REPL‹ RE PL‹KA KAS S • KINGS KINGS OF LE LEON ON • FAT‹ FAT‹H H YAfi YAfiAR AR • THE THE ST STRE REETS ETS • REEM REEM KE KELAN LANII • LIZ LIZ FANDO FANDO
112480
aral›k
R O L L
1 3 5
2008/12
6
YTL
francis
cabrel
AFR‹KA AFR ‹KA GEZ‹ GEZ‹S‹ S‹
Köyler çoktan çoktan arkada arkada kald› Peflimizde birkaç hayalet Daha afl›lacak çöller, da¤lar var ‹spanya’ya varana kadar Ya sonra... sonra... Hay›rl›s Hay›rl›s›› inflallah Aya¤›m›zda y›rt›k p›rt›k pabuçlar Param›z astara dikili S›n›rdan geçirecek herifler bizi bekliyor olmal› Onlara paran›n biraz› Sonra... Avrupa iyi korunuyor mudur? Valla bilmiyorum Gümrük muhaf›zlar› silahl› m›d›r? Görece¤iz bakal›m E¤er derlerse, her horoz kendi çöplü¤üne Bana uyar, yeter ki dönmeyeyim kümese Kümeste hiçbir fley yok Salon yok, mutfak yok Çocuklar kökleri kemiriyor Toz toprak içinde bir oda Yere at›lm›fl bir döflek Hay›rl›s› inflallah Belki kafan›zda canland›r›rs›n›z Bu kadar yola de¤er mi diye Onca umut, onca cesaret Sonunda kodese t›k›lmak içinse? Avrupa iyi korunuyor mudur? Valla bilmiyorum Gümrük muhaf›zlar› atefl açar m›? Görece¤iz bakal›m Bafl›m› sokacak bir tahta parças› Gözüm yok daha fazlas›nda Bir hiç, bir söz, bir jest Verin sizden arta kalan ne varsa Ya sonra... Valla blmiyorum Görece¤iz bakal›m Bana uyar yeter ki kümese dönmeyeyim Köyler çoktan kald› arkada
SA‹T YA DA MUHAMMET
Otelin çarflaflar›n› de¤ifltiriyordu Çöp kutular›nda parmak izleri Kargalar›n ortas›nda küçük bülbül “Desperado” türküsünü söylüyordu Uykuyu fazla kaç›rm›flt›m Günefl sollay›p geçmiflti beni Koridorun öbür ucunda kad›n Aynalar› öttürüyordu Bir saat geçirdim onun hayat›nda Bir saat Cezayir güneflinin aln›nda Bu sonsuz gökkubbenin alt›nda Çaresiz kald›¤›m›z anlar var Yar› kapal› göz kapaklar›n›n ard›nda Pembe de¤il gri bulutlar görüyordum Gitti¤imde akl›m bafl›ma geldi Bir fley kaybediyordum Çocuklar› ne yaps›n öyle okulu Cepleri Bali tüpleriyle dolu Kimseden sana hay›r yok elbet Madem ad›n Sait ya da Muhammet Tenekeden bir çat› gökyüzü yerine Üçüncü avluda bir pencere Kula¤›nda komflular›n h›rgürü Berbat uykularda gecesi günü E¤er anlayacak biri ç›karsa K›r›k dökük müslüman Frans›zcas›n› Bu sonsuz gökkubbenin alt›nda Bir endifle kaplar her yan›n› Aniden gözkapaklar›n› açana kadar Gemi az›ya ald› o gri bulutlar Gitti¤imde geldi akl›m bafl›ma Bir fley yap›labilirdi hâlâ Sen 10 Frank gönderiyorsun Ganj çocuklar›na Çünkü gördü¤ün foto¤raflar seni rahats›z etti 10 Frank yolluyorsun Baflka yerlerdeki çocuklara Çünkü gördü¤ün foto¤raflar seni korkuttu Ya evinin ç›k›fl›nda rastlad›¤›n kad›n Evinin ç›k›fl›nda rastlad›¤›n kad›n
a y r e D i g n e B : i s e ç k r ü T
Marsilya’ya döndü¤ümden beri Kimsenin haberi yok, acaba nereye gitti Bir sürü bülbül, bir sürü karga De¤ifltirdi herhalde evini bark›n› da Bana kal›rsa çarflaflar›n› de¤ifltiriyordur Baflka bir otelin Baflka çöp kutular›nda baflka parmak izleri Baflka bir koridorun öbür ucunda Aynalar› öttürüyordur Aynalar› ç›nlat›yordur Aynalara flark› söyletiyordur
YERYÜZÜNDE B‹R CUMARTES‹ GECES‹
O¤lan gelir, k›z görür, k›z ister gerisini gözleri halleder Atefli yakmak üzere birkaç minik jest Sonra, klasik hikâye iflte ‹sterseniz sigara duman› ‹sterseniz müzik K›z saç›n› düzeltir, o¤lan fark etsin diye biblo gözleriyle O¤lan oturur, bak›n›r sa¤a sola cümlelerini haz›rlar K›z biraz yaklafl›nca karfl›l›kl› tokuflur bak›fllar Sonra, normal bir hikâye iflte K›z bir kadehe evet der, o¤lan gülücükler saçar Birbirlerine biraz yaklafl›nca, o¤lan ince ayr›nt›lar› seçer biblo gözleriyle Bofluna anlatmayay›m Nereden gelip nereye gidiyorlarm›fl, ne konuflmufllar Bir çocuk oyunu iflte S›radan bir hikâye Bu sadece ve sadece Bir cumartesi gecesi yeryüzünde Konuflurlar, hafifçe de¤erler birbirlerine Bilirler d›flar› ç›kmak gerekti¤ini Birbirlerine dokunarak anlaflmak zorundalar Çünkü müzik öyle güçlü ki Sonra, sadece bir macera iflte bir araban›n arka koltu¤unda bafllayan O¤lan görür arzuyla çizilen mavi gölgeleri k›z›n biblo aln›nda Bofluna anlatmayay›m Nereden gelip nereye gidiyorlarm›fl ne konuflmufllar Bir çocuk oyunu iflte S›radan bir hikâye Bu sadece ve sadece Bir cumartesi gecesi yeryüzünde Neyse uzatmayay›m Zaten bitti bile Gene ayn› fleyi yaparlard› Tekrar› olabilse Bu sadece ve sadece Bir cumartesi gecesi yeryüzünde
