyenler, eskiden olduğu gibi belki hô.lô. tiranlar kadar büyük olabilirler, ama kim artık insanlığa karşı ilgisiz kalabilir?
Ludwig Boerne, 14 Şubat 183P
Dengelerini yitirmiş hükümetler, Krallar ile uyruklan arasında yer alan ara sınıfın feryatlanndan korkup sinmekte ve ne yapacaklanm şaşırarak manarkların asalarını kırmakta, halkın sesine sahip çıkmaktadır/ar.. Metternich'den Çar'a, 1820 2
I Hiçbir yönetim, tarihin akı§ını durdurmak konusunda 1815'ten sonraki ku§ak kadar kesin bir yeteneksizlik göstermemi§tir. İkinci bir Fransız Devrimi'ni ya da daha kötüsü Fransız Devrimi'ni örnek alacak genel bir Avrupa devrimi gibi bir felaketi önlemek, henüz birincisini altetmek için tam yirmi yıllarını vermi§ bütün devletlerin (hatta bütün Avrupa'da kendini yeniden kabul ettirmi§ reaksiyoner mutlakçılığa hiç yakınlık duymayan ve reformlardan kaçılamaya cağını ve kaçılmaması gerektiğini de bilen, fakat yeni bir Fransız-Jakoben yayılmadan, ba§ka herhangi bir olası uluslara.rası geli§meden çok daha fazla korkan İngiltere'nin bile) en büyük amacıydı. Ne var ki devrimcilik, Avrupa tarihinin hiçbir döneminde bu ölçüde bilinçli propagandanın yanı sıra kendiliğinden de yayılma gösterecek kadar bula§ıcı, genel ve olası bir §ey haline gelmemi§tir; ba§ka yerlerde ise ender olarak görülen bir durumdu bu. 1815 ile 1848 arasında batı dünyasında üç ana devrim dalgası vardı (Asya ve Afrika henüz bağl§ıklıklarını korumaktaydı: Asya'nin ilk büyük devrimleri olan 'Hint İsyanı' ile 'Taiping İsyanı' 1850'lerde ortaya çıktı.)
J 24 DEVRiM ÇAGI
Birincisi, 1820-4 yılları arasında kendini gösterdi. Avrupa'daki ilk devrim dalgası, esas olarak merkez üssü İspanya (1820), Napali (1820) ve Yuna-
nistan (1821) olmak üzere Akdeniz bölgesiyle sınırlı kaldı. Yunanistan dı§ında bütün bu yerlerdeki ba§kaldınlar bastınldı. İspanyol Devrimi, Napoleon'un 1808'de İspanya'yı fethinin yol açtığı ilk hareketlenmenin ardından yenilgiye uğramı§ ve birkaç mülteciyle hayduttan ibaret kalmı§ olan Latin Amerika' daki kurtul u§ hareketini yeniden canlandırdı. İspan yol Güney Amerikası'nın üç büyük kurtarıcısı Simon Bolivar, San Martirı ve Bemarda O'Higgins, sırayla (bugünkü Kolombiya, Venezüela ve Ekvator cumhuriyetlerini içine alan) 'Büyük Kolombiya'yı, (bugünkü Paraguay'dan, Bolivya'dan ve Banda Ori<;!ntal-§imdiki Uruguay- kovboylarının Arjantiniiiere ve Brezilyahlara kar§ı sava§tığı River Plate'in kar§ı yakasındaki pampalardan olu§ an iç bölgeler dı§ ında kalan) Arjantin' i ve Şili'yi özgürlüğüne kavu§turdular. İngiliz radikal soylusu (C. S. Forester'in Captain Homblower'ının kahramanı) Cochrane'nin yönetimindeki Şili dananınasından yardım gören San Martin, İspanyolların son kalesi olan Peru genel valilik bölgesini özgürlüğüne kavu§turdu. 1822'ye gelindiğinde İspanyol Güney Amerikası özgürlüğüne kavu§mU§tu; ılımlı, uzağı gören, son derece özverili biri olan San Martin, özgür Güney Amerika'yı Bolivar ile cumhuriyetçilere bırakarak Avrupa'ya çekildi ve soylu ya§amının geri kalamm, genlde borç içindeki İngilizlerirı sığındığı Boulogne-sur-Mer'de, O'Higgins'in bağladığı maa§la geçirdi. Bu arada Meksika'da, hayatta kalmı§ köylü gerillaların üzerine gönderilen Iturbide, İspanyol devriminin etkisiyle köylülerin davasını benimsedi ve 1821'de Meksika'yı bağımsızlığına kavu§turdu. 1822'de Brezilya, Napoleon döneminde Avrupa'ya sürgüne gönderilen Portekizli kraliyet ailesinin arkasında bıraktığı vekil döneminde sessiz sedasız Portekiz'den ayrıldı. ABD, yeni devletler arasında bu en önemlisini derhal; İngilizler çok geçmeden, ticari anla§· malar yaptıktan sonra, Fransa ise 1820'li yıllar bitmeden tanıdılar. Devrimin ikinci dalgası, 1829-34 arasmda ortaya çıktı ve Rusya'nın batısındaki bütün Avrupa'yı ve Kuzey Amerika kıtasını etkisi altına aldı; her ne kadar Avrupa'daki ayaklanmalada doğrudan bir ili§kisi yoksa da, Ba§kan Andrew Jackson'ın (1829-3 7) büyük reform çağının da bu dalganın bir parçası olarak sayılması gerekir. Avrupa'daysa, Fransa' da Bo urbanların yıkılınası çe§itli ayaklanmaların çıkmasında uyarıcı bir etken oldu. Belçika, (1830'da) Hollanda'dan bağımsızlığını kazandı; Polanya ayaklanması (1830-1), ancak büyük askeri operasyonlardan sonra bastınlabildi; Almanya ve İtalya'nın çe§itli bölgeleri kaynamaya ba§ladı; liberalizm, İsviçre'de egemen oldu; bu arada da İspanya'da ve Portekiz'de liberallerle
DEVRiMLER
125
din adamları arasında bir iç sava§ dönemi açıldı. Kısmen Katalik Özgürle§imi'ni gerçekle§tirerek (1829) yeniden reform kyna§ması içine girmi§ yerel volkanı İrlanda'daki tehlikeli indifalar yüzünden İngiltere bile bu dalgadan etkilendi. 1832 tarihli Reform Yasası, Fransa'daki 1830 Temmuz Devrimi'ne kar§ılık gelmektedir ve gerçekten de Paris'ten gelen haberlerin bu yasanın çıkartılmasında büyük etkisi olmu§tu. Bu dönem, İngilte re'deki siyasal olayların kıtadakilerle ko§utluk gösterdiği modem tarihteki belki de tek dönemdi; öyle ki gerek Whigler gerekse Toryler kendilerini tutmasalar, 1831-2'de İngiltere'de devrimci durumun ya§anması i§ten bile olmayabilirdi. Yine bu dönem, İngiliz siyasal ya§amının bu terimlerle çözümlenmesinin tamamen yapay kaçmadığı ondokuzuncu yüzyıldaki tek dönemdi. O nedenle 1830'daki devrimci dalga, 1820'dekinden çok daha ciddiydi. Gerçekten de bu dalga, Batı Avrupa'da aristokrasinin burjuvazinin gücü kaqısında kesin yenilgisine i§aret eder. Sonraki elli yılın hakim sınıfı, bankerlerden, büyük sanayicilerden ve zaman zaman üstdüzey memurlardan olu§an; kendini geri çekmi§ ya da (gerçi daha küçük ya da doyumsuz i§adamları, küçük.burjuvazi ve ilk emek hareketlerinin ajitasyonları tarafindan dı§ardan taciz edilmekle birlikte, henüz geneloyun meydan okumasıyla kar§ıla§mamı§) burjuvazinin politikalarını destekleyen bir aristokrasi tarafından kabul edilmi§ 'büyük burjuvazi' olacaktı. Büyük burjuvazinin İngiltere, Fransa ve Belçika'da yerle§tirdiği siyasal sistem temelde aynıydı: Anayasal bir monar§i altında -Fransa'da ba§langıçta sayıları yalnızca 168.000 olan- seçmeniere mülkiyet ve eğitim sınırlaması getirerek, liberal kurumları (ki bunlar Fransız Devrimi'nin ilk ve en ılımlı devresinin, 1791 Anayasasının kurumlarına son derece benzer kurumlardı) demokrasiye kar§ı güvence altına aldı.* Ancak ABD'de Jacksoncı demokrasi, bundan bir adım daha ilerideydi: O sırada Batı Avrupa' da galip gelenlerin rollerine benzer bir rolleri olan demokratik olmayan mülk sahibi oligar§ilerin yenilgiye uğratılması, sınır boylarında ya§ayan çiftçilerin, küçük çiftçilerin, kentli yoksulların oylarıyla, sınırlandırılmamı§ siyasal demokrasiyi iktidara ta§ıdı. Bu, me§ um bir yenilikti ve ılımlı liberalizmin oy hakkının er ya da geç geni§letilmesinin kaçınılmaz olduğunu bilecek kadar gerçekçi olan dü§ünürleri, bu geli§meyi yakından ve kaygıyla izlediler. Özellikle Alex de Toqueville, Democracy in America (1835) ba§lıklı kitabında kasvetli sonuçlara vardı. Fakat ileride göreceğimiz gibi 1830, siyasal ya§amda daha da radikal bir yeniliğe, İngiltere ve Fransa'da i§çi sınıfının ve pek çok • Oy verme
hakkı,
1791 'dekinden sadece uygulamada daha
sınırlıydı.
126 DEVRiM ÇAGI
büyük Avrupa ülkesinde milliyetçi hareketlerin siyasal ya§amda bağımsız ve öz-bilinçli bir güç olarak doğu§una damgasını vurdu. Siyasal ya§amda meydana gelen bu büyük deği§ikliklerin ardında, ekonomik ve toplumsal geli§mede ortaya çıkan büyük deği§iklikler yatmaktadır. Toplumsal ya§amm hangi yanına kafamızı çevirsek 1830'un dönüm noktası olduğunu görürüz; 1789 ile 1848 arasmda en unutulmaz olan yıl, kesinlikle 1830'dur. Avrupa kıtasının ve ABD'nin endüstrile§me ve kentle§me tarihinde, gerek toplumsal gerekse coğrafi göçler tarihinde, sanatların ve ideolojinin tarihinde aynı önemle boy gösterir. İngiltere'de ve genelde Batı Avrupa'da 1830, ı848 devrimlerinin yenilgisiyle ve 185 ı' den sonra ya§ anan dev ekonomik sıçramayla sonuçlanan yeni toplumun bunalımlı on yıllarının ba§langıcmı olu§turmaktadır. Üçüncü ve en büyük devrimci dalga olan ı848, bu bunalımın ürünüydü. Devrim, Fransa'da, İtalya'nın bütününde, Alman devletlerinde, Habsburg İmparatorluğu ile İsviçre'de (ı847) neredeyse kendiliğinden bir biçimde patlak verdi ve galip geldi. Daha sancısız bir biçimde olsa da, söz konusu karga§a İspanya'yı, Danimarka'yı ve Romanya'yı, dağınık bir biçimde de İrlanda'yı, Yunanistan'ı ve İngiltere'yi sardı. Hiçbir zaman, dönemin ba§kaldıranlarının hayalini kurdukları dünya devrimine, bu ciltte ele alman çağı sona erdiren bu kendiliğinden ve genel yangında olduğu kadar yakla§ılmamı§tı. ı 789'da tek bir ulusun ayaklanmasından ibaret kalan §ey, §imdi bütün bir kıtanın 'halklarınm baharı' olarak boy gösteriyordu.
II Napoleon sonrası dönemin devrimleri, onsekizinci yüzyıl sonundaki devrimlerden farklı olarak, amaçlanmı§ ve planlanmı§ devrimlerdi. Çünkü Fransız Devrimi en korkulu mirası olarak ortaya, dünyanın her yerindeki isyancıların kullanabilecekleri bir dizi karga§a modeli ve örüntüsü koymu§tU. Bu, ı8 15-48 devrimlerinin, dönemin -tam mesai yapan- casus ve polislerinin üstlerine rapor ettikleri gibi birkaç duygusuz tahrikçinin i§i olduğu anlamına gelmez. Bu devrimler, Avrupa'da yeniden dayatılan siyasal sistemlerin, hızlı toplumsal deği§ikliklerin ya§andığı bir dönemde, kıtanın siyasal ko§ulları kar§ısmda giderek daha çok ve esastan yetersiz kalmasından ve ekonomik, toplumsal ho§nutsuzlukların, galeyanları neredeyse kaçınılmaz hale getirecek kadar vahimle§mesinden kaynaklandı. Fakat 1789 Devrimi'nin yarattığı siyasal modellerin, bu ho§nutsuzluklara belirli bir hedef göstermek, rahatsızlığı devrime dönü§türmek ve hep-
DEVRiMLER
127
sinden öte bütün Avrupa'yı tek bir altüst olu§ hareketi -ya da 'akl§' demek belki daha doğru olur- içersinde birle§tirmek gibi bir yararı oldu. Hepsi de Fransa'nın ı 789- ı 797 arasında geçirdiği deneyimlerden kaynaklanıyor olmaklabirlikte, böyle pek çok model bulunmaktaydı. Bu med eller, ı 8 ı 5 sonrası muhalefetin üç ana eğilimine kar§ılık gelmekteydi: Ilımlı liberal (ya da toplumsal terimlerleifade edersek, üst orta sınıflarm ve liberal aristokrasinin eğilimi), radikal-demokrat (ya da toplumsal terimlerle, alt orta sınıfın, bir kısım yeni imalatçmm, aydınlarm ve ho§nutsuz soyluların) ve sosyalist (ya da toplumsal terimlerle, 'çalı§an yoksullar'ın veya endüstride çalı§an yeni i§çi sınıfının). Yeri gelmi§ken belirtelim, kökenbilim bakımından bunların tümü, dönemin enternasyonalizmini yansıtmaktadır: Köken olarak 'liberal' olanı, Fransız-İspanyol; 'radikal' olanı, İngiliz; 'sosyalist' olanıysa İngiliz-Fransız' dır. 'Muhafazakar' da, kıs men Fransız kökenlidir ve Reform Yasası döneminde İngiliz ve kıta Avrupası siyasal sistemleri arasında varolan benzersiz yakın bağlıla§ımın bir ba§ka kanıtıdır. Birinci eğilimin esin kaynağı, ı 789-9 ı Devrimi; onun mülk sahibi olma ko§uluna dayalı bir tür yan-İngiliz anayasal monar§isi tarzındaki siyasal ülküsü, dolayısıyla ı 79ı Anayasasının gündeme getirdiği ve ileride göreceğimiz gibi ı830-32'den sonra Fransa, İngiltere ve Belçika'da standart anayasa tipi haline gelen oligar§ik bir parlamento sistemiydi. İkincisinin esin kaynağıysa, 1792-3 Devrimi olarak tanımla nabilir. Bu eğilimin siyasal ülküsü olan, 'refah devleti'nden yana, zenginlere belli ölçülerde husumet besleyen demokratik bir cumhuriyet, 1793 tarihli ideal Jakoben anayasasma kar§ılık gelmektedir. Ancak radikal demokrasiden yana toplumsal grupların karma§ık ve garip bir ala§ım göstermeleri gibi, buna da, dayandığı Fransız Devrimi modeline göre kesin bir etiket vermek kolay değildir. Her ne kadar, en iyi J akobenci ı 79 3 Anayasası ile temsil edilebilecek olsa da, içinde, 1792-3'te Jirondenlik, Jakobenlik, hatta Baldırıçıplaklık diye adlandınlabilecek unsurlar bir araya toplanml§ tt. Üçüncüsünün esin kaynağıysa, II. Yıl'ın Devrimi, Thermidor dönemi sonrası ayaklanmalar, hepsinden önce de modem komünist geleneğin siyaset sahnesine çıkı§ına damgasını vuran a§ırılık yanlısı Jakobenlerin ve ilk komünistlerin önemli ayaklanması, Babeuf'un Eşitlerin Nifakı hareketiydi. Bu, Baldırıçıplaklığın ve sol kanat Robespierreciliğin çocuğu olmakla birlikte, birincisinden sadece orta sınıfıara ve zenginlere kar§ı küçük ama güçlÜ bir nefret duygusunu almi§tır. Siyasi bakımdan Babeufçu devrimci model, Robespierre ve Saint-Just geleneği içinde yer almaktaydı. Mutlakçı yönetimler açısından bakıldığında, bazıları diğerlerine göre daha bilinçli bir karga§a propagandası yürütseler de ve cahil, yoksul
128 DEVRiM.ÇAGI
kitleleri daha kolay ate§leyebileceklerinden daha fazla tehlike içerseler de, bütün bu hareketler istikrara ve iyi düzene yönelmi§ e§ it oranda yıkıcı tehditierdi (O nedenle 1830'larda Mettemich'in gizli polisi, Lamennais'in Paroles d'un C rayant (1834) adlı kitabının satı§ına, bizqimdi a§ırı görünen bir ilgi göstermi§ti; çünkü siyaset dı§ ı Ka to lik bir dil kullanarak, düpedüz tanrıtanımaz olan propagandadan etkilenmeyen uyruklara da seslenebilmekteydi).3 Aslında bu muhalefet hareketlerini, 1815 rejimlerine duydukları ortaknefretten ve neden ne olursa olsun mutlak monar§iye, kiliseye ve aristokrasiye kar§ı çıkan herkesin geleneksel ortak cephesi olmaktan ba§ka birle§tiren hemen hiçbir §ey yoktu. 1815-48 döneminin tarihi, bu birle§ik cephenin parçalanmasının tarihidir.
III Restorasyon döneminde (1815-30) reaksiyonun örtüsü, ona kar§ı olan herkesi aynı ölçüde örttü ve bu örtünün altındaki karanlıkta Bonapartistlerle Cumhuriyetçiler, ılımlılarla radikaller arasındaki farklılıkları ayırt etmek hemen hiç mümkün değildi. 1830'lara doğru Owencı 'kooperasyon'un himayesinde siyasette ve ideolojide bağımsız bir proleter eğilimin ortaya çıktığı İngiltere dı§ında, öz-bilinçli i§çi sınıfı devrimcileri ya da sosyalistler hiç değilse siyasi ya§amda henüz ortada görünmüyordu. İngil tere d1§ındaki kitlesel ho§nutsuzlukların çoğu, henüz kötülükten ve karga§adan ba§ka hiçbir §ey getirmediği görülen yeni topluma kar§ı siyasal olmayan ya da lejitimist ve klerik görünümlü sessiz bir protesto niteliği ta§ımaktaydı. O nedenle birkaç istisna dı§ında kıta Avrupası'ndaki siyasal muhalefet, hala aynı anlama gelen bir avuç zengin ve eğitimli grupla sınırlıydı; çünkü Ecole Polytechnique gibi solun kalesinde bile öğrencilerin sadece üçte biri -ki hayli yıkıcı bir gruptu-, küçük burjuva kökenliydi (çoğunun ailesi, ordunun ve devlet görevlerinin alt kademelerinden gelmekteydi); yalnızca 0.3'ü 'halk sınıfları'ndan geliyordu. Yoksulların bilinçli olarak solda yer alan bu kesimi, ılımlı yorumundan çok radikal-demokrat biçimiyle de olsa, orta sınıf devriminin klasik sloganlarını benimsemi§ti; ancak bu sloganlar, toplumsal bir meydan okuma tınısından yoksundu. İngiltere'deki çalı§an yoksulların defalarca etrafında toplandıkları klasik program, ifadesini Halk Fermanı'nın 'Altı Maddesi'nde bulan basit bir parlamenter reform programıydı. • Özü itibarıyla bu program, Paine'in • ( 1) Yeti§kin erkek nüfusa oy hakkı, (2) gizli oy, (3) seçim bölgelerine e§it ağırlık tanınması, (4) parlamento üyelerine maa§ bağlanması, (5) parlamentolann her yıl yenilenmesi, (6). aday olmak için getirilen mülk sahibi olma §artının kaldırılması.
DEVRiMLER 129
ku§ ağının J akobenliğinden farklı değildi ve (giderek bilinçlenmekte olan i§Çi sınıfıyla bağlantılarına rağmen) James Mill tarafından ortaya kond uğu biçimiyle, Benthamcı orta sınıf reformculannın siyasal radikalliğiyle tamamen uyu§maktaydı. Restorasyon döneminde tek fark, emekçi radikallerin çoktandır, orta sınıf reformculardan ziyade, -Hatip Hunt (1 773-1835) gibi retorik gevezeler ya da William Cobbett (1762-1835) gibi parlakzekalı, enerjik üslupçular ve elbette Tom Paine (1 737-1809) gibi- onlara kendi dilleriyle hitap eden kimselere kulak vermeyi yeğlemelerinde yatıyordu. Bunun sonucu olarak, bu dönemde ne toplumsal, hatta ne de ulusal ayrımlar henüz Avrupa'daki muhalefeti uzla§maz kamplara bölebilmi§tL 1820'lerin ba§larına kadar Jakoben kar§ıtı bir is teri tarafından engellenmi§ olmasma kar§ın, düzenli bir kitle politikası biçimini yerle§tirmi§ İngiltere ile ABD'yi bir yana bırakırsak, bütün Avrupa ülkelerinin muhaliflerini birbirine çok benzer bir siyasal gelecek beklemekteyciL Ayrıca -mutlakçılı ğm birle§ik cephesi, Avrupa'nın bütününde barı§çıl reform seçeneğini neredeyse tamamen dı§lamı§ olduğundan- devrimi gerçekle§tirme yöntemleri de birbirine son derece benzerciL Bütün devrimciler kendilerini (belli bir haklılıkla), bir kez geldiğinde özgürlüğe tereddütsüz kucaklarını açacak olmalarına rağmen, özgürlük mücadelesine katılmalan beklenemeyecek cahil ve yanlı§ yönlendirilmi§ sıradan halkın olu§turduğu o devasa ve atıl kitle arasında ve nihai olarak onların yararına çalı§an özgürle§miş ve ilerici küçük bir seçkinler grubu olarak görmekteydil er: Hepsi de (hele hele Balkanlarm batısındakiler), tek bir dü§mana, Çarm önderliğinde birle§miş mutlakçı prensiere karşı sava§ tıklarını dü§ünüyorlardı. O nedenle devrimi birleşik ve bölünmez bir şey olarak; ulusal ya da yerel özgürlüklerirı bir toplamı olmaktan çok, tek bir Avrupa görüngüsü olarak kavrıyor~ !ardı. Hepsinde de aynı devrimci örgütlenme tarzını, hatta aynı örgütü benimsernek gibi bir eğilim vardı: Asilerin gizli karde§lik cemiyet(ler)i. Son derece renkli törenleri ve hiyerar§ileri olan bu karde§lik cemiyetleri, Napoleon döneminin sonlarında ortaya çıkan masonik örgütleri kendilerine örnek aldılar ya da taklit ettiler. En fazla uluslararası niteliğe sahip olduğundan aralannda en iyi bilineni, 'iyi kuzenler' örgütü ya da Carbonari idi. Doğu Fransa'daki mas on ik ya da benzeri localardan geliyor!ardı; İtalya' daki Bonapartçı Fransa'ya karşı olan subaylar aracılığıyla kurulmu§, 1806'dan sonra Güney İtalya'da şekillenmi§ ve 1815'ten sonra diğer benzer gruplarla birlikte kuzeye ve Akdeniz dünyasına yayılmı§tı. Bu örgütleri ya da onlardan kaynaklanmış örgütleri veya benzerlerini, modem Rus tarihindeki ilk isyanı 1825 yılmda gerçekleştirmiş olan Desembristleri bir araya getiren Rusya gibi çok uzak bölgelerde, ama
130 DEVRiM ÇAGI
özellikle Yunanistan'da bulmak olanaklıdır. Carbonari çağı, 1820-1'de doruk noktasına ula§tı, 1823'e gelindiğindeyse bu karde§likörgütlerinden geriye pek bir §ey kalmamı§tı. Ancak Carbonaricilik (türsel anlamıyla), belki de Yunanistan'ın özgürlüğüne kavu§masına yardımcı olmak (Yunanseverlik) gibi uygun bir görevin bir arada tuttuğu devrimci örgütlenmenin ana gövdesi olmaya devam etti. 1830 devrimlerinin ba§arısız olmalarının ardından Polonyalı ve İtalyan göçmenler Carbonariciliği daha da uzak yerlere ta§ıdılar. İdeolojik bakımdan Carbonari ve benzeri örgütler, sadece reaksiyona duyulan ortak nefretin bir araya getirdiği oldukça karma§ık yapılardı. Belli nedenlerden dolayı bu karde§lik cemiye deri, radikallerin, onlar arasmda da en kararlı devrimcileri olu§ turan solcu Jakobenlerle Babeufçularm etkisine girdi. Babeuf'un eski silah arkada§ı Filippo Buonarroti, öğre tileri karde§lerinin ve kuzenlerinin çok solunda kalsa da, en yetenekli ve yorulmak bilmez nifakçılarıydı. Bütün gizli karde§lik cemiyetlerini uluslararası bir üst-nifak örgütü biçiminde birbirine bağlamak amacıyla en azından en yüksek ve inisiyatif gerektiren düzeylerde sürekli bir gayret içinde olunmu§sa da, aynı anda uluslararası bir devrim gerçekle§tirınek üzere e§güdümlü bir çaba gösteriHp gösterilmediği meselesi bugün bile tartı§ma konusudur. ݧin aslı ne olursa olsun, 1820-1'de Carbonarici türde bir dizi isyan ba§ gösterdi. Devrim için gereken siyasal ko§ullardan tümüyle yoksun bulunan ve nifakçıların, (henüz olgunla§manın çok uzağmdaki) ayaklanmanın yegane kaldıracı durumundaki düzenden soğumu§ orduya ula§amadıkları Fransa'da tam anlamıyla yenilgiye uğradılar. Daha sonraları ve bütün bir ondokuzuncu yüzyıl boyunca Fransız ordusu devlet memuriyetinin bir parçası oldu; yani iktidarda hangi hükümet bulunursa onun emirlerini yerine getirmekteyciL Bazı İtalyan devletleriyle, özellikle 'saf' ayaklanmanın en etkin formülünü (askeri pronunciamentoyu) ke§fettikleri İspanya'da tam anlamıyla, ama geçici bir ba§arı sağladılar. Subaylar arasında, kendi karde§lik cemiyetlerinde örgütlenmi§ liberal albaylar, alaylarma isyan sıra smda peşlerinden gelmelerini emretmi§, onlar da bu emre uymu§lardı (Rusya'daki Desembrist nifakçılar, 1825'te kendi muhafız alaylarından aynı §eyi yapmalarını istemi§, ama fazla ileri gitmekten korktukları için ba§arısız olmu§lardı). Ondan sonra, yeni ordular aristokrat olmayan genç· lere kariyer olanağı sunduğundan, liberal eğilimli subayların karde§lik cemiyetleri ve pronunciamento, İberik'in ve Latin Amerika'nın siyasal sahnesinin düzenli unsurları ve Carbonarici dönemin en uzun ömürlü, en karanlık siyasal kazançlarından biri haline geldiler. Geçerken §U da söyle-
DEVRiMLER 131
nebiÜr: Farmasonluk gibi törenselle§mi§ ve hiyerar§ik bir gizli cemiyet, anla§ılabilir nedenlerden ötürü, ordu mensuplanna son derece çekici gelmekteydi. İspanya'nın yeni liberal rejimi, ı823'te Avrupa'nın reaksiyoner kesimlerini de arkasına alan Fransa'nın istilası üzerine yıkıldı. Kısmen gerçek ve ba§arılı bir halk ayaklanmasını ba§latml§ olmasından, kısmen de diplomatik durumun elveri§liliğinden ötürü, ı820-2 devrimlerinden sadece biri varlığını sürdürmeyi ba§ardı: ı82ı Yunan ayaklanması.* O nedenle Yunanistan, uluslararasıliberalizmin esin kaynağı haline geldi ve Yunanlılara örgütlü destek verilmesiyle sayısız gönüllü sava§çınm Yunanistan'a gönderilmesini de içeren 'Yunanseverlik', ı930'larda İspanya Cumhuriyeti'ne verilen desteğin oynadığına benzer bir rolü, Avrupa solunun ı820'lerde İspanyaCumhuriyeti'ne destek için bir araya gelmesinde oynadı. ı830 devrimleri, durumu tamamen deği§tirdi. Gördüğümüz gibi, ı830 devrimleri son derece genel vahim bir dönemin, yaygın ekonomik ve toplumsal rahatsızlığın ve hızla deği§en toplumsal ko§ullann ilk ürünleriydi. Bunu ba§lıca iki sonuç izledi. Birincisi; ı 789'u örneğine uygun olarak, kitlelerin siyasi ya§ama girmesi ve kitle devrimi bir kez daha olanaklı hale geldi, ddayısıyla yalnızca gizli karde§lik cemiyetlerine bel bağla mak bir zorunluluk olmaktan çıktı. Ekonomik çöküntünün halkta yol açtığı rahatsızlık. ile Restorasyon monar§isinin politikalarının sonuçsuz kalmasının birlikte yarattığı tipik bir bunalım durumu yüzünden Paris'teki Bourbonlar devrildi. Kitlelerin oldukça hareketli olduğu ı830 Temmuzu Paris 'i, ne öncesinde ne de sonrasında görülmedik sayıda ve yerde barikatlar kurulduğuna tanık oldu (Gerçekten de ı830, barikatı halk ayaklanmasının simgesi haline getirdi. Barikatın Paris'teki devrimci tarihi en azından ı588'e kadar uzanmakla birlikte, ı 789-94 arasında önemli bir rol oynamamı§tı). İkinci sonuç; kapitalizmin ilerlemesiyle 'halk'm ve 'çalı§an yoksullar'ın -yani barikatları kuranların-, giderek 'i§çi sınıfı' olarak endüstri proletaryasıyla özde§le§meleriydi. O nedenle, ortaya bir proleter-sosyalist devrimci hareket çıktı. ı830 devrimleri aynı zamanda so le u siyaset tarzına iki deği§iklik daha soktu. Ilımlılan radikallerden ayırdı ve yeni bir uluslararası durum yarattı. Bunu yapmakla da hareketin yalnızca farklı toplumsal değil, ulusal kesimlere de ayrılmasına yardımcı oldu. Uluslararası bakımdan ı830 devrimleri, Avrupa'yı iki büyük bölgeye ayırdı. Ren'in batısında birle§mi§ reaksiyoner devletlerin nüfuzunu bütünüyle kırdı. Ilımlı liberalizm, Fransa, Belçika ve İngiltere'de zafer kazandı. ' Yunanistan hakkında ayrıca 7. Bölüme bakınız.
132 DEVRiM ÇAGI
Liberalizmin daha radikal tipi, halk
desteğine
sahip liberal ve liberal-
karşıtı katalik hareketlerin birbiriyle zıtlaştığı İberik Yarımadası'nda ve İsviçre'de .tam anlamıyla zafer kazanamamakla birlikte, Kutsal İttifak'ın artık bu bölgelere müdahalesi olanaksızla§tı (Oysa Kutsal İttifak bunu
Ren'in
doğusunda
her yerde hala yapabiliyordu).
1830'ların
Portekiz ve
İspanyol iç savaşlarında mutlakçılarla ılımlı liberal güçler, karşılıklı olarak
kendi taraflarını desteklediler (Liberaller bu konuda biraz daha enerjikti ve belli belirsiz 1930'ların İspanyolseverliğinin ipuçlarını verecek biçimde yabancı radikal gönüllülerden ve sempatizanlardan yardım görmekteydi).* Fakat bu ülkelerdeki sorun, güçler arasındaki yerel dengelerin kararına kalmı§tı. Yani, kısa ömürlü liberal zaferlerle (1833-7, 1840-3) muhafazakar toparlanma arasında gidip gelmelere, kararsızlığa terkedilmişti. Ren'in doğusundaki durum, bütün devrimler (Alman ve İtalyan ayaklanmaları Avusturyalılar tarafından ya da onların desteğiyle; çok daha ciddi olan Polanya ayaklanmasıysa Ruslar tarafından) bastırıldığından, yüzeysel bakımdan 1830 öncesindeki gibi kaldı. Bunun yanında bu bölgede ulusal sorun, diğer bütün sorunların önünde gitmeye devam etti. Birleşememiş ulusların üyeleri, ya küçük prensiikiere bölünmüş olduğundan ya da tersine (Habsburg, Rus ve Türk imparatorlukları gibi) çok uluslu imparatorlukların içersinde bulunduklarından ya da her iki özelliği de gösterdiklerinden, bütün halklar ulus olma ölçütüne göre ya çok küçük ya da çok büyük olan devletler altında yaşamaktaydılar. Büyük oranda mutlakçı olmayan bir kuşakta yer almakla birlikte, Avrupa'nın geri kalanında cereyan eden dramatik olayların dı§ında görece sakin bir ya§am sürdüren Flamanları ve İskandinavları hiç hesaba katmasak da olur. 1848 devrimlerinin, her iki yakanın her yerinde olmasa da, Ren'in her iki yakasında patlak vermi§ olmasının da gösterdiği gibi, bu iki bölgede meydana gelen devrimler arasında ortak pek çok yan bulunmaktadır. Ancak devrimci ate§, her iki bölgede de aynı değildi. Batıda İngiltere ve Belçika genel devrimci ritimden ayrılırken, İspanya, Portekiz ve daha az ölçüde de İsviçre, bula§ıcı iç sava§lara sürüklendiler ve ( 184 7 İsveç iç sava§ında olduğu gibi) buralardaki bunalım, rasiantılar dı§ında artık Avrupa'nın diğer yerlerindeki bunalımlada çakı§maz oldu. Avrupa'nın geri kalanında etkin 'devrimci' uluslarla edilgen ya da CO§kusuz olanlar arasında keskin bir ayrım doğdu. Örneğin Habsburgların gizli servisleri, • İngilizler İspanya ile, 1820'lerde tant§tıkları liberal İspanyol mülteciler sayesinde ilgilenmi§lerdi. İngiliz Karolikkar§ıtlığı da, -George Borrow'un Bible in Spain'inde ve Murray'in ünlü Haııdbook of Spain'inde ölümsüzle§mi§- İspanya'yı destekleme modasının, İspanya Kralı Don Carlos kar§ıtı bir yöne dönmesinde önemli bir rol oynaml§tır.
DEVRiMLER
133
Alplerde ve öteki Slav ülkelerinde herhangi bir tehlike bulunmadığını bildirir!erken, zaptolunmaz Macarların yanı sıra Polonyalıların, İtalyanla rın ve (Avusturyalı olmayan) Almanların yarattığı sorunlarla uğra§mak taydılar. Türkler hala Balkan Slavlarının çoğunun bir maraza çıkarmaya caklanndan eminken, Rusların bir tek Polonyalılarla ba§lan beladaydı. Bu farklılıklar, farklı ülkelerin toplumsal ko§ ullarında ve evrimin temposunda, 1830'larda ve 1840'larda giderek belirginlik ve siyasi açıdan önem kazanan deği§kenlikleri yansıtmaktaydı. Örneğin İngiltere'nin geli§mi§ endüstrisi, İngiliz siyasetinin ritmini deği§tirdi: Kıta Avrupası'nın büyük bölümü 1846-S'de en vahim toplumsal bunalım dönemini ya§arken, İngiltere bunun benzerini 184 1-2'de tamamen endüstriyel bir çöküntü biçiminde ya§amı§tı (9. Bölüme bakınız). Öte yandan 1820'lerde genç idealist gruplar, askeri bir darbenin [putsclı] İspanya ya da Fransa'ya olduğu gibi Rusya'ya da özgürlük getireceğini umabilirken, 1830'dan sonra Rusya'daki toplumsal ve siyasal ko§ullann İspanya'dakinden çok daha az devrimci bir olguiıluk gösterdiği gözlerden kaçacak gibi değildi. Buna rağmen, aynı türden olmasa da devrimin sorunları Doğu'da da Batı'da da birbirine benzerdi: Ilımlılarla radikaller arasında artan bir gerilime yol açmaktaydı. Batıda ılımlı liberaller, Restorasyon döneminin ortak muhalefet cephesinden çıkarak (ya da ona duyduklan büyük yakınlığı yitirerek), hükümet ya da potansiyel hükümet dünyasına girdiler. Üstelik radikallerin çabalarıyla -barikatlarda radikallerden ba§ka kim sava§abilirdi ki?- iktidarı ele geçiren ılımlı liberaller, hiç gecikmeden radikallere ihanet ettiler. Onlar için demokrasiyle ya da cumhuriyetle all§ veri§e girmek kadar tehlikeli bir §ey olamazdı. ''A.rtık me§ru bir dava olmadığı gibi" diyordu Restorasyon döneminin muhalifliberali, Temmuz Monar§isi'nin Ba§bakanı Guizot, "bunca zamandır demokrasi bayrağı altında yer verilmi§ ilkeler ve duygular konusunda yanıltıcı bahanelere de gerek yoktur. Bir zamanlar demokrasi olan, §imdi anar§i demektir; demokrasi ruhu, bugün devrim ruhundan ba§ka bir §ey değildir, uzun zaman da öyle kalacaktır. "4 Bunun da ötesinde, kısa bir ho§görü ve §evk arasından sonra liberaller co§kularını ba§ka reformlarla ılımlıla§tırmaya ve radikal solu, özellikle de i§çi sınıfı devrimcilerini bastırmaya yöneldiler. İngiltere'de 1834-5 Owencı 'General Union' ile Chartistler, hem Reform Yasası'na kar§ı çıkan ların hem de destekleyenlerin dü§manlığıyla kar§ıla§tılar. 1839'da Chartistlerin üzerine sürülen askerlerin komutanı, bir orta sınıf radikali olarak Chartistlerin isteklerinden birçağuna yakınlık duymu§, fakat yine de Chartistleri kontrol altında tutmaktan geri durmamı§tı. Fransa'da 1834 cumhuriyetçi ayaklanmasının bastırılması, bir dönüm noktası oldu: Aynı
134 DEVRiM ÇAGI yıl bir tarım i§çileri sendikası kurmaya kalkan altı dürüst Wesleyanlı i§çiye verilen gözdağı ('Tolpuddle Şehitleri' olayı), İngiltere' de de i§Çi sınıfı hareketine kar§ı benzer bir saldırıya geçildiğini gösteriyordu. O yüzden radikaller, cumhuriyetçiler ve yeni proleter hareketler liberallerle safları ayırdılar; hala muhalefette yer alan ılımlılar, artık solun sloganı haline gelen 'demokratik ve toplumsal cumhuriyet' §iarından rahatsız olmaya ba§ladılar. Avrupa'nın geri kalanında hiçbir devrim ba§arılı olamadı. Yenilginin nedenlerine ili§kin sorgulamalar ve zafere ula§ına yolları üzerine tartı§ına lar, ılımlılarla radikallerin ayrılması ve yeni bir toplumsal devrim eğiliminin belirmesi sonucunu yarattı. Ilımlılar -Whig yanlısı toprak sahipleriyle, orta sınıf içinde varolduğu kadarıyla ılımlılar- umutlarını, yeterince duyarlı hükümetlerin yapacağı reformlara ve yeni liberal devletlerden gelecek diplomatik desteğe bağlaını§lardı. Tabii yeterince hassas hükümet bulmak kolay değildi. İtalya'da Savoy, liberalizme yakınlığını ı;nuhafaza etmekteydi ve ülkenin nihai olarak birle§ınesine yardımcı olacağını umduğu ılınılılar dan giderek artan bir destek topladı. Yeni Papa IX. Pius'un (1846) döneminde kısa ömürlü olm u§ garip bir 'liberal papalık' görüngüsünden cesaret alan bir grup liberal katolik, Kilisenin gücünü aynı hedef için seferber etmek gibi ham bir hayal içine girdi. Almanya'daysa belli bir önemi haiz her devlet, liberalizme sadece dü§ınanlık besliyordu. Ama bu durum sayıları, Prusya'nın tarihsel propagandasının ileri sür,düğünden .çok daha· az olan:_ bazı ılımlıların, en azından Alman Gümrük Birliği'ni (1834) hanesine artı puan olarak yazdırını§ Prusya'ya doğru yönelmelerine ve bütün ılımlılann da barikatlar kurmakransa prensleri davalarına katınayı dü§lemelerine engel değildi. Ilımlı bir reform sürecine Çar'dan da destek bulına olasılığının, umutlarını her zaman böyle bir §eye bağlaınl§ kodaman zevata (Czartorystis) artık güven vermediği Polonya'daysa, ılımlılar hiç olmazsa Batının diplomatik müdahalelerine bel bağladılar. 1830 ile 1848 arasındaki olayların seyrine bakılacak olursa, bu ihtimalierin hepsi birbirinden hayalciydi. Fransa'nın, Büyük Devrim'in ve devrim kuramının kendisine verdiği · uluslararası kurtarıcı rolünü yerine getirmekteki ba§arısızlığı da radikalleri aynı §ekilde dü§ kırıklığına uğrattı. Gerçekten de, 1830'ların yükselen milliyetçiliğiyle birlikte (7. Bölümle kar§ıla§tırın) bu dü§ kırıklığı ve her ülkenin devrimci geleceğinin farklı olabileceğinin farkına varılması, devrimcilerin Restorasyon döneminde özlemini duydukları birle§ik entemasyonalizmi darmadağın etti. Bunun yanında stratejik olasılıklar deği§ıne den kaldı. Neo-] akoben bir Fransa, belki (Marx'ın da aklına geldiği gibi) radikal müdahaleci bir İngiltere, (hiç beklenmeyen bir §ey olan Rusya' da
DEVRiMlER
135
devrim olasılığı dı§ında) hala Avrupa'nın kurtulu§u için olmazsa olmaz bir ko§ul niteliğini sürdürüyorlardı. 5 Buna kar§ ın Carbonarici dönemin Fransa merkezli enternasyonalizmine kar§ı, 1830'dan sonra solun büyük kısmını ele geçirmi§ olan yeni romantizm modasına (14. Bölümle kaı-§ıla§tırın) son derece uygun bir duygu olan milliyetçi bir reaksiyon zemin kazandı: ihtiyatlı bir onsekizinci yüzyıl ussalcısı ve müzik ustası Buonarroti ile ('Genç İtalya', 'Genç Almanya', 'Genç' Polanya vs. gibi) çe§itli ulusal nifak örgütlerini 'Genç Avrupa' biçiminde birle§tiren antiCarhanarici reaksiyonun havarisi haline gelen dağınık kafalı, etkisiz biri olan, kendini dev aynasında görenJoseph Mazzini (1805-72) arasındaki kadar keskin bir kar§ıtlık bulmak kolay değildir. Bir anlamda devrimci hareketteki bu merkezile§me gerçekçiydi; çünkü 1848'de uluslar, gerçekten de birbirinden ayrı, kendiliğinden ve aynı anda ortaya çıktılar. Ba§ka bir anlamda ise böyle değildi: Aynı anda patlak veren bu indifanın uyaranı hala Fransa' dan gelmekteydi; Fransa'nın kurtarıcı rolünü oynamakta takındığı gönülsüz tavırsa, onları çileden çıkarıyordu .. Romantik olsunlar olmasınlar radikaller, ılımlıların prensiere ve devletlere duydukları güveni ideolojik olduğu kadar pratik nedenlerle de reddediyorlardı. Kimse onlar için bunu yapmayacağından, halklar özgürlüklerini kendileri kazanmak zorundaydılar; aynı zamanda bu, proleter-sosyalist hareketlerin de yararlanmak üzere kendilerine uydurabilecekleri bir duyarlılıktı. Halklar bu i§i doğrudan eylemle yapmak zorundaydılar. Bu doğrudan eylem, kitleler her durumda edilgen kaldtklarından, hala büyük oranda Carbonarici bir tarzda anla§ılmaktaydı. Bu nedenle, Mazzini'nin Savoy'u istila giri§imi gibi gülünç i§lerle, Po lon yalı demokratların 1831 yenilgisinden sonra ülkelerinde partizan sava§ını sürdürmek ya da canlandırmak yönündeki ciddi ve arkası kesilmeyen çabaları arasında dünya kadar fark olsa da, bu Carbonarici doğrudan eylem tarzı çok etkili olmadı. Fakat radikallerin yerle§ik güçlere kar§ı ya da onlar olmadan iktidarı alma kararlılıkları, kendi saflarında da ba§ka bir ayrılmaya yol açtı. Toplumsal devrim gibi bir bedel ödemeye hazırlar mıydı?
N Bu soru, kimsenin bundan böyle sıradan insanları siyasi ya§ama katma ya da bu karardan kaçamayacağı, (Jacksoncı demokrasi zaten bunu yaptığı için*) ABD dı§ındaki her yer için yakıcı bir soruydu. Fakat, 1828-9'da ABD'de bir ݧçi Partisi'nin [Workingmen's kararını alamayacağı
• Elbette Güneyin köleleri dı§ında.
J 36 DEVRiM ÇAGI
Party] ortaya çıkmasına rağmen, bu devasa ve hızla geni§lemekte olan ülkede (gerçi bazı kesimler arasında ho§nutsuzluklar varolsa da) Avrupa'dakine benzer bir toplumsal devrim ciddi bir sorun olu§turmuyordu. Aynı §ekilde, belki Meksika dı§ında, siyasette yer alan hiç kimsenin hangi amaçla olursa olsun Yerlileri (yani köylüleri veya kır emekçilerini), Zenci köleleri, hatta 'melezler'i (yani küçük çiftçileri, zanaatkarları ve kentli yoksulları) seferber etmek gibi bir hayale kapılmadığı Latin Amerika'da da bu sorunun bir yakıcılığı yoktu. Fakat kentli yoksullar için toplumsal devrimin gerçek bir olasılık olduğu Batı Avrupa'da ve tarım devriminin ya§andığı Avrupa'nın geni§ bir bölgesinde kitlelere ba§vurulup vurulmayacağı sorusu, acil ve kaçınılmaz bir soruydu. Batı Avrupa'da yoksulların -özellikle de kentli yoksulların- düzene kar§ı artan bir soğukluk içirıe girdikleri besbelliydi. imparatorluk Viyanası'nda bile plepyan ve küçük burjuva tutumların sadık birer aynası durumundaki mahalle tiyatrolannda yansısını bulmaktaydı. Napoleon döneminde bu tiyatrolarda oynanan oyunlar, Habsburglara duyulan safdil bir sadakatle Gemuetlichkeit'ın bir bile§imi niteliğindeydi. Bu tarz oyunların 1820'lerdeki en büyük yazan olan Ferdirıand Raimund, sahneyi peri masallanyla, hüzünle ve basit, geleneksel, kapitalist olmayan cemaat ya§amı nın yitirilmi§ saflığına duyulan özlemle doldurmu§tu. Fakat 1835'ten sonra, esasen toplumsal ve siyasal bir hicivci, sivri dilli, diyalektik bir nüktedan, 1848'deyse co§kulu bir devrimci haline gelen (ki manidardır) bir bozguncu olan bir yıldız Qohann Nestroy) sahneye çıktı. Le Havre'dan geçen Alman göçmenler bile,. 1830'larda yoksul Avrupalıların rüyalannı süsleyen bir ülke olmaya ba§layan ABD'ye gitme nedenleri sorulduğunda, "orada kral yok" yanıtı vermekteydiler. 6 Batı'da kentlerde olu§an ho§nutsuzluk, genel bir olguydu. Proleter ve sosyalist hareket, asıl olarak çifte devrimin gerçekle§tiği ülkelerde, İngiltere'de ve Fransa'da görülmekteydi (Aynı zamanda ll. Bölümle kar§ıla§tırın). İngiltere'de 1830 dolaylarında ortaya çıkarak whigleri ve liberalleri olası hainler, kapitalistleriyse kesin dü§manlar olarak gören son derece olgun, çalı§an yoksullardan olu§an bir kitle hareketi halini aldı. Doruk noktasına 1839-42'de ula§an, ama etkisini 1848'den sonra da sürdüren muazzam Halkın Fermanı (Chartist) hareketi, onun en büyük ba§arısıydı. İngiliz sosyalizmi ya da 'kooperatif' hareketi çok daha zayıftı. 1820 ba§larından itibaren esas olarak zanaatkarlar ve vasıflı i§çiler arasın da yaydığı öğretilerine i§çi sınıfının militanlarını da çekerek, hatta Owencılann etkisi altında kapitalist ekonominin çevresinden dalanacak genel bir i§birliğine dayalı ekonomi olu§turmaya çalı§an i§çi sınıfına ait ulusal
DEVRiMLER
137
çapta 'genel sendikalar' kurmak gibi tutkulu giri§imlerde bulunarak, adını 1829-34'te etkin biçimde duyurdu. 1832 tarihli Reform Yasası'nın yol açtığı dü§ kırıklığı, emek hareketirün geni§ kesimlerinin, Owencıların, kooperatiflerin, ilkel devrimci sendikacıların önderliğirıden medet urumalarına neden oldu; ne var ki, bu grupların etkili bir siyasal strateji ve önderlik geliştirmekteki aczieriyle hükümetin ve i§verenlerin sistematik saldırılan kar§ısında hareket 1834-6'da ortadan kalktı. Bu ba§arısızlık, sosyalistleri, emek ajitasyonunun ana akımı dı§ında kalan eğitim grupları ve propagandacılar ya da 1844'den sonra Rochdale'de, Lancashire'da ba§ı çeken daha ılımlı bir tüketici kooperatifçiliğinin öncüleri durumuna dü§ürdü. Bundan dolayı, İngiliz çafı§an yoksullarının devrimci kitle hareketinin doruk noktasını olu§turan Chartizmin, siyasal bakımdan daha olgun olmakla birlikte ideolojik bakımdan 1829-34'deki hareketin gerisinde kalması gibi bir paradoks ortaya çıktı. Fakat bu siyasi olgunluk da, önderlerinin siyasal yetersizliği, yerel ve sektörel farklılıklar ve dilekçe azınanları hazırlamak dı§ ında, çe§itli örgütleri arasında uyumlu bir ulusal eylem geli§tirememeleri yüzünden, yenilmehen kurtaramadı. Fransa'da, endüstride çall§an yoksullar arasında benzer bir kitle hareketi ortaya çıkmadı: 1830-48'de Fransız 'işçi sınıfı hareketi'nin militanları, çoğu vasıflı i§lerde ve Lyon ipek i§ inde olduğu gibi geleneksel ev üretiminin ve parça ba§ı i§ endüstrilerinin bulunduğu merkezlerde çalı§an eski moda kentli zanaatkarlar ve ustalardı (Lyon'un iliğine kadar devrimci canutlannı bile ücretli i§çiler değil, küçük zanaat ustaları olu§turmaktaydı). Bunu yanında yeni 'ütopyacı' sosyalizmirı çe§itli kolları, özellikle Fouriercilerin küçük dini gruplan ve toplantıları, 1848 devriminin ba§larında kitle eylemini harekete geçiren ki§iler ve yerler, i§çi sınıfı önderliğinin çekirdeği gibi hareket edecek olsalar da, Sait-Simon'un, Fourier'in, Cabet'in ve diğerlermin izleyicileri siyasal ajitasyona ilgi duymuyorlardı. Öte yandan Fransa'da, önemli bir kısmı 1830'dan sonra komünist olacak güçlü ve siyasal bakımdan hayli geli§kin bir soleu Jakobenlik ile Babeufçuluk vardı. En önde gelen önderi de, Buonarroti'nin tilmizi Auguste Blanqui ( 18051881) idi. Toplumsal çözümleme ve kurarn açısından, sosyalizmin zorunluluğunu ileri sürmenin ve sömürülen i§çilerin olu§turduğu proletaryanın sosyalizmin mimarı, orta sınıfın (artık üst sınıf yoktu) sosyalizmin ba§lıca dü§manı olacağı biçimindeki keskin gözlemi dı§ında, Blanquiciliğin sosyalizme katkısı yok denecek kadar azdı. Siyasal strateji ve örgütlenme açısındansa Blanqtiicilik, devrimciliğin geleneksel organı olan gizli nifak karde§lik cemiyetlerini -geçerken belirtelim, Restorasyon dönemirıe özgü
138 DEVRiM ÇAGI törenselliğinden
ve karnaval kıyafetlerinden soyarak-proletaryanın kove Jakoben devrimin geleneksel yöntemi olan ayaklanmayı ve merkezi halk diktatörlüğünü i§çilerin davasına uydurdu. Modern sosyalist devrimci hareket, Blanquicilerden, siyasal iktidarı ele geçinnesi gerektiği (onlar da, bunu Saint-Just, Babeuf ve Buonarroti'den almı§lardı), bunu da (Blanqui'nin ortaya attığı bir terim olarak) 'proletarya diktatörlüğü'nün izlemesi gerektiği görü§ünü aldı. Blanquiciliğin zayıflığı, kısmen Fransız i§çi sınıfının zayıflığı demekti. Büyük bir kitle hareketinin yokluğunda Blanquicilik, Carbonarici öncelleri gibi ayaklanmalarını bo§lukta planlayan, o nedenle de -1839 ayaklanma giri§iminde olduğu gibi- sık sık ba§arısızlığa uğrayan bir seçkin hareketi olarak kaldı. O nedenle, İngiltere ve Belçika gibi en çok endüstrile§mi§ ülkelerde hükümetin ve i§veren sınıfların onları görece -ve haklı olarak- yumu§ak ba§lı olarak görmelerine kar§ın, Batı Avrupa'da i§çi sınıfı ya da kentli devrimi ve sosyalizm, son derece gerçek tehlikeler olarak görülüyordu: İngiliz hükümetinin muazzam büyüklükte, ama bölünmü§, kötü örgütlenmi§ ve sığ biçimde yönetilen Chartistlerin kamu düzenine yönelttikleri tehditten ciddi biçimde hayıflanması için hiçbir kanıt yoktu. 7 Öte yandan kırsal kesimden ne devrimcileri cesaretlendirecek ne de hakim sınıfları korkuracak bir §ey geliyordu. İngiltere'de hükümet, 1830 sonlarında Güney ve Doğu İngiltere'nin aç çiftlik emekçileri arasında bir ayaklanma ve makineleri kırma dalgası yayıldığında bir an için paniğe kapıldı. Reform Yasası döneminde çok daha gergin olan siyasal durum açısından bakıldı ğında, bekleneceği gibi Chartist ajitasyondan çok daha büyük bir vah§etle cezalandırılan bu kendiliğinden, yaygın fakat süratle bastırılan 'son emekçiler ayaklanması'nda8 , 1830 Fransız Temmuz Devrimi'nin etkisi fark edilmekteydi. Ne var ki, tarım kesimindeki rahatsızlık çok geçmeden tekrar nüksetti; fakat bu kez siyasal açıdan çok daha az korkutucu bir biçimdeydi. Belli ölçülerde Batı Almanya dı§ında kalan ekonomik bakım dan geli§mi§ diğer bölgelerde ciddi bir köylü devrimciliği beklenmiyor ya da tahayyül bile edilmiyordu; çoğu devrimcinin tamamen kentli görünümleri de, köylülere hiç çekici gelmiyordu. İberik yarımadasını bir yana bırakırsak, bütün Batı Avrupa'da sadece İrlanda'da, Ribbonmen ve Whiteboys gibi gizli ve yaygın terörist gruplarda örgütlenmi§ büyük ve salgın halinde yayılan bir tarım devrimi vardı. Fakat İrlanda, toplumsal ve siyasal açıdan kom§ularından tamamen farklı bir dünyaya aitti. O nedenle toplumsal devrim meselesi, orta sınıf radikalleri, yani ho§· nutsuz i§adamlarını, aydınlan ve hala 1830'un ılınılı liberal hükümetlerine muhalefet etmekte olanları böldü. Aynı §ekilde, İngiltere'de 'orta sınıf §Ullarına
DEVRiMLER 139
radikalleri'ni, Chartizmi desteklemeye ya da (Birmingham'da veya Quaker Joseph Sturge'un Eksiksiz Oy Hakkı İçin Birlik'inde olduğu gibi) Chartizmle dava birliği yapmaya hazır olanlarla, Manchester Tahıl Yasası Kar§ıtları Birliği gibi hem aristokrasiye hem de Chartizme kar§ı sava§makta ısrarlı olanlan ikiye böldü. Sınıf bilinçlerinin türdqliğine, büyük miktarlarda harcayabildikleri paralarma ve kurdukları propaganda ve reklam örgütünün etkinliğine güvenen uzla§mazlar, duruma egemen oldular. Fransa' da Louis Philippe'e kar§ı resmi muhalefetin güçsüzlüğü ve Paris'in devrimci kitlelerinin inisyatifi, diğer kanadın ağır basmasına yol açtı. "Dolayısıyla tekrar cumhuriyetçi olduk" diye yazdı 1848 Şubat Devrimi'nden sonra radikal §air Beranger. "Belki biraz erken, biraz da çabuk oldu ... Daha tedbirli davranmalıydım, ama ne zamanı seçebildik ne güçleri düzene sakabildik ne de yürüyü§ yolunu biz belirledik." 9 Orta sınıf radikallerinin a§ırı solla yolları ancak devrimden sonra ayrılacaktı. Bağımsız zanaatkarlar, dükkan sahipleri, çiftçiler ve (vasıflı i§çiler kitlesiyle birlikte) muhtemelen Batı Avrupa'da Radikalizmin ana gövdesini olu§ turan benzeri grupların olu§turduğu ho§nutsuz küçük burjuvazi için sorun, daha az karma§ ıktı. Küçük adamlar olarak zenginlere kar§ı yoksullara yakınlık duyuyor; küçük mülk sahibi kimseler olaraksa yoksullara kar§ı zenginlerden yana tavır koyuyorlardı. Fakat yakınlık hislerincieki bu bölünmü§lük, siyasal ittifaklannda büyük bir deği§iklik yaratmaktan çok onları duraksamaya ve ku§kuya götürüyordu. Ancak zamanı geldiğin de, ne denli dermansız da olsalar Jakoben, cumhuriyetçi ve demokrat kesiliyorlardı. Bütün halk cephelerinin bu kararsız unsuru, buna kar§ın, potansiyel kamula§tırmacılar iktidara gelinceye kadar halk cephesinin deği§mez bir unsuru olarak yerini korudu.
V Radikalliğin çekirdeğini, düzenden ho§nutsuz kır soylularının olu§turduğu bir grubun ve aydınların meydana getirdiği devrimci Avrupa'nın geri kalan bölgelerinde sorun çok daha ciddi boyutlardaydı. Çünkü buralarda kitleleri köylüler; ekseriyetle toprak lordlanndan ve kentlilerden farklı bir ulusa mensup (Macaiistan'da Slav ve Romen, Doğu Polanya'da Ukraynalı, Avusturya'nın bazı bölgelerinde Slav) bir köylülük olu§turm~ktaydı. Çoğunlukla en radikal milliyetçiler, kendilerine gelir getiren statülerini terk etmeye gücü yetmeyen en yoksul ve en etkisiz toprak lordlarıydı. Boğazına kadarcehaleteve siyasal edilgenliğe gömülmü§ bir köylü kitlesinin devrimi desteklemesi (bekleneceği gibi) olabileceğinden daha çabuk
140 DEVRiM ÇAGI
gerçeklqmedi; fakat yakıcılığı hiç de az değildi. Daha 1840'larda bu edilgenlik, artık köylülük için bir veri olmaktan çıktı. 1846'da Galiçya'daki serf ayaklanması, 1789 Fransız Devrimi günlerinden bu yana görülen en büyük köylü hareketiydi. Sorun yakıcı olduğu kadar belli ölçülerde de retorikti. Ekonomik bakımdan Doğu Avrupa gibi geri kalmı§ bölgelerin modemle§mesi, bir tarım reformu yapılmasını ya da en azından Avusturya, Rusya ve Türk imparatorluklarında hüküm sürmekte olan seriliğin kaldırılmasını gerektiriyordu. Siyasal açıdansa, köylüler eylem e§iğine bir kere vardıklarında, bilhassa devrimcilerin yabancı egemenliğine kar§ ı sava§ verdikleri ülkelerde, köylülüğün taleplerini kar§ ılamak için bir §eyler yapılması §arttı. Çünkü köylüleri kendi yanlarına çekemezlerse bunu reaksiyonerler yapacaktı; me§ru kralların, imparatorların ve kiliselerin, gelenekçi köylülerirı onlara lordlardan daha fazla güvenmelerini ve hala ilke olarak onların adaletine sığın malarını sağlayan taktik üstünlükleri vardı. Öte yandan menarklar da gerektiğirıde soylulara kar§ı köylülerin yanında yer almaya hazırdılar: Napolili Bourbonlar bunu hiç tereddüt etmeden 1799'da NapoliliJakobenlere kar§ı yapmı§lardı. 1848'de Lombardiyalı köylüler, ulusal ayaklanmayı bastıran Avusturyalı generali alkı§larken "Çok ya§a Radetzky, lordlara ölüm" diye bağırıyorlardı. 1 0 Azgeli§mi§ ülkelerdeki radikallerin önündeki sorun, köylülerle ittifak kurulup kurulamayacağı değil, bunun ba§arılıp ba§arılamayacağıydı.
O nedenle bu ülkelerdeki radikaller iki gruba ayrıldılar: Demokratlar ve a§ırı sol. Polonya'da, Polonya Demokratlar Cemiyeti; Macaristan'da, Kossuth taraftarları; İtalya' da, Mazzirıiciler tarafından temsil edilen birinciler, köylüleri devrimci davaya çekmek için serfliğin kaldırılmasının ve küçük çiftçilere mülkiyet hakkı verilmesinin zorunlu olduğunu kabul ettiler; feodal haklarından gönüllü olarak -ama tazminat ödenmesi ko§ U· luyla- vazgeçen bir soylulukla ulusal köylülük arasında bir tür barı§çıl ortak ya§am kurmayı umuyorlardı. Ancak, (İ talya'nın büyük bölümünde olduğu gibi) köylü ayaklanması rüzgarının bir fırtınaya dönü§mediği ya da prensler tarafindan sömürülme korkusunun fazla büyük olmadığı yerlerde, demokratlar, genel olarak siyasal demokrasi ve ulusal özgürlük vazetmeyi tercih ederek, uygulamada somut bir tarımsal ya da daha doğru su toplumsal bir program olu§turmayı gözardı ettiler. A§ırı sol, devrimci mücadeleyi, kitlelerin yabancı yöneticilere ve içerdeki sömürücülere kar§ı mücadelesi olarak anlamaktaydı. Yüzyılımızın ulusal-toplumsal devrimlerinin habercisi olan bu insanlar, çıkarlarının imparatorluk yönetimine bağlı olmasından ötürü zayıf orta sınıfın ve soy-
DEVRiMLER
141
luluğun, bağımsızlık ve modernle§me yolunda yeni bir ulusa önderlik etmekte yetersiz kalacaklarını dü§ünüyodardı. Dolayısıyla programları, hem toplumsal ele§tiriciler hem de siyasal devrimciler olsalar bile, Marksizm öncesi çoğu 'ütopyacı' sosyalistten farklı olarak rü§eym halindeki batılı sosyalizmin etkisini ta§ımaktaydı. Bu anlamda 1846'da kurulmu§ ve kısa örnürlü olmu§ Krakov Cumhuriyeti, köylülerin sırtındaki yükü kaldırdı ve kent yoksullarına 'ulusal atölyeler' kurmayı vaat etti. Güney İtalyan Carbonarilerinin en geli§kin olanları, Babeufçu-Blanquici platformu benimsediler. Belki Polanya hariç, bu dü§ünce akımı görece zayıftı ve esas olarak öğrencilerden, sınıflarından kopmu§ plep ya da soylu kökenli aydın ve birkaç idealistten olu§mU§ hareketlerin, saflarına çekmeye çabaladıkları köylülüğü harekete geçirememeleri yüzünden etkisi daha da zayıflamaktaydı. * O nedenle azgeli§mi§ Avrupa'nın radikalleri, kısmen taraftarlarının köylülüğe yeterince ya da zamanında ödün vermekte gönülsüz davranmaları, kısmen de köylülerin siyasal bakımdan ham olmaları yüzünden, hiçbir zaman sorunlarını etkin biçimde çözemediler. İtalya'da 1848 devrimleri, etkili olmayan bir k~sal nüfusun omuzlarında yükseldi; (1846 ayaklanmasının, Avusturya hükümetinden cesaret alarak hızla Polonyalı soylulara kar§ı bir köylü isyanına dönü§tüğü) Polanya'da, 1848'de, Prusya Poznania'sı dı§ında hiçbir devrim gerçekle§medi. Hatta devrimci uluslar arasında en geli§mi§i olan Macaristan'da soyluluğun yönetiminde yürütülen toprak reformu, niteliği gereği, köylülüğün ulusal kurtulu§ sava§ına tam anlamıyla dahil edilmesini olanaksız kıldı. Doğu Avrupa'nın büyük bölümündeyse imparatorluğun askeri üniformalarını giymi§ Slav köylüler, Alman ve Macar devrimlerinin bastırılmasında etkin rol oynadılar.
VI Buna kar§ın, yerel ko§ulların farklılığı, milliyet ve sınıf gibi nedenlerden dolayı bölünmü§ de olsalar, 1830-48 devrimci hareketleri ortak pek çok özelliklerini korudular. Birincisi; gördüğümüz gibi bu devrimler büyük . ölçüde sürgündeki orta sınıf azınlık örgütleri ve nifakçı aydınlar ya da görece küçük bir okuryazar diinyasıyla sınırlı kaldı (Elbette devrimler patlak verdiğinde sıradan insanlar da kendi yerlerini alacaklardı. 1848 Milano ayaklanmasında ölen 350 ki§iden sadece bir d üzinesi öğrenci, ka tip ·Ne var ki, Romanya ya da Güneybatı Alınanya'nın bazı bölgelerinde olduğu gibi, küçük köylü mülkiyetinin, kiracılığın ve ortakçılığın bulunduğu birkaç bölgede, Mazzini tipinde bir radikallik, 1848'de ve sonrasında oldukça geni§ bir kitle desteği sağlamayı ba§ardı.
142 DEVRiM ÇAGI
ya da toprak sahibi ailelerden geliyordu. Yetmi§ dördü kadın ve çocuk, geri kalanıysa zanaatkar ya da i§çiydi) .11 İkincisi; bu devrimler, 1789 Devrimi'nin deneyim ve mirasından kaynaklanan ortak bir siyasal prosedür, stratejik ve taktik dü§üncelerle, güçlü bir ulusal birlik duygusu taşımaktaydı. Birinci etkeni açıklamak kolaydır. Devrimin hemen öncesinde ve sonrasında varolmayan, ama normal bir toplumsal yaşamın bir parçası olarak · uzun bir geçmi§e sahip kitle ajitasyonu ve örgütlenme geleneği, ABD ve İngiltere, belki bir de İsviçre, Hollanda ve İskandinavya dışında pek görülmediği gibi, İngiltere ve ABD dı§ında bunun ko§ullan da yoktu. Çünkü Nisan 1839'da çıkan Chartist Kuzey Yıldızı 12 gibi haftada 60.000'den fazla satan bir gazete ve ondan da fazla okur sayısı,ba§ka ülkede dü§ünülebilecek bir §ey değildi. Fransa gibi bir ülkede yan resmi ya da -1830'lardan sonra- eğlence amaçlı dergiler, a§ağı yukarı 20.000 satmalanna kar§ın, gazetelerin ortalama tirajı 5000 civarmdaydı. 13 Hatta Belçika ve Fransa gibi anayasal monar§inin varolduğu ülkelerde a§ın solun yasal ajitasyonuna arada sırada izin verilmekteydi. Bunun sonucunda, pay s legali [seçme hakkına sahip yurttaşlan] olu§ turan sınırlı sayıdaki sınıf arasında demokratik siyasetin bir sureti, ayrıcalıksız sınıflar arasında da bu suretin belli ölçülerde yansıları bulunmakla beraber, kitlelerin siyasete kanlmalarının temel gereçleri -hükümetlere baskı uygulamak amacıyla yapılan halk gösterileri, kitle örgütleri, dilekçeler, sıradan halka hitap eden gezgin konu§macılar- çok nadir olarak gözlenen §eylerdi. İngiltere d!§ ında hiçbir ülke, imza kampanyası, halk gösterileri yoluyla genel oy hakkı elde etmeyi ya da Chartizmin ve Tahıl Yasası Kar§ıtı Birlik'in yapmayı denediği gibi kitle ilanlan ve baskı kampanyalan aracılığıyla halkın kabul etmediği bir yasayı kaldırmayı ciddi biçimde dü§ünemezdi. Büyük anayasal değişik likler, yasallıktan ayrılmak anlamına gelmekteydi; büyük toplumsal deği §ikliklerse, haydi haydi bu anlamı ta§ıyordu. Yasadı§ı örgütler, doğal olarak yasal olanlanndan daha küçüktü ve toplumsal kompozisyonlan da temsil edici olmaktan çok uzaktı. Bekleneceği gibi, Carbonarici gizli cemiyederin Blanquicilerde olduğu gibi proleter-devrimci örgüdere dönü§mesi, orta sınıflar içersinde görece gerilemelerine, i§çi sınıfı içindeyse büyümelerine, yani içlerindeki zanaatkar ve vasıflı i§çi sayısının artmasına yol açtı. 1830 sonlannın ve 1840'ların Blanquici örgütlerinin, alt sınıflar arasında güçlü destek bulduklan söylenmi§tir.14 Aynı durum, omurgasını sürgündeki Alman vasıflı i§çilerinin olu§turduğu (daha sonra Marx ve Engels'in Komünist Birlik'i ile Adalet Birliği'ne dönü§ecek olan) Alman Sürgünleri Birliği için de geçerliydi. Fakat bu, oldukça istisnai bir örnekti. Aralannda (İberik ülkeleri dı§ ında)
DEVRiMLER 143
Carbonariciliğin §a§aalı günlerinde olduğundan daha az sayıda genç subay
bulunsa da, nifak örgütlerinin büyük bölümünü, önceden olduğu gibi meslek sahibi sınıflar, ya da daha az sayıda olmak üzere soylular, öğrenciler, gazeteciler vs. arasından gelen kimseler olu§turmaktaydı. ·Bununla birlikte bütün Avrupalı ve Amerikalı sol, belli bir noktaya kadar ayiu dü§mana kar§ı sava§mayı, ortak özlemleri ve ortak bir programı payla§mayı sürdÜrdü. Kaleme aldıkları İlkeler Bildirgesi'nde, "kalıtsal e§itsizlikleri ve 'kast'a dayanan ayrımları tanımıyor, reddediyar ve mahkum ediyoruz" diye yazdılar ("Büyük Britanya, Fransa, Almanya, İskandinavya, Polanya, İtalya, İsviçre, Macaristan ve diğer ülkelerin yerlileri"nden olu§an) Karde§ Demokratlar; "bunun neticesinde, mülk sahipliğinden dolayı ayrıcalıkları tekellerine alan sınıfları, aristokratları ve kralları, gaspçılar olarak görüyoruz. Bütün halkın seçtiği ve halka kar§ı sorumlu hükümetler, bizim siyasal inancımızdır." 15 Bir radikalin ya da devrimcinin bu görü§leri payla§maması mümkün müydü? Eğer o ki§i bir burjuvaysa, (oy hakkını mülkiyet ko§uluna bağlayan ı830-2 Anayasasında olduğu gibi) siyasal ayrıcalıktan yoksun olmasına rağmen, mülkiyete rahatça hareket edebileceği ekonomik bir. hareket alanı veren bir durumdan yana olacaktır. Yok eğer sosyalist ya da komünistse, mülkiyerin toplumsalla§tırılmasından yana olacaktır. Ku§ku yok ki, krala, aristokrasiye ve ayrıcalığa kar§ı eskiden müttefik olanların birbirlerine yüz çevirdiği ve temel çatı§manın, burjuvazi ile i§çiler arasındaki çatı§ma halini aldığı bir noktaya gelinecekti. Fakat ı 848'den önce henüz hiçbir yerde bu noktaya varılmamı§tı. Sadece birkaç ülkedeki büyük burjuvazi, o sıralarda resmen hükümet kampında yer almaktaydı. En bilinçli proleter komünistler bile, hala kendilerini genel radikal ve demokrat hareketin a§ırı sol kanadı olarak görmekte ve öyle davranmaktaydılar. Bunun yanında, 'burjuva demokratik' bir cumhuriyetin kurulmasını normal olarak sosyalizme doğru ilerlemenin vazgeçilmez bir ön §artı olarak görmekteydiler. Marx ve Engels'in Komünist Manifesto'su, mevcut ittifakın bir bildirisi değildi; -en azından Almanya içingelecekte burjuvaziye kar§ı verilecek sava§ın bildirgesiydi. Almanya'nın en geli§mi§ orta sınıfı olan Ren bölgesi sanayicileri, ı848'de Marx'tan sadece radikal yayın organları Neue Rheinische Zeitung'un editörü olmasını istemediler; Marx da bu yayın organını düpedüz komünist bir organ olarak değil, Alman radikalizminin sözcüsü ve önderi olarak kabul etti ve çıkardı. Avrupa solu, genel durum hakkında ~rtak bir görü§ün ötesinde, devrimin neye benzeyeceği hakkında ı 789'dan kaynaklanan ve ı830'un etkilerini ta§ıyan ortak bir manzarayı da payla§maktaydı. Devlet siyasal bir bunalıma girecek, bu da bir ayaklanmaya yol açacaktı (Genel siyasal ya
144 DEVRiM ÇAGI
da ekonomik iklime bakılınadan örgütlenen Carb0narid bir seçkin komplosu ya da ayaklanma fikri, özellikle İtalya'daki (örneğin 1833-4'te, 1841S'te) çe§itli türden giri§imlerin ve Napoleon'uri yeğeni Louis Napoleon'un 1836'da kalkı§tığı türden komploların rezilane ba§arısızlıklan yüzünden, İberik ülkeleri dı§ında giderek gözden dü§mekteydi). Barikatlar, sermayeye kar§ı kurulacaktı; devrimciler, saraya, meclise ya da (1 792'yi amınsayan a§ırılara göre) kent meydanına üç renkli bayraklarını çekecek, cumhuriyetin ve geçici bir hükümetin kurulduğunu ilan edeceklerdi. Daha sonra ülke yeni rejimi kabul edecekti. Gerçi 1848 sonrasına kadar hükümetler, askeri birliklerin devrimcilere kar§ı operasyonlarını kolayla§tırmak üzere onları yeniden planlamaya ba§lamamı§tı; ama ba§kentlerin tayin edici önemi, evrensel olarak kabul görmekteydi. Silahlı yurtta§lardan bir Ulusal Muhafız Birliği kurulacak; Kurucu Meclis için demokratik seçimler yapılacak; geçici hükümet kalıcı hükümete dönü§ecek ve yeni bir anayasa yürürlüğe konacaktı. Daha sonra yeni rejim, gerçekle§mesine neredeyse kesin gözüyle bakılan ba§ka devrimiere karde§çe yardım edecekti. Bundan sonra olanlar, devrim sonrası döneme aitti ve 1792-9'da Fransa'da meydana gelen olaylar, yapılacak ve yapılmayacak §eyler için somut bir model olu§turmaktaydı. Devrimciler arasında bulunan çoğu Jakobenin kafasının, devrimi yabancı ya da yerli kar§ıdevrimcilere kar§ı koruma sorununa çalı§ması son derece· doğaldı. Bütün olarak alındığında, siyasetçi sola kaydıkça, federalizm, adem-i merkeziyetçilik ya da güçler ayrılığı gibi Oironden) ilkelere kar§ı Oakoben) merkezilik ve güçlü yürütme ilkesini yeğleyeceği söylenebilir. Bu ortak görü§, hiçbir ülkenin -örneğin Fransa'nın, daha doğrusu Paris'in-otomatik öndediğini kabule yana§mayan ayrılıkçı milliyetçiler arasmda bile varlığını koruyan güçlü bir enternasyonalizm geleneğince de perçinlenmekteydi. Pek çok Avrupa ülkesinin kurtulu§unun Çann yenilgisine bağlı olması gibi kesin bir gerçek göz önüne alınmasa bil~, bütün ulusların davası aynıydı. Karde§ Demokratlar'ın ileri sürdüğü gibi "her devirde halkı baskı altında tutanların çıkanna olan" ulusal önyargılar, bu karde§likdünyasmda ortadan kalkacaktı. Mazzini'nin -eski Carbonarici-masoİıik enternasyonallere kar§ı kurulmu§ olan- Genç Avrupası'ndan 184 7'nin Bütün Ülkelerin Birliği için Demokratik Birlik'e kadar, uluslararası devrimci örgütler kurma çabası hiç durmadı. Ülkeler bağımsızlıklarını kazandıkça ve halklar arasındaki ili§kilerin samldığı kadar karde§çe olmadığı anla§ıldıkça, milliyetçi hareketler arasmda bu tür enternasyonalizmin de önemi azaldı. Giderek daha fazla proleter bir yönelime giren toplumsal-devrimci hareketler arasındaysa gücünü artırdı. Bir örgüt ve bir
DEVRiMLER
145
§arkı
olarak Enternasyonal, yüzyılın ilerisinde sosyalist hareketlerin bir parçası haline gelecekti. 1830-48 enternasyonalizmini güçlendiren raslantısal bir etken de sürgün ve sürgünlerdi. Kıta Avrupası solunun siyasal militanlarının büyük bölümü, bir süreliğine, çoğu iSe on yıllarca sürgünde ya§adılar; Fransa, İsviçre, daha az ölçüde de İngiltere ve Belçika gibi birkaç sığınak ya da barınak bölgesinde toplandılar (Her ne kadar bu insanlara çekici gelse de, Amerika kıtası geçici bir siyasal göç için çok uzaktı). En büyük sürgün grubunu, 1831 yenilgisiyle ülkelerinden kovulan be§ altı bin ki§iyle Palonyalı göçmenler olu§turuyordu. 16 Onların ardından (siyasal olmayan önemli miktarda göçmenle ve ba§ka ülkelere yerle§mi§ kendi milliyetlerinden topluluklada perçinlenen) İtalyanlar ve Almanlar gelmekteydi. 1840'larda küçük bir Rus aydın kolonisi de, ülke dı§ına yaptıkları inceleme gezileri sırasında ya da I. Nicholas'ın zindanlarından ve askeri eğitim alanlarından çok daha uygun bir iklim ararken Batılı devrimci fikirleri benimsemi§lerdi. Doğu Avrupa'nın, Latin Amerika'nın ve Levant'ın kültür güne§i olan iki kentte (Paris ve neden sonra Viyana' da) küçük ve geri kalmı§ ülkelerden gelen öğrencileri ve zengin ki§ileri de görmek mümkündü. Bu sığınma merkezlerinde göçmenler örgütlendiler, tartl§tılar, kavga ettiler ve birbirlerini suçladılar; ülkelerinin (bu arada ba§ka ülkelerin de) kurtul u§ u hakkında planlar yaptılar. Polonyalılar, daha az ölçüde de İtalyanlar, uluslararası devrimci militan gruplar olu§turdular (Garibaldi sürgündeyken çe§itli Latin Amerika ülkelerininözgürlüğü için sava§ml§tı). 1831 ile 1871 arasında Avrupa'nın herhangi bir yerinde, (hatta -ileri sürüldüğüne göre- İngiltere'de Chartist dönemdeki yegane silahlı ayaklanma dahil) Polonyalı askeri uzmanlar ya da sava§çılar olmadan ne bir ayaklanma ne de kurtul u§ hareketi yapılabildi. Fakat sadece onlar yoktu. Halkların sürgündeki kurtarıcılarının tipik örneği olan (iddiasına göre) Danimarkah Harro Harring, Mazzini'nin Genç Almanya ve biraz daha karanlık olan Genç İskandinavya örgütlerinin üyesi olarak sırayla (1821'de) Yunanistan ve (1830-1'de) Polonya içinsava§tı; 1848 devrimi için geri dönmeden önce Latin Amerika'da kurulması planlanan Birle§ik Devletler için New York'ta sava§tı. Bu arada 'Halklar', 'Kan Damlaları', 'Bir İnsanın Sözleri', 'Bir İskandinavya Şiiri' adıyla kitaplar yayımladı.* Bu sürgünleri ve gezginleri ortak bir yazgı ve ortak bir ülkü bir arada tutmaktaydı. Pek çoğu, aynı yoksulluk, polis takibi, yasadı§ı yayın, casusluk ayrılmaz
• Die Grossen Maeııner des Exils'inde (Marx-Engels Werke, Berlin, 1960, 8. Cilt, s. 292-8), hicivci yeteneğine saygı duyan Marx'ın dü§nıaıuığını çekecek kadar talihsizdi. geleceğe kalmasını sağlayacak ınüthi§
146 DEVRiM ÇAGI
ve her yerde raslanan ajan provokatörler sorunuyla kar§ı kar§ ıya kaldılar. 1930'lardaki fa§izm gibi 1830'ların ve 40'ların mutlakçılığı da ortak dü§manlarını bir araya getirmi§ti. Bundan yüzyıl sonra, dünyanın içinde bulunduğu toplumsal bunalımı açıklamayı ve çözüm önerileri getirmeyi amaçlayan komünist militanlar ve salt entelektüel meraklılar, hareketirı ba§kentine -Paris'e- hafifme§rep görünümünün yanında bir de ciddi çekicilik kazandırdılar ("Fransız kadınları olmasaydı, hayat ya§anmaya değmezdi." "Mais tant qu'il ya des grisettes, va!"). 17 Bu sığınma merkezlerirı de göçmenler, bir taraftan insanlığın kurtulu§unu planlarken, geÇici olmakla birlikte çoğu zaman kalıcı da olabilen bir sürgün topluluğu olu§turdular. Birbirlerinden her zaman ho§lanmasalar ve onaylamasalar da, birbirlerini anlıyorlardı ve yazgıları aynıydı. 1848'de gelecek -ve yenilecek olan- Avrupa devrimini birlikte hazırladılar ve beklediler.
7 Milliyetçilik
Her halkın, insanlığın genel misyonunun gerçekle~mesinde yerini alacak kendi özel misyonu vardır. Her halkın milliyetini ol~turan, bu misyondur. Milliyet, kutsaldır. Genç Avrupa Karde§lik Yasası, 1834.
Gün gelecek ... yüce Germanya, bir elinde uygarlık ışığıyla dünyanın en uzak kö~elerini elinde yargıç terazisiyle, özgürlük ve adaletin bınnzdan kaidesi üzerine çıkacaktır. İnsanlar ondan, aralarındaki çeki~meleıi halletmesini isteyecek; o insanlar ki, bugün bize güçlünün haklı olduğunu göstermekte ve bizi horgörerek çizmeleıiyle ezmektedirler.
aydınlatacak aydınlanmanın me~alesi, diğer
Siebenpfeiffer'in Hambach Bayramı'ndaki konu§masından, 1832.
I Gördüğümüz gibi, 1830'dan sonra devrim lehine olan genel hareket bölünmeye uğradı. Bu bölünmenin bir ürünü özel bir ilgiyi haketmektedir: Öz-bilinçli milliyetçi hareketler. Bu geli§meyi en iyi simgeleyen hareketler, 1830 devriminden kısa bir süre sonra Giuseppe Mazzini'nin kurduğu ya da esiniediği 'Genç' hareketlerdir: Genç İtalya, Genç Polonya, Genç İsviçre, Genç Almanya ve Genç Fransa (1831-6) ile 1840'ların benzeri Genç İrlanda hareketidir. Bu sonuncusu, ondokuzuncu yüzyıl ba§larmdaki komplocu karde§lik cemiyetleri örnek alınarak kurulan, en son ve ba§arılı devrimci örgütün, İrlanda Cumhuriyet Ordusu sayesinde tanınmı§ olan Fenianların ya da İrlanda Cumhuriyetçi Karde§lik Örgütü'nün atasıdır. Kendi ba§larına ele alındık larında bu hareketlerin fazla bir önemi yoktu; yalnızca Mazzini'nin varlığı bile, tümüyle etkisiz olmalarını garanti etmeye yeterliydi. Ancak sonraki milliyetçi hareketlerin 'Genç Çekler' ya da 'Genç Türkler' gibi adlar almalarının da gösterdiği gibi, simgesel olarak çok büyük önemleri olmu§tur. Avrupa devrimci hareketinin ulusal birimler halinde parçalanmasına damgasını vurmu§lardır. Ku§kusuz bu ulusal bölümler, aynı siyasal
148 DEVRiM ÇAGI
programa, stratejiye ve taktiğe, hatta aynı -neredeyse kaçınılmaz olarak üç renkli- bayrağa sahiptiler. Üyeleri, kendi talepleriyle öteki ulusların talepleri arasmda bir çeli§ki görmüyordu; gerçekten de, aynı anda özgürlüğüne kavu§an bütün ulusların karde§liğini tahayyül ediyorlardı. Öte yandan da her biri, kendi uluslarına gösterdikleri öncelikli ilgiyi, herkes adına Mesihçi bir rol üstlenerek haklı çıkarma eğilimindeydi. Dünyanın acı çeken halkları, (Mazzini'ye göre) İtalya, (Mickiewicz'e göre) Polonya sayesinde özgürlüklerine kavu§acaklardı. Üçüncü Roma, Kutsal Rusya savunuculuğu yapan Rus Slavseverlerinin ve ileride dünyaya uzun uzadıya Alman ruhuyla ıslah olacaklarını aniatma olanağı bulacak olan Almanların gösterdiği gibi, muhafazakar ve emperyalist politikaların kolayca benimseyeceği bir tutumdu bu. Bilindiği gibi milliyetçiliğin bu belirsiz yanı, Fransız Devrimi'ne dek uzanmaktaydı. Fakat o günlerde tek bir büyük ve devrimci ulus vardı ve bu ulusu bütün devrimierin merkez üssü ve dünyanın özgürlüğüne kavu§masmda zorunlu olarak ba§lıca güdüleyici olarak kabul etmenin bir anlamı bulunmaktaydı (Nitekim bugün de öyledir). Bakı§ları Paris' e çevirmenin ussal bir yanı vardı; oysa (uygulamada bir avuç komplocu ve göçmenin temsil ettiği) ne idüğü belirsiz 'İtalya'ya, 'Polonya'ya ya da 'Almanya'ya bakmanın, yalnızca İtalyanlar, Polonyalılar ve Almanlar için bir anlamı vardı. Eğer yeni milliyetçilik, yalnızca ulusal--devrimci kardqlik cemiyetlerine üyelikle sınırlı kalsaydı, daha fazla üzerinde durmak için bir neden kalmazdı. Oysa yeni milliyetçilik, aynı zamanda çifte devrimin bir sonucu olarak 1830'larda siyasal bilinçte kendinigösteren çok daha etkili güçleri yansıtmaktaydı. Bu güçlerin en erken ortaya çıkanı, küçük toprak sahiplerinin ya da gentrynin ho§nutsuzluğu; pek çok ülkede ulusal bir orta hatta alt orta sınıfın doğması; ve her ikisinin sözcülerinin de büyük oranda meslek sahibi aydınlar arasından çıkmasıydı. Gentrynin devrimci rolü, belki de en iyi örneğini Polanya ve Macaristan'da bulmaktadır. Bir bütün olarak alındığında, büyük toprak sahibi kodamanlarda, mutlakçılık ve yabancı egemenliğiyle uzla§ma olanağı ve arzusunun bu topraklarda uzun bir geçmi§i v~rdır. Macar kodamanları, genellikle Katoliktiler ve uzun süredir Viyana saray sosyetesinin temel direklerinden sayılmaktaydılar. İçlerinden pek azı 1848 devrimine katı lacaktı. Öte yandan eski Rzeczpospolita'nın anısı, Polonya kodamanlarıni bile milli fikriyata yakla§tırmaktaydı. Fakat sözde-milli partilerin en etkilisi olan ve zengin göçmenlerin kaldığı Paris'teki Lambert Oteli'nde faaliyet gösteren Czartoryski çevresi, her zaman Rusya ile ittifakı önde tu tmU§ ve diplomasiyi ayaklanmaya tercih etmi§ti. Ekonomik olarak, gerçekten
MiLLiYETÇiLiK 149
muazzam bir sefahatin dı§ ında, istediklerini yapacak, hatta eğer isterlerse çağın ekonomik geni§lemesinden yararlanmak amacıyla malikanelerini iyile§tirmek için yatırım yapacak kadar paraları vardı. Bu sınıfın birkaç ılımlı liberalinden biri ve ekonomik iyile§menin savunucusu olan Kont Szechenyi, bir yıllık gelirini (yakla§ık 60.000 florin) yeni Macar Bilimler Akademisi'ne bağı§ladı. Ya§am standardının, bu kar§ılıksız borikörlükten etkilendiğini gösteren bir belirti de yoktur. Öte yandan soylu doğmu§ olmanın dl§ında, onları diğer yoksul çiftçilerden ayırt eden hemen hiçbir §eyin bulunmadığı pek çok küçük soylu -Macaristan nüfusunun sekizde biri soylu statüsündeydi-, ne mülklerini kazançlı kılacak paraya sahiptiler ne de orta sınıf zenginliğinden pay almak için Almanlar ve Yahudilerle rekabet etmeye eğilim gösterıni§lerdi. Kiralarıyla nezih bir biçimde ya§ayamazlarsa ya da dejenere bir çağ onları bir askerin talihinden yoksun bıra kırsa, çok da cahil değillerse, hukukta, devlet idaresinde ya da entelektüel alanda bir ݧ yapmayı dü§ünebilirlerdi; fakat burjuvazinin yaptığı i§lere yana§mazlardı. Bu küçük soylular, (Macaristan' da olduğu gibi) Kalvinciliğin ve kontluğun çifte desteği arkasına saklanarak, ülkelerinde mutlakçılığa, yabancılara ve kendi kod amanlarının yönetimine kar§ı uzun zaman muhalefetin kalesi olmu§lardı. Muhalefetlerinin, ho§nutsuzluklarının ve yerel soylulara daha fazla ݧ verilmesi isteklerinin §imdi milliyetçilikle içiçe geçmesi çok doğaldı. Bu dönemde ortaya çıkan milli ݧadamları sınıfının, daha az milliyetçi bir unsur olu§ turması paradoksaldı. Kabul etmek gerekir ki, henüz birle§memi§ Almanya ve İtalya'da büyük bir birle§ik ulusal pazarın sağlayacağı üstünlüklerin büyük önemi vardı. Deutschland über Alles'in yazarı §öyle seslenmekteydi: Jambon ve makas, potin ve bağcık Yün ve sabun ve iplik ve bira, 1 Çünkü bunlar, milliyet ruhunun ba§aramadığı §eyi, gerçek anlamda bir ulusal birlik duygusunu, gümrük birliğiyle sağlamı§lardı. Ne var ki, diyelim (ileride Garibaldi'ye mali yönden en büyük yardımı yapacak olan) Cenovalı nakliyecilerin, tek bir İtalyan ulusal pazarının sağlayacağı olanakları, bütün Akdeniz'de yürütülen bir ticaretin sunduğu daha büyük olanaklara deği§tiklerine ili§ kin elimizde hemen hiçbir kanıt yoktur. Yine, çokuluslu imparatorlukların belli eyalerlerinde ortaya çıkan endüstriyel ya da ticari bölgeler, ayrımcılık konusunda §ikayetlenseler de, temelde, o sırada önlerinde serili d uran büyük pazarları, gelecekte ulusal bağımsızlığın getireceği
150 DEVRiM ÇAGI
küçük pazarlara açıkça yeğlemekteydiler. Bütün Rusya önlerinde serili duran Polonyalı sanayicilerin, o zamana dek Polanya milliyetçiliğinde hiçbir rolü olmadı. Palacky, Çekler adına konu§arak "eğer Avusturya olmasaydı, icat edilmesi gerekirdi" derken, sadece monar§iyi Almanlara kar§ı kendilerini desteklemek üzere çağırınakla kalmıyor, aksi halde geri kalacak büyük bir imparatorluğun ekonomik bakımdan en geli§ kin bölümünün sağlam ekonomik mantığinı da dile getiriyordu. Güçlü bir öncü sanayici topluluğunun 1815'de ardına tahldığıgüçlü Flaman ticaret topluluğunun yönetimi altında (ku§kulu nedenlerle) kendini q.vantajsız konumda gördüğü Belçika'da olduğu gibi, i§ ya§amının çıkarları, bazen milliyetçiliğin ba§ını çekmekteydi. Fakat bu, ayrıksı bir durumdu. Bu evrede orta sınıf milliyetçiliğinin en büyük savunucuları, alt ve orta sınıf meslek sahipleri, yönetici ve aydın tabaka, ba§ka bir deyi§le eğitimli sınıflardı (noterlerin, avukatların vs. tarımsal serverin toplandığı ba§lıca eller olduğu özellikle geri kalmı§ ülkelerde, eğitimli sınıflar i§adamları sınıfından elbette ayrı değildir). Daha kesin olarak ifade edersek, orta sınıf milliyetçiliğinin öncü birlikleri, sava§larını, çok sayıda eğitimli 'yeni insan' ın, eskiden küçük bir seçkin grubun i§gal ettiği alanlara girdiği ni gösteren bir çizgide yürüttüler. Okullar ve özellikle üniversiteler milliyetçiliğin en bilirıçli savunucuları olduklarından, bu kurumların ilerlemesi milliyetçiliğin de ilerlemesirlin ölçüsüydü: 1840'ların ortalannda bu konuda Kiel ve Kopenhag üniversiteleri arasındaki çatı§ma, 1848'de ve yine 1864'te Almanya ve Danimarka arasında Schleswig-Holstein üzerine kopan çatı§manın habercisiydi. 'Eğitimliler'in toplam sayısı az olmakla birlikte, ilerleme göz alıcıydı. Fransa'da devlet liselerinde okuyan öğrenci sayısı, 1809 ile 1842 arasında ikiye katlandı; Temmuz Monar§isidönemirıde belirgin bir hızla arttı; fakat, buna rağmen 1842'de 19.000'e ancak varmaktaydı (O zamanlar ortaöğre tim2 gören çocukların toplam sayısı, 70.000 civarındaydı). 1850'de Rusya'da al tml§ sekiz milyonluk nüfus içersirıde orta öğretimde okuyan çocukların sayısı20.000 civarındaydı. 3 Üniversite öğrencilerinin sayısı yükselmekle birlikte, doğal olarak daha azdı. 1806'dan sonra yürekleri ö~gürlük dü§üncesiyle çarpan Prusya akademi gençliğinin 1805'te topu topu 1500 ki§iden ibaretolduğuna inanmak zor; 1815 sonrası Bourbonlarının ba§ına bela olan Polytechnique'de 1815'ten 1830'a kadarki bütün bir dönemde toplam 1581 genç, yani yılda yakla§ık yüz ki§ i eğitini gördü. 1848 devriminde öğrencilerirı ön planda olmaları, devrimci olmayan İngiliz Adalar Topluluğu da dahil bütün Avrupa kıtasında topu topu 40.000 üniversite öğrencisi bulunduğu gerçeğini unutturmamalıdır. 4 Yine de sayılan art-
MiLLiYETÇiLiK 151
maktaydı. Rusya'da 1825'te 170Ç)'den, 1848'de 4600'e yükseldi. Sayılan artmasaydı bile toplumun ve üniversitelerin geçirdiği dönü§üm (15. Bö-
lümle kar§ıla§tırın), onlara bir toplumsal grup olarak yeni bir bilinç kazandırdı. 1789'da Paris Üniversitesi'nde 6000 kadar öğrenci bulunduğunu hatırlayan
kimse yoktur; çünkü Devrimde bağımsız bir rol oynamamı§ Fakat 1830'a gelindiğinde üniversite gençliğinin sayısını küçümsemek kimsenin haddine değildi. Küçük seçkin gruplar, i§lerini yabancı dillerde de görebilirler; ancak yeterince büyük bir eğitimliler kadrosu olu§tuğunda, (1940'lardan itibaren Hindistan'daki eyalerlerde dilin tanınması için verilen mücadelenin de tanıklık ettiği gibi) ulusal dil de kendini dayatmaya ba§lar. Ders kitaplannın ve gazetelerin ulusal dilde yazıldığı ya da bu dilin resmi amaçlarla kullanıldığı an, ulusal evrimde ya§amsal bir adım demektir. 1830'larda Avrupa'nın büyük bir kesiminde bu adımın atıldığı görüldü. Örneğin astronomi, kimya, antropoloji, mineral bilimi ve botanik üzerine ilk büyük Çekçe kitaplar bu on yılda yazıldı ya da tamamlandı; yine aynı §ekilde Romanya'da, o zamana dek kullanılmakta olan güncel Yunanca'nın yerine Ramence yazılmı§ okul kitapları kondu. Viyana'nın denetimindeki Budape§te Üniversitesi, 1844' e kadar derslerin Latince verilmesinden vazgeçmemi§se de, 1840'ta Macaristan Milli Meclisi'nde Latince'nin yerine Macarca resmi dil olarak kabul edildi (Ancak Macarca'nın resmi dil olması için verilen mücadele, aralıklarla 1790' a kadar uzanmaktadır). Zagreb' de Gai, (daha sonra İlirya Ulusal Gazetesi adını alacak olan) Hırvatistan Gazetesi'ni, 1835'ten sonra, o zamana dek kullanılan bir dizi lehçe yerine ilk yazırısal versiyonuyla çıkardı. Gerçi 1830'dan sonra Almanya'da yayım lanan (Latince ve Fransızca kitaplar kar§ısmda) Almanca kitap sayısının ilk kez toplam kitapların yüzde doksanını geçmi§- olması ve Fransızca kitap sayısının 1820'den sonra yüzde dördün altına dü§mesi ilgi çekici bir durum olmakla birlikte, uzun zamandan beri resmi bir ulusal dile sahip ülkelerde bu deği§imi ölçebilmek mümkün değildir.* 6 Yayıncılığın geni§lemesi daha genel bir kar§ıla§tırma olanağı vermektedir. Örneğin Almanya'da yayımlanan kitap sayısı 1821 'de, 1800'dekiyle aynı kaldı: Yılda 4000; ancak 1841'de bu rakam 12.000'e yükseldi_? Avrupalıların ve Avrupalı olmayanlarm büyük bölümü ku§kusuz hala eğitirnsizdi. Aslında Almanlar, Flemenkler, İskandinavlar, İsveçliler ve ABD yurtta§lan d1§ında 1840'ta hiçbir halka okuryazar denemezdi. 182 7'de okuma oranı yüzde yarımdan daha az olan Güney Slavları (hatta çok daha lardı.5
• Onsekizinci yüzyıl ba§larında Almanya' da yayımlanan bütün kitapların yalnızca yüzde altllll§ı Almancaydı; o tarihten itibaren bu oran belirgin biçimde yükseldi. -
152 DEVRiM ÇAGI
sonra bile Avusturya ordusuna alınan Dalmaçyalı askerlerin ancak yüzde biri okuma yazma biliyordu) ya da 1840'ta yüzde ikisi okuryazar olan Ruslar gibi aralarından bazıları tamamen cahil, (Yarımada Sava§ı'ndan sonra okula giden çocuk sayısı ancak 8000'i bulan) Portekizliler, İspanyollar ve Lambartlar ile Piedmontlular d1§ında İtalyanlar gibi birçoğu da hemen hemen cahil olarak tanımlanabilirdi. 1840'larda İngiltere, Belçika ve Fransa'da okuma yazma oranı yüzde 40-50 civanndaydı. 8 Okuryazar olmamak siyasal bilirıç lenmeye engel değilse de, modern tarzda bir milliyetçiliğirı, (Fransa, İngil tere, ABD ve -siyasal ve ekonomik bakımdan İngiltere'ye bağımlı olduğundan- İrlanda gibi) çifte devrirnirı çoktandır dönü§türdüğü ülkeler dl§ın da etkili bir kitle gücü olu§turduğuna ili§kirı bir kanıt yoktur. Milliyetçiliği, okuryazar bir sınıfla özde§lemek, sözgelimi Ruslarin, kendilerınden olmayan birileriyle ya da bir§eylerle kar§ıla§tıklarında kendilerini 'Rus' olarak görmeyecekleri anlamına gelmez. Ancak genelde kitleler için ulusallığın hala dinsel bir rengi vardı: İspanyollar, Katolik; Ruslar Ortodoks olarak tanımlanırdı. Ancak, bu tür kar§ıla§maların sayısı artınakla birlikte, yine de naclirdi ve İtalyan olmak gibi belli türde ulusal duygular o dönemde, ulusal yazın dilirıi bile konu§mayan, neredeyse birbirini anlamayan ağızlar (patois) kullanan büyük halk kitlelerine tamamen yabancıydı. Almanya'da bile Napoleon'a kaqı milli hissiyarın derecesi, vatanseverlik söylencesinin abarttığı kadar değildi. Fransa, Batı Almanya' da, özellikle de Fransızca'yı serbestçe kullanan askerler arasında son derece rağbet görmekteydi. 9 Papa'ya ya da İmparator'a bağlı halklar, dü§manlanna (ki Fransa da olabilmekteydi) kırgınlık ve küskünlük gösterebiliyorlardı; fakat bu, bırakalım ulusal bir devlet özleminin, herhangi bir ulusal bilinç duygusunun bile ifadesi değildi. Üstelik tam da milliyetçiliğin orta sınıf ya da gentry tarafından temsil ediliyor olması, yoksul adamın milliyetçiliğe §üpheli nazariada bakması için yeterliydi. Polonyalı radikaldemokra~ devrimciler, -Güney İtalyan Carbonarileri arasında daha geli§kin alanlarıyla, diğer nifak örgütlerinin yaptığı gibi- köylülüğü bir tarım reformu talebiyle harekete geçirmek için bile çok uğra§ verdiler. Ama tam anlamıyla bir ba§arısızlığa uğradılar. 1846'da Galiçyalı köylüler, serfliğirı kaldırıldığını ilan eden Polonyalı devrimcilere kar§ı çıktılar ve soylulan katiedip imparatorluk memurlanna güvenmeyi yeğlediler. Ondokuzuncu yüzyılın tek ba§ına belki de en önemli görün'güsü olan halkların köklerinden kopması, bu derin, kadim ve yerel gelenekçiliği kırdı. Ne var ki 1820'lere kadar dünyanın büyük bölümünde, askerlerin zorlaması ve açlık gibi nedenler veya kuzeyde mevsimlik irı§aat i§lerinde çalı§ an Orta Fransalı köylüler ya da gezgin Alman zanaatkarlar gibi grup-
MiLLiYETÇiLiK 153
lar dı§ında kimse ne iç ne de dı§ göçte bulundu. Köklerinden kopmak, · ondokuzuncu yüzyıla özgü (sayısız d uygulu halk şarkısında ifadesini bulacak) hafifbir psikolojik hastalık haline gelecek olan basit sıla hasretinden ibaret değildi; hala, doktorların ilk kez klinik olarak yabancı ülkelerde görev yapan İsveçli paralı askerler arasında te§his ettikleri vahim, öldürücü mal de pays ya da mal de coeur anlamına geliyordu. Devrimci savaşlar sırasında askere alınanlarda, özellikle Bretonlar arasında bu hastalığa raslandı. Uzak kuzey ormanlarının yarattığı çekim, Es tonyalı bir hizmetçinin, özgürlüğüne karl§mayan Saksonya'da Kügelgensli mükemmel i§Verenini terk ederek, köle olarak ya§ayacağı yurduna geri dönmeye götürecek kadar güçlüydü. İç ve dı§ göç (ki en uygun göstergesi ABD'ye göçtür) özellikle 1820'lerden sonra hızla arttı; ama 1. 750.000 ki§ inin (ki 1830'lardaki rakamların üç katıydı) Kuzey Atlantik'i geçtiği 1840'lara kadar büyük oraniara ula§madı. Hatta o tarihlerde İngiliz Adaları d1§ında tek büyük göç veren ulus, uzun zamandır oğullarını Doğu Avrupa ve Amerika'ya köylü yerle§meci olarak, kıtanın her yanına gezgin zanaatkar olarak ve dünyanın her yerine paralı asker olarak gönderen Almanya idi. Aslında 1848'den önce tutarlı biçimde örgütlenmi§ ve gerçek anlamda kitlelere dayanan tek bir batılı ulusal hareketten söz edebiliriz; ama o bile geleneğin en güçlü ta§ıyıcısı olan Kilise ile özde§le§menin muazzam avantajından yararlanmı§tı. Bu hareket; köylü kitlelerin altın sesli demagog-avukatı, o zamana dek geri kalmış köylü kitleleri arasında siyasal bilincin uyandığını gösteren karizmatik halk önderlerinin ilki (1848'e kadar yeganesi) olan Daniel O'Connell (1785-1847) yönetimindeki İrlanda Fesih hareketi idi. 1848'den önceki simalar arasında onunla ancak, İngiltere'de Chartizmin sembolü olan bir ba§ka İrlandalı FeargJJs O'Connor (1794-1855) ile, belki (aslında 1840'larda bir gentı-y savunucusu olarak ünlenmi§, ama 1848 devriminden önce kitlelerin gözünde bir tür saygınlık kazanmı§; ileride milliyetçi tarihçiler tarafından bir aziz katı na yükseltilmesi yüzünden karİyerinin ilk dönemlerinin açıklıkla görülmesi zorlaşmı§ olan) belki bir Louis Kossuth (1802-1894) kar§ılaştırılabilir. Kitlelerin desteğini almı§ ve Katoliklerin Kurtulu§u (1829) için verilen ve başarılı olmu§ bir mücadelede ruhbanın (tam anlamıyla olmasa da) güvenini sağlamı§ O'Connell'ın Ka to lik Birliği, her şeyden önce Protestan ve İngiliz-İrlandalı olan gentı-ye hiçbir biçimde bağlı değildi. O bir köylü hareketiydi ve içinde, bu yoksul dü§müş adada varolduğu kadarıyla bir yerli İrlandalı alt"-Orta sınıfın ögelerini banndınyordu. Bu dehşet verici yüzyılın genelinde İrlanda'nın siyasal ya§amının ba§lıca harekete geçirici gücünü olu§ turan kitlesel bir köylü ayaklanmasının art arda gelen dalgala-
f 54 DEVRiM ÇAGI
n, 'Kurtarıcı'yı [O'Connell'ı] önderliğe ta§ıdı. Söz konusu hareket, İdan dar görü§lülüğün yıkılmasına yardımı olmu§ gizli terörist topluluklar halinde örgütlenmi§ti. Ancak O'Connell'ın amacı, devrim ya da ulusal bağımsızlık değil, İngiliz Whiglerle görü§erek, anla§arak ıhmlı bir orta sınıf İrlanda'sının özerkliğini sağlamaktı. Aslında bir milliyetçi, hele hele bir köylü devrimeisi hiç değildi; ılımlı bir orta sınıf özerklikyanlısıydı. Gerçekten de, sonralan İrlanda milliyetçileri tarafın dan pek de haksız olmayarak O'Connell' akar§ ı ileri sürülen ba§lıca ele§tiri (ki çok daha radikal Hint milliyetçilerinin, kendi ülkesinde buna benzer bir konumu olan Gandi'ye yönelttikleri ele§tiriye benzer biçimde) bütün İrlandayı İngilizlere kar§ı ayağa kaldırabilecekken buna yana§mamı§ olmasıydı. Fakat bu, O'Connell'ın ba§ında bulunduğu hareketin İrlanda ulusundan gerçek bir destek bulduğu gerçeğini deği§tirmedi. dalının ya§amındaki
II Ne var ki, modern burjuva dünyasının olu§turduğu ku§ağın dı§ında, zaman zaman ileride ortaya çıkacak ulusal hareketlerin ipuçlarını veren, (normal olarak farklı bir milletten çok, farklı bir din tarafından yönetilrnek olarak anla§ılan) yabancı egemenliğine kar§ı halk ayaklanması hareketleri de vardı. Türk İmparatorluğu'na kar§ı, Kafkasya'da Ruslara kar§ı ayaklanmalar, Hindistan'da topraklara el koyan İngiliz yanlısı ra calara kar§ ı mücadeleler bu türdendi. Klanlar halinde örgütlenmi§; kabile reisleri, haydutkahramanlar ve peygamberlerin esiniediği silahlı ve sava§çı köylülerin ve çobanların ya§adığı geri bölgelerde yabancı (daha doğrusu kafir) yöneticilere kaqı direni§, daha az Homerik [kahramancı] olan ülkelerdeki seçkinlere dayanan milliyetçi hareketlerden tamamen farklı olarak gerçek halk sava§ lan biçimini almı§Sa da, bunları çok fazla modern milliyetçilik örnekleri olarak görmek doğru olmaz. Ancak, gerçekte (feodal-askeri bir Hindu grup olan) Mahratların ve (askeri bir dinsel mezhep olan) Sihlerin, sırasıyla 1803-18 ve 1845-49 tarihlerinde İngilizlere kar§ı yürüttükleri direni§in, sonraki Hindistan milliyetçiliğiyle pek az ilgisi olduğu gibi, kendi milliyetçiliklerini de yaratmı§ değillerdi.* Yabani, kahramancı ve • Sih hareketi, bugüne kadar büyük oranda kendine özgü bir özellik göstermi§tir. Mahara§tra'daki savaşçı Hindu direni§ geleneği, bu bölgeyi Hint milliyetçiliğinin ilk merkezi haline getirmiş ve özellikle B. Ö. Tilak gibi ilk -ve oldukça gelenekçi- bazı önderler çıkarml§tır; ancak bu hareket en iyi halde bölgesel kalın!§ ve hareketin egemen eğiliminden uzak düşmü§tür. Malırarta milliyetçiliğine benzer bir §ey bugün de varlığını sürdürmektedir, fakat toplumsal temelini, Mahratta'daki i§Çi sınıfıyla ayrıcalıksız alt orta sınıfın, egemen Gujeratis'e kar§! ekonomik ve son zamanlara kadar da dilsel olarak yürüttüğü direni§ olu§turmaktadır.