V E R ROLL• O
B O B
M A R L E Y
ROLL
135 aral›k ‘08
So¤uktan geliyoruz
09
Leonard Cohen
16
Kings Of Leon
Bu tatl› hayatta
17
The Streets
So¤uktan geliyoruz
20
Replikas
Sensin, sensin konufltu¤um
Fatih Yaflar
Niye böyle üzgün ve terkedilmifl görünüyorsun
24
Bu hayatta, bu hayatta So¤uktan geliyoruz içeri
Sensin konufltu¤um flimdi Bir kap› kapal› oldu¤unda, di¤eri aç›kt›r
28
Reem Kelani
Bilmiyor musun
34
Liz Fando
‹zin verecek misin sisteme
36
Nejat ‹fller
44
‹stanbul’da Bir Dava
57
Grace Jones
04 19 46 49 50
Ajans Ses ile Gölge Tuncer Erdem Gayd K›raathane K›sa dalga
Deerhunter, Giant Sand, Crystal Castles I’m From Barcelona, Matthew Herbert, Alan Vega My Brightest Diamond, Brightblack Morning Light , 52
56 62
Albümler Liste Ansiklopedi
Abdurrahim So¤an, Adnan Uluda¤, Ahmet Eken, Ali Kesgin, Ali Y›ld›zalp, Alican Tayla, Aliflan Çapan, Arslan Ero¤lu, Ayflegül O¤uz, Banu Güven, Baran Özdemir, Bilge Ceren fiekerciler, Cem Sorguç, Cüneyt Cebenoyan, Ça¤dafl Önder, Çi¤dem Öztürk, Deniz Öztürk, Derya Bengi, Donat Bayer, Emin Ekfli, Ender Ergün, Eray Makal, Erdir Zat, Esra ‹pekçi, Fatih Özgüven, Fevzican Abac›o¤lu, Gökhan Akçura, Gökhan Pamuk, Gülüfl Gülcügil, Hakan Lokano¤lu, Harun ‹zer, HknKrtsh, Hilmi Tezgör, Hüseyin Ustao¤lu, ‹lker Aksoy, Mehmet Ali Meram, Mehmet Erdo¤an, Melih Kat›kol, Merve Erol, Muhsin Akgün, Murat Meriç, Neslihan Say, Nevzat Çal›flkan, Ogan Güner, Özay Selmo, Pelin Batu, Pelin Özer, P›nar Ö¤ünç, Reha Öztunal›, Salih Nâz›m Peker, Sarp Keskiner, Seda Ni¤bolu, Serdar Beyaz, Siren ‹demen, Sungu Çapan, fiahan Nuho¤lu, fiule Camadan, Tacide Kaya Güner, Tolga Ya¤l›, Ulafl Özdemir, Ümit Bayazo¤lu, V. Can Yaz›c›, Yasemin Avdan, Yi¤it At›lgan, Yücel Göktürk, Zeynep Nuho¤lu, Zülal Kalkandelen bask›: Ezgi Matbaac›l›k
R [Sanayi cad. Altay sok. No: 10 Yenibosna-‹stanbul Tel: 0212 452 23 02] bas›m yeri ve tarihi: ‹stanbul, Aral›k 2008
da¤›t›m: Do¤an Da¤›t›m A.fi. yönetim yeri: Süslü Saks› Sok. No:5-3 Beyo¤lu ‹stanbul tel-faks 0212 251 87 67 e-mail
[email protected] abonelik
[email protected] y›l 12 say› 135 aral›k ‘08 imtiyaz hakk›: Bilge Ceren fiekerciler sorumlu yaz›iflleri müdürü: E. Derya Bengi ilan irtibat: Özay Selmo (0533 514 90 49)
I S S N 1 3 0 7 - 4 6 2 8 YEREL SÜREL‹ YAYINDIR A Y D A B ‹ R Y A Y I N L A N I R
Kardeflini öldürmesi için Korku yok, hay›r ‹zin verecek misin sisteme Kafan›n üstüne ç›kacak yine Yok korku, hay›r Hayat›nda gördü¤ün en büyük adam Ancak bir bebekti Bu hayatta, bu hayatta Bu tatl› hayatta So¤uktan geliyoruz içeri So¤uktan geliyoruz Hayat bu, budur hayat So¤uktan geliyoruz Giriyoruz içeri So¤uktan içeri do¤ru Sensin, sensin konufltu¤um Sensin konufltu¤um flimdi Niye böyle üzgün ve terkedilmifl görünüyorsun Bir kap› kapal› oldu¤unda, Pek ço¤u aç›kt›r daha Bilmiyor musun ‹zin verecek misin sisteme Kardeflini öldürmesi için Korku yok, hay›r ‹zin verecek misin sisteme Kafan›n üstüne ç›kacak yine Yok korku, korku, hay›r hay›r yok Hayat›nda gördü¤ün en büyük adam Bir bebekti bebekti anca ancakk
Getirdi¤in iyilikler de belki bir gün insanlar için kötülük olur, Küçük fleyler korkutuyor bizi. Ölümümüze sebep olabilen kendimin devam›y›m / ezberinde kendi iyili¤ine de baflkald›r. YAfiAR KEMAL, ‹nce Memed 4 büyük fleyler cesaret veriyor. JOHN BERGER , A’dan X’e unuttu¤um AN‹TA SEZGENER Gizemin tan›m›: Hücre bofltu ve kap›s› aral›kt› ve yaklafl›p da bakt›klar›nda yerde bir gül vard›, sap› bir su kab›n›n içine dald›r›lm›flt› ve yeni kopar›ld›¤› belliydi. JULIO CORTAZAR , Andrés Fava’n›n Güncesi