MiLLiYETÇiLiK f 55
kan davası güden Kafkas kabileler, püriten bir İslam mezhebi olan Marudicilikte, istilacı Ruslara kar§ı geçici bir birlik bağı ve Şamil'de de (1797-1871) büyük bir önder buldular; fakat bugün ortada bir Kafkas ulusu değil, sadece küçük Sovyet cumhuriyetleri içinde ya§ayan küçük dağlıhalklar topluluğu vardır (Modern anlamda bir ulus olu§turan Gürcüler ve Ermeniler, Şamil hareketinde yer almamı§lardı). Arabistan'da Vaha- bilik ve bugün Libya adını almı§ olan yerde Sirrusilik gibi püriten dinsel mezheplerin silip süpürdüğü Bedeviler, yalın bir Allah inancı ve basit bir çoban ve akın cı ya§amı uğruna, vergilerin, pa§aların ve kentlerin bozucu etkisine kar§ ı sava§mı§lardı; ancak bugün Arap milliyetçiliği olarak bildiğimiz (ve yirminci yüzyılın ürünü olan) §ey, göçebe çadırlarında değil, kentlerde ortaya çıkmı§tır; Çok sayıda ozan ve kahraman (Karadağlı §air-sava§çı piskoposlarda olduğu gibi, bu ikisi ekseriyetle aynı anlama gelmekteydi), Arnavut Skanderberg gibi sözde-ulusal kahramanları ve Sırpların Kosova'da Türkler kar§ ısında uğradıkları yenilgi gibi trajedileri §erefle yadetseler de, Balkanlarda, özellikle güneydeki ve batıdaki nadiren boyun eğdirilebilmi§ dağlı halklar arasında Türk!ere kar§ ı giri§ilen ayaklanmaları modern milliyetçi terimlerle kolayca yorumlamak olanaksızdır. Zorunluluğun ve isteğin olduğu yerde, yerel idareye ya da zayıflamaha olan bir Türk İmparatorlu ğu'na kar§ı isyan etmekten daha doğal ne olabilir? Ne ki, bugün A§ağı Slavlar [Yugoslavlar] olarak bildiğimiz grupları, hatta Türk İmparatorlu ğu'nda ya§ayanlarını bile birle§tiren bağ, ortak bir ekonomik gerilikten ba§ka bir §ey değildi ve tam da Yugoslavya kavramı, özgürlük için sava§anlardan çok Avusturya-Macaristan'daki aydınların bir ürünüydü.* Hiçbir zaman boyunduruk altına girmemi§ olan Karadağlılar, Türklerle sava§· · tılar; ancak aynı §evkle kafir Ka to lik Arnavutlarla, tamamen Slav olmakla birlikte yine kafir Müslüman Bosnalılara kar§ı da sava§tılar. Bosnalılar, ormanlık Tuna ovasının ortodoks Sırplarıyla aynı, Arnavut sınır bölgesindeki 'eski ortodoks Sırplar'la olduğundan daha da büyük §evkle, aralarından birçoğunun aynı dini payla§tığı Türklere kar§ı sava§tılar. Ondokuzuncu yüzyılda Balkan halkları atasında ilk ba§kaldıranlar, bir domuz tüccarı ve §aki olan Kara George (1760-1817) yönetimindeki • Bugün Yugoslavya'daki rejim, Sırp ulusu olarak sınıflanagelen §eyi, çok daha gerçekçi alt-ulusal cumhuriyedere ve Sırbistan, Bosna,.Karadağ, Makedonya ve Kosova-Metohija gibi birimlere ayırml§tıı: Ondokuzuncu yüzyıl milliyetçiliğinin dilsel ölçütlerine göre bu birimlerin ve cumhuriyederin çoğu, Bulgadara daha yakın olan Makedonlarla Kosova'daki Arnavut azınlık dı§ında tek bir 'Sırp' halkının üyesidirler. Fakat gerçekte hiçbir zaman tek bir Sırp milliyetçiliği ortaya koymamı§lardır.
156 DEVRiM ÇAGl Sırplardı; fakat Kara George'un ayaklanmasının (1804-7) ilk evresi, Türklerin yönetimine kar§ı olmak gibi bir iddia bile ta§ımıyordu; tersine yerel yöneticilerin suistimallerine kaf§ı Sultandan yana bir tavır içindeydi. Balkanların batısındaki dağlı halkların ilk ayaklanmalannda, yerel Sırpların, Arnavutlann, Yunanlıların ve diğerlerinin, ondokuzuncu yüzyıl ba§larında, güçlü satrap, 'Janina Aslanı' Ali Pa§a'nın (1 74 1-1822) ilk kez Epir'de kurduğu türde ulusal-olmayan özerk bir prenslikle yetinmeyeceklerini gösteren hemen hiçbir belirti yoktu. Koyun çobanı kanda§ toplulukların ve haydut-kahramanların, herhangi bir gerçek hükümete kar§ı sürdürdükleri sava§ın, orta sınıf milliyetçiliğinin fikirleri ve Fransız Devrimi ile birle§tiği tek ve biricik örnek, Yunan bağımsızlık sava§ıydı (1821-30). O nedenle Yunanistan'ın, her yerdeki milliyerçilerin ve liberallerin miti ve esin kaynağı olması bo§ una değildi. Çünkü bir tek Yunanistan'da bütün bir halk, Avrupa solunun davasıyla akla uygun biçimde özde§le§tirilebilecek bir tarzda zorbaya kar§ ı ayaklanmı§tı; bunun kar§ılığında, Yunanistan'ın bağımsızlığını kazanmasında, orada ölen §air Byron'ın ba§ını çektiği Avrupa solunun desteğinin büyük katkısı oldu. Yunanlıların büyük bölümü, Balkan yarımadasının diğer unutulmu§ sava§çı-köylülerinden ve Hanlarından çok farklı değildi. Ancak bir bölümü, Türk İmparatorluğu'nun dört bir kö§esinde ve ötesinde kolaniler ve azınlık cemaatleri olarak yerle§ffii§ uluslararası bir tacir ve yönetici sınıf olu§turmaktaydı. Ayrıca çoğu Balkan halkının üyesi olduğu, ba§ında Konstantinopolis'in Yunanlı Patrik'inin bulunduğu bütün Ortodoks Kilisesi'nin dili Yunancaydı ve yüksek makamlannda Yunanlılar yer alıyordu. Vassal prensiere dönܧffiܧ Yunanlı kamu görevlileri, Tuna prensliklerini (bugünkü Romanya'yı) yönetmekteyciL Ulusal kökenieri ne olursa olsun Balkanların, Karadeniz'in ve Levant'ın bir anlamda bütün eğitimli ve tüccar sınıfları, tam da etkinliklerinin doğasında öÜirü Yunanla§mı§lardı. Onsekizinci yüzyılda bu Yunanla§ma, aynı zamanda büyük ölçüde Yunan diasporasının sahasını ve temas sahasını geni§leten belirgin bir ekonomik yayılmadan dolayı, öncekinden çok daha güçlüydü. Yeni ve marnur Karadeniz tahıl ticareti, Yunanla§mayı İtalyan, Fransız ve İngiliz i§ çevrelerine soktu ve Rusya ile bağlarını güçlendirdi; Balkan ticaretinin yayılması, Yunan ya da Yunanla§mı§ tüccarları, Orta Avrupa'ya ta§ıdı. İlk Yunanca gazeteler, Viyana'da yayımlandı (1 784-1812). Ayrıca dönem dönem ya§a· nan göçler ve köylü asilerin yeniden iskanı, sürgündeki toplulukların daha da güçlenmesine neden olmaktaydı. Fransız Devrimi'ne ait fikirler -liberalizm, milliyetçilik ve masonik gizli cemiyetler biçimindeki siyasal
MiLLiYETÇilİK
157
örgütlenme yöntemleri- bu kozmopolitan diasporada kök saldı. İlk karanlık ve olasılıkla pan-Balkancı devrimci hareketin önderi Rhigas (1 76098), Fransızca konu§urdu ve Marseillaise'i Helenik ko§ullara uydl1rmu§tu. 1821 ayaklanmasını ba§lıca sorumlusu, gizli vatanperver cemiyet Philike Hetairfa, 1814'te Rusya'nm yeni büyük tahıl limanı Odessa'da kurulmu§tu .. Onların milliyetçiliği, seçkinlerin olu§turduğu gruplara dayanan Batılı milliyetçi hareketlerle belli ölçülerde benzerlik ta§ımaktaydı. Tuna prensliklerinde, yerel Yunanlı kodamanların önderliğinde Yunanistan'ın bağım sızlığı için ayaklanma çıkarma projesini bundan ba§ka hiçbir §ey açıklaya maz; çünkü bu sefaler içindeki serfler-ülkesinde Yunanlı denebilecek yegane insanlar, lordlar, piskoposlar, tüccarlar ve aydınlardı. Bu ayaklanmanın sefilce bir yenilgiye uğraması çok doğaldı (1821). Ancak talihe bakın ki Hetairfa, bölgelerindeki §akilerin dinini benzer biçimde deği§tir meye çalı§ari Güney İtalyan Carbonarici beyzadelerden çok daha büyük ba§arıyla -hele hele 1818' den sonra- büyük Yunan dağlarındaki (özellikle Peloponisos'daki) yerel §aki-kahramanları, yasadl§ı ki§ileri ve klan §eflerini anar§inin içine çekmeye koyulmu§tU. Her ne kadar aralarından çoğu, Jakoben terminolojiye uygun manifestolar düzen 'katipler' olsalar dakitaptan öğrenmeye saygı ve ilgi d uyulması, eski Helenizmin ya§ayan bir kalıntısıydı-, modern milliyetçilik gibi bir §eyin bu 'klepht'lere * çok fazla §ey ifade ettiği ku§kuludur. Etse etse yarımadanın §U kadim ethosuna göre etmi§tir: Erkeğin bu dünyadaki rolü, kahraman olmaktır ve siyasal ideal tip, hükümete kar§ı koyan ve köylülerin yanlı§larını d üzeltmek için dağlara çıkan yasadı§ı ki§idir. Şaki ve sığır çobanı olan Kolokotrones gibi adamların ayaklanmasına Batılı tipte milliyetçiler önderlik ettiler ve salt yerel ölçekten çıkartarak onlara pan-Helenik bir nitelik kazandırdılar. Kar§ılığında da bu adamlardan e§siz ve saygı telkin eden bir §ey, silahlı bir halkın kitlesel ayaklanmasım aldılar. Yeni Yunan milliyetçiliği, bağımsızlığın kazanılması için yeterli oldu; fakat Yunan örneğinde orta sınıfın önderliği, 'klephtik' örgütsüzlük ve büyük devletlerin müdahalesi; bütün bunlar, ileride Latin Amerika gibi yerlerde çok tanıdık hale gelecek olan Batılı liberal idealin küçük karikatürlerinden birini ortaya çıkardı. Aynı zamanda da Helenizmi darla§tınp Yunanistan [Hellas] ile sınırlandırmak, dolayısıyla diğer Balkan halklarında gizli milliyetçiliklerin olu§masına ya da §iddetlenmesine yol açmak gibi paradoksal bir sonuç da yarattı; Yunan olmanın, okuryazar Ortodoks Balkan ıristiyanları için mesleki bir gereklilik olmanın ötesinde bir an• Klepth: Yunanistan'ın bağımsızlık sava§ında vatansever bir §aki olarak olarak ünlenmi§ Yunanlı ya da Arnavut haydut, gerilla -çn.
J 58 DEVRiM ÇAGI lamı yokken, Yunanla§ma ilerleme göstermi§ti. Oysa Yunanistan'a siyasal destek vermek anlamına gelir gelmez, Balkanların asimile olmu§ okuryazar sınıfları arasında bile geriledi. Bu anlamda Yunanistan'ın bağım sızlığı, öteki Balkan milliyetçiliklerinin evriminde ilk temel ko§ul oldu. Avrupa'nın dı§ında milliyetçilikten söz etmek zordur. Yıkılan İspanyol ve Portekiz imparatorluklarının yerini alan (örneğin Brezilya, 1816'da bağımsız bir monar§i oldu ve 1889'a kadar öyle kaldı) ve sınırları, §U ya da bu yerel ayaklanmaya destek veren asilzadelerin malikanelerinin dağılı mını yansıtmaktan ba§kaca bir anlamı olmayan çok sayıdaki Latin Amerika cumhuriyeti, yerle§ik siyasal çıkarlar ve bölgesel emeller gütmeye ba§ladılar. Venezüelalı Simon Bolivar'ın (1 783-1830) ve Arjantinli San . Martin'in (1 778-1850) özgün pan-Amerikan ideali, tıpkı islama kar§ı Ortodoks birliğinin varisi olm u§ (hatta bugün de öyle olan) pan-:-Balkancılık gibi, ispanyolca konu§an bütün yerlerde güçlü bir devrimci akım olarak varlığını sürdürmܧSe de, gerçekle§tirilmesi olanaksız bir idealdL Bu kıtanın muazzam büyüklüğü ve çe§itliliği, (Orta Amerika'nın merkez üssü) Meksika'da, Venezüela'da ve Buenos Aires'de birbirinde bağımsız ayaklanma odaklarının varlığı ve İspanyol sömürgeciliğinin merkezinin (onsuz özgürlüğüne kavu§ffiU§) Peru'da bulunmasının yarattığı özel sorun, otomatikman bir bölünmü§lük yaratıyordu. Fakat Latin Amerika devrimleri, Katalik yoksul beyaz nüfusun edilgen kaldığı, Yerlilerinse kayıtsız baktığı ya da hasmane bir tutum takındığı, asilzadelerin, askerlerin ve gallicized evaluis'un olu§turduğu küçük grupların i§iydi. Bağımsızlık, sadece Meksika' da, köylü halkın, yani Guadalupe Meryemi'nin bayrağı altmda yürüyen bir Yerli hareketinin inisiyatifiyle kazanıldı ve bu yüzden deMeksika, o tarihten sonra Latin Amerika kıtasının geri kalanından farklı ve siyasal bakımdan daha geli§rni§ bir yol izledi. Ne var ki, siyasal bakımdan tayin edici konumda bulunan Latin Amerikalıların olu§turduğu katman arasında bile, ele aldığımız dönemde embriyon halinde bir Kolombiyalı, Venezüelalı, Ekvatorlu 'ulusal bilinç'ten söz etmek tarihi bir hata olur. Doğu Avrupa'nın çe§itli ülkelerindeyse ön-milliyetçilik gibi bir §ey söz konusu olmakla birlikte, bu, paradoksal olarak ulusal bir ayaklanmadan çok muhafazakar bir yön aldı. Slavlar, Rusya ve yabanıl kalın!.§ birkaç Balkan kalesi dı§ında her yerde baskı altındaydılar; fakat kar§ı· larındaki zorbalar, daha önce değindiğimiz gibi, mutlak manarklar değil, Alman ya da Macar lordlarıyla kentli sömürücülerdi. Bunların milliyetçiliğinde Slav ulusal varlığına yer yoktu; hatta (Güneybatı Almanya'daki) Badenli demokrat ve cumhuriyetçilerin ortaya attıkları Alman Birle§ik Devletleri gibi son derece radikal bir programda bile, ba§kenti İtalya'da
MiLLiYETÇiLiK 159
Trieste'de bulunan bir İlirya (yani Hırvat ve Sloven) cumhuriyeti, ba§kenti Olomouc'da olacak bir Moravya cumhuriyeti ve Prag tarafından yönetilecek bir Bohemya cumhuriyetinin yer alması dü§ünülmü§tü. 10 Dolayısıyla Slav milliyetçileri, bütün umutlarını Avusturya ve Rusya impararorluklarına bağladılar. Slav dayanı§masının çe§itli yorumlannda Rusya'ya bir yönelim gözlenmekteydi ve 1846'daki ayaklanmaların ba§arısızlıkla sona ermelerinin ardından görüldüğü gibi, özellikle yenilgi ve çaresizlik zamanlarında Slav isyancılar arasında -Rus kar§ıtı Polonyalılar arasında bile- bir çekiciliği vardı. Hırvatistan'daki 'İliryacılık' ile ılımlı bir Çek milliyetçiliği, Avusturya yanlısı bir eğilim içindeydi ve her ikisi de, önde gelen bakanlarından ikisi -Kolowrat ile polis sisteminin ba§ında bulunan Sedlnitzky- Çek olan Habsburg yöneticilerinden bilinçli bir destek gördüler. Hırvatistan'ın kültürel emelleri 1830'larda korundu; 1840'a gelindiğinde, Kolowrat, 1848 devriminde son derece yararlı olduğu görülecek olan, bir Hırvat askeri bamnın Hırvatistan'a §ef olarak atanması ve yaygaracı Macarları dengelemek üzere kendisine Macaristan ile olan askeri sınırı denetleme yetkisi verilmesi önerisinde bul und u. 1 1 Böylelikle 1848 'de devrimci olmak, :(iilen Slav milli emellerine kar§ı çıkınakla özde§ hale geldi; ve 'ilerici' ve 'gerici' uluslar arasındaki örtük çatı§manın, 1848 devrimlerinin yazgısal ba§arısızlığında büyük payı oldu. Bunun için gerekli toplumsal ko§ullar varolmadığından, ba§ka yerlerde milliyetçilik gibi bir §eye rastlamak olanaksızdır. Bir farkla ki, ileride milliyetçiliği yaratacak güçler, bu evrede, batılı fatihlere ve sömürücülere kar§ı en güçlü direni§i yaratan gelenek, din ve kitlesel yoksulluğun olu§turduğu ittifaka kaf§ı çıkan güçlerdi. Asya ülkelerinde serpilip geli§en yerel bir burjuvazinin unsurlarının, §ubeleri, aracıları ve bağlıları olduklan yabancı sömürücülerin §emsiyesi altında yaptıkları buydu: Bombay'ın Parsi topluluğu buna bir örnektir. Eğitimli ve 'aydınlanmı§' Asyalılar, (Türkiye'deki Yunan diasporasından farksız bir durumla) bir komprador ya da yabancı bir yöneticinin ya da §irketin alt kademeden resmi görevlileri olmasalar bile, ilk siyasal görevleri Batılıla§ınaktı; yani Fransız Devrimi'nin fikirlerini ve bilimsel ve teknik modernle§meyi, geleneksel yöneticilerin ve geleneksel yönetilenlerin birlikte olu§turduğu direni§e rağmen, halkın arasına sakınaktı (Bu da, Güney İtalya'nın soylu-Jakobenlerinin durumundan farklı değildi). Dolayısıyla halkıyla bağ, çifte biçimde koparılmı§tı. Milliyetçi söylence, kısmen ilk yerli orta sınıflada sömürgecilik arasında varolan bağlantlyı örtbas ederek, kısmen de daha önceki yabancı kar§ıtı direni§e daha sonraki bir milliyetçi hareketin rengini vererek, çoğu zaman bu kopu§U gizlemi§tir. Fakat yirminci yüzyıla kadar Asya' da, İslam
160 DEVRiM ÇAGI
ülkelerinde, hatta dahası Afrika'da evolues ve milliyetçilik arasında bir birliktelik ve bağ kurulamayacaktı. Şu halde Doğu'daki milliyetçilik, nihai olarak Batı etkisinin ve Batı istilasının bir ürünüydü. Bu bağlantı kendini belki de en açık olarak, sömürge ülkelerde görülecek modem anlamda ilk milliyetçiliğin* temellerinin atıldığı (tümüyle bir doğu ülkesi olan) Mısır'da göstermektedir. Napoleon'un Mısır'ı fethiyle, Batılı fikirler, yöntemler ve teknikler ülkeye girdi ve çok geçmeden değerli ve tutkulu bir asker olan Mehmet Ali • Pa§a tarafınd~n kabul edildi. Fransızların çekilmesinin ardından ortaya çıkan karl§ıklık döneminde ve Fransa'nın da desteğiyle iktidarı ele geçiren ve Türkiye'den fiilen bağımsızla§an Mehmet Ali, yabancıların (özellikle de Fransa' nın) teknik yardımlanyla etkili ve Batılıla§tırmacı bir despotizmi yerle§tirmeye ba§ladı. 1820'lerde ve 30'larda Avrupa'nın sol aydınları, bu aydınlanmı§ manarkı selamladılar ve kendi ülkelerinde reaksiyonun §evklerini kırdığı bir sırada hizmetlerini bu pa§anın emrine verdiler. Sosyalizmi savunmakla yatırımcı bankerierin ve mühendislerin sağladığı endüstriyel geli§meyi savunmak arasında gidip gelen olağandı§ı Saint_:_Simoncular mezhebi de, hizmetlerini Pa§a'nın emrine sunarak onun ekonomik geli§me programını hazırladılar (Onlar için s. 241 'e bakın). Böylelikle Saint-Simoncular (Saint-Simoncu Lesseps tarafından in§a edilen) S üvey§ Kanalı'nın temelini ve Mısırlı yöneticilerin, Avrupalı bir dizi dolandı ncıdan sağlanan muazzam borçlara ölümcül bağımlılıklarının temellrini attılar; bu bağımlılık, Mısır 'ı emperyalist rekabetin ve ilerideki antiemperyalist ayaklanmaların merkezine çekecekti. Fakat Mehmet Ali; diğer doğulu despatlardan daha fazla milliyetçi değildi. Sonraki milliyetçiliğin temellerini onun ya da halkıinn özlemleri değil, Mehmet Ali'nin batılıla§ma hareketi attı. Eğer Mısır İslam dünyasındaki ilk, Fas ise son milliyetçi hareketi ortaya koymU§Sa, bunun nedeni, (son derece anla§ılır jeo-politik nedenlerle) Mehmet Ali'nin Batılıla§manın ana yolları üzerinde yer alıyor olması ve Müslüman uzak batının kendine yeterli ve içe kapanml§ Şerif yan İmparatorluğu'nun [Fas] böyle olmaması ve olmak için de çaba sarfetmemesinden ileri gelmi§tir. Modem dünyanın diğer pek çok özelliği gibi, milliyetçilik de çifte devrimin çocuğudur.
• İrlanda dı§ında.
II
Sonuçlar
8 Toprak
Ben sizin efendinizim, benim efendim de Çarclır. Çarın bana emir vermeye hakkı vardır. Benim bu emirlere itaat etmem gerekir, ama Çar size emir veremez. Benim evimde Çar benim. Ben sizin yeryüzündeki tanrınızım ve Cennette Tanrının huzurunda sizden ben sorumluyum ... Bir atı önce demir kaşağıyla tırnar etmek gerekir, ancak ondan sonra tüylerini yumuşak fırçayla tarayabilirsiniz. Sizleri biraz serıçe tımariamam gerekiyor, ama yumuşak fırçayla tarayıp ıaramayacağımı Tanrı bilir. Tanrı havayı yıldırımlaı; şimşekler/e temizler; ben de köyümü, gerekli gördüğümde yıldırım ve ateşle temizleyeceğim. Bir Rus toprak sahibinin serilerine yaptığı konu§madan. ı
Bir iki ineği, bir domuzu ve birkaç kazı olan bir köylü, kendi gözünde toplumun aynı mertebesindeki kardeşlerinden daha yukardadır ... Hayvanlarının ardından aylak aylak yürürken miskinleşir ... Günlük çalı§malar bıktımıaya başlar; düşkürılük tiksinmeyi artını: Nilıayetinde yarı besili bir buzağının ya da damuzun satılması, bu tembellik düşkünlüğünü besieyecek yeni olanaklar yaratıı: Bunu çoğunlukla ineğın satılması izler ve içinde, eskiden geçimini sağladığı günlük ve düzenli çalışma biçimine yeniden başlama isteği duymayan düş kırikhğına uğramış biçare köylü ... adsız ve sansız olarak yoksullara yardım fonundan yardım almaya başlar. Tarım Bakanlığının
1798 tarihli Somerset Ara§tırması 2
I Toprakta olanlar, 1789-1848 arasında pek çok insanın ya§am ve ölüm çizgisini belirledi. Bunun sonucu olarak, çifte devrimin toprak mülkiyeti, toprak kirası ve tarım üzerindeki etkisi, ele aldığımız dönemin en yıkıcı görüngüsünü olu§turmaktaydı. Çünkü, ilk iktisat okulu olan Fizyokratların zenginliğin yegane kaynağı olarak gördükleri ve herkesin, topraktaki devrimci dönܧÜmün, bütün hızlı ekonomik geli§melerin değilse bile burjuva toplumunun zorunlu bir önko§ulu ve sonucu olduğuna inandığı toprağı, ne siyasal ne de ekonomik devrim göz ardı edebilirdi. Dünyanın geleneksel tarım sistemlerinin ve kırsal toplumsal ili§klerin büyük donmu§ buzul tabakası, ekonomik büyümenin verimli toprağını örtmekteydi. Kar pe§inde ko§an özel giri§im güçlerinin toprağı sürebilmesi için bu buz tabakasının her ne pahasına olursa olsun eritilmesi gerekiyordu. Bu da üç tür deği§iklik yapılması demekti. Birincisi; toprak, mülk sahiplerinin elinde, onlar tarafından serbestçe alınıp satılabilecek ticari bir mal haline gelmeliydi. İkincisi; pazar için üretken kaynaklar bulmak isteyen insanların olu§turduğu bir sınıfın mülkiyetine geçirilmesi ve akıllıca, yani aydın-
f 64 DEVRiM ÇAGI
lanmı§ öz-çıkar ve kar tarafından idare edilmesi gerekiyordu. Üçüncüsü; büyük kır nüfusunun, ekonominin büyümekte olan tarım dı§ı sektörü için bir biçimde, en azından kısmen özgürce hareket edebilen ücretli i§çilere dönü§türülmesi zorunluydu. Daha dikkatli ya da radikal diyebileceğimiz iktisatçılar da (ula§ılması olanaksız değilse bile çok güç) bir dördüncü deği§iklik daha olduğunun farkındaydılar. Güçlük, 'doğal tekel' durumundaki toprağın, bütün üretim unsurlarının tamamen hareketli olmasını varsayan bir ekonomiye tam olarak uymamasından ileri gelmekteydi. Toprağın büyüklüğü sınırlı olduğundan ve verimlilik ile ula§ılabilirlik bakı mından çe§itli bölümleri arasında fark bulunduğundan, daha verimli topraklan olanların kaçınılmaz olarak bir üstünlükleri vardı ve ba§kalarına rant yükleyebiliyorlardı. Bu yükün kaldırılması ya da -ömeğirı uygun bir vergilendirme, toprak mülkiyetirıin yoğunla§masına kar§ı çıkartılan yasalar, hatta millile§tirme yoluyla- hafifletilmesi, özellikle endüstrile§mi§ İngil tere'de ciddi tartl§malara konu oldu. (Aynı zamanda bu tür tartl§malar, millile§tirilmesi, özel bir giri§im ekonomisiyle bu nedenle asla uyu§maz olarak görülmemi§ -ve yaygın biçimde uygulanml§- demiryolları gibi diğer 'doğal tekelleri' de etkiledi*). Ancak bunlar burjuva toplumunda toprağa ili§ kin sorunlardı. Öncelikli görev, burjuva toplumunun yerle§tirilmesiydi. Böyle bir görevin önünde (kapitalizm öncesi toprak lordlarıyla geleneksel köylülük gibi) iki büyük engel durmaktaydı ve bunların kaldırıl ması, birlikte yürütülecek siyasal ve ekonomik bir eylemi gerektiriyordu. Öte taraftan bu görevi çe§ idi biçimlerde yerine getirmek de mümkündü. Bu biçimlerin en radikali, İngiliz ve Amerikan olanıydı; çünkü her ikisi de köylülüğü ortadan kaldırmı§; birirıde ise toprak lordlan zaten hiç ortaya çıkmamı§tı. Klasik İngiliz çözümü, -1851 rakamlarını alırsak- yakla§ık dört bin mülk sahibinin, bir milyon iki yüz elli bin rençber ve ücretli tarım i§çisi çalı§tıran çeyrek milyon çiftçi tarafından ekilen toprakların (çiftlikler 50 ile 500 dönem arasındaydı) yedide dördüne 3 sahip olduğu bir ülke yarattı. Yer yer küçük mülk sahipleri varlıklarını sürdürmekle birlikte, İskoçya'nın yüksek bölgeleriyle Galler'irı bazı yerleri dı§ında, kıta daki anlamında bir İngiliz köylüsünden söz etmek bilgiçlik olacaktır. Klasik Amerikan çözümüyse, kiralık emek gücü darlığını yoğun bir makinele§meyle gideren, ticari üretim yapan ve çiftliğinden ayrılınayan bir çiftçi yapısı meydana getirdi. Obed Hussey'in (1833) ve Cyrus McCormick'in (1834) biçerdöverleri, toprakları i§gal ederek ya da sonralan devletten sembolik fiyatlarla satın alarak Amerikan ya§am tarzını New England eyaletlerinden batıya doğru yayan toprak spekülasyoncusu giri§iıncilerle • İngiltere'de bile 1840'larda ciddi bir biçimde önerilınişti.
TOPRAK
165
ticari kafalı çiftçiler için biçilmi§ kaftandı. Klasik Prusya çözümüyse, toplumsal bakımdan en az devrimci olanıydı. Feodal toprak lordlannın kendilerini kapitalist çiftçilere, serfleri ise ücretli tarım i§çilerine dönü§türmelerinden ibaretti. Junkerler, köle emeği kullanarak ihracat amacıyla uzun zamandır ektikleri kıraç mülklerinin denetimini elden bırakmadılar; fakat bunları artık serilikten -ve topraktan- 'kurtulmu§' köylüler i§lemekteydi. Yüzyılın ilerleyen dönemlerinde yakla§ık 2000 malikanenin toprağın yüzde 6l'ini kapladığı, yakla§ık 60.000 orta ve küçük mülk sahibinin bulunduğu, nüfusun geri kalanının topraksız olduğu Pomeranya örneği, ku§kusuz a§ırı bir örnektir4 ; fakat, 1849'da Prusya'da topraksız ya da esas olarak ücretle çall§an tarım i§çilerinin sayısının neredeyse iki milyon olduğu tahmin edilmekle birlikte, bir tarım ücretlileri sınıfinın, Krüniz'in ı 773 tarihli Encyclopaedia of Domestic and Agricultural Economy'sindeki 'i§çi' maddesinde bile adı anılmayacak kadar önemsiz olduğu da bir gerçektir. 5 Kapitalist anlamda tarım sorununa diğer tek sistemli çözümü, aynı zamanda büyük bir pazar için üretim yapan bir küçük ve orta çiftçiler kesimi de yaratmı§ olan Danimarka getirdi. Ne var ki bu çözüm, esas olarak ı 780'lerin aydınl;::ınml§ despotizm döneminin reformlanndan kaynaklanml§tı; o nedenle bu cildin biraz kapsamı dl§ında kalmaktadır. Kuzey Amerika çözümü, neredeyse sınırsız ölçekte bo§ toprağın varlığı ve feodal ili§kilerin ya da geleneksel köylü kolektivizminin kalıntılarının bulunmaması gibi benzersiz bir gerçeğe dayanmaktaydı. Safbireyci çiftçiliğin yayılmasının önündeki tek engel, avianma alanlarında çok sık rastlanıldığı gibi -normalde İngiliz, Fransız ve Amerikan hükümetlerince garanti altına alınml§ olan- toprakları ortakla§a kullanan Kızılderili kabilelerinin olu§turduğu zayıf bir engeldi. Alınır satılır durumdaki bireysel mülkiyeri · yalnızca ussal değil, doğal bir düzenleme olarak gören bir toplum anlaYl§ıyla öyle görmeyen toplum anlaYl§ı arasındaki bütüncül çatı§ma, belki de en açık kanıtını Yankederle Yerliler arasındaki zıtla§mada bulmaktadır. Yerlileri uygarlığın nimetlerini öğrenmekten alıkoyan nedenler arasında "en zararlı ve ölümcül olanı" diyordu Yerli ݧleri Komiseri6 , "yerlilerin ülkenin büyük bir kısmının ortak sahibi olmalan ve kendilerine büyük miktarlarda ödenek ayrılmasıydı; bunlardan biri., dilediğince göçebelik ve serserilik etmeleri için onlara geni§ bir saha sunuyor ve mülkiyet ile bireyliğin bilgisini edinmelerini ve yerle§menin üstünlüklerinden yararlanmalarını önlüyor; diğeri, tembelliklerini, tutumsuzluklarını besliyor ve bozulmu§ zevkleriyle i§ tahlarını tatmin etmenin araçlarını sunuyordu." O nedenle hile, dolan, hırsızlık ve ba§ka uygun baskı biçimleri kullanarak Yerlilerin topraklanndan edilmeleri, karlı olduğu kadar ahlaki bir eylerndi de.
166
DEVRİM ÇAGI
Toprak üzerinde burjuva-bireyci ussalcılığı bir türlü anlayamadıklan gibi, anlamak da istemeyen tek halk göçebe ve ilkel yerliler değildi. Gerçekten de, köylüler arasında aydınlanmı§, edinirnci ve 'güçlü, sağlam' azınlıklar istisna, en büyük feodal soyludan en yoksul çobana kadar kırsal nüfusun büyük kısmı, toprakta özel mülkiyete kar§ı aynı tiksinmeyi duyuyorlardı. Ussal azınlığın ussal çoğunluk haline gelebileceği ko§ulları ancak, gerek lordlara gerekse geleneksel köylülere kar§ ı yöneltilmi§ siyasal-yasal bir devrim yaratabilirdi. Ele aldığımız dönemde Batı Avrupa'nın ve sömürgelerinin çoğunda tarımsal ili§kilerin tarihi, tam sonuçlan yüzyılın ikinci yansına kadar hissedilmeyecek olsa da, bu devrimin tarihidir. Gördüğümüz gibi, bu devrimin ilk hedefi, toprağı bir ticari mal haline getirmekti. Soyluların malikanelerinin temelini olu§ turan, toprağın satıl masım ya da elden çıkartılmasını önleyen yasaklar kaldırılmalı, dolayısıyla toprak sahibi, toprağı ekonomik bakımdan daha ehil alıcıların eline geçmesine olanak verecek biçimde ekonomik ehliyetsizlikleri yüzünden hayırlı bir iflas cezasına çarptırılmalıydı. Hepsinden öte Katalik ve Müslüman ülkelerde (Protestan olanlan bunu çoktan yapmı§tı) toprağın dini kurumlara ait büyük bölümü, ekonomik [dolayısıyla ussal] olmayan hurafeler alanından kurtarılmalı, pazara ve ussal sömürüye açılmalıydı. Onları, laikle§tirilmek ve sarılmak bekliyordu. Halkın ortak sahibi olduğu (dolayısıyla yeterince yararlamlamayan) muazzam topraklar; köy ve kasaba toprakları, ortak olarak kullamlan tarlalar, ortak adaklar, orman alanları vs., bireysel giri§imden uzak tutulmamalıydı. Onları da, parçalara ayrılmak ve 'çitlenmek' bekliyordu. Yeni alıcıların, giri§imci, güçlü ve ölçülü kimseler olacaklarına ku§ ku yoktu; böylelikle tarım devriminirı hedeflerinden ikincisi de gerçekle§tirilmi§ olacaktı. Fakat, ancak (saflarından üst sınıfıara yükselenler olduğuna ku§ku bulunmayan) köylülüğün kendisinin de kaynaklarım elden çıkarabilmek te özgür bir sınıfa dönü§mesi ko§uluyla bu amaca ula§ılabilirdi ve bu aynı zamanda otomatik olarak üçüncü hedefin, burjuvaziye dönü§ememi§ olanlardan meydana gelecek büyük bir 'özgür' emek gücünün yaratılma yönünde atılmı§ bir adımdı. O nedenle köylülerin, ekonomik olmayan bağlardan ve görevlerden (vilenajdan, serflikten, lorda yaptığı ödemelerden, angaryadan, kölelikten vs.) kurtulmaları son derece önemliydi. Bunun ek ve ya§amsal bir avantajı daha olacaktı. Daha fazla kazanma güdüsüne açık özgür ücretli emekçinin ya da özgür çiftçinin, ister serf, ister amele, isterse köle olsun daha verimli bir i§çi olacağı dü§ünülmekteydi. Sadece tek bir ko§ulun yerine getirilmesi gerekiyordu. Bütün insanlık tarihinin onları sıkı sıkıya bağladığı toprakta bugün ot gibi ya§ayan, fakat
TOPRAK
167
toprak daha üretken kullanılırsa salt fazla nüfustan ibaret kalacak olan çok fazla sayıda köylü', köklerinden kopartılmak ve salıverilmek zorundaydı. Ancak böylelikle bu insanlar, kaslanna giderek daha fazla gereksinme duyan kentlere ve fabrikalara göç edebilirlerdi. Ba§ka bir deyi§le köylüler, zincirleriyle birlikte topraklarını da yitirmek zorundaydıl.ar. Avrupa'nın büyük bölümünde bu, 'feodalizm' olarak bilinen geleneksel yasal ve siyasal düzenlernelerin olu§turduğu yapının, hala varlığını sürdürebildiği yerlerde, ortadan kaldırılması anlarnma gelmekteydi. ı 789-ı848 arasmda Ce belitank'tan Doğu Prusya'ya, Baltık'tan Sicilya'ya dek -çoğun lukla Fransız Devrimi'nin dolaylı dolaysız etkisiyle- gerçekle§tirildi. Orta Avrupa'da buna benzer geli§meler ancak ı848'de, Rusya ve Romanya'da ı860'larda ortaya çıktı. Avrupa dı§ında, ı862-88'e kadar köleliğiri sürdüğü Brezilya, Küba ve Güney ABD dı§ında, Amerika kıtasında da buna benzer geli§meler ya§andı. Doğrudan Avrupalı devletler tarafından idare edilen birkaç sömürgede, özellikle Cezayir'de ve Hindistan'ın bazı bölgelerinde benzer yasal devrimler devreye sokuldu. Türkiye'de ve kısa bir dönem için Mısir'da da durum buydu. 8 İngiltere ile, biJ anlamdaki bir feodalizme ya çoktandır son vermi§ ya da (köylülerin geleneksel olarak ortak sahip olduklan mülkler söz konusu olsa da) böyle bir yapıya hiçbir zaman tanık olmamı§ birkaç ülke dı§ ında, ~ bu devrimi gerçekle§tirmenin son derece benzer fiili yöntemleri vardı. İngiltere' de, büyük mülkleri kamula§tırmak yönünde yasalar çıkarmak, zorunlu olmadığı gibi siyasal bakımdan da uygulanabilir bir §ey değildi; çünkü büyük toprak sahipleri ya da onların çiftçileri zaten burjuva toplumuna uyum sağlamı§lardı. Kırda- ı 795 ile ı846 arasında- burjuva ili§kilerinin nihai zaferine kar§ı çok §iddetli bir direni§leri olm u§ tu. Ancak bu direni§, her §eyi silip süpüren salt bireyci kar ilkesine kar§ı pek açık olmayan gelenekçi bir protesto biçimini içeriyor olmasına kar§ın, büyük toprak sahipleriyle onların çiftçilerinin ho§nutsuzluklannm asıl nedeni çok daha basitti: Devrimci sava§ların ve N apoleon Sava§lan'nın yol açtığı yüksek fiyatlan ve yüksek kiraları, sava§ sonrası çöküntü döneminde de koruma arzusu. Onlarınki, feodal bir tepkiden çok, kırsal bir baskı grubunun tepkisiydi. O nedenle bıçak altına giden, köylülüğün kalıntıları, rençberlerle tarım emekçileri oldu. 1760'dan itibaren yakla§ık altı milyon dönüm ortak tarla ve toprağı ki§ilere dağıtan özel ve genel Çi tl erne Yasası • 1830 ba§larında istihdam edilebilir fazla yedek emek, kentlerde ve İngiltere'nin bölgelerinde toplam nüfusun altıda biri, Fransa ve Almanya'da yirmide biri, Avusturya ve İtalya'da yimıi be§te biri, İspanya'da otuzda biri ve Rusya'da yüzde biri olarak tahmin edilmekteydi. 7 endüstrile§lnݧ
168 DEVRiM ÇAGI
ile yakla§ık be§ bin 'çitlenmi§ arazi' özel mülke dönü§türüldü ve daha alt düzeydeki resmi düzenlemelerle de bu geli§me desteklendi. Kır yoksullan için ya§amı daha da katlanılmaz kılmak ve kentlere göç ederek kendilerine verilen her i§i yapmalarını sağlamak üzere 1834'te Yoksulluk Yasası hazır landı. Gerçekten de çok geçmeden göçler ba§ladı. 1840'larda çok sayıda ülke, mutlak nüfus kaybının e§iğine gelmi§ti ve 1850'den sonra topraktan kaçı§ genel bir görünüm halini aldı. Her ne kadar bundan esas yararlananlar toprak lordlan değil, kiracı köylüler ve açık tarla sisteminin kalduılmasının ardından arazilerini bireysel mülkler haline getirmeleri te§vik edilen toprak sahipleri olsa da, Danimarka'da feodalizme 1780'lerdeki reformlarla son verildi. (Bu, 1800'lere gelindiğinde büyük ölçüde tamamlanml§ olan' çitleme'ye benzer bir süreçti). Kiracı çiftçilerden çok küçük mülk sahipleri için ya§amı zorla§tıran Napoleon sonrası ekonomik çöküntü döneminde, 1816 ile yakla§ık 1830 arasında bu süreç yava§lamı§ olmakla birlikte, bir eğilim olarak malikaneler parçalandı ve eski kiracılanna satıldı. 1865'de Danimarka, esas olarak mülk sahibi bağımsız köylülerin ülkesiydi. İsveç'te de buna benzer, ama daha az zorlayıcı niteliğe sahip reformlar benzer sonuçlar yarattı; öyle ki ondokuzuncu yüzyılın ikinci yarısından itaberen toprağın geleneksel ortak kullanımı, §erit sistemi [s trip system], tamamen ortadan kalktı. Bu ülkenin eskiden feodal olan bölgeleri, özgür köylülüğün her zaman baskın olduğu (-1815'den sonra eskiden Danimarka'ya ait olan İsveç'in bir bölümünü olu§ turan- Norveç'te de özgür köylülük ezici çoğunluktaydı) ülkenin geri kalanına katıldı. Mülkleri sağlamla§tuma yönündeki eğilime kar§ı bazı bölgelerde büyük tarım i§letmelerini parçalama yönünde bir eğilim kendini hissettirmekteydi. Bu geli§melerin yarattığı net sonuç §U oldu: Tanmda verimlilik hızla arttı-Danimarka'da sığır sayısı, onsekizinci yüzyılın son çeyreğinde iki katına çıktı9-, fakat giderek daha çok sayıda kır yoksulu i§ bulamaz oldu. Ondokuzuncu yüzyılın ortasından sonra çektikleri sıkıntılar, orana vurolduğunda verimsiz çorak Norveç'ten, biraz daha az olmak üzere İsveç'ten, çok daha az olmak üzere de Danimarka'dan (çoğunlukla Amerika'nın ortabatısına doğru) bütün yüzyılın en kitlesel göç hareketine yol açtı.
II Gördüğümüz gibi, Fransa'da feodalizmin kaldırılması devrimin eseriydi. Köylü baskısı ve Jakobenlik, tarım reform unu, kapitalist geli§menirı savunucularının durmasını istedikleri noktanın da ötesine itti (Yukarıdaki
TOPRAK
169
59. ve 80-1. sayfalada kar§ıla§tırm). O nedenle bir bütün olarak Fransa, ne toprak lordlannın, ne tarım i§çilerinin ne de ticari amaçlı üretim yapan çiftçilerin ülkesi haline geldi. Fransa, topraklarını ellerinden almakla tehdit etmeyen sonraki bütün siyasal rejimierin ba§lıca payandası ola.cak her türden mülk sahibi köylülerin ülkesiydi büyük oranda. Toprak sahibi köylülerin sayısının yüzde elli oranmda artması -dört milyondan altı buçuk milyona çıkması-, eski ve akla uygun olmakla birlikte doğrula nabilir bir tahmin değildir. Kesin olarak bildiğimiz tek §ey, bu tür mülk sahiplerinin sayısının azalmadığı ve belli bölgelerde de diğer bölgelere nazaran artı§ gösterdiğidir; fakat ı 789 ile ı80ı arasmda yüzde kırklık bir artışın gözlendiği Moselle bölgesinin, sayının değişmeden kaldığı 10 N orman Eure bölgesinden daha tipik bir durum olu§turup olu§turmadığı, ayrıntılı ara§tırmalar yapılmasını gerektirmektedir. Bir bütün olarak alın dığında, topraktaki ko§ullar iyiydi. Hatta ı847--8'de ücretli toprak i§çilerinin bir bölümü dı§ında gerçek bir sıkıntıdan söz edilemezdi. 11 O nedenle köylerden kentlere akan fazla emek çok değildi; bu da Fransa'nın endüstriyel geli§mesini geciktiren etkenlerden biri oldu. Latin Avrupa'nın, Alçak Ülkeler' in, İsviçre'nin ve Batı Almanya'nın büyük bölümündeyse feodalizmin kaldırılması, "ondalıkların, feodalitenin ve senyörlük haklannın Fransa ulusu adına derhal kaldırıldığını ilan etmeye"12 kararlı Fransa'nın fetih ordulannın ya da Fransızlada i§ birliği yapan veya onlardan esinlenen yerli liberallerin eseriydi. ı 799'a gelindiğinde, hukuk devrimi, çoktandır ilerlemekte olan biı; evrimi sadece tamamlamak üzere olan Doğu Fransa'ya kom§U ülkelerle Kuzey ve Orta İtalya'yı fethetti. ı 798-9'un ölü doğan Napaliten devriminin ardından Bourbonlann geri dönmesi, Güney İtalya'da hukuk devrimini ı808'e kadar geciktirdi; bu adada feodalizm, ı8ı2 ile ı843 arasmda resmen kaldınlmı§ olmakla birlikte, hukuk devrimi İngiliz i§gali yüzünden Sicilya'ya bir türlü varamadı. İspanya'da, Fransa kar§ıtı liberal Cadizli Cortes, ı811'de feodalizmi, ı813'te de miras kalan mülkierin satı§ıyla ilgili yasakları kaldırdı; ama bekleneceği gibi uzun zamandır Fransa ile iç içe ya§amı§ olmanın derinden dönü§türdüğü bölgeler dı§ ında, eski rejimierin geri dönmesi bu ilkelerin pratik olarak uygulanmalarını geciktirdi. O nedenle Ren'in doğusundaki Kuzey Batı Almanya ve 'İlirya Eyaletleri' (İstriya, Dalmaçya, Ragusa, ileride Slovenya ve Hırvatistan'ın bir bölümü gibi) 1805 sonr~sma kadar Fransa'nın yönetimine ya da egemenliğine girmemi§ bölgelerde hukuk de.vfimi ba§latıldı, ama tamamlanmadan kaldı. Ne var ki, tarımsal ili§kilerde tam bir devrimi gerçekle§tirecek tek güç, Fransız DevrimideğildL Toprağın ussal biçimde kullanılması yön ün-
170 DEVRiM ÇAGI
deki yalın ekonomik sav, devrim öncesi dönemin aydınlanmı§ despatlarını derinden etkilemi§ ve son derece benzer yanıtların verilmesini sağlamı§tı. Habsburg İmparatorluğu'nda IL Joseph, 1780'lerde sertliği kaldırml§ ve kilise topraklarının çoğunu laikle§tirıni§ti. Benzer nedenlerle ve durmadan isyan etmelerinden dolayı Rus Livonia sertlerine, daha önce İsveç idaresindeyken sahip olduklan mülk sahibi köylü statüsü resmen yeniden tanındı. Ama bu geli§menin onlara biraz olsun yararı olmadı; zira güçlü toprak lordlannın açgözlülüğü, bu sertlikten kurtulu§U çok geçmeden köylüyü mülksüzle§tirmenin bir aracına dönü§türdü. Napoleon Sava§lan'ndan sonra köylülerin birkaç yasal koruyucusu da temize havale edildi ve 1819 ile 1850 arasındasoylularındemesneleri yüzde 60 ile 180 arasında büyürken, onlar topraklannın en az be§te birini yitirdiler. 13 Artık soyluların topraklarını, topraksız bir tarım i§çileri sınıfı ekip biçmekteydi. Bu üç etken -Fransız Devrimi'nin etkisi, kamu görevlilerinin ussal ekonomik savlan ve soyluların açgözlülüğü-, 1807-1816 arasında Prusya'da köylülerin kurtulu§unu tayin etti. Aralannda en belirleyici olanı Fransız Devrimi idi; çünkü Fransız ordulan Prusya'yı ezip geçtiler ve böylelikle modem, yani Fransa örneğine uygun yöntemleri benimsemeyen eski rejimierin acizliğini dramatik biçimde sergilemi§ oldular. Livonia'da olduğu gibi, sertlikten kurtul u§, köylülerin o zamana dek sahip oldukları ılımh yasal korumanın kalkmasını da birlikte getirdi. Zorunlu emeğin, feodal vergilerin kaldırılmasına ve yeni mülkiyet hakları elde edilmesine kar§ıhk, köylüler, ba§ka kayıplarının yanında, eski mülklerinin üçte birini ya da yansım veya bunun kar§ılığı olan parayı eski lordlarına vermekle yükümlüydüler. 1848'e gelindiğinde, bu uzun ve karma§ık hukuksal geçi§ süreci henüz tamamlanmı§'olmaktan çok uzaktı; fakat malikane sahipleri büyük ölçüde ve (yeni mülkiyet hakları sayesinde) daha az sayıda, rahatı yerinde köylü de bir ölçüde bu i§ ten kazançlı çıkarken, köylülüğün büyük kesiminin durumu belirgin biçimde kötüle§ti ve topraksız tarım i§çilerinin sayısı süratle arttı.* Kısa vadede -büyük tarımsal deği§iklik dönemlerinde çoğu zaman olduğu gibi- ciddi kayıplara kar§ın, ekonomik bakımdan uzun vadede 'Yerel endüstriyel geli§menin olmaması ve başlıca bir ya da iki ihracat ürününün (özellikle üretilmesi, büyük malikanelerin ve topraksız tarım işçisinin ortaya çıkışını kolaylaştırdı. Bu gelişme, söz konusu örgütlenıneye kendini kolaylıkla uydurmaktadır (Rusya'da o dönemde ticari amaçlı satılan tahılın yüzde deksanı malikanelerden, ancakyüzde onu köylü mülklerinden gelınekteydi). Öte yandan yerel endüstriyel gelişmenin, yakındaki kentlerde büyüyen ve çeşitlenen bir yiyecek pazarı yarattığı yerlerde, bundan köylüler ya da küçük çiftçiler büyük yarar sağladılar. Dolayısıyla Prusya'da köylülerin kurtu!uş'u serflerin mü!ksüzleştirilmesine yol açarken, Bohemya'da özgürleşme sayesinde ortaya çıkan köylü sınıfı, 1848'den sonra bağımsızlaştı. 14 tahılın)
TOPRAK
171
sonuç yararlı oldu. 1830-31'de Prusya, yüzyıl ba§ındaki sığır ve koyun sayısına ancak ula§abildi ve §imdi toprak lordları bu sayıda daha büyük, köylülerse daha küçük pay sahibiydiler. Öte yandan yüzyılın ilk yarısında ekilen toprak miktan yakla§ık üç kat, üretkenlikse kabaca yarısı oranında arttı} 5 Taqmsal nüfus fazlası da hızla büyümekteydi; ve kırdaki ko.§ullar son derece kötü olduğundan -1846-8 kıtlığı, belki de en kötü yüzünü, İrlanda ve Belçika'yı saymazsak, Almanya'da göstermi§ti- göç etmek için yeterince neden vardı. Gerçekten de, İrlanda Kıtlığı'ndan önce bütün halklar arasında en fazla göç verenler Almanlardı. Şu halde, gördüğümüz gibi burjuva toprak mülkiyeti sistemini sağlam la§tırmak için yasal adımların büyük bölümü 1789 ile 1812 arasında atıldı. Napoleon'un yenilgisinden sonra ya§anan toplumsal ve ekonomik tepkinin gücünden dolayı Fransa ile birkaç kom§U bölge dı§ında bu adımların sonuçlan çok daha yavaş hissedildi. Genelde liberalizmin kaydettiği her ilerleme, hukuk devrimlerinde kurarndan uygulamaya doğru bir adım atılmasını sağladı. Eski rejimierin yeniden kurulması, özellikle kilise topraklarının satı§ının ve laikle§menin en acilliberal talepler arasında bulunduğu Ka to lik ülkelerde hukuk devrimlerirıi geciktirdi. Örneğirı İspanya' da 1820'de liberal devrimin gerçekle§tirdiği geçici zafer, soylulara topraklarını özgürce sarabilme olanağı veren, 'zincirlerden kurtaran' (Desvinculacion) yeni bir hukuk getirmekteydi; 1823'te mutlakçılığın geri gelmesiyle bu hukuk yürürlükten kaldırıldı; 1836'da liberalizmin yeniden zafer kazanmasıyla birlikte bu hukuk yeniden gündeme getirildi ve böyle sürüp gitti. O nedenle ölçebildiğimiz kadarıyla, ele aldığımız dönemde el deği§tiren toprak miktarı, faal bir orta sınıf alıcının ve toprak spekülatörünün fırsat lan değerlendirmeye hazır olduğu bölgeler dı§ında fazla değildi: (Kuzey İtalya' da) Bologna ovasında soylulara ait topraklar, 1789'datoplam miktarın yüzde 78'inden 1804'te yüzde 66'sına, 1835'te de yüzde 5l'e dü§tü. 16 Öte yandan Sicilya'da bütün topraklann yüzde90'ı, çok ileriki bir tarihe kadar soyluların elinde kalmaya devam etti. 17 * Bu noktada bir istisna vardı: Kilise toprakları. Bu muazzam ve neredeyse kaçınılmaz olarak kötü kullanılan, viraneye dönmü§ malikanelerin -1 760'larda Napoli Krallığı'ndaki toprakların üçte ikisinin kiliseye ait olduğu ileri sürülmü§tür 19 - savunucusu çok azdı; çevresirlde pay kapmak için yığınla kurt dola§maktaydı. Hatta II. Joseph'in dü§mesinden sonra • 'Özü gereği İtalyan birliğine rehberlik eden ve bu yöndeki ilerlemeleri düzenleyen' bu güçlü tarını burjuvazisinin, tam da tarınısal yönelimi nedeniyle, İngiltere'nin İtalyan birliğine iyi niyetle bakmasını sağlayan, ama aynı zamanda da İtalya'nın endüstrileşmesini geri bıraktıran doktriner bir serbest ticarete doğru eğilim gösterdiğini düşünmek akla yatkındır. 18
172 DEVRiM ÇAGI
Ka tolik Avusturya'daki Katalik reaksiyon sırasında bile kimse laikle§tirilmi§ ve dağıtılmı§ manastır topraklannın iadesinden söz etmedi. Örneğin Romagna'da (İtalya) bir komünde kiliseye ait topraklar, 1783'te bölgenin yüzde 42.5'ini olu§tururken, bu rakam 1812'de yüzde 11.5'e dü§tü; ancak kilisenin elinden çıkan bu topraklar, yalnız (topraklarının oranı yüzde 24'den yüzde 47'ye çıkan) mülk sahibi burjuvalara değil, aynı zamanda (topraklarının oranı yüzde 34'ten yüzde 4l'e çıkan) soylularada geçti.2° Bunun sonucu olarak Ka to lik İspanya' da bile aralıklarla iktidar olan liberal yönetimlerin, özellikle kilise mülklerinin en yoğun olduğu ya da ekonomik geli§menin en ileri a§amada bulunduğu eyalerlerde kiliseye ait malikaneleriiı ·yarısından fazlasını satl§a çıkarmalarında (on be§ eyalette kiliseye ait bütün malikanelerin dörtte üçünden fazlası satılmı§tı) §a§ılacak bir yan yoktur. 21 Toprağın bu büyük ölçekte yeniden bölü§türülmesinin giri§imci ve ilerici bir toprak lordlan ya da çiftçiler sınıfı ortaya çıkarmamı§ olması, böyle bir §eyi kendinden emin bir tavırla bekleyen liberal iktisat kuramı açısından talihsizlik oldu. Ekonomik bakımdan azgeli§mi§ ve ırak bölgelerdeki orta sınıfbir toprak alıcısı-kentli bir avukat, tacir ya da spekülatörbile, o zamana dek yoksun bırakıldığı eski soylunun veya ruhhandan bir toprak lordunun yerini almak ve onların gücünü bu kez nakit paraya daha fazla, geleneğe ve göreneğe daha az itibar ederek kullanmak varken, neden yatırırnda bulunmak ve toprak mülkünü sağlam i§leyen bir kapitalist giri§ime dönü§tÜrmek gibi bir yükün altına girsindi ki? O yüzden Güney Avrupa'nın her yanında yeni ve daha sert bir 'baron' tipi eski ili§kileri peki§tirdi. Latifundia tarzı büyük topraklar ya kıta Avrupası Güney İtalyasında olduğu gibi küçüldüler ya Sicilya'daki gibi olduğu gibi kaldılar veya İspanya'da olduğu gibi daha da güçlendirildiler. Böylelikle bu tür rejimlerde hukuk devrimi eski feodaliteyi yenisiyle sağlamla§tırdı; küçük alıcılar, özellikle de köylüler, bu toprak satı§larından hiç yararlanamadılar. Ne var ki, Güney Avrupa'nın büyük bölümünde eski toplumsal yapı, kitlesel göçün bile olanaksız olduğunu dü§ündürecek kadar güçlüydü. İnsanlar, tıpkı ataları gibi bu topraklarda ya§ayıp gerektiğinde aç kaldılar. Örneğin, halkın göç amacıyla Güney İtalya' dan kitleler halinde çıkl§ı için daha yarım yüzyıl gerekiyordu. Fransa, Almanya'nın bir bölümü ya da İskandinavya'da olduğu gibi köylülerin gerçekten toprağa sahip olduklan ya da mülkiyetlerinin yasal olarak onaylandığı yerlerde bile, beklenildiği gibi, giri§imci küçük çiftçiler sınıfına otomatik olarak dönü§mediler. Bunun §öyle basit bir nedeni vardı: Köylüler toprağı istiyorlardı, ama bir burjuva tarım ekonomisini istedikleri söylenemezdi.
TOPRAK
173
III Eski geleneksel sistem, verimsiz ve baskıcı olmakla birlikte, aynı zamanda hatırı sayılır bir toplumsal kesinliğin ve sefil bir düzeyde de olsa belli bir ekonomik güvenliğiri varolduğu bir sistemdi; gelenek ve görenek tarafın dan kuts~mmı§ olduğunu ise anınaya bile gerek yok. Erkeğikırkında kadını o tuzunda ya§landıran ağır çall§ma ko§ulları, dönem dönem ya§anan kıtlık lar, hepsi Tanrının i§iydi; bunlar ancak, olağandı§ı zorluk ya da devrim zamanlarında insanların sorumlu tutulduğu i§ler haline gelirdi. Köylünün bakı§ açısından hukuk devrimi, bazı yasal haklar dı§ında hiçbir §ey getirmediği gibi çoğunu da alıp götürmܧtÜ. Örneğin Prusya'da sertlikten kurtulması, ona, zaten ekip biçmekte olduğu toprağın üçte ikisini ya da yarısını kazandırını§, kendisirii zorunlu çalı§madan ve diğer [feodal] yükümlülüklerden kurtarmı§tı; fakat resmi olarak da (kötü hasat ya da sığır vebası sırasında lordundan yardım isteme hakkı; lord un ormanından ucuz yakıt toplama ya da satın. alma hakkı; ev yapmak ya da onarmak söz konusu olduğunda lordundan yardım isteme hakkı; a§ırı yoksulluk durumunda vergilerin ödenmesiride lorddan yardım isteme hakkı; hayvanları lordun ormanında otlatma hakkı gibi) pek çok §eyi alıp götürmü§tü. Bu, yoksul köylülere oldukça acımasız bir deği§ toku§ gibi göründü. Kilise mülkleri pekala verimsiz olabilirdi, fakat bu gerçek köylüleriri i§irie gelmekteydi; çünkü adetleririi hak durumuna getiren bu zemindi. Ortak tarlaların, otlakların ve ormanların bölü§ülüp çitlenmesi, üzerinde hakkı olduğunu (ya da topluluğun bir parçası olarak hakkı olduğunu) dü§ündükleri kaynakların yoksul köylülerden, rençberlerden alıilması demekti. Serbest toprak pazarı, köylünün toprağını satmak zorunda kalması; giri§imci bir tarım sınıfının yaratılması, eski lordları yeririe ya da onların yanında kendileririi sömüren katı kalpli ve inatçı ki§ilerin ortaya çıkması anlamına gelmekteydi. Liberalizmiri toprağa girmesi, her zaman içinde ya§adıkları toplumsal yapıyı parçalayan ve zenginler dl§ında yerine bir §ey koymayan bir tür sessiz bombardıman gibiydi. Bu üryanlığa özgürlük deniyordu. Yoksul köylülerin ya da bütün bir kırsal nüfusun elinden geldiğince buna kar§ı, eski istikrarlı ve adil toplumun geleneksel ülküsü adına, yani kiliseyle me§rU kral adına direnmesinden daha doğal ne olabilirdi? Eğer Fransız köylü devrimini (hatta bu devrim bile 1789'da ne genel olarak kilise ne de monar§i kar§ıtıydı) çıkartırsak, ele aldığımız dönemde yabancı bir krala ya da kiliseye kar§ı yönelmemi§ neredeyse bütün önemli köylü hareketlerinin rahip ve yöneticiler adına yapıldığı görülmektedir. Güney İtalya köylüsü, 1799'da Fransızlara ve NapolitenJakobenlere kar§ı, Kutsal.
174 DEVRiM ÇAGI
İman ve Bourbonlar adına bir kaf§ıdevrim gerçekle§tirmek üzere kentli proletaryanın alt unsurlarıyla birle§ti. Yine bunlar, ileride İtalyan birliğine kar§ı olduğu gibi, Fransız i§galirıe de kar§ı çıkan Calabrialı ve Apulialı haydut-gerillaların §iarıydı. Rahipler ve haydut-kahramanlar, Napoleon'a kar§ı verdikleri gerilla sava§ında İspanyol köylülerinden yararlandılar. Kilise, kral ve ondokuzuncu yüzyıl ba§ları için bile son derece tuhafkaçan bir gelenekçilik, 1830'larda ve 40'larda İspanyolliberallerirıe kar§ı amansız sava§larında Bask kontluğunun, Navarre'nirı, Castile'in, Leon'un ve Aragon'un Prens Don Carlos yanlısı gerillalarına esin kaynağı oldu. 1810'da Guadalupe Meryem'i, Meksikalı köylülere önderlik etti. 1809'da Tyrol'de kilise ile imparator, meyhaneci Andreas Hofer'in önderliği altında Bavyeralılara ve Fransızlara kar§ı sava§tı. Ruslar, 1812-13'te Çar ve Kutsal Ortodoksluk için sava§tılar. Galiçya'daki Po lanyalı devrimciler, Ukraynalı köylüleri ayağa kaldırmanın tek yolunun Yunan-Ortodoks ya da Doğu Kilisesi rahiplerinden geçtiğini biliyorlardı; köylüler, imparatoru soylulara yeğlediğirıden ba§arılı olamadılar. Cumhuriyetçiliğirı ya da Bonapartçılığın, 1791 ile 1815 arasında köylülüğün önemli bır kısmını ele geçirdiği veKilisenirı gücünün pek çok bölgede daha Devrimden önce azalmaya yüz tuttuğu Fransa dı§ında, bugün solcu köylü ajitasyonu diyebileceğimiz olgu, kendirıi ancak birkaç bölge göstermi§ti ve bunlar, Papalık Romagnası ile Emilia'daki gibi, en açık biçimde Kilisenirıyabancı bir yönetici konumunda bulunduğu ve uzun zamandır halkı küstürdüğü yerlerdi. Hatta Fransa'da bile Bretanya ile Vandee, halkçı Bourbonculuğun kalesi olarak kaldılar. Avrupa köylülüğününJakobenlerle ya da liberaller, yani avukatlar, dükkan sahipleri, malikane yöneticileri, memurlar ve toprak lordlarıyla birlikte ayaklanmamaları, Fransız Devrimi'nin kendilerine toprak kazandırmadığı ve topraklarını yitirme korkusunun ya da kanaatkarlıklarının aynı oranda onları etkisiz kıldığı ülkelerde 1848 devrimlermin kaderini tayin etti. Elbette köylüler, hemen hiç tanımadıkları gerçek, mevcut kral için değil, duyduğunda astlarının ve lordlarının günahlarını cezasız koymayacak adil kral ülküsü uğruna ayaklandılar; oysa kilise söz konusu olduğunda, gerçek, mevcut kilise için ayaklanmı§lardı. Çünkü köyün papazı onlardan biriydi; azizler, kimsenin değil, yalnızca onların azizleriydi; hatta her yanı dökülen kilise malikaneleri bile, bazen doymak bilmez laiklerden daha katlanılabilir toprak lordları olabilmekteydi. Tyrol'de, Navarre'de ya da William Tell'in ilk İsviçresi'nin (kralsız) Katalik kantonlarında olduğu gibi, köylülüğün toprak sahibi ve özgür olduğu yerlerde gelenekçilik, saldırgan liberalizme kar§ı görece özgürlüğü savunmaktaydı. Durumun böyle olmadığı yerlerdeyse köylülük daha devrimciydi. İster rahipler ister
TOPRAK
175
kral ya da bir ba§kası tarafından yapılsın, yabancının ve burjuvanın fethine kar§ı her direni§ çağrısının, sadece kentlerdeki avukatların ve soyluların evlerinin soyulmasına değil, toprağı i§gal edip bölü§mek, toprak lordlarını öldürmek, kadınlara tecavüz etmek, hukuki belgeleri yakmak üzere azizierin bayrakları altında davullar -e§liğinde törensel bir yürüyü§e yol açması çok mümkündü. İsa ve kral, köylünün yoksul ve topraksız olmasını elbette istemezdi. Serfliğin varolduğu bölgelerde ve büyük malikanelerde ya da toprağın son derece az olduğu ve çok parçaya bölündüğü yerlerde köylü hareketlerini reaksiyonun güvenilmez müttefiki yapan şey, toplumsal devrimci huzursuzluğun bu sağlam temelidir. Biçimsel bakımdan lejitimist [Bourbon kar§ıtı] bir devrimcilikten biçimsel olarak solcu bir devrimciliğe dönüştürülmeleri için bütün gereken, kralla kilisenin yerel zenginlerin safına geçtiklerinin ve kendilerine benzeyen, aynı dili konuşan insanların devrimci hareketlerinin bilincine varmalarıydı. Garibaldi'nin halkçı radikalliği, belki de bu tür hareketlerin ilkiydi ve Napolili haydutlar bir yandan Kutsal Kilise ile Bourbonları selamlarken onu da övgüyle karşıla dılar. Marksizm ile Bakunincilik ileride daha da etkili olacaktı. Fakat köylü ayaklanmasının siyasal sağdan siyasal sola kaydınlması, 1848'den önce henüz yeni yeni ortaya çıkmaya ba§lamı§tı; çünkü sınırlı köylü isyankarlığını yaygın bir ayaklanmaya dönü§türecek olan burjuva ekonomisinin toprak üzerindeki kitlesel, yoğun etkisi kendini ancak yüzyılın ortalarından sonra, özellikle de 1880'lerin büyük tarım depresyonu sırasında ve sonrasında gerçekten duyurmaya ba§ladı.
IV Gördüğümüz gibi, Avrupa'nın büyük bölümünde hukuk devrimi dl§arıdan ve yukarıdan dayatılan bir §ey, uzun zamandır yumu§amış olan toprağın kaymasından çok, bir tür yapay yer sarsıntısı olarak geldi. Hatta bu durum, Afrika ve Asya'da olduğu gibi, hukuk devriminin burjuva ekonomisi tarafından fethedilen bütün bir burjuva olmayan ekonomiye dayatıldığı yerlerde çok daha açıktı. . Örneğin Cezayir'de fatih Fransa, mali olarak çeşitli vakıflar tarafından desteklenen sağlam temeller üzerine kurulmuş ve makul bir geli§me gösteren bir din okulları sisteminin varolduğu (Fransız köylü askerlerinin, fethettikleri halk kadar okuryazar olm~dıklan söylenir22) ortaçağ toplumu özelliği gösteren bir yere ayak bastı. • Batıl inanç yuvası olarak görülen bu ' Bu topraklar, onaçağcıl Hıristiyan ülkelerde verilen topraklara kar§ılık gelmektedir.
hayır amaçlı
ya da ritüel olarak kiliseye
176 DEVRiM ÇAGI
okullar kapatıldı; dini vakıflara ait toprakların, ne onların amaçlarını ne de yasal olarak devredilemez niteliklerini anlamı§ Avrupalılar tarafın dan satın alınmaları sağlandı. Genellikle güçlü dinsel karde§lik topluluklarının [tarikatların] üyeleri olan okul yöneticileri, fethedilmemi§ topraklara göçerek Abdülkadir'in bayrağı altında isyan kuvvetlerine katıldılar. Gerçi tam etkisini çok daha ileride duyuracak olmasına kar§ın, toprağı alınıp satılabilir bir özel mülk durumuna getirmek üzere sistemli bir faali. yet ba§ladı. Kabilya gibi bir bölgede, toprağın, incir ağaçlarına dek bireylerin mülkiyetinde bulunan ufacık arazi parçalarının yarattığı bir anar§iye sürüklenmesini önleyen özel ve kolektif hak ve yükümlülüklerden meydana gelen karma§ık ağı, Avrupalı bir liberal nasıl anlayabilirdi? Cezayir, 1848'de ancak fethedilebilmi§ti. O dönemde Hindistan'ın önemli bir bölümü, bir ku§aktan fazla bir zamandır doğrudan İngiltere'nin idaresinde bulunuyordu. Avrupalı yerle§mecilerden kimse Hindistan'ı ele geçirmek istemediğirıden, kabaca mülksüzle§tirme gibi bir sorun ortaya çıkmadı. Liberalizmin Hindistan'ın tarım ya§amı üzerindeki etkisi, öncelikle İngiliz yöneticilerin uygun ve etkili bir toprak vergilendirme yöntemi arayı§larının sonucuydu. Açgözlülükleri ve hukuksal bireycilikleri, felaketi doğuran etken oldu. İngiliz idaresi öncesinde Hindistan'daki toprak kira sistemi, dönem dönem yabancı fatihleriri istilasına uğrayan ama iki sağlam dayanağa yaslanan, geleneksel olmakla birlikte deği§mez olmayan toplumlardaki toprak kiralama sistemi kadar karma§ıktı; toprak, -de jure ya da de facto olarak- kendi kendirıi yöneten topluluklara (kabilelere, klanlara, köy komünlerine, karde§lik topluluklarına vs.) aitti ve devlet üründen belli bir pay almaktaydı. Bazı topraklar belli bir anlamda devredilebilir olmasına, bazı tarımsal ili§ kiler ortakçılık türünde kurulmasına, bazı ödemeler kira biçiminde yapılıyor olmasına kar§ın, gerçekte İngiliz anlamında ne toprak lordu, ne bireysel toprak mülkiyeri ne de kira söz konusuydu. Tarımsal ili§kilerde bildikleri türden düzenlemeler oturtmaya yeltenen İngiliz idareciler için bu durumun anla§ılır ve ho§ bir tarafı yoktu. Doğrudan İngiliz egemenliği altına girmi§ ilk büyük bölge olan Bengal' de Mogul toprak vergisi, zemindar denen mültezimler ya da komisyoncular tarafından toplanmaktaydı. Elbette bunların, (çağda§ İngiliz toprak vergisinde olduğu gibi) malikanesinin bütünü üzerinden değer biçilen bir vergiyi ödeyen İngiliz toprak lordunun bir dengi; vergi toplama i§inin kendisi aracılığıyla düzenlenmesi gereken, toprağın iyile§tirilmesirıde çı~a rı bulunan, istikrarlarının güvencesini yabancı rejime verdikleri siyasal destekte bulan bir sınıf olmaları gerekmez mi? Sonradan Lord olan Teignmouth, Bengal'den sağlanan toprak gelirinin 'Kalıcı Çözümü'nü
TOPRAK
177
ele aldığı 18 Haziran 1789 tarihli zabıtlarında §öyle yazmı§tır: "Zemindarları, miras yoluyla kendilerine kalan mülkün, toprağın sahipleri olarak görüyorum ... Satı§la ya da ipotekle toprağı elden çıkarma ayrıcalığı, bu temel haktan kaynaklanmaktadır ... "23 Zemindarlık denen bu sistemin çe§itli biçimleri, Hindistan'ın ileride İngiltere'nin yönetimi altına girecek olan bölgelerinin yakla§ık yüzde 19'unda uygulanmaktaydı. Sonunda İngiliz Hindistanı'nın (Ryotwari) tam yarısını içine alacak olan ikinci gelir sistemi türünü, uygunluktan ziyade açgözlülük dayatml§tır. Kendilerini, tamamen samirniyetsiz bir bakı§la, bir zamanlar bütün ülkenin yüce toprak lordu olmu§ bir doğu despotluğuri.un ardılı olarak gören İngiliz idareciler, küçük toprak sahibi ya da daha ziyade kiracı olarak gördükleri her köylüden tek tek alınacak vergi miktarını saptamak gibi muazzam bir i§e giri§tiler. Bunun ardında yatan ve ifadesini yukarıda adı geçen yetkili memurun malum netliğinde bulan ilke, en saf haliyle tarımsal liberalizmdi. Tarımsal liberalizm, Goldsmid ve Wingate'in sözleriyle, "ortak sorumluluğun, toprağa ortak olarak sahip olunan ya da ortak varisler arasında bölü§türüldüğü birkaç yerle sınırlandırılmasını; toprakta özel mülkiyerin kabul edilmesini; toprağı kiralayanların toprağı ba§kaları na kiralarken (sahiplerinin hakkı saklı kalmak üzere) alacağı kira ya da satı§ı konusunda tamamen serbest olmasını; toprak için belirlenen verginin de pay edilmesi yoluyla toprağın satı§ında ya da naklinde gerekli kolaylıkların sağlanmasını" gerektiriyordu. 24 Toplu vergilerin köy topluluklarına rağmen hesaplanmasını haklı olarak hiç gerçekçi bulmayan, aynı zamanda da (ki çok anlamlıdır) onları özel m ülkiyetin en iyi garantisi olarak gören ve savunan Madras Gelirler Dairesi'nin (1808-18) sert itirazlarına rağmen, köy toplulukları tamamen gözardı edildiler. Sonunda doktrinerlik ve açgözlülük kazandı ve Hintli köylüler, 'özel mülkiyet'in lütfuna terk edildi. Bu uygulamanın öylesine açık dezavantajları oldu ki; Kuzey Hindistan'ın sonradan fethedilecek ya da i§gal edilecek bölgesindeki (ileride İngiliz Hindistanı'nı meydana getiren bölgenin yakla§ık yüzde 30'unu kapsamaktaydı) toprak sorunlarının çözümünde biraz deği§mi§ biçimiyle yeniden Zemindarlık sistemine dönüldü,ama bu kez özellikle Pencap'da mevcut köylü topluluklarını tanıma yönünde çabalar göze çarpmaktaydı. Liberal öğreti, çıkar gözetmeyen bir açgözlülükle birle§erek, köylülüğün üzerindeki baskıyı daha da arttırdı: Vergi, olabildiğince yükseltildi (Bombay'dan elde edilen gelir, eyaletin fethedildiği 181 7-18'den dört yıl sonra ikiye katlandı). Malthus'un ve Ricardo'nun Rant öğretisi, faydacılığın ba§ı James Mill'in etkisiyle, Hindistan'ın gelir kuramının temeli
178 DEVRiM ÇAGI
haline geldi. Bu öğreti, toprak mülkiyerinden sağlanan geliri, değerle ilgisi olmayan salt bir artık olarak görmekteydi. Basitçe, bazı topraklar diğerlerinden daha verimli olduğundan ortaya çıkmakta ve bütün ekonomi için yıkıcı sonuçlar yaratacak biçimde toprak lordları tarafından el konulmaktaydı. O nedenle bu artığın tümüne el konulmasının, bir olasılık olarak i§adamlarını rehine almaya muktedir bir toprak aristokrasisinin ortaya çıkmasını engellemenin d1§ında, ülkenin zenginliği üzerinde hiçbir etkisi yoktu. İngiltere gibi bir ülkede tarımsal çıkarın siyasal gücü -toprağın neredeyse millile§tirilmesine varan- böylesi radikal bir çözümü olanaksız kılardı; ama Hindistan'da ideolojik bir fatihin despotik iktidarı bunu dayatabilecek güçteydi. Bekleneceği gibi, bu noktada iki liberal sav kesi§ti. Onsekizinci yüzyılın whig yanlısı idarecileriyle i§ ya§amının daha köklü çıkar grupları, ancak geçinecek kadar üretim yapan cahil küçük mülk sahiplerinin hiçbir zaman bir tarım sermayesi olu§turamayacaklarını, dolayısıyla ekonomiyi iyile§tiremeyeceklerini ortak bir görü§ olarak benimsediler. O nedenle bir toprak lordları sınıfını, deği§meyen (mü terakki olmayan) sabit vergi oranlarını, dolayısıyla tasarrufu ve iyile§meyi te§vik eden Bengal tipi 'Kalıcı Çözümler'den yana oldular. Büyük Mill'in ba§ında bulunduğu bu faydacı idareciler, bir ba§ka toprak sahibi aristokrasi yaratma tehlikesine kar§ı toprağın millile§tirilmesini ve küçük köylü kiracılar kitlesini tercih ettiler. Eğer Hindistan biraz olsun İngilte re'ye benzeseydi, whig örneği kesinlikle ezici bir ikna ediciliğe sahip olurdu ve 1857 Hint ayaklanmasından sonra siyasal nedenlerle durumun böyle bir seyir izlediği görüldü. Deyim yerindeyse, her iki görü§ de Hindistan'ın tarımsal ko§ullarına aynı oranda uzaktı. Üstelik anayurtta Endüstri Devrimi'nin ortaya çıkmasıyla birlikte (diğer §eylerin yanı sıra sütünü sağacağı oldukça besili bir sömürgeye sahip olan) Doğu Hindistan Şirketi'nin bölgesel çıkarları, giderek (her §eyden önce bir rakip değil, bir pazar, bir gelir kaynağı olarak Hindistan'a sahip) İngiliz endüstrisinin genel çıkar larına tabi oldu. Bunun sonucunda İngilizlerin sıkı denetimini sağlayan ve oldukça yüksek bir gelir vergisi getiren faydacı politika yeğlendi. İngiliz lerden önceki geleneksel vergi sınırı, gelirin üçte birini kapsamaktaydı; İngilizlerin getirdiği vergi sisteminde standart temel, ürünün yarısıydı. Ancak doktriner faydacılığın belirgin: bir yoksulla§maya yol açmasından ve 1857 Ayaklanması'ndan sonradır ki vergi oranı daha insaflı bir düzeye çekildi. Ekonomik liberalizmin Hindistan'ın tarım ya§amına uygulanması, ne aydınlanml§ bir malikane sahipleri yapısı ne de dayanıklı bir yeomanlar sınıfı yarattı. Sadece köye ba§ka bir belirsizlik, ba§ka bir asalak ve
TOPRAK
179
sömürüeliler ağı (örneğin İngiliz rajaların yeni memurlannı) 25 soktu ve mülkiyette hatırı sayılır bir el deği§tirmeye ve yoğunla§maya, köylülerin borçlannda ve yoksulluklannda artı§a yol açtı. Cawnpore bölgesinde (Uttar Prade§), Doğu Hindistan Şirketi bunları ele geçirdiği sırada, malikanelerin yüzde 84'ünden fazlası kalıtsal toprak sahiplerine aitti. 1840'ta bütün malikanelerin yüzde 40'ı, 1872'deyse yüzde 62.6'sı sahiplerince satın alınmı§tı. Öte yandan 1846-7'de Kuzeybatı Eyalerlerinin (Uttar Prade§) üçünde 3000'den fazla malikane ya da köy (kabaca toplam sayının be§te üçü) ilk sahiplerinden alındı; 750'den fazlası tefecilerin eline geçti. 26 Bu dönemde İngiliz Rajalarını yaratan faydacı bürokratların aydın lanml§ ve sistemli desporlukları hakkında söylenecek çok söz vardır. Barl§, daha geli§kin kamu hizmetleri, idari verimlilik, güvenilir bir hukuk ve yüksek kademelerde n:amuslu bir yönetim getirdiler; ancak ekonomik bakımdan son derece belirgin bir ba§arısızlığa uğradılar. Avrupa devletlerinin, hatta Çarlık Rusyası dahil Avrupa tarzı hükümetlerin idaresinde bulunan bütün ülkeler arasında sadece Hindistan, en büyük ve öldürücü ki dıkların pençesinden kurtulamıyordu. İlk dönemlere ait istatistiklerden yoksun olsak da, bu yüzyılın ileriki dönemlerinde bu kıtlıkların artarak sürdüğü söylenebilir. Liberal toprak hukukunu uygulama çabalarının görüldüğü diğer büyük sömürge de (ya da eski sömürge), Latin Amerika idi. Burada İspanyolların eski feodal sömürgeciliği, beyaz sömürgeciler istediklerini aldıkları sürece, hiçbir zaman Yeriiierin temel kolektif ve komünal toprak tasarrufbiçimlerine kar§ı önyargılı olmamı§tı. Oysa sömürgeciliğin ardından kurulan bağımsız devletler, Fransız Devrimi ruhuyla ve onlara esin kaynağı olan Benthamcı öğretiler ı§ığmda liberalle§me sürecini ba§lattılar. Örneğin Bolivar, Peru'da komünal toprakların bireylere dağıtılınasını buyurdu (1824) ve yeni cumhuriyederin çoğu, İspanyol liberalllerinin yaptığı gibi, mirasla kazanılan toprakların satı§ını ve devrini engelleyen yasaları kaldırdı. Cumhuriyederin çoğunda devasa haciendalar (estancia, finca, fundo) toprak mülkiyetinin baskın birimi olarak kalmaya devam ettilerse de, soylulara ait toprakların serbest kalması da malikanelerin belli oranlarda yeniden karılmasına ve dağıtılınasına yol açmı§ olmalıdır. Komünal mülkIere yönelik saldırılar, tamamen etkisiz kaldı. Aslına bakılırsa, 1850'nin sonlarına kadar bu mülkler üzerinde ciddi bir baskı da olmadı. Gerçekte, ekonomi politiklerini liberalle§tirmeleri, siyasal sistemlerini liberalle§tirmeleri kadar yapaydı. Parlamentolara, seçimlere, toprak yasalarma vs. rağmen, bu kıtada i§ler eskisi gibi devam etti.
180 DEVRiM ÇAGI
V Toprağın tasarruf [kira]
biçiminde ya§anan devrim, geleneksel tarım toplumunda ortaya çıkan bozulmanın siyasal yönüydü; yeni bir tarım ekonomisi ve dünya pazarı tarafından istila edilmesiyse ekonomik yönü. 17871848 döneminde bu ekonomik dönü§ümün, göçün makul boyutta seyrettiğine bakılarak, henüz tamamlanmı§ olmadığı söylenebilir. Ondokuzuncu yüzyıl sonlannda tanmda ya§anan büyük çöküntüden önce, demiryolu ve buharh gemiler henüz tek bir dünya tarım pazarı yaratmaya ba§lamaml§tı. O nedenle yerel tarım, uluslararası ya da hatta bölgeler arası rekabetten büyük ölçüde korunmaktaydı. Endüstriyel rekabetse, bazılarını daha geni§ pazarlar içirı üretim yapmaya yöneltmek d1§ında, çok sayıda köy zanaatkannın ve evde ݧ yapan imalatçının alanına henüz gireb ilmi§ değildi. Yeni endüstriyel tarım ürünlerinde, özellikle de Napoleon döneminde (İngiliz) §eker kaml§ına uygulanan ayrımcılığın sonucu olarak yayılan §eker pancarıyla, bilhassa mısır ve patates gibi yeni yiyecek ürünlerinde belirgirı bir ilerleme kaydedilmi§se de, -kapitalist tarımın ba§arılı olduğu bölgeler dı§ında- yeni tarım yöntemlerinin köye sızması çok ağır gerçekle§mekteydi. Bir tarım toplumunda, tamamen ekonomik araçlarla gerçek bir tufan yaratabilmek için yüksek düzeyde endüstrile§mi§ bir ekonomirıin yakınlığı ve normal geli§menin engellenmesi gibi olağandı§ı bir ekonomik konjonktür gerekti. İrlanda'da ve daha az ölçüde olmak üzere Hindistan'da böyle bir konjonktür vardı ve böyle bir tufan ya§andı. Hindistan'da olan §ey basitçe §Uydu: Tarımdan elde edilen gelirlerin tamamlayıcısı durumundaki geli§mekte olan bir ev ve köy endüstrisi birkaç on yıl içinde neredeyse tümüyle yıkıldı; ba§ka bir deyi§le, Hirıdistan endüstrisizle§tirildi [deirıdustrialization ]. 1815 ile 1832 arasında Hindistan'ın ihraç etti,ği pamuklu ürünün değeri 1.3 milyon sterlirıden 100.000 sterline dü§erken, İngiliz pamuklu ürün ithalatı altı kat arttı. Daha 1840'ta bir gözlemci, Hirıdistan'ın "İngilte re'nin tarım çiftliği"ne dönü§türülmesinin yol açacağı feci sonuçlara dikkati çekıni§ti: "Hindistan, imalatçı bir ülkedir; çağlardan bu yana Hindistan'da çe§itli vasıflardan imalatçılar bulunmaktaydı ve oyun kurallanna göre oynandığında hiçbir ülke onlarla yarı§amazdı ... Şimdi Hindistan'ı bir tarım ülkeşi haline getirmek, haksızlık olacaktır." 27 Bu betimleme yamltıcıydı; çünkü imalatın, ba§ka pek çok ülkede olduğu gibi Hindistan'da da, çoğu bölgede tarım ekonomisinin bütünleyici bir parçası olduğu gerçeğini atlamaktadır. Bunun sonucunda endüstrisizle§tirme, köyü hasadın düzensiz doğasına bağımlı duruma getirdi.
TOPRAK 181
İrlanda'nın durumu daha dramatikti. Burada \küçük ve ekonomik bakımdan geri bir nüfus, son derece güvensiz ko§ullarda geçimlik tarım yapan kiracılar, ekim i§iyle uğra§mayan, İrlandalı olmayan, genellikle topraklarının ba§ında bulunmayan toprak lordlarına olabilecek en fazla kirayı ödüyorlardı. Kuzeydoğusu (Ulster) dı§ında ülke, önceleri sömürgesi olduğu İngiliz yönetimirıirı ticaret politikası, daha sonraysa İngiliz endüstrisinin rekabeti yüzünden uzun zaman önce endüstrisizle§tirilmi§ti. Tek bir teknik yenilik -o zamana dek hakim olan çiftçilik türleri yerirıe patates ekiminin geçirilmesi- nüfus ta büyük bir artı§a yol açmı§tı; çünküpatates ekilen bir dönüm toprak, bir dönüm odağın ya da aslında diğer pek çok ürünün ekildiği toprağın yapabileceğirıden çok daha fazla irısanı besleyebilmekteydi. Toprak lordlarının, kiracıların sayısını mümkün olduğunca artırma istekleri, yine bu ikincilerin de geni§lemekte olan İngiliz pazarına gıda maddesi ihraç eden yeni çifdikler kurmak için emek gücüne ihtiyaç duyması, küçük mülkierin sayılarının artmasını te§Vik etti: 1841'de Connacht'ta, bir dönümün altındaki sayılamayacak kadar çok minicik ıiıülkleri katmazsak, nispeten büyük bütün mülkierin yüzde 64'ü be§ dönüm ün altındaydı. O yüzden bütün onsekizinci yüzyıl süresince ve ondokuzuncu yüzyıl ba§larında, bu küçük arazi parçaları üzerinde, günde ki§i ba§ına 10-12 kilo patates dı§ında pek az §eyle beslenen ve -n azından 1820'lere kadar- biraz süt, zaman zaman da ringa balığının ta dına bakan, yoksulluğu bakımından Batı Avrupa'da bir benzeri daha bulunmayan bir halk ortaya çıktı. 28 Endüstrile§me dı§lanmı§ olduğundan, alternatifbir i§ olanağı da bulunmadığından, bu evrimin nasıl sonlandığını matematik kesinlikle tahmm etmek olanaklıdır. Nüfus, bataklıktan kurtarılan son patates ekilebilir arazinin sınırlarına vardığında, felaket kaçınılmazdı. Fransa ile sava§ın biti§inden çok kısa bir süre sonra böyle bir felaketirı ilk belirtileri görülmeye ba§landı. Hayadarından duydukları ho§nutsuzluğu anlamanın hiç de zor olmadığı bir halkı, bir de kıtlık ve salgın hastalıklar kırdı. Kırkların ortalannda ürünlere d adanan hastalıklar ve kötü hasat, çoktandır mahkum bir halkın idam mangası oldu. Ele aldığımız dönem boyunca Avrupa tarihinde görülmü§, insanın ba§ına gelmi§ en büyük felaket olan 1847 Büyük İrlanda Kıtlığı'nın ne kadar insanın kaybına yol açtığı hiç kimse tarafindan bilinmiyor, hiçbir zaman da kesirı olarak bilirımeyecek. Yapılan kaba tahminlere göre, açlık yüzünden bir milyon kadar insan ölmü§, bir o kadar ki§i de felakete uğramı§ bu ülkeden 1846-1851 arasında göç etmi§tir. 1820'de İrlanda'da topu topu yedimilyonun altında insan ya§amaktaydı. 1846'da bu rakam belki sekiz buçuk milyon civarındaydı.
182 DEVRiM ÇAGI
1851'deyse İrlanda nüfusu altı buçuk milyona dü§tÜ ve o tarihten sonra düzenli olarak azaldı. "He u dira fames!" diye yazdı bir papaz, artık doğma dıklan için Galway ve Maya'daki kilisdere vaftiz edilmek üzere hiçbir çocuğun getirilmediği aylarda, karanlık çağlardaki tarihyazıcılarının tonlamasını andırırcasına: "Heu saeva hujus memorabilis anni pestilenta!"* 29 Hindistan ve İrlanda, 1789 ile 1848 tarihleri arasında bir köylü olarak ya§amak için belki de en kötü ülkelerdi; fakat öte yandan da seçme §ansı olan hiç kimse İngiltere'de bir tarım i§çisi olmayı istemezdi. Genel olarak, kısmen ekonomik güçler, kısmen de (toplanan vergilerden yoksulların ücretlerini sübvanse ederek emekçinin asgari ücret almasını sağlayan iyi niyetli fakat hatalı bir giri§im olan) yoksulla§tıncı 'Speenhamland Sistemi' (1795) yüzünden bu mutsuz sınıfın durumunun 1790'ların ortalanndan itibaren kötülediği kabul edilir. Bu sistemin ba§lıca etkisi, çiftçileri daha dü§ük ücretler ödemeye cesaretlendirrnek ve tarım i§çilerinin moralini bozmak oldu. ݧçilerin isyanındaki dermansızlığı ve cahilce heyecanı, 1820'lerde avianınayla ilgili yasalara kar§ı saldırıların, 1830'larda ve 1840'larda mülklere kar§ı giri§ilen kundaklamalann artı§ında, ama hepsinden önce Kent'te kendiliğinden patlak veren ve 1830'un sonunda sayısız kontluğa yayılan, vah§ice bastırılan salgın halinde bir ayaklanma olan umutsuz 'son tarım emekçileri isyanı'nda görmek mümkündür. Ekonomik liberalizm, tarım i§çilerinin sorununu, her zamanki enerjikliği ve kıyıcılığıyla, i§çileri ekonomik bir ücretle i§ bulmaya ya da göç etmeye zorlayarak çözmeyi önerdi. Görülmemi§ katılıktabir düzenleme olan 1834 tarihli Yeni Yoksulluk Yasası, kilisenin sağladığı asgari geçim güvencesini elinden alıyor ve (dü§üncesizce çocuk sahibi olmak gibi duygusal ve gayrı Malthusçu alı§kanlıklarını kırmak için i§çiyi karısından ve çocuğundan ayıran) yeni kurulan atölyelerde çalı§ması durumunda tarım i§çisine yardım sağlıyordu. Ele aldığımız dönemin sonlarına kadar yoksulluk yasasına bağlıolarak yapılan harcamalar süratle azaldı (oysa en az bir milyon Briton yoksullukla cebelle§iyordu) ve tarım i§çileri yava§ yava§ topraklarından ayrılmaya ba§ladılar. Tarım çöküntüye uğradığından, sefaletieri sürdü ve 1850'lere kadar özsel hiçbir iyile§me olmadı. Belki en geri kalrnı§ ve tecrit olm u§ bölgelerde her zamankinden daha kötü olmamakla birlikte, tarım i§çilerinin durumu .aslında her yerde son derece kötüydü. Talihsiz biçimde patatesin ke§fedilmesi, Kuzey Avrupa'nın pek çok bölgesinde ya§am standartlarının gerilemesini hızlandırdı. Örneğirı Prusya'da 1850 ve 1860'lara kadar durumlarında belirli bir iyile§• "Heyhat, belalı
kıtlık!
Heyhat, o unutulmaz
kıran yılının gazabı!"
TOPRAK
183
me meydana gelmedi. Küçük mülk sahiplerinin durumu kıtlık dönemlerinde yeterince umutsuz olmakla birlikte, geçimlik üretim yapan köylülerin durumu muhtemelen biraz daha iyiydi. Fransa gibi bir köylü ülkesinin, Napoleon Sava§ları'ndan sonra patlak veren genel tarımsal çöküntüden diğer ülkelere göre daha az etkilenmi§ olması muhtemeldi. Gerçekten de 1840'ta kendi durumunu Kanal'ın diğer yakasındakilerle kar§ıla§tıran bir Fransız köylüsünün, ikisinden hangisinin daha kazançlı olduğu noktasında hiçbir tereddütü olamazdı. • Bu arada Atlantiğin öte yakasındaki Amerikalı çiftçiler, eski dünyanın köylülerine bakarak orada ya§amadık larına §ükrediyorlardı.
• "İçeride ve d!§arıda köylüler ve işçiler arasında uzun süre bulunduğum için, kendi ko§ulları içinde değerlendirildiğinde, Fransız köylüsünden daha uygar, temiz, çalı§kan, tutumlu, ölçülü ya da iyi giyimli bir halk olmadığını söylemeliyim ... Bu bakımlardan Fransız köylüsü, a§ırı ölçüde pis ve miskin olan İskoçyalı tarım emekçilerinin büyük bir bölümüyle, geçim araçları bakımından ciddi darlıklar içinde bulunan, umutsuz ve a§ağılık durumdaki çoğu İngiliz işçisiyle, yabani ko§ullarda ya§ayan yarı çıplak yoksul İrlandalılarla tam birkar§ıtlık olu§turmaktadır... ". H. Colman, The Agriculıural and Rural Ecoıwmy of France, Belgium, Halland and Switzerlaııd (1848),
25-6.
9 Endüstri Dünyasına Doğru
Bunlar, mühendisler için gerçekten de parlak zaman/ardır. James Nasmyth, buharlı varyosun mucidi 1
Devant de tels timoins, o secte progresivve, Vantez-nous le pouvoir de la locomotive, Vantez-nous le vapeur et !es chemins de fer • A. Prommier2
I 1848'e gelindiğinde endüstrile§mi§ tek bir ekonomi vardı, o da İngiliz ekonomisiydi ve bu nedenle bütün dünyaya egemen oldu. 1840'larda ABD ile Batı ve Orta Avrupa'nın büyücek bir kısmı, endüstri devriminin e§iğini muhtemelen geçmi§ ya da geçmek üzereydi. ABD'nin -Richard Cobden'in 1830'larda tahmin ettiği gibi yirmi yıl içersinde 3 - İngiltere'ye ciddi bir rakip olacağı beklenmekteydi; 1840'lara gelindiğindeyse diğerleri arasında bir tek Almanlar çoktan hızlı bir endüstriyel ilerleme göstermekteydi. Fakat beklentiler, olasılıklar, gerçekle§mi§ ba§arılar demek değildir ve 1840'larda İngilizce konu§mayan dünyadaki fiili endüstriyel dönü§ümler henüz mütevazı bir seyir gösteriyordu. Örneğin 1850'de bütün bir İspanya, Portekiz, İskandinavya, İsviçre'deki ve bütün Balkan yarım adasındaki toplam demiryolu uzunluğu yüz milden biraz fazlaydı ve • "Böylesi tanıklar önünde, ey ilerici mezhep, Lokomotifin gücünü göklere çıkar, Buhara, demiryolianna övgü yağdır."
ENDÜSTRi DÜNYASINADOGRU
185
(ABD'yi saymazsak) Avrupa dı§ ında ki bütün kıtalardaki demiryollarının toplam uzunluğu bundan da azdı. Eğer İngiltere ile birkaç bölgeyi dı§arıda bırakırsak, 1840'ların ekonomik ve toplumsal dünyasının, 1788'in dünyasından çok farklı olmadığı görülecektir. Dünya nüfusunun büyük bölümü, önceden olduğu gibi, köylüydü. Batıda 1830'da bir milyondan fazla nüfusa sahip tek bir kent (Londra), yarım milyonu a§kın yine bir tane (Paris) ve -İngiltere'yi dı§arıda bırakırsak- nüfusu yüzbini geçen sadece ondokuz kent bulunmaktaydı. İngiliz olmayan dünyadaki deği§imde gözlenen bu yava§lık, ele aldığı mız dönemin sonlarına kadar bu dünyada meydana gelen ekonomik hareketlerin, endüstriyel üretim patlamalarını ve üretim dü§ü§lerini içeren yeni bir ritim tarafından değil, tarımsal hasadın iyi ya da kötü olmasına bağlı eski ritim tarafından denedeniyor olması anlamına gelmekteydi. 1857'deki bunalım, gerek dünya çapında patlak veren gerekse tarımda ya§anan felaketlerden kaynaklı olmayan olayların yol açtığı belki de ilk bunalımdı. Bekleneceği gibi, bu olgunun son derece uzun erimli siyasal sonuçlan olmu§tur. 1780 ile 1848 arasında endüstriyel ve endüstriyel olmayan bölgelerde deği§imin ritmi birbirinden ayrılmaya ba§ladı. * 1846-B'de Avrupa'nın büy{ik bölümünü kasıp kavuran ekonomik bunalım, tarımın belirleyiciolduğu eski tipte bir çöküntüydü. Bir anlamda bu bunalım, iktisat biliminde ancien regime'in ekonomide görülen en son belki de en kötü çöküntüsüydü. İlk endüstrile§me döneminin en kötü sarsıntısını, 1839 ile 1842 arasında tamamen 'modern' nedenlerden dolayı ya§ayan İngiltere için durum böyle değildi (Ho§ İngiltere'de de bu sarsıntı, dü§ük buğday fiyatlarıyla birlikte görünmü§tü). İngiltere'de kendiliğinden toplumsal yanma noktasına, 1842 yazının ('buji patlamaları' olarak adlandırılan) planlanmamı§ Chartist genel grevinde ula§ıldı. Kıta Avrupası'nda bu noktaya 1848'de gelindiğinde, Avrupa'nın öteki endüstri ekonomisi sayılabilecek Belçika gibi İngiltere de sadece uzun Viktoryan geni§leme döneminin ilk devrevi [dönemsel] çöküntüsünü ya§amaktaydı. Marx'ın da öngördüğü gibi, mukabil bir İngiliz hareketi olmadan, kıtadaki devrimin ba§arılı olma §ansı yoktu. Marx'ın göremediği, İngiltere ile kıta arasın daki e§itsiz geli§menin, kıtayı kaçınılmaz olarak tek ba§ına ayaklanmak zorunda bırakacağıydı. Buna kar§ın, 1789'dan 1848'e kadarki dönemde kayda değer olan, bu dönemdeki ekonomik deği§ikliklerin sonraki ölçütlerle kar§ıla§tırıldı• Endüstri sektörünün dünya ölçeğinde kazandığı zafer, bir kez daha (farklı bir tarzda da olsa) dünya genelinde yakınsama gösterme eğilimindeydi.
186 DEVRiM ÇAGI ğında
küçük olmalan değil, temelden bir takım deği§ikliklerin ortaya çıkmasıdır. Bunlardan ilki, nüfus alanıyla ilgilidir. Dünya nüfusu -özellikle de çifte devrimin yörüngesine giren dünyadaki nüfus-, 150 yıllık bir zaman dilimi içersinde daha önce görülmemi§ bir 'patlama'nın i§aretlerini vermi§ti. Ondokuzuncu yüzyıldan önce ancak sayılı ülkeler nüfus sayımı na benzer bir §eyler tuttuklarından ve bunlar da güvenilirlikten uzak olduklarından*, bu dönemde nüfusun hangi hızla arttığını tam olarak bilmiyoruz; ama tarihte kesinlikle bir benzeri daha yoktu ve (Rusya'da olduğu gibi, o tarihe dek yeterince yararlanılmayan arazilerin ya da bo§ yerlerin doldurulduğu seyrek nüfuslu bölgeler dı§ında) en büyük artı§, ekonomik bakımdan en geli§mi§ bölgelerde meydana gelmekteydi. Uçsuz bucaksız topraklann ve koca bir kıtanın kaynaklannın çekimine kap ılını§ insanların göçüyle §i§en ABD nüfusu, 1790-1850 arasında yakla§ık altı kat artarak dört milyondan yirmi üç milyona çıktı. Birle§ik Krallık'ın nüfusu da, 1800-1850 arasında yakla§ık iki kat, 1750-1850 arasında üç kat arttı. 1846 tarihli sınırlara göre Prusya'mn nüfusu, (Finlandiya dı§ın da) Avrupa Rusyası'nda olduğu gibi, 1800-1846 arasında neredeyse iki katına çıktı. Norveç'in, Danimarka'mn, İsveç'in, Hollanda'nın ve İtal ya'nın pek çok bölgesinin nüfusu, 1750-1850 arasında yakla§ık iki kat arttı; fakat ele aldığımız dönem boyunca bu artı§ın oranı fazla olağandı§ı değildi. İspanya ve Portekiz'in nüfusu da üçte bir oranında arttı. Avrupa'nın müdahalesine ve Çirı'in siyasal tarihirıirı geleneksel döngüsel hareketinin, bu dönemde etkinliğirıin doruğunda bulunan Mançu hanedamnın marnur idaresinin çökü§üne yol açmasına kadar, onsekizinci yüzyılda ve ondokuzuncu yüzyıl ba§lannda Çin nüfusunun hızla arttığı görülüyorsa da, Avrupa'nın dı§ındaki yerler hakkında fazlaca bir bilgimiz yok.** Latin Amerika'da nüfus, muhtemelen İspanya'nın nüfus artl§ına benzer bir oranda artı§ gösterdi. 4 Asya'nın diğer bölgelerinde bir nüfus patlamasına dair belirtiler yoktur. Afrika'nın nüfusu da büyük olasılıkla istikrarını korumu§tur. Sadece bazı bo§ yerlere yerle§en beyaz göçmenlerin sayısı, tıpkı 1790'da neredeyse hiçbir beyaz yerle§meci yokken 1851 'de yarım milyon beyazın ya§amaya ba§ladığı Avustralya'da olduğu gibi, gerçekten olağandı§ı bir biçimde artmı§tı. Ekonomik devrimin dı§sal bir nedeni olmaktan çok bir sonucu olarak görmemiz gerekse de, nüfus ta ortaya çıkan bu dikkate değer artl§m ekono' İngiltere' dek ilk nüfus sayımı, 1801 tarihlidir; yeterli denebilecek ilk sayım ise 183l'de yapılmı§tır.
•• Çin'de hanedanlar onyedinci yüzyıl
hanedanı,
arasındaki olağan ortalarında
döngülerin tarihi iktidara geldi.
yakla§ık
300
yıldı;
Mançu
ENDÜSTRi DÜNYASINADOGRU
187
miyi büyük ölçüde uyarması doğaldı; çünkü o olmadan, böyle hızlı bir nüfus artı§ı, ancak sınırlı bir süre devam edebilirdi (Gerçekten de nüfus artı§ ının sürekli bir ekonomik devrimle tamamlanmadığı İrlanda' da, artı §ın devam etmediği görülmü§tür). Nüfus büyümesi, daha fazla emek, hepsinden önce de daha fazla genç emek ve daha fazla tüketici demekti. Ele aldığımız dönemin dünyası, ya§amının ba§ındaki insanlarla, genç çiftlerle ve çocuklarla dolu, öncekilerden çok daha genç bir dünyaydı. İkinci büyük deği§iklik, ula§ım alanında ortaya çıktı. İngi~tere, ABD, Belçika, Fransa ve Almanya'da uzun zamandır oldukça büyük bir pratik önem kazanmı§ olmakla birlikte, demiryollan 1848'de henüz emekleme evresindeydi; fakat demiryoll;;ınnın devreye girmesinden önce bile ula§ım alanında eski ölçütlerle kar§ıla§tırıldığında heyecan verici yenile§tirmeler olmaktaydı. Örneğin Avusturya imparatorluğu, 1830 ile 184 7 arasında (Macaristan'ı saymazsak) varolan yollara 30.000 kilometre daha ekleyerek karayollarını2.3 oranında artırdı. 5 Belçika, 1830-:1850 arasında yol ağını neredeyse iki katına çıkardı. İspanya bile, büyük ölçüde Fransız i§gali sayesinde, kısacık karayollarını iki katma çıkardı. Karayolu yapımında diğer her ülkeden bekleneceği gibi daha dev adımlarla ilerleyen ABD, posta arabası yol ağını sekiz kattan fazla -1800'de 21.000 milden 1850'de 170.000 mile çıkartarak- büyüttü. 6 İngiltere bir kanallar sistemine kavu§urken, Fransa (1800-47 arasında) toplam 2000 mil uzunluğunda bir kanal ağı olu§turdu; ABD de, Erie, Chesapeake ve Ohio gibi ya§amsal öneme sahip su yollan açtı. Batı dünyasının toplam gemi tonajı, 1800 ile 1840 ba§ları arasında iki katını geçti; buharlılar çoktandır (1822) İngiltere ile Fransa'yı birbirine bağlıyordu veTuna'yı bir boydan bir boya katetmeye ba§lamı§tı (Yelkenlilerle ta§ınan dokuz milyon tona kar§ılık 1840'da buharlılarla 3 70.000 ton yük ta§ ındı; ama aslında bu rakam ta§ ıma kapasitesinin yakla§ık altıda birini temsil ediyor da olabilir). Yine burada da Amerikalılar tüm dünyayı geride bıraktı; hatta en büyük ticari filoya sahip olmak bakımından İngiltere'yle bile yan§maktaydı.* O zamanlar, hız ve ta§ıma kapasitesinde gerçekle§ tirilen bariz iyile§tirmeleri de hafife almamak gerekir. Ku§kusuz Rus Çarını, 1834'te St Petersbmg'dan Berlin'e dört günde götüren yolcu hizmetlerinden daha a§ağı insanların yararlanması söz konusu değildi; fakat 1824'ten sonra Berlin Magdeburg arasını iki buçuk gün yerine on be§ saatte alan (Fransa ve İngiltere'den kopye edilmi§) yeni bir hızlı posta sistemi vardı. Rowland Hill'in, 1839'da gönderilen postalardan standart bir ücret alınması konu• Demirden gemiler bir kez dahaJngiltere'ye üstünlük kazandırıncaya dek, 1860'larda neredeyse ula§mt§lardı.
anıaçianna
1SS
DEVRiM ÇAGI
sundaki parlak bulu§u (1841'de yapl§kan pulunda icadıyla birlikte) ve postayla gönderilen e§yaları iki katına çıkardı; fakat bu ikisinden de önce, ve İngiltere'den daha az geli§mi§ ülkelerde posta hizmetleri süratle arttı: 1830 ile 1840 arasında Fransa'da yılda gönderilen mektup sayısı 64 milyondan 94 milyona çıktı. Yelkenliler artık yalnızca daha hızlı değil, daha da güvenliydiler; ortalama olarak da daha büyüktüler. 7 Her ne kadar gergin bir yay gibi nehirlerin üzerine eğilen büyüleyici köprüler; büyük yapay su yolları ve limanlar; suda kuğular gibi kayan muhte§em tekneler ve zarif posta arabaları, endüstri tasarımının en güzel ürünleri arasında yer alsalar ve hep öyle kalacak olsalar da, teknik açıdan bu iyile§tirmeler demiryollan kadar ilham verici değildi ku§kusuz. Yolculuğu ve ula§ımı kolayla§tıran, kenti ta§raya, yoksul bölgeleri zengin bölgelere bağlayan araçlar olarak demiryolları son derece etkiliydi: Nüfus artl§l· nın nedeni büyilk ölçüde anlardı; çünkü endüstri dönemi öncesinde nüfusun artmasını engelleyen §ey, normal ölüm oranının yüksek olmasından çok -çoğunlukla son derece yerel görüngüler olan- kıtlık ve yiyecek darlığı gibi dönem dönem ya§anan felaketlerdi. Eğer kıtlık (1816-7 ve 1846-B'de olduğu gibi neredeyse evrensel bir görüngü olan kötü hasat dönemleri dı§ında) bu dönemde batı dünyasmda daha az tehditkar ve korkutucu bir hal almı§sa, bunun esas nedeni, elbette yönetimin ve idarenin verimliliğinde yapılan genel iyile§tirmelerin yanında, ula§ım alanın daki bu ilerlen:ıelerdi (10. Bölümle kar§ıla§tırın). Üçüncü büyük deği§iklik, bütün bunların sonucunda doğal olarak ticaretin ve göçün hacminde gözlenen büyük artı§tl. Elbette her yerde değil. Örneğin Kalabdyalı ya da Apulialı köylülerin göçe hazırlandıklarına dair bir i§aret bulunmadığı gibi, büyük Nijniy Novgorod panayırma her yıl getirilen malların miktarında da kayda değer bir artı§ söz konusu değil di.8 Fakat çifte devrimin dünyası bir bütün olarak alındığında, insanların ve malların hareketi neredeyse bir heyelanı andırmaktaydı. 1816 ile 1850 arasında be§ milyon kadar Avrupalı, doğup büyüdükleri topraklardan ayrıldılar (Yakla§ık be§te dördü Amerika kıtasına gitti). Ülkelerin kendi içinde de muazzam ölçüde bir iç göç hareketi ya§andı. 1780 ile 1840 arasmda batı dünyasının toplam uluslararası ticareti üç kattan fazla arttı; 1780 ile 1850 arasında dört katı geçti. Sonraki ölçüdere göre bu rakamlar elbette mütevazıydı*; fakat -bu çağdaki insanların doğal olarak yaptıkları gibi- önceki ölçütlerle kar§ıla§tırıldığında havsalaya sığacak gibi değildi. demiryolları,
·Örneğin 1850 ile 1888 arasında yirmi iki milyon Avrupalı göç etti ve 1889'da toplam uluslararası
ticaret, 1840'taki 600 milyon sterlinle milyon sterline ulaştı.
karşılaştınldığında, yakla§ık
3 milyar 400
ENDÜSTRi DÜNYASINADOGRU
189
II Daha da önemlisi, -ele aldığımız dönemde yaşamış bir tarihçinin, özel ilgi alanı ne olursa olsun farketmemesi olanaksız bir dönüm noktası oluş turan- 1830'lardan sonra ekonomik ve toplumsal deği§imin oranı gözle görülür biçimde ve hızla arttı. Kendi bağımsızlık savaşından sonra öne fırlayarak 1810'larda ekili alanlarını iki katına çıkartan, gemi taşımacılı ğını yedi kat arttıran ve genelde gelecekteki kapasitesi hakkında da bir fikir veren ABD ayrı tutulursa, Fransız Devrimi dönemi ve bu dönemin savaşları, İngiltere dışında büyük bir doğrudan ilerlemeye yol açmadı (Sadece çırçır değil, buharlı gemiler, taşıma bandıyla üretimin ilk biçimlerinden olan Oliver Evans'ın bir taşıma bandı üzerinde çall§an un değirme ni, bu dönemin Amerikan yenilikleridir). Daha sonra ortaya çıkacak olan pek çok endüstrinin, özellikle de ağır endüstrinin temelleri Napoleon dönemi Avrupası'nda atılmış olmakla birlikte, her yerde bunalıma yol açan savaşların sona ermesiyle birlikte varlığını uzun süre devam ettiremedi. 1815-1830 arası bütün bir dönem, aksiliklerle dolu, en iyi halde ağır aksak bir iyileşmenin hakim olduğu bir dönemdi. Devletler, maliyelerine -normal olarak şiddetli bir deflasyonla- bir çekidüzen vermekteydiler (Buna son olarak 1841 'de Ruslar başvurmuştu). Endüstriler, bunalı mın ve yabancı rekabetin darbeleri altında sendelemekteydi; Amerikan pamuk endüstrisi çok ağır bir darbe yedi. Kentleşme, yavaş gelişiyordu: 1828'e kadar Fransa'nın kırsal nüfusu, kentlerin nüfusu kadar büyüdü. Tarım, özellikle Almanya'da zayıf düştü. Ne var ki, korkunç bir hızla genişiernekte olan İngiliz ekonomisi dışındaki ekonomiler dahil bu dönemin ekonomik büyümesine bakan hiç kimse kötümserliğe kapılma yacak olsa da, çok azı İngiltere ve belki ABD dışında bir ülkenin endüstri devriminin eşiğinde bulunduğuna hükmedebilir. Yeni endüstrinin açık bir göstergesine bakalım: 1820'lerde İngiltere, ABD ve Fransa dışında dünyanın geri kalanında buharlı makinelerin sayısıyla buhar gücünün miktarı, istatistikçilerin dikkatini çekmeyecek kadar küçüktü. 1830'dan sonra (ya da o tarihlerde) durum hızla ve kökten değişikliğe uğradı; o kadar ki, 1840'a gelindiğinde endüstrileşmeye özgü toplumsal sorunlar -yeni proletarya, kontrolden çıkmış aşırı kentleşmeden duyulan korkular-, Batı Avrupa'da ciddi tartışmalara konu olan ve politikacılarla yöneticilerin kabusu haline gelen olgulardı. 1830 ile 1838 arasında Belçika'daki buharlı makinelerin sayısı iki katına, beygir güçleri neredeyse üç · katına çıktı: 354 buharlımakine sayısı, ki 11.000 beygir gücü ediyordu, 712 oldu; bu da 30.000 beygir gücü demekti. 1850'de küçük olmakla
190
DEVRiM ÇAGI
birlikte o dönemde çok büyük oranda endüstrile§mi§ olan bu ülkede neredeyse 66.000 beygir gücüne sahip 2300 makine bulunmaktaydı9 ve yakla§ık 6 milyon ton (1830'dakinin yakla§ık üç katı) kömür üretimi yapılmaktaydı. 1830'da Belçika madencilik endüstrisinde tek bir anonim §irket bulunmazken, 1841'e gelindiğinde kömür üretiminin yakla§ık yansını bu §irketler gerçekle§tirmeye ba§ladı. Fransa, Alman devletleri, Avusturya ya da bu yirmi yıl içersinde modern endüstrinin temellerinin atıldığı ba§ka herhangi bir ülke ya da bölge için de benzeri rakamlar vermek sıkıcı olabilir: Örneğin Almanya'da Krupps ilk buharlı makineyi 1835'de kullanmaya ba§ladı; Ruhr'un büyük kömür havzalannda ilk kuyular, 1837'de açıldı ve kömür yakılan ilk fırın, 1836'da Çekierin büyük demir merkezi Vftkovice'de, Falck'ın ilk haddehanesi 1839-40'ta Lombardiya'da kuruldu. Gerçek anlamda kitlesel bir endüstrile§me dönemi, -Belçika ve belki de Fransa dı§ında- 1848 sonrasına kadar ortaya çıkmadığmdan, bundan söz etmek haydi haydi sıkıcı olacaktır. 1830-48 dönemi, endüstri bölgelerinin, adları o günlerden günümüze dek gelen ünlü endüstri merkezlerinin ve §irketlerinin doğumuna damgasım vurmaktadır; fakat bunlar, bırakın yeti§kin olmayı, henüz genç bile değildiler. 1830'lara dönüp bakan bizler, bu heyecan verici teknik deneyimin, elde ettiklerinden memnun olmayan ve yenilikçi giri§imlerin olu§turduğu ikiimin ne anlama geldiğini biliyoruz. Bu, Amerika'nın orta batısının yerle§ime açılması demekti; fakat Cyrus McComick'iri ilk biçer~ döveri (1834) ve 1838 'de ilk 78 kil e buğdayın Chicago'dan doğuya gönderilmesi, ancak 1850 sonrasına hazırlık olmak bakımından tarihteki yerlerini almaktadırlar. 1846'da yüi biçerdöver üretme i§ine kalkan fabrika, yine de cesaretinden ötürü kutlanmaktaydı: "Biçerdöver yapmak gibi riskli bir i§e giri§ecek yeterince cesarete ve enerjiye sahip kimseler bulmak, çiftçileri ürünlerini biçerdöverlerle kaldırmaya ya da bu tür yeniliklere sıcak bakmaya ikna etmek kadar zor bir i§ti." 10 Bu, sistemli olarak demiryolu yapılması, Avrupa'da ağır endüstrilerin kurulması ve yatırım tekniklerinde bir devrim demekti; fakat Pereire karde§ler, 1851'den sonra mali sermayenin büyük maceraperesderi olarak ortaya çıkmasalardı, endüstrinin, garantör olarak hareket eden (ve hiç gerek yokken 1830'da yeni kurulan Fransız hükümetine boyun eğmi§ olan) en zengin bankerler aracı lığıyla bütün kapitalistlere son derece uygun ko§ullarda borçlanacağı yer olan bir 'borç alma, verme bürosu' kurma tasarısına pek fazla ilgi göstermemiz gerekmeyebilirdi. 11 İngiltere'de olduğu gibi, bu endüstrile§me hamlelerine, tüketici mallan -genellikle tekstil, ama b~zen de gıda maddesi- yol açmaktaydı; fakat
ENDÜSTRi DÜNYASlNADOGRU
191
sermaye malları da -demir, çelik, kömür vs- uzun zamandır, ilk İngiliz endüstri devriminde olduğundan daha önemliydi: 1846'da Belçika'da endüstride çalı§anların yüzde 17'si, sermaye malları endüstrisinde çalı§ maktaydı; buna kar§ılık bu rakam, İngiltere'de yüzde 8 ile 9 arasındaydı. 1850'de Belçika endüstrisinin toplam buhar gücünün dörtte üçü, madencilik ve metalürji alanında bulunmaktaydı. ı 2 İngiltere'de olduğu gibi, yeni endüstri kuruluşları -fabrika, demirhane ya da maden- ortalama olarak oldukça küçüktü ve fabrikalada pazarın talepleri sayesinde büyümü§ ve sonunda her ikisinin geli§mesi kar§ısında silinip gidecek olan, teknik bakımdan devrim geçirmemiş, eve i§ alan ya da ta§eronluk yapan gerekli ölçeğin altında kalmı§ büyük bir ucuz emek kitlesiyle ku§atılmak taydı. Belçika'da (1846) bir yünlü, ketenli ve pamuklu i§letmesinde çalı §an ortalama işçi sayısı 30, 35 ve 43; İsveç'te (1838), tekstil 'fabrikası' başına ortalama sadece 6-7 idi. ı 3 Öte yandan endüstrinin bazı yerlerde İngiltere'dekinden daha fazla yoğunla§tığını gösteren i§aretler vardır; öyle ki kimi zaman tarımsal bir çevrenin ortasında bir ada durumunda olan, öncülerinin deneyimlerinden yararlanan, daha geli§mi§ teknolojiye dayanan ve genellikle hükümetlerden büyük planlı destekler gören bu bölgelerde endüstrinin gelişmekaydetmesi beklenir. Bohemya'da (1841) bütün pamuk hükme makinelerinin dörtte üçü, her birinde 100 ݧÇi çalı§an imalathanelerde; bunların yakla§ık yarısı da, her birinde 200'ü a§kın ݧÇi çall§tınlan on be§ imalathanede kullanılmaktaydı. ı4 · (Öte yandan 1850'lere kadar neredeyse bütün dokuma i§lemi, el tezgahlannda yapılmaktaydı.) Yeni yeni öne çıkmakta olan ağır endüstrilerdeyse durumun böyle olması çok daha doğaldı: 2000 ki§i çalı§tiran Seraing'deki Cockerill fabrikalan gibi endüstri devlerini saymazsak, ortalama bir Belçika dökümhanesinde (1838) 80 i§çi, ortalama bir Belçika kömür madeninde (1846) 150 kadar i§çi çalı§maktaydı. ıs Demek ki, endüstrinin manzarası, adalada bezenmi§ bir dizi gölü andırmaktaydı. Eğer ülkeyi bir göl gibi dü§ünürsek, bu adalar endüstri kentlerini, (Almanya ve Bohemya dağlarında pek bildik bir görüntü olu§turan imalatçı köyler ağı gibi) kırsal yapılan ya da endüstri bölgelerini (Fransa' da Mulhouse, Lille ya da Rouen; Prusya'da -Frederick Engels'in pamuk ustası dindar ailesinin bulunduğu- Elberfeld-Barmen ya da Krefeld; güney Belçika ya da Sakson ya) temsil etmekteydi. Bağımsız zanaatkarların, kı§ mevsiminde satmak üzere mal üreten köylülerin ve evde siparişle çall§an işçilerin olu§turduğu geni§ kitleyi göl olarak kabul edersek, adalar, çe§itli büyüklükteki imalathaneleri, fabrikaları, madenieri ve dökümhaneleri temsil etmektedir. Bu manzara içinde su, hala büyük bir
192 DEVRiM ÇAGI
yer i§gal etmektedir; ya da -bu benzetmeyi gerçekliğe biraz daha uydurursak- endüstri ve ticaret merkezlerinin etrafını, küçük ölçekli ya da bağımsız üretim yapan insanların olu§turduğu sazlıklar çevirmi§tir. Yine bunların yanında, daha önceleri feodalizmin uzantıları olarak kurulmu§ ev ve diğer endüstriler de vardı ve bunların ç9ğu -örneğin Silezya'daki keten üretimi gibi- hızla ve trajik bir biçimde yok oldular. 16 Tüketim, ula§ım gereksinimlerini ve genel hizmetleri kaf§ılamak üzere emekçilerden ve zanaatkarlardan olu§an muazzam bir nüfusu barındırınakla birlikte, büyük kentler çok fazla endüstrile§IDi§ değildi. Lyon dı§ında, dünyada lOO.OOO'in üzerirıde nüfusa sahip kentler arasında yalnızca İngiliz ve Amerikan kentlerirıde endüstri merkezleri bulunmaktaydı: Örneğin 1841 'de Milana'da sadece iki küçük buharlı makirıe vardı. Gerçekten de -kıta Avrupası'nda olduğu kadar İngiltere'de de- tipik bir endüstri merkezi, küçük ya da orta ölçekli bir ta§ra kasabası ya da köylerden olu§an bir topluluktu. Bununla birlikte, bir önemli açıdan kıtadaki -belli ölçülerde de Amerika' daki- endüstrile§me, İngiltere' dekirıden farklıydı. Endüstrirıirı özel giri§im eliyle kendiliğirıden geli§mesinin ön ko§ulları elveri§ li olmaktan çok uzaktı. Gördüğümüz gibi İngiltere'de, iki yüzyıl süren yava§ bir hazırlık evresinden sonra, hiçbir üretim faktöründe gerçek bir darlık söz konusu olmadığı gibi, kapitalizmirı tam anlamıyla geli§mesi önünde gerçek anlamda sakatlayıcı bir kurumsal engel de bulunmuyordu. Ba§ka yerlerde durum böyle değildi. Örneğin Almanya'da bariz bir sermaye eksikliği vardı; Al- man orta sınıfları arasında varolan (Biedermayer'irı büyüleyici sadelikteki iç dekorasyon u tarzında da olsa, güzel bir biçimde dönü§türülmü§) mütevazı ya§am standardı, bunun bir kanıtıdır. Weimar'daki evi, İngiliz Clapham mezhebinin mütevazı bankerlerinin rahatlık standardını a§an -ama çok da a§mayan- Goethe'nin, o günün Alman ölçüleri bakımından gerçekten çok zengin bir adam olduğu çoğu zaman unutulmaktadır. 1820'lerde Berlin'deki saray hanımları, hatta prensesler, bütün yıl boyunca basit pamuklu elbiseler giyerlerdi; kazara ipekli bir elbiseleri olursa bunları özel durumlar için saklarlardıY Ustaların, zanaatkarların ve çırakların gelenekselionca sistemi, hala kapitalist i§ ya§ am ının, vasıflı emeğin har eketinin ve aslında bütün ekonomik deği§menin yolunda durmaktaydı: Gerçi üyesi olduklan loncalar kaldırılmamı§, hatta dönemin yerel kanunları tarafından güçlendirilmi§ti, ama 1811'de Prusya'da bir zanaatkarın bir loncaya üye olma yükümlülüğü kaldırıldı. Ba§ka yerlerde Gewerbefreiheit'in {ticaret serbestisinin] ülkeye tam giri§i için 1850'leri beklemek gerekti.
ENDÜSTRi DÜNYASINA DOGRU
193
Her biri kendi denetim aygıtlarına ve yerle§ik çıkariara sahip olan küçük devlet, hala ussal geli§meye köstek olmaktaydı. Prusya'nın kendi çıkarları doğrultusunda ve 1818 ile 1834 arasındaki stratejik konumunun baskısıyla gerçekle§tirdiği (Avusturya'yı dı§arıda bırakan) genel bir gümrük birliğini sağlamak bile ba§lı ba§ına bir zaferdi. İster merkantilist ister korumacı olsun her bir hükümet, en basit konularda bile toplumsal istikrarın yaranna olmakla birlikte özel giri§imi sıkan, adeta sağnak halinde düzenlemeler ve idari denetimler yağdırdı. Prusya devleti, el üretiminin kalitesini ve el ürünlerinin fiyatlarını, Silezya'nın keten dokuma ev endüstrisinin faaliyetlerini ve Ren'in sağ kıyısındakimaden sahiplerinin i§lerini denetimine aldı. Kömür madeni açmak için hükümetin izni gerektiği gibi, ݧe ba§landıktan sonra da bu izin geri alınabilmekteydi. Açıktır ki (yığınla ba§ka devlette de benzerleri bulunabilecek) bu ko§ullar altında, endüstriyel geli§menin İngiltere'den oldukça farklı bir yol izlemesi gerekti. Örneğin kıtanın her yanında hükümetler, sadece bunu yapageldikleri için değil, yapmak zorunda olduklarından endüstrinin geli§mesi ݧini büyük oranda kendi ellerine aldılar. Birle§ik Hollanda Krallığı'nın kralı I. William, 1822'de, yüzde 40 kadar hissesi krala ait, yüzde 5 hissesi de ba§kalarına dağıtılan devlet toprağının sahibi olan Socieri Generale pour favoriser l'Industrie Nationale des Pays Bas'ı kurdu. Prusya devleti, ülkenin madenierinin büyük bir kısmını i§letmeye devam etti. İstisnasız bütün yeni demiryolu sistemi, hükümetlerce planiandı ve fiilen onlar tarafından in§a edilmediyse de, son derece elveri§li ayrıcalıklar ve yatırım garantileri tanınarak yapımiarı hükümetler tarafından te§vik edildi. Gerçekten de o güne dek İngiltere, demiryolu sistemi tamamıyla riski üstlenen ve kar elde eden; yatırımcılara ve giri§imcilere sağlanan bonolar ve garantiler biçiminde hiçbir te§vik görmeyen özel giri§imciler tarafindan gerçekle§ tirilen tek ülkedir. Demiryolu ağını ilk ve en iyi §ekilde planlayan ülke Belçika idi; bu yeni kurulmu§ bağımsız ülkeyi, Hollanda'ya dayanan (esasen su yoluyla sağlanan) ula§ım sisteminden kurtarmak için otuzların ba§lannda tasarlanmı§tı. Muhafazakar büyük burjuvazinin güvenilir yatırımlarını spekülatif yatırımlarla deği§tirmekteki gönülsüzlüğüyle siyasal güçlükler, Ticaret Odası'nın 1833'te kurulmasına karar verdiği Fransız demiryolu ağının in§aasını geciktirdi; yine devletin 1842'de kurulmasına karar verdiği ve planlarını Prusyalılann hazırladığı Avusturya demiryolu §ebekesi de kaynak yokluğu yüzünden ertelendi. Benzer nedenlerle kıtadaki kapitalist giri§im, ݧ ya§amıyla, ticaretle ve bankacılıkla ilgili yeterince modemle§tirilmi§ yasalara ve mali aygıtlara İngilizlerden çok daha fazla bağımlıydı. AslındaFransız Devrimi her ikisini yığınla
194 DEVRiM ÇAGJ
de sağlamı§tı: Yasal olarak sözle§me özgürlüğünü garanti eden, paliçeleri ve diğer ticari kağıtlan tanıyan ve (İngiltere ve İskandinavya dı§ında bütün Avrupa'da benimsenen societe anonyme ve commandite gibi) anonim §irketlerle ilgili düzenlemeler getiren Napoleon yasaları, bu bakımdan bütün dünya için bir model haline geldi. Ayrıca devrimci genç Saint Simonculann, Pereire karde§lerin yaratıcı beyinlerinden çıkan endüstrinin mali gereksinimlerini kar§ılamaya dönükaraçlar da diğer ülkeler tarafından memnuniyetle kabul gördüler. Onların büyük ba§arılanna tanık olmak için, 1850'lerin ekonomik patlama çağını beklemek gerekti; fakat daha 1830'larda Belçikalı Societe Generale, Pereire karde§lerin tasarladığı türden bir yatırım bankacılığını ya§ama geçirdi ve (gerçi i§adamlannın büyük bir bölümü henüz onlara kulak vermiyordu ama) Hollanda'daki bankerler de Saint-Simoncu fikirleri.benimsediler. Özünde bu fikirler, kendiliğinden endüstrinin geli§mesine gitmeyebilecek ve sahipleri tarafından nereye yatırılacağı tam olarak bilinmeyen ülke içindeki çe§itli sermaye kaynaklarını, bankalar ve yatırım tröstleri tarafından yönlendirmeyi amaçlamaktaydı. 1850'den sonra bu durum, banker olduğu kadar yatırımcı olarak da hareket eden ve böylelikle endüstriye egemen olan ve sermayenin ilk yoğunla§masını kolayla§tıran büyük bankaların kıtaya (özellikle Almanya'ya) özgü bir niteliği haline geldi.
III Ne var ki, bu dönemdeki ekonomik geli§me, muazzam bir paradoks ta§ı maktadır: Fransa. Kağıt üzerinde hiçbir ülke Fransa'dan daha hızlı ilerleyemezdi. Daha önce de gördüğümüz gibi, Fransa kapitalist geli§meye son derece uygun kurumlara sahipti. Giri§imcilerinin yaratıcılığının ve bulu§çuluğunun Avrupa'da bir benzeri yoktu. All§veri§ mağazalannı, reklamcılığı ilk bulan ya da geli§tiren ve bilimin üstünlüğünü kabul eden; Nicephore Niepce ve Daguerre ile fotoğraf, Leblanc'la soda i§lemi, Berthollet'le klorla ağartma sistemi, elektro kaplama, galvanizleme gibi her tür teknik yeniliği ve ba§arıyı gerçekle§tiren Fransızlar oldu. Fransız bankerler, dünyanın en yaratıcı bankerleriydi. Ülke, teknik uzmanlık yardımıyla kıtanın her yanına, hatta 1850'den sonra London General Omnibus Company gibi yollarla İngiltere'ye bile ihraç ettiği büyük miktarda sermaye rezervine sahipti. 1847'de yakla§ık 2 milyar 250 milyon frank ülke dl§ına gönderildi18 ve bu rakam sadece İngiltere'ninkinden azdı, diğer herülkeden fersah fersah daha fazlaydı. Paris, uluslararası mali sermayenin Londra'nın yalnızca biraz gerisinden gelen bir merkeziydi; hatta 184 7'de olduğu
ENDÜSTRi DÜNYASINA DOGRU
195
gibi bunalım dönemlerinde Londra'dan bile güçlü olduğunu kanıtlamı§tı. Fransız giri§imciliği 1840'larda -Floransa'da, Venedik'te, Padua'da, Verona'da- Avrupa'nın gaz §irketlerini kurmu§ ve İspanya, Cezayir, Kahire ve İskenderiye'de kurmak üzere anla§malar yapmı§tı. Fransız giri§imciliği (Almanya ve İskandinavya'dakiler dı§ında) Avrupa kıtasının neredeyse bütün demiryollarını finanse etmekteydi. Oysa gerçekte Fransa'nın ekonomik geli§mesi, temelde diğer ülkelerinkinden belirgin ölçüde yava§ seyrediyordu. Nüfusu yava§ arttı; büyük sıçramalar göstermedi. Fransa'nın kentleri (Paris dı§ında) çok gösteri§siz bir biçimde geni§ledi; hatta 1830 ba§larında içlerinden bazıları adeta büzüldü. 1840'ların sonlarında Fransa'nın endüstriyel gücü, ku§kusuz kıta Avrupası'nın diğer bütün ülkelerinkinden daha büyüktü -kıtanın tümünün sahip olduğu kadar bir buhar gücüne tek ba§ına sahipti-, ancak İngiltere kar§ısında görece olarak zemin kaybetmi§ti, Almanya kar§ısın daysa kaybetmek üzereydi. Fransa, gerçekten de üstünlüklerine ve ilk harekete geçen ülke olmasına rağmen hiçbir zaman İngiltere, Almanya ve ABD'ye benzer büyük bir endüstri devleti haline gelemedi. Bu paradoks u!). açıklaması, önceden gördüğümüz gibi (80-8 1. sayfalara bakınız), Kurucu Meclis'in kazandırdıklarının çoğunu Robespierre eliyle yitiren, bizzat Fransız Devrimi idi. Fransa ekonomisinin kapitalist bölümü, köylülüğün ve küçük burjuvazinin olu§turduğu hareketsiz temel üzerine dikilmi§ bi~ üstyapıydı. Topraksız özgür tarım i§çileri, azar azar kentlere geliyorlardı; ba§ka yerlerde ilerici sanayicileri zengin eden standarda§· mı§ ucuz ma:llar, yeterince büyük ve geni§leyen bir pazardan yoksundu. Çok büyük bir sermaye birikimi sağlandı, ama bunların ev endüstrisine ya tınlması için bir neden yoktu:ı 9 Akıllı Fransız giri§imciler, kitlesel tüketim için değil, lüks mallar imal ettiler; akıllı bankerler de ülke içindeki değil, dı§ardaki endüstrileri kalkındırdılar. Özel giri§imle ekonomik büyüme, ancak bu ikincisi birincisine diğer i§ biçimlerinden daha yüksek karlar sunduğunda birlikte yürür. Gerçi bu özellik Fransa sayesinde ba§ka ülkelerin ekonomik büyümesini te§vik etti, ama Fransa'da böyle olmadı. Fransa'nın tam ters ucunda ABD bulunmaktaydı. Bu ülke, sermaye sıkıntısı çekmekle birlikte, her miktarda sermaye ithal etmeye hazırdı; İngiltere de ihraç etmeye hazırdı. ABD, vahim bir insan gücü sıkıntısı içindeydi; oysa İngiliz Adaları ve Almanya, kırkların ortasında patlak veren büyük açlıktan sonra milyonlara varan fazla nüfusunu ihraç ediyordu. ABD'de teknik beceriye sahip yeterli sayıda insan yoktu, ama o da -Lancashire pamuk i§çileri, Galli madencilerve demirciler-, dünyanın çoktandır endüstrile§mݧ bölgelerinden ithal edilebilirdi ve Amerikalılara
196 DEVRiM ÇAGI
özgü, emekten tasarruf sağlayan ve hepsinden öte çalı§mayı basitle§tiren makineler icat etme ustalığı zaten çoktan yerle§mi§ti. ABD, sadece uçsuz bucaksız topraklarını ve kaynaklarını kullanıma açmak için gereken ula§lffi ve donanımdan yoksundu. Her ne kadar Amerikalı göçmenler, hükümetler, misyonerler ve tacirler, çoktandır Pasifik' e kadar karadan yayılmı§ ya da -dünyanın en dinamik ve ikinci büyük ticaret filosunun desteğinde ticaretlerini Zanzibar'dan Hawaii'ye kadar okyanusun kar§ısına ta§ımı§ olsalar da, salt ekonominin içsel geni§lemesi bile, ekonomisini neredeyse sınırsız ölçüde büyütmeye yeterliydi. Pasifik ve Karayibler ise uzun zamandır Amerikan imparatorluğunun seçilmi§ alanlarını olu§ turmaktaydı. Bu yeni cumhuriyetin her kurumu, sermaye birikimini, yaratıcılığı ve özel giri§hni Çesaretlendirmekteydi. Sahil kentlerine ve yeni i§gal edilmi§ iç bölgelerdeki eyaletlere yerle§mi§ devasa yeninüfus, standartla§mı§ ki§isel, eve ait ve çiftlik mallarıyla ekipmanlar talep etmekteydi ve ideal türde§likte bir pazar olu§turmaktaydı. Yeniliği ve giri§imi büyük ödüller bekliyordu: Buharlı geminin ( 1807-13), bayağı kontranın (1807), vida yolu açma makinesinin (1809), takma di§in (1822), yalıtılmı§ telirı (1827-3 1), toplu tabancanın (1835), daktilo ve diki§ makinesi fikrinin (1843-6), rotatifin (1846) ve çiftlik makinelerinirı birçok parçasının mucitleri, bu ödüllerin pe§inde ko§mU§ irısanlardı. Gerçek ba§ döndürücü hızına 1860'tan sonra ula§acak olsa da, bu dönemde hiçbir ekonomi Amerika gibi hızlı geni§lemedi. ABD'nin, çok geçmeden ula§acağı dünya çapında bir ekonomik güç olma konumuna yükselmesinin önünde sadece bir tek büyük engel vardı: Endüstri ve çiftlik ülkesi olan kuzey ile yan sömürge durumundaki güney arasındaki çatl§ma. Çünkü Kuzey, Avrupa -özellikle İngiliz- sermayesinin, emeğinin ve becerisinin ;,_imetlerinden yararlanırken, (bu kaynakların pek azını ithal edebilmi§) Güney, İngiltere'ye tipik bir biçimde bağımlı bir ekonomiydi. Güneyin, tam da Lancashire'ın hızla büyümekte olan fabrikalarına ihtiyaç duyduğu neredeyse bütün pamuğu sağlamahaki ba§ansı, Avustralya'nın yünlüde Arjantin'in ette geli§tirmekte olduğuna benzer bir bağımlı yapıyı kalıcıla§tırdı. Güney, İngiltere 'ye pamuk satmasına ve kar§ılığında ucuz İngiliz malları almasına olanak veren serbest ticaretten yanaydı; Kuzeyse, neredeyse en ba§ından (1816) berisanayicisini yabancılara, örneğin İngilizlere kar§ı mümkün olduğunca koruyordu; dolayısıyla istediği satı§ı yapamıyordu. Kuzey ve Güney, batıdaki topraklar için çeki§me halindeydi; biri, köle plan tasyonlan ve kendine yeterli geri dağ kOndulan kurmaktan, öteki mekanik biçerdöverler getirmekten ve mezbahalar kurmaktan yanaydı; ve kıtayı bir ba§tan bir ba§a geçen demiryolu çağına kadar Middle West'in ba§lıca çıkı§ kapısını olu§turduğu
ENDÜSTRi DÜNYASINADOGRU 197
Mississipi deltasını kontrol eden Güney, ekonomik kartları elinde tutuyordu. Amerikan ekonomisinin geleceği, Kuzeyin kapitalizmi eliyle ve onun denetiminde Amerika'nın birle§mesine yol açan 1861-5 İç Sava§ı'na kadar açıklık kazanmadı. · İleri görü§lü gözlemcilerin, devasa nüfusu, büyüklüğü ve kaynaklarıyla er geç layık olduğu yere geleceğini çoktandır farketmi§ olmalarına kar§ın, dünya ekonomisinin gelecekteki bir ba§ka devi olan Rusya, henüz ekonomik bakımdan ihmal edilebilir bir ülke konumundaydı. Onsekizinci yüzyıl çarlarının kurduğu, i§verenleri toprak lordları ve feodal tüccarlar, çalı~ §anları sertler olan madenler ve imalathaneler yava§ yava§ çökmekteydi. Yeni endüstrilerse -evde yapılan, küçük ölçekli tekstil i§leri-, ancak 1860'larda gerçekten dikkate değer bir geni§leme göstermeye ba§ladı. Hatta Ukrayna'nın verimli kara toprak ku§ağından batıya pamuk ihracı bile, ancak ılımlı bir geli§me gösterebildi. Rus Polonyası daha çok geli§me kaydetmekteydi; fakat kuzeyde İskandinavya' dan güneyde Balkan yanmadasına dek Doğu Avrupa'nın geri kalanında büyük ekonomik dönü§üm çağı henüz ba§lamı§ değildi. Yine Katalanya ve Bask ülkesi gibi bir iki yer dı§ında, Gün(!y İtalya ve İspanya'da da durum aynıydı. Hatta ekonomik deği§menin çok daha büyük boyutlarda ya§andığı Kuzey İtalya'da bile bu dönü§üm, imalat alanından çok (her zaman bu bölgede sermaye yatırımları ve kapitalist giri§im için en büyük çıkı§ yeri olan) tarım, ticaret ve ta§ımacılıkta çok daha belirgindi. Fakat o sıralarda hala tek endüstriyel güç kaynağını olu§turan kömürdeki kronik darlık, bütün Güney Avrupa'da bütün bu geli§meleri zora sokmaktaydı. Demek ki dünyanın bir bölümü endüstriyel güç olma yönünde ilerlerken, diğer bölümü geri kaldı. Fakat bu iki görüngü birbiriyle ili§kisiz değildi. Ekonomik durgunluk, atalet, hatta gerileme, ekonomik ilerlemenin ürünüydü. Çünkü görece geri kalmı§ ekonomiler, yeni zenginlik, endüstri ve ticaret merkezlerinin gücüne -ya da bazı durumlarda çekiciliğine kar§ı nasıl direnebilirlerdi? İngilizlerle Avrupa'nın diğer bazı bölgeleri, fiyat kırarak bütün rakiplerini ekarte edebiliyorlardı. Dünyanın atölyesi olmak, onlara uygun dü§mekteydi. İngiliz (ya da diğer Batı Avrupalı) mamul ürünleriyle, re~abet konusu olmayan malları deği§tiren daha az geli§mi§ ülkelerin yiyecek ve belkimaden cevheri üretmek zorunda kalmalarından daha doğal bir §ey olamazdı. "Güne§" diyordu Richard Cobden İtalyanlara, "sizin kömürünüzdür. ıııo Yerel iktidarın, büyük toprak lordları nın, hatta ilerici çiftçilerin ya da çiftlik sahiplerinin elinde olduğu yerlerde, bu deği§im §ekli her iki tarafa da uymaktaydı. Küba' daki plantasyon sahipleri, paralarını §ekerden kazanmaktan ve yabancıların §eker satın almasını
198 DEVRiM ÇAGI
mümkün kılan yabancı ürünler ithal etmekten son derece memnundular. Yerel imalatçıların seslerini duyurabildikleri ya da yerel yönetimlerin dengeli bir ekonomik geli§menin avantajlarını ya da sadece bağımlılığın dezavantajlarını takdir edebildikleri yerlerde, bu düzen çok da güllük gülistanlık değildi. Her zaman olduğu gibi felsefi soyutlamanın cana yakın kılığıylakar§ımıza çıkan Alman iktisatçı Fecierick List, İngiltere'yi ba§lıca ya da tek endüstri gücü haline getiren uluslararası bir ekonomiyi reddederek korumacılıktan yana tavır aldı; daha önce gördüğümüz gibi -i§in felsefi tarafını çıkartırsak- Amerikalılar da aynı biçimde davrandılar. Bütün bunlar, dünyanın küçük bir bölgesirıdeki öncü niteliğincieki endüstrile§menin ona biçeceği rolü kabul ya da reddedebilecek kadar siyasal bakımdan bağımsız ve güçlü bir ekonomiyi varsaymaktaydı. Sömürgelerde olduğu gibi, ekonominin bağımsız olmadığı yerlerde böyle bir seçim olanağı yoktu. Gördüğümüz gibi, Hindistan, endüstrisizle§tirilme süreci içinde bulunmaktaydı. Mısır, bu sürecin daha da canlı örneğini sunmaktaydı. Çünkü orada yerel yönetici Mehmed Ali, sistemli biçimde ülkesini modern bir ülke haline, yani diğer §eylerin yanı sıra endüstriyel bir ekonomi haline getirmeye çalı§ıyordu. Sadece (182l'den itibaren) dünya pazarı için pamuk üretimini cesaretlendirmekle kalmayıp 1838'de, yakla§ık kırk bin i§çinin çalı§tığı endüstriye 12 milyon sterlin gibi azırnsan mayacak bir miktarda sermaye de yatırdı. Eğer Mısır kendi ba§ına bırakılsay dı, ne olurdu bilemeyiz. Çünkü olan §Uydu: 1838 tarihli İngiliz-TürkAnla§ması, yabancı tüccarlan bu ülkeye soktu ve böylelikle Mehmed Ali'nin dı§ ticaret üzerinde ohı§turduğu tekelin temelleri oyuldu; ve 1839-41 'de Mısır'ın Batıya yenilmesi, Mehmed Ali'yi ordusunu küçültmek zorunda bıraktı, böylelikle Mehmed Ali'yi endüstrile§meye iten güdünün büyük bölümü de ortadan kalktı. 2 ı Bu olay, ondokuzuncu yüzyılda batının sava§ gemilerinin bir ülkeyi ticarete, yani dünyanm endüstrile§mi§ bölümünün üstün rekabetine 'açması'nın ne ilk ne de son örneğiydi. Yüzyılın sonunda İngilizlerin himaye rejimi dönemindeki Mısır'a bakan biri, bu ülkenin, elli yıl önce -ve Richard Cobden'i tiksindirecek biçimde*- ekonomik geri kalmı§lıktan modern bir çıkı§ yolu arayan ilk beyaz olmayan devlet olduğuna irıanmakta zorluk çekecektir. Çifte devrim çağının bütün ekonomik sonuçlan arasmda en derin ve en kalıcı sonuca sahip olan, 'geli§mi§' ve 'az geli§mi§' ülkeler arasındaki bu bölünme oldu. Kabaca bir ifadeyle, 1848'de hangi ülkelerin birinci • "Bütün bu viranelik, bize satılması gereken en iyi ham pamukla el ele gidiyor ... Burada hiç de bir zarar söz konusu değil, çünkü tam da bu imalathandere sokulan kimseler topraktan kopanlmı§lardır." Morley, Life of Cobden, 3. Bölüm,
ENDÜSTRi DÜNYASINA DOGRU
199
gruba üye oldukları belli olmu§tu: (İberik Yarımadası dı§ında) Batı Avrupa, Almanya, Kuzey İtalya ve Orta Avrupa'nın bazı bölümleri, İskandinav ya, ABD ve belki bir de İngilizce konu§an göçmenlerin yerle§tiği sömürgeler. Fakat aynı ölçüde, ufak tefek bazı kısımlar dı§ında, dünyanın öteki bölümlerinin geri kaldığı ya da -batının ihracat ve ithalatının gayrı resmi baskısı ya da batılı sava§ gemilerinin ve askeri seferlerinin askeri baskısı altında- batının ekonomik bağımlılarına dönü§tüğü de açıktı. 1930'larda Rusların, 'geri' ve 'ileri' arasındaki bu uçurumu a§acak araçlar geh§tirmesine kadar, dünya sakinlerinin azınlığı ile çoğunluğu arasında varolan bu bölünme, kaldınlamaz, geçilemez ve büyümeye devam eden bir uçurum olarak kaldı. Yirminci yüzyıl tarihini bundan daha kesin bir biçimde belirlemi§ bir ba§ka olgu daha yoktur.
lO Yeteneklilere Yükselme
Olanağı
Bir gün, bu orta sınıf mensubu beylerden biriyle Manchester'da yürnyordum. Kendisine, şu yüzkarası sağlıksız teneke mahallelerden söz edip, dikkatini kentin fabrika işçilerinin yaşadığı bu bölümünün iğrenç durumuna çektim. Hayatımda böylesine berbat kurulmuş bir kent görmediğimi
belirttim. Sabırla dinledi ve sokağın köşesinde aynlmak üzereyken, ''gelin görnn ki paranın büyük bölümü burada kazanılıyor. Size iyi sabahlar efendim!" dedi. F. Engels, İngiltere'de İşçi Sınıfı'nın Durumu1
I:lıabitude prevalut parmi les nouveaux financiers de faire pubier dans es journaux le menu des diners et es noms des convives. •
M. Capet1gue 2
I Bir devrimin hangi resmi kurumlan yıktığı ya da hangilerini kurduğu kolaylıkla ayırdedilebilir; fakat bu kurumlar devrimin sonuçlannın ölçüsü değildir. Fransa'da devrimin ba§lıca sonucu, aristokrat topluma son vermek olm u§ tur; ama ünvanlar ve ba§ka gözle görülür dı§layıcılık alametleriyle ayırtedilen ve genellikle h~ndine bu tür hiyerar§ilerin ilk örneği olan 'kan soyluluğu'nu model olarak alan toplumsal statü hiyerar§isi anlamında bir 'aristokrasi'ye değiL Bireylerin, ki§isel yetenekleriyle yükselmeleri üzerine kurulmu§ toplumlarda, bu tür gözle görülür ve yerle§ik ba§arı i§aretleri ho§ kar§ılanır. Napoleon bile, 1815'ten sonra varlıklarını sürdürebilmi§ eski aristokratlada birle§en resmi bir soyluluk türü yarattı. Kaldı ki aristokrat toplumun sona ermesi, aristokratik nüfuzun sona ermesi anlamına gelmemektedir. Yükselen sınıfların, kendi servet ve güç sembollerini, eski üstün grupların yerle§ tirdikleri rahatlık, lüks ya da §atafat ölçütleriyle görmek istemeleri doğaldır. Yeni zenginle§en Cheshire kuma§• "Yeni bankerler
arasında
yayımiatma ali§kanlığı aldı
yemek yürüdü."
ınönülerini
ve müdavimlerin
adlarını
gazetelerde
YETENEKLiLERE YÜKSELME Ol.ANAGI
201
çılarının hanımlan, Napoleon dönemi sava§ zenginlerinin baron unvanı na bir değer biçmeleriyle ya da burjuva salonlarının "kadifeler, altınlar, aynalar, XV. Louis iskemle ve diğer mobilyaların kötü taklitleriyle" dolup ta§masıyla "aristokrat ruhundan yoksun biçimde İngiliz tarzı hizmetçilere ve atlara" sahip olunmasıyla aynı nedenle, 1840'lardan sonra bu amaçla sayılan sürekli artan görgü kurallarını ve kibar ya§amı anlatan kitaplar okuyarak 'hanımefendi' oldular. Kim bilir toplumun neresinden fırlaml§, "tiyatrodaki locama geldiğimde bütün opera dürbünleri üzerime çevrilir, neredeyse krallara layık bir alkl§ alırım" 3 diyerek böbürlenen bir bankerden daha gururlu biri olabilir mi? Öte yandan, Fransa gibi saray ve aristokrasi tarafından derinlemesine biçimlendirilmi§ bir kültürün, üzerinden bu ciaıngayı atması kolay değildir. Örneğin Fransız düz yazı edebiyatının (onyedinci yüzyıl aristokrat yazariarına kadar geri götürülebilecek olan) ki§isel ili§kilerin karma§ık psikolojik çözümlemelerine olan belirgin dü§künlüğü ya da onsekizinci yüzyıla özgü cinsel birliktelikler ve saklanmaya gerek duyulmayan a§ıklar, metresler, 'parizyen' burjuva uygarlığının tamamlayıcı bir parçası haline geldi. Eskiden kralların resmi metresleri olurdu; §imdi onlara i§inde ba§arılı borsacılar da katıldı. Kibar fahi§eler, pahalı hizmetlerini, varlıklarını yollarına harcaml§ genç hovardalar kadar, hizmetlerinin kar§ılığını ödeyebilecek bankerlerlere reklamlarını yapmak üzere sundular. Aslında, Rus Devrimi'nin ondokuzuncu yüzyıl burjuvazisinin 'iyi edebiyat'a kar§ı tutumunu ve klasik baleyi ayrıksı bir sadakatle korumasından farksız nedenlerle, Fransız Devrim'i de pek çok yoldan ve biçimde Fransız kültürünün aristokratik özelliklerini ayrıksı bir saflık içersinde korudu. Onlar, geçmi§in arzulanan bir mirası olarak devrim tarafından devralındılar, sağuruldular ve böylelikle evrimin yarattığı olağan erozyona kar§ı devrim tarafından korundular. Ne var ki, 1832'de Brestli balıkçılar kolerayı me§ru kralın aziine kar§ı lık Tanrının ~ir cezası olarak görmܧ olsalar da, eski rejim ölmü§tü. Köylüler arasında biçimsel cumhuriyetçilik, J akoben baldırıçıplakların ve uzun zamandır Hıristiyanlıktan soğumu§ bölgelerin ötesine geçmekte zorlanı yordu; fakat Mayıs 1848'de yapılan ilk gerçek genel seçimde.lejitimizm de batıyla ve Fransa'nın ortasındaki daha yoksul bölgelerle sınırlı kalmı§tı. Modern ta§ra Fransası'nın siyasal coğrafyası, esas itibariyle daha o dönemde belli olmaya ba§lamı§tı. Toplumsal tabakanın daha yüksek katları açı sından Bourbon Restorasyonu, eski rejimi geri getiremedi; ya da daha doğrusu X. Charles bunu yapmaya kalktığında ala§ağı edildi. Restorasyon toplumu, sürgünden dönen düklerden çok, Balzac'ın kapitalistlerinin ve kariyeristlerinin, Stendhal'ınJulien Sorel'inin toplumuydu. Talleyrand'ın
202
DEVRiM ÇAGI
gözünde tüten 1780'lerin 'tatlı ya§amı' ile arasında jeolojik bir çağ vardı. Balzac'ın Rastignac'ı, 1780'lerln aristokrat olmayan ba§an sahibi Figaro'sundan çok 1880'lerin tipik siması Maupassant'ın Bel-Ami'sine, hatta 1940'ların Hollywood'una özgü bir sima olan Sammy Glick'e daha yakındır. Tek sözcükle, devrim sonrası Fransa toplumu [sosyetesi], yapısı ve değerleri itibariyle burjuvaydı. O, parvenunun, yani kendi kendilerini yeti§tiren insanların [sonradan görmelerin] toplumuydu; gerçi bu durum, ülkenin bu gibi insanlar tarafından yönetildiği, yani ülkenin bonapartçı ya da cumhuriyetçi olduğu dönemler dı§ında, çok açık belli olmuyordu. 1840'da Fransız asilzadelerinin yarısının eski soylu ailelere mensup olması bize çok fazla devrimci görünmeyebilir; ancak öteki yarısının 1789'da halk tabakasından gelme kimseler olması, dönemin Fransız burjuvazisine, özellikle kıta Avrupası'nın geri kalanında varolan diğer toplumsal tabaka; ları dı§layıcı nitelikteki toplumsal hiyerar§ilere özendikleri bir sırada, çok daha çarpıcı bir gerçek olarak görünmü§tür. İkinci İmparatorluğa kadar tam anlamıyla sonradan görmelerin cenneti haline gelemeyecek olsa da, "iyi Amerikalılar öldüklerinde Paris'e giderler" deyi§i, Paris'in ondokuzuncu yüzyıldaki konumunu ifade etmektedir. Londra, hatta Viyana, St Petersburg ya da Berlin bile, en azından ilk ku§ ak boyunca, paranın henüz her §eyi satın alamadığı ba§kentlerdi. Paris'te ise parayla satın alınamaya cak hemen hiçbir §ey kalmamı§tı. Yeni toplumun bu egemenliği; Fransa'ya özgü bir-durum değildi. Demokratik ABD'yi bir yana koyarsak, yeni toplum (aslında İngiltere ya da Alçak Ülkeler' dekinden daha derin olmama ka birlikte) bazı yüzeysel yönlerden Fransa'da hem daha a§ikar hem de daha resmi bir nitelik ta§ımak taydı. İngiltere'de büyük a§çılar, Wellington Dükü'ne hizmet eden (daha önce de Talleyrand'a hizmet etmi§ olan) Careme ya da Reform Klübü'nde çalı§an Alexis Soyer gibi, hala soylulara hizmet etmekteydi. Fransa'daysa Devrim sırasında i§ lerini kaybetmi§ soyluların a§çılarının açtığı halka açık pahalı lokantalar çoktandır faaliyetteydi. Dünyanın nasıl deği§tiği, klasik Fransız yemeklerini tanıtan bir kitabın kapağında yer alan §U ibareden de anla§ılabilir: "Eski subaylardan, Provence Kontu sayın ... , §imdilerde Richeliu sokağı, no. 26'da bulunan La Grande Taverna de Londres Lükantasında i§letmecidir". 4 Restorasyon döneminde icat edilen ve 1817'den sonra Brillat-Savarin'in Almanach des Gourmands'ında [Oburlar Almanağı] yer alan bir tür olan obur, ev sahibelerinin gözlerini üzerinde hissetmeden ak§am yemeklerini yemek üzere çoktandır Cafe Anglais ya da Cafe de 'Paris'e takılınaya ba§lamı§tı. İngiltere'de basın hala bir eğitim, sövgü ve siyasal baskı aracıydı. Oysa Fransa'da Emile Girardin (1836),
YETENEKLiLERE YÜKSELME Ol.ANAGI
203
reklamlardan gelir elde etmeyi ve dedikodulada, tefrika romanlada ve ba§ka numaralada okurlan çekmeyi uman siyasal ama ucuz modern bir gazete -La Presse- kurdu.* (Bu ku§hilu alanda Fransızların öncülüğü, bugün bile İngilizcedeki ]ourrıalism [gazetecilik] ve publicity [aleniyet], Almancadaki Reklame ve Annonce gibi sözcüklerin kullanılmasından bellidir.) Ba:lzac'ın övgüyle anlattığı** moda, mağazalar, vitrinler, 1820'lerin ürünü Fransız bulu§lanydı. Aristokrat İngiltere'de toplumsal statüsü baksörlerin ve jokeylerin statüsüne benzediğini sürdürdüğü bir dönemde, Fransız Devrimi yeteneğe açık bir kariyer alanı olan tiyatroyu 'iyi toplum'a kazandırdı: Adını, banliyöyü moda haline getiren bir bankerden alan Maisons-Lafitte'de, Lablache, Talma: ve ba§ka tiyatro adamları, muhte§em Prince de la Moskowa sarayının çatısı altında toplandılar. Endüstri Devrimi'nin, burjuva toplum yapısı üzerindeki etkisi, yüzeysel olarak bakıldığında çok çarpıcı olmamakla birlikte, aslında çok derindi. Çünkü, en tepede bir miktar asimilasyonun d1§ında emilmek için çok büyük olan, sadece kendi belirlediği ko§ullarda sağurulmak isteyecek kadar kendine güvenen ve dinamik, resmi toplumla birarada varolan yeni bir burjuva bloğu yarattı. 1820'de bu büyük, katı i§adamlan ordusu, hala reformdan geçmemi§ Parlamento'ya İngiliz soylularının ve yakınlan nın egemen olduğu Westminster'da ya da Harriete Wilson gibi asla püriten olmayan (hatta küçük göğüslü görünmeyi reddedecek kadar gayrı püriten) soylu bayanların, çevrelerinde ordudan, diplomasiden ve demir gibi katı ve burjuva olmayan Wellington Dükü'nün kendisi dahil asilzade takımından §ık hayranları bulunduğu halde faytonlannı sürdükleri Hyde Park'ta henüz görülmüyordu. Onsekizinci yüzyılın tüccarları, barıkerleri, hatta sanayicileri, resmi toplum içinde eriyecek kadar azdılar; gerçekten de, oğlu ba§bakanlık eğitimi gören ya§lı Sir Robert Peel'in ba§ını çektiği pamuk milyonerlerinin ilk ku§ağı, ılımlı da olsalar sıkı birer Tory idiler. Ancak endüstrile§menin demir sabanı, Kuzeyin yağmur bulutlarının yardımıyla sert yüzlü i§adamlarının sayısını artırdı. Manchester artık Londra ile uzla§maya yana§mıyordu. "Manchester'ın bugün dü§ündüğünü Londra yarın dü§ünecek" sava§ çığlığı altında, ba§kente kendi ko§ulh;ırını dayatmaya hazırlanıyordu. • 1835'te Journal des Debats
(yakla§ık
10.000 satl§t
vardı)
reklamdan
yılda
20.000 frank
kazanıyordu. 1838'de LaPresse'nin dördüncü sayfası, yıllık 150.000, 1845'teyse 300.000 franka kiralanmaktaydı. 5
•• "Le grand poeme de 1' etalage clıante ses strophes de co u leur depu is la Maddeine jusque alaPone Saint-Denis." ["Madeleine'den Pone Saint--denis'ye kadar §Ür yazar gibi düzenlenen . vitrinierde rengarenk dizeler okuruz. "]
204
DEVRiM ÇAGI
Bu ta§ralı yeni insanlar heybetli bir ordu oluşturmaktaydı; dahası üst ve alt tabakalar arasındaki uçurumu kapatan bir 'orta tabaka' olmaktan çok, giderek kendilerinin bir sımf olduğu bilincine vardılar ('Orta sınıf' terimi ilk kez 1812 civarında ortaya çıkmı§tır). Daha 1834'te John Stuart Mill, toplum yorumcularının, "toplumun bu üç sınıfa ayrılmasını sanki Tanrının emirlerinden biriymi§ gibi dü§ünmeye ba§layıncaya kadar, toprak lordları, kapitalistler ve emekçilerin ebedi döngüsü içinde dönüp d urmaların" dan şikayet edebilmekteydi. 6 Ayrıca onlar sadece bir sınıf değil, öncelikle (pe§lerinden gelmeleri gerektiğine inandıkları*) 'Çalışan yoksullar'la birlikte, aristokrat topluma, ileride de gerek proletaryaya gerekse toprak lordlarına kar§ı, en fazla sınıfbilincine sahip Tahıl Yasasına Kar§ı Birlik yapısı içersinde biraraya gelmi§ sava§çı bir sınıftılar. Bunlar, kendi kendilerini yeti§tirmi§ ya da en azından doğumlarına, ailelerine ya da resmi yüksek eğitime pek az §ey borçlu olan, mütevazı kökenlere sahip insaniardı (Dickens'ın Hard Times'ındaki Mr Bounderby gibi, böyle bir gerçeği söylemekten de çekinmeyen kimselerdi). Zengindiler ve yıldan yıla daha da zenginle§iyorlardı. Her §eyden önce yırtıcı ve dinamik bir öz güvenle doluydular; meslek ya§amlarının, yeryüzünü onlara bir tepside sunmak üzere ilahi takdirin, bilimin ve tarihin biraraya geldiğini gösterdiğini dü§ünüyorlardı.
Kapitalizme övgüler düzen kendi kendini yeti§tirmi§ gazeteciler-ya-Leeds Mercury'den Edward Baines (1774-1848), Manchester Guardian'dan John Edward Taylor (1 791-1844), Manchester Times'tan Archibald Prentice (1792-1857), SamuelSmiles (1812-1904)-tarafından birkaç basit dogmatik önermeye tahvil edilmi§ olan 'ekonomi politik', onlara entelektüel bir kesinlik kazandırmaktaydı. Duygulu Metodistten ziyade sert Independent, Üniteryan, Baptist ve Quaker tarzı protestan muhalefet de onlara ruhsal eminlik duygusu veriyor ve i§ e yaramaz aristokratları küçük görmelerini sağlıyordu. ݧçilerine a§ağıdaki konu§mayı yapan işvereni harekete geçiren saik, ne korku ne öfke hatta ne de merhametti: yıncılar
Doğanın Tannsı, insanın bozmaya hakkı olmayan adil ve haktanır bir yasa koymu§tur; eğer böyle bir §eye cüret ederseniz, Tannnın sizi mukabil bir cezayla cezalandıracağı her zaman için kesindir ... Aynı §ekilde efendiler, hizmetlcirlan üzerinde daha etkili bir baskı kurabilmek için güçlerini birle§tinne cüreti gösterirlerse, bu davranı§lanyla Tannnın büyüklüğüne kar§ı gelmi§ olurlar ve
• "Orta tabakanın altında olan bu insanlar sınıfının görü§leri ve kafalan, kendileriyle en biçimde temasa geçen bu akıllı ve erdemli tabaka tarafından biçimlendirilmekte ve yönlendirilmektedir": James Mill, An Essay on Govemmenı, 1823. dolaysız
YETENEKLiLERE YÜKSELME OU\NAGI
205
Tannnın gazabını üzerlerine çekerler; öte yandan hizmetkarlar da kazancın efendilerine ait payını i§verenlerinden zorla almak için güçlerini birle§tirirlerse, hakkaniyet yasasını aynı biçimde çiğnemi§ olurlar. 7
Evrende bir düzen vardı, ama bu artık geçmi§in düzeni değildi. Adı 'buhar' olan ve Malthus'un, McCulloch'un ve makine kullanan herhangi birinin ağzından konu§an tek bir Tanrı vardı. Onsekizinci yüzyılın bilinemezci aydınlarının, kendi kendini yeti§tirmi§ bilginlerinin ve onlar adına konu§an yazarların ortaya koydukları çizgiler, çoğunun bu amaçla ili§kili olmayan hiçbir konuda tasalanmayacak kadar kendilerini para kazanma i§ine kaptırdıkları gerçeğini gizlememelidir. Yetersiz eğitimlerinden dolayı ampirizmin ötesinde kalan her konuya §üpheyle yakla§an pratik insanlar olduklarından, kendi aydınlarına, hatta Richard Cobden (1804-1865) gibi özellikle ba§arılı bir i§adamı olmadıklarında bile, pratik olmayan a§ırı karma§ık ve incelikli fikirlerden uzak durdukları sürece değer verdiler. Bilimadamı Charles Babbage (17921871), bilimsel yöntemlerini bo§ yere bu insanlara önerdi. Endüstri tasarı mının, teknik eğitimin ve ula§ımın ussalla§tırılmasının öncüsü Sir Henry Cole, bu insanlara (Alman Prens Consort'un paha biçilmez yardımlarıyla) yine kendi çabalarının ve giri§imlerinin en parlak anıtı olan 1851 tarihli Büyük Sergi'yi kazandırdı. Fakat buna rağmen, karlanna doğrudan bir yararı olmadığı sürece bütün hükümet müdahalelerinden olduğu gibi nefret ettikleri bürohasiden de zevk alan burnu büyük bir i§güzar olarak kamu ya§a- _ ınından dl§landı. Demiryollarına damgasını vuran, Samuel Smiles'ın olu§turduğu mühendisler panteonunda ("pratik ve kazanç getiren sonuçlara göre bakıldığında Stephensonlar hiç ku§kusuz izlenıneye değer daha güvenilir insanlardı" gibi melun bir ifade dl§ında) kendisine yer verilmemi§ hayal gücü yüksek, ince dü§ünü§lü ve cüretkar mühendis Isambard Kingdam Brunel'den çok, tek yaptığı eski beygir ve araba ölçüsünü trenlere uygulamak olan kendi kendini yeti§tirmi§ kömür ocağı makinisri George Stephenson oldu.8 Felsefi bakımdan radikal olanları, en iyi halde, yeni ve bilimsel temele dayanan endüstrilerde çalı§acak teknisyenler yeti§tirmek üzere (bu tür yerlerin doğasına uygun dü§mediği halde i§çilerin kulak vermekten vazgeçmedikleri siyasal bakımdan yıkıcı yanll§lardan arındırılml§) bir 'Makinist Enstitüleri' ağı kurdular. 1848'e gelindiğinde, böyle bir teknolojik eğitimin (Alınanlardan ya da Fransızlardan farklı olarak) İngilizlerin i§ine yarayabilecek §eyler öğretebileceği noktasında genel bir idrak noksanlığından ötürü, bu enstitülerden pek çoğu can çeki§mekteydi. Yeni kurulan İngiliz Bilimi Geli§tirme Derneği'nin toplantılarına ko§an zeki, deneysel kafalı, hatta
206
DEVRiM ÇAGI
kültürlü imalatçılar da yok değildi; fakat bunlann, sınıflarının noımunu temsil ettiklerini varsaymak hata olur. Bu ku§ak, Trafalgar Sava§ı ile Büyük Sergi arasında yeti§ti. Kültürlü ve ussallıktan yana ta§ralı tüccarlar ve muhalif papazlardan olu§an toplumsal bir çevre ile Whig yüzyılının dü§ünsel ortamında yeti§IDi§ olan öncelleri, belki de daha az barbar kimselerdi: Şair Josiah Wedgwood (1730-1 795) bir FRS (Kraliyet Bilimler Akademisi) üyesi ve bir antika meraklısıydı; Matthew Boultan ve ortağıJames Watt ile kimyacı, devrimci Priestley'le birlikte Ay Derneği'nin üyesiydi (Oğlu Thomas fotoğraf çekiyor, bilimsel yazılar yayınlıyor ve §air Coleridge' e parasal destekte bulunuyordu). Onsekizinci yüzyıl imalatçısının, fabrikalarını George dönemi kitaplarındaki tasanınlara göre kurması doğal bir §eydi. Onların ardılları, daha kültürlü olmamakla birlikte, en azından daha savurgandılar; çünkü 1840'larda sözde baranluk malikanelerine, sözde gotik ve rönesans üsluplu belediye binalarma harcayacak ve kendi mütevazı ve yararcı ya da klasik §apellerini dikey tarzda yeniden yapacak paraları vardı. Fakat George ve Victoria dönemi arasında, Charles Dickens'ın Hard Times'ında genel hatları çizilen, haklı olarak i§çi sınıfinın olduğu kadar burjuvazinin de kasvetli çağı diye nitelenen bir dönem ortaya çıktı. İkiyüzlülüğü de otomatikman beraberinde getirecek kadar püriten ahlakı takıntı haline getirmi§, sert, kendini üstün gören, gayrı entelektüel sofu protestancılık, bu ıssız ve viran döneme egemen oldu. G. M. Young'ın dediği gibi "erdem, geni§, yenilmez bir cephede ilerledi"; ve en iyi halde üstün kimselerin merhametini hak ederi. erdemsizleri, zayıfları, günahkarları (yani ne parası olan ne de duygularını ya da mali harcamalarını denetleyebilen insanları) çiğneyerek, ait oldukları çamura gömdü. Bunda belli bir kapitalist ekonomik anlam vardı. Eğer büyük giri§imci olacaklarsa küçük giri§imcilerin kazançlarının çoğunu tekrar i§e yarırmaları gerekmi§ti. Yeni proleter kitleler, en zalimane çalı§ma disiplini altında endüstriyel çall§manın ritmine boyun eğmek zorundaydılar, aksi halde çürümeye terk edileceklerdi. Ancak bugün bile bu ku§ağın yarattığı peyzaj kar§ısında nefeslerin turulmaması olanaksızdır9 : "Coketown'da gördüğünüz her §ey çok çalı§manın ürünüdür. Onsekiz dini mezhebin üyelerinin yaptığı gibi eğer dini bir mezhebin üyeleri burada bir §apel yapmı§sa, kimi zaman (ama sadece son derece süslü örneklerinde) tepesindeki ku§ kafesi içinde bir çanı bulunan, kırmızı tuğladan bir ambar gibi yapmı§lardır ... Kentteki bütün duyurular, aynı biçimde siyah ve beyaz karakterde yazılmı§tır. Bazen cezaevi revir, revir de cezaevi; bazen belediye binası her ikisi ya da yapısındaki incelikiere ters dü§er görünen ba§ka bir §ey
YETENEKLiLERE YÜKSELME O!ANAGI
207
olabilmekteydi. Gerçek, gerçek, gerçek; kentin maddi olsun olmasın her gerçek vardı ... Doğumhaneyle mezarlık arasındaki her §ey gerçekti ve rakamlarla ifade edemeyeceğiniz ya da ucuza alınıp pahalıya satılabilir olmayan tek bir §ey gösteremezsiniz; sonsuz dünya, Amin."* yanında
Evanjeliklerin ve püritenlerin, durumu kendileri için mantıklı sözler halinde ortaya koyan onsekizinci yüzyılın bilinemezci 'felsefi dü§ünen radikalleri'yle payla§ tıkları burjuva faydacılığına bu kuru ve sıkıcı adanma, demiryollarında, köprülerde ve depolarda kendine özgü i§levsel bir güzellik ve Fabrika burçlarının tepelerinden baktığı sıra sıra ise batmı§, grili siyahlı ya da kırmızımsı küçük evlerde romantik bir deh§et yarattı. Eğer ba§ka yere gitmeye yetecek kadar para biriktirmi§lerse, buraların dı§ında, buyruklar yağdıran, ahlak eğitimi veren ve dı§arıdaki kara derili dinsizler arasındaki misyoneriere yardımda bulunan yeni burjuvazi ya§ıyordu. Burjuvazinin erkekleri, dünyayı yönetmeye hakkı olduğunu kanıtlaml§ olan paranın; kocalarının parasından, hatta ev i§i yapmanın doyumundan yoksun karılarıysa sınıflarının erdeminin ki§ile§mi§ halleriydiler: Aptal ("serı tatlı bir kız ol, akıllı olmayı ba§kalarına bırak"), eğitimsiz, beceriksiz, teorik olarak cinsiyetsiz, mülksüz ve himaye edilendiler. Onlar, tutumluluk ve kendine yetme çağının izin verdiği tek lükstüler. İngiliz imalat burjuvazisi, sınıfının en uç örneğiydi; fakat kıtada aynı tür daha küçük gruplar da vardı: Kuzey Fransa'nın tekstil bölgelerinde ya da Katalanya'da Katolik, Alsace'da Kalvinci, Ren bölgesinde Lutherci a§ın dindarlar, Orta ve Doğu Avrupa'nın her yanında Yahudiler. Nadiren İngiltere'dekiler kadar serttiler, çünkü eski kent ya§amı ve peder§ahi geleneklerinden tam anlamıyla kopmaml§lardı. Doktriner liberalizmine rağ men Leon Faucher, 1840'ların Manchester'ı kar§ısında donup kalmı§tı (Kıta Avrupası'ndan hangi gözlemci aynı duruma dü§mezdi ki? 10). Fakat kıta Avrupası'ndakiler İngilizlerle birlikte bu §a§maz zenginle§menin sağla dığı güveni payla§makta (1830-56 arasında Lille'deki Dansette ailesinin evlilik drahomaları 15.000 franktan 50.000 franka çıkml§tı 11 ); ekonomik liberalizme mutlak olarak inanmakta ve ekonomik olmayan etkinlikleri reddetmekteydiler. Lille'deki dokumacı aileler, birinci dünya sava§ına kadar askerliği küçük görmeyi sürdürdüler. Mulhouselu Dollfus ailesi, genç Frederich Engel 'i, i§adamı değil aske~ olmasına neden olacağı korkusuyla, • Kar§ıla§tırın: Leon Faucher, Manchester in 1844 (1844), s. 24-5: "Bu kent, bir bakıma gerçekle§tirmektedir. Her §ey, fayda ölçütlerine göre sonuçlarıyla ölçülmektedir; ve eğer Manchester'da GÜZEL, BÜYÜK ve SOYLU bir §eyler kök salacaksa, bu ölçü te göre geli§tirileceklerdir." Bentham'ın ütopyasını
208
DEVRiM ÇAGI
ünlü Politeknik'e gitmekten caydırmı§tı. Aristokrasi ve soyda§lan, henüz ziyadesiyle ba§tan çıkarmaya ba§lamaml§tı: Napoleon'un mare§alleri gibi onlar da [burjuvazi] henüz birer ataydılar.
'onları
II Şu
halde bu iki devrimin gerçekle§tirdiği en önemli kazanım, meslek yükselme olanağını yeteneğe ya da enerjik, zeki, çok çall§an ve hırslı insanlara açmı§ olmasıydı. Ama (belki ABD dı§ında) bütün meslek alanlarını ve merdivenin en yukansındaki basarnaklari değil. Fakat yine de fırsatlar ne kadar olağanüstüydü ve ondokuzuncu yüzyıl, geçmi§in durağan hiyerar§ik ülküsünden ne denli uzak görünüyordu! Yoksul bir genç avukatın memuriyete ba§vurusunu babasının bir ciltçi olmasından ötürü geri çeviren ve kendisinin de bu i§e girmesi gerektiğini söyleyen Hanover Krallığı'nın Kabinettsrat'ı von Schele, §imdi hem kötü hem de komik biri olarak görünüyordu. 12 Oysa onun yaptığı, kapitalizm öncesi istikrarlı toplumun kadim bilgeliğini yinelemekten·ba§ka bir §ey değildi ve 1750'de bir ciltçinin oğlu ancak babasının i§ini devam ettirebilirdi. Oysa §imdi artık böyle davranmak zorunda değildi. Önünde yıldızlara uzanan dört yol açılmı§tı: ݧ ya§amı, (devlet görevi, siyaset ve serbest meslek gibi ayrıca üç hedefe götüren) eğitim, sanat ve sava§. Devrim sırasında ve Napoleon döneminde Fransa'da oldukça önemli olan bu sonuncusu, uzun süre barı§ içersinde ya§aını§ ku§aklar açısından önemini, dolayısıyla da çekiciliğini büyük ölçüde yitirdi. Üçüncüsü, Edward dönemi İngilteresi'nde aktörlerin §Övalyeliğe yükseltilmesinde ve soyluların kabarede çalı§an kızlada evlenmelerinde kendini gösteren tiyatro sahnesinin yükselen toplumsalstatüsününde ortaya koyduğu gibi, ancak halkı eğlen dirmekte ya da duygulandırmakta ayrıksı bir yetiye sahip ki§ilere halkın verdiği ödüllerin eskisinden çok daha büyük olması ölçüsünde yeni bir olguydu. Hatta Napoleon sonrası çağda bile putla§tırılmı§ §arkıcı (örneğin 'İsveç Bülbülü' Jenny Lind) ya da dansçı (örneğin Fanny Elssler) gibi karakteristik görüngüler ortaya çıkardılar ve konser sanatçılarını (örneğin Faganini ve Franz Liszt) tanrıla§tırdılar. Ne var ki, i§ ya§amı da eğitim de, 'bizim gibilerin' girmesine izin verileceğine inanacak; bireyci bir toplumda nasıl davranılacağını bilecek ya da 'kendini yeti§tirme'nin istenir bir §ey olduğunu kabul edecek kadar kendilerini adederin ve geleneğin pençesinden kurtarml§ kimseler arasın da bile herkese açık yollar değildi. Bu yoldan geçmek isteyenlerin ödemek zorunda oldukları bir giri§ parası vardı: Ne denli asgari de olsa, ba§langıç ya§amında
YETENEKLiLERE YÜKSELME OlANAGI
209
için belli bir miktar kaynak olmadan ba§arıya giden bu yola çıkmak çok zordu. Bu duhuliye, eğitim yoluna girenler için i§ yoluna girenlerden tartı§masız daha yüksekti; çünkü bir halk eğitim sistemi kurmu§ ülkelerde bile ilköğrenim genellikle yoğun biçimde ihmale uğramaktaydı; ilköğreti min varolduğu yerlerde bile, siyasal nedenlerle, asgari bir okuryazarlık, aritmetik ve ahlaki bir itaatla sınırlıydı. Buna kar§ın, ilk baki§ ta paradoksal bir biçimde, eğitim yolu, i§ yolundan daha çekici geliyordu. Ku§kusuz bunun nedeni, insanların alı§kanlıklarında ve ya§am tarzın da çok daha küçük bir devrim gerektirmesinde yatıyordu. Sadece din eğitimi alanında bile olsa, öğrenirnin geleneksel toplumda kabul edilmi§ ve toplumsal bakımdan değerli (hatta tam geli§ıni§ burjuva toplumundakindl=n bile daha seçkin) bir yeri olm u§ tU. Ailede bir papazın, rahibin ya da hahamın bulunması, yoksul insanların umabileceği belki de en büyük on urdu ve bunun için muazzam özverilerde bulunulmaktaydı. Bu meslekler bir kez yeteneğe açıldıklarında, bu toplumsal hayranlık kolaylıkla laik aydına, memuraya da öğretmene veya çok olağanüstü durumlarda avukata ve doktora çevrilebilirdi. Üstelik öğrenim anti-sosyal de değildi, oysa i§ ya§amı açıkca öyleydi. Eğitimli insan, ar duygusundan yoksun ve bencil bir tacirin ya da i§verenin kolaylıkla yapabileceği gibi benzerlerine sırtını dönmez, onlarla bağlarını koparmazdı. Gerçekten de, özellikle bir öğretmen olarak eğitimli ki§ i, sefaletierinin ba§lıca sorumlusu gibi görünen cehaletten ve karanlıktan kurtulmalarında hemcinslerine yardım etti. Genel bir eğitim açlığı yaratmak, ݧ ya§amında genel bir bireysel ba§arı açlığı yaratmaktan, okulda verilen bilgileri öğrenmek, para kazanmanın tuhaf yollarını öğrenmekten daha kolaydı. Galler gibi neredeyse tümüyle küçük köylülerden, küçük tüccarlardan ve proleterlerden olu§an toplumlar, aynı anda hem çocuklarını eğitime, papazlığa yöneltmek gibi bir istek, hem de zenginlerle ݧ ya§amına kar§ı sert bir küskünlük geli§tirebilmi§lerdi. Buna kar§ın bir anlamda eğitim, en az ݧ ya§amında olduğu kadar etkili bir biçimde bireyci yarı§mayı, 'yeteneğe açık bir meslek ya§amı'nı, liyakatin, doğum ve hısımlık kar§ısındaki zaferini temsil etmekteydi ve yarı§macı bir sınav aracılığıyla mümkün olabiliyordu. Her zaman olduğu gibi bu kez de bunun en mantıksal ifadesini Fransız Devrimi ortaya koydu: Fransız halkını yönetecek ve eğitecek seçkin aydınları, ulusal ölçekte burs kazanmı§ ki§iler arasından kademe kademe seçen paralel bir sınav hiyerar§ileri sistemi yarattı. Burs ve yarı§ma sınavı, aynı zamanda İngiliz dü§ünürlerinin en bilinçli burjuva okulu olan ve -ancak bizim burada ele aldığımız dönemin sonrasında- onu aristokrasinin sert direni§ine kar§ın tamamen saf biçimiyle İngiliz İçi§leri Bakanlığı'na ve Hindistan Kamu
210 DEVRiMÇAGI
Yönetimi memurluğuna dayatan Benthamcı felsefiradikallerinde ülküsüydü. Avrupa'nın (Papalık ya da İngiliz Dl§i§leri Bakanlığı gibi) en arkaik kamu hizmetleri ya da -ABD' de olduğu gibi- devlet görevlerine uygunluğun ölçütü olarak seçimi sınava yeğleyen en demokratik ülkeler dı§ında, sınavlayada diğer eğitim testleriyle saptanan liyakate göre adam seçme usulü, herkesin kabul gösterdiği bir ülkü halini aldı. Çünkü bireyci rekabetin diğer biçimleri gibi sınavdan geçmek de, demokratik ya da e§itlikçi değil, liberal bir yoldu. Demek ki, eğitimi yeteneğe açmanın ba§lıca toplumsal sonucu, bir paradoks oldu. Bu geli§me, ݧ ya§amındaki serbest rekabetin 'açık toplumu'nu değil, bürokrasinin 'kapalı toplumu'nu ortaya çıkardı; fakat deği§ik biçimlerde de olsa, her ikisi de burjuva liberal ~ağa özgü kurumlardı. Ondokuzuncu yüzyılın yüksek devlet görevlilerinin ethosu, temelde onsekizinci yüzyıl aydınlanmasının ethosuydu: Orta ve Doğu Avrupa'da Masonik ve 'Josephcilik', Fransa'da Napoleoncu, diğer Latin ülkelerinde liberal ve kilise kar§ıtı, İngiltere'de Benthamcı. Şu da belirtilmeli ki, liyakatli ki§i devlet hizmetinde kendi gerçek yerini bulduğunda rekabet de terfiye dönü§tÜ; yine de korporarif e§itlikçilik, salt kıdeme dayalı bir terfi sistemi dayatmamı§sa, birinin ne kadar hızla ve ne kadar yukarı terfi olacağı (kuramsal olarak) hala sahip olduğu değerlere bağlıydı. O nedenle, ilk bakı§ta b ürokrasi hiç de liberal bir toplumun ülküsü gibi görünmüyordu. Ancak kamu hizmetleri, liyakate göre seçilmi§ olmanın bilinciyle, özel çıkarlarcasatın alınamamanın, pratik verimliliğin ve eğitimin olu§turduğu genel bir hava içersinde ve aristokrat olmayan kökenden gelen memurlada yürütülüyordu. Hatta otomatik terfinin katı bir biçimde öne çıkartıl masının bile (ki tamamen bir orta sınıf örgütlenmesi olan İngiliz Donanması'nda terfilerde saçmalık derecesine varan uzunlukta süreler söz konusuydu), en azından tipik aristokrat ve monar§ik kayırınacılık all§kanlığının dı§arda bırakılınasını sağlamak gibi bir avantajı olmu§tu. Ekonomik geli§menin geri kaldığı toplumlarda devlet hizmetleri, bu nedenle yükselen orta sınıflar için alternatif bir odak olu§turmaktaydı.* 1848 Frankfurt Parlamentosu'nda (sadece yüzde 12'sinin 'serbest meslek' sahibi ve yüzde 2.5'inin ݧadamı olmasına kaqılık) vekillerin yüzde 68'inin devlet memuru ya da diğer görevlilerden olu§ması raslantı değildir. 13 Dolayısıyla Napoleon sonrası dönemin, sayılan sürekli artan okuryazar yurtta§lann tamamını emmekten uzak olsa da, hemen her yerde yönetim aygıtlarında ve etkinliklerinde belirgin bir geni§lemenin ya§andığı bir • Balzac'ın romanlarındaki bütün devlet görevlileri ya küçük giri§imci bir aileden ya da bu tür ailelere girmi§ kimselerden gelmektedir.
YETENEKLiLERE YÜKSELME OLANAGI
211
dönem olması, kariyer yapmayı isteyen ki§ iler için bir talihti. ı830- ı850 arasında ki§i ba§ına kamu harcamaları, İspanya'da yüzde 25, Fransa'da yüzde 40, Rusya'da yüzde 44, Belçika'da yüzde 50, Avusturya'da yüzde 70, ABD'de yüzde 75 ve Hollanda'da yüzde 90 arttı (Sadece İngiltere' de, İngiliz sömürgelerinde, İskandinavya'da ve birkaç geri ülkede, devletin ki§i ba§ına yaptığı harcama, ekonomik liberalizmin en parlak dönemi olan bu dönem boyunca ya aynı kaldı ya da azaldı) .14 Bunun nedeni, yalnızca vergilerin malum tüketicisi olan, ve büyük bir uluslararası sava§ olmamasına rağmen, N apoleon Sava§ları'ndan sonra öncekinden çok daha büyümü§ olan ordu değildi: ı85 ı 'de büyük devletler arasında sadece İngiltere ve Fransa'mn, Napoleon'un gücünün doruğunda olduğu ı8ıO yılındakinden çok daha küçük bir ordusu vardı, birçoğununki-örneğin Rusya, çe§itli Alman ve İtalyan devletleri ve İspanya- fiili olarak öncekinden daha büyüktü. Bunun nedeni, aynı zamanda devletin eski görev ve i§levlerini geli§tirmesi ve yeni görev ve i§levler yüklenmesiydi. O yüzden liberalizmin bürohasiye dü§man olduğuna inanmak, (kapitalizmin mantıklı savunucularımn, Benthamcı 'felsefi radikaller'in payla§madığı) ciddi bir liatadır. Liberalizm sadece etkisiz bürokrasiye, özel giri§ime bırakılmı§ alanlara devletin müdahalesine ve a§ın vergilendirmeye dü§mandır. Bir devletin gece bekçisinin i§levlerine indirgenmesini isteyen kaba liberal slogan, etkisiz ve müdahaleci i§levlerinden kurtarılmı§ bir devletin, öncekinden çok daha güçlü ve hırslı olacağı gerçeğini gizlemektedir. Örneğin, ı848'de devlet; Fransa'da ı 798'den, İrlanda'da 1823'ten, İngiltere'de 1829'dan ve İspanya'da (Guardia Civil) 1844'ten itibaren çoğunlukla ulusal olmak üzere, modern bir polis gücüne kavu§mU§tUr. İngiltere dı§ın da bir devletin bir halk eğitim sistemine; İngiltere ve ABD dı§ında bir halkın kullanımına açık bir demiryolu hizmetine sahip olması ya da sahip olmak üzere olması; her yerde ݧ ya§amınm ve özel ileti§imin durmadan geni§leyeı:i. gereksinimlerini kar§ılamak üzere giderek büyüyen bir posta hizmeti ağına sahip olması olağandı. Nüfus artı§ı, devleti daha büyük bir adalet sistemi olu§turmaya ve sürdürmeye mecbur bıraktı; kentlerin büyümesi ve kentteki toplumsal sorunların artması, yerel yönetimlerin de büyümesini getirdi. İster yeni ister eski olsun, devletin i§levlerigiderek tam zamanlı çall§an maa§lı memurların, her devlette merkezi otorite tarafmdan istenildiği gibi görev yerleri deği§tirilen ve terfi ettirilen yüksek görevlilerin olu§turduğu tek bir ulusal devlet hizmeti sistemi tarafından görülmeye ba§landı. Ancak, bu tür etkili bir hizmet, çürümeyi ve yarım zamanlı i§leri tasfiye ederek memurların sayısım ve idarenin birim maliyetini oldukça azaltırken, aynı zamanda çok daha deh§etli bir yönetim aygıtı
21 2 DEVRiM ÇAGI
da yarattı. Maa§lı memurlar tarafından yürütülen etkili bir vergi tayin ve toplama i§i ya da ulusal ölçekte örgütlenmi§ düzenli bir kırsal kolluk gücünün idamesi gibi liberal devletin en temel görevleri, devrim öncesi ·mutlakçı yönetimlerin çoğunun en tutkulu rüyalarında bile göremeyecekleri §eylerdi. Bugün liberal devletin uyruklannın fiilen ho§gördüğü artan oranlı vergi* için de aynı durum geçerlidir: 1840'ta liberal İngiltere'de devlet harcamaları, otokratik Rusya'nın dört katıydı. Bu yeni bürokratik makamların gerçekte çok azı, me§hur Napoleon askerinin, sonunda mare§alin hastonuna doğru gidi§inin ilk bölümü olarak sırt çantasında ta§ıdığı apoletle e§değerdeydi. 1839'da Fransa'daki tahminen 130.000 devlet görevlisinin büyük bir kısmı 15 , postacı, öğretmen, dü§ük dereceden vergi tahsildan, resmi memur ve benzeri türdendi; hatta İçi§ leri Bakanlığı'ndaki 450 ve Dl§i§leri Bakanlığı'ndaki 350 memur, esas olarak katipierden olu§maktaydı; Dickens'dan Gogol'e dek uzanan edebiyatın da çok açık biçimde gösterdiği gibi, bu insan türüne, belki kamu görevinin sahip olduğu ayrıcalıklar ve ya§amlarının her anında ne akar ne kokar durumda ya§amalarına olanak veren i§ güvenliği dı§ında gıpta edilmesi çok zordu. İyi bir orta sınıf meslek ya§amının gerçek anlamda toplumsal kar§ılığı olabilecek devlet görevlerinin sayısı yok denecek kadar azdı; dürüst bir memur parasal olarak orta halli bir rahatlığın ötesinde bir §ey umamazdı. Bugün, ondakuzuucu yüzyılın ortalarındaki reformcular tarafından orta sınıfın bürokratik hiyerarşideki kar§ılığı olarak tasarladıkları bütün bir İngiliz devlet hizmetinin 'idareci sınıfı' bile, topu topu 3500 ki§iden ibaretti. Ne var ki, küçük memurun ya da beyaz yakalı i§çinin durumu ne denli gösteri§siz olursa olsun, çall§an yoksullarla aralarında dağlar vardı. Kollarıyla çall§mıyorlardı. Sembolik de olsa temiz elleri ve beyaz yakaları, onları zenginlerin yanına yerle§tiriyordu. Normalde üzerlerinde devlet otoritesinin büyüsünü ta§ıyorlardı. Kadınlı erkekli insanlar, ya§amlannı kayda geçiren belgeler için önlerinde kuyruğa giriyorlardı; onlara elleriyle çekidüzen veriyorlardı; neleri yapamayacaklarını söylüyorlardı. Demokratik ABD'nin yanı sıra, daha geri kalmı§ ülkelerde, kuzenleri, yeğenieri aracılığıyla makul i§ler bulabiliyorlardı; fazla geri kalmam!§ pek çok ülkede de onlara rܧVet verilmesi gerekiyordu. Diğer bütün toplumsal yükseli§ ümitleri kararıni§ olan sayısız köylü ve emekçi ailelerinin gözünde, küçük memuriyet, öğretmenlik ve rahiplik, Himalayalar kadar yüksekte olsa da, en azından teorik olarak oğullarının 9a tırmanabilecekleri bir menzildeydi. • İngiltere'de bu vergi, Napoleon Sava§ları sırasında kondu ve 1842'den sonra da kalıcıla§tırtldı; önemli devletlerden hiçbiri, 1848'den önce İngiltere ömeğini izlemedi.
YETENEKLiLERE YÜKSELME Ol.ANAGI
2 J3
Üç mesleği hayal bile etmeleri olanaksızdı: Bir doktor, bir avukat ve (kıta Avrupası'nda üniversite hocalığının yanında ortaöğretimde görev yapan öğretmeniere de verilen adla) bir profösör yda "muhtelif uğra§larda bulunan eğitimli biri" 16 olmak, uzun süren bir eğitim dönemi ya da ayrıksı bir yetenek ve fırsat gerektiriyordu. 1851 'de İngiltere' de yakla§ık 16.000 · hukukçu (buna yargıçlar dahil değil) ve sadece 1700 hukuk öğrencisi*; 17.000 kadar doktor ve cerrah, 3500 tıp öğrencisi ve asistan, 3000'den az mimar, 1300 kadar 'editör ve yazar' bulunmaktaydı. (Fransızca ]oumalist [gazeteci] terimi henüz resmi kullanıma girmemi§ti). Hukuk ve tıp, iki büyük geleneksel meslekti. Bir üçüncüsü olan din adamlığı, (Protestan mezheplerin vaizleri istisna) salt nüfus artı§ından çok daha yava§ geni§lediği için olsa da, yetenekli ki§ilere beklenebileceğinden çok daha az açıktı. Gerçekten de, hükümetlerin kilise kar§ıtı tutumları nedeniyle -IL Joseph 359 manastırı ka,patmı§, İspanyollar ara ara ya§adıkları liberal dönemlerinde hepsini kapatmak için ellerinden geleni yapmı§lardı-, bu mesleğin belli kısımları geni§lemekten çok, daralmaktaydı. Gerçekten açık olan tek bir kapı vardı: Din adamı olanların da olmayanların da yaptığı ilkokul öğretmenliği. Üyelerini esas olarak köylü, zanaatkar ve diğer orta halli ailelerin çocuklarından sağlayan öğretmenlik mesleğinde çall§anların sayısı, batılı devletlerde hiç de ihmal edilebilecek ölçülerde değildi. Bilinen son kaynağı, ya§amlarını daha az saygın yollardan kazanmak istemeyen ya da kazanamayacak meteliksiz eğitimli kızlar olan 20.000 civarındaki mürebbiyeyi saymazsak, 1851 'de İngiltere'de kadınlı erkekli 76. 000 ki§ i kendini öğretmen olarak tanımladı. Ayrıca öğret menlik sadece büyük değil, geni§lemekte olan bir meslekti de. Ücreti azdı, fakat İngiltere ve ABD gibi en filisten ülkeler dl§ında ilkokul öğret meni, haklı olarak halkın sevdiği bir simaydı. Çünkü sıradan erkek ve kadınların ilk kez kafalarını kaldırıp cehalet bulutlarının dağıldığını gördükleri bir çağın ülküsünü temsil eden biri varsa, o da ku§kusuz, ya§amlarını ve mesleklerini, çocuklarına anababalarının asla sahip olamadıkları fırsatlan sunmaya, önlerine dünyanın kapılarını açmaya, onları gerçekle ve ahiakla doldurmaya adamı§ bu insanlardı. Yeteneğe açık olduğu en tartı§masız meslek ya§amı, ku§kusuz ݧ hayatıydı ve hızla geni§leyen bir ekonomide i§ ya§amının sunduğu fırsatlar, doğal olarak daha büyüktü. Çoğu giri§imin küçük ölçekli olması, ta§eronluğun, mütevazı boyutlarda alım satırnın hakim olması, bu i§lere girmeyi görece daha kolayla§tırdı. Ne var ki, maddi, toplumsal ve kültürel ko§ullar, ' Kıta Avrupası'nda hukukçuların sayısı ve oraru genellikle daha çoktu.
2 14 DEVRiM ÇAGI
yoksullar için uygun ve elveri§li değildi. Öncelikle -ki ba§arılılar genellikle bu olguyu gözden kaçırırlar- endüstriyel bir ekonominin evrimi, i§verenlerden ya da kendi i§ini yapanlardan çok, daha hızlı bir biçimde ücretli i§çilerin yaratılmasına bağlıydı. ݧ adamı sınıfına yükselen her insana kar§ılık, çok daha fazla sayıda insan a§ağı dü§üyordu. İkincisi, ekonomik bağımsızhk, çoğu insanın sahip olmadığı teknik beceriler, zihinsel nitelikler ya da (ne denli mütevazı da olsa) mali kaynaklar gerektirmekteydi. Bunlara sahip olma §ansı bulabilmi§ olanların örneğin, bu tür faahyetlere kar§ı i§tahlan toplumbilimcilerce yakından bilinen dinsel azınlıkların ve mezhep üyelerinin- i§leri iyi gitti: -Rusya'nın Manchester'ı olan- lvanovolu serflerin çoğunluğu, 'Eski İnananlar' mezhebine üye tekstil imalatçıları haline geldiler. 17 Fakat bu avantajlara sahip olmayanların -örneğin Rus köylülerinin çoğunluğunun- aynı §eyi yapmalarını, hatta bu evrede onlara benzerneyi bile akıllarına getirmelerini beklemek, hiç gerçekçi bir tutum olmayacaktır.
III Toplumdaki hiçbir grup, hangi türden olursa olsun yeteneğe bağlı olarak meslekte yükselme olanağını, sadece soylu olmadıklarından, iyi ailelerden gelmediklerinden değil, resmi ve toplumsal aynıncılığa maruz kaldıkları için de §imdiye dek yükselmeleri engellenmi§ azınlıklar kadar CO§kuyla kar§ılamadı. Fransız Protestanlarının, Devrim sırasında ve sonrasında kendilerini kamu ya§amına atmakta gösterdikleri co§kuyu, ancak batılı Yahudiler arasında yetenek patlaması geride bırakabilmi§tir. Onsekizinci yüzyıl ussalcılığının hazırladığı ve Fransız Devrimi'nin gerçekle§tirdiği [Yahudilerin] kurtulmasından önce, bir Yahudinin önünde yükselmenin sadece iki yolu vardı: Ticaret ya da tefecilik yapmak veya §eriatı yorumlamak; ve bunların ikisi de onu, toplumdan ayrılmı§ dar getto cemaatiyle sınırlıyordu. Bu gettodan çıkan bir avuç 'saray Yahudisi' ya da zengin Yahudiler de, -hatta İngiltere'de, Hollanda'da bile- §Öhretin tehlikeli ve aldatıcı parlaklığına çok fazla dalınamaya özen göstermekteydiler. Kaldı ki böyle bir çıkı§, yalnızca, bir bütün olarak Yahudilerin kurtulu§undan hayli mennuniyetsizlik duyan kaba ve ayya§ imansızlar arasında taraftar bulmamakla kalmadı. Toplumsal baskıyla geçen yüzyıllar da, katı ortodoksilerinin dı§ına çıkmayı inançsızlık ve hainlik olarak reddeden gettoların içe kapanmalarına yol açmı§tı. Almanya ve Avusturya'da Yahudi kurtulu§unun onsekizinci yüzyıldaki öncüleri, özellikle de Moses Mendelsshon (1729-1786), tanrıtanımaz ve firari olarak suçlandı.
YETENEKLiLERE YÜKSELME OI..ANAGI
215
Eski Polanya ve Litvanya krallığının doğusundaki durmadan büyüyen gettolarda ya§ ayan Yahudilerin büyük bir kesimi, Litvanyalı ortodoksinin aydın yanlısı öğrenimli hahamlarıyla esrikçi ve yoksul Hasidizm mezhebi arasında bölünmü§ bir halde ve kendilerine dü§man köylülerin ortasında zan altında bir ya§am sürdürüyorlardı. 1834'te Avusturyalı yetkililerce tutuklarran kırk altı Galiçyalı devrimcinin sadece birinin Yahudi olması anlamlıdır. ıs Fakat batının daha küçük cemaatlerinde ya§ayan Yahudiler, kendilerine hala tam yurtta§lık vermemi§ ülkelerde, nasıl olursa olsun resmi makamlar uğruna vaftiz olmak gibi bir bedel ödemek zorunda kaldıklarında bile kar§ılarına çıkan fırsatlara dört elle sarıldılar. ݧadamının bunu bile yapması gerekmiyordu. Uluslararası Yahudiliğin krallan olan Rothschild'ler, sadece zengin değildiler. Dönemin siyasal ve askeri deği§ik likleri, uluslararası maliyenin önüne daha önce görülmedik fırsatlar çıkar ml§ olsa da, daha önce de zengindiler. Ama §imdi zengin gibi görünebiliyor, kabaca servetleriyle orantılı bir toplumsal konum i§gal edebiliyor, hatta Avrupalı prensierin 1816'da onlara fiilen bah§ettiği soyluluğa açıktan talip olabiliyorlardı (1823'te kalıtsal Habsburg baronları oldular). Laik sanatlar, bilimler ve mesleklerde Yahudi yeteneğinin gösterdiği filizlenme, Yahudi servetinden çok daha göz alıcıydı. Gerçi 1848'de ondokuzuncu yüzyılın en büyük Yahudi zekası ile en ba§arılı Yahudi politikacısı, Karl Marx (1818-1883) ile Benjamin Disraeli (1804-1881) olgunluk ya§larına eri§mi§lerdi. Büyük Yahudi bilimadamları ortada yoktu; sadece en iyiler arasında sayılamayacak birkaç Yahudi matematikçi vardı. Her ne kadaqairler arasında Heinrich Heine (1797-1856), en iyilerden biriolmayı sürdürüyorsa da, Meyerbeer (1791-1864) ve Mendelssohn-Bartholdy (1809-184 7), dönemin en parlak bestecileri arasında sayılmıyorlardı. Henüz önemli Yahudi ressamlar, büyük icracı müzisyenler ya da orkestra yöneticileri yoktu; bir tek önemli tiyatro siması vardı, o da bayan Ra che! ( 1821 -1858) idi. Öte yandan içinden bir deha çıkarması, bir halkın özgürle§mesinin ölçütü değildir; bu ölçüt, Batı Avrupa kültür ve kamu ya§amın da, özellikle Fransa'da ve hepsinden önce bütün Alman devletlerinde, ülkenin iç kesimlerinden gelen göçmen Yahudiler için ortaçağcılıkla ondokuzuncu yüzyıl arasındaki uçurumu nispeten kapayan bir dil ve ideoloji sağlayan daha önemsiz konumdaki Yahudilerin pıtrak gibi çoğalma sında aranmalıdır.
Çifte devrim, Yahudilere, bir zamanlar Hıristiyanlık altındayken sahip benzer bir e§itlik verılı.i§ti. Fırsatını yakalayanlar, her §eyden çok yeni topluma 'asimile' olmayı istediler ve anla§ılır nedenlerden ötürü ezici oranda liberalizme yakınlık duydular. Yine de, artık çoğu zaman oldukları e§itliğe
216 DEVRiMÇAGI
Yahudiyi 'burjuva'yla* özde§leyen sömürülen kitlelerin bula§ıcı antisemitizmi, demagog politikacılar tarafından ciddi biçimde istismar edilmese de, Yahudiler belirsiz ve rahatsız bir durumdaydılar. Fransa ve Batı Almanya'da (ama henüz ba§ka yerlerde değil) bazı genç Yahudiler kendilerini, daha da mükemmel bir toplumun dü§ünü kurarken buldular: Fransız Saint-Simonculuğunda belirgin (Olinde Rodrigues, Pereire karde§ler, Leon Halevy, d'Eichtal), daha az ölçüde olmak üzere de Alman komünizminde (Moses Hess, §air Heine ve. her ne kadar Yahudi kökenine ve ili§kilerine tamamen kayıtsız kalsa da §üphesiz Marx) bir Yahudi ögesi bulunmaktaydı.
Yahudilerin durumu, onları ayrıksı bir biçimde burjuva toplumuna asimile olmaya hazır hale getirdi. Çoktandır, kentle§menin rahatsızlıkla rına büyük oranda bağı§ıklık gösterecek kadar kentliydiler. Kentlerdeki Yahudilerde ölüm ve hastalık oranının dü§üklüğü epeydir istatistikçilerin dikkatini çekmekteyciL Çok büyük oranda okuryazardılar; tarımla ilgileri yoktu. Yine büyük bir bölümü çoktandır ticaretle ve serbest meslekle uğra§ıyordu. Tam da konumları, ba§lanna gelebilecek potansiyel tehlikeleri fark etmek için bile olsa, yeni durumları ve dü§ünceleri göz önünde bulundurmaya zorluyordu onları. Halbuki yeni topluma ayak uydurmak, dünya halklarının büyük bir kısmı için çok daha zordu. Bunun nedeni, kısmen yeni toplum içinde kendilerinden yapmaları beklenen §eyleri anlamalarını neredeyse olanaksız hale getiren inatçı adet ve geleneklerinden ileri gelmekteydi; 1840'larda Avrupa eğitimi almak için Paris' e gelen ve bu krallara yara§ır ba§kente yalnızca kralla ve soylulada görü§ alı§veri§inde bulunmak üzere çağrıldıklarını anladıklarında ruhsal olarak sarsılan genç Cezayirli beyefendiler gibiydiler. Ayrı~a yeni toplum, uyumu da zorla§tırmaktaydı. Orta sınıf uygarlığını ve orta sınıf adetlerini benimseyenler, onun nimetlerinden de serbestçe yararlanabilmekteydiler; reddedenler ya da benimseyemeyenlerse hesaba bile alın mıyorlardı. 1830'un ılımlı liberal hükümetlerinin bir özelliği olarak oy hakkının mülkiyede sınırlanmasındaki ısrarda, salt siyasal yaniılığın ötesindebir §eyler vardı; mülk biriktirme becerisi gösterememi§ biri tam bir adam değildi, o nedenle tam bir yurtta§ da olamazdı. Bu tutumun a§ırı örnekleri, Avrupalı orta sınıfın, zihinsel yapıları geli§memi§ misyonerler aracılığıyla inançsızları Hıristiyanlığın gerçeklerine, ticarete ve pantolon • Alman haydut Schinderhannes (Johannes Bueckler, 1777-1803), kurbanlarını Yahudilerden seçerek büyük popülarite kazanllli§tı ve Prag'da 1840'larda ortaya Çıkan endüstriyel kargaşa, aynı zamanda Yahudi. karşırı bir ton taşımaktaydı. (Viyana, Verwaltungsarchiv, Polizeihofstelle, 1186-1845).
YETENEKLilERE YÜKSELME OLANAGI
217
giymeye (ki bunlar arasında keskin bir ayrım bulunmuyordu) iknaya çall§ırken ya da liberal yasaların gerçeklerini dayatırken ortaya çıktı. Eğer bunlar benimsenirse, liberalizm bütün haklarıyla birlikte onlara (devrimci Fransızlar arasında her durumda) tam yurtta§lık tanımaya ya da bir gün İngilizler arasında hemen hemen İngilizler kadar iyi biri olma umudunu vermeyetamamen hazırdı. Bu tutum, ele aldığımız dönemden birkaç yıl sonra, ama aynı ruhla Cezayir doğumlulara da yurtta§lığı açan III. Napoleon'un senatus-consultesinde mükemmel bir yansısını bulmaktadır:.