O¤uz Atay’›n “Tehlikeli Oyunlar”›ndaki Hikmet’in “Yazal›m albay›m. ‹flte kalem iflte ›st›rap...” demesini, Kazancakis’in “El Greko’ya Mektuplar”›nda neden hiç gülmedi¤i soruldu¤unda Kaptan Mihail’in as›k bir suratla “Karga neden siyaht›r?” diye homurdanmas›n› ve kimin taraf›ndan söylendi¤ini bilmedi¤im “Nerede de¤ilsem orada iyi olacakm›fl›m gibi geliyor” cümlesini de unutamam. HASAN AL‹ TOPTAfi, Harfler ve Notalar
KRAL‹ÇELER‹N VEDAI
Makeba
NOIR DESIR Bertrand
Cantat’n›n hapisten sal›verilmesinden bu yana ilk kez hayat alâmetleri verdi. Grup www.noirdez.com sitesinden ücretsiz indirilebilen iki politik flark› kaydetti. Biri “Gagnants-Perdants” isimli yeni beste, di¤eri Paris Komünü’nün simge flark›s› “Le temps de cerises”in cover’›. Paul McCartney, art›k iyiden iyiye efsane haline gelen BEATLES kayd› “Carnival Of Light”›n piyasaya verilece¤ini aç›klad›. Stockhausen’dan ilhamla yap›lan 14 dakikal›k deneysel kay›t, Million Volt Light and Sound Rave etkinli¤i için haz›rlanm›flt›. “Anthology 2”de kullan›lacakken George Harrison ve Ringo Starr’dan veto yiyen parçan›n kayd›nda McCartney, arkadafllar›ndan ne isterlerse onu yapmalar›n›, ba¤›r›p ça¤›rmalar›n›, sa¤a sola vurmalar›n›, isterlerse çalg› çalmalar›n› istemifl, biraz eko katk›s›yla kayd› tamamlam›fl. MIA’n›n ikinci albümü “Kala”n›n bü-
yük bölümünü stüdyosunda kaydetti¤i “Hintli Timbaland” A.R. Rahman’la kotard›¤› yeni flark›lar›, Danny Boyle’un yeni filmi “Slumdog Millionaire”de yer al›yor. Kanadal› yazar/yönetmen Rob Stefaniuk’un çekece¤i “flöhret için her fleyi yapabilecek bir rock’n’roll grubu”nun etraf›nda dönen vampirli komedi filminde IGGY POP, MOBY, ALICE COOPER ve HENRY ROLLINS gibi rock dünyas›n›n en tan›nm›fl isimleri de rol alacak. 04➜
‘50’li y›llar›n efsane vokali Yma Sumac, 1 Kas›m günü 86 yafl›nda hayata gözlerini yumdu. ABD’ye Peru’dan, And da¤lar›ndan gelmiflti, ad› tam› tam›na Zoila Augusta Emperatriz Chavarri del Castillo’ydu ve bir ‹nka prensesi oldu¤unu söylüyordu. Baz›lar› onun Perulu falan de¤il, New York’lu uyan›k bir Yahudi k›z› oldu¤unu iddia ettiler, asl›nda Amy Camus olan ad›n› tersten yaz›p egzotik bir hava yaratmak istemiflti! Öyle ya da böyle, dört buçuk oktavl›k sesiyle camlar çerçeveler çatlatt›, “Voice of the Xtabay”, “Inca Taqui”, “Mambo!” albümleriyle, flaflaal› kostümleriyle Latin folklorundan aryalara uzan›p ‘50’lerin Amerika’s›na ve Hollywood’una damga vurdu. Öztürk Serengil, ‘80’lerin TRT’sindeki “Gülünüz
Güldürünüz” program›n› onun “Gopher Mambo”sunun parodisiyle açard›. ‹zleri belki Freddy Mercury, Diamanda Galas, Patty Waters, Yoko Ono, Björk sayesinde caza ve rock’a s›çrad›... 20. yüzy›l›n bir baflka büyük sesi, Kara Afrika’n›n kraliçesi Miriam Makeba da, 10 Kas›m’da, 76 yafl›nda, yazar Robert Saviano için düzenlenen bir konserin ard›ndan geçirdi¤i kalp krizi nedeniyle aram›zdan ayr›ld›. Ad›, Güney Afrika’yla ve apartheid karfl›t› mücadeleyle özdeflleflmiflti. “Pata Pata”yla ilk büyük Afrika hitini de yaratan Makeba, apartheid’› elefltiren “Come Back Africa” belgeselinde görünmesinin ard›ndan ülkesine girifl izni alamam›fl, Harry Belafonte’nin kol kanat germesiyle müzik hayat›na ABD’de devam etmiflti. ‹kili,
BRITISH SEA POWER
belgesel filmin babas› ünlü ‹ngiliz yönetmen Robert Flaherty’nin 1934 tarihli filmi “Man Of Aran” için bir soundtrack kaydediyor.
Depeche Mode’un solisti DAVE GAHAN, genç grup FRYARS’›n ilk albümü “Dark Young Hearts”ta yer alacak “Visitor” adl› flark›da vokal yapacak.
Davulcu MICHAEL LEE, daha 39’unda, henüz bilinmeyen bir sebeple hayata gözlerini yumdu. Lee, Page-Plant ikilisinin “No Quarter” ve “Walking Into Clarksdale” albümlerinde baget tutmufl, ikiliyle ‹stanbul’a da gelmifl, ayr›ca The Cult, Echo and The Bunnymen, Thin Lizzy için de çal›flm›flt›.
JOSE GONZALEZ “Live at Park Ave”
yeni LP’sini Johnny Marr, Lisa Germano, Radiohead’den Ed O’Brien ile Phil Selway, tüm Wilco kadrosu, Yeni Zelandal› ahbaplar› Don McGlashan, Bic Runga ve o¤lu Liam’la birlikte kaydediyor. NEIL FINN
Frank Zappa’n›n grubu The Mothers Of Invention’›n davulcusu JIMMY CARL BLACK akci¤er kanserini yenemeyerek 1 Kas›m günü Almanya’da hayata gözlerini yumdu. 1938 Teksas do¤umlu Black, Captain Beefheart and The Magic Band ve kendi kurdu¤u Geronimo Black gibi gruplarla da müzik yapm›flt›. Ayn› gün Detroit’li soul/rock müzisyeni NATHANIEL MAYER de vefat etti. 1962 tarihli “Village of Love”la ünlenen Mayer, ‘60’lar›n sonunda b›rakt›¤› müzi¤e geçti¤imiz senelerde yeniden dönerek bir dizi plak doldurmufl, son albümü “Why Don’t You Give It To Me”yi ise Black Keys, Dirtbombs, Sights ve Outrageous Cherry üyeleriyle kaydetmiflti.
1966 y›l›nda “An Evening With Belafonte/Makeba” albümüyle Grammy ödülü de alm›flt›. Ancak Mandela’n›n özgürlü¤üne kavuflmas›n›n ard›ndan ülkesinin kap›lar›n› aralayabilen Makeba, ‘70’lerin bafl›nda Kara Panterler’in lideri Stokely Carmichael’la evlenmiflti. Pek çok Afrika ülkesinin fahrî vatandafl›yd›, bu ac›l› k›tan›n ve sömürüye karfl› özgürlük mücadelesinin sembolüydü. Sumac
PETE DOHERTY’nin
solo projesinde de bagetleri emanet etti¤i Babyshambles davulcusu Adam Ficek’in verdi¤i tüyolara göre, albümdeki baz› flark›larda GRAHAM COXON’un gitar›n› dinleyece¤iz.
ad›nda bir konser EP’si yay›nlad›. BLACK
REBEL
MOTORCYCLE
tamam›yla enstrümantal olan yeni albüm “The Effect Of 333”yi brmcdigitaldownloads.com adresi üzerinden yay›nlad›. CLUB
TUZLA’YA BEKLER‹Z Pink Floyd ister Bat›da, ister Do¤u blo¤unda, ister üçüncü dünyada olsun, hep özgürlük aray›fl›n› dillendirdi. David Gilmour’un 2006 A¤ustos’unda, bir zamanlar iktidar› sallayan grevlere sahne olmufl Polonya Gdansk tersanelerindeki konserinin kay›tlar›, yak›n tarih üzerine derin düflüncelere sevkediyor insan›. Gilmour’un yan›bafl›nda, 15 Eylül’de yitirdi¤imiz Richard Wright da var. Senfoni Orkestras› eflli¤inde iki CD’de Pink Floyd’dan ve Gilmour’un “On An Island” flark›lar›ndan seçmeler: “Live In Gdansk”.
Babyshambles gitaristi Drew McConnell, Arctic Monkeys davulcusu Matt Helder, basç›s› Andy Nicholson MC Lowkey ve Sheffield’l› ekip Reverend and The Makers’in kimi elemanlar› MONGREL ad› alt›nda bulufltular. Taze grubun ilk EP’si “The Menace” dijital olarak piyasada. Yeni ANTONY AND THE JOHNSONS albümü “The Crying Light” ocak ay›nda ç›k›yor. Spike Jonze’un kardefli Sam Spiegel ve DJ Zegon’un kurdu¤u NASA isimli kolektifin önümüzdeki y›l yay›nlanacak ilk albümünün ilk meyvesi internette dolaflmaya bafllad›. “Spacious Thoughts” adl› bu büyük sürpriz parçada, s›k› durun, TOM WAITS, KOOL KEITH’le beraber rap yap›yor. Temel fikri farkl› janrlardan müzisyenleri bir araya getirmek olan kolektife katk›da bulunanlar aras›nda kimler yok ki: David Byrne, M.I.A., Yeah Yeah Yeahs, RZA, Ol' Dirty Bastard, Method Man, John Frusciante, KRS-One, George Clinton, Seu Jorge, Nina Persson, vesaire vesaire. yeni albümü “Invaders Must Die”da Dave Grohl ve Does It Offend You Yeah?’den James Rushent’› misafir ediyor. PRODIGY
Kusura bakmas›n ama, Atatürk’ü oynayan oyuncunun tombul tombul k›ll› elleri, Atatürk’ün ince uzun “Klasik” denince söz edilen, hep gerçe¤in güzelli¤e sanatç› ellerine hiç benzemiyor. RUHAT MENG‹ (Star’daki program›nda, “Mustafa” filmi hakk›nda) kurban verilmesiyle elde edilen türden bir üründür. Bir filmde, bir k›z›n güzelli¤inden söz ederken oyunculardan birinin arkadafllar›na dönerek, “K›z öyle güzel ki, ben dönüp bakmasam bile gö vdemin içinden iskeletim dönüp bak›yor,” demesini unutam›yorum sözgelimi. Bir baflka filmde de, Sadri Al›fl›k taraf›ndan canland›r›lan karakterin, “Sokak köpeklerine selam vermek adam olmaya çeyrek var demektir,” cümlesini unutam›yorum. HASAN AL‹ TOPTAfi , Harfler ve Notalar
JULIO CORTAZAR, Andrés Fava’n›n Güncesi - Bir hayata mal olan özgürlük, özgürlük de¤ildir. - Özgürlü¤e mal olan hayat da hayat de¤ildir. (Alejandro Amenabar'›n “‹çimdeki Deniz” filminden)
KAÇ LEYLA KAÇ, KURTAR KEND‹N‹ “E¤er böyle ölürsem / ‹ki elim yakan›zda / Hayaletim gezer / Düfler peflinize”. Aylin Asl›m’a üç y›l önce, töre cinayeti kurban› Güldünya’n›n a¤z›ndan bu dizeleri yazd›rtan kararl›l›k, bugün dört bafl› mamur bir derleme albüme vesile oldu. Hürriyet gazetesinin Aile ‹çi fiiddete Son kampanyas›n›n uzant›s› olarak gerçeklefltirilen “Güldünya fiark›lar›”nda 14 kad›n flark›c›, flark›lar›yla hemcinslerine umut ve cesaret afl›l›yor. ‹yi niyetin ötesinde, müzikal olarak da güçlü bir albümle karfl› karfl›yay›z. Nazan Öncel’in polis fliddetine maruz kalan bir iflçi k›z›n› hikâye etti¤i, rock’n’reggae marfl› “Leyla” hakiki bir baflyap›t. Albümdeki di¤er yeni flark› ise fievval Sam’›n “Kibritçi K›z” balad›. Naim Dilmener’in deyimiyle birer “manifesto” olan bu ikisinin d›fl›nda “Güldünya fiark›lar›”nda cover’lar var. Hümeyra’dan bildi¤imiz Bora Ayano¤lu bestesi “Ad›m Kad›n”› Emel Müftüo¤lu, albüme isim veren “Güldünya”y› Sezen Aksu seslendirmifl. Aynur, Ajda Pekkan, Rojin, Nilüfer, Zuhal Olcay, fiebnem Ferah, Ayten Alpman, Funda Arar ve elbette Aylin Asl›m di¤er kat›l›mc›lar. Aç›l›fl flark›s› ise feminist eylemlerdeki gibi ortaklafla, hep bir a¤›zdan söylenen “Kad›nlar Vard›r”.