"Il peut sur sa etre admis ii jouir des droits de citoyen français; dans ce cas il est regi par les lois civiles et politU:J.ues de la France". *19 Gerçekte vazgeçilmesi gereken tek §ey İslamdı; bunu yapmak istemezlerse -ki çok azı böyle davranml§tı yurtta§ değil, bir teba olarak kalmaya devam ederlerdi. 'Uygarlar'm (ülke içindeki çalı§an yoksul kitleleri de içeren) 'barbarlar'a duyduğu bu yoğun küçümseme 20 , bu kanıtlanmı§ üstünlük duygusuna dayanmaktaydı. Orta sınıfın dünyası herkese açıktı. O nedenle bu dünyaya giremeyenler, otomatik olarak onların mahkum edilmesine neden' olan bir ki§isel zekadan, ahlak gücünden ya da enerjiden yoksun insanlardı; ya da en iyi halde kalıcı biçimde sakatlanmalarına yol açan tarihsel ya da ırksal bir kalıt söz konusu olmalıydı, aksi halde çoktan fırsatlardan yararlanmalan gerekirdi. Bu nedenle yüzyılın ortalarmda doruğuna varan bu dönem, e§i görülmedik duygusuzlükta bir dönem oldu; bunun nedeni salt, saygın orta sınıfı ku§atan yoksulluğun, ülkenin zenginlerinin gözlerini ba§ka tarafa çevirtecek ve yoksulluğun yarattığı deh§eti görmeyi ülkeyi gezmeye gelenlere bırakacak kadar §Ok edici olmasından değil, aynı zamanda yoksullar hakkında ba§ka ülkelerde ya§ayan barbarlarmı§ gibi, sanki insan değillermi§ gibi söz edilmesindenciL Yazgıları endüstri i§çisi almaktı; devletin de yardımıyla çok katı bir fabrika disiplini aracılığıyla, zorla kalıba sokulmu§ bir kitleydiler (Dönemin orta sınıfının, yasalar kar§ısında e§itlik ilkesiyle, 1823 tarihli İngiliz Efendi ve Hizmetkar yasasında olduğu gibi, anla§ma ihlalleri yüzünden i§çilere hapis, i§verene hafif para cezası getiren bilinçli olarak aynıncı çalı§ma yasalan arasında bir uyu§mazlık görmemesi manidardır). 21 Aksi halde çalı§mayabilecekleri için sürekli olarak aç turulmalan gerekiyordu. 1830 sonlarında i§verenler Villerme'ye, "sürekli ihtiyaç durumunda olması, i§çinin kendi çıkarınadır, çünkü o zaman çocuklarına kötü örnek olmayacaktır; yoksulluğu, iyi insan olmasının garantisidir" diyorlardı. 22 ' "İstediği takdirde Fransız yurtta§larının haklarından yararlanması kabul edilebilir; bu durumda Fransa'daki sivil ve siyasal yasalara tabidir."
218 OEVRiMÇAGI
Buna kar§ın, yoksulların sayısı iyi olamayacakları kadar çoktu; fakat Malthus yasasının devreye girip, sonuçta ya§ayabilecek azami sayıda i§çi kalacak §ekilde diğerlerinin ölmesi beklenebilirdi. Elbette yoksulların, a§ın üreme dü§künlüğünden vazgeçerek kendi nüfusları üzerinde kendi ussal denetim aygıtlarını olu§turmalarını beklemek saçmahktı. Henri Baudrillart'ın 1853'te College de France'daki açılı§ konu§masında ileri sürdüğü gibi, e§itsizliğin, insan toplumunun üç payandasından biri olduğunun (diğer ikisi mülkiyet ve mirastı) resmen kabul edilmesine ramak kalmı§tı. 23 Böylelikle hiyerar§ik toplum, biçimsel e§itlik temelleri üzerinde yeniden kurulmaktaydı. Sadece, onu geçmi§te katlamlabilir kılan §eyi: İnsanların görevleri ve hakları olduğu, paranın erdemin yerini tutmadığı ve a§ağı da olsa alt tabakanın Tanrı onları yanına çağınncaya kadar makul bir ya§am sürmeye hakları olduğu gibi genel bir toplumsal inancı arkasında bıraktı.
ll Çalı~an
Yoksullar
Sömürgelerdeki büyük çiftlik salıiplerinin yüZlerce kölenin ortasında bir başına yaşamalan gibi, her imalatçı da fabrikasında yaşar ve Lyon'un yıkılmasının San Domingo ayaklanmasından bir farkı yoktur ... Toplumu tehdit eden barbar/ar, ne Kafkaslardadır ne de Tatar step lerinde; onlaı; bizim endüstri kentlerimizin varoşlarındadır ... Orta sınıfın, duwmun doğasını açıkça anlaması gerekir; nerede durduğunu bilmelidir. Saint-Marc Girardin, 8 Aralık 1931 tarihlijournal des Debats. Pour gouvemer il faut avoir Manteaux au rubaııs en sautoir (b is). Nous en tissoııs paur vous, grands de la terre, Et nous, pauvres canuts, sans drap on nous enten·e. C'est ıwus les canuts Nous sommes tout nus (bis). Mais quand motre regne anive Quand votre r~gne finira. Alors nous tisserons le linc.eul du vieux nwnde Car on entend deja revolte qui grande. C'est nous les canuts No us n'irons plus touı-nus. • Lyonlu dokumacıların şarkısı
I Demek ki, kendilerini burjuva toplumuna giden yolda buluveren, geleneksel toplumun henüz girilmemi§ alanlarında bile artık kendini güven içinde hissetmeyen yoksullarm önünde üç olasılık vardı: Ya burjuva olabilmek için çabalamak, ya yerin dibine sokulmaya göz yummak ya da ba§kaldırmak. Önceden de gördüğümüz gibi ilk rota, mülkiyete ya da eğitime asgari giri§ biletinden yoksun ki§iler için teknik bakımdan güç bir ݧ olmakla kalmayıp aynı zamanda son derece tatsızdı da. Burjuva toplumunun orman anar§isini, 'herkes ba§tnın çaresine baksın, en arkadakini §eytan • Hükmetmek için insanın Paltosu olmalı, çapraz sırınaları olmalı (his)./ Sizin için dokuruz, dünyanın büyük adamları, 1Biz sefil, biz baldırıçıplak, kefensiz gireriz toprağa./ Biz baldırıçıplak lar Çıplağız tepeden tımağa (bis). Ama gün gelir çıkanı tahta 1Kalınayınca hükınünüz./ İşte o zaman kefen dokuyacağız eski dünyaya 1 Ta buraya geliyor devrimin hoınurtuları zira. 1 Biz baldırıçıplaklar, Artık çıplak değiliz tepeden tımağa
220
DEVRiM ÇAGI
alsın' düsturuyla teorik olarak haklıla§tıran tamamen faydacı bireyci toplumsal davranı§ sistemi, geleneksel toplumda yeti§mi§ insanlara, nedensiz bir kötülükten farksız göründü. "Zamanımızda" diyordu, 1844'te bo§ yere yazgısına ba§kaldırm1§ umutsuz bir Silezyalı dokuma i§çisi, "insanlar birbirlerinin mai§etini oymak ve zayıflarmak için mükemmel sanatlar icat ettiler. Yazık ki 'çalm~yacaksın' diye buyuran Yedinci Emri artık kimse takmıyor. Luther'in bu konudaki yorumunu da unutmu§lar. Şöyle diyordu Luther: Tamıyı sevmeli ve ondan korkmalıyız; ondandır ki kom§umuzun malını ya da parasını çalmayalım; onlara hileli i§lerle sahip olmayalım, tersine kom§umuzun mai§etini ve malını korumakta ve artırmakta ona yardım edelim. " 1 Bu adam, kendilerini cehennem güçlerince bir uçuruma sürüklenmi§ bulan herkes adına konu§maktaydı. İstedikleri çok fazla §eyler değildi. ("A..§ağı tabakaların, elbise gibi dı§ görünü§leriyle ilgili §eylere bugünkünden çok daha az gereksinim duyduğu ve çok daha az para harcadığı o eski günlerde zenginler yoksullara merhametli davranır, yoksullar da basit ya§arlardı.") Fakat öyle görünüyor ki, toplumsal düzen içersindeki en mütevazı yer bile bugün ellerinden alınmaktaydı. Bu durumda, gayrı insani buldukları için, burjuva toplumuna, hatta onun en ussal hedeflerine kar§ı birle§tiler. Ona kar§ı ikna edici ekonomik savlar ileri sürülmü§ olmasına kar§ın, kır soyluları Speenhamland sistemini getirdiler; emekçiler de bu sisteme sıkı sıkıya sarıldılar. Yoksulluğu hafifletmenin bir aracı olan Hıristiyan hayırseverliği, Papaya bağlı devletlerde görülebileceği gibi, faydadan çok zararı olan bir §eydi. Fakat bu uygulama, sadece (doğanın insanı e§it haklara sahip olarak yarattığını ve toplumsal ayrımların tamamen topluluğun yararı üzerine dayandınlması gerektiğini savunan 'hayalciler'in önerdiği2 ) e§it haklar belasına kar§ı onu bir güvence olarak kutsayan geleneksel zenginler arasında değil, aynı zamanda zengin adamın masasından dü§en kırıntılar üzerinde bir hakkı olduğuna derinden inanan geleneksel yoksullar arasında da revaçtaydı. İngiltere' de, bu kurumları tamamen bireysel kendine yetme biçimi olarak gören Yardım Derneklerinin orta sınıf §ampiyonlarıyla, onları, keyifli toplantıların, kutlamaların, törenierin ve eğlencelerin yapıldığı cemiyetler olarak gören yoksullar arasında derin bir bölünme ortaya çıktı. Bu direni§, kendisine de gerçekten bir yararı dokunmadığından, saf bireysel serbest rekabetin bu yönlerine itiraz eden burjuvazinin de muhalefetiyle daha da güçlendi. Kimse, Amerikalı inatçı çiftçiler ve imalatçılar kadar kendilerini bireyciliğe adamaml§ ve hiçbir anayasa, (çocukların çalı§ tınlmasıyla ilgili federal yasada olduğu gibi) özgürlüğe yapılan müdahalelere onlarınki kadar kar§ı çıkmamı§tı (ya da Amerikalı hukukçular
ÇALIŞAN YOKSULLAR
221
yüzyılıımza kadar böyle dü§ünüyorlardı). Fakat kimse de, önceden gördüğümüz gibi, i§leri konusunda devletin sağladığı 'yapay' korumaya onlar
kadar sıkı sıkıya bağlı değildi. Özel giri§imden ve serbest rekabetten beklenen ba§lıca yararlardan biri yeni makirıelerdi. Fakat makineleri parçalayanlar, sadece Makine Kıncı i§çiler değildi: Mucitleri, irısanların ekmeğini elirıden alan ki§iler olarak gördükleri için küçük i§adamlar ve çiftçiler de bölgelerindeki i§çilere yakınlık duyuyorlardı. Çiftçiler, parçalasınlar diye makinelerini zaman zaman isyancılara verdiler; hükümet de 1830'da "makinelerin, bir tür mülk olarak yasanın korumasına verildiği"ni belirten keskirı bir dille kaleme alınmı§ bir bildiri yayımlamak zorunda kalhll§tı. 3 Burjuva-liberal güvenlik kaleleri dı§ında, yeni giri§irncilerin toplumsal ve ahlakidüzeni yıkma tarihsel görevi kar§ısmda gösterdiği tereddüt ve ku§ ku, yoksulların bu konudaki irıançlarını güçlendirdi. Ku§kusuz en iyi halde orta sınıfa katılan ya da en azından tutumluluk, kendine yetme ve kendini geli§tirme öğütlerini izleyen çalı§anlar da vardı. Orta sınıf radikalliği, ölçülü hareketler ve Protestan gayretke§liğiyle ilgili ahlaki ve didaktik yazın, Samuel Smiles'ın Homerosluğunu yaptığı bu tür insanlarla dolup ta§ar. Gerçekten de bu külliyat, hırslı genç insanlara çekici geldi ve belki de onları cesaretlendirdi. 1843'te ba§layan ve zevklerden uzak durmaya yemin eden, kumar oynamayı reddeden ve iyi ahlaki ki§iliğe sahip -çoğu pamuk i§inde çall§an- gençlerle sınırlı Rayton Temperance Semineri, yirmi yıl içersinde be§ pamuk eğirme ustası, bir dirı adamı, Rusya'daki pamuk fabrikalarında çalı§an iki yönetici yeti§tirmi§ ve "pek çoğu da, müdürlük, overlokçuluk, ba§ makinistlik, diplamalı okul müdürlüğü gibi saygın i§ler bulmu§ ya da itibarlı dükkan sahipleri olmu§lardır." 4 Açıktır ki, i§çilikten kurtulma yollarının (göç dı§ında) çok dar olduğu -ki İngiltere'de bile bu yol geni§ değildi- ve Radikal orta sınıfın vasıflı i§çiler üzerirıdeki ahlaki ve dü§ünsel etkisinirı fazla olmadığı Angio-Sakson dünyası dı§ında bu olgu çok yaygın değildi. Öte yandan, anlamadıkları bir toplu~sal felaketle kar§ı kar§ıya kalan, yoksul bırakılmı§, sömürülmü§, sıkıntı ve pisliğin bir arada bulunduğu varo§lara ya da durmadan geni§lemekte olan küçük ölçekli endüstri köylerine tıkı§tırılmı§, gırtlağına kadar ahlaki çöküntüye batmı§ yığınla insan da ~ardı; Geleneksel kurumlardan ve davranı§larına rehberlik edecek kimselerden yoksun bırakılmı§ bu insanlar, ücretierin ödenme gününe* kadar yorganlarını rehine bırakan, "Manchester'dan [ya daLille'den veya • 1855'te Liverpoollu rehinedierde bulunan rehin malların yüzde §ilin, yüzde 27'si 2 §ilin 6 pens ya da daha az değerdeydi.
66'sı,
5 ya da daha az
222
DEVRiM ÇAGI
Borinage'dan] kurtulmanın en kestirme yolu" alkol olan, elden ağıza ya§ ama zorunluluğundan nasıl kurtulabilirlerdi ki? Denetimsiz bir endüstrile§menin ve kentle§menin neredeyse kaçınılmaz e§likçisi olan yoğun bir alkolizm, 'sert içki salgını'nı Avrupa'nın her yanına.yaydı. 5 İçki tüketiminin artmasından, fuhu§un ve diğer cirısel serbestlik türlerinirı yaygınla§ masından olduğu kadar üzüntü duyan pek çok insan, belki de durumu abartmaktaydı. Buna kaf§ın, 1840'larda İngiltere'de, İrlanda'da ve Almanya'da hem orta hem de çalı§an sınıfın bir karakteri olan içki kar§ıtı kampanyalarda görülen ani ve sistemli yükselme, ahlak dü§künlüğü konusundaki endi§elerin salt akademik olmadığı gibi tek bir sınıfla da sınırlı kalmadığını göstermektedir. Kampanyanın ba§arısı uzun ömürlü olmadı; fakat yüzyılın geri kalanında sert içkiye kar§ı ·dü§manlık, gerek aydınlan mı§ i§verenlerde gerekse emek hareketlerinde ortak bir öge olarak varlığını sürdürdü.* · Fakat ku§kusuz yeni kentli ve endüstrile§mi§ yoksulların ahlak dü§künlüğüne yanıp yakılanlar durumu abartmıyorlardı. Her §ey bu durumu çağaltmak için adeta yarı§ıyordu. Kentler ve endüstri bölgeleri, plansız ve denetimsiz bir biçimde hızla büyüyor ve (i§çi sınıfının konut sorununu saymasak bile, sokakların temizlenmesi, içme suyu temirıi, sağlık önlemleri gibi) kent ya§amının en temel hizmetleri, bu geh§meye hiçbir biçimde ayak uyduramıyordu. 6 Bu kentsel bozulmanın en gözle görülür sonucu (özellikle suyla yayılan) salgın hastalıkların, bilhassa 1831 'den sonra Avrupa'yı yeniden istila eden ve 1832'de Marsilya'dan St. Petersburg'a kadar kıtayı silip süpüren koleranın yeniden hordaması oldu. Bir örnek alalım: Glasgow'da tifüse "1818'e kadar salgın halinde rastlanmazken", o tarihten sonra tifüs vakalannda artı§ ba§ gösterdi. 7 Kentin ıslahı, bir ku§aklık ihmali kapatıncaya kadar, 1830'larda kentte iki büyük salgın (tifüs ve kolera), 1840'larda üç (tifii.s, kolera ve borelia humması), 1850'lerin ilk yarısında iki salgın vakası görüldü. Orta ve hakim sınıflar bunu hissetmediklerinden, bu korkunç ihmalin sonuçları çok büyük oldu. Ele aldığımız dönemde kentsel geli§me, sınıflar arasında muazzam bir ayrılmanın ortaya çıkması anlamı ta§ıyordu; bu ayrılma, yeni çalı§an yoksulları, yönetim, ݧ merkezlermin ve burjuvaziye ayrılan yeni ikamet yerlerinin dı§ına, büyük bir yoksulluk batağına itti. Ele aldığımız dönemde neredeyse bütün Avrupa'nın büyük kentlerinde 'iyi' batı yakasıyla 'yoksul' doğu yakası arasında • Biraya, §araba ya da insanların günlük beslenme alı§kanlıklarının bir parçasını olu§turan içeceklere kar§ı bir dü§manlık söz konusu değildir. Bu, büyük ölçüde Angio-Sakson Protestan mezhepleriyle sınırlı kalml§tır.
diğer
ÇALIŞAN YOKSULlAR
223
bir bölünme ortaya çıktı.* Bu yeni emekçilerirı, kendi irıisiyatifleri dı§ında, toplanmalan için meyhaneler ve bir ölçüde de §apeller dı§ında hangi toplumsal kurum verildi ki? Sadece 1848'den, varo§lardan ba§layan yeni salgınların zenginleri de öldürmeye ba§lamasından ve buralarda yeti§mi§ umutsuz kitlelerin, güçlüleri bir toplumsal devrimle tehdit etmeye ba§lamasından sonradır ki kentler sistemli bir biçimde yeniden kurulmaya ve ıslah edilmeye ba§landı. Ahlaki dü§künlüğün tek göstergesi içki değildi. Bugün toplumsal tıp diyebileceğimiz alanda yapılan çağda§ öncü çalı§malar sayesinde, yeni · doğmu§ bebeklerin öldürülmesi, fuhu§, intihar ve akli dengesizlik olaylarının bu toplumsal ve ekonomik felaketle ilgili olduklan ortaya kondu.** Aynı durum, hem suçta hem de edilgen kalanlan yutmakla tehdit eden güçlere kaqı körlemesine bir öne çıkı§ tarzı olan ekseriyetle amaçsız §id~ dette gözlenen artı§ içirı de geçerliydi. Bu dönemde vahye dayanan, gizemci ya da ba§ka tür dinsel mezhep ve tapıların yayılması (12. Bölümle kar§ıla§tırın), insanların ya§amlannı altüst eden toplumsal depremlerle ba§etmekte benzer bir yeteneksizliğe i§aret etmektedir. Örneğirı kolera salgını, Protestan Galler'de olduğu kadar Katalik Marsilya'da da dinsel canlanmalan harekete geçirmi§ti. Bütün bu toplumsal davranı§ bozukluklannın, birbirleriyle ve 'ba§ının çaresine bakmak' tutumuyla ortak olarak payla§ tıklan bir yan vardı. Bunlar, yoksul bir çalı§ an olma yazgısından kaçmaya ya da en iyi halde yoksulluğu ve a§ağılanmayı unutınaya yönelik çabalardı. İkinci geli§e inanan biri, bir ayya§, küçük bir soyguncu, meczup, serseri ya da tutkulu bir küçük . giri§imci; hepsi de gözlerini toplumsal ya§amın ko§ullanndan çevirmi§ kimselerdi ve (sonuncusu istisna) toplu eyleme kayıtsızdılar. Ele aldı ğımız dönemin tarihinde bu kitlesel kayıtsızlık, sanıldığından çok daha • "ݧçileri, Paris'in merkezinden çıkmaya mecbur eden ko§ulların, söylendiği gibi, genelde i§çilerin davranl§ları ve ahlaki yanları üzerinde müessif sonuçları olmu§tU. Eski günlerde i§çiler, alt karlarında i§adamlarının ve görece rahat sınıfların diğer mensuplarırun doldurduğu binaların üst karlarında ya§arlardı. Tek bir binanın kiracıları arasında bir tür dayanl§ma ortaya çıknıı§tı. Kom§ular ufak tefek i§lerde birbirlerine yardımcı olurlardı. Hasta olduklarında ya da i§siz kaldıklarında evdeki diğer insanlardan büyük yardım görebiliyorlardı; öte yandan, bir tür insani saygı duygusu i§çi sınıfının alı§kanlıklarına belli ,bir düzeniilikle girdi." Bu sözlere raporlarında yer veren Ticaret Odası ve Polis komiserliğinde bir iç rahatlığı göze çarpsa da yeni bir olgu olarak [sınıflar arasındaki] ayrılık da kendini hissettinnektedir." •• O zamanlara ili§kin bilgilerimizin -ve müteakip geli§tirmelerin- çoğunu kendilerine borçlu olduğumuz uzun bir doktorlar listesi, burjuvazinin gönül rahatlığıyla hiç uyu§ınamaktadır. Villerme ve 1829'da kurduğu Anııales d'Hygihıe Publique'ye katkıda bulunanlar (İngiltere'de Kay, Thackrah, Simon, Gaskell ve Farr, Almanya'da pek çok ki§i), aslında olduğundan çok daha fazla anılmayı hak etmektedirler.
224 DEVRiM ÇAGI
büyük bir rol oynamaktadır. O zamanlar da en fazla kayıtsız olanların, en vasıfsız, en eğitimsiz, en örgütsüz, o nedenle de en umutsuz yoksullar olması rastlantı değildir: 1848'de Prusya'nın Halle kentinde yapılan seçimlerde, bağımsız zanaatkar ustaların yüzde 81 'i, mas onların, dülger lerin ve diğer vasıflı yapı i§çilerinin yüzde 7l'i oy kullanmı§tı; oysa fabrika ve demiryolu i§çilerinin, emekçilerin, sipari§ üzerine çalı§an ev i§çilerinin vs, sadece yüzde 46'sı oy kullanmı§tı. 9
II Kaçmanın ve yenilginin seçeneğiyse, ayaklanmaydı. Çalı§ an yoksulların, özellikle onların çekirdeği haline gelmi§ olan endüstri proletaryasının durumu da buydu; ayaklanma sadece mümkün değil, aynı zamanda zorunluydu da. Ondokuzuncu yüzyılın ilk yarısında, emek hareketlerinin ve sosyalist hareketlerin ve tabii ki kitlesel toplumsal devrimci rahatsız lığın ortaya çıkmasından daha kaçınılmaz bir §ey yoktu. 1848 devrimi, onun dolaysız sonucuydu. Aklı ba§ında hiçbir gözlemci, 1815 ile 1848 arasında çalı§an yoksulların durumunun deh§et verici olduğunu yadsımıyordu ve 1840'ta böyle gözlemciler hiç de eksik değildi. Durumun her geçen gün kötülemektc olduğu yaygın kabul görmekteydi. İngiltere' de, nüfus artı§ının geçim araçlarındaki artı§ı kaçınılmaz olarak geride bırakacağını savunan Malthusçu nüfus kuramı, böyle bir varsayıma_dayanmaktaydı ve Ricardocu iktisatçıların savlarından da destek bulmaktaydı. ݧçi sınıfının geleceği hakkında iyimser olanlar, kötümserlere göre daha az sayıdaydı ve daha yeteneksizdiler. Almanya'da 1830'larda halkın giderek fakirle§mesi, en az on dört farklı yayının özel konusunu olu§turmaktaydı ve "artan fakirle§meden ve yiyecek kıtlığından kaynaklı §ikayetlerde" haklılık olup olmadığı sorusu, akademik ödül konusu haline gelmi§ti (On altı yarı§macıdan onu, bu §ikayetlerin haklı olduğunu, sadece ikisi olmadığını ileri sürmü§tü). 1 0 Bu görü§ ve kanaatlerdeki yaygınlık, yoksulların genel ve görünü§e göre umutsuz sefaletierinin bizzat kanıtıdır. Kırsal bölgelerde, özellikle de topraksız ücretli i§çiler, ev i§çileri ve elbette topraksız köylülerle verimsiz topraklarda ya§ayanlar arasmda gerçek yoksulluk çok daha büyük boyutlardaydı. 1789, 1795, 1817, 1832, 1847'de olduğu gibi kötü hasatlar, Silezya keten dokuma endüstrisinin temellerini yıkan İngiliz pamuklularının rekabeti gibi ilave felaketiere gerek kalmadan bile hala kıtlığa neden olabilmekteydi. Lombardiya' da 1813'te ürünün mahvolmasından sonra pek çok insan, sadece gübre,
ÇALIŞANYOKSULLAR
225
saman ve fasule yapraklarından ve yabani yemi§lerden yaptıkları ekmekleri yiyerek hayatta kaldılar.ıı Hatta sakin İsviçre'de bile 1817 gibi berbat geçen bir yıl, ölüm oranının doğum oranını a§masına neden oldu. 12 Avrupa'da 1846-8 açlığı, İrlanda'daki kıtlık felaketinin (181-82. sayfalada kar§ıla§tırın) yanında sönük bile kalsa, gerçek bir kıtlıktı. Doğu ve Batı Prusya'da ( 1847) halkın üçte biri ekmek yemeyi bırakmı§, sadece patatese bel bağlamı§tı. 13 İnsanların, ağaç kütükleri ve tahta sıralar üzerinde oturdukları, perde niyetine keten bezler kullandıkları, sularını cam olmadığın dan teneke ya da toprak ma§rapalardan içtikleri Orta Almanya'nın dağla rındaki imalat i§i yapan, sert ko§ullarda ya§ayan, saygı değer, fakir köylerde, halk bazen patates yemeye ve kahve niyetine bulanık su içmeye öylesine alı§ml§ oluyordu ki, kendilerine yardıma gelenler onlara bezelye ve lapa yemeyi öğretmek zorunda kalıyorlardı. 14 Açlık ve tifüs, köyün keten dokumacısının modern endüstriye kar§ı sonucu malum bir sava§ verdiği Flanders'in ve Silezya'nın ta§rasını harabeye çevirmi§ti. Fakat İrlanda'daki gibi topyekun felaketin dı§ında, en dikkat çeken gerçek sefalet -çoklarıhın dü§ündüğü gibi artan sefalet-, yoksulların sessiz sedasız açlık çektikleri endüstri bölgelerinde ve kentlerde ya§anmaktaydi.. Kentlerdeki yoksulların genel durumunun kötüle§tiğinden ku§ku duyulması mümkün değilse de, reel gelirlerinin dü§ük olup olmadığı hala tarihsel bir tartı§ma konusudur. İstatistiklerdeki eksikliklerle beraber, bölgeler arasında, farklı i§çitürleri arasında ve farklı ekonomik dönemler arasında varolan deği§kenlikler, 1848'den. (ya da İngiltere'de belki 1844'ten) önce anlamlı hiçbir mutlak iyile§menin gerçekle§mediği ve zenginlerle yoksullar arasındaki uçurumun kesinlikle daha da büyüdüğü ve gözle görülür hale geldiği söylenebilirse de, bu tür soruları kesin olarak yanıtlamak zordur. Barones Rothchild'in, Orleans Dükü'nün maskeli balosunda bir buçuk milyon frank değerinde bir mücevher taktığı bir dönemde (1842), John Bright, Rochdale'li kadınları §öyle tarif ediyordu: "2000 kadar -korkunç derecede aç- kadın ve kız, bir parça samunu çamurlu da olsa görülmedik bir açgözlülükle mideye indirerek, sokaklardan ilahiler söyleyerek geçtiler; -ulviyete yakla§an- son derece tuhaf ve gözalıcı bir manzaraydı." 15 Gerçekten, Avrupa'nın pek çok bölgesinde genel bir kötüle§menin varlığından söz etmek mümkündür. Bunun nedeni sadece (daha önce de gördüğümüz gibi) kentsel kurumların ve toplumsal hizmetlerin, bu plansız ve denetimsiz geni§lemeye ayak uyduramamaları ve parasal(ve ekseriyetle reel) ücretlerin 1815'ten sonra dü§me eğilimi içine girmesi değil, aynı zamanda gıda mallarının üretim ve ula§ımının da muhtemelen demiryolu çağına kadar pek çok büyük kentte gerilemi§ olmasından ileri
226
DEVRiM ÇAGI
gelmekteydi. 16 Dönemin Malthusçularının kötümserliği de bu nedenlere dayanmaktaydı. Fakat bu nedenler bir yana, endüstri öncesi insanının geleneksel beslenme biçimiyle cahil insanın beslenmesi arasında ortaya çıkan deği§iklik, yoksul kentli ve endüstrile§mi§ birinin satın alma gücündeki azalmayla birlikte, insanların sağlıklarının kötüle§mesine yol açmaktaydı. Fransız ve İngiliz istatistikçilerin dikkatlerinden kaçmayan endüstri ve tarım nüfusları (ve elbette üst, orta ve çalı§an sınıflar) arasında sağlik ve fiziksel zindelik bakımından varolan olağanüstü fark, kesinlikle bu durumdan kaynaklanmaktaydı. 1840'larda doğum sırasında ortalama ya§am beklentisi, Wiltshire ya da Rutland'ın (bolluk içersindeki) tarım i§çileri arasında, Manchester ya da Liverpool'a göre iki kat daha yüksekti. Fakat o dönemlerde -bir örnek alırsak- "buhar gücünün geçen yüzyılın sonlarına doğru i§ ya§amına girmesine kadar, Sheffield bıçakçılık i§inde bileyici hastalığını neredeyse bilen yoktu." Fakat 1842'de, otuz ya§ların daki bütün bileyicilerin yüzde 50'si, kırklarında olanların yüzde 79'u ve ellisini geçkin olanlarınsa yüzde 100'ü akciğerlerinden rahatsızdıY Ayrıca ekonomide ortaya çıkan deği§iklik, bazen onların yararına ama çoğunlukla zararlarına olacak biçimde yığınla i§çiyi yerinden etti ya da i§ deği§tirmelerine neden oldu. Ama büyük kitleler, henüz yeni endüstriler ve kentler tarafından, fakir ve umarsız daimi bir alt tabaka halinde soğu rulmamı§lardı; hatta dönem dönem, gerek yinelerren gerekse geçici oldukları yeni yeni anla§ılmaya ba§lanmı§ bunalımlar yüzünden i§siz kaldıkları oldu. Bolton'da (1842) ya da Roubaix'de (1847) tekstil i§çilerinin üçte ikisi böyle bir ekonomik bunalım sırasında toptan i§ten çıkarıldılar. 18 Nottingham'ın yüzde yirmisi, Paisley'in üçte biri, büyük olasılıkla muhtaç durumdaydı. 19 İngiltere'de Chartizm gibi bir hareket, siyasal bakımdan zayıf olduğundan tekrar tekrar yenilgiye uğrayacak ve yine milyonlarca çall§an yoksulun üzerinde katlanılmaz bir yük olu§turan açlık, bu hareketi yeniden canlandıracaktı. Bu genel fırtınaların yanında, çalı§an yoksulların belli kesimlerinin tepesinde özel felaketler de hiç eksik olmadı. Gördüğümüz gibi endüstri devriminin ilk evresi, bütün emekçileri makinele§mi§ fabrikalara sürüklemedi. Tersine endüstri devrimi, endüstri öncesi zanaatkarların, belli türde vasıflı i§çilerin ve ev endüstrisiyle rençberlerin sayılarının, üretimin birkaç makinele§mi§ ve büyük ölçekli kesimleri etrafında artmasına yol açtı ve özellikle sava§ dönemlerinde emek arzındaki azalma yüzünden bu insanların durumlarında da iyile§me ya§andı. 1820'lerde ve 1830'larda gayrı §ahsi niteliğiyle makinenin ve pazarın kaydettiği amansız ilerleme, bu insanları bir yana atmaya ba§ladı. Bu geli§menin en ılımlı sonucu, bağımsız
ÇALIŞAN YOKSULLAR
227
ki§ileri bağımlı, bireyleri sırf 'el'den ibaret bir duruma sokmak oldu. En sert sonucuysa, durumları en katı iktisatçının bile kanını donduracak fakir ve aç -el dokumacıları gibi-dedassed [sınıflarından kopmu§] yığınlar yarattı. Bunlar vasıfsız ve cahil ayaktakımı değillerdi. 1830'larda iflas eden ve dört bir yana dağılanNorwichli ve Dunfermlinelı dokumacılar gibi topluluklar; pazarlıklarla olu§turulmu§ ve uzun zamandır kurumla§ml§ 'fiyat listeleri' birer kağıt parçasından ibaret hale gelince ırgat gibi çall§tırıl dıkları imalathandere dü§en Londralı mobilyacılar; gezgin proleterler haline gelen ustalar; bağımsızlıklarını yitiren zanaatk~rlar; bütün bu insanlar, çall§an yoksulların en vasıflı, eğitimli, kendine güvenen unsurlarıy dılar.* Ba§larına ne geldiğini anlayamadılar. Öğrenmeye çalı§maları, hatta dahası bu duruma itiraz etmeleri son derece doğaldı.** Maddi açıdan yeni fabrika proletaryasının durumu muhtemelen biraz daha iyiydi. Öte yandan onlar da özgür değildiler; ustanın ya da denetmenin dayattığı sıkı denetim, hatta sert disiplin altında, devlet korumasının henüz ba§larında bulunulduğundan hiçbir yasal ba§vuru hak ve olanağına sahip olmadan çalı§ıyorlardı. Belirlenen saat ve vardiyalarcia çalı§mak, kurallarını i§verenin koyduğu, k~rını artırmasına hizmet eden cezaları ödemek zorundaydılar. Toplum ya§amından uzak bölgelerde ya da endüstrilerde çalı§an bu insanlar, gereksinimlerini patronlarının dükkanından çoğu zaman ücretlerine mahsuben almak ya da i§Verenin verdiği konutlarda kalmak (böylelikle de vicdansız patronlarının k~rlarını katlamaları na imkan tanımak) duruınundaydılar. Ku§kusuz bir köy çocuğu, bu ya§amı anababasınınkinden daha bağımlı ve yoksul görmeyecekti; kıta Avrupası'ndaki endüstrilerde güçlü bir ataerkil geleneğin, usta despotizminin varlığı, zaman zaman i§verenin sağladığı güvenlik, eğitim ve sosyal hizmetlerle kısmen de olsa dengelenmekteydi. Fakat özgür bir insanın fabrika ya salt bir 'kol gücü' olarak girmesinin kölelikten pek bir farkı yoktu ve bıçak kemiğe dayanıncaya kadar fabrikalarda çalı§maktan kaçınılıyordu. Hatta erkekler, fabrikalardaki bu muazzam disipline çok daha fazla karşı • 1840'da Gloucestershire'daki 195 yeti§kin dokumacıdan yalnızca onbe§i okuma yazma bilmiyordu; fakat 1842'de Lancashire, Cheshire ve Staffordshire'daki imalat bölgelerinde tutuklanan isyancıların ancak yüzde 13'ü iyi düzeyde okuma yazma biliyor, yüzde 32'siyse yok . denecek kadar az biliyordu. 19' •• "ݧçi nüfusumuzun yakla§ık üçte biri ... ortalama kazançları, kilisenin yardımı olmaksızın ailelerini geçindirmeye yetmeyen dokumacı ve i§çilerden olu§maktadır. Ücretierin dü§mesinden ve §artların zorla§masından en fazla zarar gören topluluğun bu bölümü, ya§aınlarını nezih ve saygın bir biçimde geçirirler. Benim yoksul hemcinskrimin özellikle bu sınıfı için, kooperatif sistemi kurmalarını tavsiye etmek isterim." (F. Baker, First Lecture on Co-{)peration, Bolton, 1830).
228
DEVRiM ÇAGI
koyma eğiliminde olduklarından, fabrika sahipleri daha çok kadınları ve Elbette 1830'larda ve 1840'ların bir bölümünde fabrika proletaryasının maddi durumu bile bozulmaya çocukları çall§tırmayı tercih ediyorlardı.
ba§ladı.
Çall§an yoksulların fiili durumu ne olursa olsun, dü§ünen herkesinyani yoksulların sıkıntılarının bir yazgı olmadığını, böyle gelmi§ böyle gitmeyeceğini kabul eden herkesin-, i§çilerin, yoksullar daha yoksulla§ır· ken servetleri daha da artan zenginler tarafından sömürüldüğünü gördüğüne hiç §Üphe yoktur. Zenginlerin bu i§te yararı olduğu için yoksullar: sıkıntı çekmekteyciL Burjuva toplumunun toplumsal aygıtı, iliğine kadar vah§i, adaletsiz ve gayrı insaniydi. "Emek olmadan zenginlik olamaz" diye yazmı§tı Lancashire Co-operator. "ݧçi, bütün zenginliğin kaynağıdır. Bütün bu yiyecekleri kim yeti§tiriyor? Yarı aç yarı tok, yoksul emekçi. Bütün bu, hiç çalı§mayan ve hiçbir §ey üretmeyen zenginlerin sahip olduğu evleri, mağazaları, sarayları kim kuruyor? ݧçi. İplikleri kim dokuyor, elbiseleri kim dikiyor? İplikçi ve dokumacı." Ama "çalı§mayanlar zengin olur, tıksırıncaya kadar yer içerken, emekçiler hala yoksul ve muhtaç durumdadır: "20 Bugün bile bir Zenci kilise ilahisinde birebir yansısını bulan umutsuz durumdaki tarım i§çisi, bu durumu, pek açık olmasa da derinden §öyle dile getirmektedir: Eğer
ya§am paranın satın alabileceği bir §ey olsaydı Zengin ya§amalı, yoksul ölmeliydi. 21
III Emek hareketi, yoksul insanın çığlığına bir yanıt oldu. Emek hareketinin, tarih boyunca ortaya çıkan katlanılmaz zorluklara kar§ı salt toplu infiallerle, hatta öteden beri emeğin bir niteliği haline gelen grev pratiği ve diğer militanlık biçimleriyle karı§ tınlmaması gerekir. Bunların da, en· düstri devriminin ötesine uzanan bir tarihleri vardır. Ondokuzuncu yüzyıl ba§larının emek hareketinde yeni olan, sınıfbilinciyle sınıfsal emellerdi. 'Yoksul', artık 'zengin'le kar§ı kar§ıya değildi. Belli bir sınıf, emekçi sınıfı, i§çiler ya da proletarya, bir ba§ka sınıfla, i§verenler ya da kapitalistlerle kar§ı kar§ıyaydı. Fransız Devrimi, bu yeni sınıfa güven kazandırdı, endüstri devrimi de bu sınıfa sürekli hareket halinde olma gereğini öğretti. Yalnızca arada sırada yapılan ve geçici olarak bozulmu§ toplumsal dengeyi yeniden eski durumuna döndünneye yarayan protesto lar, doğru dürüst geçinmek için yeterli değildi. Devamlı tetikte olmaya, örgütlenmeye ve bir 'hare· yazılı
ÇALIŞAN YOKSULLAR
229
ket'in eylemliliğine -sendikaya, yardımla§maya ya da i§birliği topluluğuna, i§Çi sınıfı enstitüsüne, gazeteye ya da ajitasyona- gerek vardı. Fakat toplumsaldeği§imin tarnda onları yutan yeniliği ve hızı, emekçileri, baskıcıla rınkinden tamamen zıt olan keni fikir ve deneyimlerine dayanarak, tamamen deği§mi§ olan bir toplumsal bağlama göre dü§ünmelerini gerektiriyordu. Emek hareketi, yarl§macı değil, dayanl§macı, bireyci değil kolektivist olacaktı. 'Sosyalist' olacaktı; ve her zaman yoksulların kafalarının bir kö§esinde olagelmi§, fakat ancak genel toplumsal devrimin patlak verdiği nadir anlarda üzerine dü§ündükleri bir sonsuz özgür toplum hayalini değil, mevcut sisteme yönelik kalıcı, uygulanabilir bir seçeneği temsil edecekti. Bu anlamda bir i§çi sınıfı bilinci, 1789'da varolmadığı gibi, aslında Fransız Devrimi boyunca da yoktu. İngiltere'nin ve Fransa'nın dl§ında 1848'de bile daha yeni yeni kendini göstermekteydi. Fakat çifte devrimin vücut bulduğu bu iki ülkede, 1815 ile 1848 arasında, daha kesin olarak 1830 dolaylarında ortaya çıktı. Daha belirsiz olan 'çalı§an sınıflar'dan [working dasses] farklı olarak tam da 'i§ çi sınıfı' [working class] sözcüğü, Waterloo'dan kısa süre sonra, hatta belki de daha önce İngiliz i§çi yazı nında kendini göstermekte ve Fransız i§çi sınıfı yazınında bunun kar§ılığı olan bir ibare, 1830'dan sonra sık sık görünmeye ba§lamaktadır. 22 İngil tere'de bütün çalı§anları 'genel sendikalar'da {genel i§ birlikleri] biraraya toplama, yani özel ݧÇi gruplarının bölgesel ve mesleki yalıtılmı§lığını kıra rak çalı§an sınıfın ulusal hatta belki de evrensel dayanı§masını gerçekle§· tirmeye yönelik gayretler, 1818'de ba§ladı ve 1829 ile 1834 arasında ate§li bir biçimde sürdürüldü. 'Genel i§çi birliği', genel grev demekti; ve bu da bu dönemde, özellikle William Benbow'un Grand National Holiday, and Congress of the Productive Classes'ında (1832) bir kavram ve i§Çi sınıfının sistemli taktiği olarak formüle ·edilmekte ve Chartistler tarafından siyasal bir yöntem olarak ciddi bir biçimde tartı§ılmaktaydı. Bu arada gerek İngil tere'de gerekse Fransa'daki entelektüel tartı§malar, 1820'lerde bir kavram ve bir sözcük olarak sosyalizmin ortaya çıkmasına neden olm u§ tU. Sqsyalizm, (1832'de Parisli !onca mensupları tarafından) Fransa'da küçük bir ölçekte, çok geçmeden (böyle bir hareket için hiç de uygun biri olmayan) Robert Owen'ı devasa bir kitle hareketinin önderliğine getirecek olan İngilizler tarafındansa çok daha büyük boyutlarda derhal benimsendi. Özetle, 1830 ba§larında proletaryacia bir sınıf bilincinin ve toplumsal özlemierin varlığından zaten söz edilebilir. Ancak i§verenlerinin aynı dönemde ula§ tıkları ya da gösterdikleri orta sınıfbilincinden kesinlikle daha zayıf ve çok daha etkisizdi.
230 DEVRiM ÇAGI Proletaryanın
bilinci, en iyi Jakoben diyebileceğimiz bir bilinçle Devrimi'nin (ondan da önce Amerikan Devrimi'nin) dü§ünen ve özgüvenli yoksullara a§ıladığı bir dizi özlem, deneyim, yöntem ve ahlaki tutum dizisi- güçlü bir bile§ime girmekte ve onun tarafından peki§tirilmekteydi. Emek hareketinin ve onun 'dayanı§macı toplum' ideolojisinin, yeni i§çi sınıfinın durumunun pratik ifadesi olması gibi, demokratik hareket de, proleter olsun olmasın Fransız Devrimi'nin mazlumlar olmaktan çok aktörler olarak tarih sahnesine çıkardığı sıradan halkın pratik ifadesiydi. "Dı§ görünü§leri pejmurde olan ve eskiden kendilerini kibar takı mına aynlmı§ bu gibi yerlerde göstermeye cesaret ederneyecek yurtta§lar, §imdi ba§lan yukanda zenginlerle birlikte yürüyorlardı." 23 Saygı görmek, tanınmak ve e§itlik istiyorlardı. Bunu elde edebileceklerini biliyorlardı, çünkü 1793-4'te bunu yapmı§lardı. Bu yurtta§lann hepsi de i§çi değildi, fakat bilinçli i§çilerin hepsi bu tür yurtta§lardı. Proleter ve Jakoben bilinç, birbirlerini tamamladılar. ݧçi sınıfının deneyimi, çall§an yoksullara, günlük öz savunmanın, sendikanin, yardım la§ma cemiyetlerinin, (örgütlenme ve disiplin demek olan) dayanl§ına ve grev gibi toplu mücadele silahlarını kazandırdı.* Ne var ki bu kurumların halihazırda kıta Avrupası'nda olduğu kadar zayıf, istikrarsız ve yerel olmadıklan yerlerde bile, faaliyet alanlan son derece dardı. 1829 ile 1834 arasında İngiltere'de ve yine kısmen Chartizm altında, saf sendikacı ya da dayanı§macı bir modelden, sadece i§çilerin örgütlü kesimlerinin daha yüksek ücret kazanmalan için değil, bütün varolan toplumu yıkmak ve yeni bir toplum kurmak için yararlanma yönünde bir gayret görüldü. Ama ba§arısız oldu ve bu ba§arısızlık, hatırı sayılır bir olgunluğa eri§ıni§ ilk proleter sosyalist harekete, yarım yüzyıl üstesinden gelemeyeceği bir zarar verdi. Sendikaları, (kendi 'yapıcılar parlamentosu' ve 'yapıcılar loncası' olan -1831-4- Yapı Ustalan Sendikası'nda olduğu gibi) kooperatif üreticilerinin ulusal sendikalanna dönü§türme çabalan ba§arısızlıkla sonuçlandı. Ba§ka biçimlerde 'emeğin hakça deği§imi' ve ulusal üretim kooperatifi kurma giri§imlerinin de ba§ına aynı §ey geldi. O zamana kadar yerel ve i§koluna özgü cemiyetlerden daha güçlü olduklarını kanıtlayan büyük, ku§atıcı 'genel sendikalar'ın, (her ne kadar genel sendikalann yapısında varolan noksanlıklardan çok, önderlik deneyimi, örgütlenme ve disiplin yokluğundan kaynaklansa da) hantal ve zayıf olduklan görülFransız
• Grev, i§çi sınıfının varlığının öylesine kendiliğinden ve mantıksal bir sonucuydu ki çoğu Avrupalı dilde ona kar§ılık gelen (örneğin greve, huelga, sciopero, zabastovko gibi) tamamen bağunsu yerli sözcükler vardır; oysa diğer kurumlarla ilgili sözcükler çoğunlukla ödünç alınmadır.
ÇALIŞAN YOKSULLAR
231
dü. Genel grevin, (1842'de) açlıktan kaynaklanan ve kendiliğinden yayı lan karga§alar dı§ ında, Chartist hareket döneminde uygulanabilir bir §ey olmadığı görüldü. Oysa J akobenliğe ve genelde radikalliğe özgü bir yol olan (gazete ve bto§ Ür yoluyla siyasal kampanyalar düzenlenmesi, halk mitingleri, gösterileri ve gerektiğinde karga§a çıkarma ve ayaklanma gibi) siyasal ajitasyon yöntemleri, özellikle i§çi sınıfıyla da sınırlı kalmadan, hem etkili hem de esnek olduğunu kanıtladı. Bu tür kampanyaların, önlerine çok yüksek hedeflerin konulduğu ya da hakim sınıfları çok fazla tehdit etmeye ba§ladığı yerlerde ba§arısızlığa uğradıkları doğrudur. İ_sterik yıllar olan 18 lO'larda, (1816'da Londra'da Spa Fields'de, ya da 1819'daki on göstericinin öldürüldüğü ve yüzlercesinin yaralandığı Manchester 'Peterloo'da olduğu gibi) her ciddi gösterinin üzerine orduyu göndermek gibi bir eğilim vardı. 1838-48'de milyonlarca imzalı dilekçe, Halkın Fermanı'nı daha yakma getirmedi. Buna kar§ın daha dar bir cephede sürdürülen siyasal kampanyalar daha etkili olmaktaydı. Bu tür kampanyalar olmasaydı, 1829'daki Katalik Kurtul u§ U, 1832'deki Reform Yasası, hatta fabrikalardaki çalı§ma ko§ulları ve saatleri konusunda ılımlı bir yargı denetimi bile gerçekle§meyebilirdi. Demek ki örgütsel bakımdan zayıf olan ve bu zayıflığını siyasal radikalizmin ajitatif yöntemleriyle dengeleyen bir i§çi sınıfıyla kar§ı kar§ıyayız. 'Tolpuddle Şehitleri'nin sürgün edilmesine kar§ı kitlesel protesto gösterilerinde (134. sayfaylakar§ıla§tırın), 1834'den sonra çöken 'genel sendikalar'dan bir §eyler kurtarmaya çalı§ılmasında olduğu gibi, 1830'larda İngiltere'nin kuzeyinde gerçekle§en 'Fabrika ajitasyonları' da yerel sendikaların zayıflığınının telafisiydi. Ne var ki, Jakoben gelenek de gücünü, benzersiz devamlılığını ve kitleselliğini, yeni proletaryanın bir niteliği olan sıkı dayanı§madan ve sadakatten aldı. Onları bir araya getiren §ey, sadece aynı yerde ya§ ayan yoksul olmaları gerçeği değil, büyük sayılar halinde birlikte çalı§ıyor, i§i birlikte yapıyor, birbirlerine güveniyor olmalanydı. Bu, onların ya§amıydı. Yıkılmaz bir dayanı§ma onların tek silahıydı; çünkü ancak bu sayede ellerindeki tek ama belirleyici kozu, yani toplum için vazgeçilmez olduklarını kabul ettirebiliyorlardı. 'Grev kırıcılığa hayır' (ya da buna benzer sözler), i§çilerin ahlaki yasalarının ilk buyruğuydu ve öyle de kaldı. Dayanı§mayı kıran ('karabacak'taki [grev kırıcı i§çi] 'kara' sıfatının ahlaki anlamıyla betimlenen kimse), i§çi toplumunun Yahudası idi. Biraz olsun siyasal bilinç edindiklerinde yaptıkları gösteriler, kolaylıkla kayıtsızlığa savrulabilen kızgın bir 'ayaktakımı'nın feveranlarından değildi. Bir ordunun hareketlerinf andırıyordu. Örneğin Sheffield gibi bir kentte orta
232
DEVRiM ÇAGI
sınıfla i§çi sınıfı arasındaki sınıf mücadelesi (1840 ba§larında)
yerel siyasal
ya§amın ana konusu haline geldiğinde, derhal güçlü ve istikrarlı bir proletarya bloğu ortaya çıkmı§tı. 184 7 sonlarında kent meclisinde sekiz Chartist
bulunuyordu ve 1848'de Chartizmin ulusal ölçekte çökmesinin, on ile yirmi bin arasında insanın o yılın Paris devrimini selamladığı bir kentte hemen hiçbir etkisi olmadı: 1849'da Chartistler, kent meclisindeki sandalyelerin neredeyse yarısım ele geçirdiler. 24 ݧçi sınıfıyla Jakoben geleneğin altında, her ikisine de güç veren çok daha eski bir gelenek tabakası yer alıyordu: Ba§kaldırı ya da umutsuz insanların zaman zaman ba§vurdukları toplu protesto geleneği. Doğrudan eylemin ya da ba§kaldırmanın, makineleri, dükkanları ya da zenginlerin evini yıkınanın uzun bir tarihi vardı. Genelde bu gelenek, düpedüz açlığın ya da (1810-1 1'de ve yine 1826'da İngiliz dokumacılığında, 1830'larda 1840'ların ortalarında kıta Avrupası'nın dokumacılığında) dönemsel olarak makinelerin tehditi altında gerilemekte olan el endüstrilerini saran makineleri kırma dalgalarında olduğu gibi, sınıra dayanmı§ insanların duygularının bir ifadesiydi. Kimi zaman İngiltere'de olduğu gibi, örgütlü i§çiler tarafından toplu baskının kabul görmü§ bir biçimini olu§turmaktaydı ve siyasalılımlılığı sendikacı olmayan meslekta§larına kar§ı sistemli bir terörle birle§tirmi§ madenciler, vasıflı tekstilciler ya da bıçakçılar arasında olduğu gibi, makinelere kar§ı bir dü§manlık içermiyordu. Bazen de i§sizlerin ya da açların ho§nutsuzluklannın bir ifadesiydi. Devrimin olgunla§tığı bir zamanda, özellikle ba§kentlerde ya da siyasal bakımdan hassas ba§ka noktalarda patlak verdiğinde, böyle bir doğrudan eylem, aksi halde siyaseten ham kalacak olan insanları, belirleyici bir güç haline sokabilmekteydi. Gerek 1830'da gerekse 1848'de bu tür hareketler, aksi durumda son derece küçük bir ho§nutsuzluk ifadesi olarak kalacak bir protestonun ardına muazzam bir ağırlık koyarak onu ayaklanmaya dönü§· türdüler.
IV O nedenle bu dönemin emek hareketi, ne bile§imi ne ideolojisi ne de programı açısından tam anlamıyla 'proleter', yani endüstri ve fabrika i§çilerinin bir hareketiydi, ne de hatta ücretlilerle sınırlıydı. Daha çok (esas olarak kentli) çalı§an yoksulları temsil eden bütün güç ve eğilimleri bir araya getiren ortak bir cepheydi. Böyle bir ortak cephe uzun süre varlığını sürdürdü; fakat Fransız Devrimi'nin son günlerinde öndediğini ve esinini, liberal ve radikal orta sınıflardan almaya ba§laml§tı. Gördüğü-
ÇALIŞAN YOKSULLAR
233
· müz gibi, Paris halkının geleneğine bu birliğini veren (olgunla§maml§ proletaryanın özlemlerini bir yana bırakalım) 'Baldırıçıplaklık' bile değil, 'Jakobenlik'ti. 1815'ten sonra ortaya çıkan yeni durum §Uydu: Bu ortak cephe, kral ve aristokratların yanı sıra giderek liberal orta sınıfa da yönelmekteydi. Endüstri ve fabrika i§çisi henüz ortalarda görünmese de, ona birliğini veren §ey proletaryanın ideolojisi ve programıydı ve bir bütün olarak siyasal açıdan çalı§an yoksulların diğer kesimlerinden çok daha geriydi. Gerek yoksullar gerekse zenginler, "toplumun orta katmanının altındaki kentli kitleler"in25 hepsini siyaseten 'proletarya'ya veya 'i§çi sını. fı'na dahil etme eğilimindeydiler. "Mevcut gidi§atta içsel bir uyumsuzluk olduğu ve bunun böyle devam ederneyeceği noktasında giderek §iddetlenen ve genelle§en hassasiyet"ten26 mustarip olanlar, gözden geçirilmi§ ve dü§ünsel bakımdan geçerli tek ele§tiri ve seçenek olarak sosyalizme yönelme eğilimine girdiler. Bu yeni hareketin önderliği de benzer bir gidi§at göstermeye ba§ladı. Çall§an yoksulların en etkin, sava§çı ve siyasal bakırndan bilirıçli kesimleri, yeni fabrika proletaryası değil, vasıflı zanaatkarlar, bağımsız artizanlar, sipari§ üzerine evde çall§an orta ölçekli i§çilerle, daha büyük bir baskı altında olmanın dl§ında Endüsti Devrimi'nden önce nasılsa öyle ya§amaya ve çalı§maya devam eden insanlardı. İlk sendikalar, hemen hemen kaçınıl maz biçimde matbaacıların, §apkacıların, terzilerirı vs. sendikalarıydı. Leeds gibi bir kentte -ki bu tipik bir durumdur- Chartist önderliğin çekirdeği, sonradan el dokumacısı olm u§ bir doğramacıdan, bir çift matbaa ustasın dan, bir kitap satıcısından ve bir yün tarakçısından olu§maktaydı. Owen'ın i§birliği [kooperatiflerle ilgili] öğretilerirıi benimseyenler arasında bu tür 'artizanlar', 'makinistler' ve el i§çileri çoğunluktaydı. İlk Alman i§çi komünistleri, gezgin zanaat ustaları; terziler, dağramacılar ve matbaacılardı. 1848 Paris'inde burjuvaziye kar§ı ayaklananlar, (1871 Komününde olduğu gibi) proletaryanın semti Belleville değil, eski artizanlar semti Faubourg Saint-Antoine sakinleriydi. Endüstrinin ilerlemesi, 'i§çi sınıfı' bilmeinin tam da bu kalelerini yıktığı ölçüde, bu ilk emek hareketlerinirı gücüne de ölümcül darbeler indirdi. Örneğin 1820 ile 1850 arasında İngiliz emek hareketi, i§çi sınıfının kendini yeti§tirmesi ve siyasal eğitim alması için yoğun bir kurumlar ağı olu§turdu; 'makine enstitüleri'ni, Owencı 'Bilim Salonları'nı ve ba§kalarını kurdu. 1850'de (siyasal yanları , daha bariz olanlarını saymazsak) İngiltere'de bunlardan, 400'ü haber merkezi olmak üzere 700 adet -sadece Yorkshire kon tl uğunda 151 tanebulunmaktaydı. 27 Fakat çoktandır bir gerileme içindeydiler ve birkaç on yıl içinde de ya oldüler ya da uykuya daldılar.
234 DEVRiM ÇAGI
Bunun tek bir istisnası vardı. Sadece İngiltere'de, yeni proletarya, çoktan örgütlenmeye hatta kendi önderlerini çıkarmaya ba§laml§tı: İdan dalı Owencı pamuk eğirmecisi John Doherty, madenci Tommy Hepburn ile Martin Jude. Chartizmin birliklerini, sadece vasıflı artizanlarla, baskı altındaki sipari§le çalı§an ev i§çileri olu§turmuyordu; fabrika i§çileri de, Chartizmin sava§çılan, zaman zaman da önderleri konumundaydılar. Fakat İngiltere dı§ında fabrika çalı§anlan ve madenciler, henüz aktör olmaktan çok mağdur durumundaydılar. Yüzyılın son bölümüne kadar yazgıla nnı kendi ellerine alamayacaklardı. Emek hareketi, bir öz savunma, protesto, devrim örgütlenmesiydi. Fakat çalı§an yoksullar için bir mücadele aracı olmaktan öte bir §eydi; aynı zamanda bir ya§am biçimiydi. Liberal burjuvazi onlara bir §ey vermemi§ti; tarih onları, muhafazakarlann da savunmak ya da geri getirmek için bo§ vaatlerde bulunduğu geleneksel ya§am tarzından uzakla§tırmı§tı. İkisinin de giderek içine çekildikleri bir ya§am tarzı konusunda yapacak fazla §eyleri yoktu. Fakat emek hareketi, kendilerinin §ekillendirdiği bir ya§am tarzına sahipti; daha doğrusu kolektif, komünal, sava§çı, idealist ve yalıtık bir hareketti, çünkü onun özü tam da mücadeleydi. Buna kar§ı lık, hareket de onlara bir tutun um ve hedef kazandırdı. Liberal söylen, sendikalann [birliklerin], vicdansız ajitatörlerin kı§kırttığı beceriksiz i§çilerden olu§tuğunu ileri sürmekteydi; oysa gerçekte beceriksiz olanlar, genelde en az sendikala§mı§ olanlardı; en akıllı ve ehil i§çilerse, sendikalann en sıkı destekçileri arasında yer alıyordu. Bu dönemde bu türden 'i§çi dünyaları'nın en geli§kin örnekleri, muhtemelen hala ev endüstrilerinden gelmekteyciL Örneğin Lyon ipek i§çileri topluluğu vardı: Onlar hep isyankar canutlardı; 1831'de ve yine 1834'de ayaklandılar; Michelet'in ifadesiyle "bu dünya onu yapamayacağı için, karanlık ve nemli vadilerinde kendilerine tatlı rüyalar ve görüntülerden ahlaki bir cennet" kurdular. 28 Cumhuriyetçi ve Jakoben püritenlikleriyle, Swedeborgcu sapmalarıyla, Kütüphanesi, tasarruf bankası, Makine Enstitüsü, Bilim Klübü, Resim Akademisi olan, misyoner toplantıları yapan, içkiye kar§ı birlikler, kre§ler, Çiçeksevenler derneği kuran, edebiyat dergisi çıkartan (Dunfermline'daki Gasometer) İskoç keten dokumacıları* vardı, ve tabii Chartizmleri vardı. Sınıf bilinci, militanlık, zalimlere kar§ı duyulan nefret ve horlama, iplikleri dokuduk• Kar§ıla§tırın: T. L. Peacock, Nightmare Abbey (1818): "Siz bir filorofsunuz dedi kadın, bir özgürlük a§ığı. Siz, 'Felsefe Gazı' denen tei:in ya da İnsan Aklının Genel Aydınlanınası Projesi'nin yazansınız."
ÇALIŞAN YOKSUllAR
235
lan tezgahlar kadar bu ya§ama özgü §eylerdi. Aldıklan ücretler dı§ında zenginlere hiçbir §ey borçlu değildiler. Ya§amlarında sahip oldukları her §ey, kendi kolektif yaratırnlarının ürünüydü. Fakat bu sessiz ve derinden giden öz örgütlenme süreci, bu eski tür i§çilerle sınırlı değildi. Çoğunlukla Northumberland ve Durham madenlerinde, yerel İlkel Metodist topluluğuna dayanan bir 'birlik' içinde; özellikle Lancashire'daki* yeni endüstri alanlarında i§çilerin toplandıkları yardım la§ma ve dayanl§ma demeklerinde ve hepsinden öte Lancashire'ın küçük endüstri kasabalarından ellerinde me§alelerle kadınlı erkekli çocuklu Chartist gösterilerin yapıldığı kırlara doğru akan binlerce insanda, 1840'ların sonlarında yeni Rochdale kooperatif dükkaniarının yayılma hızında yansısını bulmaktadır.
V Ne var ki, bu döneme dönüp baktığımızda, (yeni endüstri proletaryasının gücünü bir yana bırakırsak) çalı§an yoksulların zenginleri ürküten gücüyle, akıllarını oynatan 'komünizm hayaleti'yle, edimsel örgütlü güçleri arasında büyük ve belirgirı bir kopukluk vardı. Protestolarının aleni ifadesi, bir örgütlenme olmaktan çok, kelimenin tam anlamıyla bir 'hareket'ti. Siyasal dı§avurumlarının en kitlesel ve kapsamlı biçimi olan Chartizmi (1838v48) bir araya getiren §ey, bir avuç geleneksel ve radikal slogandan, Feargus O'Connor ( 1794-1 855) gibi yoksulların sesi haline gelmi§ birkaç güçlü hatip ve gazeteci ve Northem Star gibi bir iki gazeteydi. Ortak yazgıları, ya§lı militanların anımsattıkları, zenginlere ve kodamanlara kar§ı om aktı: "Rodney adında bir köpeğimiz vardı. Büyükannem bu isimden ho§lanmazdı, çünkü asilzadeliğe yükselmi§ Amiral Rodney'in halka dü§man olduğu §eklinde garip bir görü§ü vardı. Bu ya§lı kadın bana özenle Cobbett ile Cobden'in iki farklı ki§i olduğunu açıklamı§tı; Cobbett bir kahramandı, Cobden ise sadece orta sınıfın bir savunucusu. Uzun zaman öncesine ili§kin hatırladığım manzaralardan biri de, porselenden bir George Washington heykelciğinin yanında el i§leri ve metal çerçeveli resimlerin yakınında duranJohn Frost'un·· bir portresidir. Resmin tepesinde yer alan bir yazıda, Halkın Dostlan Resim Galerisi'nden alınma olduğu yazılıydı. Ba§ında defne dalından bir çelenk • 182l'de Lancashire, o zamana dek ülkenin toplam nüfusuna oranla en yüksek dayanl§ma demeklerine sahipti (yüzde 17); 1845'de Oddfellows loncalarının yakla§ık yarısı, Lancashire ve Yorkshire'da bulunuyordu." •• 1839'da Newport'da ba§arısızlıkta biten Chartist ayaklanmanın önderi.
236
DEVRiM ÇAGI
vardı, altta, Bay Frost, toplumdan dı§lanmı§ sefil ve p~ri§an haldeki insanlar adına Adalet isterken gösteriliyordu ... Evimizin müdavimlerinden biri de, Feargus'un Mektubunu evden birinin kendisine ve diğerlerine okuması için mürükkebi bile kurumamı§ bir Northem Star'la saat gibi her pazar sabahı kapımızda görünen sakat bir ayakkabıcıydı. Gazetenin önce ate§te kurutulması, sonra da neredeyse bu kutsal nesnenin tek bir satırına zarar gelmemesi için özenle ve düzenli olarak kesilmesi gerekirdi. Bu i§lemler yapılırken, Larry, ara sıra ocağa uzattığı piposunu sakin sakin tüttürür, bir sofunun tapınakta takındığı bütün o vecd haliyle büyük Feargus'un mesajını dinlemeye hazırlarurdı." 30
Önderlik ya da koordinasyon neredeyse yok denecek kadar azdı. 18345 tarihinde hareketi bir örgütlenmeye, bir 'genel birlik' e dönü§türmeye yönelik en tutkulu giri§im de hızla ve acı bir biçimde son buldu. En fazla -kıtada olduğu gibi İngiltere'de de-, ya§adıkhırı gibi mertçe ölen Lyon ipek i§çileri gibi yerel çall§an topluluklar içinde kendiliğinden geli§mi§ bir dayanı§ma söz konusuydu. Bu hareketi bir arada tutan §ey, açlık, sefalet, nefret ve umuttu. 1848'in devrimci Avrupası'nda olduğu gibi Chartist İngiltere'de de yenilmelerine yol açan §ey, yoksulların ayaklanmalanna yetecek kadar aç, kalabalık ve umutsuz olmalarına kar§ın, isyanlarını toplumsal düzen için anlık bir tehlike olmaktan çıkartacak örgütlenmeden ve dayanı§madan yoksun olmalarıydı. 1848'de çalı§an yoksullar hareketi, henüz 1789-94'ün devrimci orta sınıfının Jakobenliğinin bir dengini yaratabilmi§ değildi.
12 İdeoloji: Din
Bana yakıcı duygulanm ve dünyevi lurslannı, imanla, umutla ve merhametle soğutmuş; yeryüzünü bir hac yolculuğu, öteki yaşamı gerçek baba toprağı olarak gören; yoksulluklanm ve acılanm Hııistiyanca kahramanlıkla sevmeyi ve onlara göğüs germeyi öğrenmiş; bütün ezilenlerin ilk doğanı İsa Mesih'i seven, ona tapan ve evrenin kurtuluşunu onun çektiği aczda gören bir halk niyaz ey le. Derim; bu kalıptan dökülmüş bir halk niyaz et ki sosyalizmi yenmek kolayca mümkün olmakla kalmasın; bir daha akıllara dahi getirilmesin ... Civilta Cattolica 1
Fakat Napoleon ilerlemeye başladığında, sapkın Molokanlz köylüler, onun, eski ilahilerinde anlatıldığı gibi sahte çan devirmek ve gerçek Beyaz Çan tahta geçirmek üzere [Tann tarafindan] görevlendirilmiş Yehoşafat vadisinin aslam olduğuna inanıyorlardı. O yüzden Tambov eyalerinin Molokanlan, Napoleon'u karşılamak, saygılanm sunmak ve beyaz kaftan giydirmek üzere aralanndan bir heyet seçtiler. Haxhausen, Studien ueber ... Russland2
I İnsanların dünya hakkındaki dü§ündükleri ba§ka bir §ey, dü§ünürken kullandıkları terimlersedaha ba§ka bir §eydir. Tarihin büyükbölümünde
ve (belki de Çin ba§lıca istisnayı olu§turmak üzere) dünyanın büyük kısmında bir avuç eğitimli ve önyargılardan arınml§ insanın dı§ında herkesin dünyayı tasarlarken kullandıkları terimler, 'ıristiyan' sözcüğünün bazı ülkelerde 'köylü' hatta 'insan'la aynı anlama gelmesine neden olacak kadar geleneksel dinin terimleriydi. Bu durum, 1848'den önceki bir evrede, (her ne kadar çifte devrimin dönü§türdüğü bölgeler dı§ında pek öyle değilse de) Avrupa'nın çoğu bölgesinde ortadan kalktı. Din, hiç kimsenin kendisinden kaçamayacağı, yeryüzünün ötesindeki her §eyi kapsayan gökyüzü gibi bir §eyken; büyük, ama sınırlı ve insani bir göğün durmadan deği§en bir özelliği olarak bulut kümesini andıran bir görünüme büründü. Bu deği§menin pratik sonuçları, sonradan sanıldığından daha belirsiz ve kararsız olmakla birlikte, bütün ideolojik deği§iklikler arasında diğerleriyle kar§ıla§tırılamayacak kadar derindi; ve nereden bakılsa, en benzersiz olanı da buydu.
238 DEVRiM ÇAGI
Benzersiz olan, ku§kusuz kitlelerin laikle§mesiydi. Soylu bayanlar diğer hemcinsleri gibi sofuluklarını sürdürseler de, alt tabakalara örnek olacak biçimde ayinsel görevlerin titizlikle yerine getirilmesiyle birlikte giden kibarca bir dinsel kayıtsızlık, uzunca bir zamandır özgürle§mi§ olan soylular arasında bilinmeyen bir §ey değildi. 3 Kibar ve eğitimli erkekler, varolmanın dı§ında hiçbir i§levi olmasa ve insan i§lerine doğrudan karı§masa ya da mültefit bir kabulleni§in di§ ında herhangi bir tapınma biçimi gerektirmese de, teknik olarak yüce bir varlığa inanmaktaydılar. Fakat geleneksel dinle ilgili görü§leri, horlama ve açık bir husumet ta§ıyordu; samimi tanrıtanı mazlar olduklarını ilan etmeye hazırdılar. Büyük matematikçi Laplace, Tamıyı semavi sisteminde nereye oturttuğunu soran Napoleon'a böyle bir hipoteze gereksinmesi olmadığını söylemi§ti. Samimi tanrıtanımazlık, onsekizinci yüzyıl sonlarının zihinsel modalarını yaratan aydınlaninı§ alimler, yazarlar ve soylu beyler arasında yine de görece seyrek rastlanan bir durum olmakla birlikte, samimi Hıristiyanlık bundan daseyrek bir durumdu. Onsekizinci yüzyıl sonunda seçkinler arasında boy atmakta olan bir din varsa, o da ussalcı, aydınlanmacı ve kilise kar§ıtı Farmasonluktu. Kibar ve eğitimli sınıftan erkekler arasında yaygın bir eğilim olan Hıristiyanlıktan uzakla§ma tavrı, onyedinci yüzyıl sonuyla onsekizinci yüzyıl ba§larına dek uzanmaktadır ve §a§ırtıcı, yararlı kamusal etkiler yaratml§tır: Batı ve Orta Avrupa'yı yüzyıllarca me§gul etmi§ cadı mahkemelerinin yerini bu kez sapkınlık ve autos~-fe into limbonun alması bunu yeterince kanıtlamaktadır. Ancak onsekizinci yüzyıl ba§larında bu durum, alt, hatta orta tabakalan pek etkilemedi. Köylülük, yüzeydeki Hıristiyanlığın ardında hala varlığını sürdüren daha eski tanrılar ve ruhlar bir yana, Bakire'nin, Azizierin ve Kutsal Kitap'ın diliyle konu§mayan ideolojilerin tümüyle dı§ındaydı. Eskiden beri sapkınlığa yatkın olan zanaatkarlar arasında dindı§ı dü§ünceler heyecan yaratmaktaydı. ݧçi sınıfı içinde en inatçı aydınları, Jacob Boehme gibi gizemcileri yaratmı§ olan ayak. kabıcıların, her tür tanrı hakkında ku§ku duymaya ba§ladıkları görülmekteyciL Viyana' daki Jakobenlere yakınlık duyan tek zanaatkar grubu onlardı; çünkü tanrıya inanmadıkları söyleniyordu. Kentlerdeki vasıfsız yoksullarsa (belki Paris ve Londra gibi birkaç Kuzey Avrupa kenti dı§ında) son derece dindar ya da bo§ inançlı insanlar olarak kaldılar. Fakat, ussalcı, ileri dü§ünceli, gelenek kar§itl bir aydınlanma ideolojisi, yükselmekte olan orta sınıfın dünyayla ilgili §emasına mükemmelen uymakla birlikte, din dü§manlığı orta tabakalar arasında bile yaygın bir · olgu değildi. Bu ideoloji, soylu bir topluma özgü ahlakdı§ılığı ve aristokrasiyi çağrı§tırmaktaydı. Gerçekten de ilk gerçek 'özgür dü§ünürler' olan
iDEOLOJi: DiN 239
onyedinci yüzyıl ortalarının libertinled, adlarının halktayarattığı çağrı§ıma tam olarak uymaktaydılar: Maliere'in Don]uan'ı, sadece tanrıtanımazlıkla cinsel özgürlüğün bir bile§imi olarak değil, saygıdeğer burjuvanın bundan duyduğu korkuyu da resmeder. Bacon ve Hobbes gibi büyük ölçüde orta sınıf ideolojisinin habercisi olan dü§ünsel bakımdan en cüretkar dü§Ü· nürlerin; aynı zamanda eski ve çürümü§ bir toplumla birlikte anılıyor olmaları gibi bir paradoksal durumun ortaya çıkması için yeterince neden vardı. Yükselen orta sınıfın ordularının, sava§mak için disiplinli, güçlü ve sade ahlaka sahip bir örgütlenmeye gereksinmeleri vardı. Kuramsal olarak bilinemezcilik ya da tanrıtanımazlık bununla eksiksiz biçimde uyu§maktaydı, bunun için Hıristiyanlığın varlığı gerekmiyordu; ve onsekizinci yüzyılın filozofları [philosophes], yılınadan usanmadan, (örneklerini soylu vah§iler arasında buldukları) 'doğal' ahiakın ve bireysel özgür dü§ünürün sahip olduğu yüksek ki§isel ölçüderin Hıristiyanlıktan daha iyi olduğunu tanıdamaya çall§tılar. Fakat eski tip dinin sınanmı§, güvenilir üstünlükleriyle, ı;ı.hlakın doğaüstü yaptırımını ortadan kaldırmak, sadece, toplumsal bakımdan yararlı bo§ inançlar olmadan ya§ ayamayacak genelde cahil ve aptal görülen çall§an yoksullariçin değil, bizzat orta sınıfiçin de uygulamada büyük tehlikeler içeriyordu. Fransa'da devrim sonrası ktı§akların ya§amı, (-Robespierre'in 1794'te yaptığı gibi- Rousseaucu bir 'yüce varlık tapısı', Hıristiyan olmayan ussalcı temeller üzerine kurulmu§ çe§itli sözde dinler gibi) Hıristiyanlığa denk Hıristiyan olmayan bir burjuva ahlakı yaratma çabalarıyla doludur, Fakat yine de bu çabalarda (Saint-Simoncular ve Comte'un 'insanlık dini' gibi) ayinler ve tapılar varlıklarını korumaktaydı. Sonuçta eski dinsel tapıların dı§, yüzeysel yanlarını koruma gayretine son verildi; ama ('dayanı§ma' gibi çe§itli ahlaki kavramlara) ve hepsinden öte rahipliğin dindl§ı dengini olu§ turan öğretmeniere dayanan biçimsel bir dindı§ı ahlak kurma çabası sürdü. Her köyde öğrencilerinin kafasını Roma Devrim ve Cumhuriyet ahlakıyla dolduran, köy papazının resmi hasmı, yoksul, özgeci ilkokul öğretmeni, aynı zamanda burjuva istikrarının yerle§mesinden kaynaklanan siyasal sorunları (nereden bakılsa yetmi§ yıllık) toplumsal devrimin temellerine dayanarak çözecek olan Üçüncü Cumhuriyet'e kadar muzaffer olamadı. Fakat bu öğretmen tipi [instituteurl, "ba§lıca sınıfların eğiti minden sorumlu olanlara, Cicero ile Sallustius'un 'devleti kurmak'tan (instituere civitatem) ve 'devletlerin ahlaki temellerini atmak'tan (instituere civitatum mores) dem vuran sözlerini yansılayacak biçimde instituteur [kurucu] denecektir" diyen Condorcet'in 1792 tarihli yasasında zaten örtük olarak yer almaktadır. 4
240 DEVRiM ÇAGI
Şu halde burjuvazi, ideolojik bakımdan sözünü sakınınayan özgür dü§ünürlerden olu§an bir azınlık ile Protestan, Yahudi ve Katelik dindar bir çoğunluk arasında bölünmü§ olarak kaldı. Ancak tarihsel bakımdan yeni olan §Uydu: Bu ikisinden özgür dü§ünce yanlıları, diğeriyle kar§Ua§tırılamayacak kadar daha dinamik ve etkindi. Din, sadece nicelik açısın dan o büyük gücünü sürdürmekle ve ileride göreceğimiz gibi daha da güçlenmekle birlikte, artık egemen değildi, geri çekilmekteydi; ve günümüze dek de çifte devrimin dönü§türdüğü bir dünyanın çerçevesi içinde kaldı. Yeni ABD'nin yurtta§larının büyük kısmının (çoğunluğu Protestan olmak üzere) §U ya da bu dine inandıklarına ku§ku yoktur; ancak Cumhuriyet'in Anayasası, bilinemezciliğin anayasasıdır ve bütün deği§tirme çabalarına kar§ın öyle de kalmı§tır. Ele aldığımız dönemin İngiliz orta sınıfları arasında Protestan dindarların, bilinemezci radikallerin olu§turduğu azın lıktan çok daha kalabalık olduğu ve giderek de sayılarının arttığı ku§ku götürmez bir gerçektir. Fakat bu çağın edimsel kurumlarına biçimlerini veren, Wilberforce'dan çok Bentham olmu§tur. Laik ideolojinin dinsel ideoloji üzerindeki bu tayin edici zaferinin en açık kanıtı, aynı zamanda onun en önemli sonucudur da. Amerikan ve Fransız Devrimleri aracılığıyla belli ba§lı siyasal ve toplumsal dönü§ümler laikle§tirildi. Onaltıncı ve onyedinci yüzyıl Hollanda ve İngiliz Devrimleri'nin örtaya çıkardığı meseleler hala ister ortodoks ister mezhepçi ister sapkın olsun, Hıristiyanlığın geleneksel dili içinde tartı§Uffil§tı. Amerikan ve Fransız [Devrim] ideolojilerindeyse Avrupa tarihi ilk kez Hıristiyanlığın önemini yitirdiğinetanık oldu. Ölen baldırıçıplak kahramanlardan, eskileri andıran aziz ve §ehit tapılan yaratmaya çalı§an birkaç folklorik çabayı bir yana bırakırsak, 1789'un dili, simgeleri, giysisi tamamen Hıristiyan dı§ıydı. Aslına bakılırsa Romalıydı. Aynı zamanda devrimin bu laik niteliği, kendi tekil ideolojik biçimlerini geni§ kitlelere dayatan liberal orta sınıfın siyasal hegomanyasına i§aret etmekteydi. Fransız Devrimi'nin dü§ünsel önderlerinin, devrimi gerçekle§tiren kitlelerin arasından gelmedikleri dü§ünülürse, devrimin ideolojisinin, gösterdiğinden daha fazla bir gelenekçilik emaresi gösteremeyecek olmasında anla§ılmaz bir yan yoktur.* Demek ki burjuvazinin zaferi, Fransız Devrimi'ni, onsekizinci yüzyıl aydınlanmasının bilinemezci ya da laik ahlak ideolojisiyle boyadı ve bu devrimin üslubu, sonraki bütün toplumsal devrim hareketlerinin genel dili oldu, bu laikliği onlara da ta§ıdı. Özellikle Saint-Simon gibi aydınlarla, ·Aslında zaman zaman (Ça Ira'da o1duğu gibi) dönemin sadece halk §arkılarında Katolik bir terıninolojinin izleri görülmektedir.
iDEOLOJi:DiN 241
aralannda terzi Weitling (1808-1871) gibi birkaç eskil Hıristiyan-komü nist mezhepçinin bulunduğu önemsiz istisnalar dı§ında, yeni i§çi sınıfının ve ondokuzuncu yüzyıl sosyalist hareketlerinin ideolojisi ba§ından itibaren laikti. Dü§üncelerinde küçük artizanların ve yoksul el i§çilerinin radikaldemokrat özlemlerini dile getiren Thomas Paine, İnsan Haklan kitabı (1 791) kadar, İncil'in Tanrının kelamı olmadığını kanıtlamak amacıyla halk diliyle kaleme aldığı Akıl Çağı (1 794) kitabıyla da tanınmaktadır. 1820'lerin makinistleri, Robert Owen'ın pe§inden sadece kapitalizm çözümlemesi nedeniyle değil, inançsız biri olmasından dolayı gittiler ve Owencılığın çökmesinden uzun zaman sonra da Owencıların Halis of Science'ı ussalcı propagandayı kentlere yaymaya devam etti. Dindar sosyalistler olm u§ tur ve bugün de vardır; dindar olmasına kar§ın aynı zamanda sosyalist de olan yığınla insan vardır. Fakat modem emek hareketlerinin ve sosyalist hareketlerin baskın ideolojileri, onsekizinci yüzyıl ussalcılığına dayanmaktadır. Gördüğümüz gibi kitleler esasen dindar kalmaya devam ederken,
geleneksel Hıristiyan bir toplumda yeti§mi§ kitlelerin doğal devrimci üsluplarının (toplumsal sapkınlık, binyılcılık ve benzerleri gibi) bir ba§kaldırı üslubu olması, İncil'in bir fesat kaynağı haline gelmesi, daha da §a§ırtıcıdır. Ne var ki, yeni emek hareketine ve sosyalist hareketlere hakim olan laiklik, aynı ölçüde yeni ve daha temel bir olgu olan yeni proletaryanın dine kar§ı kayıtsız tavrına dayanmaktaydı. Endüstri Devrimi döneminde yeti§mi§ çall§an sınıfların ve kentli kitlelerin, modem ölçütlerle kar§ı la§tırıldığında dinin çok daha fazla etkisi altında olduklarına ku§ku yoktur; fakat ondokuzuncu yüzyılın ilk yarısının ölçÜtleriyle örgütlü dinden bu uzaklıklarının, cehaletlerinin ve kayıtsızlıklarının bir benzeri daha yoktu. Bütün siyasal eğilimlerden gözlemciler bu konuda aynı dü§üncededirler. 1851 tarihli İngiliz Din Sayımı, bu durumun çağda§larını deh§ete sürüklediğini ortaya koydu. Bu uzaklığın büyük kısmı, geleneksel yerle§ik kiliselerin, insanların toplandıkları yerlerle -büyük kentler ve yeni endüstriyel yerle§imler- ve onların kendi deneyimlerine ve uygulamalarına yabancı toplumsal sınıflarıyla -proletaryayla- uğra§makta düpedüz ba§arısız olmasından ileri gelmekteyciL 185l'de Sheffield'da ya§ayanların ancak %34'ü, Liverpool ve Manchester'dakilerin ancak %31.2'si, Birmingham'da ya§ayanların sadece %29'u için ibadet yeri vardı. Köydeki bir papazın kar§ı la§tığı sorunların, endüstri kentlerinde ya da bu kentlerin teneke mahallelerinde ya§ayan ruhların sağaltıroma bir yararı olmuyordu. O nedenle yerle§ik kiliseler bu yeni toplulukları ve sınıfları ihmal ettiler ve (özellikle Katalik ve Lutherci ülkelerde) sonunda onları ele
242
DEVRiM ÇAGI
geçirecek olan yeni emek hareketlerinin laik inacına terkettiler (1848'de kilisderin böyle davranmadığı ülkelerdeyse i§çileri ima~sızlıktan kurtarma dürtüsü fazla güçlü değildi.) Protestan mezhepler, İngiltere gibi mezhepçiliğin oldukça yerle§ik dinsel-siyasal bir görüngü olu§turduğu ülkelerde daha ba§arılıydı. Buna kar§ın bu mezheplerin, toplumsal çevrenin, rençberler, madenciler ve balıkçılar arasında olduğu gibi geleneksel küçük kent ya da köy havasına daha yakın olduğu yerlerde çok ba§arılı olduklarına ili§kin yığınla kanıt bulunmaktadır. Öte yandan endüstrinin çall§an sınıflan arasında bu mezhepler asla bir azınlık olmanın ötesine geçemediler. Bir grup olarak i§çi sınıfının örgütlü dinle ili§kisinin, dünya tarihinin önceki herhangi bir yoksul kitlesinden çok daha az olduğuna ku§ku yoktur. ·O nedenle 1789'dan 1848'e kadarki dönemin genel eğilimi, etkili bir laikle§me yönündeydi. Bilim kendini, evrim alanına girdiğinde olduğu gibi, giderek Kutsal Yazı ile çatl§ma içinde buldu (15. Bölümle kar§ıla§· tınn). Özellikle ı830'lardan itibaren Tübingen profesörleri tarafından daha önce görülmemi§ dozda İncil'e uygulanan tarihsel bilginlik, Tanrı tarafından yazılınasa bile onun tarafından esinlenen tek bir metni, insanın belgelemi§ olmasından kaynaklı bütün kusurlanyla birlikte tarihsel bir belge derlemesine dönü§türdü. Lachmann'ın Novum Testamentum'u (ı 84 2- ı 85 2), İncil' in gözle tanıklığa dayanan anlatırnlar old uğunu yadsı mı§ ve İsa Mesih'in niyetinin yeni bir din kurmak olduğunun kesin olmadığını ifade etmi§ti. David Strauss'un tartı§malı eseri Life of ]esus (1835), doğaüstü ögeyi İsa'nın ya§amöyküsünden çıkarıp attı. ı848'de eğitimli Avrupalılar, Charles Darwin'in yaratacağı §oka neredeyse hazırdılar. Çe§itli siyasal rejimlerin, yerle§ik kilisderin mülkleriyle yasal ayncalıklanna, ruhbana ve diğer dini sirnalara yönelik doğrudan saldırıları, bu eğilimi güçlendirdi ve -Roma Katalik kilisesine, bağlı ülkelerde- giderek hükümetlerle öteki laik kurulu§larda, o güne dek büyük ölçüde dinsel kurumlara bırakılmı§ -özellikle eğitim ve sosyal refah gibi- i§levleri devralma yönünde bir eğilim belirdi. ı 789 ile ı848 arasında manastırlar kapatıldı ve Napali'den Nikaragua'ya dek hepsinin mülkleri satı§a çıkarıldı. Elbette Avrupa dı§ ında fatih beyazlar, ya- ı 830'larda Hindistan'da kocası ölen kadınların yakılına töresini ve tagların ayinlerde insan kurban etme göreneklerini bastıran İngiliz idareciler gibi- bo§ inanca kar§t aydın lanmanın inanmı§ savunucuları olarak ya da sadece hangi önlemlerin kurbanları üzerinde etkili olabileceği hakkında hemen hiçbir fikirleri olmadığından, bağlılannın ya da kurbanlarının dinlerine doğrudan saldırıya geçtiler.
iDEOLOJi: DiN
243
II Salt sayısal olarak alındığında, fiilen daralmalan söz konusu olmadıkça, bütün dinlerin nüfus artı§ına ko§Ut olarak geni§ledikleri görülmektedir. Ancak ele aldİğımız dönemde iki din türü yayılma konusunda özel bir yetenekgöstermi§tir: İslam ve mezhepçi Protestanlık. Arkasına Avrupa'nın askeri, siyasal ve ekonomik is tilacı güçlerini alarak Avrupa dl§ında gerçekle§ tirdikleri misyonerlik faaliyetlerinde gözlenen bariz artı§a rağmen, Katolik olsun Protestan olsun öteki Hıristiyan dinlerin yayılma konusundaki kesin ba§arısızlıklarıyla kar§ıla§tırıldığında, bu yayılınacılık daha da göz alıcı olmaktadır. Gerçekten de devrimi ve Napoleon'u içine alan onyıl larda, Protestan misyonerliğinin sistemli olarak büyük ölçüde AngloSaksonlar tarafından ba§latıldığına tanık olunmaktadır. Baptist Misyoner Topluluğu (1 792), Mezheplerarası Londra Misyonerlik Cemiyeri (1 795), Evanjelik Kilisesi Misyonerlik Cemiyeri (1 799), İngiliz ve Yabancı İncil Cemiyeri'ni (1804), AmerikanYabancı MisyonerlerKomisyonu Kurulu (1810), Amerikan Baptistleri (1814), Wesleyanlar (1813-18), Amerikan İncil Topluluğu (.1816), İskoç Kilisesi (1824), Birle§ik Presbiteryenler (1835), Amerikan Metodist Piskoposlan (1819) ve diğerleri izledi. Hollanda Misyoner Cemiyeri (1 797) ile Basel Misyonerleri'nin (1815) öncü niteliğinde ki çabalarına rağmen, kıtadaki Protestanlar daha sonraki tarihlerde geli§me göstermi§lerdir: 1820'lerde Berlin ve Ren cemiyetleri; otuzlarda Leipzig ve Bremen cemiyetleri, 1842'de de Norveç Misyonerler Cemiyeri kuruldu. Misyonerlik faaliyetleridurgun ve önemsiz boyutlarda olan Roma Katolikliğiyse sonradan bir canlanma içine girdi. Dinsizlere İncillerin adeta boca edilmesinin ve dini ticaretin, Avrupa ve Amerika'nın dinsel, toplumsal ve ekonomik tarihiyle bir ilgisi vardır. Bizim burada sadece, 1848'de Hawaii gibi Pasifik'teki bazı adalar dı§ında fazla kayda değer sonuçlan olmadığını belirtmemiz yeterlidir. 1820'lerde özgürlüklerine kavu§IDU§ Amerikalı kölelerin kurdukları devletler olan Liberya ve (1 790'larda köle kar§ıtı ajitasyon sayesinde dikkat çeken) Sierra Leone'de birkaç sıçrama tahtası elde edildi. Avrupalıların Güney Afrika'da yerle§tikleri yerlerin civarında (yerle§ ik yerel İngilz Kilisesi ile Hollanda Reform Kilisesi'nden olmayan) yabancı misyonerler, Afrikalılara din deği§tirtmeye ba§ladılar. Fakat ünlü misyoner ve ka§ifDavid Livingstone 1840'ta Afrika'ya yelken açtığında, bu kıtanın ilk sakinleri hala Hıristiyanlıkla temasa geçmi§ değildi. Oysa İslam, bu din açısından son derece karakteristik olan zorla din deği§rirmeye ba§vurmadan ya da örgütlü bir misyonerlik faaliyetini arkası-
244 DEVRiM ÇAGI
na almadan sessiz, yava§, ama emin bir biçimde yayılmaya devam etmekteyciL Hem doğuya doğru, Endonezya'ya ve Kuzey-batı Çin'e, hem de Sudan'dan Senegal'e, daha küçük boyutta da Hint Okyanusu'nun iç sahillerinden ba§layarak batıya doğru yayıldı. Geleneksel toplumlarda din gibi temel nitelikteki bir §ey deği§ikliğe uğradığında, çok büyük sorunlarla kar§ı kar§ıya kalınacağı açıktır. Afrika'nın içierinin dı§ dünyayla olan ticaretini neredeyse tekellerinde bulunduran ve bu sayede kalabalık la§an Müslüman tacirlerin, İslamın yeni halkların gündemine girmesinde katkıları oldu. Topluluk ya§amını altüst eden köle ticareti, toplumsal yapıları yeniden birle§tirınenin güçlü bir aracı olduğundan İslamı çekici hale getirdi. 4• Aynı zamanda Muhammed'in dini, Sudan'ın yarı feodal ve askeri topluluklarına da seslendi ve bu dinin kazandırdığı bağımsızlık, militanlık ve üstünlük duygusunun köleliği dengelemek gibi bir yararı oldu. Müslüman zenciler, kötü kölelerdi: Bahia'ya (Brezilya) ithal edilen Haussa (ve diğer Sudanlılar), 1807 ile (çoğunun öldürüldüğü ya da gerisin geri Afrika'ya gönderildiği) 1835'teki büyük ayaklanma arasındaki zaman diliminde dokuz kez ba§kaldırdılar. Köleler, ancak son dönemlerde ticarete açılmı§ olan bu bölgelerden uzak durmayı öğrendiler. 5 Afrika İslamında beyazlara direni§ ögesinin çok az olduğu açık olmakla birlikte (o zamana dek bu bölgede fazla bir direni§e rastlanmaml§tı), Güneydoğu Asya'da öteden beri ya§amsal bir rol oynamaktaydı. Burada (bir kez daha tüccarların öncülüğünde) İslam, uzun zaman önce yerel tapılara ve baharat adalarının gerileyen Hinduizmine kar§ı; aynı zamanda Hindula§mı§ penslere kar§ı halkın bir kaqı koyma aracı olmakla birlikte, daha çok Portekiziiiere ve Hollandalılara kar§ı 'bir tür ön-milliyetçilik' aracı olarak geli§mi§ti.6 Giderek hareket alanları daralan bu prensler, Hollandalıların bağlılan ya da aracıları durumuna dü§tükçe, İslam da halkın bağrın da daha derine kök salmaya ba§ladı. Hollandalılarsa, Endonezya prenslerinin din öğretmenleriyle ittifak kurarak, Djogjakarta Prensi'nin Java Sava§ı'nda (1825-830) olduğu gibi, genel bir halk ayaklanması ba§latabileceklerini öğrendiler. Bunun sonucunda, defalarca yerel egemenlerle yakın bir ittifak kurma politikasına ya da dalaylı egemenliğe dönü§ yaptılar. Bu arada ticaretin ve deniz ta§ımacılığının geli§mesiyle birlikte Güneydoğu Asya müslümanlanyla Mekke arasında kurulan sıkı ili§kiler, hacı ların sayısının artmasına, Endonezya müslümanlarının ortodoksla§masına, hatta Arap Vahabiliğinin militan ve canlandırıcı etkilerine açık hale gelmelerine neden oldu. Bu dönemde İslama yayılma gücünün büyük kısmını veren İslam içindeki reform ve canlanma hareketlerine, aynı zamanda, Avrupa'nın geni§·
iDEOLOJi: DiN 245
lernesinin yarattığı etkiyi ve eski Muhammedçi toplumların (özellikle de Türk ve İran imparatorluklarının) bunalımını ve belki de Çin imparatorluğunun artan bunalımını yansıtan bir olgu olarak da bakılabilir. Püriten Vahabiler, onsekizinci yüzyıl ortalarında Arabistan'da ortaya çıkmı§lardı. lB 14'te Arabistan'ı fethettiler ve Mehmet Ali'nin batılıla§an Mısırı'yla Batılı orduların birle§ik güçleri tarafından durduruluncaya kadar Suriye'yi fethedebilecek hale geldiler. Ama öğretileri, doğuya, İran' ın, Afganistan'ın ve Hindistan'ın içlerine kadar yayıldı. Vahabiliktei). esinlenen Cezayirli bir din adamı olan Sidi Muhmmed bin Ali el Sunusi, 1840'lardan itibaren Tripali'den Sahra çölüne dek yayılan benzer bir hareket geli§tirdi. Cezayir'de Abdülkadir, Kafkaslarda Şeyh Şamil, Fransızlara ve Ruslara kar§ı dinsel-siyasal direni§ hareketleri yarattılar (7. Bölüme bakınız) ve sadece Peygamberin ortaya koyduğu biçimiyle safislama dönmekle kalmayıp Batılı yenilikleri de bünyesine almaya çalı§an bir panislamcılık yaratmayı umdular. 1840'larda İran'da, milliyetçi ve devrimci heterodoksisi çok daha belirgin olan Ali Muhammed'inBab hareketi ortaya çıktı. Diğer §eyler arasında bu hareketin İran Zerdü§tiliğinin bazı eski uygulamalarına geri dönmek ve kadınların peçelerini kaldırmak gibi bir eğilimi vardı. islamdaki mayalanma ve yayılma, salt din tarihi açısından bakıldığın da, 1789'dan 1848'e kadarkidönemi İslamın dünya çapında canlanması biçiminde tarif edebileceğimiz ölÇülere vardı. Gerçi dönemin sonlarında bu türden pek çok özelliğe sahip Çin'deki büyük Ta ip ing isyanının e§iğine geliyoruz ama, Hıristiyanlık d1§ındaki dinler arasında İslamın kitlesel hareketinin bir benzeri daha yoktu. İngiliz Hindistanı'nda -özellikle Ram Mohan Ray'un (1772-1833) Brahmo Samaj'ı gibi- küçük dinsel aydın reform hareketleri ortaya çıktı. Birle§ik Devletler'de beyazlara yenilen yerli kabileleri, yüzyılın ilk on yılında Tecumseh önderliğinde bilinen en büyük Ova Yerlileri konfederasyonunun sava§ına ve İroki ya§am tarzını beyaz Amerikan toplumunun bozucu etkilerine kar§ı korumak amacıyla kurulan Handsome Lake dinine (1799) ilham kaynağı olm u§, beyazlara kar§ı vahye dayalı dinsel-toplumsal direni§ hareketleri geli§tirmeye ba§ladılar. Bazı ı ristiyan, özellikle Quaker unsurları da benimseyen bu peygamberi resmen tanıma onuru, gerçek aydınlanmanın nadir simalarından biri olan Thomas Jefferson'a aittir. Ne var ki, geli§mi§ bir kapitalist uygarlıkla anirnist halklar arasındaki doğrudan temas, yirminci yüzyıla özgü bir durum ·olan bu tür kehanetçi ve binyılcı hareketler ortaya çıkaracak boyutta değildi. Protestan mezhepçiliğinin yayılınacı hareketi, neredeyse tümüyle geli§mi§ kapitalist uygarlığın varolduğu ülkelerle sınırlı kaldı ve bu bakımdan İslamın yayılma hareketinden farklıydı. Bu türden bazı hareketler (örne-
246 DEVRiM ÇAGI
ğin Alman pietizmi ya da İngiliz evanjelizmi gibi), kendi yerle§ik devlet kiliseleri çerçevesinde kaldıklarından, çaplarını ölçebilmek olanaksızdır. Ancak büyük olduklarına ku§ku yoktur. ı85 ı 'de İngiltere ve Galler'deki Protestanların kabaca yarısı, İngiliz Kilisesi dı§ındaki dinsel ayinlere gidiyorlardı. Mezheplerin kazandığı bu olağanüstü zafer, esas olarak ı 790' dan, ya da daha kesin olarak Napoleon Sava§lan'nın son yıllarından itibaren gerçekle§en dinsel geli§melerin sonucuydu. Bu anlamda, ı 790'da Wesleyan Metodistlerinin Birle§ik Krallık'taki üye sayısızar zor 59.000'i buluyordu; ı850'deyse çe§itlidallanyla birlikte bu sayının on katına ula§ml§lardı. 7 Birle§ik Devletler'de de çok benzer bir kitlesel din deği§tirme süreciyle, eski egemen kiliseler pahasına Baptistlerin, Metodistlerin ve daha az ölçüde de Presbiteryenlerin sayısında artı§ olmu§tu; ı850'de ABD'deki bütün kilisderin yakla§ık dörtte üçü, bu üç mezhebe aitti. 8 Yerle§ ik kiliselerin sarsılması, mezheplerin ortaya çıkarak egemen dinlerden ayrılması, aynı zamanda İskoçya (ı843'teki 'Büyük Bölünme'), Hollanda, Norveç ve ba§ka ülkelerde de bu dönemin din tarihine damgasını vurmaktadır. Protestan mezhepçiliğinin coğrafi ve toplumsal sınırlarına ili§kil1 nedenler bellidir. Roma Katalik Kilisesi'ne bağlı ülkelerde halk mezheplerinin geli§ebileceği bir ortam ve gelenek varolmadı. Buralarda yerle§ik kiliseden ya da ege~en dinden benzer bir kop u§ un, mezhep bölünmesinden çok (özellikle erkekler arasında) Hıristiyanlıktan kitlesel bir kopu§ biçimini alması çok daha olasıydı* (Buna kar§ın Angio-Sakson ülkelerdeki Protestan kaynaklı din adamı kar§ıtlığı, kıta ülkelerindeki tanrıtanı maz kaynaklı din adamı kar§ıtlığının e§değerini olu§turmaktaydı.) Dinsel canlanmacılık, olasılıkla, Roma Ka to lik dininin kabul ettiği çerçeve içinde yeni bir duygusal tapı, keramet sahibi bir aziz ya da hac hareketi biçimini alacaktı. Ele aldığımız dönemde bir iki aziz, örneğin Fransa'da Cure d'Ars (ı 786- ı859) geni§ ilgi topladı. Doğu Avrupa'nın Ortodoks Hıristiyanlığı mezhepçiliğe daha uygundu; Rusya'da da geri bir toplumun ya§adığı kan§ıklıklar, on yedinci yüzyıl sonlanndan itibaren birçok yeni mezhebin ortaya çıkmasına neden oldu. Birçokları, özellikle de kendini hadım eden Skoptsi, Ukraynalı Doukhoborlar ve Molokanlar, onsekizinci yüzyıl sonlannın ve N apoleon döneminin ürünleriydiler; 'Eski İnananlar', onyedinci yüzyıldan beri vardı. Ne ki, genelde mezhepçiliğin en çekici geldiği sınıflar -küçük el i§çileri, sancılar, ticari üretim yapan çiftçiler ve burjuvazinin diğer habercileri ya da bilinçli köylü devrimcileri-, henüz büyük çapta bir mezhep hareketi yaratabilecek kadar kalabalık değillerdi. da
• Bu dönemde Protestanlıktan kopmalar ve mezhep bölünmeleri fazla az olarak kaldı.
sayıca
değildi;
sonralan
iDEOLOJi: DiN
247
Protestan ülkelerdeyse durum daha farklıydı. Uzun zamandır yerle§mݧ mezhepÇi bir gelenek var olsa da, buralarda (hele İngiltere ve ABD' de) ticari ve endüstriyel toplumun etkisi daha güçlüydü. Ahlaki katılığı yanın. da, herkese açık olmaması (dı§layıcı olması) ve Tanrı ile insan arasındaki bireysel ileti§ imi öne çıkarması, onu giri§imciler ve küçük i§adamlan için çekici kıldı ya da onları yeti§tiren bir okul oldu. Kasvetli ve amansız cehennem ve lanetlenme teolojisiyle, sertbir ya§amla sağlanacak kurtul u§ teolojisi, zorlu bir çevrede zorlu bir ya§am sürdürmekte olan insanlar (örneğin sınır boylarında ya§ayan insanlar, denizciler, tek ba§larına çall§an · küçük çiftçiler, madenciler, sömürülen zanaatkarlar) için onu çekici hale getirdi. Bu mezhep, toplumsal ya da dinsel hiyerar§inin olmadığı demokratik, e§itçi bir inananlar topluluğuna dönü§erek bu sayede ortalama insana da seslenebildi. Kılı kırk yaran dinsel töreniere ve bilgince öğretilere dü§manlığı, amatör kahinliklere ve vaazlara olanak verdi. Köklü binyılcı lık geleneği, toplumsal ba§kaldırının ilkel bir biçimiyle kendini ifade etti. Son olarak duygusal bakımdan zorlu bir süreç olan ki§isel 'din deği§tirme' ögesi ta§ıması, yoğun isterik bir kitlesel dini· 'canlanmacılık' yolu sunmak- · taydı ve insanlar qu sayede, kitlesel bo§almalar için benzeri çıkı§ kapılan bırakmayan ve geçmi§te varolm u§ bu türden subapları da ortadan kaldı ran bir toplumun yarattığı gerilimlerden kurtulmaktaydılar. 'Canlanmacılık', her §eyden önce mezheplerin yayılmasına hizmet etti. Özellikle İngiltere'de Protestan muhalefetin yayılması ve bir rönesans dönemine girmesi yönündeki itki, John Wesley'in (1 703-1 791) yoğun duygusal, usdı§ı, ki§isel kurtul u§ hareketiyle onun Metodistlerinden geldi. Bu nedenden dolayı yeni mezhepler ve eğilimler ba§langıçta siyaset dı§ı, hatta kötü dı§ dünyaya sırtlarını çevirip laik yapısında herhangi bir toplu deği§iklik yapma olasılığını reddedecek biçimde kendine yeterli bir grup ya§amına ya da ki§isel kurtulu§a yöneldiklerindep son derece tutucuydular. 'Siyasar enerjilerini, genelde yabancı misyonerliklerin sayısını, köle kar§ıtı ve ölçülülük yanlısı propagandayı· artırmak gibi ahlaki ve dinsel kampanyalar için harcadılar. Amerikan ve Fransız devrimleri döneminde siyasal olarak etkin ve radikal mezhepçilerse, tersine, onyedinci yüzyıldan beri varolan, durgun ya da hatta onsekizinci yüzyıl ussalcılığının etkisi altında entelektüel bir Yaradancılığa doğru evrilen (Presbiteryenler, Kongregasyonalistler, Unitaryanlar, Quakedar gibi) daha eski, daha su katılmadık ve daha sakin muhalif ve püriten topluluklara aittiler. Bu yeni Metodist mezhepçilik türü, devrim kar§ıtıydı ve ele aldığımız dönemde İngiltere'nin devrime olan bağı§ıklığı bile -yanlı§ bir biçimde- onların artan etkilerine yorulmu§tur.