Blast First Petite flirketi, Suicide’›n kalbi ALAN VEGA’n›n 70. yafl›n› bir sene boyunca her ay biri yay›nlanacak bir EP serisiyle kutluyor. ‹lk EP’de Bruce Springsteen’in sahnede yapt›¤› Suicide cover’› “Dream Baby Dream” var. Müstakbel plaklarda Grinderman, Primal Scream, Spiritualized, Julian Cope gibi isimler boy gösterecek.
Postmodern caz grubu THE BAD PLUS yeni albümünde Igor Stravinsky, Gyorgi Ligeti ve Milton Babbitt gibi klasik bestecilerin yan›s›ra, Nirvana’dan “Lithium”, Bee Gees’den “How Deep Is Your Love”, Pink Floyd’dan “Comfortably Numb”, Heart’tan “Barracuda”, Yes’den “Long Distance Runaround” gibi rock parçalar›n› da yorumluyor.
ANDY WARHOL’un film provas› olarak çekti¤i kay›tlar DVD olarak yay›nland›. 1964 ve ‘66 y›llar›nda Factory’de yap›lan sessiz çekimlerde Lou Reed, Nico, Dennis Hopper, Edie Sedgewick gibi figürler görülüyor. “13 Most Beautiful... Songs From Andy Warhol's Screen Tests” adl› DVD’nin müzikleriniyse Dean Wareham ve Britta Phillips haz›rlad›.
The Cardigans flark›c›s› NINA PERSSON’un Atomic Swing üyesi Niclas Frisk ile kurdu¤u A CAMP ikinci albümünü ç›kar›yor. fiubatta yay›nlanacak “Colonia” adl› albümden seçilen ilk single “Stronger Than Jesus” olacak.
THE HIVES ve CYNDI LAUPER ortak bir Noel single’› kaydetti: “A Christmas Duel”. THE KILLERS da geçti¤imiz ay bir konserde “Girls Just Want To Have Fun”› yorumlad›.
Yeni albümleri “Music For Strippers, Hookers, and The Odd On-looker”› önümüzdeki günlerde yay›nlayacak olan FALL OUT BOY’un basç›s› Pete Wentz, Kaliforniya eyaleti vatandafllar›n› eflcinsel evlilikleri yasaklayacak Proposition 8 adl› yasaya karfl› oy vermeye ça¤›rd›. Bu arada Wentz, grup arkadafl› Patrick Stump ile 24 saat içinde tam 74 röportaj vererek Guinness rekorlar kitab›na girdi. ‹kili en uzunu yirmi dakika süren onlarca söyleflinin aras›nda sadece tuvalet ve yemek molas› verdi. 06➜
GÖNÜLLÜ ARABESK Hüsnü fienlendirici’ye Kibariye’yi sormufltuk, “Türkiye’nin gelmifl geçmifl en önemli sesi Gönül Akkor’dur, Kibariye ondan sonra gelir” demiflti. Roman flark›c›lar aras›nda etki sahas›n› fazlas›yla genifl tutan, hem en a¤›r›ndan sanat müzi¤i eserlerine hem pop klasiklerine eflsiz yorum katan Akkor’un Harika Kasetçilik arflivinden “arabeske çalan” flark›lar›, EMI taraf›ndan CD’ye aktar›ld›: “Ölüyorum Kederimden”.
Bugünlerde “Picture Book” ad›nda alt› CD’lik bir box-set yay›nlayan THE KINKS’in solisti Ray Davies, ekibin yeni bir albüm üzerinde çal›flt›¤›n› aç›klad›. Ünlü punk grubu THE DESCENDENTS’in kurucu üyesi gitarist FRANK NAVETTA 31 Ekim’de hayata gözlerini yumdu. 1978’de kurulan grubu yedi y›l sonra terkeden Navetta, müzik iflinden elini ete¤ini çekmifl, ancak uzun süre sonra dönem dönem gruba yeniden dâhil olmufltu. Jimi Hendrix Experience’›n efsanevî davulcusu MITCH MITCHELL, Experience Hendrix ad›ndaki ekiple ç›kt›¤› turne kapsam›nda bulundu¤u Portland’da, bir otel odas›nda ölü bulundu. Yap›lan aç›klamalar, 62 yafl›ndaki Mitchell’›n do¤al sebeplerden hayata gözlerini yumdu¤u yönünde. SNOOP DOGG ve Massive Attack’den 3D, Mumia Abu Jamal hakk›ndaki “In Prison My Whole Life” isimli belgesel için “Calling Mumia” ad›nda bir parça kaydetti. Siyasî eylemci Jamal, hakk›nda yeterli delil bulunmad›¤› halde, bir polis memurunu öldürmek suçundan ölüm cezas›na çarpt›r›lm›flt›. THE VON BONDIES’in içinde “This Is Our Perfect Crime” ve “I Don’t Wanna” gibi 12 flark› bulunan “Love, Hate and Then There’s You” adl› yeni albümü flubatta raflarda olacak.
‹sveçli indie rock müzisyeni LONEY, DEAR 2007 tarihli “Loney, Noir”› izleyecek yeni pla¤› “Dear John”u ocak sonunda ç›karacak. Her sene y›lbafl› öncesi bir ünlüye tiflört dizayn ettiren meflhur Frans›z giyim firmas› Lacoste’un bu seneki tasar›mc›s› MICHAEL STIPE. Indie rock ekibi ASOBI SEKSU’nun üçüncü albümü “Hush” flubatta piyasada olacak. Albümden seçilen ilk single “Me & Mary” ise çoktan yay›nland› bile. Portishead’den GEOFF BARROW Bristol’de küçük bir sanat galerisi açt›. Sergiledi¤i ilk ifllerden baz›lar› Horrors solisti Faris Badwan’e ait. BEN HARPER may›sta yay›nlayaca¤› yeni albümü “White Lies For Dark Times”› Relentless7 ad›ndaki yepyeni orkestras›yla kaydediyor. SUPER FURRY ANIMALS, THE WOMBATS, FRIENDLY FIRES, JAMIE T, COURTEENERS, ART BRUT, JACK PEÑATE, THE RAKES, THE MACCABEES, ART BRUT, LOS CAMPESINOS!... Pek çok müzisyen, ürünlerinde kürk kullanmaya devam eden giyim markas› Burberry’yi protesto etmek için Peta2 ile iflbirli¤ine girdi. JOHNNY MARR Manchester’daki Salford Üniversitesi’nde ders vermeye bafllad›. Marr ilk dersini “müzik endüstrisinin d›fl›nda kalman›n önemi” üzerine verdi. Jay-Z, Bob Marley, Kurt Cobain ve Sex Pistols gibi isimleri endüstrinin d›fl›nda durd›klar› için kutlad› ve ekledi: “Smiths’de di¤er üç arkadafl›m için müzik yapard›m. Jay-Z de ilk albümünü arkadafllar›n› etkilemek için yapm›flt›. Ama ilk kural, arkadafllar›n›z›n zevkli olmas›d›r!”
Jamaika’n›n önde gelen müzik adamlar›ndan, prodüktör BYRON LEE de kanseri yenemedi. The Hold Steady’den FRANZ NICOLAY “Major General” ad›nda bir solo albüm ç›kar›yor. Albüme eme¤i geçenler aras›nda Dresden Dolls’dan Brian Viglione, Demander, World/Inferno’dan Jack Terricloth ile Yula Be’eri, Balkan Beat Box’dan Peter Hess da var.
Çünkü çocukluk, yaln›z sonu ergenli¤e, rüflde varan bir yol de¤ildir. O ayn› zamanda bir y›¤›n tatl› hususiyetin, tabiatla derin kaynaflman›n, hayata her tecrübeden uzak flahsî bir kay›fl›n mevsimidir. Onu kendinde kuvvetle devam ettirebilenler, daha ziyade flahsiyetlerindeki aksay›flla sevilirler. AHMET HAMD‹ TANPINAR, Sahnenin D›fl›ndakiler
‹fl Makinesi günümüzde bütün gezegeni kapsayan bir makine: Afrika’da semiriyor, Asya’da sindiriyor ve Avrupa’da s›ç›yor. P.M., Bolo’ Bolo Geçen ayki hatam›z› düzeltelim: NICK CAVE Turner Prize’a aday filan gösterilmedi, sadece ödül töreninin sunuculu¤unu üstlenecek. Her sene elli yafl›n›n alt›ndaki bir ça¤dafl sanatç›ya verilen ödül, siz Roll’u elinize ald›¤›n›zda flu dört sanatç›dan birinin evine gidecek: Runa Islam, Mark Leckey, Goshka Macuga, Cathy Wilkes. Madonna ve Dennis Hopper da daha önce bu sayg›n görsel sanatlar ödülü için sunuculuk yapm›flt›.
Ben yasalara de¤il, ayr›cal›klara uygun bir insan›m. ‹nsan›n yapt›klar›nda yanl›fll›k görmem, insan›n yap›s›nda yanl›fll›k görürüm. OSCAR WILDE, De Profundis (Mektup)
“Çocuklar› küçük kurflunla öldürürler, de¤il mi anne?” sorusu da unutamad›¤›m ve asla unutamayaca¤›m cümlelerden biri. S›rbistan s›n›r›na 10 km. uzakl›ktaki Boflnak flehri Srebrenica’da yaflayan, ad›n› bilmedi¤im bir çocuk sormufl bu soruyu. Ard›ndan da, ne yaz›k ki, 11 Temmuz 1995 tarihinde yap›lan katliamda henüz dört yafl›ndayken öldürülmüfl. HASAN AL‹ TOPTAfi, Harfler ve Notalar
SÖYLED‹ YOH YOH Esin Afflar ‘70’li y›llarda Afl›k Kul Ahmet’in “Yoh Yoh”uyla öyle sükse yapm›flt› ki, ad› uzun zaman Bayan Yoh Yoh kalm›flt›. 1997’de 65 yafl›nda yitirdi¤imiz Kul Ahmet’in 16 eseri “‹smini Sevdi¤im” bafll›¤›yla Kalan Müzik taraf›ndan yay›nland›. Kendi kaleminden ç›kma Alevi deyiflleri, sevda türküleri ve solcu ezgiler yan yana dizilmifl, Marafl’›n Pazarc›k ilçesinden tüm Türkiye’ye mal olan bu gezgin ozan› bizlere lây›k›yla tan›t›yor.