241! DEVRiM ÇAGI Ne var ki, yeni mezheplerin toplumsal niteliği, dünyadan el etek çekmeyi öneren teolojik görü§leriyle uyu§madı. Kendilerini kabule en hazır olanlar, bir yanda güçlü ve zengin olanlarla öte yanda geleneksel toplumun kitleleri arasında kalmı§, yani orta sınıfa yükselrnek üzere olanlarla yeni olu§makta olan bir proletaryaya karı§maküzere olan iki arada kalmı§ · küçük ve bağımsız insanlardan olu§ma bir kitleydı. Bütün bu insanların temel siyasal yönelimleri, Jakoben ya da Jeffersoncu bir radikalizm e ya da en azından ılımlı bir orta sınıf liberalizmine doğruydu. O nedenle İngilte re'de 'Uyu§mazcılık' [Nonkonformizm], ABD'de hakim Protestan kiliseler, (her ne kadar İngiliz Metodistleri arasında kurucularının Toryciliği, ancak 1848'de sona eren yarım yüzyıllık bir ayrılmalar ve iç bunalımlar sırasında altedilebilmi§se de) solda siyasal bir güç olarak yerlerini aldılar. Ba§langıçtaki, varolan dünyayı reddetme tavrı, ancak çok yoksul ya da durumları çok sallantıda olanlar arasında devam etti. Fakat dünyanın sona ereceğine·dair binyılcı kehanet biçimini alan ve (Kutsal Kitap'ta belirtilenlere uyan) emarelerini Napoleon sonrası dönemin sıkıntılarında bulduğunainanan ilkel bir devrimci reddiye de vardı. İngiltere' de İrvingit ler, bunun 1835'le 1838 arasında olacağını ilan ettiler; ABD'de Yedinci Gün Adventistlerinin kurucusu William Miller ise, dünyanın sonunun 1843'te ya da 1844'te geleceğini duyurduğunda 50.000 izleyicisinin ve 30.000 vaizinin olduğu söylenir. Bireylere ait istikrarlı, küçük çiftiikierin ve küçük bir ticaretin bulunduğu ve dinamik bir kapitalist ekonominin etkisinin güçlü bir biçimde hissedildiği (New York çevresi gibi) bölgelerde bu binyılcı mayalanma özellikle güçlüydü. Bu geli§menin en dramatik ürünü, vahyini 1820'lerde New York'un Palmyra bölgesi yakınlarında alan ve halkını uzaklardaki Siyon'a götürmek üzere yola çıkan ve sonunda onları U tah çöllerine getiren peygamber Joseph Smith tarafından kurulan Ahir Zaman Ermi§leri (Mormonlar) idi. Bunlar aynı zamanda, ister ya§amlarındaki katılığı ve sıkıcılığı hafiflettiği (Essex fabrikalarında çall§an kızları gözleroleyen bir hanımefendinin dediği gibi, "ba§ka hiçbir eğlence olmadığında dinsel canlanma eğlence nin yerini tutar") 9 , ister toplu dinsel birliği, birbirinden farklı bireylerden geçici bir topluluk yarattığı için olsun, canlanma toplantılarındaki toplu isterinin cezbine kendine kaptıran gruplardı. Modem biçimiyle canlanmacılık, sınır boylarında ya§ayan Amerikalıların yaratısıydı. 'Büyük Uyanı§', 1800'lerde Appalachians'daki dev 'kamp toplantıları'yla ba§ladı -Kane Ridge, Kentucky'deyapılan böyle bir toplantıya (1801) kırk vaizle birlikte on, yirmi bin arası insan katıldı. Günlerce süren orgiastik isterinin derecesini tahayyül etmek çok zordur; "titreme nöbetine yakalanmı§" kadınlar
iDEOLOJi: DiN
249
erkekler tükenineeye kadar dans eder, binlereesi vecde gelir, "anla§ılmaz sesler çıkartır" ya da köpekler gibi uludardı. Uzak diyadarda ya§ıyor olmak, sert doğal ya da toplumsal çevre ya da bütün bunların bile§imi, canlanmacı harekete olanak verdi ve gezgin vaizler bunu Avrupa'ya götü- · rerek 1808'den sonra Wesleyanlardan ayrılan İlk Metodiscler adı verilen ve özel1ik1e İngiltere'nin kuzeyindeki madenciler ve küçük dağ çiftçileri arasında, Kuzey Denizi bahkçıları, çiftçiler, Midlands'deki kederli ağır endüstri i§çileri arasında yayılan proleter-demokrat bir hareketin dağma sına neden oldular. Bu tür dins~L isteri nöbetleri; ele aldığımız bütün zamandilimindedönem dönem ya§andı; GüneyGaHer'de 1807-9,182830, 1839-42, 1849 ve 1859'da patlak verdi 10 ve mezheplerin sayısında büyük artı§lar görüldü. Elbette bunları tek bir nedene bağlamak olanaksızdır. Bazıları (bizim ele aldığımız döneme rasdayan Wesleyanların hızla ilerleyen yayılma dönemlerinden biri dı§ında hepsi), vahim gerilim ve huzursuzluk dönemlerine, bazılarıysa tersine çöküntüden çıkıldığı dönemlere rastgeldi ve kimi zaman da kolera salgını gibi, ba§ka Hıristiyan ülkelerde de benzer dinsel görüngülere yol açan toplumsal felaketler tarafın- . dan hızlandırıldılar.
III O nedenle, tamamen dinsel açıdan bakıldığında, dönemimizi, artan laikle§menin ve (Avrupa'da) dine kar§ı takınılan kayıtsız tutumun, en uzla§maz, usdı§ı ve duygusal bakımdan en zorlayıcı biçimleriyle dinde ortaya çıkan canlanmalada sava§tığı bir dönem olarak görmemiz gerekir. Bu sava§ın bir ucunda Tom Paine, diğer ucunda William Miller yer alır. 1830'larda Alman filozofFeuerbach'ın (1804-1872) düpedüz tanrıtanı maz mekanik materyalizminin kar§ısında, ortaçağ ba§larındaki azizierin ya§amlarının harfiyen doğru olduğunu savunan gençlerden kurulu 'Oxford Hareketi' bulunmaktaydı. Ancak efsaneleri gerçek kabul eden [literal], militan, eski moda dine bu geri dönü§ün üç yönü vardı. Kitleler için bu, esas olarak, orta sınif liberalizminin soğuk ve gayrı insani baskıcı toplumuyla ba§a çıkmanın bir yöntemiydi: Marx'ın ifadesiyle (ama bunları sadece Marx söylemi§ değildi) bu, "kalpsiz dünyanın kalbi, ruhsuz ko§ulların ruhu ... halkın afyon uydu. " 11 Dahası, bu hareket, bunlardan tamamen yoksun bir çevrede toplumsal ve zaman zaman da eğitsel ve siyasal kurumlar olu§ turmaya çalı§tı ve siyasal bakımdan azgeli§mi§ insanlar arasında onların ho§nutsuzluklarına ve özlemlerine ilkel bir ifade kazandırdı. Onun literalizmi,
250
DEVRiM ÇAGJ
duygusallığı ve bo§
inanca dayalı yapısı, hem ussal hesabm egemen olduğu bütün bir topluma hem de dini kendi imgesine göre eğip büken üst sınıf lara kar§ı bir ba§kaldırıydı. Bu kitlelerden doğan orta sınıf içinse din, güçlü bir ahlaki destek, geleneksel toplumun nefret ve horlamalarma kar§ı toplumsal varlıklarının bir haklıla§tırımı ve yayılmalannın bir aracı olabildi. Din onları (mezhepçi , olduklan ölçüde) bu toplumun prangalanndan kurtarmaktaydı. Kazançlarına, saf ussal özçıkardan [bencillikten] çok daha büyük bir ahlaki etiket kazandırmakta, baskı altına aldıkiarına kar§ı takındıklan sert tutumu me§rula§tırmakta, dinsizlere uygarlık götürme i§iyle mal ticaretini birle§tirmekteydi. Monar§iler ve aristokratlar, daha doğrusu toplumsal piramidin tepesinde bulunanlar içinse, din, toplumsal istikrar anlamına gelmekteydi. Fransız Devrimi'nden, tahtın en güçlü payandasının Kilise olduğunu öğ renmi§lerdi. Güney İtalyanlar, İspanyollar, Tyrollüler ve Ruslar gibi okuryazar olmayan dindar halklar, yabancılara, imansızlara ve devrimcilere kar§ı kiliselerini ve yöneticilerini savunmak için silaha sarılml§lar, rahipler de onları kutsaml§, hatta bazı durumlarda ba§lanna geçerek onları yönlendirrrii§lerdi. Cahil ve dindar halklar, Tanrının onlara uygun gördüğü yoksulluk içersinde yakınmadan ya§ayabilmekte, yirie Tanrının ba§larına verdiği yöneticilerin idaresi altında, aklın bozucu etkilerinden uzak, basit, ahlaklı ve düzene uygun bir ya§am sürebilmekteydiler. 1815'den sonra tutucu yönetimler -kıta Avrupası'ndaki hangi hükümet tutucu değildi ki?- için dinsel duyarlılıkları ve kiliseleri te§vik, polis karakollan kurmakla ve sansürle birlikte, uyguladıkları politikanın ayrılmaz bir parçasıydı; rahipler, polisler ve sansür, Devrime kar§ı tepkinin [Reaksiyon] üç ana dayanağını olu§urmaktaydı.
Yerle§ ik yönetimlerin çoğu için, Jakobenliğin tahtları tehdit ettiği, kiliselerinse onları koruduğu yeterince açıktı. Ancak romantik aydın ve ideologlardan olu§an bir grup için taht ile mihrap arasındaki ittifakın daha derin bir anlamı vardı: Eski, organik, canlı toplumu, aklın ve liberalizmin a§ındırmalarına kar§ı koruyordu ve birey bunu, bu trajik açmaza ussalcıların sunduklarından çok daha uygun bir çözüm olarak görmekteydi. Fransa'da ve İngiltere'de taht ile mihrap arasındaki ittifak için yapılan haklıla§tırmalann büyük bir siyasal önemi olmadığı gibi, trajik ve ki§isel, romantik bir din arayı§ı da söz konusu değildi. (İnsan kalbinin derinliklerinin en önemli ka§ifi, Danimarkah S0ren Kierkegaard (18131855), küçük bir ülkedendi ve çağda§larının pek az ilgisini çekmi§ti. Ancak ölümünden sonra üne kavu§mU§tur.) Ne ki, monar§ik tepkinin
iDEOLOJi:DiN 251
kaleleri olan Alman prensliklerinde ve Rusya'da romantik-reaksiyoner aydınlar; memurlar, bildiri ve programların hazırlayıcıları olarak ve ına narkların zihinsel dengesizlikler gösterdikleri yerlerde (örneğin Rusya'da I. Alexander, Prusya'da IV. Frederick William) özel danl§man olarak siyasal ya§amda kısmen de olsa bir rol oynadılar. Ancak bütün olarak alın dığında Friedrich Gentzeler ve Adam Muellerler önemsiz sirnalardı ve (Metternich'in güvensiz baktığı) dinsel ortaçağcılıkları, kralların bel bağ ladığı polislere ve sansürcülere tebliğ edilen biraz gelenekçi bir tarzdan ba§ka bir §ey değildi. Avrupa'yı 1815'ten sonra düzen içinde tutacak olan Rusya, Prusya ve Avusturya arasındaki Kutsal İttifak, kendi yok adı var bir haçlı gizemciliğine değil, her bozguncu hareketin Rusya, Prusya ya da Avusturya orduları tarafından ezilmesi gibi basit bir karara dayanmaktaydı. Üstelik gerçekten tutucu olan hükümetler, reksiyoner bile olsalar hiçbir aydına ve ideologa güvenmeme eğilimindeydiler; çünkü bir kez itaat etmek yerine dü§ünmek ilke haline geldiğinde, son da ba§lamı§ demekti. Metternich'in sekreteri Friedrich Gentz'in, 1819'da Adam Mueller'e yazdığı gibi: "Şu öneriyi savunmaktan vazgeçmi§ değilim: 'Basının kötüye kullanılmaması için önümüzdeki yıl hiçbir §ey basılmamalıdır'. Şayet bu ilke, Yüce Mahkeme'nin kabul edeceği birkaç istisnai durum dı§ında bağlayıcı bir kural olarak uygulanacak olursa, kısa zamanda Tanrıya ve Hakikare giden yolu bulacağımızdan eminim. " 12
Ancak, liberalizm kar§ıtı ideologların sahip oldukları çok az da olsa siyasal önemin nedeni, liberalizmin deh§etinden gerçek anlamda tanrısal ve orga~ik bir geçmi§e doğru hicretlerinin hayli bir dinsel ilgi görmesinden kaynaklanıyordu; çünkü üst sınıtin duyarlı gençleri arasında Roma Katolikliğinin belirgin bir biçimde canlanmasına neden olmu§tu. Protestanlık bile bireyciliğin, ussalcılığın ve liberalizmin öncülü değil miydi? Eğer gerçek anlamda dinsel bir toplum tek ba§ına ondokuzuncu yüzyılın hastalı ğına §ifa alacaksa, bu ancak Ka to lik ortaçağın gerçekte ıristiyan toplumu olmalıydı.* Her zaman olduğu gibi Gentz, konuya uymayan bir açıklıkla Katalikliğin çekiciliğini §öyle ifade ediyordu: "Bugün katlanmakta olduğumuz bütün kötülüklerin birinci, gerçek ve tek kaynağı Protestanlıktır. Ussallıkla sınırlı kalsaydı ho§görebilir ya da ho§görmek 'Ortodoks Kilisesinin gerçekten Hıristiyan cemaatinin yeni yeni ortaya çıkmakta olduğu Rusya'da benzeri bir eğilim geçmişin lekesiz dindarlığına geri dönmekten çok, zamanın Ortodoksiuğunda varolan gizemciliğin sınırsız derinliklerine çekilmek biçimini aldı.
252
DEVRiM ÇAGI
zorunda katabilirdik; çünkü akıl yürütme eğilimi insanın doğasında vardır. Oysa hükümetler Protestanlığı bir kez caiz bir diri biçimi, Hıristiyanlığın ifadelerinden biri, bir insan hakkı olarak kabul ettiler mi; Devlet içinde, hatta tek gerçek kilisenin yıkınulan üzerinde ona yer açtılar mı, dünyanın dinsel, ahlaki ve siyasal düzeni hemen yıkılacaktır ... Bütün Fransız Devrimi, hatta Almanya'da patlamak üzere olan daha kötüsü, bu aynı kaynaktan doğınu§ lardır."13
Böylece soylu genç gruplar, kendilerini aklın dehşetinden kurtarıp Roma'nın kollarına bıraktılar; bekarlık yeminine, çileciliğe, Kilise Babalannın yazılarına, ya da sadece tutkulu bir vazgeçişle Kilisenin sıcak ve estetik olarak doyurucu ayinlerine kucak açtılar. Bekleneceği gibi, çoğun- · luğu Protestan ülkelerden gelmişti: Alman romantikleri genellikle Prusyalıydılar. Gerçi genç ateşli üyelerinin, üniversitelerin en obskürantist ve reaksiyoner ruhunu ifade ettikleri ve -yetenekli öğrenci J. H. Newman (180 1-1890) gibi- Roma Kilisesi'ne katıldıkları düşünüldüğunde, 1830'ların 'Oxford Hareketi' nitelik olarak İngiliz olmakla birlikte Anglo-Sakson okurun bu konuda en yakından tanıdığı örnektir. Geri kalanları, gerçek bir Katalik Kilisesi olduğunu öne sürdükleri Anglikan Kilisesi içinde 'ayinciler' biçiminde bir uzla§ma ve dayanak noktası buldular ve, 'bodur' ve 'geniş' kilise adamlarının deh§et dolu bakışları önünde, cüppeler, buhurdanlar ve ba§ka papiş iğrençliklerle süslenmeye ba§ladılar. Bu yeni dönmeler, dinlerini bir ailearınası olarak görenibar aileler ile öteden beri Katalik olan soylular için ve giderek İngiliz Katalikliğinin ana gövdesini olu§turmaya başlayan İrlandalı göçmen i§çiler için tam bir bilmeceydiler. Öte yandan bu gençlerin soylu çabaları, Vatikan'ın dikkatli ve gerçekçi in görevlileri tarafından tam olarak takdir edilern:edi. Fakat iyi ailelerden geldiklerinden ve üst sınıfların din deği§tirmesi pekala a§ağı sınıflara da örnek olabileceğinden, Kilisenin fetih gücÜJiün cesaret verici bir i§areti olarak memnunlukla karşılandılar. Ancak örgütlü din içinde -en azından Roma Katolikliği, Protestanlık ve Yahudilik- bile liberalizmin kazmacıları ve madencileri i§ ba§ındaydılar. Roma Kilisesi'nde onlrın başlıca eylem alanı Fransa ve en önemli simaları da, romantik tutuculuktan, onu sosyalizme yaklaştıracak olan devrimci bir halk ülküleştirmesine geçen Hugues-Felicite-Robert de Lamennais (1782-1854) idi. Lamennais'in Paroles d'un Croyant'ı (1834), Kataliklik gibi statükoyu savunan son derece güvenilir bir silahla arkalarından hançerlenmeyi beklemeyen hükümetler arasında karga§a yarattı ve bir süre sonra da Roma tarafından lanetlendi. Ancak liberal Katoliklik, her zaman Roma'daki en ufak bir değişikliği biraz deği§tirerek de olsa Kilisesihe
iDEOLOJi: DiN
253
yansıtan Fransa'da ya§amaya devam etti. İtalya'da da 1830'lann ve 1840'ların güçlü devrimci akımı, Papanın birle§tirdiği liberal İtalya'nın §ampiyonu Gioberti (1801-52) ve Rosmini gibi bazı Katolik dü§ünürleri girdabına çekti. Ancak Kilisenin ana gövdesi giderek artan ve militan bir biçimde liberalizm kar§ıtlığına kaydı. Protestan azınlıklar ve mezhepler, özellikle siyaset bağlamında liberalizme çok daha yakın davrandılar: Bir Fransız Huguenot'u olmak, en azından ılımlı bir liberal olmak demekti (Louis Philippe'in Ba§bakanı Guizot böyle biriydi). Anglikan ve Lutherci kiliseler gibi Protestan devlet kiliseleri, siyasal bakımdan daha tutucuydu; ama ilahiyatları, Kutsal Kitap alimliğine ve ussalcı ara§tırmalara fazla direnç gösterememi§ti. Liberal akım bütün gücünü kendini hiç ku§ku yok ki Yahtıdiler üzerirıde duyurdu. Her §eyden önce siyasal ve toplumsal özgürlüklerirıi ona borçluydular. Kültürel asimilasyon, bütün kurtulmu§ Yahudilerin amacıydı. Aydınlar arasında çoğu, KarlMarx'ın babası yada (yirıe.de Yahudilerirı en azından sinagoga gitmeyi kestiklerirıde dı§ dünyanın gözünde Yahudi olmaktan çıkmayacaklarının farkına varan) §air Hemrich Heirıe gibi en a§ırı olanlar, Hıristiyanlığa ve bilinemezciliğe geçmek üzere eski dinlerini terk ettiler. Küçük bir bölümü de Yhudiliğirı zayıfbir liberal biçimirıi geli§tirdi. Ancak küçük kentlerde getto ya§amına egemen olan Tevrat ile Talmud deği§me den kaldı.
13 İdeoloji: Laiklik
(Bay Bentlıam), insanlan tornadan geçirebileceğini sanıyor. Şiirden hiç nasibin almaTT!l§, dolayısıyla Shakespeare' den ahlak hakkında bir ~eyler öğrenebilecek biri değiL Oturduğu ev, bulıarla aydııılatılıp ısıtılır. Hemen her konuda doğal yerine yapay olanı yeğleyenlerden ve
insan aklının her ~eye yettiğini düşünenlerden. Dışarda olanlan, ye~il çayırlan, ağaçlan hor görüyor ve her ~eye Yarar gözüyle bakıyor. W. Hazlitt, The Spirit of the Age (1825) Komünistler, görüşlerini ve amaçlannı saklamaya tenezzül etmezler. Hedeflerine ancak, bütün mevcut ko~ullannzor yoluyla yıkılmasıyla ula~abileceklerini çekinmeden bildirir/er. Bırakın haki sınıflar komünist br devrimden ürksünler. Proletaryanın zincirlerinden başka kaybedecek hiçbir ~eyi yoktur. Ama önlerinde kazanacaklan bir dünya vardır. Bütün ülkelerin i~çileri, bir~in!
K. Marx ve E Engels, Komünist Parti Manifestosu (1848)
I Sayılar bize
1789-1848'in dünyasında ilk sırayı dinsel ideolojiye, nitelikse laik ideolojiye vermemiz gerektiğini söylüyor. Çok az bir istisnayla ele aldığımız dönemde önemli bütün dü§ünürler, ki§isel dinsel inançları ne olursa olsun, laik bir dil kullandılar. Ele aldıklan konuların çoğu (ve sıradan insanların da üzerinde fazla dü§ünmeden veri kabul ettikleri konular), bilim ve sanat gibi daha özel ba§lıklar altında tartı§ılacaktır. Bazıları da daha önce zaten tartı§ıldı. Burada, her §eyden önce çifte devrimden doğan büyük izleğin ne olduğu, toplumun doğası ve gittiği ya da gitmesi gereken yol üzerinde duracağız. Bu kilit sorun üzerinde iki büyük görܧ aynlığı bulunmaktadır: Dünyanın gittiği yolu kabul edenlerle kabul etmeyenler; ba§ka deyi§le ilerlemeye inananlada İnanmayanlar. Dolayısıyla bir anlamda büyük öneme sahip sadece tek bir dünya görü~ü vardı; değer leri ne olursa olsun, çok sayıdaki öteki görü§ler, aslında bu büyük görü§ün (onsekizinci yüzyılın ussalcı, insancıl muzaffer 'Aydınlanma' sının) ele§tirileriydi esas olarak. Aydınlanmayı savunanlar, insanlık tarihinin belli bir düzeyde bir dalgalanma ya da gerileme hareketinden çok bir çıkı§ hareketi
iDEOLOJi: LAiKLiK
255
olduğuna sıkı sıkıya (ve doğru olarak) inanmaktaydılar. İnsanın bilimsel
üzerindeki teknik denetiminin her gün arttığını Toplumun ve bireyin, aklı aynı biçimde uygulayarak mükemmelle§ebileceğine ve bunun da tarihsel bir yazgı olduğuna inanıyorlardı. Burjuva liberalleri de devrimci proleter sosyalistler de bu konuda aynı dü§üncedeydiler. ı 789'a kadar bu ilerleme ideolojisinin en güçlü ve geli§mi§ formülasyon u, klasik burjuva liberalizmi oldu. Gerçekten de klasik burjuva liberalizminin temel sistemi, onyedinci ve onsekizinci yüzyıllarda, bu ciltte ele alınması mümkün olamayacak kadar ayrıntılı bir biçimde i§lenmi§ti. Bu, en saf örneklerini (beklenebileceği gibi) İngiltere ve Fransa'da bulrnu§ dar, kolay anla§ılır ve kesin çizgilere sahip bir felsefeydi. Bu, kesin olarak uss<'!lcı ve laik bir felsefeydi; yani, insanların ilke olarak her §eyi anlama ve us u kullanarak bütün sorunlan çözme yetisine sahip olduklarına; usdl§ı davranı§ ve kurumların (ki gelenekçilik ve bütün dinler, ussal olmaktan çok bu kategoriye girmekteydi) insanlan aydınlanmaya değil, karanlığa götürdüğüne inanmaktaydı. Felsefi olarak, gücünü ve yöntemlerini esas olarak bilimden, bu örnekte onyedinci yüzyıl bilimsel devriminin matematiğinden vefizik bilimlerinden alan bir ideolojiye uygun olarak materyalizme ya da ampirizme eğilimliydi. Dünya ve insan hakkındaki gen! varsayımı, temel olduğunu öne sürdüğü ve varlığını, ifadesini (her ne kadar bu sözcük ı 789'da henüz ortada yoksa da) psikolojide ('çağrı§ımcı' adı verilen okulda) bulan onyedinci yüzyıl mekaniğini yansılayan apriori ilkelere eğil, daha çok orta sınıfbireylerin içe bakı§a dayalı dü§üncelerine borçlu olan, her yere yayılmı§ bir bireybilgisinin ve
doğa
gözleyebiliyorlardı.
ciliğin damgasını ta§ımaktaydı.
Özetle, klasik liberalizm için insani dünya, her biri öncelikle kendi en fazlaya çıkarmaya, doyumsuzluklannı en aza indirmeye çalı§an, bu bakımdan birbiriyle e§it* ve bu bakımdan içinden gelen itilere hiçbir sınır ve müdahale hakkını 'doğal olarak' tanımayan, belli doğu§ tan duygulara ve güdülere sahip kapalı atomlardan olu§mU§tur. Ba§ka bir deyi§le, her ne kadar mantıklı liberal dü§ünürlerin çoğu bunu 'doğal haklar' diliyle ifade etmemeyi yeğleseler de, Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi'nde dendiği gibi, her insan ya§ama, özgürlük ve mutluluğunu arama hakkına 'doğal olarak' sahipti. Kendi çıkarını ararken, e§it rakipierin olu§turduğ bu anar§ik durum içinde her birey, ba§kalarıyla belli ili§kilere doyurnlarını
• Büyük Thomas Hobbes, -pratik nedenlerle- 'biüm' d!§ ında bütün bireylerin her bakımdan tamamen e§it olduklan yönünde güçlü savlarda bulundu.
256
DEVRiM ÇAGI
girmeyi avantajlı ya da kaçınılmaz bulmu§tu ve toplumu, toplumsal ya da siyasal grupları olu§turan -genellikle düpedüz ticari olan bir 'sözle§me' terminolojisinde ifadesini bulan- bu yararlı düzenlemeler ağıydı. Elbette bu düzenlemeler ve birlikler, insanın doğal olarak sınırsız istediğini yapma özgürlüğünde belli bir azalma olması anlamını ta§ıyordu; siyasetin ödevlerinden biri, bu tür müdahaleleri uygulanabilir asgari bir düzeye indirmekti. Belki anababa ve çocuklar gibi indirgenemez cinsiyet grupları dı§ında, (yazınsal simgesi Robinson Crusoe olan) klasik liberalizmin 'insan'ı, ancak büyük sayılar halinde birlikte ya§adığı ölçüde toplumsal bir hayvandı. O nedenle toplumsal amaçlar, bireysel amaçların aritmetik bir toplamından olu§maktaydı. Tanımlamaya çall§anlara neredeyse mutluluklarını arayanlar kadar sorun çıkartan Mutluluk, her bireyin yüce hedefiydi; en fazla sayıda insanın en fazla mutluluğu, toplumun amacıydı. Aslında bütün insan ili§ kilerini tamamen yukaıda çizilen kalıba inciirgeyen safyararcılık, onyedinci yüzyılda büyük Thomas Hobbes gibi sözünü hiç sakınınayan filozoflada ya da Jeremy Bentham (1 748-1832), James Mill (1773-1836) ve hepsinden öte klasik ekonomi politikçilerin adlarıya anılan İngiliz dü§ünür ve siyaset yazarları okulu gibi orta sınıfın güvenilir savunucularıyla sınırlıydı. Bu, iki nedenden böyleydi. Birincisi; öz çıkarın ussal hesabı dı§ında her §eyi (Bentham'ın ifadesini kullanırsak) "iliğine kadar saçmalık" tan ibaret gören bir ideoloji, geli§tirmeyi amaçladığı orta sınıfın davranı§larında varolan belli güçlü içgüdülerle çeli§mekteydi.* Bu anlamda, bireyin istediğini yapma, kazaneını elinde tutma 'doğal özgürlüğü'ne uygun görülenden çok daha fazla müdahalede bulunulabileceği, ussal öz çıkara dayanarak haklı gösterilebilirdi (İngiliz faydacılarının, eserlerini dindarca duygulada toplayıp yayımladıkları Thomas Hobbes, gerçekte ussal öz çıkarın, devlet iktidarı üzerine herhangi birapriori sınırlama getirilmesini önlediğini göstermi§ti ve bizzat Benthamcılar da, ussal öz çıkarın, laissez-faire kadar en fazlanın en büyük mutluluğunu sağladığını dü§ündüklerinde, bürokratik devlet yönetiminin savunuculuğunu yapmaktaydılar.) Bunun sonucunda özel mülkiyeti, giri§imi ve bireysel özgürlüğü güvenlik altına almaya çalı§anlar, çoğunlukla bunları bir 'yarar' ola''Öz çıkar' m mutlaka toplum kar§ıtı bir bencillik anlamına geldiği sanılmamalıdır. insancıl · .ve d ii§ üncelerinde toplumu ön planda tutan faydacılar, bireyin ençokla§tırmaya çalı§tığı doyurnlar arasında 'hayırseverlik'in de (yani ki§inin kendi hemcinslerine yardım etme güdüsünün de) bulunduğunu ya da uygun bir eğitimle bunun sağlanabileceğini ileri süm1ü§lerdir. Buradaki mesele, bunun ahlaki bir görev ya da toplumsal varolu§un bir yönü değil, bireyi mutlu yapacak bir §ey olınasındaydı. "Çıkar", diyor d'Holbach, Systeme de la Naure I'de (s. 268), "her birimizin mutluluğu için zorunlu gördüğü §eyden ba§ka bir §ey değildir."
iDEOLOJi: lAiKLiK
rak görmekten çok, onlara metafizik bir
'doğal
hak' gücü
257
kazandırmayı
yeğlediler. Öte yandan, onları ussal bir hesaplama i§lemine indirgeyerek ahlakı ve görevi tamamen ortadan kaldıran bir felsefenin, pekala toplumsal istikrarın dayanağını olu§turan cahil yoksulların kafasındaki [doğadaki ve toplumdaki] §eyler arasında uygunluk bulunduğu dü§üncesini zayıf lattığı da söylenebilir. Dolayısıyla bu gibi nedenlerden dolayı faydacılık, orta sınıfın tek liberal ideolojisi olamadı. Ancak muzaffer olanlara, artık §U soruları sorma olanağı kalmamı§ geleneksel kurumlan kökünden söken en keskin radikal baltayı sundular: Yaptıklarımı ussal mıydı? Yararlı mıydı? En fazla sayıda insanın en büyük mutluluğuna hizmet etti mi? Fakat faydacılık, ne bir devrimi esinleyecek, ne de bir devrimi saldırılardan koruyacak kadar güçlüydü? Fesefi bakımdan çok daha yetkin olan Thomas Bobbes'dan ziyade, Hobbes'un yanında çok daha zayıfkalan John Locke, kaba liberlizmin gözde dü§ünürü olarak kaldı; çünkü en azından özel mükiyeti 'doğal haklar'ın en temeli olarak bütün müdahalenin ve saldırının dı§ına yerle§tirmi§ti. Ve Fransız devrimcileri özgür giri§im taleplerini dile getirmenin en iyi yolunu ("tout citoyen est libre d'employer ses bras, son industrie et ses capitaux comme it juge bonetutile alu i-meme ... Il peut fabdiquer ce qui lui plait"*) 1 onu genel bir doğal özgürlük hakkı biçimine ("I.:exercise des droits naturels de chaque homme n'a de bomes que celles qui assurent aux autres membres de la soci<'!te la jouissance des memes droits"**) sokmakta buldular. 2 Dolayısıyla klasik liberalizm, siyasal dü§üncesi bakımından kendisini son derece güçlü bir devrimci güç yapan cüretkar ve katı tutumundan ayrılmı§ oldu. Ancak ekonomik dü§ünce açısından bu tutumunda ayak diredi; bunun nedeni, kısmen orta sınıfın kapitalizmin zaferine beslediği güveninin, burjuvazinin mutlakçılık ya da cahil ayaktakımı üzerindeki siyasal üstünlüğüne duyduğu güvenden daha büyük olması, kısmen de insanın doğası ve doğa durumuyla ilgili klasik varsayımlann, piyasanın özel durumuna genelde insanlığın durumundan daha uygun dü§mesiydi. Bunun sonucunda, çe§itli biçimleriyle klasik ekonomi politik, Thomas Hobbes'a rağmen liberal ideolojinin en büyük dü§ünsel anıtını meydana getirdi. Klasik ekonomi politiğin büyük dönemi, bu ciltte ele alınan dönemin biraz daha öncesine denk gelmi§tir. Bu dönem 1776'da Adam • "Her yurtta§, gücünü, yeteneğini ve sermayesini, kendine yararlı olacağını dü§ündüğü gibi kullanmakta özgürdür ... istediğini istediği biçimde üretebilir." •• "Her, insanın doğal haklarını kullanmasının sınırı, toplumun diğer üyelerinin aynı haklardan yararlanmasını sağlayan sınırlardır."
258
DEVRiM ÇAGI
Smith'in (1 723-90) Uluslann Zenginliği kitabının yayımlanmasıyla ba§lar, 181 7'de David Ricardo'nun (1 792-1823) Ekonomi Politiğin İlkeleri'nin yayımlanmasıyla doruğuna varır ve 1830'da geriler ya da dönü§üme uğrar. Ne ki, kabala§tırılmı§ yorumuyla, bütün dönemimiz boyunca i§adamlan arasında taraftar bulmaya devam etti. Adam Smith'in ekonomi politiğinin toplumsal savı, hem §ık hem de rahatlatıcıydı. İnsanlığın, esasen ba§kalanyla yarı§ma halinde kendi öz çıkarlannın pe§inden giden belli bir psikolojik yapıya sahip egemen bireylerden olu§tuğu doğruydu. Fakat i§leyi§leri mümkün olduğunca denetlenmeden bırakıldıklarında bu etkinliklerin, sadece (ariStokratların kazanılmı§ haklarının, obskürantizmiiı, geleneğin ya da cahil i§güzarlığın dayattığı yapay düzenlerden ayrı) bir 'doğal' toplumsal düzen değil, ama 'ulusların zenginliği'nde de (yani rahatlık ve refahta, dolayısıyla herkesin mutluluunda) olabilecek en hızlı artı§ı sağladığı da gösterilebilirdi. Bu doğal düzenin temeli, toplumsal i§bölümüydü. Üretim araçlarına sahip kapitalist bir sınıfın varlığının, kendilerini b kapitalist sınıfa kiralayan çalı§an sınıf da dahil herkesin yararına olduğu bilimsel olarak kanıtlanabi lirdi; tıpkı biri mamul mal, diğeri ham §eker üretmesinin İngiltere'nin de Jamaika'nın da çıkarlarına pek güzel hizmet ettiğinin bilimsel olarak kanıt lanabilmesi gibi. Çünkü ulusların zenginliğindeki artı§, mülk sahibi özel giri§imin ve sermaye birikiminin sonucudur ve bunu sağlamanın ba§ka herhangi bir yönteminin onu yava§latacağı ya da d urma noktasına getireceği gösterilebilir. Öte yandan, kaçınılmaz olarak insan doğasının i§leyi§inden doğan ekonomik bakımdan bu son derece e§itsiz toplum, bütün insanların doğal e§itliğiyle ya da adaletle uyu§maz değildi. Çünkü en yoksula bile, aksi halde sahip olabileceğinden daha iyi bir ya§am sağlamaktan tamamen ba§ka bir §ey olan bu toplum, bütün ili§kilerin en e§iti, piyasada e§itler arasında bir deği§im ili§kisine dayanmaktaydı. Modern bir bilginin dediği gibi: "Kimse, bir ba§kasının himmetine muhtaç değildir; çünkü biri birinden bir §eyi, e§değerini vererek almı§tır. Üstelik doğal güçlerin özgür oyunu, ortak iyiye katkıya dayanmayan bütün konumlan yıka caktır."3
O nedenle ilerleme, kapitalizm kadar 'doğal' dı. Geçmi§in önüne diktiği yapay engeller kaldırıldığında ilerleme kaçınılmaz olacaktı; ve üretimin ilerlemesinin, genelde sanatların, bilimlerin ve uygarlığın ilerlemesiyle el ele gittiği açıktı. Bu görü§leri savunan insanların, sadece i§adamlarınm yerle§ik çıkarlarının özel savunucuları olduğunu sanmayın. Bunlar, o dönemde hatırı sayılır bir tarihsel haklıla§tırmayla, insanlığı ileriye götürecek olan yolun kapitalizmden geçtiğine inanan kimselerdi.
iDEOLOJi: lAiKLiK
259
Bu Panglossian görü§ün gücü, salt tümdengelim mantığıyla ekonomik teoremlerini kanıtlamak gibi tartı§ılmaz bir yeteneğe sahip olmasına değil, onsekizinci yüzyıl kapitalizminin ve uygarlığının a§ikar ilerlemesine dayanmaktydı. Yine, bu görü§, Ricardo, Smith'in es geçtiği sistem içersindeki çeh§kileri ke§fettiğinden değil, kapitalizmin geçek ekonomik ve toplumsal sonuÇlannın sanıldığından daha az mutluluk sağladığı görüldüğünde sendelerneye ba§ladı. Ondokuzuncu yüzyılın ilk yarısında ekonomi politik, sevinçli değil kasvetli bir bilim haline geldi. Ama hala (Malthus'un 1798 tarihli ünlü Essay on Population'ında dediği gibi) açlıktan can çeki§meye mahkum olan ya da (Ricardo'nun ileri sürdüğü gibi) makinenin gelmesinden mustarip olan yoksulların içinde bulunduklan sefaletin·,hala en büyük sayının en büyük mutluluğunu meydana getirdiğini ve olsa olsa umulandan daha az gerçekle§tiğini savunmalan doğaldı. Ancak 1810 ile 1840'lar arasındaki dönemde kapitalist yayılmaya damgasını vuran güçlükler yanında bu tür gerçekler de iyimser havayı boğdu ve özellikle Smith'in ku§ağının ba§lıca uğra§ konusu olan üretime kar§ılık bölüşüm sorunlarına ili§kin ele§tirel ara§tırmalan harekete geçirdi. Tümdengelimciliğin ba§yapıtı olan David Ricardo'nun ekonomi politiği, ilk iktisatçıların varlığından çok emin olduklan doğal uyum içinde [aslında] dikkate değer ölçüde varolan bazı uyumsuzluk ögelerini ortaya çıkardı. Hatta, kar oranlarının d ܧme eğilimi gibi, temel yakıtını azaltmak suretiyle ekonomik ilerleme makinesini d urllfa noktasına getirmesi mümkün belli ögelerin üzerinde Smith'den çok daha fazla durdu. Üstelik Ricardo, küçük bir deği§iklikle kapitalizme kar§ı sağlam bir sav haline gelebilecek temel bir genel emek değer kuramı da ortaya attı. Buna kar§ın, bir dü§ünür olarak teknik ustalığı ve -serbest ticaret ve toprak lordlarına kar§ı dü§manlık gibi- İngiliz i§adamlannın çoğunun savunduğu pratik hedeflere tutkuyla destek vermesi, klasik ekonomi politiğin liberal ideoloji içersindeki yerinin önceleri olmadığı kadar sağlamla§masına yol açtı. Napoleon sonrası dönemde İngiliz orta sınıf reformeuluğunun §ok birlikleri, Benthamcı faydacılığın ve Ricardocu iktisadın bir bile§imiyle donanmı§lardı. Bunun kar§ılığında İngiliz ticareti ve endüstrisiyle desteklenmi§ Smith ile Ricardo'nun büyük ba§arılan, ekonomi politiği büyük ölçüde bir İngiliz bilimi haline getirdi ve (onsekizinci yüzyılda bu konuda İngiliz lerle birlikte öncülüğü en azından payla§mı§ olan) Fransız iktisatçılannı, seletlik ya da muavinlik gibi daha küçük bir role gerile tti; klasikolmayan • "Çalışan sınıfın, makinenin çoğu zaman kendi çıkarianna zarar verdiği yolundaki görüşü bir önyargı ya da yanlış bir düşüneeye dayanmayıp, ekonomi politiğin doğru ilkelerine uygundur." Ricardo, Principles, s. 383.
260
DEVRiM ÇAGI
iktisatçıları ise darmadağın etti. Öte yandan klasik ekonomi politiği, liberal ilerlemenin önde gelen simgesi haline getirdiler. Brezilya -Fransa' dan çok daha önce-1808'de konuyla ilgili bir kürsü olu§turarak ba§ına Adam Smith'i popülerle§tiren (önde gelen Fransız iktisatçısı) J. B. Say'i ve faydacı anar§ist William Godwin'i getirdi. 1823'te Buenos Aires'in yeni üniversitesi, daha önce yapılmı§ Ricardo ve James Mill çevirilerine dayanarak ekonomi politik öğrenimi vermeye ba§ladığmda, Arjantin daha yeni bağımsızlığını kazanmı§tı; ama ilk ekonomi politik kürsüsünü 1818'de kuran Küba'dan geri kalmı§tı. Latin Amerikalı yöneticilerin gerçek ekonomik tutumları, Avrupalı maliyecilerin ve iktisatçıların tüylerini diken diken etmi§se de, bu durum ekonomik ortodoksiye bağ lılıklarında herhangi bir deği§iklik yaratmadı. Gördüğümüz gibi, siyasette liberal ideoloji ne tutarlı ne de tutunumlu bir yapı arzediyordu. Kuramsal olarak (ileride hakim duruma geçecek olan) eski doğal hukuk ve doğal hak öğretilerinin yeni uyarlamalarıyla faydacılık arasında bölünmü§tÜ. Pratik programı açısındansa halkın idare' sine, yani çoğunluk yönetimine duydukları inançla (ki onlar açısından bunun bir mantığı vardı ve aynı zamanda aslında devrimleri yapan ve reformun arkasındaki etkin siyasal baskıyı olu§turan §eyin orta sınıfın savları değil, kitlelerin seferberliği olduğunu göstermekteydi*), yönetimin mülk sahibi seçkinlerin elinde olmasma ili§kin daha yaygın bir inanç arasında -İngilizlerin kavramlarıyla ifade edersek 'radikalizm' ile 'whigcilik' arasında- bölünmü§lerdi. Çünkü eğer hükümet gerçekten halk hükümeti olursa ve gerçekten çoğunluk toplumu yönetirse (yani azınlığın çıkar ları mantıken kaçınılmaz olarak buna feda edilirse), gerçek çoğunluğu olu§turanlarm -yani" en kalabalık ve yoksul sınıfların" 4 - orta sınıf liberallerinin programıyla çakl§acak biçimde aklın buyruklarını yerine getireceklerine ve özgürlüğü koruyacaklarına güvenilebilir miydi? Fransız Devrimi'nden önce bu konuda duyulan paniğin ba§lıca nedeni, çok uzun süre rahiple kralın gölgesi altmda ya§amı§ olan çalı§an yoksulların cahil ve bo§ inançlı olmalarıydı. Jakoben diktatörlüğün bazı görünümlerinde örtük (bazıları içinse açık) olarak varolduğu gibi, sole u ve kapitalizm kar§ıtı programıyla Devrimn kendisi de ek bir tehlike yarattı. Fransa dı§ındaki ılımlı whigler bu tehlikeyi erkenden fark ettiler: Saf AdamSmithçi bir iktisat ideolojisine sahip Edmund Burke 5 , siyaset dü§üncesinde, o tarihten itibaren muhafazakarlığın kuramsal omurgasım te§kil • Dü§Ünceleri, aydınlanını§ burjuvazinin tutumunun bir özeti olan Condorcet (1743-94), {gerçi bireylere ve azınlıklara sağlam güvenceler tanınmaktaydı, ama) Bastille'nin alınrnasıyla birlikte demokraside herkese sınırlı oy hakkı tanınmasına ili§kin inancından çark etmi§ti.
İDEOLOJİ: LAiKLİK
261
edecek olan geleneğin, sürekliliğin ve yava§ organik büyümenin erdemlerine ili§ kin açıkça usdı§ı olan bir iİlanca geriledi. Kıtadaki pratik liberaller, siyasal demokrasiden ürkerek oy hakkının mülkiyete göre belirlendiği anayasal mutlakçılığı ya da gerekirse çıkarlarını garanti edecek eski moda bir mutlakçılığı yeğlediler. 1794'ten sonra ancak a§ırı derecede ho§nutsuz olan yada tersine İngiltere'deki gibi kendine a§ırı güvenen burjuvazi, James Mill ile birlikte, demokratik bir cumhuriyette bile çalı§an yoksulların sürekli desteğini sağlayacak yeteneğe sahip olduklarına güveniyordu. Napoleon sonrasıdönemin toplumsal ho§nutsuzları, devrimci hareketler ve sosyalist ideolojiler bu ikilemi §iddetlendirdiler; 1830 Devrimi de durumu daha vahim bir hale getirdi. Liberalizm ve demokrasi, müttefik · olmaktan çok birbirinin hasını olmaya hazırlamyord u; Fransız Devrimi'nin üçlü sloganı (özgürlük, e§itlik, karde§lik), birlikten çok bir çeli§kiyi ifade eder oldu. Bunun en açık biçimde devrimin be§iği olan Fransa'da ortaya çıkını§ olması son derece doğaldı. Keskin zekasıyla önce Amerikan (1835) sonra Fransız demokrasisine içkin eğilimlerin çözümlenmesi i§ ine giri§en Alexis de Tocqueville (1805-59), bu dönemin ılımlı liberal demokrasi ele§tirmenlerinin/en iyisi olarak kaldı; daha doğrusu 1945'ten sonra bat~ dünyasındaki liberallere özellikle uygun dü§tüğü görüldü. Belki de §U d üsturuna bakarsak, bunda §a§ılacak bir yan olmadığı görülebilir: "Onsekizinci yüzyıldan itibaren ortak bir kaynaktan iki nehir akınaya ba§ladı. Biri insanları özgür kurumlara, öteki mutlak iktidara götürmektedir." 6 İngiltere'de de, James Mill'in burjuvazinin önderliğindeki bir demokrasiye duyduğu sağlam güven, oğlu John Stuart Mill'in (1806-73) azınlıkların haklarını çoğunluklara kar§ı güvence altına alınması konusunda gösterdiği endi§eyle (bu yüce gönüllü ama endi§eli dü§ünürün Özgürlük Üzerine kitabına (1859) yön veren §ey bu endi§edir) taban tabana çeli§ınektedir.
II Böylelikle, liberal ideoloji ba§langıçtaki güvenini yitirirken -hatta bazı liberaller, ilerlemenin kaçınılmaz ya da istenir bir §ey olduğu konusunda da ku§kulanmaya ba§laını§lardı-, yeni bir ideoloji, sosyalizm, onsekizinci yüzyılın eski doğrularını yeniden formülle§tirdi. Akıl, bilim ve ilerleme onun sağlam temellerini olu§turmaktaydı. Dönemimizin sosyalizmini, yazılı tarih boyunca dönem dönem yazında yer bulınu§ olan ortak mülkiyerin varolduğu mükemmel bir toplumun savunucularından ayım §ey, tam da modem sosyalizmin olanağını yaratrnı§ olan Endüstri Devrimi'ni ko§ulsuz kabul etmi§ olmalarıydı. Dü§ünceleri aslında oldukça ku§ kulu bir konuma
262
DEVRiM ÇAGI
sahip olmakla birlikte, geleneğin öncü 'ütopyacı sosyalist' olarak gördüğü Kont Claude deSaint-Simon (1760-1825), 'endüstriciliğin' ve' endüstriciler'in (bunlar Saint-Simon'un bulduğu sözcüklerdi) ilk ve en önde gelen havarisiydi. Öğrencileri, sosyalist, maceracı teknokrat, maliyeci ve endüstrici ya da sırayla hepsi oldular. Bu anlamda Saint-Simonculuğun, gerek kapitalist erekse kapitalizm kar§ıtı geli§mede özgül bir yeri vardır. İngiltere'de RobertOwen (1771-1858), pamuk endüstrisinde son derece ba§arılı olmu§ öncü biriydi ve daha iyi bir toplumun kurulabileceğine olan güvenini, sadece insanın ancak toplum içinde yetkinle§eceğine duyduğu sağlam inançtan değil, aynı zamanda Endüstri Devrimi'nin gözle görülür biçimde potansiyel olarak bolluk içinde bir toplum yara tml§ olmasından almaktaydı. Gönülsüz olmakla birlikte, Frederick Engels de pamuk i§ine girmi§ti. Gerçi onların takipçileri bunu yaptılar, ama yeni sosyalistlerden hiçbiri toplumsal evrimin saatini geriye çevirmek istemiyordu. Sosyalizmin kurucu babaları arasında endüstricilik konusunda en ümitsiz olan Charles Fourier (1772-183 7) bile, çözümün endüstriciliğin ardında değil, ötesinde yattığını ileri sürmü§tÜ. Bununla birlikte klasik liberalizmin savlarından çoğu, kurulmasına yardımcı olduğu kapitalist topluma kar§ı döndürülebilirdi ve zaten öyle de oldu. Mutluluk, gerçekten de Saint-Just'un dediği gibi '1\.vrupa için yeni bir fikir"df; ama hiçbir §ey, ula§ılamadığı apaçık olan en büyük sayının en büyük mutluluğu [idealinin] çalı§an yoksulların [ideali] olduğu gözleminden daha açık değildi. Yine William Godwin, Robert Owen, Thomas Hodgskin ve diğer Bentham hayranlarının yaptığı gibi, mutluluk arayı§ını bencil bireyciliğin varsayımlarından ayırmak da zor değildi. "Bütün varolu§Un ilk ve zorunlu amacı, mutlu olmaktır" diye yazmı§tı Owen8; "ama mutluluk, bireysel olarak elde edilemez; diğer insanların dı§ında bir mutluluk beklemek bo§unadır; ya herkes ondan payını almalı ya da azlık hiçbir zaman mutlu olamayacaktır." Bu konuda bir nokta daha var: Ricardocu biçimiyle klasik ekonomi politiği de kapitalizme kar§ ı döndürmek mümkündü. Bu, 1830'dan sonra orta sınıf iktisatçılarının Ricardo'ya korkuyla bakmalanna, hatta Amerikalı Carey (1793-1879) ile birlikte, Ricardo'yu toplum ya§amının bozgunculannın ve ajitatörlerin esin kaynağı olarak görmelerine yol açan bir olguydu. Ekonomi politiğin ileri sürdüğü gibi, eğer emek bütün değerin kaynağıysa, neden değeri üreterrlerin büyük çoğunluğu yoksulluğun e§iğinde ya§amaktaydı? Çünkü, -her ne kadar kuramından bu sonuçlann çıkmasından rahatsızlık duymaktaysa da- Ricardo'nun da gösterdiği gibi, kapitalist, i§çinin ücret olarak aldığının üzerinde, fazladan üretmi§ olduğu
iDEOLOJi: LAiKLiK
artığa
263
kar biçiminde el koymaktaydı (Toprak lordlannın da bu artığın bir el koymalan temelde sorunu deği§tirmiyordu.) Gerçekte kapitalist, i§çiyi sömürmekteydi. Geriye sadece üretimi kapitalistsiz sürdürmek, dolayısıyla sömürüyü kaldırmak kalıyordu. Çok geçmeden İngil tere'de bir grup Ricardocu 'emek iktisatçısı', bu çözümlerneyi yapmaya ve sorunun ahlaki yanını de§meye ba§ladı. Eğer kapitalizm ekonomi politiğin iyimser olduğu günlerde kendisinden beklenenleri gerçekle§tirmi§ olsaydı, bu ele§tirilere kulak veren de çıkmazdı. Oysa sanılanın aksine yoksullar arasında 'ya§am standardın da bir devrim' den pek söz edilemezdi. Fakat sosyalizmin olu§ um döneminde, yaniRobertOwen'ınNew ViewofSociety'sinin (1813-14) 9 yayımlan masıyla Komünist Manifesto (1848) arasında, ~öküntü, para-ücretierin dü§mesi, teknolojinin yarattığı ağır i§sizlik ko§ullan ve ekonominin gelecekte geni§leme olasılığına ili§kin ku§kular, sıkıntı yaratmaktaydı.* O nedenle ele§ tirmenler gözlerini, yalnızca ekonominin adaletsizliği konusuna değil, ekonominin i§leyi§indeki kusurlara, 'iç çeli§kileri'ne çevirebilirlerdi. Böylelikle ekonomiye iyi nazariada bakınamanın keskinle§tirdiği gözler (Sismondi, Wade, Engels), kapitalist ekonominin savunucularının göz ardı ettiği ve aslında]. B. Say'in (1 767-1832) adıyla anılan 'olasılık' yasasını reddeden kapitalizmin yapısında varolan devrevi dalgalanmalar ve 'bunalımlar'ı farketmeye ba§ladı. Bu insanların, bu dönemde ulusal gelirin giderek daha da e§itsiz bir biçimde bölü§ülmesinin ("zengin daha zengin yoksul daha yoksul oluyor") bir rasiantı olmaktan uzak, sistemin i§leyi§inin bir ürünü olduğunu fark etmemeleri olanaksızdı. Özetle, kapitalizmin yalnızca adaletsiz olduğunu değil, kötü de çall§tığını, çall§tığı ölçüde de savunucularının öngördüklerinin tamamen tersi sonuçlar yarattığını gösterebildiler. O zamana dek yeni sosyalistlerin yaptığı sadece, klasik Fransız-İngiliz liberalizminin savlarını burjuva liberallerinin gidebilecekleri sınırın ötesine ta§ırnak yoluyla davalarını savunmak oldu. Savunusunu yaptıkları yeni toplumun, mutlaka klasik humanist ve liberal ülkünün geleneksel zeminini terk etmesi gerekmiyordu. Herkesin mutlu olduğu ve her bireyin kendi gizil güçlerini tam ve özgür olarak gerçekle§tirdiği, özgürlüğün egemen olduğu ve zorlama demek olan yönetimin ortadan kalktığı bir dünya, liberallerin de sosyalistlerin de nihai amacıydı. İster liberal, ister sosyalist, ister komünist ya da anar§ist olsun, soylan, hümanizm ve aydınlanmadan gelen bu ideolojik ailenin çe§itli üyelerini birbirinden ayıran §ey, hepsinin kısmına
• Sosyalizm sözcüğü bile, 1820'lerde bulunmu§ bir sözcüktür.
264
DEVRiM ÇAGI
de hayalini olu§ turan 'yumu§ak bir anar§i' değil, ona ula§manm yöntemiydi. Ancak tam da bu noktada sosyalizm, klasik liberal gelenekten ayrıldı. İlkin, toplumun birey atomlardan olu§an salt bir toplam ya da bile§im olduğu ve itici gücünü bu bireylerin öz çıkarlarından ve aralarındaki rekab.etten aldığı biçimindeki liberal varsayımdan tamamen ayrıldı. Sosyalistler bunu yaparken, insanlığın bütün ideolojileri arasında en eski olanı na, insanın doğası gereği toplumsal bir varlık olduğu inancına geri döndüler. İnsanlar doğal olarak birlikte ya§amakta ve birbirlerine yardım etmektedirler. Toplum, insanın istediğini yapma sınırsız oğal hakkında yapılan zorunlu değil, ya§amını, mutluluğunu ve bireyselliğini gerçekle§tirmek için [göze aldığı] müessifbir düzenlemeydi. Piyasa ortamında e§itler arasında gerçekle§en kar§ılıklı deği§imin bir biçimde toplumsal adaleti sağla dığı yolundaki Smithçi dü§ünce, onlara ya anla§ılmaz ya da ahlak dı§ı bir §ey gibi geliyordu. Sıradan insanlar, ifade edemeseler de bu görü§ü benimsediler. Kapitalizmi ele§tirenlerin büyük bölümü, burjuva toplumunun 'insanı insanlığından çıkarması'na kaqı (Hegelcilerin ve ilk yazılarında Marx'ın kullandığı teknik 'yabancıla§ma' terimi, toplumu, birbirinden kopuk bireylerin etkinlikalanı olmaktan çok, insanın 'yuva'sı olarak gören eski görÜ§Ü yansıtmaktadır) bütün uygarlık, ussallık, bilim ve teknoloji sürecini mahkum ederek kar§ılık verdiler. Şair William Blake ve Jean Jacques Rousseau gibi eski zanaatkar tipli devrimcilerden farklı olarak, yeni sosyalistler böyle davranmamaya özen gösterdiler. Fakat, sadece insanın yuvası olarak geleneksel toplum idealini değil, sınıflı toplumun ve mülkiyetin kurulmasından önce insanların öyle ya da böyle uyum içinde ya§adıklarını öne süren eski dü§ünceyi; Rousseau'nun ilkel insanı ülküle§tirerek, Rousseau'dan dahaazincelikli radikal yazarlarm da, yabancı yöneticiler tarafından fethedilen halkların -Normanlar'ın Saksonlara, Tötonlar'm Galyalılara yaptığı gibi- bir zamanlar özgürce ve karde§çe ya§adıkları mitiyle dile getirdikleri dü§ünceyi payla§tılar. "Dehanm" diyor Fourier, "bu ilkel mutluluğun yollarını yeniden ke§fetmesi ve onu modern endüstrinin ko§ullarına uydurması gerekir." 10 İlkel komünizm, geleceğin komünizmine model olu§turmak üzere yüzyılları ya da okyarrusları a§ıp gelmi§ti. İkinci olarak, sosyalizm, klasik liberal geleneğin alanı dl§ında olmamakla birlikte bu gelenek tarafından fazla üzerinde durulmamı§bir savı benimsedi. Klasik liberallerin gözünde, ileri sürdükleri öneriler (aslında ilk modern sosyalistler için de) doğal ve ussaldı; o güne kadar cehaletin ve tiranlığın dünyaya dayattığı yapay ve usdl§ı toplumla hiçbir ilgisi yoktu. Aydınlanmanın insanlara neyin ussal olduğunu gösterdiği bugün, yapıl-
iDEOLOJi: LAiKLiK
265
ması gereken tek §ey sağduyunun önündeki engelleri temizlemekti. Aslın da 'ütopyacı' sosyalistlerde (Saint-Simoncularda, Owen'da, Fourier'de ve ba§kalarında), gerçeğin, bütün eğitimli ve anlayı§lı insanlar tarafından hemen benimsenmesi için bildirilmesinin yeterli olduğuna ve ba§langıçta sosyalizmi gerçekle§tirmeye yönelik çabalarını ilkin nüfuz sahibi sınıfları -ku§kusuz onlar da yararlanacaktı, ama i§çiler ne yazık ki cahil ve geri bir gruptu- hedef alan bir propagandayla ve deyim yerindeyse sosyalizmin pilot alanlarının -insanların ilerlemelerinin önünde hiçbir tarihsel gerilik geleneğinin bulunmadığı Amerika'nın açık alanlarına son derece uygun komünist kolaniler ve i§ birliğine dayalı giri§imler- kurulmasıyla sınırladık larına sıkı sıkıya inanmak gibi bir eğilim bulunmaktaydı. Owen'ın New Hamwny toplumu, ABD'de Indiana'da kuruldu ve içinde otuz dört adet ithal edilmi§ ya da orada geli§tirilmi§ Fourierci 'Falanks' bulunuyordu; yine Hıristiyan komünist Cabet ve ba§kalarının esiniediği çok sayıda koloni vardı. Bu tür komünal deneyimlere fazla itibar etmeyen Saint-Simoncularsa, önerilerini ya§ama geçirebilecek aydınlanml§ despot arayı§ından hiçbir zaman vazgeçmediler ve bir süre aradıklarını Mısır'ın yöneticisi Mehmet Ali gibi beklenmedik birinde bulduklarına inandılar. Bu klasik ussalcı iyi toplum davasında, tarihsel bir evrim ögesi vardı; çünkü bir ilerleme ideolojisi, bir evrim, olasılıkla tarihsel geli§me evrelerinden geçen kaçınılmaz bir evrim ideolojisi barındırır. Fakat Karl Marx (1818--83), sosyalizm savının çekim merkezini, onun ussal ve istenir bir §ey olmasından; polemik amaçlı savunmaların hala üzerine kurulduğu, sosyalizme en deh§etli entelektüel silahını veren sosyalizmin tarihsel kaçı nılmazlığına aktarıncaya kadar, böyle bir ideoloji varolmadı. Marx, bu yoldaki savını, Fransız-İngiliz ve Alman ideolojik geleneklerinin (İngiliz ekonomi politiği, Fransız sosyalizmi ve Alman felsefesi) bile§iminden yola çıkarak olu§turdu. Marx'a göre insan toplumu, kaçınılmaz olarak ilkel komünizmden sınıflı toplurnlara geçmi§; kaçınılmaz olarak, her biri kendi zamanına göre adaletsiz olmakla birlikte 'ilerici' de olan, her biri belli bir noktada daha fazla ilerlemesinin önüne engel çıkartan ve a§ılması için gereken güçleri yaratan 'iç çeli§kiler' ta§ıyan bir dizi sınıflı toplumdan geçmi§ti. Kapitalizm, bunların sonuncusuydu ve sadece kapitalizmi ele§tirmekle kalmayıp dünyayı sarsan belagatını, kapitalizmin tarihsel ba§arılarını duyurmak için de kullandı. Fakat ekonomi politik aracılığıyla, kapitalizmin, kendisini kaçınılmaz olarak belli bir noktada daha fazla ilerlemesi önünde bir engel haline sokacak ve kendisini kurtaramayacağı bir bunalım içme sürükleyecek iç çeli§kileri olduğu gösterilebilirdi. Üstelik kapitalizm (yine ekonomi politikle gösterilebileceği gibi) kendi mezar kazıcılarını; ekonomik gücün
266
DEVRiM ÇAGI
giderek daha az sayıda insanın elinde toplanması, yıkılmasını daha da kolayve ho§nutsuzlukları giderek artan proletaryayı yaratml§tı. O nedenle proletarya devrimi, kapitalizmi kaçınılmaz olarak ala§ağı etmelidir. Fakat aynı zamanda i§çi sınıfının çıkarlarına kar§ılık gelen toplumsal sistemin sosyalizm ya da komünizm olduğu da kanıtlanabilirdi. Kapitalizm sadece feodalizmden daha ussal olduğundan değil, burjuvazinin sahip olduğu toplumsal güçten dolayı hakim olduğundan, aynı biçimde sosyalizm de i§çilerin kaçınılmaz zaferi sayesinde kurulacaktı. Bunun, XIV. Louis devrinde yeterince akıllı insanların gerçekle§tirebileceği ebedi bir ülkü olduğunu sanmak aptalcaydı. Sosyalizm, kapitalizmin çocuğuydu. Hatta toplumun, onun ko§ullarını yaratacak biçimde dönü§üme uğrama sından önce yeterli ve uygun bir tarzda formüle edilmesi bile olanaksızdı. Fakat ko§ullar bir kez varolduğunda zafer de kesindi; çünkü "insanlık daima önüne sadece çözebileceği sorunları koyar." 11 la§tırırken, sayılan
III Bu görece tutarlı ilerleme ideolojileriyle kar§ıla§tırıldığında, ilerlemeye kaqı koyan ideolojiler, dü§ünce sistemleri adını pek hak etmemektedirler. Onlar, daha ziyade ortak zihinsel yöntemden yoksun, burjuva toplumunun zayıflığını gören keskin bir görüye ve ya§amda liberalizminizin verdiğinden daha fazla §eylerin olduğu yolunda sarsılmaz bir inanca dayanan tutumlardı. Bu yüzden görece daha az ilgiyi hak etmektedirler. Ele§tirilerindeki ba§lıca sorun §Uydu: Liberalizm, o güne dek insanın ya§ am için özsel saydığı topluluk ya§amını ya da toplumsal düzeni yıkml§ ve yerine ho§görülmesi olanaksız olan herkesin herkese kar§ı rekabetinin yarattığı bir anar§i ortamıyla insanı insanlıktan çıkartan piyasayı koymu§tu. Muhafazakarlar ve devrimci ilerleme kar§ıtları ya da zengin ve yoksulların temsilcileri, bu noktada birbirleriyle, hatta sosyalistlerle bile aynı dü§ünme eğilimindeydiler ve Romantikler arasında son derece belirgin olan bu yakınla§ma (14. Bölüme bakın), 'Tory demokrasisi' ya da 'feodal sosyalizm' gibi tuhaflıkların ortaya çıkmasına neden oldu. Muhazakarlar, çifte devrimin tehdit ettiği her rejimi ya da örneğin ortaçağ feodalizmi gibi geçmi§teki belli bir devleti ideal toplumsal düzenle -ya da, rahatı yerinde olanların toplumsal özlemleri yoksulların emellerinden her zaman için daha ılımlı olduğundan, ideale yakın, uygulanabilir olan bir düzenleözde§lemek eğilimindeydiler. Aynı zamanda, doğal olarak ideal toplumdaki 'düzen' ögesini öne çıkardılar; çünkü toplumsal hiyerar§inin üstünde bulunanlan altındakilere kar§ı koruyan oydu. Devrimcilerse, gördüğümüz
iDEOLOJi: lAiKLiK
26 7
gibi, varolan hiçbir toplum yoksulları gerçek anlamda doyurmadığından, halk açısından i§lerin yolunda gittiği geçmi§te varolan bir altın çağ dü§ündüler. Yine böyle bir çağın'düzen'inden çok, kar§ılıklı yardım ve topluluk duygusunu öne çıkardılar. - Buna kar§ın ilerlemeye kar§ı olan devrimciler de muhafazakarlar da, bazı önemli konularda eski rejimin yenisinden daha iyi olduğu konusunda aynı dü§üncedeydiler. Eski rejimde onları hiyerar§inin üstüne ve altına dağıtan, mülkleri düzenleyen Tanrıydı; muhafazakarlar bu durumdan ho§nuttu, ama Tanrı aynı zamanda üsttekilere (hafif ve tam anlamıyla ya§ama geçirilmemi§ de olsa) belli görevler vermi§ti. İnsanlar e§it olmamakla birlikte, değerleri piyasaya göre belirlenen birer mal da değillerdi. Her §eyden önce görenekten, toplumsal kurumlardan ve yükümlülüklerden olu§an açık bir haritanın yol göstericiliğinde, sıkı toplumsal ve ki§isel ili§kiler ağı içersinde birlikte ya§ıyorlardı. Ku§kusuz Mettemich'in sekreteri Gentz ile İngiliz radikal demagogu ve gazetedsi William Cobbett'in (1 762-1835) kafasındaki ortaçağ ülküsü, birbirinden tamamen farklıydı; ancak her ikisi de aynı ölçüde, burjuva toplumuna ilkelerini verdiğini savundukları Reformasyon'a saldırmaktaydı. ilerlemeye en çok inananlardan biri olan Frederick Engels bile, Endüstri Devrimi'nin yıktığı eski onsekizinci yüzyıl toplumuna ili§kin hayli pastaral bir manzara çizmi§ti. Tutarlı bir evrim kuramma sahip olmayan ilerleme kar§ıtı dü§ünürler, neyin 'yanlı§ gittiği' konusunda bir türlü karar veremediler. Gözde suçluları, akıldı, ya da daha özel olarak, konuları aptalca ve dinsizce, insan anlayl§ı için ve örgütleme yetisi açısından içinden çıkılmaz bir hale getirmeye çall§an onsekizinci yüzyıl ussalcılığıydı. Toplumlar makineler gibi planlanamazdı. "En iyisi" diyordu Edmund Burke, "arısiklopediyi ve bütün iktisat külliyatını bir kerede ve sonsuza dek unutmak ve bugüne dek prensleri büyük ve ulusları mutlu kılml§ olan eski kurallara ve ilkelere dönmektir. " 12 Sistemli ussallığa kar§ı, söz konusu dü§ünürün zihinsel eğilimine göre içgüdü, gelenek, dinsel inanç, 'insan doğası', 'yanlı§' aklın kar§ısına doğrular olrak kondu. Ama aklın fatihi, hepsinden önce tarih olacaktı. Çünkü, muhafazakar dü§ünürlerde tarihsel ilerleme duygusu yoksa da, 'yapay' olarak, apar topar kurulmu§ olanlarla, tarihin doğal yoldan ve yava§ yava§ kurduğu ve istikrar kazandırdığı toplumlar arasındaki farka ili§kin son derece keskin bir anlayı§ vardı. Tarihsel giysilerin nasıl biçildiğini açıklayamasalar da ve aslında böyle bir §eyin varlığını bile yadsısalar a, uzun süre giyilerek nasıl bedene uygun bir biçim aldıklarını hayranlık veren bir tarzda açıklayabilmekteydiler. İlerleme kar§ıtı ideoloji, en ciddi zihinsel çabayı tarihsel çözümleme konusunda ve devrime kar§ı
268
DEVRiM ÇAGI
sürekliliğin ara§tırılmasında gösterdi. O nedenle, önemli örnekleri, De Bonald (1753-1840) ve Joseph De Maistre (1753-1821) gibi, amaçlan usd!§ ılığın erdemlerini savunmak olsa da, çoğunlukla a§ırılığın kıyılarında dolanan ussal savlada ölü bir geçmi§i onarmaya çalı§an tuhaf göçmen Fransız soyluları değil, hala varolan eski rejimi tarihsel sürekliliklerine göre me§rula§tırmaya çalı§an Alınan hukukçularının 'tarih okulu' ile İngil tere'de Edmund Burke gibi adamlardı.
IV Şimdi geriye, ilerici ve ilerleme kar§ıtı, ya da toplumsal terimlerle ifade edersek bir yanda endüstri burjuvazisiyle proletarya, öte yanda aristokrasi, tüccar sınıflar ve feodal kitleler arasında kendirıe garip bir biçimde yer bulmu§ bir grup ideolojiyi ele almak kalıyor. Bu ideolojiterin en önemli ta§ıyıcıları, Batı Avrupa'nın ve Birle§ik Devletler'irı radikal 'küçük adamları' ile aristokratik ve monar§ik bir toplumda rahat olmakla birlikte tam anlamıyla doyum bulamamı§ Orta ve Güney Avrupa'nın ılımlı orta sımf larıydı. Her iki grup da bazı bakımlardan ilerlemeye irıanmaktaydı. Ancak ilerlemenin liberal olsun sosyalist olsun mantıksal sonuçlarım izlemeye hazır değillerdi. Çünkü birinci grup, bu sonuçları, küçük zanaatkarların, dükkan sahiplerinirı, çiftçilerin ve i§adamlannın ya kapitalistler ya da emekçiler halirıe dönü§melerirıden sorumlu görüyordu; ikirıcilerse, Jakoben diktatörlük deneyiminden çok ürkmü§lerdi ve pek çok durumda, memurluklarını yaptıkları prenslermin iktidarına meydan okuyacak kadar güçlü değildiler. O nedenle her iki grubun görü§leri, liberal (ilk örnekte örtük olarak sosyalist) ögeleri liberal kar§ıtı ögelerle; ilerici ögeleri ilerleme kar§ıtı ögelerle birle§tirmektedir. Öte yandan bu temel karma§ıklık ve çeli§kili hal, onları diyalektik bir anlayl§a sahip olmaya zorladığından, toplumun doğasınıliberal ilericilerden de ilerleme kar§ıtlanndan da daha derirılemesine görme olanağına sahiptiler. Bu birinci küçük burjuva radikallerinın olu§turduğu grubun en önemli (daha doğrusu sezgisel deha sahibi) dü§ünürü, 1789'da artık ya§amayan Jean Jacques Rousseau'ydu. Safbireycilikle, insanın ancak toplum ya§amı içirıde kendisi olduğu görÜ§Ü arasında; akhi dayalı devlet idealiyle, 'duygu'larıyla çatı§tığında akıldan ku§ku duymak arasında; ilerlemenin kaçı nılmaz olduğunu kabul etmekle, ilerlemenirı 'doğal' ilkel insanın uyumunu bozması arasında gidip gelen Rousseau, kendi ki§isel ikilemlerirıi olduğu kadar, fabrika sahiplermin liberal, proletaryanın sosyalist kesmliklerini de bir türlü kabul edemeyen sınıfların ikilemlerirıi yansıttı. Bu büyük, ama ne
iDEOLOJi: lAiKLiK
269
yazık
ki huysuz adamın görü§leri burada bizi ayrıntılarıyla ilgilendirmiyor; çünkü Rousseaucu özel bir dü§ünce okulu ya da Robespierre ile II. Yıl'ın Jakobenleri dl§ında Rousseaucu bir siyaset de yoktur. Rousseau'nun özellikle Almanya'da ve Romantikler arasında güçlü ve yaygın zihinsel etkileri olmu§sa da bu, sistemli bir etki değil, bir tutum ve tutku biçimirıde ortaya çıktı. Plebler ve küçük burjuva radikaller arasındaki etkisi de çok büyüktü; ama, ancak Mazzini ve onunyolundaki milliyetçiler gibi ufuksuz kimseler arasında üstün geldi. Genelde, Thomas Jefferson (ı 743-ı826) ve Thomas Pairıe (ı 73 7- ı 809) gibi, onsekizinci yüzyıl ussalcılığının çok daha ortodoks uyarlamalarıyla karı§tı.
Son akademik modalarda, Rousseau'yu son derece yanlı§ anlamak gibi bir eğilim vardır. Her iki kanadı da ele§tirdiğinden, Rousseau'yu, Aydınlanma ve Devrimin öncüsü olarak Voltaire ve Ansiklopedistlerle bir tutan geleneği gülünç bulmaktadırlar. Fakat Rousseau'dan etkilenenler, o zamanlar Rousseau'yu Aydınlanmanın bir parçası olarak ördüler ve ondokuzuncu yüzyıl ba§larında küçük radikal çevrelerde Rousseau'nun eserlerini Voltaire, d'Holbach ve diğerleriyle birlikte yeniden bastılar. Liberal ele§tirmenler, yakın dönemde ona, soldaki 'totalitarizm'in babası olarak saldırdılar. Ama, gerçekte Rousseau'nun modern komünizmin ana geleneği ve Marksizm üzerinde hiçbir etkisi olmamı§tır. * Bizim ele aldığımız dönemde ve ondan sonra da Rousseau'nun tipik izleyicileri, Jakoben, Jeffersoncı ve Mazzinici küçük burjuva radikalleri, mülkiyetirı ve bazı refah hizmetlerinin e§it olarak bölü§türüldüğü küçük bir bağımsız devlete, demokrasiye ve milliyetçiliğe inananlar olm u§ tur. Dönemimizde Rousseau'nun her §eyden önce eşitliği; tirarılığa ve sömürüye kar§ı özgürlüğü ("insan özgür doğar ama her yere zincire vurulmu§tur"), oligar§iye kar§ı demokrasiyi, zenginlerin ve eğitimlilerin incelikleriyle bozulmamı§ basit 'doğal insan'ı ve soğuk hesaplılığa kar§ı 'duygu'yu temsil ettiğine inanılmaktaydı.
Belki de en iyi halde Alman felsefesi olarak adlandırılabilecek ikinci grupsa çok daha karma§ık bir nitelikteydi. Ayrıca bu grubun üyeleri toplumlarını yıkacak güce ya da bir Endüstri Devrimi yapabilecek ekonomik olanaklara sahip olmadıklarından, enerjilerirıi kıl ı kırk yaran genel dü§ünce sistemleri kurmaya yöneltme eğilimindeydiler. Almanya' da klasik anlamda çok az liberal vardı. Aralarında en önde geleni, büyük bili~ adamı • Birbirleriyle neredeyse kırk yılı bulan yazı§maları sırasında Marx ile Engels onun adını tesadüfen ve oldukça olumsuz bir biçimde üç kez anmı§lardır. Ancak geçerken belinelim, Rousseau'nun diyalektik yakla§ınıırun Hegel'in diyalektiğini öneelediğini be linerek Roussea·u'ya hakkını vermekten çekirunemi§lerdir.
270 DEVRiM ÇAGI
Humboldt'un karde§i olan Wilhelm von Humboldt (1 767-1835) idi. Alman orta ve üst sınıf aydınları arasında belki de en ortak tutum (ki içinde çok sayıda devlet görevlisi ve devlette çall§an profesör barındıran bir sınıfa çok uygundu), aydınlanml§ bir babacan ya da bürokratik idarenin erdemlerine ve üst tabakalar arasında sorumluluk duygusuyla birlikte ilerlemenin kaçınılmazlığına ve bilimsel ve ekonomik ilerlemenin yarariarına inanmaktı. Kendisi küçük bir devletin bakanı ve danl§ma kurulu üyesi olan büyük Goethe, bu tutumu pek güzel örneklemektedir. 13 Çoğunlukla felsefi olarak, tarihin eğilimlerinin kaçınılmaz geli§mesi biçiminde formüle edilen orta sınıfın talepleri, aydınlanmı§ bir devlet tarafından yerine getirilmekteydi: Bu talepler, en iyi durumda Alman ılımlı liberalizminin talepleriydi. Alman devletlerinin ekonomideki ve eğitimdeki ilerlemenin örgütlenmesinde her zaman canlı ve etkin bir rol üstlenmi§ olmaları ve tam laissez-fairenin Alman i§adamlan için avantajlı bir politika olu§turmaması, bu tutumun çekiciliğini azaltmadı. Ancak, Alman orta sınıf dü§ünürlerinin (tarihsel konumlarının ta§ıdığı özellikleri bir yana bırakarak) uygulamadaki görünümlerini, diğer ülkelerdeki muadillerinin olu§turduğu manzara içine dahil edebilirsek de, Alman dü§üncesinin büyük bölümünde varolan safbiçimiyle klasik liberalizme takınılan son derece belirgin soğuk tavrı bu yolla açıklayabilmemiz pek olanaklı değildir. Liberal bayağılıklar -felsefi materyalizm ya da ampirizm, Newton, Kartezyen çözümleme ve diğerleri- pek çok Alman dü§ünürünü son derece rahatsız etmekteydi; Onları çeken §eyler, gizemcilik, simgeeilik ve organik varlıklarla ilgili büyük genellemelerdi. Onsekizinci yüzyıl ba§larında egemen olan Fransız kültürüne kar§ı milliyetçi bir tepki, olasılıkla Alman dü§üncesindeki Tötonculuğun §iddetlenmesine katkıda bulundu. Bunun daha olası açıklaması, Almanya'nın ekonomik, zihinsel ve bir ölçüde de siyasal bakımdan üstün olduğu önceki çağın zihinsel ikliminin varlığını hala sürdürmesinde yatmaktadır; çünkü Reformasyon ile onsekizinci yüzyıl sonu arasındaki gerileme döneminde, tıpkı onaltıncı yüzyıldaki küçük Alman kentlerinin görünümünde bir deği§iklik olmaması gibi, Alman entelektüel geleneğinin arkaik yapısı da olduğu gibi kalml§tı. Nereden bakılırsa bakılsın -ister felsefi, bilimsel, ister sanatsal- Alman dü§üncesinin temel iklimi, Batı Avrupa'da onsekizinci yüzyılın ana gele~ neğinden belirgin biçimde farklıydı. • Klasik aydınlanma anlayl§ının sınır• Bu durum, son derece farklı bir tarihten geçen Avusturya için geçerli değildir. Sanatlarda -özellikle de müzikte, mimaride ve tiyatroda- ve bazı uygulamalı bilimlerde Avusturya İmparatorluğu son derece seçkin bir çizgi izlemi§se de, Avusturya dü§üncesinin ana özelliğinin kesinlikle anılmaya değer bir yanı yoktur.
iDEOLOJi: LAiKLiK
271
larına gelip dayandığı bir dönemde, bu durum Alman dü§üncesine belli bir , avantaj sağladı. Bu durum, Alman dü§üncesinin ondakuzuucu yüzyılda artan dü§ünsel etkisini açıklamaya yardımcı olmaktadır. Alman dü§üncesinin en anıtsal ifadesi, klasik Alman yazınıyla birlikte ve onunla yakın ili§ki içersinde, 1760 ile 1830 arasında yaratılan bir dü§ünce külliyatı olarak Alman klasik felsefesiydi (Şair Goethe 'nin seçkin bir 'doğa filozofu' ve bilim adamı olduğu, §air S chiller'in sadece bir tarih profösörü değil* aynı zamanda seçkin bir felsefi deneme yazarı olduğu unutulmamalıdır.) Immanuel Kant (1724-1804) ve Georg Wilhelm Friedrich Hegel (1770-1831), Alman dü§üncesinin iki büyük yıldızıdır. 1830'dan sonra, aynı zamanda (onsekizinci yüzyıl ussalcılığının dü§ünce alanındaki çiçeği olan) klasik ekonomi politik alanında ݧ ba§ında gördüğümüz parçalanma süreci, Alman felsefesinde de ya§andı. 'Genç Hegelciler' ile nihayetinde Marksizm, bu parçalanmanın ürünüydüler. Hiçbir zaman unutulmaması gerekir ki, Alman klasik felsefesi iliğine kadar burjuva bir görüngüydü. Önde gelen bütün simaları (Kant, Hegel, Fichte, Schelling) Fransız Devrimi'ni selamlamı§ ve uzun bir süre ona sadık kalml§lardı (Hegel, Jena Sava§ı'nın [ 1806] sonlarına dek Napoleon'u savundu). Aydınlanma, Kant'ın onsekizinCi yüzyıla özgü dü§üncesinin çerçevesini, Hegel'inse ba§langıç noktasını olu§turmaktaydı. Her ikisinin de felsefesi, ilerleme dü§üncesiyle doluydu: Kant'ın ilk büyük ba§arısı, güne§ sisteminin kökeni ve geli§mesiyle ilgili bir hipotez ileri sürmesi oldu. Hegel'in bütün felsefesiyse, bir evrim (ya da toplumsal terimlerle ifade edersek tarihsellik) ve zorunlu ilerleme felsefesiydi. Dolayısıyla Hegel, ba§ından itibaren Fransız Devrimi'nin a§ırı sol kanadından ho§hınma mı§ ve sonunda düpedüz muhafazakar olmu§sa da, bu devrimin burjuva toplumunun temeli olarak tarihsel zorunluluğundan bir an olsun ku§kuya dü§medi. Ayrıca, sonraki akademik filozofların çoğundan farklı olarak Kant, Fichte ve özellikle Hegel, belli ölçülerdeiktisatlada (Fichte Fizyokratlarla, Kant ile Hegel de İngiliz iktisadıyla) uğra§tılar; ve Kant ile genç Hegel'in, kendilerini Adam Smith'in inanmı§ları olarak gördüklerine inanmak için nedenler vardır. 14 Alman felsefesinin bu burjuva yanı, bir açıdan Kant'ta daha belirgindi. Kant, bütün ya§amı boyunca solliberal biri olarak kaldı ve son yazılarında (1795) sava§ı reddedecek bir dünya cumhuriyetler federasyonu aracı lığıyla evrensel barı§ın kurulması için soylu bir çağrıda bulundu. Fakat Kant, bir ba§ka açıdan Hegel'den daha çapra§ık ve karanlıktı. Çünkü • Schiller'in -Walleııstein üçlemesi dışında- tarihsel tarihçi olmasından kuşkuya düşürecek kadar hata vardır.
draınalarında, insanı
Schiller'in bir
272
DEVRiM ÇAGI
Prusya'nın ücra bir kenti olan Koenigsberg' de sade ve gösteri§siz papsiyonuyla sınırlı kalmı§ olan Kant'ın dü§üncesinde, İngiliz ve Fransız dü§üncesinde özel bir yer tutan toplumsal içerik, yüce de olsa, zorlu soyutlamalara, özellikle 'irade'ye ili§ kin ahlaki soyutlamalara indirgenmektedir. • Bütün okurlarının çektikleri sıkıntıdan bildikleri gibi, Hegel'in dü§üncesi de oldukça soyuttur. Ne var ki bu dü§ünce, en azından ba§langıçta, Hegel'in bu soyutlamalada toplumla (burjuva toplumuyla) uzla§maya çalı§tığını gösterecek kadar da açıktır. Aslında insanlığın temel ögesi olarak emek çözümlemesinde (1805-6 tarihli konu§malarında dediği gibi, "insan akıl sahibi bir varlık olduğundan araç yapar ve bu onun iradesi'nin ilk dı§a vurumudur") 15 Hegel, soyut bir biçimde klasik liberal iktisatçılada aynı araçları kullandı ve raslantısal olarak, Marx'ın yararlanacağı temellerden birini ortaya koydu. Buna kar§ ın, ba§ından itibaren Alman felsefesi (Kant'tan çok Hegel' de) bazı önemli bakımlardan klasik liberalizmden farklılık gösterdi. Birincisi; klasik geleneğin materyalizmini ve ampirizmini reddetmek bakımından, bilinçli olarak idealistti. İkincisi; Kant'ın felsefesinin temel birimi bireyken, Hegel'in ba§langıç noktasını, (geçerken belirtelim, tarihsel geli§menin etkisi altında bireylere parçalanmakta olduğunu gördüğü) 'kollektif olan'dır, yani (bireysel vicdan biçiminde bile olsa) topluluk. Ve gerçekte Hegel'in ünlü diyalektiği, (her alanda) çeli§kilerin sonu gelmeyen açımlamalarıyla ilerleme kuramı, ilk hareketini pekala birey ile topluluk arasındaki çeli§kiye ili§kin bu derin bilinçten alml§ olabilir. Ayrıca Kant ile Hegel'in ba§ından itibaren yürekten inandıkları burjuva liberal ilerleme alanının sınırlannda kalmaları, belki de tam anlamıyla ona katılamamaları, Alman dü§ünürlerinin burjuva liberal ilerlemenin sınır ve çeli§kilerinin çok daha fazla farkına varmalarını sağladı. İlerlemenin kaçınılmaz olduğuna ku§ku bulunmamakla birlikte, büyük kazançlar kadar büyük kayıplara da yol açmaml§ mıydı? Onun da yerine ba§kasım koyınak gerekmiyor muydu? O nedenle, her ne kadar Rousseau'dan farklı olarak bu filozoflar çeli§kilerini tek, her §eyi kapsayan, zihinsel bakımdan tutarlı sistemler içersine dahil etme yönünde muazzam bir çaba göstermi§ olsalar da, klasik, ama özellikle Hegelci felsefenin Rousseau'nun ikilem yüklü dünya görü§üyle garip biçimde ko§utluk ta§ıdığım görüyoruz. (Rousseau'nun, öğleden sonraları düzenli olarak, aksatmadan yaptığı yürüyü§lere sadece iki kez; biri Basrille alındığında, bir kez de -birkaç gün sonra- Emile'i [Rousseau'nun • Örneğin Lukacs, bireyin bencil antagonizminden ortaya toplumsal bakımdan yararlı sonuç· lar çıkartan Srnithçi son derece somut 'gizli el' paradoksunun, Kant'ta tamamen soyut bir 'toplum dı§ı toplumsallık' soyutlaması halini aldığını göstermektedir. Der ]unge Hegel, s. 409.
iDEOLOJi: lAiKLiK
yazdığı kitaplardan biri]
273
okumak için ara verdiği söylenen Kant üzerinde
yoğun bir etkisi olmu§tu). Uygulamada hayal kırıklığına uğrayan felsefi eğilimli devrimciler, gerçeklikle 'uzla§ma' sorunuyla yüzyüze geldiler ve
Hegel örneğinde bu uzla§ma, tereddüt içinde geçen yıllardan sonra -Napoleon'un dü§mesine kadar Prusya hakkında bocalamt§ ve Goethe gibi kurtulu§ sava§lanyla hiç ilgilenmemi§ti- Prusya devletinin ülküle§tirilmesi biçimini aldı. Kuramsal olaraksa, tadhsel olarak ortadan kalkmaya mahkum edilmi§ bir toplumun geçiciliği, felsefelerine yerle§ti. Mutlak gerçek yoktu. Çeli§kinin diyalektiğiyle ilerleyen ve diyalektik bir yöntemle kavranan tarihsel sürecin ilerlemesinden ba§ka bir §ey yoktu; ya da en azından, tıpkı 1830'dan sonra ya§lı meslekta§larının yürümeyi bıraktığı veya (Goethe gibi) her zaman bu yoldan uzak durduğu devrim yoluna bir kez daha girmeye hazır olmalan gibi, klasik Alman felsefesinin mantı ğını, büyük hocalannın ötesine geçmek isterneyeceği noktanın ötesinde izlemeye can atan 1830'ların 'Genç Hegelcileri'nin vardığı sonuç buydu. Fakat 1830-48 arasında devrim meselesi artık orta sınıfın liberal iktidannın fethi gibi basit bir mesele olmaktan çıkmaktaydı ve klasik Alman felsefesinin parçalanmasından doğan entelektüel devrimci, bir] iranden ya da Felsefi eğili~lere sahip bir Radikal değil, Karl Marx idi. Dolayısıyla çifte devrim dönemi, orta sınıfın liberal ve küçük burjuva radikal ideolojilerinin zaferine ve en ayrıntılı formülasyonlanna ve bu ideolojilerin bizzat kendilerinin yaratmaya koyulduklan ya da en azından kucak açtıklan devlet ve toplumların etkisi altında parçalanmaianna tanık oldu. 1830 . Waterloo döneminin sessizliğinden sonra Batı Avrupa'nın büyük devrimci hareketinin canlanmasına olduğu kadar, bu ideolojilerin bunalımiarına da damgasını vurmaktadır. Eksilmi§ ve azalml§ bir biçim altında olsa da varlıklarını sürdüreceklerdi; ama sonraki dönemin klasik liberal iktisatçısı, Smith ya da Ricardo cesametinde biri olmayacaktı (1840'1ardan sonra İngiliz liberal iktisatçı-felsefecisini temsil etmeye ba§layan]. S. Mill'se hiç olmayacaktı); klasik Alman filozofu, Kant ya da Hegel'in etkinlik alanına ve gücüne sahip olamayacaktı. 1830'da, 1848'de ve sonrasında Fransa'nın Jakobenleri ve Jirondenleri, 1789-94'teki atalannın yanında cüce kalırlardı. Ondokuzuncu yüzyıl ortasının Mazzinicilerine gelince, bunların onsekizinci yüzyılın Jean Jacques Rousseauculanyla kar§ıla§tınlmaları bile olanaksızdır. Ama büyük devrim -Rönesanstan sonraki dü§ünsel geli§menin ana akımı- ölmedi, kar§ıtına dönü§mekteydi. Çapıyla ve yakla§ırnıyla Marx, klasik iktisatçı ların ve filozofların mirasçısıydı. Ama peygamberi ve mimarı olmak istediği toplum, onlarınkinden son derece farklıydı.
14 Sanatlar
Her zaman moda olan bir zevk vardır: Posta arabası kullanma - Hamlee oynama felsefi kon~malar yapmazevki-olağanüstü ~ey lerden- basit olandan- parlak olandankaranlık olandan - yumu~ak olandan - çetin olandan - haydutlardan - hayaletlerden ~eytandan - Fransız dansçı/ardan ve Alman trajedileıinden alınan zevk - Kasımda kıra çıkmanın ve kı~ları yaza kadar Londra 'da kalmanın- ayakkabı yapmanın- pitoresk gezilere çıkmanın zevki - sadece zevkten zevk alma ya da zevk üZerine yazmanın zevki. T. L. Peacock'un Melicourt (1816) adlı eserindeki Soylu bayan Pinmoney'nin sözleri Ülkenin zenginliğiyle oran/andığında İngiltere'de kayda değer bina sayısı ne kadar az ... müzelere, resimlere, güzel ~eylere, özel merak/ara, sarayla ra, tiyatro/ara ya da ba~ka üretken olmayan ~eylere yatırılan sermaye miktarı ne kadar küçüktür! Bunlar, bir ülkenin büyüklüğünün ba~lıca temelidir ve yabancı gezginlerle bazı dergi yazarları tarafından ekseıiyetle bizim geıiliğimizin kanıtı olarak sunulmaktadır. S. Laing, Notes of a Traveller on the Social and Political State of France, Prussia, Switzerland and other parts of Europe, 1842. 1
I Çifte devrimin bu döneminde sanatların geli§mesini ara§tıran birinin gözüne çarpacak ilk §ey, olağanüstü bir canlılık olacaktır. Ba§ka bir grup altında · her biri birer dev olan bir alay insanı bir yana koyarsak; Beethoven ve Schubert'i, olgun ve ya§lı Goethe'yi, genç Dickens'ı, Dostoyevski'yi, Verdi ve Wagner'i, Mozart'ın son demlerini, Goya'nın neredeyse bütün ya§amını, Pu§kin ve Balzac'ı kapsayan bu yarım yüzyılı, dünya taril;tinin bu uzunluktaki ba§ka herhangi bir dönemiyle kar§ıla§tırmak mümkün müdür? Bu olağan üstü listenin büyük bölümü, pratikte bütün Avrupa ülkelerindekiokuryazar halka seslenen sanatların canlanıp yayılmalarının ürünüdür.* Uzun uzun isim listeleri vererek okuru yormaktansa, dönemimiz içersinden kesitler alarak bu kültürel canlanmanın geni§lik ve· derinliğini örneklemek daha iyi olacaktır. Örneğin 1798-1801 yılları arasında sanatta yeniliğe dü§kün bir yurtta§, İngiltere'de Wordsworth'un Lyrical Ballads'ını ve Coleridge'i; Almanya'da Goethe, Schiller, Jean Paul ve • Avrupalı olmayan uygarlıklardaki okuryazar kitlesi, burada çifte devrimden etkilendikleri oranda göz önünde bulundurulacaktır. Ancak bu dönemde böyle bir etki altında kalını§ ülke yok denecek kadar azdır.
SANATlAR
275
Novalis'in birçok eserini keyifle okuyabilir, Haycin'ın Yaradıll§'ını ve Mevsimler'ini, Beethoven'ın Birinci Senfonisi'ni yaylı çalgılar için birinci dörtlüsünü dinleyebilirciL O yıllarda J-L David Madame Recamier'in Portresi'ni, Goya Kral N. Charles'ın Aile Portresi'ni tamamlaml§tı. 182426-'da İngilizce'de Walter Scott'un yazdığı çok sayıda yeni romanı, İtalyanca'da Leopardi'nin §iirlerini ve Manzoni'nin Promessi Sposi'sini, Fransızca'da Victor Hugo'nun ve Alfred de Vigny'nin §iirlerini ve durumu uygunsa Rusça'da Pu§kin'in Eugene Onegin'inin ilk bölümlerini ve yeni basılmı§ İskandinav sagalarını okumak mümkündü. Delacroix'in The Massacre at Chios adlı resmiyle Constable'ın The Hay Wain'i kadar, Beethoven'n Choral Symphony'si, Schubert'in Ölüm ve Genç Kız'ı, Chopin'in ilk eseri, Weber'in Oberon'u bu yılların tarihini ta§ır. On yıl sonra (1834-6) yazında Gogol'ün Müfetti.ş'iyle Pu§kin'in Maça Kızı, Fransa'da Balzac'ın Goriot Baba'sı ile Musset'ın, Hugo'nun, Theophile Gautier'in, Vigny'nin, Lamartine'nin ve Ya§lı Alexander Dumas'nın eserleri, Almanya'da Buechner, Grabbe ve Heine'nın, Avusturya'da Grillparzer ile Nestroy'un, Danimarka'da Hans Andersen'in eserleri, Polanya'da Mickiewicz'in Pan Tadeusz'u, Finlandiya'da milli §iirleri Kalevala'nın asıl baskısı, İngiltere'de Browning ile Wordsworth'un §İirleri çıktı. Müzikte; İtalya'da Bellini ile Donize tti, Polanya'da Chopin, Rusya' da Glinka operalar yazdı; İngiltere' de · Constable, Almanya'da Caspar David Friedrich resim yaptı. Bu üç yılın öncesindeki ve sonrasındaki bir iki yıl, bizi Dickens'ın Pickwick Papers'ına, Cadyle'nin Frenc/ı Revolution'ına, Goethe'nin Faust'unun IL Bölümüne, Almanya'da Platen'in, Eichendorff'un ve Moerike'nin §iirlerine, Flemenk ve Macar yazınına yapılan önemli katkılara, bunların yanında ba§lıca Fransız, Polonyalı ve Rus yazarların ba§ka yayınlarına; müzikte Schumann'ın Davidsbuendlertaenze'siyle Berlioz'un Requiem'ine götürür. Bu geli§igüzel örneklerden iki §ey çıkmaktadır. Birincisi, sanatsal ba§arılar, uluslar arasında olağandı§ı bir biçimde yayılmaktadır. Bu, yeni bir §eydi. Ondokuzuncu yüzyılın ilk yarısında Rus yazını ve müziği, çok daha gösteri§siz bir biçimde olsa da tıpkı Fenimore Cooper (1 787-185 1), Edgar AllanPoe (1809-49) veHermanMelville (1819-91) ile ABD'ninyazında yaptığı gibi, ansızın dünya çapında bir güç haline geldi. Aynı §eyi en azından halk §arkılarının, peri masallarının ve §iirlerin yayımlanması biçiminde Polonyalılar ve Macarlar yazında ve müzikte, Kuzeyliler ve Balkanlar da yazın alanında yaptılar. Bunun yanında, yeni basılmı§ bu yazılı kültür ürünlerinin çoğunda ba§arı kesin ve benzersizdi: Örneğin Pu§kin (1799-1837), klasik Rus §airi, Mickiewicz (1798-1855) en büyük Polonyalı, Petoefi (1823-49) Macaristan'ın ulusal §airi olarak kalml§lardır.
276 DEVRiM ÇAGI Açıkça
görülen ikinci gerçek, belli sanatların ve tarzların kaydettiği ayrıksı geli§medir. Yazın ve yazın içinde de roman, bu bakımdan birer örnektir. Muhtemelen hiçbir yarım yüzyılda bunca ölümsüz romancı bir araya gelmi§ değildir: Fransa'da Stendhal ve Balzac, İngiltere'de Jane Austen, Dickens, Thackeray ve Bronteler; Rusya'da Gogol, genç Dostoyevski ve Turgenyev (Tolstoy'un ilk yazıları ı850'lerde çıkml§tı). Müzikteki dururnsa belki de çok daha göz alıcıdır. Bugün bile standart konser repertuvarı hala büyük oranda bu dönemde eser vermi§ (daha önceki döneme ait olsalar da Mozart ve Haydn; Beethoven, Schubert, Chopin ve Liszt gibi) bestecilerin eserlerine dayanmaktadır. Enstrümantal müziğin 'klasik' dönemi, esas olarak Almanya ile Avusturya'nın bir ba§arısıdır; ama Opera, İtalya'da Rossini, Donizetti, Bellini ve genç Verdi ile, Almanya'da (Mozart'ın son iki operasını saymazsak) Weber ve genç Wagrıer ile, Rusya'da Glikan ile ve Fransa'da daha az tanınml§ çok sayıdasima ile diğer her müzik türünden çok daha geni§ bir alana yayılml§, çok da ba§arılı olm u§ tur. Öte taraftan görsel sanatların listesi, kısmen resim dı§ın· da, bu kadar parlak değildir. Kabul etmek gerekir ki Francisco Goya y Lucientes (ı 746-ı828), İspanya'nın ara sıra çıkardığı büyük sanatçılar dan ve bütün zamanların bir avuç üstün ressamından biriydi. İngiliz resminin Q. M. W Turner [ı 775-ı85ı], John Constable] ı 776-ı837] ile) onsekizinci yüzyılla kar§ıla§tırıldığında ba§arının ve özgünlüğün doruğuna çıktığı söylenebilir; öncesiyle ve' sonrasıyla kar§ıla§tırıldığında uluslararası etkisi kesinlikle daha büyük olmu§tur. Aynı zamanda Q-L David [ı 748-ı825], J-L Gericault [ı 79ı-ı824], J-D Ingres [ı 780-ı867], FE Delacroix [ı 790-ı863], Honore Daumier [ı808-79] ve genç Gustave Courbet [ı819-77] ile) Fransız resminin de seçkin tarihi içinde hiçbir zaman olmadığı kadar sivrildiği söylenebilir. Öte yandan İtalyan resmi de yüzlerce yıllık §Öhretinin neredeyse sonuna gelmi§ti; Alman resmi, , Alman yazın veya müziğinin ya da kendi onaltıncı yüzyıldaki benzersiz zaferinin yanına bile yakla§amadı. Heykelcilik, onsekizinci yüzyılla kar§ ı· la§tırıldığında bütün ülkelerde oldukça geri planda kaldı. Almanya ve Rusya'daki bazı göz alıcı ba§arılarına rağmen, aynı durum mimari için de geçerliydi. Gerçekte dönemin en büyük mimari ba§arısı, hiç kU§ku yok ki mühendislerin yapıtlarıydı. Herhangi bir dönemde sanatların çiçek açması ya da solmasını neyin belirlediği hala karanlık bir konudur. Ne var ki, ı 789 ile ı848 arasında bunun yanıtının öncelikle çifte devrimin etkisi içinde aranması gerektiği ne ku§ku yoktur. Bu çağda sanatçıyla toplum arasındaki ili§kileri yanıltıcı da olsa tek bir cümleyle özetleyecek olursak, Fransız Devrimi'nirı sunduğu
SANATlAR
a
277
örnekle, Endüstri Devrimi'nin yarattığı korkuyla sanarçıyı esinlediğini ve her ikisinin ürünü olan burjuva toplumunun, sanatçının yaratımının tam da varolu§ ko§ullarını ve biçemini dönü§türdüğünü söyleyebiliriz. Bu dönemde sanatçıların doğrudan toplumu ilgilendiren olaylardan esinlendiklerine ve bu olaylara karı§tıklarına ku§ku yoktur. Mozart, son derece siyasal bir niteliğe sahip Farmasonluk için propaganda amaçlı bir opera (1790'daki Sihirli Flüt) yazdı; Beethoven Eroica'yı Fransız Devrimi'nin mirasçısı olarak Napoleon'a adadı; Goethe de en azından bir devlet adamı ve memur idi. Dickens, toplumsal istismarları ele§tiren romanlar yazdı; Dostoyevski, devrimci faaliyetlerinden dolayı 1849'da ölüm cezası na çarptırıldı. Wagner ve Goya, siyasi nedenlerle sürgüne gönderildiler; Pu§kin, Desembristlerle olan ili§kilerinden dolayı cezalandırıldı ve Balzac'ın 'İnsanlık Komedisi', sanatçının toplumsal konulara olan duyarlılığının bir anıtı niteliğindeysli. Yaratıcı sanatçıyı, 'bağlantısız' olarak tanımlamak kadar yanlı§ bir §ey yoktur. Rokoko saraylarının soylu dekoratörlerinin, kadınların evlerini süsleyenlerin, ziyarete gelen İngiliz milordlarına koleksiyon parçaları bulanların, sanatları solmu§ kimseler oldukları kes indi: Kaçımız, Fragonard'ın Devrimden sonra on yedi yıl daha ya§adığını amın sar? Hatta görünü§te sanatların en az politik olanı müziğin bile güçlü siyasal çağrı§ımları vardı. Bu, belki de operaların siyasal manifestolar biçiminde yazıldığı ya da öyle görüldüğü ve devrimin tetiğini çektikleri tarihteki tek dönem olmu§tur.* Toplumsal konularla sanat arasındaki bağlantı, ulusal bilirıcin ve ulusal kurtul u§ ya da ulusal birle§me hareketlerinin ortaya çıktığı ülkelerde özellikle güçlüdür (7. Bölümle kar§ıla§tırın). Almanya, Rusya, Polanya, Macaristan, İskandinav ülkeleri ve ba§ka yerlerde ulusal yazılı kültürün doğma sının ya da canlanmasının, yerel dilin ve yerli halkın, çoğunlukla yabancı dil kullanan kozmopolit aristokrat bir kültüre kar§ı kültürel üstünlük iddiasıyla çakı§ması kesinlikle bir raslantı olmadığı gibi, aslında bu üstünlüğün bir dl§avurumu olarak görülmesi gerekir. Bu tür milliyetçiliğin en açık kültürel ifadesini yazında ve müzikte bulmu§ olması son derece doğaldır; çünkü her ikisi de sıradan halkın güçlü yaratıcı mirasına, diline ve halk §arkılarına dayandırılabilir. Geleneksel olarak yerle§ik hakim sınıf lardan, saraylardan ve hükümetlerden gelen ki§ilerin olu§turduğu kurul• Sihirli Flüt'ün yanı sıra, İtalyan milliyetçiliğinin ifadesi olarak görülüp alk!§lamnl§ Verdi'nin ilk operalarını, 1830 Belçika devrimini ate§leıni§ Auber'in La Mııett de Portici'sini, Glinka'nın A Life for the Tsar'ını ve Macaristan'ın Hunyady Laszl6'su (1844) gibi, hala ilk dönem ıniltiyetçiliğiyle olan bağlantılan nedeniyle yerel repertuvarlarda yerlerini koruyan çe§itli 'ulusal operalar'ı anabiliriz.