TOKYO POLICE CLUB ünlü TV dizisi
“Desperate Housewives”›n yeni çekilecek bölümlerinden birine misafir olacak. BRUCE SPRINGSTEEN 16. stüdyo
albümü “Working On A Dream”i tamamlad›. Brendan O'Brien eflli¤inde kaydedilen plaktan seçilen ilk single, Springsteen’in efli Patti Scialfa’yle düeti “Working On A Dream”. Patron, Mickey Rourke filmi “The Wrestler”›n kapan›fl›nda söyledi¤i filmle ayn› adl› parçay› da bonus track’lerden biri olarak albüme eklemifl. JOHN DOE’nun “A Year In The Wil-
derness” albümünden kotard›¤› “The Golden State” EP’sinde flark›n›n bir versiyonunu da Eddie Vedder ile Sleater-Kinney’den Corin Tucker kaydetti. ‹kili daha önce Vedder’›n “Into The Wild” soundtrack’inde birlikte çal›flm›flt›.
CHARLOTTE GAINSBOURG yeni albümünde BECK ile çal›fl›yor.
Kevin Shields, son MY BLOODY VALENTINE albümü “Loveless”dan 17 y›l sonra yeniden stüdyoya gireceklerini aç›klad›.
NEIL YOUNG’›n Buffalo Springfi-
JOHN FRUSCIANTE yeni solo albü-
eld’dan ayr›l›fl›n›n ertesinde verdi¤i 1968 tarihli akustik konser “Sugar Mountain” ad›yla yay›nland›. Sekiz y›l önce Crazy Horse’la kotar›p sumenalt› etti¤i “Toast” albümü de yolda. On CD’lik “Archives” serisinin ilk aya¤› da ocakta gelecek.
mü “The Empyrean”da Johnny Marr ve Flea’n›n yan›nda Sonus Quartet ile New Dimension Singers’› da misafir edecek. Red Hot Chili Peppers’da baflka projelerle u¤raflan bir di¤er isimse CHAT SMITH. Davulcu, Sammy Hagar, Michael Anthony ve Joe Satriani ile birlikte kay›tta.
Çin Halk Cumhuriyeti, GUNS N’ ROSES’›n yeni albümü “Chinese Democracy”yi “Çin’e yönelik bir sald›r›” olarak niteledi ve grubun internet sitesine eriflimi engelledi. Hükümet sözcüsü Qin Gang, BBC’ye flöyle konufltu: “Bildi¤im kadar›yla zaten pek çok insan bu tür müzikten hofllanm›yor, çünkü çok gürültülü.” Geçen ay üçüncü sayfam›z› Phil Spector resmiyle süsleyen meflhur Belçikal› çizer ve foto¤rafç› GUY PEELLAERT, 74 yafl›nda vefat etti. 1974 tarihli kült kitap “Rock Dreams”in çizeri, Rolling Stones (“It's Only Rock’n’Roll”), David Bowie (“Diamond Dogs”) plak kapaklar›n›n, Robert Altman (“Short Cuts”), Martin Scorsese (“Taxi Driver”) afifllerini de haz›rlam›flt›. The Black Keys flark›c›s› ve gitaristi DAN AUERBACH “Keep It Hid” ad›n› verdi¤i ilk solosunu flubatta ç›kar›yor. “Whispered Words” flark›s›n› Dan Auerbach’›n babas› yazm›fl.
NEW YORK DOLLS bugünlerde
“Arena” adl› yepyeni bir albüm ç›karan Todd Rundgren ile stüdyoda, 2006 tarihli “One Day It Will Please Us to Remember Even This”i izleyecek yeni pla¤›n kay›tlar›n› yap›yor. ROBERT WYATT aral›k ortas›ndan
itibaren grubun internet sitesinde bedava da¤›t›lacak bir EP’de HOT CHIP flark›lar› söyleyecek. EP’de Wyatt’›n “Made In The Dark”, “Whistle For Will” ve “We’re Looking For A Lot Of Love” yorumlar›n›n yan›nda, “One Pure Thought”un Geese remiksi de bulunacak. S›f›rdan bir ROXY MUSIC albümü yoldayken elemanlar da bofl durmuyor: Gitarist Phil Manzanera yeni albümü “Firebird V11”› yay›nlad›. Saksofoncu Andy Mackay ve davulcu Paul Thompson’un grubu The Metaphors’un “London! Paris! New York! Rome!” albümü de flubatta gelecek.
EM‹NE ARSLAN’IN D‹REN‹fi GÜNLÜ⁄ÜNDEN NOTLAR GELECE⁄‹N AÇI⁄A ÇIKTI⁄I GÜN ÇAPA, KIZILAY, IBM, TURKUAZ MEDYA ÇALIfiANLARI KÖLE OLMAYALIM, SEND‹KALI OLALIM DEN‹ZL‹’DE ES‹NLEND‹R‹C‹ B‹R ÖRGÜTLENME ‹fiÇ‹ SINIFINI KÜRESEL DÜfiÜNMEK HALKEVLER‹ GENEL BAfiKANI ‹LKNUR B‹ROL ANLATIYOR TEMEL HAKLAR MÜCADELES‹ HAYR‹ KOZANO⁄LU’YLA Ç‹N ÜZER‹NE SOLCULAR VE KAP‹TAL‹ST YOLCULAR POL‹S fi‹DDET‹ DUR DURAK B‹LM‹YOR OLUR BÖYLE VAKALAR, TÜRK POL‹S‹ KURfiUNLAR say›
90
GEZ‹C‹ F‹LM FEST‹VAL‹NDEN ‹ZLEN‹MLER BEYAZ GECELER, ÖZGÜR F‹LMLER WILLIAM SAROYAN SERG‹S‹ YÜZYILLIK fiARKI
[email protected] Abonelik: e xpre
[ Leonard Cohen
[ Yen‹LG‹De oRTaKL›K Bayanlar baylar, bu ay büyük usta Leonard Cohen’i hiçbir fedakârl›ktan kaç›nmadan aya¤›n›za getirdik. En güzel söyleflilerini, en nadide foto¤raflar›n› siz k›ymetli misafirlerimiz için derledik. Yetmedi, bileti koyduk cebimize, kendisini ta Almanyalarda canl› canl› izledik... Program›m›z Word dergisinden apartt›¤›m›z BBC Radio 2 söyleflisiyle aç›l›yor. Ard›ndan Hilmi Tezgör’den al›nan Frankfurt hislenimleri var. Sonra Mojo ve Uncut’tan yapt›¤›m›z derlemeye geliyor s›ra. Ço¤u “I’m Your Man” belgeseline ifltirak etmifl Cohen sevdal›lar›n›n yorumlar› da cabas›. Hallelujah’l› günler sizlerin olsun…
Birçok müzisyen için flark› yazma süreci bir kelime, bir imge veya bir görüntüyle bafll›yor. Sizde nas›l oluyor? Leonard Cohen: ‹yi flark›lar›n nereden geldi¤ini
bilseydim, oraya s›k s›k giderdim. fiark›lar›n nas›l do¤du¤unu bilmiyorum, ama flark›lar›m›n do¤um ân›na dönüp bakt›¤›mda, birilerinin bana tohumlar› verdi¤ini farkediyorum. Otobüsün penceresinden bakarken gördü¤üm birisi de olabilir bu, bir kafede kahve servisi yapan bir garson da. Bir intikal oluyor, bir an... Ve ben o âna itibar ediyorum. Mânâs›z bir günün içinden bir fley ç›k›p geliyor ve içinize iflliyor. Bir fley k›p›rdanmaya bafll›yor ve siz de bunun gibi bir defteri (cebinden bir defter ç›kar›yor) ç›kar›p yazmaya bafll›yorsunuz. O defterden bir bölüm okuyabilir misiniz?