278
DEVRiM ÇAGI
lara bağımlı olan mimari, heykelcilik ve daha az ölçüde de resim gibi sanatların bu ulusal canlanınayı daha az yansıtması da aynı biçimde anla§ılır bir §eydir. * İtalyan operası hiç olmadığı kadar, bir saray sanatı olmaktan çok bir halk sanatı haline geldi; İtalyan resmi ve mimarisi ise öldü. Elbette bu yeni ulusal kültürlerin, az bir okuryazar kitlesiyle ve orta ya da üst sınıflada sınırlı kaldığını unutmamak gerekir. Okuryazar olmayanlar ve yoksullar, belki İtalyan operasıyla grafik sanatların taklit biçimlerine ve hiçbiri bu dönemin büyük sanatsal ba§arıları arasında yer almayan birkaç kısa §iir ya da §arkıya ula§abilmi§lerdi ve ulusal ya da siyasal hareketler onları kolektif simgeler haline getirinceye kadar, Avrupa'da ya§ayanlann büyük bölümü, bu sanatsal ba§atılardan neredeyse habersiz kaldılar. Yazın esas olarak, romanlar ve uzun aniatısal §iirler için bir piyasa olu§ turan yükselenyeni orta sınıflada bilhassa i§siz kadınlar arasında geni§ bir dola§ım olanağı bulmu§ olsa gerekti. Ba§anlı yazarlar arasında görece rahat bir ya§ama sahip olanlar pek azdı: Byron, Childe Harold'un ilk üç kıtası için 2.600 sterlin aldı. Toplumsal alanı çok daha sınırlı olmakla birlikte tiyatro yine de binlerce insana seslenmekteydi. İngiltere ve Fransa gibi burjuva ülkeleriyle, büyük halk kon;erlerinin epey bir zamandır yapıldığı Amerika gibi kültüre aç ülkeler di§ ında enstrümantal müzik bu kadar ba§anlı olamadı (O yüzden kıtadaki pek çok besteci ve müzisyen, ne kadar seçici olmasa da gözlerini İngiliz pazanna çevirmi§ti.) Diğer yerlerde, saraylarda gerçekle§tirilen, sınırlı yerel korumalada sürdürülen konserler ya da özel ve amatör icralar hala yaygın olarak yapılmaktaydı. Ku§kusuz resim bireysel alıcılara yönelmi§ti ve s~rgi ler artık giderek yerle§ ik bir uygulama haline geldiyse de, satı§a veya özel alıcılara sunulduklan ilk serginin hemen ardından gözden kayboluyorlardı. Bu dönemde halk için kurulmu§ ya da açılml§ müzelerde ve sanat galerilerinde (örneğin 1862'de kurulan İngiliz Ulusal Galerisi'nde 've Louvre' da) günün değil, daha çok geçmi§in sanatı sergilenmekteydi. Öte yandan ucuz olduklanndan ve gazetelere de girmeye ba§ladıklanndan kli§ecilik, baskı ve litografiye her yerde raslamak olanaklıydı. Tabii mimari de (sayılı miktarlarda yapılan spekülatif amaçlı özel konutlar dı§ında) esas olarak bireysel ya da kamusal komisyonlara bağlı olarak varlığım sürd ürmekteydi. • Avrupa'nın büyük bölümünde yeterince okuryazar ve siyasal bakımdan bilinçli bir nüfusun litografi gibi yeni ortaya çıkan ucuz reprodüksiyon sanatından yararlanma olanaklannı sınırladı. Fakat bu ve benzeri alanlarda -Goya'nın Disasters ofWar ve Capriclws'u, William Blake'in dü§ ürünü resimleri ve Daumier'in litografıleri ve gazete karikatürleri gibibüyük ve devrimci sanatçılarm kaydettiği dikkate değer ba§arılar, bu propaganda tekniklerinin çekiciliklerinin ne denli güçlü olduğunu göstermektedir. bulunmaması,
SIWATL'IR
279
II Fakat toplumda küçük bir azınlığın yaptığı sanat bile, hala bütün insanlığı yerinde~ oynatacak depremler yaratabilir. Ele aldığımız dönemin yazın ve sanatında da durum buydu ve 'Romantizm'i ortaya çıkardı. Bir biçem, okul, sanatta bir çağ olmak bakımından hiçbir §eyi biçimsel çözümlerneye göre tanımlamak, hatta betimlemek bu kadar zor değildir; hatta 'romantizm' in, devrimin bayrağını kendisine kar§ı açtığını ileri sürdüğü 'klasizm'i bile. Bu konuda romantiklerden de yardım ummak bo§unadır; çünkü kendilerine ili§ kin tanımlamalan sağlam ve kararlı olmakla birlikte, çoğu zaman ussal içerikten yoksundu. Victor Hugo'ya göre romantizm, "doğa nın yaptığını yapmaya, gölgeyle ı§ığı, grotesk olanla yüce olanı, ba§ka bir deyi§le ruhla bedeni, hayvanİ olanla tinsel olanı birbirine karı§tırmadan doğanın yaratımlarıyla kayna§maya çalı§maktır." 2 Charles Nodier içinse, "bayağı duygulardan yorgun dü§ffiܧ insan kalbinin bu son sığınağı, romantik tarz denen §eydir: Toplumun ahlaki durumuna, ne pahasına olursa olsun duygulanmak isteyen tıka basa doymu§ ku§ akların gereksinimlerine çok uygun dü§engarip bir §iirdir."3 Novalis, romantizmin "sonluya sonsuz bir bakı§la, geleneksel olana daha yüksek bir anlam" verdiğini dü§ünüyordu.4 Hegel ise "Romantik sanatın özü[nün], sanat nesnesinin, tam da onun özünde varolan, kendini dı§ değil iç göze sunan özgür, somut ve tinsel ülküsünde" yattığını ileri sürmü§tü. 5 Bekleneceği gibi, bu açıklama lardan hiçbir netliğe ula§mak mümkün değildir; çünkü romantikler donuk, titrek ya da dağınık ı§ıkları, parlak olanlarına yeğlemi§lerdir. Ne var ki romantizm, tarihlerini belirlemeye çalı§tıkça kökenierinin ve sonucunun dağılıp gittiğini; tanımlamaya kalktığındaysa ölçütünün biçimden yoksun geneliikiere dönü§tüğünü gören sınıflamaemın elinden kayıp gitse de, kimse romantizmin ya da bizim onu tanıma yeteneğimizin varlığından ciddi biçimde ku§ku duymamaktadır. Dar anlamıyla romantizm, 1800'ler civarında (Fransız Devrimi'nin on yılının sonunda) İngil tere, Fransa ve Almanya'da, Waterloo'dan sonra Kuzey Amerika ile Avrupa'nın daha geni§ bölgelerinde öz bilinçli ve militan bir eğilim olarak ortaya çıktı. Jean-Jacques Rousseau'nun 'romantizm öncesi' adını verdiği bir biçim altmda ve genç Alman §airlerinin 'çalkantılı ve sıkıntılı' [storm and stress] edebiyatı olarak Devrimlerden önce de (yine esas olarak Fransa ve Almanya' da) vardı. Avrupa, Romantizmin en büyük modasına olasılık la 1830-48 döneminde tanıklık etti. Geni§ anhimıyla romantizm, Fransız Devrimi'nden itibaren Avrupa'nın yaratıcı sanatlarmdan çoğuna egemen olmu§tur. Bu anlamda sözgelimi (hepsi de ele aldığımız dönemde ya§amı§)
280
DEVRiM ÇAGI
Haydn ya da Mozart, Fragonard ya da Reynolds, Mathias Claudius ya da Choderlos de Laclos gibi sanatçılarda varolmayıp da, (her ne kadar tümüyle 'romantik' olarak adlandırılamayacak ya da onlar kendilerini böyle tanırn lamayacak olsalar da) Beethoven gibi bir bestecide, Goya gibi bir ressamda, Goethe gibi bir §airde, Balzac gibi bir romaneıda varolan 'romantik' ögeler, bu ikincilerin büyüklüklerinin ya§amsal parçalarını olu§turmu§tur. • Yine geni§ anlamda romantizme özgü sanata ve romantik sanatçılara bu yakla§ım tarzı, ondokuzuncu yüzyıl orta sınıf toplumunun beylik yakla§ırnı haline geldi ve hala da etkisini büyük oranda muhafaza etmektedir. Romantizmin ne anlama geldiği hemen hiç açık olmamakla birlikte, neye kar§ ı olduğu son derece bellidir: Ortalamaya. İçeriği ne olursa olsun a§ırılık yanlısı bir düsturdu. Romantik sanatçılar ya da dü§ünürler, dar anlamda §air Shelley gibi a§ın solda; Chateaıibriand ve Novalis gibi a§ırı sağda yer alan; Wordsworth, Coleridge ve Fransız Devrimi'nden umduğunu bulamamı§ çok sayıdaki Devrim taraftan gibi soldan sağa, Victor Hugo gibi kralcılıktan a§ın sola savrulan ki§ilerdi; ama aslında 'klasizm'in kalesi olan ussalcı merkezde yer alan ılımlılar ya da whig-liberal olan ki§iler arasında da temsilcileri vardı. "Whiglere saygı duymam" diyordu ya§lı Tory Wordsworth, "ama Chartistlere büyük saygım vardır." 6 Bunun burjuva kar§ıtı bir düstur olduğunu söylemek fazla ileri gitmek olur; çünkü yeni sınıflardaki patlamak üzere olan devrimci ve fetihçi ögeler, romantikleri de büyülemi§ti. Napoleon; Şeytan, Shakespeare, Avare Yahudi ve ya§amın olağan sınırlarını a§an diğer mütecavizler gibi, söylence kahramanlarından biri haline geldi. Kapitalist birikimdeki §eytani öge; ussallığın ya da hedefin hesaplılığını, gereksinimi ya da a§ın lüksü a§an sınırsız ve kesintisiz bir daha fazla arayı§ı, yakalarını bırakmıyordu. Faustus ve Don }uan gibi en karakteristik kahramanlanndan bazıları, bu yatl§tırılması olanaksız açgözlülüğü, Balzac'ın romanlarmdaki i§ dünyasının korsanlanyla payla§ınaktadı. Ancak romantik ögenin, burjuva devrimi sırasında bile yeri ikincil kaldı. Fransız Devrimi'nin aksesuarlanndan bazılarını Rousseau sağladı; ama Rousseau'nun dü§ünceleri, devrimin burjuva liberalizmini a§tığı Robespierre döneminde ancak baskın hale geldi. Öyle de olsa, devrimin asıl giysisi Romalı, ussalcı ve neo-klasikti. David onun ressamı, Akıl ise Yüce Varlık'ıydı. O nedenle romantizm, basitçeburjuva kar§ıtı bir hareket olarak görülemez. Gerçekte Fransız Devrimi'nden önceki on yıllan kapsayan roman• 'Romantizm', çoğunlukla sınırlı sayıda bir sanatçı grubunun sloganı ya da manifestosu ki§ilerle sınırlı tutarsak ya da onlarla uyu§mayanlan dı§arda bırakırsak ona tarih dı§ı, dar bir anlam vermi§ oluruz.
olduğundan, eğer roinantizmi tamamen bu
SANATlAR
281
tizm-öncesi dönemde romantizme özgü sloganlardan bazıları, yumu§aklık §öyle dursun, metanetini yitirmi§, çürümü§ bir toplumun tam tersi, gerçek ve basit d uygulara ve doğaya duyduğu kendiliğinden güvenin sarayın ve kilisenin yapaylığını silip atmaya yazgılı olduğuna inanılan orta sınıfın övgüsü için kullanıldı. Ancak burjuva toplumu Fransa'da ve Endüstri Devrimlerinde zafere ula§tığında, romantizm de (ki bu rahatlıkla söylenebilir) onun içgüdüsel dü§manı haline geldi. Romantizmin, burjuva toplumuna kar§ı beslediği tutkulu, karma§ık ama derin tiksintinin, büyük ölçüde ona §Ok birliklerini veren iki grubun (toplumsal bakımdan yerlerinden edilmi§ gençlerle profesyonel sanatçı ların) yerle§ik çıkarlarından kaynaklandığına ku§ku yoktur. İster ya§ıyor ister ölmü§ olsun, genç sanatçılar için romantik dönem gibi bir dönem asla olmamı§tı. Lyrical Ballads (1798), yirmilerini süren iki insanın eseriydi; Byron, bir gecede, Shelley'in tanmdığı, Keats'inse son demlerini ya§adığı bir ya§ta, yirmi dördünde üne kavu§tu. Hugo'nun §iir ya§amı yirmisinde, Musset'inkiyse yirmi üçünde ba§ladı. Schubert, Erlkoenig'i yazdığında onsekizindeydi, otuz birinde de öldü; Delacroix, Massacre ofChios'i yirmi be§inde resmetti; Petoefi ise Poems'i yirmi birinde kaleme aldı. Romantikler arasında otuzuna gelip de ün kazanmamı§ ya da bir eser ortaya koymamı§ kimse yok gibiydi. Gençlik, -özellikle de aydın ya da öğrenci gençlik- onun doğal ortamıydı; Paris'in Quartier Latin'i, ortaçağdan bu yana ilk kez bu dönemde sadece Sorbonne'un bulunduğu yer olarak anıl madı, kültürel (ve siyasal) bir kavram haline geldi. Kuramsal olarak yeteneğe sonuna kadar kapılarını açmı§ bir dünyayla, uygulamada ruhsuz bürokratların ve göbekli filistenlerin tekelindeki kozmik adaletsizliğin hüküm sürdüğü dünya arasındaki kar§ıtlık ayyuka çıktı. Evlilik, saygın bir meslek ya§amı, filistenlik içinde eriyip gitmek; bütün bunlar birer hapishane gölgesi gibi çevrelerini sarmaktaydı ve E. T. A. Hoffmann'ın Goldener Topfunda kayıt memuru Heerbrand'ın ("kurnazca ve gizemli bir edayla gülerek") §air öğrenci Anselmus'u Saray Danı§manı olmak gibi korkunç bir geleceğin beklediğini söylemesi gibi, ya§lılılan kılığında kar§ılanna çıkan puhu ku§u, kaçınılmaz sonlarını haber veriyordu (tek farkla ki onunki çoğunlukla doğruydu). Byron, kendini 'saygıdeğer' bir ya§lılıktan ancak erken ya§ta bir ölümün kurtarabileceğini görecek kadar uzak görü§lüydü; A. W. Schlegel de onun ne adar haklı olduğunu kanıt ladı. Elbette gençlerin ya§lılara kar§ı bu isyanında evrensel olan hiçbir §ey yoktur. Çifte devrimin yarattığı bu toplumun bir yansımasıydı. Ne var ki romantizme büyük ölçüde rengini veren, bu yabancıla§manm özgül tarihsel biçimiydi.
282
DEVRiM ÇAGI
Kendini 'deha'ya dönü§türürerek (ki romantik çağın en tanımlayıcı biriydi) topluma tepkisini ortaya koyan sanatçının yabancı la§masında da aynı durum, hatta daha büyük ölçüde geçerliydi. Sanatçı pm toplumsal i§levinin belli olduğu, halkla doğrudan ili§kisinin bulunduğu, neyi nasıl diyeceği sorusunun yanıtını geleneğin, ahlakın, aklın ya da kabul görmü§ ba§ka ölçüderin verdiği yerde bir sanatçı dahi olabilir, ama dahi gibi davranması zordur. Ondokuzuncu yüzyılda geçerli olacak kalıbı önceden sezinleyen bir avuç sanatçı-bir Michelangelo, Caravaggio ya da Salvator Rosa-, John Sebastian Bach'lar, Handel'ler, Haycin'lar ve Mozart'lar, Fragonard'lar ve Gainsborough'lar gibi devrim öncesi çağın profesyonel zanaatkarlarının ve eğlendiricilerinin ölçütlerine sahip insan ordusu içinde sivrilmektedirler. Eski toplumsal durumu andıran bir §eylerin çifte devrimden sonra da varlığını sürdürdüğü yerlerde sanatçı, son derece mağrur da olsa, bir dahi olarak devam edemezdi. Mimarlar, mühendisler aldıkları sipari§lerle, biçimleri kolayca anla§ılan, kullanım amacı belli yapılar üretmeyi sürdürdüler. 1790-1848 arasındaki dönemin büyük çoğunluğu bu özelliği ta§ıyan, hepsi de son derece ünlü binalarında; Madeleine, British Museum, Leningrad'daki Aziz Isaac Katedrali, Nash'ın Londra' daki, Schinkel'in Berlin'deki katedralleri, ya da bu teknik güzellik çağının muhte§em köprüleri, kanalları, demiryolları, fabrikaları ve seraları gibi i§levsel yapılarında görüldüğü gibi neo-klasikti. Ne var ki, biçemleri bir yana konursa, bu çağın mimarları ve mühendisleri, birer dahi olarak değil, meslek sahibi [profesyonel] kimseler olarak hareket ettiler. Yine İtalya'da opera ya da (toplumsallığı daha fazla olan) İngiltere'de roman gibi gerçekten popüler sanat biçimlerinde besteciler ve yazarlar, gi§eyi ve tirajı, esin güçlerine kar§ı bir fesat tertibi olmaktan ziyade sanatlarının doğal ko§ ulu olarak gören eğlendirici kimseler olarak çalı§maarını sürdürdüler. Nasıl genç Dickens'tan tefrika edilebilecek bir roman yazması ya da bugün bir opera bestecisinden ba§langıçta kaleme alındığı gibi icra edilebilecek modern müzikal bir metin yazması bekleniyorsa, Rossini'den de ticari ba§arısı olabilecek bir opera yazması isteniyordu (Bu aynı zamanda, o zamanlar İtalyan operasının, kana, ate§li sözlere ve 'zorlu' durumlara kaba dü§künlüğünün ve hiç romantik olamamasının nedenini de açıklar.) Gerçek sorun §Uydu: Sanatçı, kabul edilebilir bir i§levle, patronla ya da halkla bağını kopartarak ruhunu, alıcı bulup bulmayacağı piyasanın kör güçlerine bağlı ticari bir mal gibi ortaya mı atacaktı, yoksa, Fansız Devrimi bunun insanın onuruna aykırı bir durum olduğunu tescil etmemi§ olsa bile, genel olarak ekonomik bakımdan son derece dayanaksız olan bir himaye icadarından
SANATLAR
283
sistemi içersinde çall§maya devam mı edecekti? O nedenle sanatçı tek başı naydı; karanlığa bağırıyordu, ama sesinin yansısı bile belirsizdi. Kendini, kendisini olduğu gibi kabul edip etmemek di§ında başka hiçbir hak tanı madığı halktan [gerektiğinde] uzak, dünyayı takmayan, sadece içinde olanı yaratan bir dehaya dönüştürmek wrunda kalması kadar doğal bir şey yoktu. Olsa olsa, Stendhal gibi, ancak bir avuç seçilmi§ insan ya da gelecek kuşaklar tarafından anlaşılınayı bekliyordu. Daha da kötüsü, Grabbe gibi -hatta Goethe'nin Faust'unun IL Bölümü gibi- aynanmayan oyunlar yazabilir, Berlioz gibi gerçekçibüyüklükte olmayan orkestralar için besteler yapabilirdi; ya da Hölderlin, Gabbe, de Nerval ve daha niceleri gibi çıldırabilirdi. Aslında yanlış anlaşılml§ dehanın zaman zaman merresierinin kaprislerini yerine getirmeye ali§kın ya da saygınlık kazanmak için etrafa para saçan prerısler veya değerli yaşam nesneleriyle biraz da olsa ili§ki kurmaya can atan zengin bir burjuvazi tarafından bol bol ödüllendirildiği de olmuştur: Örneğin Franz Liszt (1811-86), romantiklerin şu meşhur tavan arasmda hiç açlık çekmedi. Fakat, Richard Wagner'de olduğu gibi, pek azı megalomanyak hayallerini gerçekleştirmeyi başardı. Ancak ı 789 ile ı 848 Devrimleri arasında, prensi er, opera di§ındaki sanatlara ekseriyetle kuşkuyla bakmaktaydılar. • Burjuvazi de para harcamaktaıl çok biriktirmekle meşguldü. Bu yüzden dehalar, sadece yanlış anlaşılınakla kalmayıp yoksul da düştüler. Çoğu da devrimci oldu. Yanlış anlaşılmış 'dehalar' ve gençler, fılistenlere karşı romantik bir tiksinme duyacaklardı; bu, bujuvaziyi tuzağa düşürüpdeli etme, demi-monde ve boheme ile düşüp kalkma (ki her iki terim de bugünkü yan anlamlarını romantik dönemde kazanml§lardır) ya da saygın kurumların ve ölçüderin yasak ettiği şeylerden ya da delilikten zevk alma modasıydı. Ama bu, romantizmin sadece çok küçük bir bölümüydü. Elizabeth dönemi sirngeciliğindeki kafataslarının ve hayaletlerin değerlendirilmesi nasıl bir Harnlet eleştirisinden ibaret kalacaksa, Mario Praz'ın erotik aşırılık konulu ansiklopedisi de 'Romantizmin Can Çeki§mesi'nden 7 başka bir şey değildi. Genç erkekler (hatta zaman zaman genç kadınlar) -bu dönem, kıta Avrupası'nda hayli sayıda kadının kendi adiarına boy gösterdikleri ilk dönemdi**- ve sanatçılar olarak romantiklerin cinsel doyumsuzluğunun ardında, çifte· • Sanatsal ve siyasal tahriklere
rağmen
devrimci
Goya'yı
himaye etmeye devam eden
İspanya Kralı Ferdinand, bu bakımdan bir istisnaydı.
•• Fransa'da Mıne de Stael, George Sand, ressamlar Mme Vigee Lebrun, Angelica Kauffman; Almanya'da Bettina ~on Arnim, Annette von Droste-Huelshaff. Bu sanat biçiminin, kızların iyi yetiştirilmesi için 'saygıdeğer' bir para kazanma yolu olarak kabul edildiği orta sınıf İngilteresi'nde kadın romancılar kuşkusuz uzun zamandır bilinmekteydi. Fanny Bumey, Bayan Radcliffe, Jane Austen, Bayan Gaskell, Bwnte kardeşler, şair EliZabeth Barrett Browning gibi, tamamen ya d;ı. kısmen ele aldığımız döneme aittirler.
284
DEVRiM ÇAGI
devrimden doğan bu toplum tarzından duydukları daha genel bir doyumsuzluk yatmaktaydı. Romantikler, dakik toplumsal çözümlemeler yapmak gibi bir hüner göstermediler; aslına bakılırsa, haklı olarak burjuva toplumunu olu§ turan ba§lıca araçlardan biri olarak gördükleri (William Blake'in de Goethe'nin de umacısı olan Newton'ın simgelediği) onsekizinci yüzyılın kendinden a§ırı emin mekanik materyalist akıl yürütme tarzına güvenmiyorlardı. Bu yüzden, her ne kadar geni§ anlamda 'romantik' çerçeve içersinde gizemli 'doğa felsefesi' kılığına bürünmü§, metafiziğin bulutları arasında yürüyen ve Hegel'in felsefesine katkıda bulunmu§ ele§tiriye benzer bir §eyler ortaya çıkmı§sa da, bu insanlardan burjuva toplumunun ussal bir ele§tirisini yapmalarını bekleyemeyiz (Yukarıdaki 271-7 3. sayfalara bakı nız.) Örneğin Fransa'da ilk ütopyacı sosyalistler arasında, ayrıksılığa hatta çılgınlığa varan hayalperesr l§ıltılar halinde buna benzer §eyler ortaya çıktı. Önderleri değilse de ilk Saint-Simoncuları, özellikle de Fourier'i, romantiklik dı§ında ba§ka bir kavramla tarif etmek çok zordur. Bu romantik ele§tiriler1n en kalıcı sonuçları, Marx'ta ya§amsal bir rol oynayacak olan 'yabancıla§ma' kavramıyla, geleceğin yetkin toplumuna yapılan ahı§ tırmaydı. Ne ki, burjuva toplumunun en etkili ve güçlü ele§tirisi, onu tümden ve apriori reddedenlerden (ve onunla birlikte klasik onyedinci yüzyıl bilim ve ussalcılığından) değil, burjuva klasik dü§ünce geleneğini burjuva kar§ıtı sonuçlarına götürenlerden gelecekti. Robert Owen'ın sosyalizminde en ufak bir romantizm ögesi bulunmuyordu; bu sosyalizmi olu§turan unsurlar, tümüyle onsekizinci yüzyıl ussalcılığına ve bilimlerin en burjuvası olan ekonomi politiğe aitti. Saint Simon' un, en iyi halde, 'aydınlanma'nın bir devamı olarak görülmektedir. Alman (yani esasen romantik) gelenek içinde yeti§mi§ genç Marx'ın, ancak Fransız sosyalist ele§ tirisiyle ve hiçbir biçimde romantik olmayan İngiliz siyasal ekonomi kuramıyla birle§tiğinde bir Marksist haline gelmesi anlamlıdır. Ve olgun Marx'ın dü§üncesinin merkezini, ekonomi politik olu§turmaktaydı.
III Aklın, hakkında bir §ey bilmediği kalbin sesini gözardı etmek aptallık olur. iktisatçıların ve fizikçilerin belirlediği referans çerçevesi içinden bakıldığında, §airler dü§ünür klasmanında gerilerde kalırlar; ancak §airler · [§eyleri] sadece daha derin değil, kimi zaman daha da net görmü§ kimselerdi. 1790'larda William Blake'den ba§ka pek az insan, makinelerin ve fabrikaların bir toplumsal sarsıntıya neden olacağını gördü; üstelik B lake,
SANATLAR
285
Londra'da yakınından geçtiği buharla çalı§an bir, iki değirmen ve tuğla Birkaç istisna d!.§ında kentle§me sorunuyla ilgili elimizdeki en iyi yazılar, çoğu zaman hiç de gerçekçi görünmeyen gözlemleriyle Paris'irı ger~ek geli§mesirıi güvenilir bir biçimde ortaya koymu§ yaratıcı yazarlardan gelmi§tir. 8 Carlyle,]. R. McCulloch gibi çalı§karı: bir istatistikçi ve derlemeciye göre 1840 İngilteresi'nin belki daha bulanık, ama kesinlikle daha derin bir rehberidir; ve eğer]. S. Mill faydacılardan daha iyiyse, bunun nedeni aralarında yalnızca onun Alman· ve Romantik (Goethe'nirı ve Coleridge'in) toplum ele§tirilerirıin değerini fark etmi§ olmasından ileri gelmektedir. O yüzden kötü tanımlanmı§ olsa bile, romantik dünya ele§tirisi göz ardı edilebilir bir ele§tiri değildi. İnsan ve doğa birliğirıin yitirilmi§ olması, romantik ele§tiriyi en me§gul eden kon uydu. Burjuva dünyası, bütün derinliğiyle ve bilinçli olarak toplumdı§ı bir dünyaydı. "İnsanları 'doğal üstleri'ne bağlayan çe§itli renkteki feodal bağları acımasızca parçalamı§ ve insanlar arasında bencillikten [öz çıkardan] ve duygudan yoksun 'para bağı'ndan ba§ka hiçbir bağlantı bırakmamı§tır. Dinsel §evkirı tanrısal esrimelerini, §Övalye Co§kusallığını, filisten duygusallığını, egotik hesapçılığın buzlu sularına gömmü§tÜr. Ki§isel değeri, deği§ im değerine dönü§türmü§ ve geri alınamaz sayısız özgürlüğün yerine vicdandan yoksun tek bir özgürlüğü, icaret Özgürlüğü'nü koymu§tur." Bu, Komünist Manifesto'nun sesi olmakla birlikte, aynı anda romantizm adına da konu§maktadır. Ba§kalarını -çok daha fazla sayıda insanı- aç ve sefil koyduğu besbelli olsa da, aynı zamanda bu dünya insanlara zenginlik ve rahatlık getirmi§ olabilir; ama ruhları çıplak ve yalnız bıraktı. Evrende 'yabancıla§ml§' varlıklar olarak yurtsuz ve yitiktiler. Onların, bu yabancıla§maya verilecek en açık yanıttan, eski evini bırak mama karanndan bile, devrimci bir uçurumla kopmalarına neden oldu. Alman romantik §airleri, kurtul u§ un ancak, §imdiye kadar kimsenin yapamadığı kadar parlaklıkla betimledikleri rüya gibi manzaralada bezenmi§ endüstri öncesi küçük, pastaral kasabalarda süregelen basit, gösteri§siz çalı§ ma ya§amında yattığını herkesten daha iyi bildiklerini dü§ünüyorlardı. Ne var ki genç romantikler, buralarda kalamazlardı; tanımı gereği sonsuz bir arayı§la 'mavi çiçek'in pe§inden gitmek ya da sadece Eichendorf'un liriklerini veya Schubert'in §arkılarını mınidanarak gurbet diyarını dola§mak zorundaydılar. Avaren in §arkısı, nağmeleri, geçmi§ özlemi, yolda§ları oldu. Novalis bile felsefesini buna göre tanımladı. 9 İnsanın, yitirilen uyuma duyduğu susuzluğu yatı§tıran üç kaynak vardı: Ortaçağ, ilkel insan (ya da aynı anlama gelebilecek yabancıllık ve 'halk') ve Fransız Devrimi. fabrikası dı§ında bir §ey görmü§ de değildi.
286
DEVRİM ÇAGI
Birinci kaynak, esas olarak reaksiyonun romantizmine çekici geldi. Peri masallarındaki ormanların gizemli havasıyla ku§atılml§, üzerinde sual olunmaz Hıristiyan cennetinin asılı olduğu, rengarenk hanedan armalarıyla, çağların yava§ yava§ olu§ffiU§ organik ürünü feodal çağın istikrarlı ve düzenli toplum ya§amı, bwjuva toplumunun muhafazabir muhaliflerinin yitirildiği besbelli olan cennetiydi ve Fransız Devrimi, bu muhafazakar muhaliflerin, toplumun a§ağı tabakaları arasında dindarlığın, sadakatin ve kararınca okuryazarlığın varlığına ili§kin özlemlerini bilernekle kaldı. Yerel deği§kelerine rağmen bu dü§ünce, Reflections on the French Revolution adlı kitabında Burke'un ussalcı Basrille baskıncılarının ağzından dile getirdiği idealdi. Fakat bu ideal klasik ifadesini, bu dönemde ortaçağ dü§ünün neredeyse tekelini elinde bulunduran Almanya'da buldu; çünkü Ren §atalarının ve Kara Orman'ın eteklerinde hüküm sürmü§ gibi görünen düzenli Gemuetlichkeii, ortaçağın çok daha büyük gerçeği olan pisliğe ve gaddarlığa nazaran ülküle§tirilmeye daha uygundu.* Nereden bakılırsa bakılsın, ortaçağcılık Alman romantizminin en güçlü parçasıydı ve romantik opera veya bale (Weber'in Freischuetz'i veya Giselle'i), Griının'in Peri Masalları, tarihsici kurarnlar ya da Coleridge veya Cariyle gibi Germen esinli yazarlar biçiminde Almanya'nın dı§ına yayıldı. Ancak daha genel biçimiyle Gotik ortaçağcılığın canlanması, muhafazakar, özellikle de dinsel bir burjuva kar§ıtlığının her yerde belirtisiydi. Chateaubriand, Genie du Christianisme'de (1802) Devrime kar§ı Gotiği yüceltti; İngiliz Kilisesi yanda§ları, klasik binalar yapan ussalcılara ve uyla§ımcı-olmayanlara kar§ı Gotik biçimden yana tavır aldılar; mimar Pugin ve 1830'ların a§ırı r€aksiyoner ve ka to lik 'Oxford Hareketi', gotikleri odaklarına aldılar. Bu arada İskoçya'nın sisli diyarİarından -Ossian'ın §iirleri gibi eskil hayaller kuran bu uzak ülkeden-muhafazakar Walter Scott, Avrupa'ya tarihsel romanlarında bir ba§ka ortaçağ imgesi gönderdi. En iyi romanında tarihin oldukça yakın bir döneminin i§lenıni§ olması büyük ölçüde gözden kaçtı. 18 15'ten sonra reaksiyoner hareketin, her yanı harabeye dönmü§ mutlakçılığın haklıla§tırılmasına dönü§türmeye çalı§tığı muhafazakar ortaçağcılığın bu üstünlüğünün yanında (230. sayfayla kar§ıla§tırın) solcu ortaçağcılık önemsiz kalmaktadır. Esas olarak İngiltere' de, Reformasyon öncesi dönemi emekçinin altın çağı ve Reformasyon u da kapitalizme doğru atılml§ ilk adım olarakgörme eğilimindeki radikal halk hareketi içinde bir • Bütün Fransız romantikleri gibi Almanya'ya hayranlık duyan Gautier §öyle yazmı§tı: "O Hermann, O Dorothee! Geınuethlichkeit!". "Ne .seınble-t-il pas que !'on entend du Icin le cor du postillon?". 10 [':Ah Hermann, ah Dorothee! Huzur! Uzaktan posta arabasının çıngırağı duyuluyor, size de öyle gelmiyor mu?"]
SANATLAR 287 akım olarak vardı. Fransa'daysa çok daha önemli olmuştu; çünkü burada feodal hiyerar§iyi ve katolik düzeni değil, ebedi, zaptolunmaz, acı çeken, yaratıcı bir halkı: Kimliğirıi ve görevirıi her zaman korumuş Fransız ulusunu öne çıkarmaktaydı. Tarihçi kadar bir §air de olan ]ules Michelet, bu deYrimci-demokrat ortaçağcıların en büyüğü, Victor Hugo'nun Notre Dame'ın Kamburu ise bu düşüncenirı en bilirıen ömeğidir. Özellikle gizemli dinsel geleneklerle İneşguliyeti nedeniyle ortaçağcı lıkla yakından ilgisi olan bir husus da, çok daha eski ve derin gizemlerin ve usdı§ı irfanın kaynaklarının doğuda (Kubilay Han'ın ve Brahmanların romantik, aynı zamanda da muhafazakar dünyalarında) aranmasıydı. Kabul etmek gerekir ki Sanskritçeyi bulan Sir William Jones, aydınlanmı§ bir beyefendirün yapacağı biçimde Amerikan ve Fransız Devrimlerini selamlayan açık sözlü Whig yanlısı bir radikaldi; fakat Doğu konusunda amatör olanlarda ve sözde Farsça şiirler yazanlarda (ki modem oryantalizme gösterilen coşkunun büyük bölümü bunlardan kaynaklanmı§tır), Jakoben karşıtı bir eğilim bulunmaktaydı. Onsekizinci yüzyıl aydınlanma sının egzotik imgelemirıi dolduranın, dirıdışı ve ussal Çin imparatorluğun dan çok Brahman Hindistanı'nın tinsel amaçları olması manidardır.
IV İlkel insanın yitirilen uyumuyla ilgili düşün, çok daha uzun ve karma§ık bir tarihi vardı. İster altın bir komünizm; ':A.dem'in toprağı bellediği, Havva'nın çift sürdüğü", özgür Anglo- Saksonların henüz N orman is tilacılar tarafindan kölele§tirilmediği zamanların e§itlik çağı biçimirıde, ister çürümü§ bir toplumun kusurlarını gösteren soylu vah§i biçiminde olsun, bu ezici ölçüde devrimci bir dü§tÜ. Bu yüzden, (soylu vah§iyi 1830'lar İspan yası'nda bir turist gözüyle gören Gautier ya da Merimee'nin egzotizminde olduğu gibi) salt burjuva toplumundan kaçı§a hizmet ettiği ya da tarihsel sürekliliğirı ilkel birini muhafazakarlığı örnekleyen bir simahaline getirdiği yerler dı§ında, romantik ilkelcilik solcu ba§kaldınya çok daha yakındı. Bu durum özellikle 'folk' [halk] örneğinde elirgindi. Her türden romantik arasında, 'folk'un, yani endüstri öncesi köylünün ya da zanaatkarın, bozulmamış erdemleri örnekiediği ve dilinin, §arkılarının, öykülerinin ve göreneklerinin, halkın ruhunun gerçek hazinesi olduğu kabul edilmekteydi. Bu basitliğe ve erdeme geri dönmek, Lyrical Ballads'ın Wordsworth'unun; halk §arkıları ve peri masalları külliyatına girmek, pek çok tötoncu §airin ve besteemin amacıydı; bazılan bunu ba§ardı da. Halk §arkılarının derlenmesi, eski şiirlerin yayımlanması, yaşayan dilin lek-
288 DEVRiM ÇAGI
siografilerinin hazırlanmasında görülen muazzam hareketin romantizmle Folklore sözcüğünün kendisi bile bu dönemin icadıydı. Scott'unMinstrelsy of the Scottish Border'ı (1803), Amim ve Brentano'nun Des Kııaben Wunderhom'u (1806), Grimm's Fairy Tales'i (1812), Moore'un Irislı Melodies'i (1807-34), Dobrovsky'nin History of the Bohemian Language'ı (1818), Vuk Karajic'in Sırpça Sözlüğü'nün (1818) ve Sırp HalkŞarkıları'nın (1823-33), İsveç'te Tegner'in Fritlıjofssaga'sı (1825), Lönnrot'un Finlandiya'daki Kalevala baskısı (1835), Griının'in German Mytlıolyogy'si (1835), Asbjömson ve Moe'nun Norwegian Folk Tales'i (1842-71), bu konuda birer anıttırlar. 'Folk [halk]', özellikle ulusal kimliklerini ke§fetmekte ya da öne çıkar makta olan baskı altındaki, bilhassa da yerli bir orta sınıftan ya da aristokrasiden yoksun halklar arasında devrimci bir kavram haline gelebilmi§tir. İlk haik §arkısı sözlüğü, grameri ya da derlemesi, büyük siyasal öneme sahip bir olay, ilk bağımsızlık bildirgesiydi. Öte yandan halkın kanaatkarlık, cehalet ve dindarlık gibi basit erdemlerinden etkilenenler için halkın papaya, çara ve krala duyduğu güvendeki derin bilgelik, ülkedeki ilkellik tapısı, muhafazakar bir yoruma son derece elveri§liydi. Burjuva toplumunun gün ve gün yok ettiği masumiyetin, söylenin ve eskiçağ geleneğinin bir birliğini temsil etmekteydi. • Kapitalist ve ussalcı, kralın, §Övalyenin ve köylünün kutsanmı§ birliklerini kendisine kar§ı korumak zorunda olduğu dü§manlardı. İlkel insan her köyde vardı; fakat geçmi§in farazi altın komünizm çağında devrimci bir kavram olarak ve dl§arıda (özellikle Kırmızı Derili Yerliler biçiminde) özgür soylu vah§i olarak vardı. Onu özgür toplumsal insan ideali olarak sunan Rousseau'dan sosyalistlerekadar ilkel toplum, ütopya için bir tür model olu§turmaktaydı. Marx'ın, tarihi -ilkel komünizm, sınıflı toplum, komünizm- olarak üçe ayırması, ne kadar dönü§türmü§ olsa bile, aslında bu geleneği yansılamaktadır. İlkellik ideali, yalnızca romantikler e özgü değildi. Aslına bakılırsa bu idealin en ate§li savunucularından bazıları, onsekizinci yüzyılın aydınlarıcı geleneği içinde yer almaktaydı. Romantik macera, ka§iflerini, Tahiri'nin masum toplumsal ve erotik ütopyasırrdan çok, Arabistan'ın ve Kuzey Afrika'nın büyük çöllerinde, Delacroix ile Fromentin'in sava§çı kabileleri ve cariyeleri arasında, Byron ile Akdeniz dünyasında ya da Lerınontav ile Kazak tipincieki doğal insanın kabile adamı tipincieki doğal insanla kanyonlar ve §elaleler arasında sava§a tutu§tuğu yerlerde, fakat aynı zamanda da ilkel insanın çarpıyakından bağı vardı;
• Vals, mazurka ve schottische gibi halk kökenli salon danslannın bu dönemde popülerle§mesinin nasıl yorumlanacağı keyfe keder bir ıneselesidir. Ama romantik bir moda olduğu kesindi.
SANATIJ\R
289
§arak yok olduğu Amerika'da (ki bu durum romantiklerin ruh haline daha uygun dü§mekteydi) buldu. Avusturya-Mataristanlı Lenau'nun yerlilerle ilgili §iirleri, kızılderililerin sürülmesine kar§ı bir haykırı§tır; eğer Mohikan son olmasaydı, Avrupa kültüründe bu kadar güçlü bir simge haline gelebilir miydi? Soylu vah§lnin, Avrupa' dan çok Amerikan romantizminde çok daha önemli bir rol oynamı§ olması doğaldı -Melville'in Moby Dick'i (1851) bunun en büyük anıtıdır-, amaLeatherstockingromanlarında Fenimore Cooper, muhafazabir Chateaubriand'ın Natchezsi'nin asla yapamayacağı biçimde eski dünyayı ele geçirmݧti. Ortaçağ, folk ve soylu vah§i, geçmi§e sağlam biçimde demir atını§ ideallerdi. Oysa Devrim, 'halkların baharı', sadece geçmi§i gösteriyordu; ancak, bilinmeyen bir §eye bağlanmaktansa örneği olan bir §eye bağlan mak, çoğu ütopyaemın kolayına geldi. Ama bu hiç de kolay olmadı: Romantizmin ikinci ku§ağının, Fransız Devrimi ile Napoleon'un ya§amöyküsünün acılı bir bölümünden ziyade, kendileri için birer tarihsel olay olan bir grup insan ortaya çıkarması gerekti. 1789, Avrupa'nın neredeyse her sanatçısı ve aydını tarafından selamlanmı§tı; fakat bazıları sava§a, teröre, çürümü§ burjuvaziye ve imparatorluğa rağmen co§kusallıklarını sürdürebilmi§lerse de, onlarınki kolay ya da iletilebilir bir dü§ değildi. Romantizmin birinci ku§ağının (Wordsworth'un, Coleridge'in, Southey'in, Campell'ın ve Haziirt'in ku§ağının) tamamen}akoben olduğu İngiltere'de bile, 1805'lere gelindiğinde hayal kırıklığı ve muhafazakarlık hakimdi. Fransa ve Almanya'da 'romantik' sözcüğü, 1790'ların sonlarının muhafazakar burjuva kar§ıtları (hayal kırıklığına uğraml§ eski solcular) tarafından devrim kar§ıtı bir slogan olarak kullanılmaktaydı; bu durum, bu ülkelerdeki, modem ölçüdere göre kesin olarak romantik sayılabilecek çok sayıda dü§ünürün ve sanatçının geleneksel olarak bu sınıflamanın dı§ında bıra kılmasının nedenini göstermektedir. Ne var ki, Napoleon Sava§lan'nın sonlarına gelindiğinde yeni genç ku§aklar ortaya çıkmaya ba§ladı. Onlar için Devrimin büyük kurtarıcı bayrağı, yıllar öncesinde kalmı§tı; [Devrimin] a§ırılıklarının ve çürümenin külleri görü§ alanlarından çıkmı§tı. Napoleon'un sürgüne gönderilmesinden sonra, bu antipatik karakter bile yarı mitolojik bir zümrüdü anka ve kurtarıcı olabildi. Ve Avrupa yıldan yıla ayıncı bir özellikten yoksun reaksiyonun, sansürün ve aleladeliğin batağına, yoksulluğun, mutsuzluğun ve baskının batağına battıkça kurtarıcı devrim imgesi de giderek daha parlak bir görünüm kazandı. İkinci ku§ak İngiliz romantikleri -Byron'ın (1 788-1824), siyasal biri değil, ama bir yolda§ olan Keats'in (1 795-1821) ve hepsinden önce Shelley'in (1 792-1822) ku§ağı-, romantizmleetkin bir devrimciliği birle§-
290
DEVRiM ÇAGI
tiren ilk ku§ak oldu: Ya§lı romantiklerin çoğunun unutmadığı Fransız Devrimi'nin yarattığı hayal kırıklıkları, onların, ülkelerindeki kapitalist dönü§ümden duydukları deh§etin yanında solda sıfır kaldL Kıta Avrupası'nda romantik sanada devrim arasındaki bu birle§me, daha ı 820'lerde sezilmekteydi; fakat ancak ı830 Fransız Devrimi sırasında ve sonrasında tam anlamıyla ortaya çıktı. Bu, aynı zamanda en bilinen ifadesini Delacroix'in Liberty on the Barricades'inde [Barikatlar Üzerinde] (183 1) bulan, devrimci olmanın romantik tarzıyla romantik bir devrim görüsü denebilecek §ey için de doğrudur. Burada, üç renkli bayraklada ve frigyalı bağcıklarıyla çevrelenmi§ halde, sakallı, silindir §apkalı, asık suratlı gençler, kısa görnIekli i§çiler, geni§ kenarlı §apkaları altında perçemleriyle halk yargıçları, kıta Avrupası'ndaki her kentte yükselen barikadarıyla ı 793 Devrimi'ni -ılımlı 1789 Devrimi'ni değil, IL Yıl'ın ihti§amını- yeniden yaratmaktadır. Kabul etmek gerekir ki romantik devrimci, hiçbir biçimde yeni bir tip değildi. İtalyan ve masonik devrimci gizli cemiyet üyesi -doğrudan, hala sağ olan eski Jakobenlerden ya da Buonarrotti gibi Baboufçulardan esinlenmi§ Carbonaro ya da Yunansever- onun dolaysız atası ve selefiydi. Bu, muhafız ya da süvari üniformalı vurdulu kırdılı gençlerin, operalardan, suarelerden, dü§eslerle bulu§malardan, olağan bir durum halini almı§ loca toplantılarından çıkarak askeri darbe yapmaya ya da çarpı§an bir ulusun ba§ına geçmeye kalkı§tığı Restorasyon döneminin tipik devrimci mücadelesidir; bir bakıma Byroncı bir tarzdır. Ancak bu devrimci moda, eskilere göre yalnızca onsekizinci yüzyıl dü§ünce tarzlarından çok daha doğrudan esinlenmekle kalmayıp, belki de toplumsalbakımdan çok daha dı§layıcıydı. 1830-48'in romantik devrimci ufkunun ya§amsal bir unsurundan yoksundu: Barikatlar, kitleler, yeni ve umutsuz bir proletarya; Daumier, bu unsura Massacre in the Rue Transnonain (ı834) litografisinde öldürülmü§ isimsiz i§çisiyle romantik bir imge eklemi§ti. Romantizmle yeni ve daha yüksek bir Fransız Devrimi'nin bu birlikteliğinin en göz alıcı sonucu, ı830 ile 1848 arasında politik sanatın ezici bir zafer kazanması oldu. 'İdeolojik' niteliği en az düzeyde olan sanatçıların bile siyasete hizmeti evrensel ölçekte ba§lıca görevleri olarak gören birer partizan kesilclikleri (bu bakımdan nadir) bir dönemdi. Ba§kaldırının manifestosu olan Hemani'nin (1830) giri§inde Victor Hugo, "Romantizm, yazında liberalizmdir" diye haykırıyordu. 11 Tıpkı besteci Chopin (181050) ya da Avusturya-Macaristanlı içebakı§çı §air Lenau (1802-50) gibi, doğası halka seslenmeye değil de özel konu§malara elveren §air Alfred de Musset (1810-49), "yazarların" diye yazmı§tı "kitaplarının giri§ bölümünde gelecekten, toplumsal ilerlemeden, insanlıktan ve uygarlıktan
SANATlAR
291
söz etmek gibi bir eğilimleri var." 12 Pek çok (müzisyenler arasında Chopin, Listz, hatta genç Verdi; sırasıyla Polonyalı, Macar ve İtalyan §airler arasında -mesih rolüne soyunmu§ olan- Mickiewicz, Petöfi ve Manzoni gibi) sanatçı, siyasal simalar haline geldi; üstelik bütün sanatçıların peygambe~e ya da ulusal simgeye dönü§me eğiliminde olduğu ulusal kurtulu§ sancılarıçeken ülkelerde de değil. Ressam Daumier'in esas i§i, gazetelerde siyasi içerikli karikatürler çizmekti. Şair Uhland, Griının karde§ler, liberal politikacılardı; parlak dahi çocuk Georg Büchner (1810-37) faal bir devrimci; Karl Marx'ın yakın dostu Heinrich Heine (1 797-1856), a§ırı solun muğlak ama güçlü bir sesi olmu§tu.* Yazınla gazetecilik, özellikle Fransa, Almanya ve İtalya'da birbirine karı§tl. Ba§ka bir dönem olsaydı Fransa'da bir Lamennais ya da bir Jules Michelet, İngiltere'de bir Cadyle ya da Ruskin, aynı zamanda halkla ilgili meseleler üzerinde de belli görü§lere sahip §airler ya da romancılar olabilirlerdi; ama bu dönemde, §iirsel esin ta§ıyan gazete yazarı, peygamber, filozof ya da tarihçiydiler. Bu bakım dan, genç Marx'ın zekasında gözlenen ve ne filozoflar ne de iktisatçılar arasında alı§ılmadık boyutlara varan patlamalara §İirsel imgelemin lavları e§lik etmektedir. Beyefendi Tennyson ile Cambridgeli arkada§larının yürekleri bile, Kilise güçlerine kar§ı Liberalleri desteklemek üzere İspanya'ya giden uluslararası birlik için atmaktaydı. Bu dönemde geli§en ve egemen olan tipik estetik kuramlar, sanada toplumsal bağlanma arasındaki bu birliği onaylamaktaydı. Bir yanda Fransa'nın Saint-Simoncuları, öte yanda kırkların parlak devrimci Rus aydın ları, ileride 'sosyalist gerçekçilik' 13 gibi adlar altında Marksist hareket içersinde birer ölçüt haline gelecek görü§ler geli§tirdiler. Bunlar, hem sert Jakobenlik erdeminden, hem de Shelley'in §airlerden "dünyanın (resmen]. onaylanmamı§ yasa koyucuları" olarak söz etmesine neden olan ruhuri. gücüne duyulan romantik inançtan kaynaklanan, soylu olmakla birlikte çok fazla ba§arılı olmamı§ ülkülerdi. Büyük ölçüde muhafazakarlar ya da sanat meraklıları tarafından o sıralarda formüle edilmi§ 'sanat için sanat' [§ian], insanlık ya da ulus ya da proletarya için sanat [§iarıyla] yarı§abilecek durumda değildi. 1848 devrimleri, insanın büyük yeniden doğu§una ili§kin beslenen romantik umutları yok edinceye kadar, 'kendisi için' estetikçi tutum, hak ettiği noktaya gelemedi. Baudlaire ve Flaubert • Bu dönemin, §airlerin yalnızca a§ırı sola yakınlık duymakla kalmadıkları, hem iyi hem de ajitatif §iirler yazdıkları bir dönem olduğu belirtilmelidir. Bunlar arasında, Shelley'in Peterloo'ya bir kar§ılık niteliğinde olan Masque of Aııarchy'si (1820) bu tür §iirler arasında belki de en etkili alanıdır, ama 1840'ların seçkin bir Alman sosyalist §airler grubu -Herwegh, Weerth, Freiligrath ve tabiiki Heine- özellikle anılmaya değerdir.
292 DEVRiM ÇAGI
gibi kırksekizlilerin ortaya Çık!§ ı, estetik olduğu kadar bu siyasal deği§meyi de ömeklemektedir; Flaubert'in Sentimental Education'ı, bu geli§menin bilinen en iyi yazınsal tescilidir. Sadec~ Rusya gibi, (belki de 1848 olayı ya§anmadığı için) 1848'in dü§ kırıklığının [da] ya§anmadığı ülkelerde, sanatlar önceki gibi toplumsal bağlarını ve uğra§larını sürdürebildiler.
V Romantizm, ya§amda olduğu kadar sanatta da çifte devrim döneminin en tanımlayıcı modası olmakla birlikte, tek modası değildir. Gerçekten de ne arİstoktasinin ne de orta sınıfın kültürüne egemen olduğundan, çalı§an yoksulların ya§amında da önemli bir rol oynamadığından, o dönemdeki gerçek niceliksel önemi küçüktü. Ya himaye ili§kilerine ya da paralı sınıfların yoğun desteğine bağlı olan sanatlar, romantizme en fazla müzikte olduğu gibi, ideolojik özelliklerinin fazla öne çıkmadığı yerlerde ho§görü gösterdiler. Yoksulların desteğine bağlı olan sanatlarsa (gerçi yoksulların eğlence biçimleri -para yutan makineler, sirkler, üvertürler, gezgin tiyatrolar ve benzerleri- romantiklere esin kaynağı olmu§sa da ve halka gösteri yapanlar, heyecan verici repertuvarlarını-sahne deği§tirme ler, masallar, katillerin son sözleri, haydutlar gibi- romantiklerin depolarından aldıklanyla güçlendirmi§lerse de) romantik sanatçının fazla ilgisini çekme di. Zaman zaman kostüm soylusu yeni zenginlerin aralarına karı§masıyla hayli kabala§mı§ olmakla birlikte, özellikle göze batan bir çirkinliğin ve gösteri§in hakim olduğu Napoleon dönemi imparatorluk biçeminde ve İngiliz Saltanat biçeminde olduğu gibi, aristokratik ya§amın ve sanatın temel biçeminin kökleri hala onsekizinci yüzyılda bulunmaktaydı. Onsekizinci yüzyılla Napoleon sonrası üniformalar -kendi tasarımlarını kendi yapan askerlerin ve beyefendilerin içgüdülerinin en dolaysız ifadesi olan bir sanat biçimi- arasında yapılacak bir kar§ıla§tırma, bunu açıkça ortaya koyacaktır. İngiltere'nin üstünlüğünü ilan etmesi, İngiliz soylusunu, uluslararası aristahasi kültürünün (daha ziyade kültürsüzlüğünün) örnek kalıbı haline getirdi; çünkü 'züppe takımı'nın -sinek kaydı tıra§, kayıtsız bir eda ve §a§aa gibi- ilgi alanlarının, adar, köpekler, arabalar, ödüllü kar§ıla§malar, kumar, kibarca yapılan bir sefahat ve kendi varlığıyla sınırlı olduğuna inanılmaktaydı. Bu tür kahramanca bir a§ırılık, 'züppelik'i kendine yara§tıran romantikleri bile sardı; ancak daha alt tabakadan genç bayanları daha da sarmı§ ve onları hüyalara salml§tı. Gautier'in sözcükleriyle:
SANATLAR
293
"Sir Edward bütün görkemiyle rüyalarının İngiliziydi. Günün ilk ı§ıklarıyla sinek kaydı tıra§ını olan, pembe, parlak yanaklan, iki dirhem bir çekirdek giysileri ve yağmurluğuyla o İngiliz, tam da uygarlığın tacı değil miydi? ... İngiliz gümü§leriyle Çin porselenleri almalıyım diye dü§ündü. Evin her yanında halılar, pudralı U§aklar olacaktı. Dört atlı arabamızı süren kocamın yanında - Hyde Park'ta gezintiye çıkacağım ... Evcil benekli geyik, sayflyernin ye§il çimenli bahçesinde oynayacak; belki de san§ın, §en birkaç çocuk, kimbilir? Çocuklar, bir faytonun ön tarafında, Kral Charles'ın soylu köpeğinin yanında pek ho§ duracaklar ... "14
Belki ilham verici bir ya§am ufkuydu, ama romantik olmadığı kesindi; çevresindeki mücevherlerie süslenmi§, kibarlık ve güzellik dolu bir alana yukandan bakarak bir opera ya da baloyu onudanciıran Kraliyer ya da İmparatorluk Majestelerinin olu§turduğu bir manzaraydı. Orta ve alt orta sınıf kültürüyse bundan daha romantik değildi. Dayanağını, ölçülülük ve ılımlılık olu§turmaktaydı. Ondokuzuncu yüzyıl sonlarına özgü sözde-barak zenginlikler, sadece büyük bankerler ve spekülatörler ya da artık karlarının büyük bölümünü i§e yarırma gereği duymayan endüstri milyonederinin ilk ku§ağı arasında ve ancak eski monar§ilerin ve aristokratların artık 'toplum'a tümüyle egemen olmadığı birkaç ülkede kendini göstermeye ba§ladı. Kendi i§lerinde manarktan farksız olan Rothschildler, çoktan prensler gibi gösteri§e ba§ladılar. ıs Sıradan burjuvalarsa böyle değildi. İngiltere' de, ABD' de, Almanya'da ve Huguenot Fransası'nda Püritenlik, Evanjelik ya da Katalik dindarlık, ılımlılığı, tutumluluğu, rahatı bozmayacak ölçüde bir spartalılığı ve benzersiz bir ahlaki do um u te§vik etmekteydi; özgürle§mݧ ya da din kar§ıtı olanlar içinse, aynı durumu onsekizinci yüzyıl aydınlanmasının ve farmasonluğunun ahlaki geleneği sağlamaktaydı. Kar etmek ve mantıklı olmak dı§ında orta sınıf ya§amı, duyguların denetim altına alındığı ve etkinlik alanlannın bilerek kısıtlandığı bir ya§amdı. Kıta Avrupası'nda orta sınıfların i§ ya§amında değil, (asker, öğretmen, profesör ya da bazı durumlardadarahip olarak) devlet görevinde bulunan büyük kesimi, gittikçe geni§leyen sermaye birikiminin bile uzağındaydılar; aynı §ekilde ılımlı ta§ra burjuvazisi de, ba§ansının sınırını olu§turan küçük kasaba zenginliğinin, çağının gerçek zenginlik ve güç ölçütleri kar§ısında esamesinin bile okunmayacağını biliyordu. Gerçekten de orta sınıfİn ya§amı hiç 'romantik' değildi ve bu ya§am kahbına hala onsekizinci yüzyıl modası yön vermekteydi. Bu durum, orta sınıfkültürünün bütün merkezini olu§ turan orta sınıf ev ya§amında berraklıkla görülmektedir. Napoleon sonrası burjuva evinin ya da sokağının tarzı, katıksız biçimde onsekizinci yüzyıl klasizmi ya da
294 DEVRiM ÇAGI
rokokodan alınmadır ya da çoğunlukla onun doğrudan bir devamı niteliğindedir. İngiltere'de Kral George dönemi sonlarına özgü yapı tarzı, ı840'lara kadar devam etti; ba§ka yerlerdeyse mimari kopu§ çok sonra (çoğunlukla 'Rönensans'ın sanatsal açıdan feci sonuçlara yolaçacak biçimde yeniden ke§fiyle) gerçekle§ti. En yetkin ifadesini bir Alman tarzı lan Biedemıayer [aleladelik] denebilecek §eyde bulmu§ iç dekorasyanun ve ev ya§amının hakim biçemi, romantizmden de -daha doğrusu onsekizinci yüzyıl sonlarına ait romantizm öncesi dönemden- bir §eyler almakla birlikte, bunu bile pazar öğleden sonraları dört burjuvanın oturma odasında aynadıkları zararsız oyunlara indirgemi§, duygunun mahremiyeti ve bakire dü§leriyle (Innerlichkeit [derunilik], Gemuetlichkeit [ferahlık]) ısıtılmı§ bir tür evcil klasizdi. Biedermayer, mat duvarların önünde düz beyaz perdeleri, çıplak zemini, sağlam ama son derece zarif sandalyeleri ve masaları, piyanoları, madeni dolapları ve çiçeklerle dolu vazolarıyla · §imdiye dek tasarlanmı§ en güzel ve rahat dö§eme biçimlerinden birini üretmi§ti. Goethe'nin Weimar'daki evi, bunun belki de en soylu örneğini olu§turmaktadır. Jane Austen'in (ı 77 5- ı8 ı 7) romanlarındaki kadın kahramanlar, Clapham mezhebinin evanjelik faaliyetleri, yüce gönüllü Boston burjuvazisi ya da Fransa'dakiJournal des Debats'ın ta§ralı okurları, bu ya da buna benzer yerlerde ya§amlarını geçirmekteydiler. Romantizm, orta sınıf kültürüne belki de en fazla burjuva ailesinin kadın üyeleri arasında gündüz dü§lerinin ortaya çıkmasıyla girdi. Evin ekmeğini kazanan erkeğin, kendilerine nasıl geçireceklerini bilemedikleri bir bo§ zaman sağladığının gösteri§ ini yapmak, kadınların ba§lıca toplumsal i§levlerinden biriydi; bu onların aziz tuttukları bir kölelikti. Her durumda, burjuva olmayanlar gibi burjuva kızları da, Ingres (1780~1867) gibi anti-romantik ressamların romantik bağlamdan burjuva bağlarnma ta§ıdıkları cariyeler ve periler gibi, giderek aynı kırılgan, yumurta suratlı, düz saçlı, bukleli, 1840'ların modası olan §allarına ve bonelerine taktıkları çiçeklere benzerneye ba§ladılar. Buradan, burjuva olmadıkları kadar romantik de olmayan yere çömelmi§ di§i aslan Goya'nın Alba Oü§esi'ne, ya da Fransız Devrimi'nin salonlara yaydığı beyaz muslinler içindeki özgür yeniYunanlı kızlara ya da Lady Lieven ya da Harriete Wilson gibi vakur Kraliyer kadınlarına veya fahi§elere uzanan bir yol vardı. Burjuvazinin kızları, evlerinde Chopin ya da Schuman (ı8ı0-56) gibi romantik müzikler dinliyor olsalar gerekti. Biedermayer [alelade adam], evren duygusunun,. geçmi§ özlemine ya da tukulu bir özleme dönü§türüldüğü Eichendorf (1 788-1857) ya da Eduard Mörike (180475) gibi bir tür romantik lirizmi te§vik etmi§ olmalıydı. Hatta faal bir
SANATlAR
295
giri§imd bile, i§ gezisinde bir dağ geçidinden geçerken 'gördüğüm en romantik manzara' diyerek keyiflenebilir, evinde 'Udolpho Kalesi'ni resmederek rahatlayabilir, hatta Liverpoollu John Cragg gibi, "Gotik mimariye demiri sokan" bir demirdökümcü kadar "sanat zevkine sahip bir adam" da olabilirdi. 16 Tam da teknik ilerlemenin bu CO§kusu, özellikle de endüstriyel ilerlemenin merkezlerinde ortodoks romantizmin geli§mesini engelledi. Steam-luımmerın mucidi James Nasmyth (1808-90) gibi bir adam, sanatçılar ve aydınlar arasında yeti§mݧ, pirareski ve antikleri seven, bütün iyi İs koçlar gibi eğitim görmܧ Jakoben bir ressamm ("İskoçya' da manzara resminin babası") oğlu olmasaydı, bir barbardan ba§ka bir §ey olamazdı. Ancak bu ressamın oğlunun bir makinist olması ya da gençken babasıyla Devon fabrikalarını gezerken gözünün ba§ka bir §ey görmemesi kadar doğal ne olabilirdi? Aralarında yeti§tiği onsekizinci yüzyılın Edinburghlu kibar yurtta§lar gibi onun için de bunlar yüce ama usdı§ı olmayan §eylerdi. Rouen'da sadece "bu ilgi çekici ve pitoresk kentin orasına burasına dağıl mı§ ince i§lemeli Gotik mimari kalıntılarıyla birlikte muhte§em bir katedral ve son derece güzel St Quen kilisesi" bulunmaktaydı. Pitoresk görüntüler, muhte§emdi; ne var ki ip le çektiği tatil günlerinde bunu bir ihmalin ürünü olarak görmekten kendini alamıyordu. Güzellik de muhte§emdi, ama "binanın amacının ikincil önemde bir konu olarak kabul edilınesi", hiç ku§ku yok ki modern mimarinin bir yanll§ıydı. "Pisa'dan bir türlü ayrılmak istemedim" diye yazıyordu, ama "bu katedralde asıl ilgimi çeken §ey, kubbenin bitiminde asılı duran bronzdan yapılma iki kandil oldu; bunlar Galileo'yu sarkacın icadına götüren §eylerdi." 17 Bunlar ne barbar ne de filisten adamlardı; ama dünyaları, John Ruskin'den çok Voltaire'in ya da Josiah Wedgwood'un dünyasına yakındı. Büyük araç yapıcısı Henry Maudslay'ın, arkada§lari liberal bilimcilerin kralı Humboldt ve neo-klasik mimarSchinkel ile birlikte Berlin'deyken, kendini, büyük adam da olsa bulutlarda dola§an Hegel ile birlikte olduğundan çok daha fazla evinde hissettiğine ku§ ku yoktu. Her durumda, geli§mekte olan burjuva toplumunun merkezlerinde bir bütün olarak sanatın yeri bilimin yanında ikincildi. Eğitim görmü§ İngiliz ya da Amerikalı imalatçılar ya da mühendisler, özellikle aile sohbetlerinde ve tatillerde sanatın değerini takdir etmekteydiler; ancak gerçek kültürel enerjilerini bilginin -İngiliz Bilim Gel~tirme Derneği'nde olduğu gibi kendi, ya da Yararlı Bilginin Yayılması Cemiyeti ve buna benzer örgütlenmelerle halkın bilgisinin- geli§mesine ve yaygınla§masına yönelmi§ti. Onsekizinci yüzyıl aydınlanmasının tipik ürünü olan Ansiklopedi'niil daha önce olmadığı kadar geli§mesi; (Meyer'in ünlü Almanların Konu§ma
296 DEVRiM ÇAGI
Dilindeki Sözcükler Sözlüğü'nde olduğu gibi) aydınlanmanın militan liberalizminin hala varlığını sürdürüyor olması, karakteristiktir. Byron, §iirlerinden büyük paralar kazandı; ama yayıncı Constable, 1812'de Dugald Steward'a, Encyclopaedia Britannica'nın ekine bir Giri§ Yazısı yazması için binlerce sterlin ödemi§ti. 18 Hatta burjuvazi romantik olduğunda bile rüyalanm teknoloji süslemekteydi: Saint-Simon'un ate§fediği gençler, çok paranın, muhafazakar yollardan sağlanan spekülatif kazançların damlaya damlaya birikmesiyle sağlanacağına inanan soğukkanlı ve ussalcı Rothschild'lerin doğal ilgi alanlarının çok ötesine geçen, S üvey§ Kanalı'nın, yeryüzünü birbirine bağlayan dev demiryolu ağlarının, §eytani bir maliye sisteminin planlamacılan oldulaı: 19 Bilim ve teknoloji, burjuvazinin esin perileriydi ve zafer amtı da (ne yazık ki bugün yıkılml§ cilan) Euston istasyonundaki büyük neo-klasik revakların altından geçen demiryolu oldu.
VI Bütün bunlar olurken, okuryazarlık çemberinin dı§ında sıradan halkın kültürü de varlığını sürdürmekteyciL Dünyanın, kentle§menin ve endüstrile§menin dl§ında kalmı§ bölgelerinde pek az deği§iklik oldu. 1840'ların §arkı lan, eğlenceleri, halk süsleme sanatının renkleri, tasanmlan, giysileri, görenekleri, 1789'da nasılsa bugün de büyük bölümüyle aynıydı. Ancak endüstri ve büyüyen kentler, bu durumu yıkmaya ba§ladı. Hiç kimse, bir fabrika kasabasında köyünde olduğu gibi ya§ayamazdı ve bütün bu kültür yapısı, onu bir arada tutan ve biçimini veren toplumsal çatının yıkılmasıyla zorunlu olarak un ufak oldu. Saban sürülürken söylenen bir §arkı, sahanın surülmediği yerde söylenemez: Eğer söylenirse bir halk §arkısı olmaktan çıkar, ba§ka bir §ey olur. Kent gurbetinde eski görenekler ve §arkılar, göçmenlerin geçmi§e duyduklan özlernde varlıklarını sürdürdüler. Hatta çekicilikleri daha da arttı; çünkü köklerinden kopmu§ olmanın acısını yatl§tırıyordu. Ama kentlerin ve fabrikaların dl§ında çifte devrim, eski kır ya§amını, özellikle İrlanda ve İngiltere'nin belli bölgelerini, eski ya§am tarzlarını olanaksız hale getirinceye kadar dönü§türdü, daha doğrusu lime lime etti. Aslında endüstride bile toplumsal dönü§üm, 1840'lardan önce, eski kültürü tamamen ortadan kaldıracak kadar ileri gitmemi§ti. Hatta bu, zanaatkariann ve imalatçıların yüzyıllardır yarı endüstriyel bir kültür örüntüsü geli§tirdikleri Batı Avrupa'da da böyleydi. Kırda madenciler ve dokumacılar umutlarını ve ba§kaldırılarını geleneksel halk §arkılarında dile getiriyorlardı; endüstri devrimi sadece sayılarının artmasına ve deneyimlerinin keskinle§mesine yol açtı. Fabrikanın i§ §arkılarına gereksinimi
51\NATI..AR
297
yoktu, fakat ekonomik geli§meye uygun çe§itli etkinliklerin vardı ve bunlar eski §arkılarla aynı yoldan geli§tirildiler: Büyük deniz seferlerinde gemicilerin söylediği 'heyamola §arkısı', Gröndland balina avcılarınm baladları, Kömürcünün ve Ocakçının Karısı baladı ile Dokumacının Hicranı gibi §arkılar, ondokuzuncu yüzyılın ilk yarısına ait bu 'endüstriyel' halk §arkıları altın çağına özgüydüler. 20 Endüstri öncesinde kalml§ kasabalarda, zanaatkar ve evde çalı§an i§çi toplulukları, Protestan mezhepçiliğinin Jakoben radikalizmiyle, Bunyan ve John Calvin'in Tom Paine ve Robert Owen ile birle§tiği, iriSanların kendi kendilerini yeti§tirmenin bir yolu olarak yoğun bir yazılı kültür geli§tirdiler. Kütüphaneler, §apeller ve enstitüler, 'meraklı' zanaatkil.nn içinde abartılı çiçekler, güvercinler ve köpekler yeti§tirdiği bahçeler ve kafesler, bu kendine güvenen, militan vasıflı irısanlarla dolup ta§tL İngiltere'de Norwich, sadece tanrıtanımaz ve cumhuriyetçi ruhuyla değil, kanaryalarıyla da ünlüydü ve bugün de öyledir. Fakat endüstriyel ya§ama uyarlanan eski halk §arkılan (belki Amerika Birle§ik Devletleri di§ında), . demiryolunun ve demir çağının etkisinden kendini kurtararnadı ve eski keten dokumacıların Dunfermline'ı gibi, eski vasıflı iriSanların olu§turduğu topluluklar, fabrikanın ve makinenin ilerlemesi kar§ısında tutunamayıp, 1840'tan sonra yıkılıp gittiler. Yine de, eski kültürün yerine fazla bir §ey konmadı. Örneğin İngiltere' de tamamıyla endüstrile§mi§ yeni ya§am örüntüsü, 1870'lere ve80'lere kadar tam anlamıyla ortaya çıkmadı. Eski geleneksel ya§am tarzlannın içine dü§tüğü bunalımdan sonraki dönem, çalı§an yoksullar için son derece kasvetli geçmi§ bir çağın pek çok bakımdan en beter bölümünü olu§turdu. Büyük kentler de ele aldığımız dönemde -daha küçük topluluklarda olduğu gibi, kendilerinin yarattığından ba§ka zorunlulukla ticari- bir popüler kültür geli§tiremediler. Büyük kentte, özellikle de ba§kentte, her ne kadar çoğunlukla aristokrasinin gereksinimleri için olsa da, epeydir yoksulların ya da 'küçük insanlar'ın da kültürel gereksinimlerini kar§ılayan önemli kurumlar bulunduğu doğrudur. Ancak bu kurumlar, halk sanatlarının evrimine katkılan çoğun lukla gözardı edilmi§ olan esas olarak onsekizinci yüzyılın ürünleriydiler. Viyana'daki halkın gittiği mahalle tiyatrosu, İtalyan kentlerindeki lehçelerin kullanıldığı tiyatrolar, (saraydan farklı olarak) halk operaları, commedia dell'arte ile gezgin mim gösterileri, boks ya da ko§u müsabakaları ya da İspanyol boğa güre§lerinin demokratikle§mi§ yorumları· onsekizinci yüzyı'Boğa
güre§inin özgün yorumu §Övalyece olurdu ve bağayla esas dövü§ecek olan kimse at onsekizinci yüzyılda Randalı bir dülgere atfedilir.
sırtmda bulunurdu; atın sırtından inilerek boğanın öldürülmesi i§i,
298 DEVRiM ÇAGI lın ürünleriydi;
resimli broadsheetler ile chapbook ise çok daha eski dönemlere aitti. Büyük kentteki gerçekten kentsel nitelik ta§ıyan yeni eğlence biçimleri, toplumsal bakımdan örgütsüz çalı§an yoksullar için giderek laik bir rahatlama, dirılenme merkezleri haline gelen tavernaların ya da meyhanelerirı yan ürünleriydi ve zanaatkar loncaları, sendikalar ile ritüele§mi§ 'dostluk cemiyetleri', göreneğin ve geleneksel kutlamaların son kentsel kalesirıi koruyup sürdürdüler. Tavernalardan 'müzik salonları' ve dans salonları doğacaktı; fakat, ilk doğu§ belirtileri daha 1830'larda ortaya çıkml§ olmakla birlikte, 1848'e gelirıdiğirıde İngiltere'de bile kendilerini göstermi§ değillerdi. 21 Diğer yeni büyük kent eğlence biçimleri, her zaman gezgin eğlendiricHerin de içirıde hissesirlin bulunduğu panayırlardan ve fuarlardan geli§ti. Büyük kentte panayır, her zaman belli yerlerde yapılır hale geldi; ve 1840'larda belli bulvarlar üzerinde sokak gösterilerinirı, tiyatroların, i§portacıların, yankesicilerin ve arahacı çocukların olu§turduğu ke§meke§, Paris'irı romantik aydınlanna esin, halka ise zevk veriyordu. Endüstrinin, esas olarak yoksulların olu§turduğu piyasa içirı ürettiği bireyselle§mi§ birkaç malın biçim ve süslemelerinde halkın zevki ön planda tutulmu§tU: Reform Yasası'nın anısına yapılmı§ ya da üzerirıde Wear nehrincieki demir köprünün ya da Atlantik'i geçen üç muhte§em kaptanın resimlerinin bulunduğu testiler; devrimci duyarlılığı, yurtseverliği ya da namlı suçlan ölümsüzle§tiren halk kitapları ve kentli yoksulların satın alabileceği türden birkaç mobilya ve giysi. Fakat bir bütün olarak kent, özellikle de yeni endüstri kenti, giderek yayılan yapıla§ma hastalığı, bütün doğal ya§amı zehirleyen dumanlar ve orta sınıfların her fırsatta dayattığı durmadan çalı§ma zorunluluğu kar§ısında -açık alanlar ve tatiller gibisahip olduğu birkaç ho§luğu da yitiren sıkıcı bir yer olarak kaldı. Ana caddelerin §urasında burasında yanan gaz lambalan, vitrinler, modern kentte gecenin canlı renkleriniri ilk habercileriydi. Fakat modern büyük kentin ve modern kentli popüler ya§am tarzlannın ortaya çıkması için ondokuzuncu yüzyılın ikinci yansını beklemek gerekiyordu. Ve ancak o zaman yıkım engellendi, daha doğrusu uzak tutulabildi.
15 Bilim
Bizlerden çok önce bilimin ve felsefenin tiranlara karşı sa~aş verdiğini hiçbir zaman unutmayalım. Devrim, onların ısrarlı çabalarının ürünüdür. Özgür ve vefakar insanlar
olarak bilimi ve felsefeyi ebediyen bağTırmza basmarmz gerekiyoı: Çünkü bizlerin ele geçirdiği özgürlüğü, bilim ve felsefe koruyacaktır. Bir Konvansiyon üyesi 1
"Bilimin sorunları" dedi Goethe, "çoğu zaman mesleki yaşamla ilgili sorunlanlır. Yapılacak bir keşif, insanın ünlü ve zengin bir yurttaş olmasını sağlayabilir ... Yeni gözlenmiş her görüngü, bir keşif ve lıer keşif bir mülktür. Birinin rrılı!ına mülküne dokunun bakalım; sirıirleıirıin nasıl dikildiğini görürsünüz. " 21 Aralık 1823 tarihli Eckermann ile yazl§malar
I Sanatlada bilimler arasında bir ko§utluk kurmak, her zaman tehlikeli bir i§tir; çünkü bu ikisinin, içinde geli§tikleri toplumla ili§kileri tümüyle farklıdır. Ne var ki bilimler de, kısmen kendilerinden yeni özel talepler bulunduğundan, kısmen de önlerine gerekyeni olanaklar çıkardığından gerekse onları yeni sorunlarla kar§ı kar§ıya bıraktığından ve kısmen de varlığı yeni dü§ünce biçimleri önerdiği için, kendi yoUarında bu çifte devrimi yansıtmı§lardır. ı 789 ile ı848 arasında bilimlerin kaydettiği ilerlemenin, sadece çevrelerini saran toplumda ortaya çıkan hareketlere göre çözümlenebileceğini kastetmiyorum. İnsan etkinliklerinin çoğunun, hareketlerinin en azından bir bölümünü belirleyen kendi iç mantıkları vardır. Neptün gezegeni ı846'da bulunurken, bunun nedeni astronomi d!§ındaki bir §eyin bu ke§fe yol açın!§ olması değil, Bouvard'ın ı82ı'de hazırlaml§ olduğu çizelgelerin, ı 78ı'de bulunan Uranüs gezegeninin yörüngesinin beklenmedik sapmalar gösterdiğini tanıdamı§ olmasından; ı830 sonlarında da bu sapmaların artmasından ve deneysel olarak bilinmeyen bir gök cisminin varlığına yorulmu§ olmasından ileri gelmi§tir. Buna kar§ın,
300 DEVRiM ÇAGI
saf bilimin apak olduğuna tutkuyla inanan biri bile, bilimsel dü§üncenin en azından (bilim adamları, hatta en dünya dl§ı matematikçiler bile, onları da içine alan bir dünyada ya§adıklanndan) bir bilimin kendi alanı dl§ında kalan meselelerden etkilenebileceğinin farkındadır. Bilimin ilerlemesi, her evresinde gizli ya da açık olarak önceden kendi içinde varolan sorunların çözümlenmesi ve bunun da yeni sorunlar içeren yeni bir evreye yol açması biçiminde basit, düz bir çizgi izlemez. Bilim aynı zamanda yeni sorunların, eski sorunlara yeni bakl§ biçimlerinin, eski sorunlan yeni ele alma ve çözme biçimlerinin ya da yeni kurarnsal ve pratik ara§tırma araçlannın ke§fedilmesiyle de ilerler. ݧte burada dı§ etkenierin dü§Ünceyi uyardığı ve biçimlendirdiği çok geni§ bir alan kar§ımıza çıkmaktadır. Eğer ele aldığımız dönemde gerçekte çoğu bilim basit düz bir yol izlemi§ olsaydı (temelde Newtoncu çerçevede kalmaya devam eden astronomi örneğinde olduğu gibi), bu konu çok da önemli olmayabilirciL Fakat, göreceğimiz gibi, ele aldığımız dönem, (matematikte olduğu gibi) belli dü§ünce alanlarında yeni köklü kopu§ların ya§andığı, (kimya gibi) o zamana dek uyuklayan bilimlerin uykularından uyandıkları, Oeolojide olduğu gibi) yeni bilimlerin ortaya çıktığı ve (toplum ve biyoloji bilimlerinde olduğu gibi) ba§ka bilimiere yeni devrimci dü§üncelerin girdiği bir dönem Olmu§tur. Bilimsel geli§meyi biçimlendiren bütün dı§ etkenler gibi, devletin ya da endüstrinin bilim adamlarından doğrudan talepleri de [iç etkeniere göre] daha az önemli etkenler arasında yer almaktaydı. Fransız Devrimi, bilim adamlarını seferber etmi§; Geometrici ve mühendis Lazare Camot'u, Jakobenlerin sava§ i§lerinin ba§ına getirmi§, matematikçi ve fizikçi Monge'yi (1 792-3'te Donanma Bakanlığı yapml§tı) ve matematikçilerle kimyacılar dan kurulu bir ekibi, sava§ gereçlerinin üretilmesinden sorumlu yapml§tı (Daha önce de kimyacı ve iktisatçı Lavoisier'e, ulusal gelirin ölçülmesine yarayacak bir çizelge olu§turma görevi vermi§ti). Belki de, modem olsun olmasın tarihte ilk kez eğitimli bilim adamı bu sıfatla hükümete girmekteydi; ancak bunun, bilimden çok devlet için önemi daha büyüktü. İngil tere'de dönemin büyük endüstrileri, pamuklu kuma§lar, kömür, demir, demiryolu ve gemicilikti. Bu endüstrileri devrimcile§tiren, kılgıl yanları çok geli§mi§ adamların becerileriydi. İngiliz demiryolu devriminin kahramanı George Stephenson idi. Bu adam bilim konusunda hiçbir §ey bilmeyen, ama bir makinenin nasıl çah§tığının adeta kokusunu alan biriydi; bir teknoloji uzmanı olmaktan çok olağanüstü bir zanaatkardı. Babbage gibi demiryollarına yararlı olmaya çall§an bilim adamlarının çabalan ya da Brunel gibi bu çabaları salt ampirik değil ussal temellere de oturtan bilimsel mühendislerin gayretleri hiçbir sonuç vermedi.
BiliM 301
Öte yandan bilim, bilimsel ve teknik eğitimdeki göz alıcı ilerlemenin ve ele aldığımız dönemde ortaya çıkmı§ olan bilimsel ara§ tırmaları destekleme yönündeki daha az göz alıcı giri§imlerin büyük yararını gördü. Çifte devrimin etkisi burada en açık biçimiyle kendini göstermektedir. Fransız Devrimi, -her tür teknisyenin okuyacağı bir okul olması amaçlananEcale Polytechnique'i (1795) ve esas olarak orta ve yükseköğrenim reformunun bir parçası olarak Napoleon tarafndan ortaya konan Ecole Nomıale Superieure'un ilk taslağını kurarak ülkedeki bilimsel ve teknik eğitimi dönü§türdü. Yine Fransız Devrimi, tavsamı§ olan kraliyer akademisini yeniden canlandırdı (1 795) ve Ulusal Doğa Tarihi Müzesi (1 794) içinde, fizik bilimleri dı§ındakiler içirı ilk gerçek ara§tırma merkezini kurdu. Ele aldığımız dönem boyunca Fransız biliminin dünya çapındaki üstünlüğü, neredeyse kesin olarak, Napoleon sonrası dönemdeki bu üç büyük kurumdan (bilhassa Jakobenliğin ve Liberalizmin çalkantılı merkezi olan) Polytechnique'den ve büyük matematikçilerin ve kuramsal fizikçilerin benzersiz üretkenliklerirıden ileri gelmekteydi. Politekniğin; Prag, Viyana, Stockholm, St. Petersburg ve Kopenhag'da, Almanya ve Belçika'nın tümünde, Zürich ve Massachussetts'de örnekleri kuruldu (ama İngiltere'de açılmadı). Fransız Devrimi'nin yarattığı sarsıntı, Prusya'yı eğitimdeki uyu§ukluğundan uyandırdı ve Prusya'daki canlanmanın bir parçası olarak kurulan yeni Berlin Üniversitesi (1806-10), bütün Alman üniversitelei için model haline geldi. Aynı §ekilde, Alman üniversiteleri bütün dünyadaki akademik kurumlara örnek oldu. Siyasal devrimin ne kazandığı ne de kaybettiği İngiltere'de, bu kez de buna benzer reformlar ortaya çıkmadı. Fakat Henry Cavendish'in ve James Joule'inki gibi özellaboratuvarların kurulmasını sağlayan ülkedeki muazzam zenginlik ve genelde orta sınıf üyesi zeki insanların bilimsel ve teknik eğitim yönünde yaptıkları baskı, benzeri sonuçlar yarattı. Maceracı bir ruha sahip peripatetik bir aydınlan macı olan Kont Rumford, 1799'da Kraliyer Enstitüsü'nü kurdu. Bu kurumun dindı§ı ki§iler arasındaki §öhreti, esas olarak burada yapılan ünlü halka açık konu§malara dayanmaktaydı; fakat gerçek önemi, deneysel bilime (örneğin Humphry Davy ve Michael Faraday gibi ki§ilerin çalı§ma larına) sağladığı büyük olanaklarda yatmaktaydı. Aslında bu kurum, ara§tırına laboratuvarının ilk örneğiydi. Birmingham Ay Derneği ve Manchester Yazın ve Felsefe Topluluğu gibi bilimi yüreklendiren kurumlar, ta§radaki sanayicileri de harekete geçirdi: Atom kuramının yaratıcısı John Dal ton, bu ikincilerdendi. Londra' da Benthamcı Radikaller, teknisyenler için bir okul olan Londra Makirıe Enstitüsü'nü -bugünkü Birkbeck Koleji-ve Oxford ile Cambridge'in uyu§ukluğuna seçenek olarak Londra Üniversi-
302 DEVRiM ÇAGI
tesi'ni (1831), dejenere olmu§ Royal Society'nin aristokrat tembelliğine Bilim Geliştirme Derneği'ni kurdular (ya da devralarak bu kanala çevirdiler). Bunlar, kendi ba§ına bir amaç olarak safbilgiye ula§mayı amaçlayan kurumlar değildi; belki de safbilimsel ara§tırma kurumlannın bu denli yava§ ortaya çıkmalannın nedeni buydu. Almanya'da bile üniversitede ilk kimya ara§tırma laboratuvarı (Giessen'deki Liebig laboratuvarı) 1825'e kadar kurulamadı (Bu laboratuvarın ilhamını Fransa'dan aldığını söylemeye bile gerek yok). Fransa'da ve İngiltere'de olduğu gibi teknisyen; Fransa ve Almanya'da olduğu gibi öğretmen yeti§tiren ya da gençlere ülkelerine hizmet ruhu a§ılayan kurumlar da vardı. nedenle devrim çağı, bilim adamlarının, alimierin sayısının artması nı ve bilimin üretkenliğinin yükselmesini sağladı. Ayrıca bu çağda bilimin coğrafi evreninin ikiyoldan geni§lediği görüldü. Birincisi; tam da ticaret ve sÖmürü süreci, dünyanın yeni alanlarını bilimin önüne sermekte ve bu konudaki dü§ünceleri harekete geçirmekteydi. Dönemimizin en büyük bilimsel kafalarından biri olan Alexander von Humboldt (1769-1859), (gerçi bütün bilgisinin en soylu sentezi olan Kosmos'u (1845-59) belli disiplinlerin sınırları içersine hapsetmek olanaksızdır, ama) bilime katkıla rını coğrafya, etnografya ve doğa tarihi alanlarında yorulmak bilmez bir gezgin, gözlemci ve kurarncı olarak yapml§tır. İkincisi; bilimin evreni geni§leyerek, o zamana dek bilime yok denecek kadar az katkıları olmu§ halkları ve ülkeleri de kucakladı. Sözgelimi 17 50' de bir büyük bilim adamları listesi yapılsa içinde Fransız, Breton, Alman, İtalyan ve İsviçreli olmayan pek az kimse yer alırdı. Oysa ondokuzuncu yüzyılın ilk yarısına ait büyük matematikçilerden olu§an çok kısa bir listede bile Norveç'ten Henrik Abel, Macaristan'dan Janos Bolyai, hatta Kazan gibi uzak bir kentten Nikolai Lobachevsky yer almaktadır. Yine burada da bilim, devrim çağının çarpıcı bir ürünü olarak Batı Avrupa d1§ındaki ulusal kültürlerin yükSeli§ini yansıtmaktadır. Bilimin yayılmasın daki bu ulusal öge de, aynı zamanda 'Onyedinci ve onsekizinci yüzyılların küçük bilimsel topluluklarının son derece tipik bir özelliği olan kozmopolitanizmin gerilediğini göstermekteydi. Basel'den kalkıp St. Petersburg'a giden, oradan Berlin' e geçen ve sonra Büyük Ka terina'nın sar~yına dönen Euler gibi uluslararası üne sahip gezginler çağı, eski rejimlerle birlikte geride kalmı§tı. Bundan böyle bilim adamı, kısa geziler dı§ında kendi dil alanında kalacak ve meslekta§larıyla, bu dönemin son derece tipik ürünlerinden biri olan Proceedings of the Royal Society (1831, Comptes Rendus de 1'Academie des Sciences (183 7), Proceedings of the American Philosophical Society (1838) gibi bilimsel dergiler ya da Crelle's Journal für Reine und kar§ı da İngiliz
o
BiliM 303
Angewandte Mathematik yada Annales de Chimie et de Physique (1797) gibi yeni çıkan uzmanla§mı§ gazeteler aracılığıyla ileti§im kuracaktı.
II Çifte devrimin bilimler üzerinde yarattığı etkinin doğ~sını değerlendirme ye geçmeden önce, bilimlerde olup bitenlere kısaca bir göz atalım. Bütün olarak bakıldığında klasik fizik bilimlerde devrimci bir deği§iklik olmadı. Yani, ya onsekizinci yüzyılda yapılmı§ ara§tırmalann izinden giderek ya da daha önceden yapılmı§ böl ük pörçük bulguları geni§letip bunları daha geni§ kuramsal sistemler içersinde e§leyerek, Newton'un kurduğu temel referans çerçevesi içersinde kaldılar. Bu yolla kapıları açılan yeni alanlar arasında en önemlisi (ve en dolaysız teknolojik sonuçlar yara tanı) elektrik, daha doğrusu elektro manyetik oldu. Bu alanda (dördü bizim dönemimizde olmak üzere) be§ tayin edici tarih göze çarpmaktadır. Galvani'nin elektrik akımını bulduğu 1786, Volta'nın bataryayı yaptığı1799, elektrolizin bulunduğu 1800, Oersted'in elektrikle manyetizm arasındaki bağlan tıyı ortaya çıkardığı ve Faraday'ın bu güçler arasındaki ili§kiyi kurduğu ve kendini, bir raslantı eseri modern çağın habercisi olan fizik bilimlerine (mekanik itme ve çekme kavramlarından çok 'alanlar' kavramına göre dü§ünülmü§) bir yakla§ımın öncüsü olarak bulduğu 1831. Bu yeni kuramsal sentezlerin en önemlisi, termodinamik yasalarının, yani ısı ile enerji arasındaki ili§kinin yasalannın bulunmasıydı. Astronomi ve fizik bilimlerini modern bilim haline getiren devrim, onyedinci yüzyılda meydana gelmi§ti; kimyayı yaratan hareket, dönemimizin ba§lannda istim üzerindeydi. Bütün bilimler arasında endüstriyel uygulamalarla, özellikle de tekstil endüstrisinin beyazlatma ve boyama i§lemleriyle en yakın ve dolaysız ili§kisi olan bilim kimyaydı. Ayrıca kimyanın yaratıcıları sadece, (Manchester Yazın ve Felsefe Derneği'nden Dalton ve Birmingham'dakiAy Derneği'nden Priestley gibi) diğer pratik kafalı adamlarla bağlantılı pratik kimseler değil, ılımlı da olsalar zaman zaman siyasal devrimcilerdi. Bunlardan ikisi, Fransız Devrimi'nin kurbanı oldular; Priestley, Devrime a§ırı yakınlık besledi diye Tory yanlısı ayaktakımının elinde, büyük Lavosier ise Devrime yeterince yakınlık duyınadığı için, daha doğrusu büyük bir i§adamı olduğundan giyotinde can verdi. Fizik gibi kimya da bariz biçimde bir Fransız bilimiydi. Kurucusu Lavoisier (1743-94) temel eseri Traiti Elementaire de Chimie'i tam devrimin olduğu yıl yayımladı. Ba§ka ülkelerde -hatta ileride kimyasal ara§· tırmaların belli ba§lı merkezlerinden biri durumuna gelecek olan Almanya
304 DEVRiM ÇAGI
gibi ülkelerde de- gözlenen kimyasal ilerlemelerin, özellikle düzenli kimyasal ara§tırmaların esin kaynağı Fransa idi. 1789'dan önceki büyük ilerlemeler, yanma gibi belli temel kimyasal i§lemleri ve oksijen gibi bazı temel elementleri açıklamak suretiyle ampirik deney yığını içinde belli elementleri düzene sokmaktan olu§maktaydı. Aynı zamanda kesin nicelik ölçümleri ve konuyla ilgili daha ba§ka yapılacak ara§tırmalarla ilgili bir program olu§turuldu. İlk olarak Dalton (1803-10) tarafından ortaya atılmı§ olan ya§amsal önemde bir atom kuramı dü§üncesi, kimyasal bir formülün bulunmasına ve bu sayede kimyasal yapıların incelenmesine olanak sağladı. Bunu, yığınla yeni deney sonuçları izledi. Ondokuzuncu yüzyılda kimya en etkili bilimlerden biri haline gelecekti ve bunun sonucunda -her dinamik konuda olduğu gibi- çok sayıda yetenekli insanı kendine çekecekti. Ne var ki kimyanın havası ve yöntemleri, büyük oranda onsekizinci yüzyıl ölçüleri içersinde kaldı. Ancak kimyanın devrimci bir sonucu oldu: Ya§ amın organik olmayan bilimler açısından da çözümlenebileceği. Lavoisier, soluk almanın bir oksijen yakma edimi olduğunu buldu. Woehler, (1828'de) o zamana dek sadece canlı varlıklarda kar§ıla§ılan bir bile§iğin -üre- laboratuvarda sentezinin yapılabileceğini buldu; böylelikle organik kimya diye dev bir alan açıldı. Ne var ki, ilerlemenin önünde büyük bir engel olu§turan canlı maddenin temelde canlı olmayan maddeden farklı doğa yasalarına uyduğu inancı ciddi bir darbe yemi§se de, ne mekanik ne de kimyasal yakla§ım henüz biyoloğun daha ileri gitmesine olanak verecek durumdaydı. Biyolojinin bu dönernde elde ettiği en esaslı ilerleme, Schleiden ve Schwann'ın bütün canlı varlıkların hücrelerden olu§tuğunu bulmaları oldu (1838-9), ki bu bulu§ biyoloji açısından atom kuramma e§değer deydi. Ancak yetkin bir biyofizik ve biyokimya daha uzun bir süre ortaya çıkmayacaktı.
Bundan da daha derin, ama konunun doğasından ötürü kimyadaki devrim kadar belirgin olmayan bir devrim de matematik alanında ya§andı. Onyedinci yüzyılın referans çerçevesinden çıkamayan fizikten ve onsekizinci yüzyılda ortaya çıkan uçurum nedeniyle geni§ bir yüzeye yayılmı§ olan kimyadan farklı olarak matematik, ele aldığımız dönemde, hfila aritmetiğe ve düzlem geometrisine egemen olan Yunanlıların dünyasının ve analize egemen olan onyedinci yüzyıl dünyasının çok ötesine geçip tümüyle yeni bir evrene girdi. Birkaçı dı§ında matematikçiler, çok deği§kenli denklemler kuramıyla (Gauss, Cauchy, Abel, Jacobi), kümeler kuramıyla (Cauchy, Galois) ya da vektörler kurarnıyi (Hamilton) bilime gelen yeniliğin ne denli derin olduğunun farkındaydıla. Fakat Rusya' dan ·
BiLiM 305
Lobachevsky'nin (1826-9) ve Macaristan'dan Bolyai'nin (1831) en kalıcı zihinsel kesinliklerden biri olan Euklides geometrisini yıkmalarının yarattığı devrimin etkisini matematikçi olmayanlar bile anlayabilir. Euklides mantığının bütün o ha§metli ve sarsılmaz yapısı, birbirine paralel doğrı.ı lann asla kesi§meyecekleri aksiyomu gibi ne kendiliğinden açık ne de kanıtlanabilir olan belli varsayımlara dayanmaktadır. Oysa bugün, örneğin (Lobachevsky, Bolyai) bir P noktasından, L dağrusuna paralel sonsuz sayıda doğru çizilebilir; ya da (Riemann) P noktasından, L dağrusuna paralel hiçbir doğru çizilemez gibi tamamen ba§ka varsayımlar üzerine e§it oranda mantıksal bir geometri olu§turmak olanaklıdır; yeter ki gerçek ya§amda bu kuralların uygulanabileceği yüzeyler olu§turabilelim (Örneğin dünya, bir küre olduğundan, Euklidesçi varsayımlara değil, Riemanncı varsayımlara uymaktadır.) Fakat ondokuzuncu yüzyılın ba§lannda bu varsayımlarda bulunmak, gezegenler sisteminin merkezine dünyanın yerine güne§i koyınak kadar entelektüel cesaret isteyen bir i§ti.
III Matematikteki devrim, günlük ya§amdan uzaklıklanyla ünlü konularda uzman olan birkaç ki§i dı§ında, kimse tarafından farkedilmeden geçti. Öte yandan, gözle görülür biçimde kötü yönde etkilendiklerine inanıldı ğından, toplum bilimlerinde ya§anan devrimin meslek dı§ından kimselerin gözünden kaçması neredeyse olanaksızdı. Thomas Love Peacock'un romanlanndaki amatör bilim adamlan ve alimler, yakınlık duygusu uyandıran, sevimli gülünçlükleri olan kimselerdi; Steam Intellect Society'nin propagandacılan ve iktisatçılan içinse aynı §ey söylenemez. Akı§lan sırasında bir noktada bulu§arak, toplum bilimlerinin en kapsamlı bile§imi olan Marksizmi ortaya çıkaracak olan iki devrim vardı. Onyedinci ve onsekizinci yüzyıl ussalcılarının parlak bir devamı olan ilki, fizik yasaların bir dengini insan toplulukları için ortaya koydu. İlk zaferi, 1789'da zaten hayli ilerleme kaydetmi§ olan ekonomi politikin sistematik bir tiimdengelim kuramını kurması oldu. Öz olarak dönemimize ait ve romantizmle yakından ili§kili olan ikincisiyse, tarihsel evrimin bulunmasıydı (Aynı zamanda yukarıdaki 23 7-9. ve 244-5. sayfalada kar§ı la§tırın).
Klasik ussalcıların en cüretkar yeniliği, mantıksal olarak zorunlu yasa- . lara benzer bir §eyin, insanın bilinci ve özgür kararı için de geçerli olduğunu göstermeleriydi. 'Ekonomi politiğin yasaları', bu türdendi. Bu yasaların tıpkı (sık sık mukayese edildikleri) yer çekimi yasaları gibi beğeni konusu
306 DEVRiM ÇAGI olmadıkları inancı, ondakozuncu yüzyıl ba§larındaki kapitalistlere amansız bir kesinlik gibi görünüyordu ve romantik m uarızlarının da aynı oranda acımasız bir ussalcılık kar§ıtlığıyla kar§ılık verınelerine yol açtı. Çıkarırnla
rını dayandırdıkları postulaların evrenselliğini, 'diğer
§eyler'in 'e§it' kalma ve kendi zihinsel yeteneklerini ne kadar abartmı§ olsalar da, iktisatçılar ilke olarak elbette haklıydılar. Eğer bir kentin nüfusu iki katına çıkml§, konutların sayısı da artmaml§sa, bu durumda (diğer etkenler e§it kalmak ko§uluyla) insanlar istese de istemese de kiralar yükselecektir. Ekonomi politiğin tümdengelirnci uslamlama sistemine, özellikle İngiltere'de (ama giderek azalan ölçülerde olsa da onsekizinci yüzyılın eski bilim merkezleri Fransa, İtalya ve İsveç'te de) gücünü veren bu tür önerınelerdi. Gördüğümüz gibi, ekonomi politik en büyük zaferini 1776'dan 1830'a kadarki dönemde elde etti (Yukarıdaki 23 7. sayfaya bakın.) Matematik olarak ifade edilebilir nüfus artl§ı oranlarıyla geçimaraçları arasında mekanik, neredeyse kaçınılmaz bir ili§ ki kurmayı amaçlayan bir nüfus kuramının ilk kez sistemli olarak ortaya konmasının da bunda payı vardı. T. R. Malthus'un Essay on Population'ı (1 798), birinin çıkıp da yoksulların her zaman yoksul kalmaları gerektiğini ve cömertlik ile iyilikseverliğin onları daha da yoksul yapacağını kanıtlaml§ olmasının verdiği CO§kuyla savunucularının iddia ettiği kadar özgün ve zorlayıcı bir tez içerıniyordu. Kitabın önemi, ortalama entelektüel değerinde değil, cinsel kararlar gibi son derece bireysel ve kaprisli bir grup kararı bilimsel olarak ele alma, toplumsal bir görüngü olarak görme iddiasına sahip çıkmasında yatmaktadır. Matematik yöntemlerin topluma uygulanması bu dönemde bir ba§ka ilerlemeye daha yol açtı. Burada da yolu açanlar, (hiç ku§kusuz Fransız eğitiminin zengin matematik ikliminin de yardımıyla) Fransızca konu§an bilim adamlan oldu. Örneğin Belçikalı Adolphe Quetelet, çağ açan kitabı Sur l'Homme'da (1835), insan özelliklerinin istatistiksel dağılımının bilinen matematik yasalara uyduğunu ve buradan yola çıkarak toplum bilimlerini fizik bilimlerinin içine dahil etmenin olası olduğunu a§ırı bir güvenle ortaya koydu. İnsan toplulukları üzerinde istatistiksel geneliemelerde bulunma ve sağlam öngörüleri bu genellernelere dayandırma olasılığı, olasılık kurarncıları (Quetelet, toplum bilimlerine yakla§ırken buradan hareket etmekteydi) ve sigorta §irketleri gibi buna bel bağlamı§ pratik kafalı ki§iler tarafından çok uzun süredir bilinmekteydi. Fakat Quetelet ve bir grup çağda§ parlak istatistikçi, antropometreciler ve toplumsal ara§tırmacılar, bu yöntemleri çok daha geni§ bir alana uyguladılar ve bugün bile toplumsal görüngülerin ara§ tmlmasındaki en önemli matematik aracı yarattılar. olasılığını
BiLiM
307
Toplum bilimlerindeki bu geli§ meler, (daha önce kuramsal olarak sağ lanan ileriemelerin izinden gidilerek) tıpkı kimyada olduğu gibi, devrimci sonuçlar yarattı. Fakat aynı zamanda toplum bilimleri, biyoloji bilimlerini, hatta jeoloji gibi fizik bilimleri besieyecek olan tamamen yeni ve özgün bir ba§arı da sağladı. Bu, tarihin, olayların zamandizinsel olarak sıralanma sından ibaret olmadığı, mantıksal bir evrim sürecine sahip olduğunun ke§fedilmesiydi. Bu yeniliğin çifte devrimle bağlantıları, temellendirilmeye bile gerek kalmayacak kadar açıktır. Öyleki, (1830'da A. Comte'un bulduğu sözcükle) toplumbilim denen §ey, doğrudan kapitalizmin ele§tirisinden doğdu. Normalde toplumbilimin kurucusu kabul edilen Comte, meslek ya§amına ütopyacı sosyalizmin öncüsü Kont Saint-Simon'un* özel sekreteri olarak ba§ladı ve toplumbilimin en heybetli kurarncısı olan Karl Marx, kuramını esas olarak dünyayı deği§tirmenin bir aracı olarak gördü. Tarihin akademik bir konu olarak ortaya çıkı§ı, toplum bilimlerin tarihle§mesinin belki de en az önem ta§ıyan yanıdır. Ondokuzuncu yüzyılın ilk yarısında Avrupa'yı bir tarih yazma salgınının sardığı doğrudur. Geçmi§i hakkında cilder dolusu §ey yazarak dünyalarını anlamlandırmaya çall§an bunca insan, belki de ilk kez görülüyordu: Rusya'da Karamzin (1818-24), İsveç'te Geijer (1832-6), Bohemya'da Palacky (1836-67), her biri kendi ülkelerindeki tarihyazımını kuran ki§ilerdir. Bugünü geçmi§ aracılığıyla anlama dürtüsü, özellikle Fransa'da çok güçlüydü ve bu ülkede Devrim, çok geçmeden Thiers'in (1823, 1843), Mignet'in (1824), Buonarroti'nin (1828), Lamartine'in (1847) ve büyük Jules Michelet'in yoğun ve taraflı incelemelerine konu oldu. Bu, tarihyazımının kahramanlık çağıydı; ama Fransa'da Guizot, Augustin Thierry ve Michelet'in, Danlı Niebuhr'un ve İsveçli Sismodi'nin, İngiltere'de Hallam, Lingard ve Cariyle'ın ve sayısız Alman profesörünün eserlerinden bugüne tarihsel belge, yazın ya da kimi zaman bir dahinin notları dl§ında bir §ey kalmadı. Bu tarihsel uyanı§ın en kalıcı sonuçları, belgelerne ve tarih tekniği alanlarında gerçekle§ti. İster yazılı ister yazısız olsun geçmi§in kalıntıla rının toplanması, evrensel bir tutku halini aldı. Belki de bu, (her ne kadar en önemli uyarıcısı milliyetçilik de olsa) bir bölümüyle günün tam gaz saldırılarına kar§ı geçmi§i koruma gayretiydi (O zamana dek uyanma~ mı§ uluslarda tarihçiler, sözlükçüler ve halk §arkılannı derleyenler, çoğu zaman tam da ulusal bilincin kurucusu oldular.) Bu anlamda Fransızlar Ecole des Chartes'lerini (1821), İngilizler Public Record Office'i (1838) • Gördüğümüz gibi Saint-Simon'un fikirleri kolayca sınıflanabilecek türden olmamakla birlikte onu ütopyacı bir sosyalist olarak adlandıran yerle§ik alı§kıdan vazgeçmek bana bilgiçce bir tutum gibi görünüyor.
308 DEVRiM ÇAGI
kurdular; Alınaniarsa Monumenta Germarıiae Historiae'yi (1826) yayım lamaya ba§ladılar; bu arada verimli bir yazar olan Leopold von Ranke (1 795-1886), tarihin, birincil kayıtların dakik ve titiz bir biçimde değer lendirilmesine dayanması gerektiğini ileri süren öğretinin temellerini attı. Ayrıca, gördüğümüz gibi (1 4. Bölümle kar§ıla§tırın), dilciler ve halk bilimcileri, dillerinin temel sözlüklerini hazırladılar ve halklarının sözlü geleneklerini derlediler. Tarihin toplum bilimlerine bu giri§inin en dolaysız etkisi, Friedrich Karl von Savigny'nin tarihsel hukuk okulunu kurduğu (1815) hukuk alanında; köktendindierin -özellikle D. F. Strauss'un Leben ]esu'sunda (1835)- tarihsel ölçütün ilahiyara uygulanmasından korkuya kapıldıkları ilahiyat alanında, ama özellikle yeni bir bilim olan filolojide görüldü. Filoloji esas olarak, §imdiye dek tarihsel yakla§ımın en cevval yayılma merkezi durumundaki Almanya' da geli§ti. Karl Marx'ın bir Alman olması raslantı değildir. Filolojiyi görünü§te uyaran etken, Avrupalı olmayan toplumların Avrupalılar tarafından istilası oldu. Sir William Jones'un Sanskritçeyle ilgili öncü ara§ tırmaları (1 786), İngiltere'nin Bengal'i istilasının; Champollion'un hiyeroglifi çözme çall§maları (konuyla ilgili ana eseri 1824'te yayımlandı), Napoleon'un Mısır seferinin bir sonucuydu; Rawlinson'un çivi yazısıyla ilgili açıklamaları (1835) ise, İngiliz sömürge memurlarının her yerde hazır ve nazır olmalarından kaynaklanmaktaydı. Fakat aslına bakılırsa filoloji, ke§if, betimleme ve sınıflandırmayla sınırlı değildi. Esas olarak Franz Bopp (1 791-1867) ve Griının karde§ler gibi büyük Alman alimlerinin elinde filoloji, böyle tanımlanmayı hak edecek ikinci bir toplum bilim halini aldı; yani insan iletişimi gibi oldukça kaprisli görünen bir alan için geçerli genel yasaları ke§feden ikinci bir toplum bilim (Birincisi, ekonomi politikti). Fakat ekonomi politiğin yasalarından farklı olarak filolojinin yasaları, özünde evrimsel olmaktan çok tarihsel yasalard ı.* Filolojinin temeli, çok geniş bir yelpaze olu§ turan Hint-Avrupa dillerinin birbirleriyle ilişkili olduklarının ke§fedilmesine dayanıyordu; varolan bütün yazılı Avrupa dillerinin, yüzyıllar içersinde dönü§üme uğraml§ olması ve olasılıkla hala uğruyor olması gerçeği de bu ke§fi destekliyordu. Sorun, sadece bilimsel kar§ıla§tırma yoluyla bu ilişkilerin kanıtlanması ve sınıflandırılması (ki bu, yaygın bir biçimde örneğin Cuvier tarafından kar§ıla§tırmalı anatomide yapılan bir i§ti) sorunu değildi. Aynı zamanda ·Matematik-fizik yöntemini, daha genel bir 'ileti§im kuramı'nın bir parçası olarak görülen dilbilime uygulama çabasının içinde bulunduğumuz yüzyıla kadar ortaya çıkmaını§ olması paradoksal bir durumdur.
BiLiM 309
ve esas olarak ortak bir atadan gelmi§ olması gereken bu dillerin tarihsel evrimini ortaya çıkarmaktı. Filoloji, evrimi tam da merkezine koyan ilk bilimdi. Kutsal Kitap'ın, dünyanın yaratılması ve ilk tarihi konusunda çok açıkken (ki biyologlar ve jeologlar bunun kendilerine neye mal olduklannı bilirlerdi) dilin tarihi konusunda görece suskun kalmı§ olması, bu açıdan bir talihti. Bunun sonucunda filoloğun Nuh tufanının altında kalması ya da Yaradılı§ I'de yer alan engellerle çelrnelenrnesi, rnutsuz rneslekta§lanyla kar§ıla§tınldığında daha az bir olasılıktı. Bu konuda Kutsal Kitap'ta tek bir açıklama vardı: "Ve bütün dünya tek bir dili konU§U· yordu." Fakat filoloji bir ba§ka bakımdan daha §anslıydı: Bütün toplum bilimleri arasında bir tek o, eylemlerinin özgürce yaptıkları seçimler dı§ında bir §ey tarafından belidendiği biçimindeki telkinlere her zaman kar§ı koyrnu§ insanlarla değil, böyle bir kar§ı koyma olasılığı olmayan sözcüklerle uğra§rnaktaydı. Bu sayede filoloji, bugün de tarihsel bilimlerin temel sorunu olan; gerçek ya§arndaki sayısız ve son derece kaprisli görünen bireysel çe§itliliğin, deği§rnez genel yasalardan nasıl türetileceği sorunuyla rahatça yüz yüze gelebildL Bopp, çoktandır fiil çekimlerinin kökenine ili§kin bir kurarn önerrni§ olmakla birlikte, öncü filologlar aslında dildeki deği§rneleri açıklamakta çok fazla bir mesafe kaydedernediler. Ancak Hint-Avrupa dilleri için bir tür soyağacı tablosu olu§turdular. Farklı dil ögeleri içinde birbirlerine göre deği§rne oranlarıyla ilgili çok sayıda türnevarırnsal geneliernelerde bulundular ve (Töton kökenden gelen bütün dillerin, sessiz harflerde belli deği§ikliklere uğradıklarını ve yüzyıllar sonra bir kısım Töton lehçesinin ba§ka bir deği§rneye uğradığını gösteren) 'Grirnrn Yasası' türünden çok geni§ bir alanı kucaklayan birkaç tarihsel genellerne yaptılar. Ancak, bütün bu öncü niteliğincieki açıklarnalarda filologlar, (dilin evrimi, sadece zamandizinsel bir süreklilik olu§ turmak ya da deği§rneleri kaydetmek meselesi olmadığından) dilin evriminin, bilimsel yasalara benzeyen genel dil yasalarıyla açıklanması gerektiinden bir an olsun ku§ku duymadılar.
IV Biyologlarla jeologlar, bu kadar §anslı değildi. Gerçi yeryüzü incelemelerinin (madencilik aracılığıyla) kirnyayla; ya§arnın incelenmesinin (tıp aracı lığıyla) fizyolojiyle ve (canlılardaki kimyasal ögelerin inorganik doğadaki kimyasal ögelerle aynı olduğu yolundaki hayati bir ke§if aracılığıyla) kirnyayla yakından ili§kisi vardı; ama onlar için de tarih, ba§lıca konuyu olu§turrnaktaydı. Ama Jeologlar için -örneğin toprak ve su dağılımının,
31 0 DEVRiM ÇAGI
dağların,
hepsinde önce de yer kabuğundaki tabbakaların nasıl açıkla ilgili- en açık sorunlar, herhalükarda tarihle ilgili sorunlardı. Jeolojinin tarihle ilgili sorunu yerkürenin evriminin nasıl açıklanacağı iken, biyolojinin tek bir canlının yumurtadan, tohumdan ya da spordan nasıl geli§tiğini ve türlerin evrimini açıklamak gibi tarihle ilgili ikili bir sorunu vardı. Bu-iki sorun, kaya tabakasının §U değil de bu bölümünde bulunan fosillerin sağladığı gözle görülür kanıtlarla bağlantılıydı. İngiliz akaçlama mühendisi William Smith, 1790'larda tabakaların tarihsel sırası nın, orada bulunan fosiliere göre yapılabileceğini ke§fetti; böylelikle Endüstri Devrimi'nin sağladığı kazı olanaklarıyla her iki bilimin geli§mesine ı§ık tutulmu§ oldu. Sorun, özllikle düzgün ama zaman zaman da savruk bir zoolog olan Comte de Buffon'un (Les Epoques de la Nature, 1778) hayvanlar alemi için bir evrim kuramı olu§turmasına meydan verecek kadar apaçık ortadaydı. Fransız Devrimi'nin gerçekle§tiği on yılda bu evrim kurarnları hızla zemin kazandılar. Derin dü§ünür Edinburghlu James Hutton (Theory of the Earth, 1795) ile yıldızı Birmingham Ay Derneği'nde parlamı§ ve ilk bilimsel eserini (Zoonomia, 1794) nazım biçiminde yazmı§, eksantrik biri olan Erasmus Darwin, dünya, bitkiler ve hayvan türleriyle ilgili tama yakın bir evrim kuramı ortaya koydular. Laplace (1796) bile güne§ sistemiyle ilgili, yakla§ık aynı tarihlerde filozoflmmanuel Kant ve Pierre Cabanis tarafindan da öngörülen bir evrim kuramı geli§tirdi ve insanın zihinsel yeteneklerinin kendi evrim tarihinin ürünü olduğunu dü§ündü. 1809'da Fransız Lamarck, kazanılml§ özelliklerin mirasla devralınmasına dayanan ilk büyük sistematik modem evrim kuramını ortaya attı. Ancak bu kurarnlardan hiçbiri ba§arı sağlayamadı. Gerçekten de, çok geçmeden bu kuramlar, "Vahye [İncil' e] bağlılıkta son derece kararlı olan" Quarterly Review gibi Tory yanlılarının güçlü direni§iyle kar§ıla§tı. 2 Nuh Tufanı ne olacaktı? Bırakalım insanı, [hayvan ve bitki] türlerin[in] bile tek tek yaratıldıktan hakkında söylenenler ne olacaktı? Hepsinden önce de toplumsal istikrar dü§ünülüyor muydu? Bunlar sadece basit rahiplerin ve daha az basit politikacıların dert ettikleri sorunlar değildi. Sistemli fos il incelemelerinin babası (Recherches sur les ossemens fossi/es, 1812) büyük Cuvier bile, Tanrı adına evrimi reddetti. Kutsal Yazı'nın ve Aristoteles'in dedikleriyle oynamak yerine, (biyolojik deği§meden farklı olarak, jeolojik deği§meleri yadsımak kolay olmadığından) bir dizi kıyameti jeoloji tarihi içinde ilahi yeniden yaratım biçiminde dü§ünmek daha uygun olurdu. Lamarck'ı, doğal seçim ilkesine dayanan Darwin'ininkine benzer bir evrim kuramı önererek yanıtlayan 'kötü adam' Dr Lawrence, muhafazanacağıyla
BiLiM 31 J karların haykın§ları kar§ısında
Natural History ofMan (1819)
adlı itabını
piyasadan çekmek zo.runda kaldı Lawrence, sadece insanın evrimi konusunu tartı§makta değil, aynı zamanda düşüncelerinin çağda§ toplum için yaratacağı sonuçlara i§aret etmek bakımından da akıllıca davranmamı§tı. Sözlerinden cayarak i§ini kurtardı; mesleki geleceğini garantiledi ve zaman zaman fesatçı eserini korsan biçimde yayırolayan cesur Radikal yayın cıları pohpohlayarak yaralı vicdanını rahatlattı. Jeolojide yetkin evrim kuramları, 1830'lara -ileride göreceğimiz gibi siyasi ya§amın soldan yana estiği döneme-, Kutsal Kitap'a dayanarak (Yaradılı§ I, 7-9) bütün minerallerin bir zamanlar dünyayı kaplayan sulu eriyiklerden meydana geldiğini ileri süren Neptüncülerin ve Cuvier'in umutsuz savını izleyen kıyametçilerin direni§ine son veren Lyell'in ünlü Principles of Geology'si yayımlanıncaya kadar Örtaya çıkmadı. Aynı on yılda Belçika'da ara§tırmalar yapan Schmerling ile, §ans eseri arkeoloji hobisini Abbeville'deki gümrük müdürlüğüne yeğleyen Boucher de Perthes, çok daha korku verici bir geli§menin habercisi oldular: Varlığı §iddetle reddedilmi§ olan tarih öncesi insana ait fosillerin bulunması.* Ama bilimdeki muhafazakarlık hala (1856'da N eanderthal insan keşfedi lineeye kadar), bu ürkütücü boyutta gelecek vaadeden bul u§ u, kanıtların yetersiz olduğu gerekçesiyle reddedebilecek kadar güçlüydü. Ama artık §unların kabul edilmesi gerekiyordu: (a) bugün etkin olan nedenler, zaman içersinde dünyanın ilk durumundan bugünkü durumuna gelmesine neden olmu§tur; (b) bu dönü§üm, Kutsal Kitap'dan çıkartılabi lecek olandan çok daha uzun bir zaman almı§tır; (c) jeolojik tabakaların sırası, hayvanların evrim biçimlerinin sırasını ortaya koymakta, dolayı sıyla da biyolojik evrimi göstermektedir. Bunları kabul etmeye ve aslında evrim sorununa en büyük ilgiyi göstermeye en hazır olanların, (en iyi, fabrika sistemine düzdüğü övgülerle tanınan kötü biri olan Dr. Andrew dı§ında) İngiliz orta sınıf üyesi kendinden emin, din adamı olmayan radikal kimseler olması yeterince anlamlıdır. Bilim adamlarıysa bilimi kabul etmekte ağır davrandılar. Jeolojinin bu dönemde Oxford ve Cambridge üniversitelerinde ciddiyede takip edilen (belki de ev dı§ ında ve tercihan pahalı 'jeoloji gezileri'yle yapıldığından) kibar beylere özgü tek bilim olduğunu hatırlarsak, bu duruma pek §a§mamak gerekir. Biyolojideki evrim kurarolarıysa hala diğerlerinin gerisinden gelmekteydi. Bu tahripkar konunun bir kere daha ele alınabilmesi için 1848 ' Boucher de Perthes'in Aııtiquites celtiques et antediluvienııes'i 1846'ya kadar yayınlanmadı. ama ya kabul görmeıni§ ya da
Aslına bakılırsa zaman zaman pek çok insan fosili bulunmu§tU, kıyıda kö§ede kalını§ müzelerde unutulup gitmi§ti.
31 2 DEVRiM ÇAGI
devrimlerinin yenilmesini beklemek gerekti. O zaman bile Charles Darwin, bu meseleye (samimiyetsizliği bir yana bıraksak da) dikkate değer bir ihtiyatla ve belirsizlikle yakla§tı. Hatta evrimin, embriyolojiye paralel biçimde açıklanması i§ i bir süre tavsadı. Burada da Halleli Johann,Meckel (1781-1833) gibi ilk Alman kurguidoğa felsefecileri, geli§imi sırasında bir organizmanın embriyosunun, türünün evrimini özetlediğini ileri sürdüler. Fakat bu 'biyogenetik yasa', her ne kadar ku§ların embriyosunun solungaç yerlerine sahip oldukları bir evreden geçtiklerini ke§feden (1829) Rathke gibi ki§iler tarafından desteklenmi§se de, Koenigsberg ve St. Petersbmg üniversitelerinin görkemli üyesi Von Baer tarafından deneysel fizyolojinin, Slav ve Baltık bölgelerinde çah§anlar için belli bir çekiciliğe sahip olduğu anla§ılıyor- reddedildi* ve bu dü§ünce çizgisi, Darwinciliğin ortaya çıkı§ına kadar bir daha kendini göstermedi. Bu arada evrim kuramları, toplum incelemelerinde göz alıcı bir ilerleme kaydetmi§ti. Ancak bu ilerlemeyi yine de abartmamalıyız. Çifte devrim dönemi, ekonomi politik, dilbilim ve belki de istatistik dt§ındaki bütün toplum bilimlerinin tarih öncesine aittir. Hatta toplum bilimin en büyük ba§arısı olan Marx ve Engels'in tutarlı toplumsal evrim kuramı, muhte§em bir kitapçıkta ortaya konmu§ -ya da tarihsel bir anlatırnın temeli olarak yararlanılml§- parlak bir tahminden ba§ka bir §ey değildi. İnsan toplumunun incelenmesi için gerekli sağlam temellerin atılması, yüzyılın ikinci yarısına kadar gerçekle§meyecekti. Aynı durum, toplumsal antropoloji ya da etnografya, tarihöncesi, toplumbilim ve psikoloji alanları için de geçerliydi. Bu ara§tırma alanlarının adlarını bu dönemde alml§ olmaları ya da her birini kendi özel kuralları olan, kendi kendine yeterli bilimler olarak gören iddialarm ilk kez o zaman ortaya atılml§ olması-1843'te John Stuart Mill, bu statüyü psikoloji için ileri sürmü§ belki de ilk ki§iydi- önemlidir. 'İnsan ırkı'nı incelemek üzere Fransa'da ve İngiltere'de özel Etnoloji Demeklerinin kurulmu§ olması (1839, 1843), 1830 ve 1848 arasmda istatistik araçları ve demekleri aracılığıyla toplumsal ara§tırmalarm sayısının artması kadar, aynı ölçüde anlamlıdır. Fakat, Fransız Etrıoloji Demeği'nin, onları, "bir halkın kökenlerine ili§kin bilginin ne kadarını hafızalarmda tuttuklarını ... dillerinde ya da adetlerinde (moeurs), sanatlarında, bilimlerinde ve zenginliklerinde, iktidarlannda ya da devletlerinde iç çeki§meler ve yabancı istilalar nedeniyle ne gibi devrimler ya§adıklarmı"3 ke§fetmeye sevkeden 'gezginlere • Rathke Estonya'da, Oorpat {Tartu) Riga'daki Pander'de ders verdi; büyük Çek fizyoloğu Purkinje de fizyolojiyle ilgili ilk ara§tırma laboratuvannı 1830'da Breslau'da açtı.
BiLiM 313
genel öğütler'i, gerçi tarihsel bakınıdan derin olmakla birlikte, bir programdan ba§ka bir §ey değildir. Gerçekten de dönemimizdeki toplum bilimlerinde önemli olan §ey (her ne kadar hayli miktarda bir betimsel malzeme birikmi§ olsa da) sonuçlarından çok, insanın toplumsal farklılıklarını çevreye göre açıklamak gibi bir belirlemecilikte ifadesini bulan sağlam materyalist temelleri ve aynı ölçüde evrime duydukları sağlam bağlılıktı; bu ·yüzden Chavannes, 1787'de bu bilimin ba§langıç tarihlerinde etnolojiyi "halkların uygarlığa doğru ilerlemelerinin tarihi" olarak tammlamamı§ mıydı? 4
Ne var ki, toplum bilimlerinin bu ilk geli§me evresine ait ku§kulu bir yan ürüne de değinmek gerekiyor: Irk kuramları. Farklı insan ırklarının (ya da daha ziyade farklı renkte insanların) varlığı, insanın tek tek mi yoksa toplu olarak mı yaratıldığı sorununa da kafa yorulduğu onsekizinci yüzyılda çokça tartı§ma konusu olm u§ tur. Monogenesisçilerle polygenesisçiler arasındaki çizgi, basit bir çizgi değildir. İlk grup, evrime ve insanın e§itliğine inananları, en azından bu noktada bilimin Kutsal Kitap ile çatl§· maya girmediğini görerek rahatlayanları (Darwin öncesini temsil eden Prichard v Lawrence ile Cuvier'i) bir araya getirmekteydi. İkincisindeyse, sadece iyi niyetli bilim adamları değil, aynı zamanda Amerika'nın köleci güneyinden ırkçılar da yer almaktaydı. Irkla ilgili tartl§malar, (aynı zamanda, kafatası yapısından karakter okumaya çall§an garip bir çağda§ hobi olan frenolojinin de cesaretlendirdiği) büyük oranda kafataslarının toplanmasına, sınıflandırılmasına ve ölçülmesine dayanan antropometride bir patlama ya§anmasına neden oldu. Gerçi konu çok geçmeden bir kez daha bilimin dı§ına çıkarılmı§sa da, İngiltere ve Fransa'da frenoloji dernekleri (1823, 1832) kuruldu. Aynı tarihlerde milliyetçilik, radikallik, tarih ve alan ara§tırmasından mürekkep bir karl§ını, kalıcı ulusal ya da ırksal karakterler gibi aynı oranda tehlikeli bir konuyu toplumun gündemine soktu. 1820'lerde Fransa'nın öncü tarihçileri ve devrimci Thierry karde§ler, bugün de Fransız okul kitaplarının ilk satırlarında yer alan bir özdeyi§te ve mavi pakedi Gauloise sigara paketinde yansısını bulan ('Nos ancestres les Gaulois': 'Atalarımız Galyalılar') Galyalıları ve Narman İstilasını incelemeye koyuldular. Bu insanlar, sağlam birer radikal olan bu ki§iler, Fransa halkının Galyalılar dan, Fransız aristokratlarınsa Galyalıları fetheden Töronlardan geldiğini savundular. Bu, ilerde Kont Gobineau gibi üst sınıftan ırkçılar tarafından muhafazakar amaçlarla kullanılacak olan bir savdı. Belli bir ırksal soyun varlığını koruduğuna duyulan inanç -Galli doğabilimci W. Edwards'ın anla§ılır bir gayretle Keltler için ileri sürdüğü bir fikir-, insanların, kendi
314 DEVRiM ÇAGI uluslannın romantik ve gizemli benzersizliğini ke§fetmek, devrimci de olsa onlara mesihçi görevler yüklemek, zenginliklerini ve güçlerini 'doğu§ tan üstünlüğe' yormak istedikleri bir çağa mükemmel biçimde uymaktaydı (Ancak yoksulluğu ve baskı görmeyi doğu§tan bir a§ağılıklığa yormak gibi bir eğilim göstermediler). Fakat züğürt tesellisi olsa da, ırk kurarnlannın en berbat istismarlarının ele aldığımız dönemden sonra ortaya çıktı ğını belirtmek gerekir.
V Bu bilimsel geli§meleri nasıl açıklayacağız? Özellikle bunlarla çifte devrimin ortaya çıkardığı öteki tarihsel deği§meler arasındaki ili§kiyi nasıl kuracağız? Aralarında son derece bariz bağlantılar bulunduğu açıktır. Buharlı makineyle ilgili kuramsal sorunlar, 1824'te parlak bir adam olan Sadi Camot'u, soruna tek yakla§ım bu olmamakla beraber, ondakuzuucu yüzyı lın fizik konusundaki en temel görü§üne, termodinamiğin iki yas~sına (Reflexions sur la puissarıce motrice du feu*) ula§tırdı. Jeolojideki ve paleontolojideki büyük ilerleme, varlığını mühendislerin ve in§aatçılann yerin kabuğunu delmekte gösterdikleri cevvaliyete ve madenciliğe çok §ey borçluydu. 1836'da ulusal bir Jeolojik Araştımıalar Enstitüsü kuran İngiltere'nin mükemmelen bir jeoloji ülkesi durumuna gelmesi nedensiz değildi. Maden yataklannın ara§tınlması, kimyacılara, analiz edilecek sayısız inorganik bile§ik sundu; maden, seramik, metalurji, tekstil, gazla aydınlatma, kimya ve tarım çalı§malanm besledi. İngiliz katı burjuva Radikallerinin de aristokrat Whig'iri de, sadece uygulamalı ara§tırmalardan değil, yerle§ik bilimlerin de kaqısında geri adım attığı bilgideki cüretkar ilerlemelerden duydukları co§ku, dönemimizdeki bilimsel ilerlemenin, Endüstri Devrimi'nin uyarıcı etkisinden ayrı dü§ünülemeyeceğini yeterince kanıtla maktadır. Aynı §ekilde, Fransız
Devrimi'nin bilirnde yol açtığı sonuçları; siyasal ya da ılımlıların onsekizinci yüzyılın materyalist ve ussalcı bozgunculuğunun bir parçası olarak değerlendirdikleri bilime kar§ı takındıklan açık ya da gizli dü§manlıkta da görmek mümkündür. Napaleon'un yenilgisi, bir obskürantizm dalgası yarattı. Kaypak Lamartine, "Matematik, insan dü§üncesinin zinciridir; soluk aldığımda kopar" diye bağırı yordu. Nadir zafer anlarında Fransız bilim adamlarının çall§malarına olanak sağlayan kurumların çoğunu kurmu§ olan bilim yanlısı ve kilise kar§ıtı muhafazakarların
• Ancak birinci yasa, çok daha sonra yayunlandı.
BiliM 315
sol ile bilim adamlarını açlığa mahkum etmekten başka bir şey yapmamı§ bilim karşıtı sağ5 arasındaki mücadele, o zamandan beri sürmektedir. Bu, Fransa'da ya da ba§ka yerlerde bilim adamlarının o dönemde özellikle devrimci oldukları anlamına gelmez. 1830'da kimileri barikatiara ko§an altın çocuk Evariste Galois gibi, asi diye baskı gördüler ve 1832'de yirmi bir ya§ ında politik zorbaların tahrik ettiği bir düelloda öldürüldüler. Ku§aklarca matematikçi, Galois'in dünyada geçireceği son gece olduğunu bilerek harar...:tle kaleme aldığı o derin dü§üncelerden beslenmi§tir. Bazıları da Lejitimist Cauchy gibi, belli nedenlerden dolayı militan bir krallık kar§ıtı olmasına karşın Ecole Polytechnique geleneğine hayrandı. Napoleon sonrası dönemde muhtemelen çoğu bilim adamı, kendini merkezin solunda görmܧ olmalıydı; bazıları da, özellikle yeni ülkelerde ya da o zamana dek siyaset dı§ı kalmı§ topluluklar içinde bulunanlar (bilhassa tarihçiler, dilciler ve ulusal hareketlerle bariz ili§kileri olanlar), siyasal önderlik yapmak zorunda kaldılar. Palacky, 1848'de Çekierin ba§lıca sözcüsü oldu; 1837'de bir protesto mektubunu imzalayan Göttingenli yedi profesör, kendilerini bir anda ulusal kahraman olarak buldular* ve 1848 Alman Devrimi'nde Frankfurt Parlamentosu, diğer kamu görevlileriyle birlikte profesörlerin doldurduğu bir meclis olarak nam saldı. Öte yandan sanatçılar ve filozoflada kar§ıla§tırıldığında bilim adamları -özellikle doğabilimcileri-, konu doğrudan kendilerini ilgilendirmediği sürece son derece dü§ük bir siyasal bilinç düzeyi sergiliyorlardı. Örneğin Katalik ülkeler dı§ında, Darwin sonrası bir çağın öğrencisini hayrete dü§ürecek biçimde, bilimi suya sabuna kan§mayan bir dinsel ortodokslukla birle§tirmek gibi bir yetenek göstermi§lerdi. Buraya kadar yapılan doğrudan aktarmalar, 1789 ile 1848 arasındaki bilimin kaydettiği geli§meler hakkında bir §eyler söylemektedir, ama fazla değil. Çağın olaylarının dalaylı etkilerinin ise çok daha önemli olduğu açıktı. Kimse, dünyanın bu çağda öncesiyle kar§ıla§tırılamayacak kadar radikal deği§ikliklere uğradığını görmezden gelemezdi. Dü§ünen hiçbir kimse de, bu sarsıntılar ve dönü§ümler karşısında korkuya kapılmadan, titremeden ve zihinsel olarak uyarılmadan edemezdi. Hızlı toplumsal deği §imlerden, köklü devrimlerden, göreneğin ya da geleneksel kurumların yerlerini sistemli olarak radikal ussalcı yeniliklere bırakmasından kaynaklanan dü§Ünce kalıplarının kabul görmeye ba§lanmasında şa§ırtıcı bir yan yoktur. Dünya işlerinden uzak matematikçilerin o zamana dek dü§Ünceyi etkilemi§ olan engelleri ortadan kaldırmaya istekli olmalarını, devri• Aralannda Grinun karde§ler de
vardı.
316 DEVRiM ÇAGI
min gözle görülür biçimde ortaya çıkmasıyla ili§kilendirmek olanaksız mıdır? Yeni devrimci dü§ünce çizgilerinin benimsenmesinin, normalde doğalarında varolan güçlük yüzünden değil, neyin 'doğal' neyin 'doğal olmadığına' ili§ kin örtük varsayımlada girdikleri çatı§madan dolayı engellendiğini bildiğimiz halde, bu soruya yanıt veremeyiz. (Karekök 2 gibi) 'irrasyonel' sayılar ya da (karekök -ı gibi) 'imgesel' sayılar gibi terimler, güçlüğün doğasını göstermeye yeter. Bunların diğer sayılardan ne daha çok ne de daha az rasyonel veya gerçek olmadıklarına karar verdiğimizde, her §ey yoluna girer. Fakat dü§ünürlerin bu tür kararları cesurca alabilmeleri için derin dönü§ümlerin ya§andığı bir çağın geçmesi gerekebilir; ve gerçekten de onsekizinci yüzyılda bilmecemsi bir ihtiyatla ele alınml§ olan matematikteki imgesel ya da karma§ık deği§kenler, ancak Devrimden sonra tam anlamıyla benimsenebildiler. Matematiği bir yana koyarsak, toplumdaki dönü§ümlerden doğan örüntülerin, bilim adamlarını, (örneğin o zamana kadar durağan olan alanlara dinamik evrimsel kavramların sokulmasında olduğu gibi) bu tür analojilerin uygulanabilir göründüğü alanlara çekmesi olsa olsa beklenebilir bir durumdu. Bu, doğrudan olduğu gibi, ba§ka bilimlerin aracı lığıyla da olabilir. Örneğin tarih bilimi ve modern iktisadın büyük bölümü için temel olu§ turan Endüstri Devrimi kavramı, ı820'lerde, Fransız Devrimi'ne benze§tirilerek gündeme getirildi. Charles Darwin, 'doğal seçim' mekanizmasını, Malthus'dan aldığı kapitalist yarl§ma modeliyle ('varolma mücadelesi') bir benze§im kurarak olu§tıirdu. ı 790- ı830 arasında jeolojide kıyamet kurarnları modası, bu ku§ağın toplumdaki §iddedi çalkantılara a§ina olmalarına da bir §eyler borçluydu. Buna kar§ın, onlara en açık olan toplum bilimler dı§ında bu tür dı§ etkeniere çok fazla ağırlık tanımak doğru olmaz. Dü§üncenin dünyası, belli ölçülerde özerktir: Dü§üncenin hareketi, kendi dı§ındaki hareketlerle deyim yerindeyse aynı tarihsel dalga boyunda yer alır; fakat sadece onları yansılamaz. Örneğin jeolojideki hyametçi kuramlar, Tanrının keyfi biçimde her §eye kadir olduğuna ili§kin Protestan, özellikle deKalvinci vurguya da bir §eyler borçludur. Bu tür kuramlar, Katolik ya da agnostik ki§ilerin değil, büyük ölçüde Protestan ki§ilerin elindeydi. Eğer bilim alanındaki geli§meler, ba§ka bir yerde ortaya çıkan geli§melere ko§utsa, bunun nedeni her iki taraftaki geli§melerin, bu geli§melere tekabül eden ekonomik ya da siyasal geli§meler üzerinden birbirlerine basit bir biçimde ili§tirilebilir olması değildir.
Ancak, bu tür bağlantıların varlığını yadsımak da olanaksızdır. Ele bilimin uzmanla§·
aldığımız dönemde genel dü§üncenin ana akımlarının,
BiLiM 317
ml§ alanında kar§ılıkları vardı; bilimlerle sanatlar ya da her ikisiyle siyasaltoplumsal tutumlar arasında bir ko§utluk kurmamızı sağlayan da budur. Örneğin 'klasizm' ile 'romantizm' bilimlerde de vardı ve gördüğümüz gibi herbiri insan toplumuna özgül bir yakla§ıma uygun dü§IDܧlerdir. Klasizmi (ya da zihinsel tutumuyla ifade edersek, Aydınlanmanın ussalcı, mekanik Newtoncu evreni), burjuva liberal bir ortamla e§itlemek, ya da romantizmi (ya da zihinsel tutumuyla ifade edersek 'Doğa Felsefesi' denen §eyi) burjuva liberalizminin dü§manlarıyla e§itlemek, meseleyi a§ırı basitle§ tirrnek olur; zaten bu e§itleme anlayı§ı, 1830'dan sonra tümüyle ortadan kalkmaktadır. Öte yandan bu e§itlemede belli bir gerçeklik payı da yok değildir. Modern sosyalizm gibi kurarnların ortaya çıkmasına kadar, devrimci dü§ünce us salcı dü§ünceye sıkı sıkıya bağlıydı (13. Bölümle kar§ıla§tırın); fizik, kimya ve astronomi gibi bilimler, İngiliz-Fransız hberalizmiyle birlikte yürüyordu. Örneğin II. Yıl'ın plebyan devrimcileri, Voltatre'den çok Rousseau'dan esinlenmi§lerdi ve (idam edilen) Lavoisier ile Laplace'dan, sadece bu insanların eski rejimle olan ili§kileri nedeniyle değil, §air William Blake'i Newton'a §iddetle saldırmaya yöneiten hemen hemen aynı nedenle.rden dolayı §üphelenmi§lerdi.* Oysa 'doğa tarihi', kafa dengiydi; çünkü gerçek ve bozulmaml§ bir doğanın kendiliğindenliği ne uzanan yolu temsil etmekteydi. Fransız Akademisi'ni kapatanJakoben diktatörlük, lardin des Plantes'de en az on iki ara§tırma kürsüsü kurmu§tU. Aynı biçimde klasik liberalizmin zayıf olduğu (13. Bölümle kar§ıla§tırın) Almanya' da, klasik ideolojiye rakip bir bilimsel ideoloji son derece yaygın biçimde bulunmaktaydı: 'Doğa Felsefesi'. 'Doğa felsefesi'ni hafifsemek kolaydır; çünkü haklı olarak bilim diye kabul ettiğimiz §eyle çeli§tiği çok yan vardır. Kurgul ve sezgiseldir. Dünya ruhunun ya da ya§amın, bütün varlıkların birbirleriyle olu§turduğu gizemli organik birliğin ve Kartezyen açıklığınkesin niceliksel ölçümlerine gelmeyen daha pek çok §eyin pe§indeydi. Aslına bakılırsa mekanik materyalizme, Newton'a, zaman zaman bizzat aklın kendisine apaçık ba§kaldır maktaydı. Büyük Goethe, Tanrısal [çok değerli] zamanının büyük kısmını Newton'un optik kuramının yanlı§lığını göstermek için harcamı§tı; bunun için, renkleri aydınlık ve karanlık ilkelerinin etkile§imiyle açıklayamayan bir kurarndan duyduğu mutsuzluktan daha iyi birnedeni de yoktu. Böyle bir yanılgının ise Ecole Polytechnique'de üzücü bir sürpriz yaratmaktan ba§ka bir sonucu olmayacaktı; Almanlar, boğazına kadar gizemcili~le • Newtoneti bilime beslenen ku§ ku lar, ekonomik ve askeri değeri çok açık olan uygulamalı çal!§malara kadar yayılmadı.
318 DEVRiM ÇAGI
dolu kafası bulanık Kepler'i, anla§ılmaz biçimde Principia'nın yetkin berraklığına tercih edeceklerdi. Larenz Oken'in sözleri aslında bu anlama geliyordu: "Tannnın eylemi ya da ya§amı; kendini sonsuz biçimde birlik ve ikilik içinde dü§ünmekten, sonsuz biçimde kendini ortaya çıkarmaktan; dı§sal olarak kendini ikiye bölerken yine de aynı kalmaktan olu§ur ... Kutupluluk, dünyada •görünen ilk güçtür ..• Nedensellik yasası, bir kutupluluk yasasıdır. Nedensellik, bir doğu§ edimidir. Cinsiyet, köklerini dünyanın bu ilk hareketinden alır ... O nedenle her §eyde iki süreç vardır: Biri bireyle§tirici, dirimselle§tirici, ötekiyse evrenselle§tirici ve yıkıcı. "6
Gerçekten bu ne demek? Bertrand Russel'ın, bu tür kavramlarla ݧ gören Hegel'den hiçbir §ey anlayamaması, onsekizinci yüzyıl ussalcısının bu retorik sorusuna verdiği yanıta iyi bir örnek olabilir. Öte yandan Marx ile Engels'in doğa felsefesine borçlarını itiraf etmeleri*, onun salt bir laf kalabalığından ibaret görülemeyeceği konusunda bizi uyarmaktadır. Bura. da önemli olan, bu felsefenin ݧ görmü§ olmasıdır. Sadece bilimsel çabalara kaynaklık etmekle kalmamı§ (Lorenz Oken, liberal Alman Deutsche Naturforscherversammlungun kurucusu ve İngiliz Bilim Geliştirme Derneği'nin de esin kaynağı olmu§tur), verimli sonuçlar da ortaya koymu§tur. Biyolojideki hücre kuramı, morfolojinin, embriyolojinin, filolojinin önemli bir bölümü ve bütün bilimlerdeki tarih ve evrim ögesinin büyük bölümü, aslında ilhamını 'romantizm'den almı§tır. Bilindiği gibi modem fizyolojinin kurucusu Claude Bemard'ın soğuk klasizmi, biyoloji gibi en gözde alanında bile 'romantizm'i tamamlaml§tır. Öte yandan doğa filozoflarının elektrik ve manyetizm gibi gizemli konulardaki spekülasyonları, 'klasizm'in kalesi olmayı sürdüren fizik-kimya bilimlerinde bile ilerlemeler sağlaml§tır. Kafası bulanık biri olan Schelling'in tilmizi Kopenhaglı Hans Christain Oersted, 1820'de elektrik akımının manyetik etkilerini ortaya koyarak bu ikisi arasındaki bağlantıyı buldu. Aslında bilime bu iki yakla§ım tarzı birbirine karı§ml§tı. Fakat, dü§üncesinin her iki yakla§ımda~ gelen, bile§ik entelektüel kökenierinin farkında olan Marx'da bile tam olarak birbirleriyle birle§mediler. Bir bütün olarak alındığında 'romantik' yakla§ım, yeni dü§ünceler ve hareket noktaları için bir uyarıcı i§levi gördü; ve ardından bir kez daha bilimlerin dı§ına itildi. Fakat bizim dönemimizde bu i§lev, ihmal edilemez bir boyut ta§ımaktaydı. ' Engels'in Aııti-Dühriııg ve Feuerbach kitaplarında Newton'a kar§ı Kepler'in ve doğa felsefesinin bir savunusu yer almaktadır.
BiLiM 319
Romantizmin bilimsel bakımdan yerine getirdiği uyarıcılık i§levini ihmal etmek olanaksız olduğu kadar, romantizmin en saçma ve yanlı§ dü§üncelerini birer olgu ve tarihsel güç gözüyle gören fikirler ve görü§ler tarihçisi için daha da olanaksızdır. Goethe, Hegel ve genç Marx gibi zihinsel çaplan son derece büyük olan insanlan bunca etkilemi§ bir hareketi bir kalemde silemeyiz. Olsa olsa, bilirnde ve toplumda yadsınamaz muazzam ba§arılar gerçekle§tirmi§ olan, ama darlıkları ve sınırları iki devrim döneminde giderek daha fazla ortaya çıkan 'klasik' onsekizinci yüzyıl İngiliz-Fransız dünya görü§ünden duyulan bu derin tatminsizliği anlamaya çalı§abiliriz. Bu sınırların farkına varmak ve çözümlemeden çok sezgiye ba§vurarak daha doyurucu bir dünya manzarası olu§turmayı mümkün kılabilecek terimler aramak, onu edimsel olarak gerçekle§tirmek anlamına gelmiyordu. Ne de doğa filozoflarının ortaya koyduğu evrimsel, kar§ılıklı ili§kili, diyalektik evren görü§leri birer kanıt, hatta yeterli formül düzeyindeydi. Ancak -hatta fizik bilimler konusunda bile- gerçek sorunları yansıttılar ve bilimler dünyasında ortaya çıkacak ve bizlerin modern bilimsel evrenini olu§turacak olan dönü§üm ve ileriemelerin ipuçlarını verdiler. Yine kendi yollarında, insan ya§amında deği§medik hiçbir yan bırakmayan çifte devrimin etkisini yansıttılar.
16 Sonuq: 1848 'e
Doğru
Yoksulluk ve proletarya, modem devletlerin
organizmalarından
kaynaklanan
iıinli
yara/ardır. iyileştirilebilirler mi? Komünist doktorlar, mevcut organizmanın tümüyle yok imhasını önermektedirler ... Kesin olan bir şey varsa o da, eğer bu adamlar harekete geçecek gücü kendilerinde bulurlarsa, bu siyasal değil toplumsal bir devrim; bütün mülkiyete karşı bir savaş, tam bir anarşi olacağıdır. Bu durum yeni ulus devletlerin kurulmasına yol açabilir mi, yol açarsa bu hangi ahlaki ve toplumsal temeller üzerinde olacaktır? Geleceğin örtüsünü üzerinden kim kaldıracak? Rusya'nın burada oynayacağı rol ne olacaktır? "Kenara oturup rüzgarın çıkmasını beklerim' der bir Rus·atasözü. Haxthausen, Studien ueber ... Russland (184 7) ı
edilmesini,
I ݧe, ı 789'da dünyanın içinde bulunduğu durumu ara§tırmakla ba§lamı§ tık. Şimdi, bu tarihe dek bilinen en devrimci yarıyüzyılın sonuna, yakla§ık elli yıllık bir döneme göz atarak ara§tırmamızı sona erdirelim. Bu, her §eyin 'en' olduğu bir çağdı. Bu sayma ve hesaplama çağının, bilinen dünyanın her yanını kaydetmeye çall§ırken hazırladığı sayısız yeni istatistiğe • bakarak, haklı olarak neredeyse ölçülebilir her niceliğin öncekinden daha büyük (ya da küçük) olduğu sonucuna varılabilir. Dünyanın, bilinen, haritası çıkartılmı§, ileti§im kurulabilir bölgesi, öncesinden çok daha büyük, ileti§im de inanılmaz ölçüde daha hızlıydı. Dünya nüfusu, öncekinden daha büyüktü; hatta pek çok örnekte bütün beklentileri ve yapılan tahminleri a§maktaydı. Dev büyüklükteki kentlerin sayısı durmadan artıyordu. Endüstri üretimi astronomik rakamlara tırmanmı§tı: ı840'larda yeraltından 640 milyon ton kömür çıkartıldı. ı 780'den sonra • Hükümet istatistiklerini (nüfus sayımları, resnıi ara§tınnalar vs.} ya da istatistik tablolarıyla dolu yığınla yerli uzmanlık ya da iktisat dergilerini saymazsak, 1800 ile 1848 arasında bu tip yakla§ık elli büyük istatistik yayımlanmı§trr. .
SONUç: I 848'E DOGRU
321
dört kat artarak yakla§ık 800 milyon sterlinlik bir değere ula§an uluslararası ticaretre ve daha az sağlam ve istikrarlı bir görünüm arzeden tedavüldeki para birimlerinde telaffuz edilen olağanüstü rakamlarsa, bütün bu saydıklarımızı geride bırakmaktaydı. - Bilim, hiçbir zaman bu denli ba§arılı olmamı§, bilgi bu denli geni§ bir alana yayılmaını§tı. Dört birıi a§kın gazete, dünya yurtta§larına haber ula§tırmaktaydı ve her yıl sadece İngiltere, Fransa, Almanya ve ABD'de yayımlanan sayısız kitap, be§ rakamlı sayılada ifade edilecek düzeylere varını§tl. İnsanın icat gücü, her yıl daha da göz kama§tırıcı seviyelere çıkıyordu. Argand lambası (1782-4), yüzey aydınlarmasında adeta bir devrim gerçekle§tirmi§ti; gazhane olarak bilirıen dev laboratuvarlar, ürünlerini, deniz altına dö§enen borular vasıtasıyla göndermeye ve fabrikaları •, çok geçmeden de Avrupa'nın kentlerini aydınlarmaya ba§ladı (Londra 1807'den, Dublin 1818'den sonra, Paris 1819'dan itibaren, hatta Sydney bile 184l'de aydınlatılmaya ba§landı). Elektrik arkıyla aydınlanma çoktandır bilirımekteydi. Londralı prefösör Wheatstone, deniz altına dö§enen bir elektrikli telgraf yoluyla İngiltere'yi Fransa'ya bağlamayı planlamaktaydı. Bir yılda (1845), İngiliz Krallığı'nın demiryollarından kırk sekiz milyon yolcu gelip geçti. İnsanlar, İngiltere'de üç bin millik (1846) -1850'den önce bu rakam altı birı mili a§mı§tl-, ABD'deyse dokuz birı millik yolu bir çırpıcia alabiliyorlardı. Düzenli sefer yapan buharlı gemiler, çoktandır Avrupa'yı Amerika'ya ve Hirıt Okyanusu'na bağlaını§tl. Bütün bu zaferierin istatistiklere geçirilmek istenmeyen karanlık bii yanı da vardı ku§kusuz. Bugün çok az sayıda insanın yadsıyabileceği, Manchester'ın isli, zalim ve pis arka sokaklarının da her gün kanıdadığı gibi, Endüstri Devrimi'nin insanın ya§adığı en çirkin dünyayı yarattığı gerçeğini niceliksel olarak ifade etmeye kim kalkabilirdi ki? Ya da görülmemi§ sayıda insanı, kadınlı erkekli yurtlarından koparan ve çağlarının güvenliklerinden yoksun bırakan belki de bu en mutsuz dünyayı kim sayılara dökmek isterdi? Buna kar§ın, ''engelsiz i§leyen ticare tm bir yandan uygarlığa öte yandan barı§a yol açacağına, insanlığı daha mutlu, akıllı ve iyi yapacağına" içtenlikle ve kararlılıkla inanmı§ olan 1840'ların ilerleme yanlılarını bağı§layabiliriz. "Efendiler" deıni§ti Lord Palmerston, yılların en karası olan 1842'de pembe gözlükler takarak yaptığı konu§mada, "bu, Tanrının takdiridir." 2 Kimse, yoksulluğun olanağanüstü boyutlarda oldu• Boulton ve Watt, 1798'de elektrikli lambayı ya§ama soktular; Manchester'daki Philips ve Lee pamuklu dokuma fabrikalarında 1805'ten itibaren bin adet elektrik lambası kullamlmaya ba§landı. .
322
DEVRiM ÇAGI
ğunu yadsıyamazdı;
üstelik, zamanla yoksulluğun daha da artıp derinileri sürenler de oldu. Ne var ki, endüstrinin ve bilimin zaferini ölçmekte her zaman kullanılan ölçüdere göre ele alındığında, en ümitsiz ussal gözlemciler bile, maddi ko§ulların geçmi§ten, hatta bugünün endüstrile§memi§ ülkelerinden daha kötü olduğunu söyleyebilir miydi? Hayır. Çall§an yoksulların maddi durumlarının, karanlık çağlardan daha iyi olmadığı, zaman zaman anısı hala belleklerde canlılığını koruyan dönemlerden bile kötü olduğu, son derece sert bir suçlama olurdu. İlerleme yanlıları, bunun yeni burjuva toplumunun i§leyi§inden değil, tersine eski feodalizmin, monar§inin ve aristokrasinin hala serbest giri§imin yoluna engeller çıkarmasından kaynaklandığını ileri sürerek bu ele§tirileri savu§turmaya çalı§tılar. Yeni sosyalistlerse, bu durumun tam da mevcut sistemin i§leyi§inden kaynaklandığını öne sürmekteydiler. Birileri, sorunun kapitalizm çerçevesinde çözümleneceğini, diğerleriyse bunun mümkün olmadığını ileri sürmekteydi; ama her iki taraf da haklı olarak, insan ya§amını, insanın daanın güçleri üzerinde kurduğu denetime e§ bir maddi iyile§menin beklediğine inanmaktaydı. Ne var ki, ı840'ların dünyasının toplumsal ve siyasal yapısını çözümlerneye kalktığımızda, 'en'li ifadeleri bir yana bırakıp yerine ılımh cümleler kullanmak durumundayız. Tarımın çoktandır küçük bir azınlığın i§i durumuna geldiği ve ilk kez ıssı nüfus sayımında görüldüğü gibi, kent nüfusunun kırsal nüfusu a§ma noktasına dayandığı birkaç bölge -özellikle İngiltere- dl§ında, dünyamız sakirılerinin büyük bölümü hala köylüydü. Uluslararası köle ticareti, resmen ısıS'te ve fiili olarak İngiliz sömürgelerinde. ı834'te, özgürlüğünü ilan eden İspanya ve Fransız sömürgelerindeyse Fransız Devrimi sırasında ve sonrasında kaldırıldığından, köylüler arasında köle olanların sayısı çok azdı. Ancak İngiltere'ye ait olmayan bazı adalar dl§ında Batı Hint Adaları, artık yasal bakımdan tarımın özgür olarak yapıldığı yerler olmakla birlikte, tam da endüstrideki ve ticaretteki mal ve insan ticaretinin önündeki bütün kısıtlamalada çeli§erek ilerleme tarafından uyarılan kölelik, bölgenin iki büyük kalesini olu§turan Brezilya ve Güney ABD'de sayısal olarak geni§lemekteydi ve resmi yasaklar, köle ticaretini daha karlı hale getirınekteydi. Güney Amerika'da bir tarım i§çisinin yakla§ık fiyatı ı 795'te 300 dolardı; oysa ı860'ta ı200 ile ıSOO dolara çıktı; 3 ABD'de köle sayısı ı 790'da 700.000'den, ı840'ta 2.500.000'e ve ı850'de de 3.200.000'e yükseldi. Köleler hala Afrika'dan getirilmekteydi, ama ABD'nin sınır eyalerlerinde oldı,ığu gibi,. hızla geni§lemekte olan pamuk ku§ağına satılmak üzere köle üretildiği de oluyordu. le§tiğini
SONUÇ: l 848'E DOGRU
323
Öte yandan 'sözle§meli emek' gibi çoktandır varolan yarı köleci sistemler, Hindistan'dan Hint Okyanusu'na ve Batı Hint Adaları'na kadar yayılmakt:~ydı.
Her ne kadar, Sicilya ve Endülüs gibi üretimin geleneksel olarak latifundialarda yapıldığı yerlerde kır yoksullarının fiili durumları üzerinde hemen hiçbir etkisi olmamı§sa da, sertlik ya da köylülerin toprağa yasal bağlılıkları Avrupa'nın bir bölümünde kaldırılmı§tı. Ancak, ba§langıçta gösterdiği sayısal artl§ın ardından, 1811 'den sonra on, on bir milyon erkek nüfusla sınırlı kalmı§ (yani görece terimlerle gerilemi§) olmasına rağmen, Rusya, Avrupa'nın serfliğin hüküm sürdüğü ba§lıca kalelerinden biri olarak kaldı.* Buna kar§ ın, her geçen gün ekonomik bakımdan kazançlı olmadığı anla§ıldıkça ve özellikle 1840'hirdan sonra sayıları giderek artan köylü isyanları yüzünden, (köle tarımındanfarklı olarak) serfe dayalı tarımın gerilediği kesindi. En büyük serf ayaklanması, 1848 devriminin yol açacağı genel özgürle§menin bir tür pe§revi niteliği ta§ıyan 1846'daki Avusturya Galiçyası'ndaki ba§kaldırıydı. Fakat köylülerin huzursuzluğu Rusya'da bile 1826-34 arasında 148, !835-44 arasında 216, 1844-:-54 arasında da 348 ayaklanmayla kendini gösterdi ve 1861 'de sertliğin kaldı rılmasından hemen önceki yıllarda 474 ayaklanmayla doruğuna vardı. 5 Toplumsal piramidin öteki ucunu olu§turan toprak aristokrasisinin durumunda, Fransa gibi doğrudan köylü devrimlerinin ya§andığı ülkeler dı§ında, akla gelebilecek olandan daha az deği§iklik ya§andı. Ku§kusuz §imdi, (Rothschildler gibi malikanelerini yüksek sınıflar arasında bir ni§an gibi ta§ıyanlar dı§ında) toprak sahiplerinin en zenginler arasında yer almadığı ülkeler vardı. Ne var ki, 1840'larda İngiltere'de bile ellerinde en fazla zenginlik bulunanlar, kesinlikle hala asilzadelerdi. Güney ABD'deyse pamuk üreticileri, Walter Scott'dan, §Övalyelikden, 'romantizm'den ve üzerlerinden semirdikleri zencilere, yağlı domuz ve mısırla beslenmi§ ensesi kalın püriten çiftçilere hemen hiçbir §ey ifade etmeyen diğer kavramlardan esinlenerek, ta§rada kendileri için aristokrat bir toplum karikatürü yaratmı§lardı. Elbette bu aristokrat katılık, ardında bir deği§imi gizlemekteydi: Soylular, küçümsenen burjuvazinin endüstrisine, hisse senetlerine, menkul değerlerine giderek daha bağımlı hale gelmekteydi. Ku§kusuz 'orta sınıflar'ın da sayısı hızla artıyordu, ama gene de sayısal olarak ağır basmıyorlardı. 1801 'de İngiltere'de bir yılda 150 sterlinin üstünde vergi ödeyen 100.000 mükellef vardı; dönemimizin sonlarında bu rakam 340.000 dolaylarında olabilir6 ; aileleriyle birlikte, 21 milyonluk ·Il. Katerinaile I. Paul (1762-1801) döneminde sertlik artarak 3.8 milyonerkekten 181l'de 10.4 milyona çıktı.•
324 DEVRiM ÇAGI
toplam nüfusun (1851) bir buçuk milyonunu orta sınıfların olu§turduğu söylenebilir. • Orta sınıfların standartlarını ve ya§am tarzlarını izlemeye çall§anların sayısının çok daha büyük olması doğaldır. Ama bunlar çok zengin ki§ iler değildi; iyimser bir tahminle ••, yılda 5000 sterlinin üzerinde kazananların sayısı -aristokrasi dahil- 4000 civarındaydı ve bu rakam, İngiltere'de caddeleri süsleyen yakla§ık 7579 özel fayton (ve bunların sürücüsü) bulunduğu dü§ünülürse, uygundu. Diğer ülkelerdeki 'orta sı nıflar'ın oranının bundan çok daha büyük olmadığını, hatta daha da küçük olduğunu varsayabiliriz. Fabrikalarda, madenlerde, demiryollarında vs. çalı§an i§çi sınıfının hepsinden daha büyük bir hızla büyümesi doğaldı. Buna kar§ın, İngiltere dı§ında i§Çi sınıfının sayısı en iyi durumda milyonlada değil, yüz binlerle ölçülmekteydi. Dünyanın toplam nüfusoyla kar§ıla§tınldığında, sayısı hala dikkate alınmayacak boyutlardaydı ve nereden bakılsa -yine İngiltere ve küçük bir çevre dı§ında- örgü ts üzdü. Ne var ki, daha önce de gördüğümüz gibi, büyüklüğüne ve ba§arılarına oranla siyasal önemi muazzamdı. 1840'larla birlikte dünyanın siyasal yapısı da önemli ölçüde deği§ti; ancak bu deği§iklik, iyimser ve ümidi (ya da kötümser) bir gözlemcinin 1800'de tahmin edebileceğinden çok daha gerideydi. Amerika kıtası dı §ında, monar§i hala en ortak devlet yönetimi biçimiydi; hatta en büyük ülkelerden biri (Brezilya), bir İmparatorluktu; ötekiyse (Meksika), 1822'den 1833'e kadar Geneı:al Iturbide (I. Augustin) yönetiminde en azından imparatorluk sıfatı almı§ bir ülkeydi. Fransa dahil, çe§itliAvrupa krallıklarının artık anayasal monar§iler olarak betimlenebilecekleri doğru olmakla birlikte, Atlas Okyanusu'nun doğu kıyısı boyunca uzanan rejimler dl§ında her yere hala monar§i egemendi. Yine 1840'larda (Belçika, Sırbistan, Yunanistan ve Latin Amerika devletleri gibi) devrimin ürünü çok sayıda yeni devletin ortaya çıktığı doğrudur. Ancak, her ne kadar Belçika (geçerken belirtelim, büyük oranda kom§usu Fransa'nın dümen suyunda gittiğinden***) önemli bir endüstriyel güç olmakla birlikte, devrimin yarattığı devletler arasında en önemlisi, 1789'da bile varolan ABD idi. ABD'niniki büyük avantajı vardı: Pasifik'in bu büyük kıtasına hakim • Bu tahminler keyfi olmakla birlikte, orta sınıfa dahil olan herkesin evde en az bir hizmetçi varsayarsak, 1851 'de 674.000 'ev hizmetçisi'nin varlığı bize 'orta sınıf' evlerinin azami büyüklüğü, kabaca 50.000 a§çıysa (hizmetçi kadın ve erkeklerin sayısı da yakl~ık bu kadardı) asgari büyüklüğü hakkında bir fikir vermektedir. •• Ünlü İstatistikçi William Farr'dan, Statistical]ouma~ 1857, s. 102 . ..., Belçika'nın kömür ve pik demir üretiminin yakla§ık üçte biri, neredeyse tamamı Fransa'ya olmak üzere ihraç edilınekteydi. çalı§tırdığını
SONUÇ 1848"E DOGRU
325
olabilecek ya da olmayı isteyecek güçlü bir kom§U ya da rakip bir güç bulunmuyordu (Fransa, 1803'de 'Louisiana Satış Anlaşması'yla ABD kadar büyük bir bölgeyi satmı§tı); ikinci olaraksa, olağanüstü büyük bir hızla ekonomik büyüme gösteriyordu. Birinci avantajı, Portekiz'den barl§çıl yollarla ayrılan ve bir ku§ak süren bir sava§ın İspanyol Amerikası'nda yarattığı parçalanmadan böylelikle kurtulan Brezilya da paylaşmaktaydı; fakat Brezilya'nın zenginlik kaynakları neredeyse hiç kullanılamadı. Yine de büyük deği§iklikler olmu§ tU. Bunun yanında, yaklaşık 1830'dan itibaren bu deği§ikliklerin ivmesinde gözler görülür bir yükselme oldu. 1830 devrimi, ılımlı liberal orta sınıf anayasalarını-antidemokratik olmakla birlikte aynı oranda antiaristokrat-, Batı Avrupa'nın belli ba§lı devletlerinin ya§amına soktu. Hiç ku§kusuz ılımlı ;rta sınıf emellerinin ötesine geçecek bir kitle devriminden duyulan korkunun dayattığı bazı ödünler söz konusuydu. İngiltere'de olduğu gibi, toprak sahibi sınıfların büyük oranda, Fransa'da olduğu gibi de yeni -özellikle en dinamik endüstriyel- orta sınıfların geni§ kesimlerinin daha az oranda temsil edilmelerine göz yuınuldu. Ancak bunlar, siyasi dengeyi kesinlikle orta sınıfıara doğru eğen ödünlerdi. Önemsenebilecek bütün konularda, İngiliz sanayiciler 1832'den sonra istediklerini. elde ettiler; tahıl yasasını kaldırma gücü, Faydaetiarın cumhuriyetçi ve kilise kar§ıtı daha a§ırı önerilerinden vazgeçmelerinin bedeliydi. Batı Avrupa'da (demokratik radikalliğin değilse bile) orta sınıf liberalizminin üstün geldiğinden kuşku duyulamaz. Onun başlıca hasımları-İngiltere'de muhafazakarlar, ba§ka yerlerde genellikle Katolik Kilisesi'nin etrafında toplananlar, savunmadaydılar ve bunu da biliyorlardı. Ancak, radikal demokrasi bile büyük ilerlemeler kaydetmişti. Tereddütlerle ve dü§rnanlıkla geçen elli yıldan sonra, ABD'de, sınır bölgelerinde yaşayanların ve çiftçilerin baskısı sonunda, Ba§kan Andrew Jackson döneminde (1829-37), yani Avrupa devriminin yeniden ivme kazandığı dönemle kabaca aynı dönemde, radikal demokrasi dayatıldı. Ele aldığımız dönemin tam da sonunda (1847) İsviçre'de radikallerle Katalikler arasındaki iç savaş, radikal demokrasiyi bu ülkeye de getirdi. Fakat ılımlı orta sınıf liberalleri arasında çok az ki§i, henüz esas olarak solcu devrimciler tarafından savunulan ve en iyi durumda dağlık, çalılık arazilerde yaşayan kaba saha küçük üreticilere ve tüccarlam uydurulari bu yönetim sisteminin, bir gün kapitalizmin niteleyici siyasal çerçevesi :haline geleceğini ve 1840'larda tam da onu savunrnu§ olan insanların bu kez saldırı larına kar§ı savunulmak durumunda olunacağını dü§ünmekteydi. Sadece uluslararası politikada, görünü§e göre toptan ve neredeyse ko§ulsuz bir devrim söz kon us uydu. 1840'ların dünyası, siyasal olsun eko-
326 DEVRiM ÇAGI
nomik olsun, tamamen Avrupalı güçlerce belirlenmekte ve büyümekte olan ABD tarafından da tamamlanmaktaydı. 1839-42 Afyon Sava§ı, Avrupalı olmayan ve varlığım hala sürdürmekte olan tek büyük gücün, Çin İmparatorluğu'nun, batının askeri ve ekonomik saldırganlığı kar§ısın da çaresiz kaldığına tanık oldu. Bu andan sonra, beraberinde ticareti ve İncil'i de getiren batının sava§ gemilerinin ve askeri birliklerinin önünde hiçbir §eyin tutunamayacağı anla§ıldı. Batının bu genel egemenliği içinde, İngiltere, herkesten daha fazla sava§ gemisine, ticarete ve İncil'e sahip )lması sayesinde en yüksek yerde bulunmaktaydı. İngiltere'nin üstünlüğü öylesine mutlaktı ki, üstünlüğünü yürütmek için neredeyse hiç siyasi denetime ihtiyaç duymuyordu. İngiltere'nin lütuf gösterdikleri dı§ında, geride ba§ka hiçbir sömürgeci güç, dolayısıyla rakip kalmamı§tı. Cezayir'de, Akdeniz'in öteki yakasında yeniden canlanma sürecine girmekle birlikte, Fransa imparatorluğu, oraya buraya dağılmı§ birkaç küçük adayla ve ticaret karakoluyla yetinmek zorunda kaldı. İngiltere'nin yeni antreposu Singap ur' un bakı§ları altında Endonezya'da yeniden dirilen Hollanda, artık rekabet edecek güçten yoksundu; İspanyollar, Küba ile Filipinleri ellerinde tuttular ve Afrika'da da birkaç belirsiz hak iddiasında bulundular. İngiliz ticareti, İspanyol sömürgesi Küba'da ve Hindistan'daki sömürgelerinde olduğu gibi, bağımsız Arjantin, Brezilya ve Güney ABD'yi de egemenliğine aldı. İngiliz yatırımcılarının, Kuzey ABD' de, daha doğrusu ekonomik geli§menin ortaya çıktığı yerlerde de güçlü çıkarları vardı. B(itün dünya tarihinde tek ba§ına hiçbir güç, ondokuzuncu yüzyıl ortasındaki. İngiltere gibi bir dünya hegemonyası kurmu§ değildi; çünkü geçmi§in en büyük imparatorlukları ya da hegemonyaları bile -Çinliler, Muhammed'in taraftarları, Romalılar- ancak bölgesel güçlerdi. O tarihten sonra tek ba§ına bir güç, buna benzer bir hegemonyayı yeniden kurmayı asla ba§a· ramadığı gibi, öngörülebilir bir gelecekte de böyle bir §ey olası görünmemektedir; çünkü o zamandan beri hiçbir devlet, tek ba§ına 'dünyanın atölyesi' olma iddiasında bulunamamı§tır. Buna rağmen, İngiltere'yi gelecekte bekleyen gerileme de, kendini bu tarihlerde göstermeye ba§ladı. Daha 1830'larda ve 1840'larda de Tocqueville ve Haxthausen gibi zeki gözlemciler, ABD ile Rusya'nın büyüklüklerinin ve potansiyel kaynaklarının, sonunda onları dünyanın iki büyük devi yapabileceğini görmü§lerdi; Avrupa' daysa Almanya (Frederick Engels'in 1844'te öngördüğü gibi) çok geçmeden e§it §ardarda rekabet edecek bir hale gelecekti. İngiliz ve ba§ka devlet adamlarının §üphelerini yatı§tıracak kadar açık olmamakla birlikte, bir tek Fransa'nın uluslararası hegemonya mücadelesinden çekildiği kesindi.
SONUÇ: 1848'EDOGRU
327
Özetle, 1840'lann dünyasında bir dengenin varlığından söz edilemezdi. Geçen yarım yüzyıl içersinde serbest kalan ekonomik, teknik ve toplumsal değişim güçlerinin tarihte bir benzeri daha yoktu; en yüzeysel gözlemci için bile geri döndürülmeleri mümkün değildi. Öte taraftan bu deği§ikliklerin kurumsal sonuçları, henüz oldukça gösteri§sizdi. Örneğin, tıpkı İngiltere'nin sonsuza dek tek endüstrile§mi§ ülke olarak kalamayağı ne kadar kaçınılmazsa, yasal kölelik ve sertliğin (yeni ekonominin henüz giremediği uzak topraklardaki kalmtılar dı§ında) er ya da geç kalkması da o denli kaçınılmazdı. Statüyü, nüfuzu, hatta siyasal gücü elde tutmak için bulunacak siyasal ödünler ve formüller ne olursa olsun, toprak sahibi aristokrasinin ve mutlak monar§ilerin, güçlü bir bujuvazinin otaya çıktığı bütün ülkelerde geri çekilmek zorunda kalması kaçınılmazdı. Üstelik, Fransız Devrimi'nin büyük mirası, yani kitlelere aşılarran siyasal bilinç ve kalıcı siyasal eylemlilik, er geç siyasal ya§amda biçimsel bir rol üstlenmeleri anlamına geliyordu. 1830'dan sonra toplumsal deği§imin dikkate değer biçimde hızlandığı ve dünya devrimci hareketinin canlandığı bilinirken, -kesin kurumsal doğalan ne ol usa olsun- deği§ikliklerin yapılmasının uzun süre geciktirilemeyeceği de ortadaydı. • Bütün bunlar,j 1840'ların insanlarına, deği§ikliğin yakin olduğu bilincini vermek için yeterliydi. Fakat bu, Avrupa'nın her yanında geni§ çapta hissedilmi§ olan, bir toplumsal devrimin yakla§makta olduğu bilincini açıklamaya yetmez. Bu bilincin, onu en açık biçimde dile getirmiş devrimcilerle sınırlı olmadığıgibi, yoksul kitlelerden duydukları korku, toplumsal deği§im dönemlerinde hiçbir zaman yüzeyi fazla a§mamış hakim sınıflada da sınırlı kalmaması oldukça anlamlıdır. Yoksullar da onu hissediyordu. Halkın okuryazar tabakası bu bilinci dile getirdi. 184 7' deki açlık sırasında, Hollanda'dan geçen Alman göçmenlerin duygularını aktarırken, "Durumdan haberdar herkes", diyordu Amerika'nın Amsterdam konsolosu, "bugünkü bunalımın, günün olaylarıyla derin biçimde iç içe geçtiğini dile getirmektedir"; öyle ki söz konusu bunalım, er geç i§lerin mevcut durumuna bir çözüm getireceğini düşündükleri büyük devrimin başlangı xcından ba§ka bir §ey değildi. 7 Bunun nedeni §Uydu: Eski toplumdan kalan §eylerin yol açtığı bunalımla, yeni toplumun bunalımı çakı§ıyor gibi görünüyordu. 1840'lara dönüp bakıldığında, kapitalizmin son bunalımının yakın olduğunu öngören • Elbette o zamanlar kaçınılmaz oldukları öngörülmü§ bütün bu kesin deği§ikliklerin; egemen temsili meclisierin evrensel zaferinin ya da menarkların ve Roma Katelik Kilisesi'nin ortadan kalkmasının, zaten mutlaka gerçekle§ecek §eyler olduklarını söylemiyoruz. örneğin, serbest ticaretin, bafl§ın,
328 DEVRiM ÇAGI
sosyalistlerin, beklentilerini gerçekçi ihtimallerle karl§tıran hayaldler olduklarını dü§ünmek kolaydır. Çünkü, gerçekte kapitalizm yıkılmadı; tersine en hızlı ve rakipsiz bir geni§leme ve zafer dönemine girdi. Ne var ki, 1830'lar ve 40'larda bu yeni ekonominin, gittikçe daha devrimci yöntemler kullanarak daha çok ve nitelikli mal üretme gücüyle birlikte güçlüklerinin üstesinden gelebileceği henüz o kadar açık değildi. Pek çok kapitalizm kuramcısı, ekonomiyi ileri iten güdüleyici gücün yava§layacağı 'durgunluk durumu' ihtimaliyle me§guldu ve bu durumun, (onsekizinci yüzyılın ve hemen sonraki dönemin kuramcılarından farklı olarak) salt kuramsal bir olasılık olmanın ötesinde yakında gerçekle§eceğine inanı yorlardı. Yeni ekonominin kurameliarının kafasında, ekonominin geleceğiyle ilgili iki olasılık vardı. Fransa'da, yüksek para piyasasının ve ağır endüstrinin kaptanları olacak kimseler (Saint-Simoncular), 1830'larda, endüstri toplumuna giden en iyi yolun sosyalizm mi yoksa kapitalizm mi olacağına henüz karar verememi§lerdi. ABD' de, bireyci yayılmanın peygamberi olarak ölümsüzle§tirilecek olan Horace Greeley gibi ki§iler ("Batı ya git, genç adam" sözü ona aittir), 1840'larda, bugün 'A.merikancılık' olduğu dü§ünülen §eye hiç uygun dü§meyen kibbuzvari komünler olan Fourierci 'Falanks'ları kuran ve bunlarıri. erdemlerini yere göge sığdı ramayan, ütopyacı sosyalizmin taraftarıydılar. ݧadamlarınm çoğunluğuysa umutsuz durumdaydı. Geriye bakıldığında, John Bright gibi Quaker i§adamlarmın ve Lancashirelı ba§arılı pamuklu kuma§ imalatçılarının, geli§melerinin en dinamik olduğu bir dönemde, salt gümrük tarifelerini kaldırabilmek için genel bir siyasi lokavt ilan ederek ülkelerini karga§aya, açlığa ve hengameye sürüklemeye hazırlanabilecekleri bugün anla§ılır bir §ey gibi görünmeyebilir. 8 Ne var ki, korkunç 1841-2 yıllarında, endüstrinin sadece birtakım sıkıntılarla ve kayıplada değil, eğer ilerlemesi önündeki engeller derhal kalcimlmazsa genel bir boğulma tehlikesiyle kar§ı kar§ıya olduğu, bütün kafası çall§an kapitalistler için gayet açık bir durumdu. . Ortalama insanlar içinse sorun daha da basitti. Gördüğümüz gibi, Batı ve Orta Avrupa'nın imalat bölgelerinde ve büyük kentlerinde içinde bulundukları durum, onları kaçınılmaz olarak toplumsal devrime doğru sürüklemekteyciL İçinde ya§adıkları bu acımasız dünyanın zenginlerine ve kodamanlarına kaqı duydukları nefretle, yeni ve daha bir iyi dünya hayalleri, aralarından sadece bazıları, özellikle de İngiltere ve Fransa'da olanlar bu hedefin bilincine sahipse de, çaresizliklerini kör bir çaresizlik olmaktan çıkartıp onlara bir amaç verdi. Örgütlenmeleri ya da toplu eylem olanakları, onlara güç verdi. Fransız Devrimi'nin sağladığı bu büyük
SONUÇ: 1848'EDoGRU
329
bilinç, sıradan insanlara adaletsizliklere uysalca boyun eğmemeleri gerektiğini öğretti: "Milletler daha önce hiçbir §ey bilmiyordu; halk, kralların yeryüzündeki tanrılar olduklarını, ne eylerlerse güzel eylediklerini söylemeye mecbur olduğunu dü§ünüyordu. Bugünkü deği§iklikle insanları yönetmek çok daha zor olacak." 9 Avrupa'ya tebelle§ olan bu korku, yalnızca Lancashire' daki ya da Kuzey Fransa'daki fabrika sahiplerini değil, Almanya'nın ta§ralarındaki memurları, Roma'daki rahipleri ve her yerdeki profesörleri etkisi altına alan, proletarya korkusu, 'komünizm; hayaletiydi. Ve bu haklı bir korkuydu. Çünkü 1848'in ilk aylarında patlak veren devrimler, sadece bütün toplumsal sınıfları kapsaması ve seferber etmesi anlamında bir toplumsal · devrim değildi. Kelimenin tam anlamıyla, Batı ve Orta Avrupa kentlerindeki -özellikle ba§kentlerdeki- çalı§an yoksulların ayaklanmasıydı. Palermo'dan Rus sınırına kadar bütün eski rejimleri deviren güç, onların, neredeyse yalnızca onların gücüydü. Tozun dumanın yatl§masıyla, yıkınrı ların üzerinde i§çiler -Fransa' da gerçekten sosyalist i§çiler- görüldü; sadece ekmek ve ݧ değil, yeni bir devlet ve yeni bir toplum istiyorlardı. Çall§an yoksullar ayağa kalkarken, giderek zayıflayan ve modası geçen Avrupa'nın eski rejimleri, zenginlerin ve nüfuzluların dünyasındaki bunalımı derinle§tirdi. Kendi ba§larına bunlar, fazla öneme sahip olaylar değildi. Farklı bir zamanda ya da hakim sınıfların farklı kesimlerine, rakipleriyle olan çeki§melerini barl§çıl bir biçimde halletıne olanağı veren bir sistemde ortaya çıksalardı, bir devrime yol açmaz, Rusya'da Çarındü§mesine neden olan onsekizinci yüzyılın saray hizipleri arasındaki hırgürlerden ibaret kalabilirlerdi. Örneğin İngiltere' de ve Belçika' da, tarımcılarla sanayiciler arasında ve her birinin de kendi arasında bir yığın çatl§ma ya§anmaktaydı. Fakat 1830-32'deki dönü§ümlerin, iktidar konusunu sanayicilerden yana karara bağladığı; buna kar§ın siyasal statükonun, bir devrim tehlikesi göze alınmadan dondurulamayacağı ve maliyeti ne olursa olsun bundan kaçınılması gerektiği açıkça anla§ılml§tı. Bunun sonucunda, özgür ticaretten yana İngiliz sanayicileriyle, korumadan yana tarımdaki hakim sınıflar arasında Tahıl Yasaları konusunda patlak veren sert mücadele, genel oy hakkı gibi bir tehdit kar§ısında bütün hakim sınıfların olu§turduğu birliği bir an olsun tehlikeye atmadan, Chartist mayalanmanın ortasında sürdürülebildi ve taraflardan biri bu mücadeleyi kazasız belasız kazanabildi (1846). Belçika'da, 1847 seçimlerinde liberallerin Katalikler kar§ısında elde ettiği zafer, sanayicileri potansiyel devrimcilerin safından ayırdı ve 1848'de (seçmen sayısını iki katına çıkartan*) özenle hazırlanmı§ bir • Yine de seçmen nüfusu, 4.000.000 yurtta§tan SO.OOO'ini geçıniyordu.
330 DEVRiM ÇAGI
alt orta sınıfın ya§amsal öneme sahip kesimlerinin giderildi. Çektiği sıkıntılar açısından Belçika (daha doğrusu Flanders), İrlanda d1§ında, Batı Avrupa'nın her yerinden çok daha kötü durumda olmasına kar§ın, burada bir ı848 devrimi ya§anmadı. Fakat mutlakiyetçi Avrupa' da, ı8 ı 5' de, liberal ya da ulusal bakımdan yapılan bütün deği§iklikleri savu§turmakta siyasal rejimierin gösterdiği katı tutum, en ılımlı muhaliflere bile statükoyada devrim d1§ında hiçbir seçenek bırakmadı. Ayaklanmaya hazır olmasalar bile, geri döndürülemez bir toplumsal devrim ya§anmazsa, ba§kaları bir §eyler yapmazlarsa, kendileri hiçbir §ey elde edemeyeceklerdi. ı8ı5'de Avrupa'daki rejimler, er geç yıkılacaklardı; bunu kendileri de biliyordu. 'Tarihin kendilerine kar§ı olduğu'nu bilmek, dirençlerinin kolayca çökmesinden de anla§ıldığı gibi, direnme güçlerini kırmı§tı. ı848' de devrimin -üstelik dl§ardaki devriminilk hafif rüzgarıyla yıkılıverdiler. Fakat bu rüzgar olmasaydı, gidecekleri yoktu. Öte yandan, tam tersine -Prusya ve Macar diyetlerinin, yöneticilerin ba§larına bela olması; ı846'da 'liberal' (yani Papalık kurumunu bir, iki adım daha ondokuzuncu yüzyıla yakla§tırmaya istekli) bir Papanın seçilmesi, Bavyera'da kralın metreslerinden birinin küstürülmesi gibibu tür devletlerdeki görece küçük sürtü§meler, büyük siyasal sarsıntılar halini alıverdi. Teoride Louis Philippe'nin Fransası'nın, Britanya, Belçika, Hollanda ve İskandinavya ile aynı siyasal esnekliği göstermesi gerekirdi. Ama uygulamada öyle olmadı. Çünkü, Fransa'nın hakim sınıfının -bankerlerin, maliyecilerin ve birkaç büyük sanayicinin-, orta sınıfın çıkarlarının yalnızca bir bölümünü temsil ettiği; üstelik, çe§itli yerle§ik çıkar sahiplerinin yanında endüstrinin daha dinamik unsurlarının da bu hakim sınıfın ekonomik politikasından ho§lanmadığı açık olmakla birlikte, ı 789 Devrimi'nin anısı, reformun yolu üzerinde bir engel olarak duruyordu. Bu yüzden, yalnızca ho§nutsuz burjuvazi değil, siyasal açıdan tayin edici konumdaki özellikle (oy hakları sınırlandırılmı§ olmasına kar§ın ı846'da hükümete kar§ı oy kullanmı§ olan) Parisli alt orta sınıflar da muhalefetin saflarını olu§turmaktaydı. Dolayısıyla oy hakkının geni§letilmesi, Cumhuriyetçi olarak kalacak radikallerin sırf resmi yasaklardan ötürü potansiyel Jakobenler haline gelmelerine neden olabilirdi. Bu yüzden Louis Philippe'in ba§bakanı tarihçi Guizot (ı840-48), rejimin toplumsal temelinin geni§lemesi i§ini, siyasal ya§ama girmek için gereken mülk sahibi olma ko§uluna sahip yurtta§ların sayısını otomatik olarak artıracak olan ekonomik geli§me sürecine bırakınayı tercih etti. Gerçekten de öyle oldu. Seçmen sayısı, 1831'de 166.000'den 1846'da 24l.OOO'e yükseldi. Fakat seçim
yasasıyla
ho§nutsuzluğu
SONUÇ: 1848'EDOGRU
331
bu geli§me, rejimin toplumsal temelini yeterince geni§letmedi. Jakoben cumhuriyetten duyulan korku, Fransa'nın siyasal yapısını katıla§tırdı, dolayısıyla Fransa'daki siyasal durum giderek gergin bir hal aldı. Ak§am yemeğinden sonra halka açık konu§malarla yürütülen siyasal kampanyaların İngiltere'nin ko§ullarında hiçbir zararı olmayabilirdi, oysa Fransa'da bu, devrime davetiye çıkarmak demekti. Çünkü, Avrupa'nın hakim sınıflarının siyasal ya§amda içine dü§tükleri diğer bunalımlar gibi Fransavdaki siyasal bunalım da toplumsal bir felaketle örtü§mekteydi: 1840'larm ortalarından itibaren bütün kıtayı silip süpüren büyük çöküntü. Çe§itli ürünlerde, özellikle patateste hasat alı namadı. İrlanda'da olduğu gibi bütün bir halk, Silezya'da ve Handers'de buna yakını aç kaldı.* Yiyecek fiyatları yükseldi. Endüstrideki çöküntü, i§sizliği katladı; kentli çalı§an yoksullar, tam da hayat pahalılığının roket gibi firladığı bir sırada, bir lokma gelirlerinden de oldular. Durum, ülkeden ülkeye ve herbir ülkenin kendi içinde de deği§mekteydi. Bununla birlikte, İrlandalılar ve Hamanlar gibi en sefil durumdaki halklada ta§radaki fabrikalarda çalı§an i§çilerin bir bölümü, siyasal bakımdan en toy olan kesimler arasındaydı; bu da, mevcut rejimler açısından bir talihti. Örneğin Fransa'nın N ord bölge~indeki pamuklu dokuma fabrikalarında çalı§anlar, hırs larını, hükümetten ya da i§verenlerden degil, sel gibi Kuzey Fransa'ya akan kendileri gibi umutsuz durumdaki Belçikalı göçmenlerden çıkardılar. Üstelik 1840'lann ortasındaendüstrideve demiryolu yapımında ya§anan patlama, dünyanın en fazla endüstrile§mi§ ülkesinde [İngiltere'de], ho§nutsuzlukları büyük ölçüde törpülemi§ti. 1846-8 kötü yıllar olmakla birlikte, 1841-2 kadar kötü değildi;· dahası bu yıllar, gözle görülür biçimde yükselmekte olan ekonomik refahta sadece keskin bir ini§ten ibaretti. Fakat, Batı ve Orta Avrupa bir bütün olarak alındığında, 1846-8 felaketi evrenseldi ve her zman geçinecek kadar kazanml§ olan kitleler, gergin ve sabırsız bir ruh hali içindeydiler. Böylelikle Avrupa'da bir ekonomik tufan, eski rejimierin gözle görülür biçimde uğradıklan a§ınmayla örtܧtÜ. 1846'da Galiçya'daki köylü ayaklanması; aynı yıl 'liberal' bir papanm seçilmesi; 1847 sonlannda İsviçre' de radikallerle katalikler arasmda kopan ve radikallerin kazandığı iç sava§; 1848 ba§larmda Paletmo'da, ayrılık yanlısı Sicilyalılarm her zamanki ayaklanmalarından birini daha gerçekle§tirmesi; bütün bunlar, rüzgarcia sürüklenen birkaç saman parçası değil, yakla§an fırtınanın habercileriydi. Bunu bilmeyen yoktu. Hangi ülkelere, hangi tarihlerde geleceği tam olarak • 1846-48 arasında, Handers'de keten yeti§tirilen bölgelerde nüfus %5 azaldı.
332
DEVRiM ÇAGI
bilinmemekle birlikte, tarihtepek az devrim herkes tarafından böylesine önceden tahmin edilmi§tir. Bütün bir kıta, elektrikli telgraf aracılığıyla devrim haberlerini neredeyse anında kentten kente iletmek üzere çoktan hazır, bekliyordu. Daha 1831 'de Victor Hugo, henüz yeryüzünün derinliklerinden gelen ve Avrupa'daki her krallığımadenin ana ocağı Paris'ten dehlizlere doğru püskürtecek olan devrimin boğuk sesini duyduğunu yazml§tı. Devrim, 1848'de patladı.
"' "' "' c:
""'
r;d1 "' V" ~ Oldenbur~ ~ "ft, ,.. Danima
.
\t
~ oi~>
ffi
Q
b
RUS
g <()
- , ,.... _ ....
''""""
i
'
IMPARATORLUGU
•
Moskova
,.,..
,,_
'?.
'
~·· ~... ~t~~L:~,C,Jdf.ı'·)}h ~._..,;v~,.ı?0 ,s~//{7' w,....
o
""'
CHARLES GREEN
J
i
...-~Stockholm
E >-
"'
Krallığı (ı'
~ve ~ephnstıanıa .""\ )""\s-.ıeG~Iığı
NorveÇ
ı"'\·:
aınz ~ı~""'~~ ,"1\Bohemya~ ~ i FransaKral ığı ~:..'-•/r.",~.J: T'~;.<§,0-~~v~~~v~~~ ~~ L, ıyan ~ "'"<. ~Ji';~:-' ~~~'-' ~'~~t"{a,_··~ ..-7-t-'~"~-·~',~"/"·v.,.•• ,, t, .
p O l O N y A
1
•
c:
1
,,
'-
MACA R KRALLI l ;:;._
<")
'Svi
...f esKanı ~ Kor.si~a "'<% ~ ~-',, " Sırbistan l""l \.. \"'t. o 'f-O
' Bosna
"
\.)
U
Krallığı
Roma •
Sardunya
A
._.
'Yv.
'
'-
SICILYA 1' KRALLIG,I t )
/f D
-
'
~ "'~· ~~ 1\Caradağ ~
. Napeli J..'l'o::1:
B
'
"
Efi k a u\garistan
s "' e
n _um~. - -"'lt
R
c:·~'"' 1 )-...} •
t o r ı u ğ u
1789'DA AVRUPA
~ Prusya Krallığı ~ Habsburg Deminyonları t::::::::::;:::
o
Fransa Imparatorluğu Napoleon'un denetimi altındaki devletler Napoleon'un müttefıki olan devletler Napoleon'a düşman Akdeniz
CHARLES GREEN
:0
"' :0
"'
"
• Moskova
""
o
RUSYA
""' <::
"'
,,ı._r..."'', ......Galiçya
\
\
~"'~
'("
~-!9~ .,.J '\~<))~
~,"%, ''i.
,_..........
R L
u G
U
1840'TA AVRUPA
tO::::;:::::ıa
PEKiNG
•
TiENTSI~ .~
·~
Pasifik Okyanusu
Edinburgh iSTANBUL LONDRA
BÜYÜK KENTLERDE NÜFUS 1800-1850
-
Manchester NEW YORK PARIS (1800'de Paris'in
1800 nüfusu 1OO.OOO'i aşan kentler nüfusu 500.00'i aşan kentler nüfusu 1.000.000'u aşan kentler 1850 nüfusu 1OO.OOO'i aşan kentler nüfusu 500.00'i aşan kentler nüfusu 1.000.000'u aşan kentler nüfusu- 500.000)
CHARLES GREEN
1'
•
St. Petersburg
.. Moskova
• Berlin •
Cologne
• Dresten • Prag
• PARIS
0 Munıch
Lyon
•
• Varşova.
•Breslau
•
Viyana
•
Budapeşte
1815-1848 ARASINDA BATI KÜLTÜRÜ: OPERA Halkın beğenisini kazanan üç operanın (Rosini -'Aimavia o sia Corfu- Fransızca ve italyanca olarak icra edildi Londra - aynı zamanda ya da sadece yerel dillerde icra edildi
"' " •·.
·.
o
" o
j (ll
•santiago
<1.
~
j
Bahia
f R i o de CJaneiro
Buenos Aires
nnutile precauzione', 'Gazza Ladra': Auber: 'La Muette de Portici') icra edildiği yerler ve diller Basel -Almanca i cra edildi St.
•
ST. PETERSBURG
c: (IJ
Q
:
······: :;
'( p.. ...' 1' R l.l S., .... ~·:-····
:-·.·
•
Varşova
\
•• ~·
·~
UDOLSTADT .......... ...... .R KONFEDERASYON '•: PRAG
• PARIS
··......
!.~....... :
·····. l ~
.-
·.
..
:.l-·····
:-·
..:·.
j • PRESSBURG
Viyana •
··'
•
UsruFi,~A .
'"' lfı4.
GRAZ • ••/ Lyon•
/ ....ı.... ··"····......
: ... .;_...........•
BRNO e
AV.
POLONYA
4
"'
Klau~enburg ••••
Budapeşte
N
Hermannstadt ':
~ •• ~·l!K;onstadt
FIA.I'oFi(u
••• •• •AGRAM Trieste
Odesse
CJu
c:
:·······
'O
:.:':.·····.-·······......··................_.:
"'
••
ro
··\.
..
•••
o
~~
,r
sll1
'••.,~ J\,•, 4 1\f l
·=.......•
OJ' 11111
-ı,0~
"'
A K D E N
;:::
/0~13
'\····"~ !'-~~
Malta
~C:J
':::r:.o.q_o
z
.,
.., " \
~lu
':"~ iz:ır(J
Qtina
CHARLES GREEN
AD
Polonya ve Krakov dahil Rusya Macaristan ve Lombardiya dahil Avusturya Fransa İrlanda dahil Büyük Britanya (Avusturya, Prusya hariç) Alman Konfederasyonu İspanya
Portekiz Prusya Romanya dahil Türkiye Napoli Krallığı Piedmont-Sardunya İtalya'nın geri kalanı İsveç ve Norveç Belçika' Hollanda İsviçre
Danimarka Yunanistan
TOPLAM NÜFUS
SO.OOO'İN ÜZERİNDEKİ
(BİN)
KENTLER
49,S38
6
276
ıııs
ı9
2.ı
-
3S,OOO 33,000 24,273
8 9
93 74 67.5
225 254 330
ıo.4
7 10.5
1.2 4 13
2.3 20.0 200
37.S 30 30 43
llS
6 3 4.S
1.1 0.2 0.2 2
2.2 o o 4.6
2.8 2.8 2.8 1.4 2 2 0.8 1.6
o o o 1.7 0.4 0.4 o. ı o
0.1 o. ı o.ı 0.6 S5.4 S5.4 o o
14,20S 14,032 3,S30 13,093 8,600 7,622 4;450 s,ooo 4,000 3,827 2,750 2,000 2,000 1,000
ı7
4 8 ı
s s 2 2 4
İŞLENEN TOPRAK MİKTARI
SCHEFFEL:DE TAHIL ÜRETİMİ (MiLYON MORGEN. (MiLYON MORGEN OLARAK) OLARAK)
4 3 o
20 20 20 2 7 7 2
ı
ı6
ı
KESiMLİK
SI GIR (MiLYON)
3
14S 116 116 116 21 5 s
DEMİRKÖMÜR (MİLYONCWT
OLARAK)
o
* (1) Eskiden Hollanda'da ve Hollanda sömürgelerinde kullanılan, bugün Güney Afrika'da halen kullanılmakta olan yakla§ık iki dönüıne kar§ılık gelen toprak ölçüsü birimi. (2) Eskiden Prusya'da, Norveç'te ve Danimarka'da kullanılan bir dönüınün yakla§ık üçte ikisine kar§ılık gelen bir toprak birimi -çn.
8 o ~·
~.
300
DÜNYANIN ATÖLYESI
290
Dünyanın çeşitli yerlerine Ingiliz pamuklu
279
280 270
ürün
ihracatı. ...................... 1820
ve 1840
.1840
01820
260 250
240 230
180 170 160 150 140
"'
"E ~ c: o
.?:~
130 120 .110 100
ABD
lspanyol Arnerikas ı
Avrupa
Afrika
Doğu Hint Adaları
Çin
Diğerleri
ENDÜSTRiLEŞEN AVRUPA ' 1850
CJ
100.000 ya d ··fusun olan kentlerde nu
WZ1
100.GOO ya da olan kentlerde n
o·;
nüf~su %20'sı
a daha fazla
ha fazla nüfusu d~fusun %6-10'u
daha fazla nüfuslu FfFffFfR 100.000 ya -~~sun %5'i ~kentlerde nu
c=J
. demir üretimi Ton olarak pıg
=:=::>
o
Liman olarak 9 emi tonajlarr
Kuzey
Den izi
NORVEÇ & iSVEÇ KRALLIG i
Akdeniz CHARLES GREEN
CHARLES GREEN
""'
~;;-"'
çf'lj ~
~f})~ ~
·~:~ ·'
r:01·
6f;)o~TAN
nnnmnmnm
IU1lW11U1WW
1815'den sonra Medeni Kanun'un geçerli oldu{lu bölgeler
~ Fransa'nın yasal etkisi ~ altındaki bölgeler ~ Medeni Kanun'u ~
kendilerine uyariayan uluslar
~ Fransa'nın yasal etkisi altında ~ bulunan denizaşırı yerler
ÖRFLHUKUK
R
U
S
Y A
Notlar
1 1780'lerin Dünyası 1) Saint-Just, Oeuvres completes, IL s. 514. 2) A. Hovelacque, La taille dans un canton ligure. Revue Mensuelle de l'Ecole d'Anthropologie (Paris 1896). 3) L. Dal Pane, Storia del Lavoro dagli inizi del seeola XVIII a 1815 (1958), s. 135. R. S. Eckers, The North-South Differential in ltalian Economic Development, Journal of Economic History, XXI, 1961, s. 290. 4) Quereet, qu., Manouvrier, Surataille des Parisiens, Bulletin de la Socü~te Anthropologique de Paris, 1888, s. 171. 5) H. See, Esquisse d'une Histoire du Regime Agraire en Europe au XVIII et XIX siecles (1921), s. 184, J. Blum, Lordand Peasant in Russia (1961), s. 455-60. 6) Th. Haebich, Deutsche Latifundien (1947), s. 27 ve devamında. 7) A. Goodwin'in yayıma hazırladığı, The European Nobility in the Eighteentlı Century (1953), s. 52. 8) L. B. Namier, 1848, The Revolution of the Intellectuals (1944); J. Vicens Vives, Historia Economica de Espana (1959). 9) Sten Carlsson, Standssamhiille och standspersoner 1700-1865 (1949). 10) Pierre Lebrun ve diğerleri, La rivoluzione industriale in Belgio, Studi Storici, II, 3-4, 1961, s. 564-5. ll) Turgot gibi (Oeuvres V, s. 244): "Ceux qui connaissent la marche du commerce savent aussi que toute entreprise importaiıte, de trafic ou d'industrie, exige le concours de deux especes d'hommes, d'entrepreneurs ... et des ouvriers qui travaillent pour le compte des premiers, moyennant un salaire convenu.
346 DEVRiM ÇAGI Telle est la veritable origine de la distinction entre les entrepreneurs et les maı:tres, et es ouvriers ou compagnons, laquele est fonde sur la nature des choses." ["Ticaretin gidi§atını bilenler, ister kaçakçılık isterse endüstri sektöründe olsun, her tür te§ebbüsün iki ayninsanın i§birliğini gerektirdiğini bilir: Bunlardan birincisi i§verenlerdir; ikincisiyse, i§verenlerden belirli bir ücret alan i§çilerdir. ݧverenler ile ustalar, i§çiler ya da çıraklar arasındaki farkın gerçek kaynağı budur ve bu da e§yanın doğasında vardır."].
2 Endüstri Devrimi 1) Arthur Young, Tours in England and Wales, London School of Economics s. 269. 2) A. de Toqueville, ]oumeys to England and Ireland, yayıma hazırlayan J. P. Mayer (1958'), s. 107-8. 3) Anna Bezanson, Endüstri Devrimi Teriminin İlk Kullanımları, Quarterly Journal of Economics, XXXVI, 1921-2, s. 343, G. N. Clark, The Idea of the Industrial Revolution (Glasgow 1953). 4) Kar§ıla§tırın: A. E. Musson & E. Robinson, Onsekizinci Yüzyıl Sonunda Bilim ve Endüstri, Economic History Review, XIII, 2, Aralık 1960, ve R. E. Schofield'in Midland sanayicileri ve Ay Derneği üzerine olan çalı§ması Isis 47 (Mart 1956), 48 (1957), Annals of Science II (Haziran 1965) vs. 5) K. Berril, Uluslararası Ticaret ve Ekonomik Büyümenin Oranı, Economic History Review, XII, 1960, s. 358. 6) W G. Hoffmann, The Growth ofindustrial Economies (Manchester 1958), s.68. 7) A. P. Wadsworth &J. deL. Mann, The Cotton Trade and Industrial Lancashire (193 1), VII. Bölüm. 8) E Crouzet, Le Blocus Continental et l'Economie Britannique (1958), s. 63'te, 1805'te bunun üçte iki oranında olduğunu ileri sürmektedir. 9) P. K. O'Brien, British Ineames and Property in the early Nineteenth Century, Economic History Review, XII, 2 (1959), s. 267. 10) Hoffmann, age., s. 73. ll) Baines, History of the Cotton Ma,nufacture in Great Britain (Londra 1835), s. 43 ı. 12) P. Mathias, The Brewing Industry in England (Cambridge 1959). 13) M. Mulhall, Dictionary ofStatistics (1892), s. 158. 14) Baines, age., s. 112. 15) Kar§ıla§tırın: Phyllis Deane, Estimates of the British National Income, Economic History Review (Nisan 1956 ve Nisan 1957). 16) O'Brien, age., s. 267. 17) Durgunluk durumu için kar§ıla§tırın: J. Schumpeter, History of Economic Analysis (1954), s. 570-1. John Stuart Mill'in (Principles of Political Economy, IV. Kitap, iv. Bölüm) konuyla ilgili önemli formülasyonu §öyledir: "Bir ülke uzun bir baskısı,
NOTLAR
347
zamandır yüksek bir üretime ve üzerinden tasarruf sağlayabileceği büyük bir net gelire, ve o nedenle uzun zamandır sermayeye her yıl büyük bir ilavede bulunmanın araçlarına sahipse; kar oranının, en dü§ük orana deyim yerindeyse ramak kalmı§ olması, dolayısıyla tam da durgunluk durumunun e§iğine gelmi§ olması, bu ülkenin özelliklerinden biridir ... Eğer tersine etkide bulunacak ko§ullar söz konusu değilse, sermayedeki mevcut yıllık artı§ın sürdürülmesi, birkaç yıl içersinde net kar oranının dü§mesine yetecektir." Ne var ki; bu kitap yayımlandığında (1848) tersi etki yaratacak olan güç-demiryollarının ba§lattığı geli§me dalgası- çoktan kendini göstermeye ba§lamı§tı. 18) Radikal John Wade'ın yazdığı History of the Middle and Working Classes, banker Lord Overstone'un yazdığı Reflections suggested by the perusal of Mr]. Horsley Palmer's pamphlet on the causes and consequences of the pressure on the Money Market (1837), Tahıl Yasası Kar§ıtı]. Wilson'ın yazdığı Fluctations of Currency, Commerce and Manufacture; referable to the Com Laws (1840); ve Fransa'da A. Blanqui'nin (ünlü devrimcinin karde§i) 1837'de ve M. Briaune'un 1840'ta (ve §üphesiz ba§kalannın da) yazdıkları kitaplar. 19) Baines, age., s. 441. A. U re & P. L. Simmonds, The Cotıon Manufacture ofGreat Britain (1861 baskısı), s. 390 ve devamında. 20) Geo. White, A Treatise on Veawing (Glasgow 1846), s. 272. 21) M. Blaug, Ondokuzuncu Yüzyılda Lancashire Pamuklu Endüstrisinde Sermayenin Üretkenliği, Economic History Review (Nisan 1961). 22) Thomas Ellison, The Cotton Trade of Great Britain (Londra 1886), s. 61. 23) Baines, age., s. 356. 24) Baines, age., s. 489. 25) U re & Simmonds, age., I. Cilt, s. 317 ve devamında. 26)]. H. Clapham, An Economic History of Modem Britain (1926), s. 427 ve devamında; Mulhall, age., s. 121, 332, M. Robbins, The Railway Age (1962), s. 30-1. 2 7) Rondo E. Cameron, France and the Economic Development of Europe 1800-1914 (1961), s.77. 28) Mulhall, age., 501, 497. 29) L. H. Jenks, The Migratian of British Capital to 1875 (New York ve Londra 1927), s. 126. 30) D. Spring, The English Landed Estate in the Age of Coal and Iron, Journal of Economic History (XI, I, 1951). 31) J. Clegg, A chronological history of Bolton (1876). 32) Albert M. Imlah, British Balance of Payments and Export of Capital, 1816-1913, Economic History Review V (1952, 2, s.24). 33) John Francis, A History of the English Railway (1851) II, 136; yine bakınız: H. Tuck, The Railway Shareholde;'s Manual (yedinci baskı 1846), Önsöz; Lancashire'de biriken sermaye fazlasının demiryollarına yaptığı baskı hakkında T. Tooke, History of Prices II, s. 275, 333-4. 34) Mulhall, age., s. 14.
348 DEVRiM ÇAGI
35) Annals of A.gric. XXXVI, s. 214. 36) Wilbert Moore, Industrialisation and Labour (Comelll951). 37) Blaug, agy., s. 368. Ancak, on üç ya§ın altındaki çocuklann sayısında 1830'larda belirgin bir azalma gözlenmektedir. 38) H. See, Histoire Economique de la Franee, II. Cilt, s. 189'daki dipnot. 39) Mulhall, age.; Imlah, agy., II, 52, s. 228-9. Bu rahminin kesin tarihi 1854'tür.
3 Fransız Devrimi 1) Bakınız: R.R. Palmer, The Age of Derrıocratic Revolution (1959); ]. Godechot, La Grande Nation (1956), I. Cilt, 1. Bölüm. 2) B. Lewis, The Impact of the French Revolıition on Turkey, Journal of \Xbrld History, I (1953-4, s. 105). 3) H. See, Esquisse d'une Historie du Regime Agraire (1931), s. 16-17. 4) A. Soboul, Les Campagrıes Monı:pellieraines ala fin de l'Aneien Regime (1958). 5) A. Goodwin, The French Revolution (1959 baskısı), s. 70. 6) C. Bloch, remigration francaise au XIX siecle, Etudes d'Histoire Moderne & Contemp. I (1947), s. 137; ancak D. Greer (The Ineidence of the Emigration during the Freneh Revolution [1951]), çok daha küçük bir rakam vermektedir. 7) D. Oreer, The Ineidence of the Terror (Harvard 1935). 8) Oeuvres Completes de Saint-Just, II. Cilt, s. 14 7 (yayıma hazırlayan C. Vellay, Paris 1908). 4Sav~
1) Kar§ıla§Unn: Örneğin von Groote, Die Entstehung d. Nationalbewussteins inNordwestdeutschland 1790-1830 (1952). 2) M. Lewis, A Social History of the Navy, 1793-1815 (1960), s. 370, 373. 3) Oordon Craig, The Politics of the Prussian Army 1640-1945 (1955), s. 26. 4) A. Sorel, f-Europe etla revolution franeaise, I (1922 baskısı), s. 66. 5) Considerations sur la Franee, IV. Bölüm. 6) Aktaran L. S. Stavrianos, Antecedents to Balkan Revolutions, Journal of Modem History, XXIX, 1957, s. 344. 7) G. Bodart, Losses of Life in Modem Wars (1916), s. 133. 8) ]. Vicens Vives'in yayıma hazırladığı Historia Social de Espana y America (1956), IV, ii, s. 15. 9) G. Bruun, Europe and the French Imperium (1938), s. 72. 10) Bu rakamlar, Parlamentonun izin verdiği para miktanna dayandığından, insan sayısı aslında daha azdı. ]. Leverrieı; La Naissanee de l'armee nationale, 178994 (1939), s. 139; G. Lefebvre, Napoleon (1936), s. 198, 572; M. Lewis, age., s. 119; Parliamentary Papers XVII, 1859, s. 15. ll) Mulhall, Dictionary ofStatistics: War.
NOTLAR
349
12) Cabinet Cyclopedia, I, s. 55-56 ('Manufactures in Metal'). 13) E. Tarle, Le blocus continental et le royaume d'Italie (1928), s. 3-4, 25-31; H. See, Historie Economique de la France, Il, s. 52; Mulhall, agy. 14) Gayer, Rostow ve Schwartz, Growth and Fluctuation of the British Economy, I790-I850 (1953), s. 646-9; E Crouzet, Le blocus continental et l' economie Britannique (1958), s. 868 ve devamında. 5Ba~
1) Castlereagh, Correspondence, Üçüncü Dizi, Xl, s. 105. 2) Gentz, Depeches inedites, I, s. 371. 3) J. Richardson, My Dearest Uncle, Leopold of the Belgians (1961), s. 165. 4) R. Cameron, age., s 85. 5) E Ponteil, Lafayette et la Pologne (1934) .
. 6 Devrimler 1) Ludwig Boeme, Gesammelte Schriften, III, s. 130-1. 2) Memoirs of Prince Mettemich, III, s.468. 3) Vienna: Verwgltungsarchiv: Polizeihofstelle H 136/1834 ve çe§itli yerlerinde. 4) Guizot, Of Democracy in Modem Societies (Londra 1838), s. 32. 5) Bu genel devrimci stratejinin en parlak değerlendirmesi, Marx'ın 1848 devrimi sırasında, Neue Rheinische Zeitung'da çıkan yazısında bulunmaktadır. 6) M. L. Hansen, The Atlantic Migratian (1945), s. 147. 7) E C. Mather, The Govemment and the Chartists, A. Briggs'in yayıma hazırladığı Chartist Studies (1959) içinde. 8) Kar§ıla§tirın: 1834 tarihli Meclis Tutanak/arı, XXXIV; (1830 ve 1831 tarihinde ta§rada çıkartılan karga§a ve yangınların nedenleri ve sonuçları[ıyla ilgili]) 53 sayılı soruya verilen yanıtlar, örneğin Lamboum, Speen (Berks), Steeple Claydon (Bucks), Borrington (Glos), Evenley (Northants). 9) R. Dautry, I 848 et la Deuxieme Republiqıie (1848), s. 80. 10) St. Kiniewicz, La Pologne et l'Italie al'epoque du printemps des peuples. La Pologne au Xe Cangres International Historique, 1955, s. 245. ll) D. Cantimori, E Fejtö'nün yayıma hazırladığı The Opening of an Era: I848 içinde (1948), s. 119. 12) D. Read, Press and People (1961), s. 216. 13) lrene Collins, Govemment and Newspaper Press in France, I8I 4-8 I (1959). 14) Kar§ıla§tırın: J. Hobsbawm, Primitive Rebels (1959), s. 171-2; V. Volguine, Les idees socialisteset communistes dans les societes (Questions d'Historie, Il, 1954, s. 10-37); A. B. Spitzer, The Revolutionary Theories of Auguste Blanqui (1957), s. 165-6. 15) G. D. H. Cole ve A. W. Filson, British Working Class Movements. Select Documents (1951), s. 402.
350 DEVRiM ÇAGI 16) J. Zubrzycki, Emigration from Poland, Population Studies, VI, (1952-3) s. 248. 17) Engels'tenMarx'a, 9 Mart 1847.
7 Milliyetçilik 1) Hoffmann v. Fallersleben, Der Deutsche Zollverein, Unpolitische Lieder içinde. 2) G. Weill, f-Enseignement Secondaire en France 1802-1920 (1921), s. 72. 3) E. de Laveleye, fJnstruction du Peuple (1872), s. 278. 4) E Paulsen, Geschichte des Gelehrten Unterrichts (1897), II, s. 703; A. Daumard, Les eleves de l'Ecole Polytechnique 1815-48 (Rev. d'Hist. Mod. et Contemp. V. 1958); 1840 ba§lannda ortalama bir dönemde Alman ve Belçikalı toplam öğrenci sayısı ı4.000 civanndaydı. J. Conrad, Die Frequenzverhaltnisse der Universitaten der hauptsachlichen. Kulturlander Ub. f Nationalök. u. Statistik LVI, 1895, s. 376 ve devamında). 5) L. Liard, f-Enseignement Superieur en France 1789-1889 (1888), s. ll ve devamında.
6) Onsekizinci yüzyıl ba§larında Almanya'da yayımlanan bütün kitaplann yüzde altmı§ı Almancaydı; o tarihten itibaren bu oran belirgin biçimde yükseldi. Paulsen, age., Il, s. 690-1. 7) Handwörterbuch d. Staabwissenschaften (ikinci baskı), 'Buchhandel' maddesi. 8) Laveleye, age., s. 264. 9) W. Wachsmuth, Europaische Sittengeschichte, V, 2 (1839), s. 807-8. 10) J. Sigmanrı, Les radicaux badois et l'idee nationale allemande en 1848. Etudes d'Histoire Moderne et Conteınporaine, II, 1948, s. 213-4. ı ı) ]. Miskolczy, Urigam und die Habsburger-Monarchie (1959), s. 85. yalnızca
BToprak 1) Haxthausen, Studien ... ueber Russland (ı847), II, s. 3. 2) J. Billingsley, Survey of the Board of Agriculture for Somerset (1798), s. 52. 3) Rakamlar, 1871-3 tarihli 'New Domesday Book'a dayanmaktadır, fakat bunlann ı848'deki durumu temsil etmedikkrine inanmak için neden yoktur. 4) Handwörterbuch d. Staatwissenschaften (ikinci baskı), 'Grundbesitz' maddesi. 5) Th. von der Gol tz, Gesch. d. Deutschen Landwirtschaft (ı 903), II; Sartorius v. Waltershausen, Deutsche Wirtschaftsgeschichte 1815-1914 (1923), s. 132. 6) L. A. White'ın yayıma hazırladığı, The Indian ]ournals of Lewis, Henry Morgan'dan alınmı§tır (1959), s. 15. 7) L. V. A. de Villeneuve Bargemont, Economie Politique Chretienne (1834), II. Cilt, s. 3 ve devamında. 8) C. Issawi, Egypt since ı800.]ournal ofEconomic History, XXI, ı, 1961, s. 5.
NOTLAR
351
9) B.]. Hovde, The Scandinavian Countries 1720-1860 (1943), I. Cilt, s. 279. Ortalama hasadın 6 milyon tondan (1770) 10 milyon tona çıkmasıyla ilgili olarak bakınız: Hwb. d. Staatswissenschaften, 'Bauembefreiung' maddesi. 10) A. Chabert, Essai sur les mouvements des prix et des revenus 1798-1820 (1949), II, s. 27 ve devamında; 1. l'Huillier, Recherces sur l'Alsace Napoleonienne (1945), s. 470. ll) Örneğin G. Desert, E. Labrousse'nin yayıma hazırladığı Aspects de la Crise ... 1846-51 içinde (1956), s. 58. 12) ]. Godechot, La Grande Nation (1956), Il, s. 584. 13) A. Aghte, Ursprung u. Lage d. Landarbeiter in Livland (1909), s. 122-8. 14) Rusya için bakınız: Lyashchenko, age., s. 360; Prnsya ile Bohemya arasında bir kar§ıla§tırma için bakınız: W. Stark, Niedergang und Ende d. Landwirtsch. Grossbetriebs in d. Boehm. Laendern Ub. f Nat. Oek. 146, 193 7, s. 434 ve devamında. 15) E Luetge, "Auswirkung der Bauernbefreiung", ]b. f Nat. Oek. 157, 1943, s. 353 ve devamında. 16) R. Zangheri, Prime Ricerche sulla distribuzione della proprietiı fondiaria (195 7). 17) E. Sereni, Il Capitalismo nelle Campagne (1948), s. 175-6. 18) Kar§ıla§tırın: G. Mori, La storia dell'industria italiana contemporanea (Annali dell'Instituto Giangiacoomo Feltrinelli, II, 1959, s. 278-9); ve aynı yazarın "Osservazioni sul libero-scambismo dei moderati ne! Risorgimento" (Rivista Storica Socialismo, III, 9, 1960). 19) Dal Pane, Storia del Lavoro in Italia dagli inizi del seeola XVIII al 1815 (1958), s. 119. 20) R. Zangheri'nin yayıma hazırladığı Le Campagne emiliane nell'epoca moderna (1957), s. 73. 21) ]. Vicens Vives'in yayıma hazırladığı Historia Social y Economica de Espaiia y America (1959), IVii, s.92, 95. 22) M. Emerit, tat intellectuel et morall'Algerie en 1830, Revue d'Historie Modeme et Contemporaine, I, 1954, s. 207. 23) R. Dutt, The Economic History oflndia under arly British Rule (dördüncü baskı), s. 88. 24) R. Dutt, India and the VictorianAge (1904), s. 56-7. 25) B. S. Cohn, The initial British impact on India, Uourrnal ofAsian Studies, 19, 1959-60, s. 418-31), Benares havalisinde (Uttar Prade§) memurların görevlerini, toprağı tümden ele geçirmek için kullandıklarını göstermektedir. Yüzyılın sonlarına doğru 74 büyük malikane sahibinden 23'ünün, toprağın devlet görevlileriyle bağlantılarını gösteren özgün ünvaniarı vardı (s. 430). 26) Sulekh Chandra Gupta, Land Market in the North Western Provinces (Utter Pradesh) in the first half of the nineteenth century, Indian Economic Review, IV, 2, Ağustos 1958. Yine aynı yazarın, aynı aydınlarıcı ve öncü niteliğincieki §U kitabına bakınız: Agrarian Background of 1857 Rebellion in the North-westem Provinces (Enquiry, N. Delhi, Şubat 1959). 27) R. P. Dutt, IndiaTaday (1940), s. 129-30.
re
352
DEVRiM ÇAGI
28) K. H. Connell, Land and Population in Ireland, Ecorwmic History Review, II, 3, 1950, s. 285, 288. 29) S. H. Cousens, Regional Death Ra tes in Ireland duting the Great Famine, Population Studies, XIV, ı, 1960, s. 65.
9 Endüstri Dünyasına Doğru 1) Aktaran W Armytage, A Social History of Engineering (1961), s. 126. 2) Aktaran R. Picard, Le Romantisme Social (1944), 2. Kısım, 6. Bölüm. 3) J. Morley, Ufe of Richard Cobden (1903 baskısı), s. 108.. 4) R. Baron Castro, La poblacion hispano-americana, Journal ofWorld History, V, 1959-60, s. 339-40. 5) J. Blum, Transportation and lndustry in Austria, 1815-48, Journal of Modem History XV (1943), s. 27. 6) Mulhall, age., Post Office. 7) Mulhall, agy. 8) P. A. Khromov, Ekorwmicheskoe Razvitie Rossii v XIX-XX Vekakh (1950), Tablo 19, s. 482-3. Fakat sa U§ miktan çok daha hızlı arnnı§Ur. Aynca kar§ıla§tınn: J. Blum, Lord and Peasent in Russia, s. 287. 9) R. E. Cameron, age., s.347. 10) Aktaran S. Giedion, Mechanisation Takes Command (1948), s. 152. ll) R. E. Cameron, age., s. 115 ve devammda. 12) R. E. Cameron, age., s. 347; W Hoffmann, The Growth of Industrial Ecorwmies (1958), s. 71. 13) W Hoffmann, age., s. 48; Mulhall, age., s. 377. 14) J. Purs, The lndustrial Revolution in the Czech Lands, Historica, II, 1960, s. 199-200. 15) R. E. Cameron, age., s. 347; Mulhall, age., s. 377. 16) H. Kisch, The Textile Industries in Silesia and Rhineland, Journal of Ecorwmic History, XIX, Aralık 1959. 17) O. Fischelve M. V. Boehn, Die Mode,IBIB-1842 (Münih 1924), s. 136. 18) R. E. Cameron, age., s. 79, 85. 19) Bu konunun tarU§ıldığı klasik kaynak §Udur: G. Lefebvre, La revolution francaise et les paysans (193 2); Etudes sur la revolution francaise' de yeniden basıldı (1954). 20) G. Mori, Osservazioni sulliberoscambismo dei moderati nel Risorgimento, Riv. Storic. del Socialismo, III, 1960, s. 8. 21) C. Issawi, Egyptsince 1800,JournalofEcorwmic History. Mart 1961, XXI, s.
ı.
1OYetenekiilere Yükselme
Olanağı
1) E Engels, İngiltere'de İşçi Sınıfı'nın Durumu, XII. Bölüm. 2) M. Capefigue, Histories des Grandes Operations Financieres, IV (1860), s. 255.
NOTLAR
353
M. Capefigue, agy., s. 248-9, 254. A. Beauvilliers, LArt du Cuisinier, (Paris 1814). H. See, Historie Economique de la France, II, s. 216. A. Briggs, Middle Class Consciousness in English Politics 1780-1846, Pası and Present, 9 Nisan, s. 68. - 7) Donald Read, Press and People 1790-1850 (1961), s. 26. 8) S. Smiles, Ufe of George Stephenson (1881 baskısı), s. 183. 9) Charles Dickens, Hard Times. 10) Leon Faucher, Etudes sur l'Angleterre, I (1842), s. 322. ll) M. J. Lambert-Dansette, Quelques familles du patronat textile de UlleArmentieres (Lille 1954), s. 659. 12) Oppermann, Geschichte d. Königreichs Hannover, aktaran T. Kle in, 1848, Der Vorkampf (1914), s. 71. 13) G. Schilfert, Sieg u. Niederlage d. demokratisehen Wahlrechts in d. deutschen Revolution 1848-9 (1952), s. 404-5. 14) Mulhall, age., s. 259. 15) W R. Sharp, The French Civil Service (New York 1931), s. 15-16. 16) The Census of Great Britain in 1851 (Londra, Longman, Brown, Green and Longmans 1854), s. 5 7. 17) R. Porta!, Lı naissance d'une bourgeoisie industrielle en Russie dans la premiere moitie du XIX siecle. Bulletin de la Socü~te d'Histoire Modeme, Douzieme serie, II, 1959. 18) Vienna, Verwaltungsarchiv, Polizeihofstelle, H 136/1834. 19) A. Girault ve L. Milliot, Principes de Co lanisation et de Ugislation Calaniale (1938), s. 359. 20) Louis Chevalier, Classes Laboriesus et Classes Dangereuses (Paris .1958), III, 2. Bölümde, 1840'larda 'barbarlar' teriminin çalı§an yoksulların gerek dostlan gerekse dü§manları tarafından kullanılı§ı üzerinde durmaktadır. 21) D. Simon, Master and Servant, J. Saville'in yayıma hazırladığı Democracy and the Labour Mavement (1954) içinde. 22) P. Jaccard, Histoire Socialedu Travail (1960), s. 248. 23) P. Jaccard, age., s. 249. 3) 4) 5) 6)
ll
Çalışan Yoksullar
1) 1807'de doğan dokumacı Hauffe; aktaran Alexander Schneer, Ueber die Noth der Leinen-Arbeiter in Schlelesien ... (Berlin 1844), s. 16. 2) İlahiyatçı P. D. Michele Augusti, Della libertii ed eguaglianza degli uomini nell'ordine naturale e civile (1790); aktaran A. Cherubini, Dottrine e Metodi Assistenziali dal1789 al1848 (Milano 1958), s. 17. 3) E. J. Hobsbawrrı, The Machine Breakers, Pası and Present, I, 1952. 4) The Leisure Hour (1881) içindeki 'about some Lancasbire Lads'. Bu kaynağı sayın
A. Jenkin'e borçluyum.
354 DEVRiM ÇAGI
5) 'die Schnapspest im ersten Drittel des Jahrhunderts', Handwoerterbuch d Staatswissenschaften (ikinci baskı), 'Trunksucht' maddesi. 6) L. Chevalier, Classes Laborieuses et Classes Dangereuses, çe§itli yerlerde. 7) J. B. Russell, Public HealthAdministration in Glasgow (ı903), s. 3. 8) Chevalier, age., s. 233-4. 9) E. Neuss, Entstehung u. Entwicklung d. Klasse d. besitzlosen Lohnarbeiter in Halle (Berlin 1958) s.283. ı O) J. Kuczynski, Geschichte der Lage der Arbeiter (Berlin ı960), 9. Cilt, s. 264 ve devamında; 8. Cilt (1960), s. 109 ve devamında. ll) R. J. Rath, The Habsburgs and the Great Depression in LombardoVenetia ı8 ı 4-18. Journal of Modem History, XIII, s. 3 ı 1. ı2) M. C. Muehlemann, Le s prix des vivres etle mouvement de la population dans le canton de Beme ı 782-1881. IVCongn~s International d'Hygiene (ı883). 13) F. J. Neumann, Zur Lehre von d Lohıigesetzen, ]b.fNat.Oek. Üçüncü dizi, IV, ı892, s. 374 ve devamında. ı 4) R. Scheer, Eritwicklung d Annaberger Posamentierindustrie im 19. ]alırlıundert. (Lepzig ı909), s. 27-8, 33. · 15) N. McCord, The Anti-Com Law League (ı958), s. ı27. 16) 'Par contre, il est sur que la situation alimentaire, aParis, s'est deterion~e peu apeu avec le XIX siecle, sans doute jusqu'au voisinage des annees 50 ou 60.' R. Philippe, Annalesiçinde (16, 3, 1961, 567. Londra ile ilgili benzer hesaplamalar için kar§ıla§tırın: E. J. Hobsbawm. The British Standard of Living, Economic History Review, X, I, 1957. Fransa'da ki§i ba§ına toplam et tüketiminin, ı8121840 arasında neredeyse deği§rrieden kaldığı anla§ılıyor (Congres lnternationale d'Hygiene Paris 1878 (1880), I. Cilt, s. 432. 17) S. Pollard, A History of Labour in Sheffield (1960), s. 62-3. 18) H. Ashworth,]ournal Stat. Soc. V (ı842), s. 74'te; E. Labrousse'nin yayıma hazırladığı Aspects de la Crise ... 1846-51 (ı956), s. ıo7. 19) Statistical Committee appointed by the Anti-Com Law Conference ... March 1842 (dördüncü baskı), s.45. 19a) R.K. Webb, English Histarical Review, LXV içinde (1950), s. 333 ve devammda. 20) Aktaran A. E. Musson, The Ideology of Early Co-opera tion in Lancashire and Cheshire; Transactions of the Lancashire and Cheshire Antiquarian Society, LXVIII, 1958, s. ı20. 2ı) A. Williams, Folksongs of the Upper Thames (1923), s. lOS'te çok daha yüksek bir sınıfbilinciyle benzeri bir yorumda bulunmaktadır. 22) A. Briggs, The Language of'class' in early nineteenth century England, A. Briggs ve J. Saville'in yayıma hazırladıkları Essays in Labour History içinde (1960); E. Labroussee, Le mouvement ouvriier et !es Idees sociales, III (Cours de la Sorbonne), s. 168-9; E. Coomaert, La pensee ouvriere et la conscience de classe en France 1830-48, Studi in Onoredi Gino Luzzate, III içinde (Milano 1950), s. 28; G. D. H. Cole, Attempts at General Union (1953), s. 161.
NOTlAR
355
23) A. Soboul, Les Sansculottes de Paris en l'an II (1958), s. 660. 24) S. Pollard, age., s. 48-9. 25) Th. Mundt, Der dritte Stand in Deutsclıland und Preussen ... (Berlin 184 7), s. 4; aktaran J. Kuczynski, Gesch.d.Lage d. Arbeiter 9, s. 169. 26) Karl Biedermann, Vorlesungen ueber Socialismus und sociale Fragen (Leipzig 1847), aktaran Kuczynski, age., s. 71. 2 7) M. Tylecote, The Mechanics' Institutes of Lancashire before 1851 (Manchester 1957), VIII. 28) Revue Historique CCXXI'da geçmektedir (1959), s. 138. 29) P. Gosden, The Friendly Societies in England 1815-75 (1961), s. 23, 31. 30) W E. Adams, Memoirs of a Social Atom, I, s. 163-5 (Londra, 1903).
12 İdeoloji: Din 1) Civilta Cattolica II, 122, L. Dal Pane, il socialismo e le questione sociale nella prima annata della Civilta Cattolica'dan alıninı§tır (Studi Onoredi Gina Luzzato, Milano, 1950, s; 144). 2) Haxthausen, Studien ueber ... Russland (1847), I, s. 388. 3) Kar§ıla§tınn: Antonoio Machado'minPoesias Completas'ındaki (Avusturya baskısı, s. 152-4) Endülüslü centilmen portresi: "Gran pagano, Se hizo hermano De una santa cofradia" ["E§siz pagan, Karde§tir ona Bir mübarek hayırsever"] · 4) G. Duveau, Les Instituteurs (1957), s. 3-4. 4a) J. S. Trimingham, Islam in West Africa (Oxford, 1959), s. 30. 5) A. Ramos, Las Culturas negras en el mundo nuevo (Meksika, 1943), s. 277 ve devamında. 6) W E Wertheim, Indonesian Society in Transition (1956), s. 204. 7) Census ofGreat Britain 1851: Religious Worship in England and Wales (Londra, 1854). 8) Mulhall, Dictionary of Statistics: 'Religion'. 9) Mary Merryweather, Experience of Factory Life (üçüncü baskı, Londra, 1862), s. 18. 1840'lar söz konusu edilmektedir. 10) T. Rees, History of Protestant Non-mnformity in Wales (1861). ll) Marx-Engels, Werke (Berlin, 1956), I, s. 378. 12) Briefwechsel zwischen Fr. Gentz und Adam Müller, Gentz'den Müller'e, 7 Ocak 1819. 13) Gentz'den Müller'e, 19 Nisan 1819.
13 İdeoloji: Laiklik 1) Archives Parlementaires, 1787-1860 t. VIII, s. 429. Bu, İnsan ve Yurtta§ Bildirisi'nin 4. paragrafının ilk taslağıydı. 2) 1798 tarihli İnsan ve Yurtta§ Hakları Bildirisi, 4. paragraf.
Hakları
356
DEVRiM ÇAGI
3) E. Roll, A History of Economic Thought (1948 baskısı), s. 155. 4) Oeuvres de Condorcet (1804 baskısı), XVIII, s. 412; (Ceque les citoyens ot le dıvit d'attendre leur representants),. R. R. Palmeı; The Age ofDemocratic Revolution, I, (1959), s. 13-20'de -ikna edici olmadan-liberalizmin burada ileri sürülenden çok daha 'demokratik' olduğunu iddia etmektedir. 5) Kar§ıla§tınn: C. B. Macpherson, Edmund Burke (Transactions of the Royal Society of Canada, LIII, II. Bölüm, 1959, s. 19-26). 6) ]. L. Talmon, Political Messianism (1960), s. 323'ten alınmı§tır. 7) Rapport sur le mode d'execution du decret du 8 ventôse, an II (Oeuvres Completes, Il, 1908, s. 248). 8) The Book of the New Moral World, IV. Kısım, s. 54. 9) R. Owen, A New View of Society: or Essays on the Principle of the Fomıation of the Human Character. 10) Talmon, age., s. 127'den alınmı§tır. ll) K. Marx, Preface to the Critique of Political Economy. 12) Letter to the Chevalierde Rivarol, 1 Haziran 1791. 13) Kendi 'siyasal inanç bildirisi' için bakınız: Eckermann, Gespraeche mit Goethe, 4, I, 1824. 14) G. Lukacs, Der junge Hegel. Kant için s. 409'a, Hegel için çe§itli yerlerine, özellikle II, 5'e bakın. 15) Lukacs, age., s. 411-12.
14 Sanatlar 1) S. Laing, Notes of a Traveller on the Social and Political State of France, Prussia, Switzerland, Italy and other parts of Europe, 1842 (1854 baskısı), s. 275. 2) Oeuvres Completes, XIV, s. 17. 3) H. E. Hugo, The Portable Romantic Reader (1957), s. 58. 4) Fragmente Vermischten Inhalts. (Novalis, Schriften Oena, 1923), III, s. 45-6.· 5) The Philosophy of Fine Art (Londra, 1920), V.l., s. 106 ve devamında. 6) E. C. Batho, The Later Wordsworth (1933), s. 227; aynı zamanda bakın: s. 46-7, 197-9. 7) Mario Praz, The Romantic Agony (Oxford, 1933). 8) L. Chevalier, Classes Laborieuses et Classes Dangereuses a Paris dans la premiere moitie du XIX siecle. (Paris, 1958). 9) Ricarda Huch, Die Romantik, I, s. 70. 10) P. Jourda, I!.exotisme dans la litterature française depuis Chateaubriand (1939), s. 79. ll) V. Hugo, Oeuvres Completes, XV, s. 2. 12) Oeuvres Completes, IX (Paris, 1879)', s. 212. 13) Kar§ıla§tınn: M. Thibert, Lerôle social de !'art d'apres !es Saint-Simoniens (Paris, yayın tarihi belli değil).
NOTLAR
357
14) P. Jourda, age., s. 55-6. 15) M. Capefigue, Histoire des Grandes Operations Firuıncieres, IV, s. 252-3. 16) James Nasmyth, Engineer, An Autobiography, yayıma hazırlayan Samuel Smües (1897 baskısı), s. 177. 17) Age, s. 243,246,251. - 18) E. Halevy, History of the English People in the Nineteenth Century (karton baskı), I, s. 509. 19) D. S. Landes, Vieüle Banque et Banque Nouvella, Revue d'Histoire Moderne et Contemporaine, III, (1956), s. 205. 20) Şu uzun çalarlada karşılaştınn: 'Shuttle and Cage', Industrial Folk Ballads, (lOT 13), Row, Bullies, Row (T7) ve The Blackhall Line, (TS); tümü de Topic'den (Londra) çıkmıştır. 21) Select Committee on Drunkenness (Pari. Papers VIII, 1834) Q 571. 1852'de Manchester'daki 21 pub ve 21 birahanede müzik yapılıyordu (303.000 kişinin yaşadığı bir kasahada 481 pub ve 1298 birahane bulunuyordu). John T. Baylee; Statistics and Facts in reference to the Lord's Day (Lodra, 1852, s. 20).
15 Bilim
s.
1) S. Salomon, Commune, Ağustos 1939, 964'ten alınmıştır. 2) G. C. C. Gillispie, Genesis and Geology (195 1), s. 116. 3) Encyclopedie de la Pleiade içinde, Histoire de la Science (195 7), s. 1465 'den alınmıştır.
4) Essai sur l'education intellectuelle avec le projet d' une Science nouvelle (Lozan, 1787). 5) Karşılaştınn: Guerlac, Sçience and National Strength, E. M. Earle'ün yayma hazırladığı Modem France içinde, 1953, s.286. 6) S. Mason, A History of the Sciences (1953 ), s. 286'dan alınmıştır.
16 Sonuç: 1848'e Doğru 1) Haxtthausen, Studien ueber ... Russland (1847), I, s. 156-7. 2) Hansard, 16 Şubat, 184 2; Robinson ve Gallagher'in Africa and the Victorians kitabından (1961, s. 2) alınmıştır. 3) R. B. Morris, Encyclopedia of American History (1953), s. 515, 516. 4) P. Lyashckenko, History of Russian Natioruıl Economy, s. 273-4. 5) Lyashchenko, age., s. 370. 6) J. Stamp, BritishlncomesandProperty (1920), s. 515,431. 7) M. L. Hansen, TheAtlantic Migratian 1607-1860, (Harvard 1945), s. 252. 8) N. McCord, TheAnti-ComLawLeague 1838-46 (Londra 1958), V. Bölüm. 9) T. Kolokotrones. aktaran, L. S. Stavrianos, Antecedents to Balkan Revolutions, Jourruıl of Modem History, XXIX, 1957, s. 344.
Kaynakça
Gerek konu gerekse konuyla ilgili yazın öylesine geni§tir ki, hazırlanacak bir kaynakça, ne kadar seçici davranılmaya çalı§ılsa da sayfalan bulabilir. Okurun ilgisini çekebilecek her konudan söz etmek olanaksızdır. Pek çok konuda daha ileri okumalara kaynaklık edecek rehberleı; Amerikan Tarih Derneği tarafından hazırlanrm§tır (Dönem dönem gözden geçirilen A Guide to Histarical Uterature). Oxford'daki hocalar da, öğrencilerin yararlanması için §U kitaplan çıkardılar: A
select list of works on Europe and Europe overseas 1715-1815, yayıma
hazırlayan
]. S. Bromley ve A. Goodwin (Oxford, 1956) ve A select list of books on European history 1815-1914, yayıma hazırlayan Alan Bullock ve A. ]. P. Taylor (1957). Birincisi daha iyidir. A§ağıdaki '*' i§aretiyle belirtilmi§ kitaplarda da ayrıca kaynakçalar önerilmektedir. Bu dönemi ya da bir bölümünü kapsayan çok sayıda genel t;ı.rih dizisi bulunmaktadır. Birer tarih §aheseri olan George Lefebvre'nin iki ciltlik kitabını da içerdiklerinden, aralannda en önemlisi Peuples et Divilisations'tır (Lefebvre, *La Revolution Française (I. Cilt, 1789-93, İngilizce'de mevcuttur [1962]) ve Napoleon [1953]). F. Ponteil'in *f.eveil des nationalites 1815-48'i (1960), bugün de ba§vurulmaya değer bir kaynak olan G. Weill'in aynı ba§lığı ta§ıyan daha eski tarihli kitabının yerini almaktadır. Aynı nitelikteki Amerikan tarih dizileri The Rise of Modem Europe, daha söylemsel ve coğrafi açıdan daha sınırlıdır. Bu
KAYNAKÇA
359
dizinin mevcut kitaplan §Unlardır: Crane Brinton, *A decade of revolution 178999 (1934); G. Bruun, *Europe and the Frenc/ı Imp~rium (1938) ve E B. Artz, *Reaction and Revolution 1814-32 (1934). Kaynakçası bakımından bu diziler arasında en yararlı olanı, öğrenciler için hazırlanmı§ ve dönem dönem güncelle§tirilen Clio'dur (Burada özellikle güncel tarihsel tartı§malan özetleyen bö1ümlere dikkat ediniz). Bu dizide yer alan ilgili kitaplar §Unlardır: E. Preclin ve V L. Tapie, *Le xviiie siecle (iki cilt); L. Villat, La revolution et l'Empire (iki cilt); J. Droz, L. Genet ve]. Vidalenc, *fepoque contemporaine, I. Cilt, 1815-71. Eski de olsa ]. Kulischer'in Allgemeine Wirısclıaftsgeschichte Neuzeıt (IL Cilt) (1954'de yeniden basıldı) adlı eseri, ekonomik tarihin olgusal bir özetini sunmak bakımından hala iyidir, fakat bu konuda Amerikan fakültelerinin hemen hemen aynı değerde çok sayıda ders kitabı bulunmaktadır; örneğin W. Bowden, M. Karpovitch ve A. P. Usher, Economic history of Europesince 1750 (1937). J. Schumpeter'in Business Cycles I'i (1939), ba§lığının dü§ündürdüğünden daha ge ni§ tir. Tarih dizilerinden farklı olarak genel yoruınlar arasında §Unlar önerilebilir: M. H. Dobb'un Studies in the development of capiıalism'i (1946) ile K. Polanyi'nin The great transformation'ının (1945'de İngiltere'de Origins our Time adıyla yayımlandı) yanı sıra, Werner Sorubart'ın daha eski tarihli Derrrwderne Kapiıalismus III: Das Wirıschaftsleben im Zeiıalter des Hochkapiıalismus'u (1928). Nüfus hakkında, M. Reinhard'ın Histpire de la population mondiale de 1700 d 1948'ine (1949), fakat özellikle C. Cipolla'nın The economic history of world population'ındaki (1962) kısa ve son derece mükemmel giri§ yazısına bakınız. Teknoloji konusunda, Singer, Holmyard, Hall ve Williams'ın A history of technology, IV the Industrial Revolution 1750-1850'si (1958), uzağı görememekle birlikte yararlı bir kaynaktır. W. H. Armytage'in A social history of lighting'i (1958), hem eğlendirici hem de dü§ündürücüdür. Aynı zamanda bilim tarihiyle ilgili kirapiara da bakınız. Tanm ·için, eskimi§ olmakla birlikte kullanı§lılığını koruyan H. See'nin *Esquisse d'une histoire du nigime agraire en Europe au 18e et 19e siecles'ın (1954) yerine henüz daha kullanı§lı bir eser konmu§ değildir. Zıraat konusundaki çağda§ ara§tırmalann §imdiye dek iyi bir sentezi yapılmamı§tır. Para konusunda, Marc Bloch'un çok kısa bir kitap olan Esquisse d'une histoire rrwnetaire de l'Europe'si (1954), K. Mackenzie'nin The banking systems of Great Britain, France, Germany and the USA' si ( 1945) kadar yararlıdır. Genel bir sentez bulunmadığından, son zamanlarda yayımlanmı§ en sağlam ara§tırmalardan biri olan R. E. Cameron'un France and the economic development of Europe 1800-1914'ünden (1961), hala e§siz bir eser olan L. H. Jenks'in The migratian of British capital to 1875'iyle (1927) birlikte, kredi ve yatınm sorunlanna bir giri§ olarak yararlanılabilir. Çoğunlukla tarihçinin ilgisini fazla çekmeyen, ekonomik büyüme konusunda son zamanlarda yapılan çalı§malara kar§ın, endüstri devrimini genel olarak değerlendiren iyi bir kitap yok. En iyi ve kapsamlı özet, Studi Storici II, 3-4 (Roma, 1961) özel sayısında ve daha uzmanca bir çalı§ma olan First international conference of economic history, Stockholm 1960'da (Paris-Lahey) bulunmaktadır. P. Mantoux'un The industrial revolution of the 18tlı century'si (1906), eski olmasına
360 DEVRiM ÇAGI kar§ın, Britanya konusunda temel eser olma niteliğini sürdürmektedir. 1800'den sonraki dönem için bundan daha iyi bir kitap yoktur. W O. Henderson'un *Britain and industrial Europe 1750-1870'inde (1954), İngiltere'nin etkisi amanlmaktadır ve J. Purs'un *'The industrial revolution in the Czech lands'inde (Historica II, Prague, 1960) yedi ülke hakkında yeterli bir kaynakça bulunmaktadır; W O. Henderson'un *The industrial revolution on the continent: Gemıany, France, Russia 1800-1914'ü (1961), universite öğrencileri için yazılrnl§tır. Daha genel değerlendirmeler arasında Karl Marx'ın Capital'inin I. cildi, olağanüstü, neredeyse çağda§ bir çalı§rna olma niteliğini sürdürmektedir. S. Giedion'un Mechanisation takes command'ı (1948), kitlesel tüketim konusunda son derece aydınlarıcı ve dü§ündürücü öneınli çalı§rnalar arasındadır. A. Goodwin'in yayıma hazırladığı The European nobility in the 18th century'si ( 1953), aristokrasileri konu alan kar§ıla§tırmalı bir çalı§rnadır. Burjuvazi konusunda yapılffil§ buna benzer bir çalı§rna yoktur. Bereket versin, bu konudaki en iyi kaynaklar arasında büyük rornancılann, özellikle Balzadın eserleri elimizin altındadır. Çalı§an sınıflar konusunda J. Kuczynski'nin Geschichte der Lage der Arbeiter unter dem Kapitalismus'u (Berlin), 38 cilt tutan ansiklopedik bir çalı§rna olacaknr. E Engels'in Condition of the WOrking Class in England in 1844'ü, en çağda§ çözüınlerne olma özelliğini sürdürmektedir. Kentli alt-proletarya konusunda L. Chevalier'in Classes laborieuses et classes dangereuses aParis dans le premiere moitie du 19e siecle'si ( 1958), ekonomik ve yazınsal tanıklığın parlak bir bile§irni niteliğindedir. E. Sereni'nin Il capitalismo nelle campagne'si (1946), gerçi İtalya ile ve daha sonraki bir dönemle sınırlı olsa da, köylülük konusundaki incelernelere en yararlı giri§ kitabıdır. Aynı yazann Storia del paesaggio agrario italiano 'su ( 1961), insanın üretici etkinliklerinin peyzajda yarattığı deği§iklikleri bunun sanattaki yansırnalanndan yola çıkarak çözürnlernektedir. R. N. Salarnan'ın The history and social influence of the potata'su (1949), tek bir besin türünün tarihsel önemini belirtınek bakırnından hayranlık uyandıran bir çalı§rnadır; fakat, J. Drumrnond ile A. Wilbraharn'ın The Englishman's food'u (1939) alanında öncü bir çalı§rna olmakla birlikte, son zamanlarda yapılan çalı§rnalara kar§ın maddi ya§arnın tarihi hakkında bildiklerimiz hala çok azdır. ]. Chalrnin'in ro[ficier francais 1815-1871 'i ( 1957), Georges Duveau'nun lJnstituteur'u (1957) ve Asher Tropp'un The school teachers'ı (1957), meslekler hakkında nadir rastlanan kitaplar arasında bulunmaktadır. Romancılar (örneğin, John Galt'ın İskoçya'yı anlatan Annals of the Parish'i), kapitalizmin yol açtığı toplum deği§ikliklerin, §imdiye kadarki en iyi rehberleri olmayı sürdürüyorlar. En uyancı nitelikteki bilim tarihi kitabı]. D. Bernal'ın *Science in history'sidir (1954); S. E Mason'ın *A history of the sciences'ı (1953), doğa felsefesi konusunda iyi bir eserdir. Ba§vuru kaynağı olarak M. Daumas'ın yayıma hazırladığı Histoire de la science'a (Encyclopedie de la Pleiade, 1957) bakınız.]. D. Bernal'ın Science and industry in the 19th century'sinde ( 1953), bilimle sanayinin etkile§irnine Üi§kin bazı örnekler çözürnlenrnektedir; R. Taton'un (S. Lilley'in yayıma hazırladığı Essays in the social history of science'de [Kopenhagen, 1953] yer alan) The French Revolution and the progress of science ba§lıklı yazısı, çok sayıda rnonografi arasında
KAYNAKÇA
361
belki de en kolay ula§ılabilir olanıdır. C. C. Gillispte'nin Genesis and geology'si (1951), eğlendinci bir kitap olmanın yanında, bilimle din arasındaki güçlükleri aydınlatmaktadır. Eğitim konusunda, G. Duveau'nun daha önce sözü edilen yapıtıyla Brian Simon'un Studies in the history of education 1780-1870'i ( 1960), bu alanda iyi çağda§ kar§ıla§tırmalı çalı§malann yokluğunu kapatmaya yardımcı olacahır. Basın konusunda G. Weill'in Lejournal'ı (1934) vardır. Çok fazla öğretilen bir konu olduğundan, ekonomik dü§ünceler alanında çok sayıda tarih vardır. E. Roll'un, çe§itli baskılan yapılmı§ olan A history of economic thought'u iyi bir giri§ kitabıdır.]. B. Bury'nin The idea of progress'i (1920), hala yararlı bir eserdir. E. Halevy'nin The growth of philosophic radicalism'i ( 1938), eski olmakla birlikte sarsılmaz bir aruttır. L. Marcuse'un Reason and revolution: Hegeland the riseof socialtheory'si (1941), mükemmel bir eserdir; G. D. H. Cole'un A history of socialist thought I, 1789-1850'si ise akıllıca yapılmı§ bir ara§tırmadır. Frank Manuel'in The new world of Henri Saint-Simon'u (1956), bu anla§ılması zor olmakla birlikte önemli sima hakkında yapılmı§ en son çalı§madır. Auguste Comu'nun Karl Marx und Friedrich Engels, Leben u. Werk I, 1818-44'ü (Berlin, 1954, arkası gelecek), konusunda son söz olacak gibi görünmektedir. Hans Kohn'un The idea of nationalism 'i ise yararlı bir kaynaktır. Din hakkında genel bir betimleme yoktur, fakat K. S. Latourette'nin Christianity ina revolutionary age, I-:-III'ü (1959-61), bütün dünyayı taramaktadır. W. Cantwell Smith'in Islam in modem history'si (1957) ile H. R. Niebuhr'un The social sources of denominationalism'i (1929), bu dönemde yayılınaha olan iki din hakkında bir giri§ olabilir. V. Lantemari'nin *Movimenti religiosi di libertiı e di salvezza'sı (1960), 'sömürgelerdeki dinsel sapmalar' konusunu ele almaktadır. S. Dubnow'un Weltgeschichte des juedischen Volkes'i (VIII ve IX, 1929), Yahudileri ele almaktadır. Sanat tarihine en iyi giri§ kitapları, N. L. B. Pevsner'in Outline of European architecture'ı (resimli baskı 1960), E. H. Gombrich'in The story of art'ı (1950) ve P. H. Lang'in Music in westem civilisation'ıdır (1942). Arnold Hauser'in The social history of art'ı (II, 1951), aynı zamanda bu alanı kapsıyor olsa da, ne yazık ki dünya yazını hakkında böyle bir kitap yoktur. Her ikisi de Penguin Sanat Tarihi'nden çıkan E Novotny'nin *Painting and sculpture in Europe 1780-1870'i ( 1960) ile H. R. Hitchcock'un *Architecture in the 19th and 20th centuries'inde (1958) resimler ve kaynakçalar yer almaktadır. Esas olarak görsel sanatlar alanındaki daha uzmanca hazırlanmı§ çalı§malar arasında E D. Klingender'in *Art and the industrial revolution'ı (1947) ve Goya and the democratic tradition'ı (1948), K. Clark'ın The god-ıic revival'ı (1944), P. Francastel'in Le style Empire'ı (1944) ile E Antal'ın 'Reflections on Classicism and Romanticism' (Burlingwn Magazine 1935, 1936, 1940, 1941) ba§lıklı parlak fakat kaprisli yazısı anılabilir. Müzik konusunda A. Einstein'ın Music in the romantic era'sı (1947) ve Schubert'i okunabilir; yazın alanında G. Lukacs'ın esaslı yapın Goethe und seine Zeit'ı (1955), The histarical novel'ı ve Studies in European realism'indeki (1962) Balzac ile Stendhal ile ilgili bölümler; yine ]. Bronowski'nin mükemmel çalı§ması William Blake-a man without a mask da ( 1954 baskısı) okunabilir. Birkaç genel izlek konusunda R.
362
DEVRiM ÇAGI
Wellek'in A history of modem criticism 1750-1950'sine (1955), R. Gonnard'ın *Le legende du bon sauvage'ine (ı946), H. T. Parker'ın The cult of antiquity and
the French revolutionaries'ine (ı937), P. Trahard'ın La sensibilite revolutionnaire 1791-4'üne (ı 936), P. Jourda'nın f.exotisme dans le litterature française' sine (ı 938) ve E Picard'ın Le romantisme social'ına (ı944) ba§vurulabilir. Bu dönemde meydana gelen olaylann tarihi konusunda, ancak bir kaç konu kaynaklardan söz etmek mümkündür. ı 789'la ilgili devrimler ve devrimci hareketler konusunda devasa bir kaynakça bulunmaktadır, ancak 18ı548 arasındaki dönem için aynı §ey söylenemez. G. Lefebvre'nin yukanda sözü edilen iki çalı§masıyla The coming of the Frerıch Revolution'ı (ı949), ı 789 devrimi için standart eserlerdir; A. Soboul'un Precis d'histoire de la Revolution Français'i (ı962), akıcı bir ba§vuru kaynağıdır, A. Goodwin'in *The French Revolution'ı (ı956) ise konunun İngilizce bir özetidir. Bu konudaki literatür özedenemeyecek kadar geni§tir. Bromley ile Goodwin, bu konuda iyi birer rehberdir. Onlann kitaplannda sözü edilen çalı§malara §Unlann da eklenmesi gerekir: A. Soboul'un ansiklopedik bir çalı§ma olan Les sansculottes en l'an'ı (ı960), G. Rude'nin The crowd in the Frerıch Revolution'ı (ı959) veJ. Godechot'unLa contre-revolution'ı (ı96ı). C. L. R. James'in The black ]ocabins'inde (1938) Haiti devrimi anlatılmaktadır. ı8ı5-48'deki ayaklanmalar için C. Francovich'in Idee sociali e organizzazione operaia nella prima meta dell' 800'ü (ı959), önemli bir ülkeyle ilgili, giri§ olarak yararlıolabilecek iyi ve kısa bir çalı§madır. E. Eisenstein'ın *Filippo Michele Buonarroti'si (ı959), bizi gizli topluluklann dünyasına götürmektedir. A. Mazour'un The first Russian revolution'ı (ı93 7), Desembristleri ele almaktadır. R. ELeslie'nin Polish politics and the revolution of November 1830'u (ı956), gerçekte ba§lığının dü§ündürdüğünden çok daha kapsamlı bir kitaptır. Emek hareketleri üzerine genel bir inceleme yoktur; E. Dolleans'ın Histoire du mouvement ouvrier I'i ( ı936), yalnızca Britanya'yı ve Fransa'yı ele almaktadır. Yine bı.kınız: A. B. Spitzer, The revolutionary theories of Auguste Blanqui (1957); D. O. Evans, Le socialisme romantique (1948) ve O. Festy, Le ba§lığı etrafında
mouvement ouvrier au debut de la monarchie de]uillet ı848'in
(ı908).
kaynaklan hakkında, E Fejtö'nün yayıma hazırladığı The opening of an era, 1848'de (ı 948) çe§itli ülkeler hakkında pek çoğu mükemmel denemeler bulunmaktadır;]. Droz'un Les revolutions ailemandes de 1848'i (ı957) ne kadar övülse azdır ve E. Labrousse'nin yayıma hazırladığı Aspects de la crise ... 1846-51 (1956), Fransa hakkında ayrıntılı ekonomik incelemelerden olu§an bir derlemedir. A. Briggs'in yayıma hazırladığı Chartist studies'i (ı959), konusundaki en güncel çalı§madır. E. Labrousse da, 'Comment naissent les revolutions?'da (Actes du centenaire de 1848, Paris, ı948), ele aldığımız dönem bağlammda bu soruya yanıt aramaya çalı§maktadır. Uluslararası ili§kilerde, A. Sorel'in I.:,Europe et la Revolution Francaise I'i (ı895), hala iyi bir temel vermektedir; J. Godechot'un La Grande Nation'ı (iki cilt, ı956), devrimin yurtdı§ına yayılmasını anlatmaktadır. *Histoire des Relations Internationales'in IV. ve V. cilderi (ı8ı5'e kadar A. Fugier, ı8ı5-71 arasını P. Renouvin yazrnı§tır, her ikisinin de baskı tarihi ı954), akıcı ve zekice hazırlanm1§
KAYNAKÇA
363
rehberlerdir. Sava§ süreci üzerine B. H. Liddell Hart'ın The glwst of Napoleon'u ( 1933), toprak stratejisine iyi bir giri§ kitabı olmayı sürdürmektedir; E. Tarle'nin Napoleon's invasion ofRussia in 1812'si (1942), özgül bir askeri harekat hakkında iyi bir çalı§madır. G. Lefebvre'nin *Napoleon'u da, Fransız ordulannın yapısı hakkında §imdiye kadar yapılmı§ en özlü çalı§madır. M. Lewis'in A social history of the navy 1789-1815'i (1960) ise bu konuda en öğretici kitaptır. E. F. Heckscher'in The Continental System'i (1922), ekonomik yönler açısından, E Crouzet'in devasa çalı§ması Le blocus continental et l'economie britannique'siyle (1958) tamamlanmalıdır. E Redlich'in De praeda militari: lootingand booty 15001815'i (1955), meselenin girdisini çıktısını ilgi çekici bir biçimde aydınlatmaktadır. ]. N. L. Baker'ın *A history of geographical exploration and discovery'si (1937) ve Rusça yazılmı§ hayranlık verici bir çalı§ma olan Atlas geograficheskikh otkrytii i issledovanii'si (1959), Avrupa'nın dünyayı fethinin arkaplanını sunmaktadır; K. Panikkar'ın Asia and Western dominance'ı (1954), konuya Asyalı bir bakı§ açısından öğretici bir anlatıdır. G. Seelle'nin Le traite negriere aux Indes de Castille'si, (iki cilt, 1906) ve Gaston Martin'in Histoire de l'Esclavage dans les colonies françaises'i (1948), köle ticareti konusunda temel eserler olmaya devam etmektedir. E. O. v. Lippmann'ın Geschichte des Zuckers'i (1929), N. Deerr'in The History of sugar'ı ( 1949, iki cilt) ile tarnamlanabilir. Eric Williams'ın Capitalism and slavery'si (1944), bazen §ematik olmasına kar§ın genel bir yorumdur. Dünyanın, ticarede ve sava§ gemileriyle tipik biçimde 'gayrı resmi' olarak sömürgele§tirilmesi konusunda M. Greenberg'in British trade and the opening of China'sı ( 1949) ile H. S. Fems'in Britain and Argentina in the 19th century'si (1960) vaka incelemelerine dayanan çalı§malardır. Avrupa'nın doğrudan sömürüsü altındaki iki büyük bölge hakkında W. E Wertheirn'ın Indonesiansociety in transition'ı (Lahey-Bandung, 1959), parlak bir giri§ kitabıdır (yine bakınız: Endonezya ile Burma'yı kar§ıla§tıran J. S. Fumivall'ın Colonial policy and practice'i, [1956]). Hindistan konusunda, geni§ olmakla birlikte çoğu hayal kırıklığı yaratan kitaplar arasından §Unlar seçilebilir: E. Thompson ve G. T. Garratt, Rise and fulfilment of British rnle in India (1934); Eric Stokes, The English utilitarians and India (1959) -bu, son derece aydınlarıcı bir çalı§madır-, ve A. R, Desai, The social background of Indian nationalism (Bombay, 1948). Mehmet Ali dönemindeki Mısır hakkında yeterli bir çalı§ma yoktur, fakat H. Dodwell'in The FounderofModem Egypt'ına (1931) bakılabilir. Bazı ülkeler veya bölgeler hakkında sadece birkaç tarih kitabının adını vermekten fazlası elimizden gelmiyor. İngiltere için E. Halevy'in History of the English people in the 19th century'si, özellikle I. ciltteki 1815 ingilteresi ile ilgili büyük alan ara§tırması bakımından temel bir eser olmayı bugün de sürdürmekle birlikte, A. Briggs'in The age of improvement 1780-1867'si (1959) ile tamamlanmalıdır. Fransa için bir toplumsal tarih klasiği olan P. Sagnac'ın La formatian de la societe francaise macierne'si (1946, II), onsekizinci yüzyılın arkaplanı hakkında bilgi vermektedir; Gordon Wright'ın France in modem times'ı (1962), yayımlandığı günden beri iyi bir giri§ kitabı olma vasfını koruyor. F. Ponteil'in La monarchie parlementaire 1815-48'i (1949) ve E Artı'ın France under the Bourbon
364
DEVRİM ÇAGI
restoration'u (193 1) önerilebilir. Rusya için M. Florinsky'nin Russia'sı (1953, II), 1800'den sonraki dönemi eksiksiz olarak kapsamaktadır. M. N. Pokrovsky'nin
Brief history of Russia'sı (I, 1933) ile P. Lyashchenko'nun History of the Russian national economy'si de (1947) Rusya'yı anlatmaktadır. R. Pascal'ın The growth of modem Germany'si (1946), kısa ve iyi bir kitapnr; aynı zamanda K. S. Pinson'un Modem Germany'si (1954) giri§ niteliğinde bir kitaptır. T. S. Hamerow'un Restoration, revolution, reaction: economics and politics in Germany 1815-71 'i (1958),]. Droz'un yukanda sözünü ettiğimiz kitabının ve Gordon Craig'in The politics of the Prussian army'sinin (1955) okunınası yararlı olabilir. İtalya üzerine G. Candeloro'nun Storia deli' Italia modema II, 1815-46'sı ( 1958), bugüne kadarki en iyi kitaptır; İspanya üzerine P. Vilar'ın Histoire d'Espagne'si (1949), enfes bir özettir; J. Vicens Vives'in yayıma hazırladığı Historia social de Espana y America Latina' sı (IV/2, 195 9), diğer meziyetlerinin yanında iyi resimlendirilmi§ bir kitap tır. Yine bakınız: E. Wangermann, From ]oseph II to the ]acobin Trials (1959). Balkanlar konusunda, L. S. Stavrianos'un The Balkans since 1453'ü (1953) ve ekselansları B. Lewis'in The emergence of modem Turkey 'i (1961); Kuzey ülkeleri hakkında B. ]. Hovde'nin The Scandinavian countries 1720-1865'i (1943, iki cilt) yararlı yapıtlardır. İilanda konusunda E. Strauss'un Irish nationalism and British democracy'si (1951) ile The great famine, studies in recent Irish history'si (1957) okunabilir. Alçak ülkeler için H. Pirenne'nin Histoire de Belgique'si (1926, 1932, v-vi); R. Demoulin'inLarevolutionde 1830'u (1950) ve H. R. C. Wright'ın Free Trade and Protection in the Netherlands 1816-30'u (1955) yararlı kaynaklardır. Birkaç son söz de genel ba§vuru kitaplan hakkında edelim. W Langer'in
Encyclopedia of World History'si (1948) ya da Ploetz'in Hauptdaten der Weltgeschichte' si ( 195 7), belli ba§lı tarihleri vermektedir; Alfred Mayer'in Annals of European civilisation 150 1-1900'ü (1949), özellikle kültür, bilim gibi konuları ele almaktadıt. M. Mullhall'ın Dictionary ofStatistics'i (1892) dönemin istatistikleri hakkında en iyi özettir. Tarihsel ansiklopediler arasında 12 ciltlik yeni Sovietskaya Istoricheskaya Entsiklopediya, dünya tarihini kapsamaktadır; Encyclopedie de la Pleiade'de, Evrensel Tarih (3), Yazın tarihi (2) -son derece değerli bir- Tarihsel Ara§tırma ve Bilim Tarihi ile ilgili cilder yer almaktadır; fakat konular harf sırasına göre değil, aniatısal olarak düzenlenmi§tir. Cassell's Encyclopedia of Literature (iki cilt), yararlı bir eserdir; E. Blom'un yayıma hazırladığı Grove's Dictionary of Music and Musicians (9 cilt), İngilizlere az yer vermi§ olmakla birlikte standart bir eserdir. Encyclopedia of World Art (l-V cilder yayımlandı, bittiğinde 15 cilt olacak), gözalıcıdır. Encyclopedia of the Social Sciences (1931), eskimi§ olmakla birlikte, bugün de yararlı bir eser olmaya devam etmektedir. Şimdiye kadar değinilmeyen a§ağıdaki atlaslara bakmak yararlı olabilir: Atlas Istorii SSSR (1950); J. D. Fage, An atlas of African history (1958); H. W Hazard ve H. L. Cooke, Atlas oflslamic History (1943); J. T. Adarus'ın yayıma hazırladığı Atlas of American History (1957) ve genel bir atlas olan J. Engel ve diğerlerinin. hazırladığı Grosser Historischer Weltatlas (1957) ile Rand McNally'nin Atlas of World History'si (1957).
Dizin
Abdülkadir 176,245. Abel, Henrik 302, 304. Adalet Birliği 142, ayrıca bakınız: Komürust Birliği
Afganistan, Afganlılar 121, 245. Afrika,Afrikalılar 10, 12, 16, 22, 27, 35, 43, 44, 60, 121, 124, 160, 175, 197, 243, 263-264,307,355,359. Afyon Sava§ı 326. Akdeniz 19, 89, 118, 124, 129, 149,288,360, 365. Akıl Çağı 241. Albert, Prens Consort 34 7. Alçak Ülkeler 27, 99, 169, 202, 364, ayrıca bakınız: Belçika ve Hollanda Alexander, !., Rus Çarı 15, 114, 254, 277, 304, 356. Ali Muhammed (İranlı), reformcu 245. Ali Pa§a, Janina Asianı 156, 160. Almaııaclı des Gourmands 202. Alsace 207, 3 51. Amerika Birle§ik Devletleri 90, 297. Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi 255.
68, ayrıca Amerikan Devrimi Amerikan Metodist Piskoposları 243. Amerikan Yabancı Misyonerler Komisyonu Kurulu 243. . Amerikan İç Sava§ı 105. Amerikan İncil Topluluğu 243. Andersen, Hans V., yazar, 275. Anglikan 39, 252, 253. Anııales d'Hygieııe Publique 303. Anııales de Chimie et de Physique 303. Anti-Diilıring, Engels 318. Appalachians 248. Apulia 17, 174, 188, 388, ayrıca bakınız: Amerikan
Bağımsızlık Sava§ı
bakınız:
İtalya
Arabistan, Araplar 155, 245, 288, bakınız: Bedeviler Aragon 174. Argand lambası 321. Aristoteles 31 O. Arjantin 124, 158, 196, 260, 326. Arkwright, R., bulU§ÇU 36. Arnavutlar 155-156.
ayrıca
366 DEVRiM ÇAGI Amim, L. A. von, yazar 283, 288. Ars, Cure d', rahip 246. Aspem-Essling Sava§ı (1809) 99. ·Assignatlar 79, 107. Asya, Asyalılar 16, 44, 113, 118, 122-123, 159,175,186,244,363. Atiantik 27-28, 153, 298. Auber, O. E E., besred 277. Austen, Jane, roman yazarı 77, 106, 276, 283, 294. Austerlitz Sava§ı 99. Avignon 101. Avrupa, çe§itli yerlerde; bakınız: Doğu Avrupa, Kuzey Avrupa, Güney Avrupa, BatıAvrupa
Avustralya 186, 196. Avusturya 19-20, 22, 30, 32-33, 35, 83, 9293,97,99,101-102,106,108, 113-117, ll9-l20, 132-133, 1'39, 143-144, 153, 155,158,164,167,174,190,193,196, 214,218,255,270,278-279,292,294, 326, 359. Avusturya Hollandalıları, bakınız: Belçika Avusturya İmparatorluğu, bakınız: Avusturya; ayrıca bakınız: Bohemya, Hırvatistan, Galiçya, Macaristan, Ay Demeği 30, 90,206,301,303,310,346. Aydınlanma 29-32,47,92-93, 147,210,234, 238,245,254-254,263-264,269,270, 271,2S4,287,293,295,296,301,321. Babbage, Charles, bilim adamı 205, 300. Babeuf Gracchus, komünist; Babeufçular 20, 67, 127, 130, 137, 142, 366. Bach, J. S., besred 282. Bacon, Francis, filozof 239. Bad~n 97, 158. Bahia, 18, 244, ayrıca bakınız: Brezilya Baines, Edward, gazeteci-yayımcı 50, 204, 346-347. Bakunincilik 175. Baldırıçıplaklar 73-74, 77, 78, 80-84, 201, 219. Balkanlar 19, 23, 26, 92, 99, 113, llS, 129, 155-156, 158, 275, 364. Baltık 23, 28, 104, 114, 167,312. Balzac, H de, yazar 36, 64, 201-203, 210, 274-277,280,360,362. Banda Oriental, 124, ayrıca bakınız: Uruguay Baptist Misyoner Topluluğu 243. Baptistler 243, 246.
Baringler, banker 108-109. Barlow, Joel 91. Baskerville, J., matbaacı 30. Basrille 18, 37, 63, 71-72, 260,273, 286. Bataviall Cumhuriyeti, 94, ayrıca bakınız: Hollanda BatıAvrupa 15,21-25,34,98,101,113,125126, 136, 138-139, 166, ısı, 189, 197, 199,215,268,270,273,296,302,325, 330. Batı Hint Adalan 65, 89, 113, 126, 325-326. Baudelaire, C., (1821---07), §air 292. Baudrillart, Henri, akademisyen 218. Bavyera 97, 174, 330. Beauvilliers, A., §ef 353. Bedevi 155. Beethoven, L. von, besred 90-91, 274-277, 280. Bel-Ami, Manpassant 202. Belçika 27, 33, 36, 42, 54, 62, 64, 79, 83, 85, 91,93-94,102-103,106,113-114,117, 124-125, 127, l3l-132, 138, 142, 145, 150, 152, 171, 185, 187, 189-191, 193194,211,277,301,306,311,324,329331, 350, ayrıca bakıru: Alçak Ülkeler Belleville 233. Bellini, V., besred 275-276. Benbow, William, bro§ür yazan 229. Bengal 35, 64, 176-178,308. Beritham, Jeremy, refonncu ll, 91, 129, 179, 207, 210-211,240, 254,256, 259, 262, 301. Beranger, P. J. de, §air (1780-1857) 139. Berg Büyük Dükalığı 94. . Berlin 98, 145, 187, 192,202,243, 282,295, 301-302, 353-356, 360-361. Berlioz, H., besred 275, 283. Bemard, Claude, fizyolog 124, 318. Berthollet, C.-L., kimyacı 194. Besarabya 115. Bible in Spaiıı, George Borrow 132. Biedermayer 192, 294. Bilim Salonlan 233. Birinci Konsül, 86, ayrıca bakınız: Napoleon Birkbeck Koleji, 301, ayrıca bakınız: Londra Makine Enstitüsü Birle§ik Eyaletler, 31, 93, ayrıca bakınız: Hollanda Birle§ik Krallık 47, 186, 246. Birmingham 29, 41, 90, 139, 241,301,303, 310.
DiZiN
Blake, William, şair 90, 264, 278, 284-285,
317,362. Blanqui, Auguste, devrimci 137-138, 141·
142, 347, 350,362. Boehme, Jacob, mistik 238. Boeme, Ludwig, gazeteci 123, 349. Boheınya
23, 101, 159, 170, 191, 307, 351,
ayrıca bakınız: Çekoslovakya, Çekler
Bolivar, Simon, 124, 158, 179. Bolivya 124. Bologna, 171, ayrıca bakınız: İtalya Bolton 51, 56, 226-227,347. Bolyai, Janos, ınatematikçi 302, 305. Bombay 159, 177, 363. Bonald, L. de, politika yazarı 104, 268. Bonapane, bakınız: Napoleon Bonaparte, Joseph, İspanya Kralı 17,84-85,
87. Bopp, Franz, fılolog 308-309.Bordeaux 28. Borinage 222. Borrow, George, yazar 13 2. Bosna, Bosnalıiar 155. Bostan, Mass., 18, 294. Boulogne-s.ur-Mer 124. Bo u! ton, Matthew, sanayici 30, 321. Bourbon, Bourbonculuk 83, 97, 114, 124,
131,140,150,
169,174-175,20ı,364.
Bouvard, A., astronom 299. Brabant, bakınız: Belçika Brahman 287. Bralımo Samaj, bakınız: Ray, Ram Mohan Brentano, C., yazar 288. Breslau 3ı2. Brest 201. Bretanya 95, 174. Brezilya 22, ı24, ı58, ı67, 244, 260, 322,
324, 325-326. Bright, John, politikacı 225, 328: Brillat-Savarin, A., gurme 202. Brindley, J., mühendis 36. Brissot, J. P., politikacı 79. Bristol 28, 43. British Museum 282. Bronteler, yazarlar 276. Browning, Robert, şair 275, 283. Brüksel 20. Brunel, Isambard Kingdom, mühendis 205,
300. Budapeşte ıs.
Budapeşte Üniversitesi ıs ı.
367
Buechner, Georg, şair 275. Bueckler, Johannes, bakınız: Schinderhannes Buenos Aires ı ss, 260. Buffon, Comte de, hayvanbilimci 310. Bulgaristan 7. Biınyan, John 297. Buonarroti, Filippo, devrimci 130, 135, 137· ı38,
307, 362.
Burke, Edmund 260, 267-268, 286, 356. Burma 15, 121, 363. Bumey, Fanny, roman yazarı 283. Bums, Robert, şair 90-91. Bütün Ülkelerin Birliği için Demokratik Birlik
144. Büyük Bölünme (1843) 246. Büyük Frederick, IV, Prusya Kralı 98. Büyük Katerina, Rus Çatiçesi ll, 24, 302. Büyük Sergi, 1851 205-206. Byron, Lord, şair 156,278,281,288-290,296. Cabanis, Pierre, filozof 3ı O. Cabet, E., komünist 137, 265. Cadiz Cuntası 103. Cadizli Cortes 169. Calabria, 174, ayrıca bakınız: İtalya Calvin, John, Kalvincilik 297. Cambridge 39, 291, 301,311, 346. Campe, D. H., yazar 91, 289. Canning, George, politikacı 113, 117. Capriclıos, Goya 278. Caravaggio, M. da, ressam ·282. Carbonari, Carbonariler ı29-130, 135, 138, ı4ı-ı44, ıs2,
157.
Careme, M. A., şef 202. Carey, W., iktisatçı 262. Carinthia, bakınız: İlirya Cariyle T., yazar 36, 275, 285-286,291, 307. Camot, Lazare, Jakoben 40, 300,304. Camot, N. L. Sadi, matematikçi ve fizikçi 3ı4.
Castlereagh, Dışişleri Bakanı 112, 117, 349. Cauchy, A. L., matematikçi 304, 315. Cavendish, Henry, bilim adamı 301. Cawnpore, 179, ayrıca bakınız: Hindistan Cebelitarık
167.
Cenevre 64, 104. Cezayir ı22, 167,
245,326.
175-ı76,
195,
2ı6-217,
Champollion, ]. E, Mısır bilgirrl 308. Charles IV, Portraiı of the Family of King, Goya 275.
368 DEVRiM ÇAGI Charles X, Fransa Kralı 201. Chartizm, Chartistler 137, 139, 142, 154, 227, 241-242, 244-246. Chateaubriand, E R. de, yazar 280, 286, 289, 356. Cheshire 200, 227, 354. Chicago 190. Childe Harold, Byron 278. Chopin, E, besteci 275-276, 290-291, 294. Choral Symphoııy, Beethoven 275. Cisalpine Cumhuriyeti, 94, ayrıca bakınız: İtalya
Clapham Mezhebi 192, 294. Clarkson, T., kölelik kar§ıtı ajitatör 91. Claudius, Mathias, §air 280. Cloots, Anarcharis, devrimci 91. Cobbett, William, gazeteci 108, 129, 235, 267. Cobden, Richard, politikacı 184, 197-198, 205, 235, 352. Cochrane, Lord, İngiliz denizci 124. Cockerill, sanayici 42, 191. Cole, Sir Henry, idareci 205, 350, 355, 361. Coleridge, S. T., §air 90, 206, 275, 280, 285286, 289. Cologne 102. Compıes Reııdus de l' Academie des Scieııces 368. Comte, A., toplumbilimci 239,307, 310. Condorcet, Marquis de, filozof 239, 260, 356. Connacht, 181, ayrıca bakınız: İrlanda Constable, A., yayımcı 296. Constable, John, sanatçı, 276. Cook, James, denizci 15, 364. Cooper, J. Fenimore, roman yazan 275, 289. Corday, Charlotte, devrimci 79. Comwall 53. Côte d'Or 106. Courbet, Oustave, sanatçı 276. Couthon, 0., Jakoben 83. Krakov 115, 141. Cragg, John, sanayici 295. Crelle's Journal 302. Cuvier, G. L. C., bilim adamı 308, 31 Ö, 311, 313. Ça Ira, 240. Çekoslovakya, Çekler 22, 24, aynı zamanda bakınız: Bohemya Çin, Çin İmparatorluğu 10, 12, 16-27, 34, 45, 54, 64,121, 186,237,244-245,287, 293,326.
Çitleme Yasalan 40, 167. d'Alembert, J. L. R., ansiklopedist 29. d'Eichtal, 0., Saint-Simoncu 216. d'Holbach, P. H., filozof 269. da Oama, Vasco 35. Daguerre, L.-J.-M., bulu§ÇU 194. Dalmaçya 102, 115, 152, 169, aynı zamanda bakınız: İlirya
Dalton, John, bilim adamı 301, 303-304. Danimarka 22, 32, 114, 126, 145, 150, 165, 168,186,250,275,340. Dansette, sanayiciler 207, 353. Danton, 0.-J., devriınci 78, 81-82. Darwin, Charles, bilim adamı 242,312,316. Darwin, Erasmus, bilim adamı 30, 310. Daumier, Honore, sanatçı 276, 278, 290-291. David, J.-L., sanatçı 275-276. Davidsbuendlerıaenze, Schumann 275. Davout, L.-N., asker 98. Davy, Sir Humphrey, bilim adamı 301. Delacroix, E-E, sanatçı 275, 276, 281, 288, 290. Democracy in America, Alexis de Toqueville 125. Des Kıuıben Wuıulerhom, Amis ve Brentano 288. Deseınbristler 129, 277, 362. Desmoulins, Camille, devrimci 93. Desviııculacioıı 171. Deuısche Naıurforscherversammluııg 318. Devonshire, Altıncı Dükü 56. Devrim, Amerikan (1776) 10, 33, 64-65,68, 71, 233. Devrim, Belçika 277. Devrim, İngiliz (1688) 10, 240 Devrim, İspanya 123-124. Devrimler (1830) 114, 150, 264, 328. Devrimler (1848) 32,113,122,137,145,148, 150,153,159,224,323,330,349. Dickens, Charles, roman yazarı204, 206, 212, 274-277,282,353. Diderot, D., yazar 29. Disasters ofWar, Ooya 278. Disraeli, Benjamin, politikacı 215. Djogjakarta Prensi, bakınız: Java Sava§ı 244. Dobrovsky, J., dilbilimci 288. Doğu Avrupa 20, i6, 28, 105,140-141, 145, 153,158,197,207,210,246. . Doğu Hindistan Şirketi 44, 178-179. Doğu Hint Adalan 22, 27, 44.
DiZiN 369
Doğu
KiJiesi 174.
Epir 156.
Doğu Sorunu 113, llS-119.
Doherty, John, sendikacı 234. Dokuzuncu Thermidor, Thermidorcular 83. Dollfus, sanayici 207. · Dori Carlos (İspanya Kralı) Sava§ları 132, 174. Don]uan,Moliere 239, 280. Donizetti, G., besteci 275-276. Dostoyevski, F. N., yazar 274, 276-277. Doukhoborlar 246. Dresden 106. Droste-Huelshoff, Annetre von, yazar 283. Dubarry, Madam, kralın merresi 64. Dublin 47, 321. Ducpetiaux, E., istatistikçi 36. Dumas, Alexander, Ya§lı, yazar 275. Dumouriez, L.-F., general 77. Dundee 18. Dunferınline
227, 234, 297.
Dupont de Nemours, P. S., iktisatçı 39. Durham 54. Durham, Kontluk 235. Eckemıann, J. P., yazar 299, 356. Ecole des Chartes 307. Ecole Normale Superieure 301. Ecole Polytechnique, Paris 39, 128,301, 315, 317,350. Edinburgh 295, 310. Edwards, W., doğacı 313. Efendi ve Köle Yasası 60.
Eichendorff, J. von, §air 2 75. Eksiksiz Oy Hakkı İçin Birlik 139. Ekvator 124, 158. Elbe, Nehir 22. Elberfeld-Bamıen
191.
Elssler, Fanny, dansçı 208. Emile, J• J. Rousseau 273. Eıuilia, 174, ayrıca bakınız: İtalya· Eııcyclopaedia Briıannica
296.
Encyclopedie, la grande 357, 360.
Encylopaedia of Domestic and Agricultural Ecoıwmy, Krüniz, 165. Endonezya 244, 326, 363. Endülüs, 24, 26, 104,323, 355, aynca bakınız: İspanya Engel, Frederick 207, 267. Engels, Frederick, koınünist 36, 142-143,
145,191,200,254,262,263,267,269, 312, 318, 326, 350, 353, 355, 360-361. Enternasyonal 127, 134-135, 144-145.
Epoques de la Naıure, Buffon 310. Schubert 281. Ermenistan, 155, aynca bakınız: Rusya Eroica Senfaııisi, 90, ayrıca bakınız: Beethoven _ Eski İnananlar 214, 246. Essay aıı Govemmeııt, James Mill 204. Essay on Population, T. L. Malthus 259, 306. Essex 248. Esterhazy 24. Estonya 153, 312. Etnoloji Derneği 312. Eugeıi Onegin, Pu§kin 275. Euklides 305. Euler, L., matematikçi 302. Eure bölgesi, 169. Euston 296. Evans, Oliver, bulu§ÇU 189, 362. Eylau Sava§! 99. E~itlerin Nifakı, 127, ayrıca bakınız: Babeuf Erlkoeııig,
Falanks 265, 328. Falck 190. Faraday, Michael, bilim adamı 301, 303. Famıasonluk, Masonik 131, 238, 277. Fart, William, istatistikçi 223, 324. Fas 160. Faubourg-Saint-Antoine 233. Faucher, Leon, yazar 207, 353. Faust, Goethe 275, 280, 283. Faydacılık 257, 260, aynı zamanda bakınız: Bentham Fenianlar, 14 7, ayrıca bakınız: İrlanda Cumhuriyetçi Karde§lik Örgütü Ferdinand VII, İspanya Kralı 136, 283. Feuerbach, Engels 318. · Feuerbach, L. A., filozof 249. Fichte, J. G., filozof 90, 271. Figaro 202. Filipinler 326. Finlandiya 115, 186, 275, 288. First Lecture on Co-operatiaıı 227. Fizyokradar 21, 39, 163, 271. Flanders, Flaman, bakınız: Belçika 225, 330,
331. Flaubert, G., yazar 292. Fleurus Sava§ ı 83. Floransa 195. Fourier, Charles, sosyalist, Fourierciler 13 7,
262, 264-265, 284, 328. Fragonard, J. H., ressam 277, 280, 282.
370 DEVRiM ÇAGI Francis, John, yazar 8, 57, 347. Frankfurt 109. Frankfurt Parlamentosu 21 O, 315. Ftanklin, Benjamin, devlet adamı 29. Freiligrath, F., §air 291. Freisclıuetz, Opera, Weer 286. Friedland Sava§! 99. Friedrich, C. D., sanatçı 251, 271, 275,308,
361. Fritlıjofssaga, Tegner 288. Fromentin, E., ressam ve yazar 288. Frost, John, Chartist önder 235-236. Fuessli (Fuseli),]. H., ressam 91.
Godwin, William, filozof 260, 262. Goethe,]. W. von, şair ve filozof 18, 86, 192,
270-271, 273-275, 277, 280, 283-285, 294,299,317,319,356,362. Gogol, N. V., yazar 20, 212, 275-276. Goldener Top[, E. T. A. Hoffman 281. Goldsmid, Yerli ݧleri Görevlisi (Amerikan)
177. Gorani,]., İtalyan yayımcı 91. Goriot Baba, Balzac 275. Gotik 56, 286, 295. · Göttingen 315. Goya, Francisco Goya y Lucientes, ressam
274-278, 280, 283, 294, 361. Gai, L., yazın adamı 15 l. Gainsborough, T., sanatçı 282. Galiçya 140, 152, 174, 215,323,331. Galileo, G., bilim adamı 295. Galler 86, 90, 121, 164, 209, 223, 246, 249. Galois, Evariste, matematikçi 304, 315. Galvani, A., bilim adamı 303. Galway, 182, aynca bakınız: İrlanda Galyalılar
264,313.
Gandi, M. K., 154 Garibaldi, G., devrimci 74, 145, 149, 175. Gaskell, Bayan E. C., roman yazarı 283. Gaskell, P., yazar 223. Gauss, K. F., matematikçi 304. Gautier, Theophile, §aİr 275, 286-287, 292. Geijer, E. G., tarihçi 307. Genç Almanya 135, 145, 147. Genç Avrupa 135, 144, 147. Genç Hegelcileı; 271, 273, ayrıca bakınız: Hegel Genç Polanya, bakınız: Polanya Genç İskandinavya, bakınız: İskandinavya Genç İtalya, bakınız: İtalya Gentz, F., Devlet Görevlisi 112, 251, 267,
349, 355. Geological Survey, İngiliz, 350. Gericault, Theodore, sanatçı 276. German Mytlıology, Griının 288. Giessen 302. Gioberti, V., yazar 253. Girardin, Emile de, gazeteci 202, 219. Gironde 76. Giselle,.bale 286. Glasgow 17, 43, 50, 222, 346-347, 354. Glinka, M., besteci 275, 277. Gloucestershire 227. Gobineau, J. A. de, yazar 313.
Grabbe, C. D., §air 275, 283. Grande Peur 72. Greeley, Horace, gazeteci 328. Grillparzer, F. von, oyun yazarı 27 5. Griının Karde§ler, bilgin 291, 308,315.
Grimm's Fairy Ta/es, 288. Gröndland 297. Guadalupe Meryemi 158. Guadet, M. E.,
politikacı
79.
Guardia Civil 211. Guizot, EP. G., tarihçi ve politikacı 133, 253,
307, 330, 349. Gujerat 154. Güney Afrika 60, 243, 340. GüneyAvrupa 21,26,27, 113,172,197,268. Gürcistan, bakınız: Rusya Habsburg 33, 92, 101, lll, 115, 126, 132,
136, 159, 170, 215, 350, 354,
ayrıca
bakınız:
Avusturya, Avusturya İmparatorluğu Haiti, bakınız: San Doıningo Halevy, Leon, Saint-Simoncu 216,357,361,
363. Halkın Fermanı,
136, 231,
ayrıca bakınız:
Chartistler Hallam, H. F., tarihçi 307 .. Halle 224, 354. Hambach Bayramı, (1832) 147. Hamburg 18. Hamilton, Alexander, devlet adamı 91. Hamilton, Sir W. R., mateınatikçi 304.
Ham/et 274, 283. Handel, G. F., besteci 282. Handsome Lake, Yerli peygamber (Amerikan)
245. Hanover
krallığı
208.
DiZiN
Hard Times, DickeılS 204, 206, 353. Harring, Harro, devrimci 14 5. Haussa 244. Hawaü 196, 243. Haxthausen, A. von, yazar 320,326, 350, 355. Hay Wain, Constable 275. Haydn, J., besteci 24, 275-276, 280, 282. Hazlitt, W., yazar 254, 289. Hebert, J.-R, devrimci, Hebertistler 74, 82. Hegel, G. W. E, filozof 90, 264, 269, 271273,279,284,295,318-319,356,361. Heine, Heinrich, §air 215-216, 253, 275, 291. Helenik, Hellas, Helenizm, bakınız: Yunan, Yunanistan Beligoland 114. Helvetia Cumhuriyeti, bakınız: İsviçre Hepburn, Tomıny, madencilerin önderi 234. Herder, J. G., filozof 90. Hernani, Victor Hugo 290. Herwegh, G., §air 291. Hess, Moses, komünist 2ı6. Hill, Rowland, bulu§çu ı87. Hindistan, Hintli ı2, 16, 35, 43-45, 89, ı15, 118, ı21, ısı, 154( ı67, 176-180, ı82, 198,209,242,245,287,323,326,363. Hindu, Hinduluk 65, ı54, 244. Hint İsyanı 123. Hint Okyanusu 35, 244, 32ı, 323. Hint-Avrupalı 308-309. History of the Bohemian Language, Dobrovsky 288. Hobbes, Thomas, filozof 239, 255-257. Hodgskin, Thomas, sosyalist 262. Hoelderlin, E, §air 9l.Hofer,Andreas, Tyrollü gerilla 95, 174. Hoffmann, E. T. A., yazar 281,346,350,352. Hollanda (Dutch)18-ı9, 22, 26, 33, 64, 9ı, 93-94, ıo2, 114, 121, ı24, 142, 186, 193-194, 211, 214, 240, 243-244, 246, 326-327,330,340, ayrıca bakınz: Alçak Ülkeler Hollywood 202. Hong Kong 121. Hugo, Victor, §air 275, 279-28ı, 287, 290, 332, 356-357. Humboldt, Alexander von, bilinı adamı 15, 302. Humboldt, Wilhelm, von, yazar 270. Hünkar iskelesi Anla§ması 119. Hunt, Henry, politikacı 129. Huılyady Laszlo, opera 277.
Hussey, Obed, bulu§çu ı64. Hutton, James, jeolog 310. Hıristiyanlar 22-23, 65, 117, 251. Hırvat, Hırvatistan ı51, ı59,
ı57,
371
237, 245,
169.
Hırvatistan 'Gazetesi, bakınız: İlirya Ulusal Gazetesi lndiana, 265, bakınız: Birle§ik Devletler lngres, J.-D., sanatçı 276, 294. Irish Melodies, T. Moore 288. lturbide, A., general 124, 324. lvanovo 214. İberik Yarımadası, 92, 100, 105, 132, 138, ı99,
ayrıca bakınız: İspanya, Portekiz İlirya 22, 102, ı04, 159. İlirya Ulusal Gazetesi 15 1. İngiliz Bilim Geli§tirme Derneği 295, 302,
318. İngiliz Kilisesi, bakınız: Anglikanlar İngiltere' de İşçi Sıııfınııı Durumu, E Engels 36. İnsan Hakları, Thomas Paine 90-9ı, 241. İnsan ve Yımtaş Hakları Bildirgesi 69, 72. İnsanlık Komedisi, H. de Balzac 36, 277. İran 245. İrlanda 7, 18-19, 24, 26-27, 33, 46-47, 59-
60, 64, 9ı-94, 125-126, 138, 152-154, 160, ı7ı, 180-183, ı87,211,222,225, 234, 252, 296,330-331, 364. İrlanda Cumhuriyetçi Karde§lik Örgütü 14 7. İrokiler (Amerikan Yerlileri) 245. 1 İrvingitler 248. İskandinav sagaları 275. İskandinavya 19, 22, 92, 99, 103, 142-143, 145,172,184,194-195, ı97,199,21ı, 330, aynı zamanda bakınız: Danimarka, Finlandiya, Norveç, İsveç İskenderiye ı95. İskoç Kilisesi 243. İskoçya ı9, 39, 9ı, ı64, ı83, 246, 286, 295,
360. İslam, İslami ı2, 35, 65, ı55, ı58-ı60, 2ı7,
243-245. İspanya Cumhuriyeti (1931-9) 90, 131. İspanya 19, 22, 24, 27, 33, 36, 44, 90, 93, 95,
99, 103-ı06, ı17, 124, 126, 130-133, 167, ı69, 171-172, ı84, 186-187, 195, ı97,211,276,283,287,291,322,364, ayrıca bakınız:
Devrim
İsveç ı8, 22, 25, 114-115, 132, 151, 153, 168,
170,
ı86, 19ı,
208, 288, 306-307.
372
DEVRiM ÇAGI
İsviçre 49, 9ı, 93-94, 99, ı05, 109, ı24, ı26, ı32, ı42-ı43, ı45, ı47, ı69, ı74, ı84,
225, 302, 325, 331. İtalya 16, ı8-20, 22, 24, 26-27, 39, 74, 76, 85-86,9ı,93-95,97,99-103, ııo, 1ı5ıı 7, ı24,
132-135, ı40152, ı56-ı59, 167, 169, 171-ı 72, ı 74, ı86, ı97, 199, 2ıı, 250,253,275-278,282,290-291, 297, 302} 306, 360, 364. 126,
ı29-130,
14ı, 143-ı45, ı47-ı49,
Jackson, Andrew, ABD Ba§karu ı24, 325. Jacksoncu Demokratlar 49. Jacobi, C. G. ]., maremarikçi 304, 364. Jacquard, J. M., bulU§ÇU 39. Jakobenler, Jakobenlik 64, 73, 78-8ı, 82, 9ı-
94, ı27, 130, 137, ı40, ı59, ı 74, 233, 238, 269, 273, 290-29ı, 300, 330. Jamaika 258. Japonya 7, 27. lardin des Plantes 317. Java Sava§ı 244. Jefferson, Thomas, devlet adamı; Jeffersonculuk
74,245,248,269. ' Jena ve Auersraedr Sava§ı 99. Jirondenler 64, 77-80, 273. Jones, Sir William, §arkiyatçı 287, 308. Joseph Il, Avusturya imparatoru, Josephcilik
32, 33, 170, 172, 210, 213, 364. Joule, James H., bilim adamı 301. Journal des Debats 203, 219, 294.
Journal für Reine undAngeandte Mathematik 302. Jude, Martin, madencilerin önderi 234. Kabilya 176. Kafkasya, Kafkaslar ı2ı, ı54-ı55, 2ı9, 245. Kahire ı95.
Kalevala 275, 288. Kane Ridge, Kentucky 248. Kant, Immanuel, filozof 72, 90,271-273,310,
356.
Kara George, Sırhistan Kralı ı55~ 156. Karadağ ı 55. Karadeniz 23, 156. Karaibler 22. Karajic, Vuk S., yazın adamı 288. Karamzin, N. M., tarhçi 307. Karde§ Demokratlar 143-ı44. Karraca 96. Katalanya, 197, 207, ayrıca bakınız: İspanya Katalik Birliği, İrlanda ı53.
Katalik Kilisesi 102, 242, 246, 252, 325, 327. Kauffman, Angelica, ressam 283. Kay-Shurtleworrh, Sir J., reformcu 223. Kazaklar 22. Kazan 302. Keats, John, §air 281, 289. Keltler 313. . Kepler, J., bilim adamı 3 ı8. Kiel ı5o. Kierkegaard, Se>ren, filozof 250. Kinsky 24. Klopstock, E G., §air 91. Koenigsberg 8, 2 72, 3 ı 2. Kolokotrones, T., Yunanlı asi ı04, ı57, 358. Kolombiya 124, ı58. Kolowrat, Habsburg bakanı ı59. Komünist Birlik 142. Komünist Manifesto, Marx ve Engels ı2, 37,
143, 263, 285. Kongregasyonalistler, Independentler 24 7. Konsrantinopolis ı56. Kopenhag 150,301,318,361. Korsika 85. Kosmos, A. von Humboldt 302. Kosova 155. Kossurh, Louis, Macar önder 140, 153. Kosziusko, T., Polonyalı önder 91. Krefeld 191. Krupp 190. Küba 167, 197, 260; 326. Kubilay Han 287. Kügelgen 153. Kutsal Roma İmparatorluğu 102. Kursal İrrifak 115, 117-118, 132, 251. Kuzey Amerika 10, 18, 35, 57, 124, 165,279. Kuzey Avrupa 182, 238. Kuzey Denizi 28, 249. Kuzeybatı Eyaletleri, bakınız: Hindistan Kırgız
121.
Kırım Sava§!
113.
KıraAvrupası
Sistemi 99, 109-111. Yerliler (Amerikan)
Kızılderililer, bakınız
Leben Jesu, D. E Srrauss 308. Lablache, L., §arkıcı 203. Lachmann, K. C., bilgin 242. Laclos, P. A. E Choderlos de, yazar 280. Lafayerte, Marquis de, aristokrat ve devrimci
78, 120, 349. Lamarck, J.-B.-A. de M., Chevalier de, biyolog 31 O.
DiZiN 373
Lamartine, A. de, §air 275, 307, 314. Lambert Oteli 148. Lamennais, H.-E R. de,.dini yazar 128, 252,
291. Lancashire 12, 39, 43-45, 56, 137, 195-196,
227-228, 235,328-329,346-348, 354355. Laııcashire Co-operator 228. Laplace, P.-S., Marquis de,matematikçi ve gökbilimci 238, 31 O, 317. Lardner, Dionysius, teknik yazar 109. LatinAmerika 7, 16,44,62,64-65,113,117,
Liverpool 28, 43, 55, 221, 226, 241, 295. Livingstone, David, misyoner ve kii.§if 243. Livonia 170. Lobachevsky, Nikolai I., matematikçi 302,
305. Locke, John, filozof 257. Lombardiya 19, 100, 106, 140, 190, 224. London General Omnibus Company 194. Londra 8,18-19, 109, 185,202-203,238,243,
301, 321, 346-347, 349, 353-358.
Latin Amerika Birle§ik Devletleri, bakınız: Latin Amerika Lavateı; J. K., psikolog 91. Lavoisier, A.-L., kimyacı 300,303-304,317. Lawrence, Sir William, cerrah 310,313. Leatherstocking romanlar 289. Leblanc, N., kimyacı 194. Lebrun, Mme Vigee, ressam 283,345. Leeds 233.
Londra Makine Enstitüsü 301. Lönnrot, E., bilgin 288. Louis Philippe, Fransa Kralı 139, 253, 330. Louis XIV, Fransa Kralı 120, 266. Louis XVI, Fransa Kralı 65, 71, 76. Louis XVIII, Fransa Kralı 114. Louisiana Sat!§ Anla§ması 325. Louvre 278. Luddite (Makine Kırıcılar) 48. Luebeck 102. Lutheı; Martin, Lutherci 207,220, 241,253. Lyell, C., jeolog 311. Lyonlular 137, 219,234, 236.
Leeds Mercury 204.
Lyrical Ballads 274, 281, 287.
124, 130, 136, 145, 157-158, 179, 186, 260,324.
Leipzig Sava§! 39, 100, 243, 355. Leith 18. Lenau, N., §air 289, 290. Lenin, V. I., 86. Leningrad, 282, aynca bakınız: St Petersburg Leopardi, G., §air 275. Leopold I, Belçikalıların Kralı 112, 308, 349. Lermonrov, M. Y., §air 288. Lesseps, E de, mühendis 160. Levant 118, 145, 156. Liberty on the Barricades, Delacroix 290. Liberty, On,]. S. Mill 290. Liberya 243. Libya 155. Liebig, J., kimyacı 302. Liechtenstein 24, 101. Liege 38, 64. Lieven, Lady 294. Life for the Tsar, A, Glinka 277. Liguria Cumhuriyeti, bakınız: İtalya Liguria, 94, ayrıca bakınız: İtalya Lille 191,207,221,353, 361. Lindy, Jenny, §arkıcı 208. Lingard, J., tarihçi 307. List, Frederick, iktisatçı 198, 291. Liszt, Franz, besteci 208, 276, 283. Litvanya 215.
Macaristan, Macar 24, 92, 101, 139-141, 143,
148-149, 151, 155, 159, 187, 276-277, 289-290, 302, 305. Mackintosh, Sir James, politika yazarı 91. Madeleine 203, 282. Madison, James, devlet adaını 91. . Madras Gelirler Dairesi 177. Madrid 18, 32. Magdeburg 187. Mahmud II, Türk imparatoru 118. Mahratlar 121, 154. Mainz 93, 102. Maisons-Lafitte 203. Maistre, Joseph de, siyaset kuraıncısı 268. Makedonya 155. Makine Enstitüsü 234. Malta 99, 114. Malthus, T. R., iktisatçı 49, 178, 182, 205,
218,224,226,259,306,316. Manchester 36, 41, 43, 45, 50-51, 55, 110,
200,203,207,214,221,226,231,241, 321,346, 355, 357. Maııchester Guardian 204. Maııchester in 1844, L. Faucher 207. Maııchester Times 204. Manchester Yazın ve Felsefe Topluluğu 301.
374 DEVRiM ÇAGI Mançu hanedam 34, 186. Manzoni, A., yazar 275, 291. Marat, J.-P., devrimci 74, 78. Marseillaise 157. Marsilya 222, 223. Martinovics, Ignatius, devrimci 92. Marx, Karl, Marksizm 134, 142-143, 145, 185,215-216,249,253-254,264,265, 269,272-273,284,288,291,307-308, 312,318-319,349-350, 355-356,361. Masque of Anarchy, Shelley 291. Massachusetts, 301, aynca bakınız: Birle§ik Devletler Massacre at Chios, Delacroix 275. Massacre in the Rue Tramııoııain, Daumier 290. Maudslay, Henry, mühendis 295. Maupassant, G. de, yazar 202. Mayo, 182, ayrıca bakınız: İrlanda Mazzini, G., devrimci; Mazziniciler 74, 135, 140-141, 144-145, 147-14S, 269, 273. McAdam, J. Loudon, mühendis 39. McCormick, Cyrus, bulu§ÇU 164. McCulloch, J.R., iktisatçı 51, 205, 2S5. Meckel, Johann, doğa filozofu 312. Mecklenburg 106. Medeni Kanun, Fransız, S6, 103. Medina Sidonia, düklüğü 24. MehmetAli,Mısırhakimi 12,119,160,245, 265, 363. Mekke 244. Meksika 121, 124, 136, 15S, 174, 324, 355. Melicourt, T. L. Peacock 274. Melville, Herman, yazar 275, 289. Mendelssohn, Moses, reformcu 214. Mendelssohn-Barrholdy, E, besteci 215. Merimee, P. yazar 2S7. Metodistler 246-249. Mettemich, Prens C., devlet adamı 113,121, 123,128,251,267,349. Mevsimler, Haydn 275. Meyer's Conversatiom Lexicon 295. Meyerbeer, G., besteci 215. Michelangelo, sanatçı ve heykeltıra§ 2S2. Michelet, Jules, tarihçi 234, 2S7, 291, .307. Mickiewicz, A., §air 14S, 275, 291. Mignet, E-A.-M., tarihçi 307. Milano 141, 192, 353, 355. . Mill, James Stuart, filozof 39, 129, 204, 256, 260-261, 285, 312. Miller, William, Yedinci Gün Adventisti 248. 249.
Mimtrelsy of the Scottish Border, Scott 2S8. Mirabeau, Comte G.-H. R de, devrimci 78. Mississipi 197. Misyoner Cemiyetleri 243. Moby Dick, H. Melville 289. Moğollar 104. Moerike, E., §air 275. Moliere, J.-B.-P., oyun yazan 239. Malokanlar 237, 246. Monge, G., matematikçi 300. Momoe Deklarasyon u 117. Montpellier 67. Monumenta Germaniae Historiae 30S. Moravya 99, 159. Mörike, Eduard, §air 294. Mennonlar 248. Moming Post 63. Moselle 169. Moskova 100, 104. Mozart, W. A., besteci 69, 274, 2S1-2S2, 285. Mu eller, Adam, yazar 25 1. Muette de Portici, opera, Auber 277. Mulhouse 191, 207. Murat, J., asker 9S. Musset, Alfred de, §air 275, 2Sl, 291. Mısır 7, 12, 99,113, 119, 160, 167, 198,245, 265, 308, 363. N apoleon Bonaparte, Fransa imparatoru 20, 5!-56, 6S, 75-79, sı, 84-91,94,98-102, 104,106, lll, 113-114,117,120,124127,160,171,181,213,225,257-259, 264,291,293,297,301,309,310,322, 331, 35L Napoleon III, Fransa imparatoru 217. Napali ıs, 32, 94, 102-103, 124, 14P, 169, 171, 174-175, 242. Nash, John, mimar 282. Nasmyth, James, bulu§ÇU 184, 295, 357. Natioııal Holiday and Congress of the Productive
Classes, William Benbow 229. aturdl History of Man, Lawrence 31!. Navarre 70, 174. Neptüncüler 31!. Nerval, G. de, §air 283. Nestroy, Johann N., oyun yazan 136, 275. Netherlands, bakınız: Hollanda
Neue Rheinische Zeituııg 143, 349. New England, 165, ayrıca bakınız: Birle§ik Devletler New Harmony 265.
DiZiN
New Lanark Fabrikalan 45. New ViewofSociety, R. Owen 263,356. New York 18, 145, 248, 347, 353. Newman, J. H., karelinal 252. Newport 235. Newton, lsaac, bilim adamı 270. Ney, Marshal, asker 85, 98. Nicholas I, Rus Çan 114, 145. Niebuhr, B. G., tarihçi 307, 361. Niepce, ].-N., bulu§çu 194. Nijniy Novgorod ı88. Nikaragua 242. Nodier, Charles, yazar 279. Norfolk ı8. N ormanİstilası 313. Normandiya 46. Nortlıerıı Star, Chartizm'in yayın organı 235-
Padua ı95. Paganini, N., kemancı 208. Paine, Thomas, broşür yazan 64; 91, 128-
129,241,249,269,297. Paisley 226. Palacky, F., tarihçi 150, 307, 315. Palerıno
329,331.
Palmerston, Viscount, politikacı 113, 120,321. Palmyra, N. Y. 248. Paıı Tadeusz, Mickiewicz 275. Pandeı; C. H., bilim adamı 312. Pandurlar 22. Pangloss, Dr. 4ı, 259. Papa, Papalık .94, 102, 134, ı52, 174, 210,
220, 253, 330. Paraguay, 124, aynı zamanda bakınız: Arjantin Paris ı 7-19, 64, 71-73, 75, 77-81, 83-84,86, ıoo, 125,ı31, ı39, ı44-ı46, ı48, ı51,
236. Northumberland 235. Norveç 114, 168, 186, 243, 246,302,340. Norwegiaıı
375
Folk Tales 288.
Norwich 227, 297. Dame'ııı Kamburu, Victor Hugo 287. Notringham 226. Novalis, F. von, §air 275, 279-280, 285, 356. Novum Testameııtum, Lachmann 242.
Notre
O'Connell, Daniel, milliyetçi 153-154. O'Connor, I:eargus, Chartist 153, 235. O'Higgins, Bemardo, devrimci 124. Oberoıı, Weber 275. Odessa 157. Oersted, Hans Christian, fizik çi 303, 318. Ohio, 187, ayrıca bakınız: Birle§ik Devletler Oken, Lorenz, doğa filozofu 318. Olomouc ı59. Oregon, 12 ı, aynca bakınız: Birleşik Devletler OrtaAvrupa 16, 46, ı56, 167, 184, 199,238,
328-329, 33 ı. 35, ı21,
Ortadoğu
aynı zamanda bakını: Levant Ortodoks Kilisesi ı56, 25 I. Ossian 286. Otuz Yıl Savaşları 105. Owen, Robert, sosyalist 45, 128, 133, 136-
137, 229, 233-234, 24ı, 262-263,265, 284, 297, 356. Oxford 39,301,311,355-356,358. Oxford Hareketi 249, 252, 286. Ölüm ve Genç Kız, Schubert 275.
185,
194-ı95,202,2ı6,223,229,232-.
233,238,281,285,298,32ı,330,332,
345,348,353-357,360,362. Paroles d'wı Croyaııt, Lamennais ı28, 252. Pasifik 196, 243, 324. Paul I, Rus Çarı 323. Paul, Jean, yazar 275. Pauw, Comelius de, Hcllandalı bilgin 91. Peacock, T. L., roman yazan 234, 274, 305. Peel, Sir Robert, politikacı 203. Peloponisos, 157, ayrıca bakınız: Yunanistan Pereire kardeşler, banker ı90, 194, 216. Peranne 18. Perthes, J. Boucher de, arkeolog 31 I. Peru 124, ~58, 179. Pestalozzi 9 I. Peterloo 231, 29 I. Petoefı, S., §air 276, 281. Philike Hetairfa
ı57.
Pickwick Papers, C. Dickens 275. Piedmont, 102, ı52, ayrıca bakınız: İtalya, Savoy Pisa 295. Pius IX, Papa 134. Platen, Graf.A. von, §air 275. Plymouth 18. Poe, Edgar Allan, yazar 275. Polanya Demokrasi Cemiyeri 140. Polanya, Polonyalı 19, 23-24, 3ı, 76, 80, 85,
91-93,97, ıoo, 103,105,115-116, ı20, ı24, 130, 132-135, 139-ı4ı, ı43, ı45, 147-ı48, ı5o, ı52, 159, ı74, ı97,215, 275-277, 291.
376 DEVRiM ÇAGI Polytechnique,
bakınız:
Ecole Polytechnique
Poıneranya
18, 165. Portekiz, 18, 19, 35, 38, 44, 64, 102, 124, 132, 152, 158, 184, 186, 244, 325, aynı
zamanda bakınız: Latin Amerika Potocki, J. 24. Poznania 141. Prag 159, 216, 301, 360. Praz, Mario 283, 356. Prentice, Archibald, gazeteci 204. Presbiteryen 24 3, 246-24 7. Presse, La, 203. Prichard, J. C., fizikçi ve etnolog 313. Priestley, Joseph, kimyacı)O, 90-91, 206,303. Principles of Geology, Lyell 311. Principles of Political Ecoııomy, Ricardo 34 7.
Proceedings of the American Philosophical Society 302. Proceedings of the Royal Society 302. Promessi Sposi, Marızoni 275. Protestan 93, 153, 166, 213-214, 221-223, 240, 242-243, 245-248, 251-253, 297, 316, 355. Prusya 20, 39, 66, 85, 92, 97-99, 101, 103, 114-116,120,134,141,150,165,167, 170-171,173,182,186,191-193,224225,251-252,272-273,301,330,340, 351. Public Record Office 307. Pugin, A. W. N., mimar 286. Purkinje, J. E., fizyolog 312. Puşkin, A. S. §air 274-275, 277. Quakedar 24 7. Quarterly Review 310. Quartier Latin, 281, ayrıca bakınız: Paris Quesney, F., iktisatçı 39. Quetelet, L.-A.-J., istatisrikçi 306. Rachel, aktris 215. Radcliffe, Bayan A., roman yazarı 283. Radetzky, ]. von, asker 140. Radziwill 24. Ragusa, 169, ayrıca bakınız: İlirya Raimund, Ferdinand, oyun yazarı 136. Rajputlar 121. Ranke, Leopold von, tarihçi 308. Rawlinson, Sir H. L., asker 308. Recamier, PortraitofMadame, ].-L. David 275. Recherches sur !es ossements fossiles, Cuvier 310. Reform Geçirmiş Hollanda Kilisesi 243.
Reform Klübü 202. Reform Yasası (1832) 125, 127, 133, 137-
138, 231, 298. Refom1asyon ll, 267, 270, 286. Ren Konfederasyonu 97. Ren, Ren Bölgesi 91, 94, 99-100, 103, 116,
143, 207, 243, 286. Requiem, Berlioz 275. Restorasyon 128-129, 131, 133-134, 137, 201-202, 290. Reuter, Fritz, yazar 106. Revolutioııs de Fraııce et de Brabant, Camille Desmoulins 93 Reynolds, Sir, ]., ressam 280. Rhigas, K., devrimci 92, 157. Ribbonmen, İrlanda Gizli Cemiyeri 138. Ricardo, David, iktisatçı 178, 224, 258-260, 262-263, 273. Riemann, G. F. B., matematikçi 305. Riga 312. Robespierre, Maximilien, devrimci ll, 20, 76, 78,80-85,93,127,195,239,269,280. Rochdale 137, 225, 235. Rodney, Adrniral G. B., 235. Rodtigues, Olinde, Saint-Simoncu 216. Roland, Madame 79. Roma, Romalı 17, 24, 54, 75, 94, 96, 240, 242,252,280,326,329,360. Romagna, 172, 174, ayrıca bakınız: İtalya Romanrikler, Romantizm 266,269,279-281, 283-284, 289-290,292,294,319. Romimya 126, 141, 151, 156, 167. Ronda 297. Rosa, Salvator, ressam 282. Rosrnini, A., Katolik yazar 253. Rossini, G., besteci 276, 282. Rothschild; Meyer, Amschel, banker 109. Rothschild, Narhan M., banker 109. Rothschildler, banker 108-109,215,293,296, 323. Roubaix 226. Rouen 191, 295. Rousseau, Jean-Jacques, yazar 81, 87, 92,
.
239, 264, 268-269, 272-273, 279-280, 288,317. Roy, Ram Mohan, reformcu 65, 245. Royal Society 302, 356. Royron Temperance Sernineri 221. Ruhr, 94, 190, ayrıca bakınız: Berg Büyük Dükalığı
Rumford, Kont Benjamin 301.
DiZiN
Rus Devrimi (191 7) 64, 201. Ruskin, John, yazar 291, 295. Russell, Bertrand, filozof 354. Rusya, 19, 23-24, 27, 35, 38, 54, 64, 85, 92, 97-100, 103, 106, 108, 113-120, 124, 129-130, 133-134, 140, 148, 150-151, - 156-159,167,170,179,186,197,211, 212,214,221,246,251,275-277,292, 304,307,320,323,326,329,351,364, ayrıca bakınız: Kafkasya, Finlandiya, Polonya Rut!and 226. Ryotwari sistemi 177. Salıra (Büyük) 245. Saint-]ust, L. A. L. de, Jakoben ll, 15, 63, 78,82-83,89,130,140,265,348,351. Saint-Quentin 20. Saint-Siınon, Kont Claude de, politika yazarı; Saint-Simoncular 160, 194, 216, 239240,262,265,284,291,296,307,328, 357, 361. Sakson, Saksonya 23, 38, 46, 97, 100, 106, 116, 153, 191. Salicetti, A. L., JakobenJ94. Sallustius 239. Salzburg 102. San Domingo 80, 102, 219. San Martin, J. J., devrimci 124, 158. Sand, George, roman yazarı 283. Savigny, E K. von, hukukçu 308. Savoy, 32, 91, 99, 102, 134, 135, ayrıca bakınız: Piedınont
Say,]. B., iktisatçı 151, 230, 241, 254, 260, 263. Scheldt Nehri 114. Schelling, E W.]., filozof 90,271, 3!8. Schiller, E, §ait 90-91, 271, 275. Schinderhannes, Germen haydut 216. Schinkel, K. E, mimar 282, 295. Schlegel, A. W. yazar 281. Schleiden, M., biyolog 304. Schleswig-Holstein 150. Schmerling, A. de, arkeolog 31 1. Schoenbom 24. Schubert, F., besteci 274-276, 281, 285, 361. Schuınann, R., besteci 275. Schwann; T., biyolog 304. Schwarzenberg 24. Scott, Sit Walter, roman yazarı 275, 286, 288, 323. Sedlnitzky, J. Graf, Habsburg bakanı 159.
377
Senegal 244. Sentimeııtal Educaıion,
Flaubert 292. Seraing 19 1. Sevilla 18. Seylan 121. Shakespeare, William, oyun yazarı 82, 254, 280. Sheffield 226, 231, 241, 354. Shelley, P. B., §air 280-281, 290-291. Sicilya 15, 18, 24, 26, 114, 167, 169, 171-172, 323, 33 ı. Sidi Muhammed bin Ali el Sunusi, 245. Sierra Leone 24 3. Sieyes Abbe, E.-]., politikacı 70. Sihirli Flüı, Mozart 69, 277. Sihler 121, 154. Silezya 47, 192, 193, 220, 224-225, 33!. Simon, Sir J., sağlık reformcusu 49, 52, 124, 137,158,160,194,216,223,239-240, 262,265,284,291,296,307,328,353, 357, 361. Sind 121. Singapur 121, 326. Sismondi, C.-L.-S., iktisatçı ve tarihçi 49, 263. Skanderberg, Arnavut kahraman 155. Skoptsi 246. Slav 20, 133, 139, 141, 155, 158-159,312. Slovenya 22, 169. Smiles, Samuel, yayıncı 204, 205, 221, 353, 357. Sith, Adam, iktisatçı 39,257-258,260,271. Smith, Joseph, Mennonların kurucusu 248. Smith, William, mühendis 310.
Societe Generale pour favoriser l'Industrie Naıionale des Pay s Bas 193. So uthey, R., §air 90, 289. Soyer, Alexis, §ef 202. Spa Fields 231. Speenhamland Sistemi 182, 220. Spithead 91. SSCB, 24, ayrıca bakınız: Rusya St Andre, Jeanbon, Jakoben 79. St Petersburg 32, 187, 202. St Quen 295. Stael, Madame A.-L.-G., yazar 283. Staffordshire 22 7. Sıaıisıler 93. Stendhal, H. Beyle, yazar 201, 276, 283, 362. Stephenson, George, mühendis 54, 205, 300, 353.
378 DEVRiM ÇAGI Stewart, Dugald,. filozof 296. Stockholm 32, 301, 360. Stockton-Darlington Demiryolu 54. Strasbourg 17, 83. Srrauss, David E, tannbilimci 242,308, 364. Sturge, Joseph, Quaker 139. Sudan 244. Suriye 99, 104, 245. Süveyş 121, 160, 296. Suvorov, general 98. Sydney 321. Systeme de la Nature, d'Holbach 256. Sırplar, Sırbistan 119, 155-156, 324. Szechenyi, Kont 149. Şamil, Kafkaslı
Şili
önder 155, 245.
Toussaint-Louverture, devrimci· 80. Trafalgar Savaşı 99, 206. Traite Elemeııtaire de Chimie, Lavoisier 303. Treves 102. Trieste 22, 159. Tripoli 245. Tübingen 242. Tuna 23, 155-157, 187. Turgenyev, I. S., roman yazan 276. Turgot, A.-R.-J., iktisatçı 39, 65, 346. Türk İmparatorluğu 113, 154-156, aym zamanda bakınız: Balkanlar, Bulgaristan, Bosna, Mısır, Yunanistan, Romanya, Turııer, ]. M. W., ressam 276. Tyneside 54. Tyi-ol 95, 174, 250.
124.
Tableau de l'i!tat physique et moral des
oıwriers,
Villenne 3 6. Tahiri 288. Tahıl Yasalan 51, 329. Tahıl Yasasma Karşı Birlik 204. Taiping 123, 245. Talleyrand, Prens C. M., diplomat 113, 201, 202. Talma, aktör 203. Tatarlar·22. Taylor, Edward, gazeteci 204, 358. Tecumseh, Yerli şef 245. Tegner, E., bilgin 288. Teigmnouth, Lord 177. Telford, Thomas, mühendis 39, 90. Tennyson, Alfred, Lord, şair 29 l. Terör (dönemi) 78-79, 91. Thackeray, W. M., roman yazan 276. Thackrah, C. T., doktor 223. Theory of the Earth,]. Hutton 310. Thierry, Augustin, tarihçi 307, 313. Thiers, L.-A., tarihçi ve politikacı 307. Tilak, B. G., Hint milliyetçisi 154. Tilsit Anla§mast 99-100. Tocqueville, Alexis de, yazar 261, 326. Tolpuddle Şehitleri 134, 23 l. Tolstoy, Kont L. N., yazar 276. Tory 113,125,203,248,266,280,303,310. Toskana, 22, ayrıca bakınız: İtalya Töronlar 264, 313. Tour de France 20. Tours in Englandand Wales, Arthur Young 36, 346.
Üçüncü Cumhuriyet (Fransa) 239. Üçüncü Tabaka 68, 70· 71. Udolpho, Castle of, Bayan Radcliffe 295. Uhland 291. Ukrayna 24, 118, 139, 174, 197, 246. Ulsrer, bakınız: İrlanda Ulusal Galeri, Londra 278. Ulusal Konvansiyon, Fransa 77, 80. Ulusal Muhafızlar 144. Ulusların Zenginliği, Adam Smith 258. Umbria, 22, ayrıca bakınız: İtalya Ümid Burnu 35. Üniteryan 204. Urallar 121. Uranüs, gezegen 299. Ure, Dr. Andrew, yayınet 311. Uruguay 124. Urah, 248, ayrıca bakınız: Birleşik Devlerler Uttar Pradeş, 179, 351, ayrıca bakıruz: Hindistan Uzak Doğu, ayrıca bakınız: Asya Vahabiler, 245, ayrıca bakınız: Bedeviler Valladolid 18. Valmy Bombardımanı 77. Varennes 75. Varşova Büyük Dükalığt 103. Vendee 95. Venedik 19, 102, 115, 195. Venezüela 124, 158. Veracruz 18. Verdi, G., besred 274, 276-277, 291. Vergennes, C. G., Comte de, devlet adamı 104. Vergniaud, P. V., Jironden 79.
DiZiN 379
Verona 195. Victoria, Kraliçe 78, 112. Vigny, Alfred de, şair 89, 275. Villerme, L. R., toplumsal araştırmacı 36,
Wilson, Harriete, fahişe 203, 294, 347. Wiltshire 226. Wingate, Yerli İşleri Sorumlusu (Amerikan)
217, 223. Vftkovice 190. Viyana 23,92, 136,145,148, 15ı, 156,202, 216, 238, 297, 301. Volga Nehri 22. Volta, Kont A., bilim adamı 303. Voltaire, E-M. A. de, yazar 41, 269, 295, 317. Vonckistler, Belçika'da bir parti 93.
Woehler, E, bilim adamı 304. Wordsworth, William, şair 274-275,280,287,
177. 289, 356. Workingmen's Party (Amerikan İşçi Parrisi)
135. Wurtemberg 97. Yahudiler, Yahudilik 20, 74, 149, 207, 214-
216, 252-253, 361. Yapı Ustaları Sendikası
Wade, ]., yazar 263,347. Wagner, Richard, besteci 274,276-277, 283. Wagram Savaşı 99. Walleıısteiıı üçlemesi, E S chiller 2 7 l. Washington, George, Amerikan Başkaru 91,
235. Waterloo Savaşı 100. Watt, James, buluşçu 30, 36, 39-40, 90, 206,
321. Weber, K. M. von, besteci 275-276, 286. Wedgwood, Thomas 29, 30, 206, 295. Weerth, 0., şair 291. Weimar 192, 294. Weitling, W., komünist 24 l. Wellington Dükü 202-203. Wesley, John, 134, 243, 246-247, 249, ayrıca bakınız: Metodistler , Westphalia Krallığı 94. , Wheatstone, Sir C., buluşçu 321. Whigler 125, 154, 280. Whiteboys, İrlanda gizli cemiyeri 138. Wieland, C. M., şair 91. Wilberforce, W., reformcu 91, 240. Wilkinson, John, demir ustası 90. William I, Birleşik Hollanda Kralı 193. Williams, David, reformcu 354.
230. Bilginin Yayılması Cemiyeri 295. Yaradılış, Haydn 275, 309, 3 ı 1. Yararlı
Yarımada Savaşı Yazışma
152.
Demekleri 91.
Yedi Yıl Savaşları 34. Yedinci Gün Adventistleri 248. Yerli (Amerikalı) 22, 93, 158. Yerliler (Amerikan) 22, 136, 158, 165-166, ı 79,
245, 288.
Yorkshire 41, 233, 235. Young, Arthur, tanıncı 36, 59. Young, O. M., 206. Yugoslavya ı55. Yunan Adaları 1 ı 4. Yunanistan, Yunan 92, 113, 117, 124, 126,
130-131, 145,
!56-ı58,
Yunanseverlik, 130-13 ı, Yunanistan
324.
ayrıca bakınız:
Zagreb ısı. Zanzibar 196. Zenci 22, 80, 136, 228. Zerdüşti
245. 245. Zooıwmia (1794), E. Darwin Zurich 99. Zerdüşritik
3ıO.