“Pazar, 28 Ocak 2007, Kanada Havayollar›, 746...”
Umdu¤um gibi olmad›, fliirsel bir fley bekliyordum...
sunuz akl›n›za gelen melodileri?
Ben hat›rlayam›yorum, ama parmaklar›m hat›rl›Koordinatlar›m› belirlemek için yazm›flt›m onu. yor. Gitar› elime ald›¤›mda unutmufl oldu¤um Montreal’e uçuyordum galiba. Bence güzel bir fleyler geri geliyor. Sanatç›lar›n birço¤u flark›lar›n› yazarken ve icra m›sra! Devam› bir tür dua gibi. “Lonely for your ederken bir persona yarat›yor. Sizse daha ziyalove and nothing less / Touch my heart and cude gerçek hayat›n›z› flark›laflt›r›yor gibisiniz. re this loneliness”. (Yaln›zl›¤›m sana olan aflk›mdan yaln›zca / Dokun Olay mahallinden bildiren bir gazeteci oldu¤umu farzederim. kalbime, deva ol yaln›zl›¤›ma) Bu dizeler öyle ç›kaVe gerçe¤e mümkün oldu¤unca sad›k kal›r›m. Bence geldi. Bu k›sa anlar zuhur bütün eserler otobiyografikt otobiyografiktir ir netice itibariyle. etti¤inde onlara karfl› ç›kAynen öyle. Ve tamamen öyle. Benim hayal güm›yorum. Zaten birço¤u kal›c› olmuyor. Elvis Costello, akl›na bir melodi geldi¤inde, onu cüm zay›ft›r, dolay›s›yla olay mahallinden bildiren unutmaktan korktu¤u için evini aray›p –evde bir gazeteci oldu¤umu farzederim. Ve gerçe¤e kimsenin olmamas›na dua ederek– telesekretemümkün oldu¤unca sad›k kal›r›m. Ama bence rine m›r›ldand›¤›n› anlatm›flt›. Siz nas›l hat›rl›yorbütün eserler otobiyografiktir netice itibariyle. Elimizdeki yegâne fley budur –k›r›k dökük hayatlar›m›z baz› kayda de¤er anlar sunar bize. Melankolinin daha iyi sanat yaratt›¤›na dair bir toplumsal koflullanmam›z oldu¤unu düflünüyor musunuz?
Popüler flark›lar›n çok fazla çeflidi yok. Herkesin sevdi¤ini sand›¤›m fleylerden biri hüzünlü flark›lard›r. Hepimiz, hayatta yenilgi yaflam›fl›zd›r. Kimsenin hayat› istedi¤i gibi de¤ildir. Hepimiz kendi dram›m›z›n kahraman› olarak sahnenin merkezinde yer alarak bafllar›z hayata. Ve sonra kaç›n›lmaz olarak hayat bizi sahnenin merkezinden kovar, kahraman› yenilgiye u¤rat›r, olaylar›n ak›fl›n› ve stratejiyi de¤ifltirir. Ve biz de kenarda kalakal›r›z, neden bize bir rol verilmedi¤ini ya da neden bir rol almak istemedi¤imizi düflünüp dururuz. Herkes bunu yaflam›flt›r ve bu bize tatl› bir dille anlat›ld›¤›nda, bu duygu kalpten kalbe geçer ve hepimiz kendimizi daha az yal›t›lm›fl hissederiz. Büyük insanl›k zincirinin bir parças› oldu¤umuzu duyumsar›z. Bu da yenilmifl olmay› idrak etmektir asl›nda. “Anthem” adl› flark›n›zda flöyle diyorsunuz: “There’s a crack in everything, that’s how the light gets in.” (Bir çatlak var her fleyde, ›fl›k böyle girer içeri) Kabaca özetlersek, flark›lar›n›zda dünyan›n temelde karanl›k bir yer oldu¤unu, yaln›zca ara s›ra umut ›fl›klar› belirdi¤ini söylüyorsunuz.
Evet, sonuçta buras› bir mezbaha. Ne bak›mdan?
‹nsanlar birbirini bo¤azl›yor. Dünya nüfusunun büyük bölümü karfl›lanmayan acil ihtiyaçlar içinde. Birçok insan salg›n hastal›klarla ve açl›kla bafl etmeye u¤rafl›yor. Birçok insan zindanlarda iflkence görüyor. Birçok insan›n üzerine bomba ya¤›yor. Birçok insan yerle bir edilmifl evlerini yeniden yaflan›r hale getirmek için çabal›yor. Dolay›s›yla bizim bulundu¤umuz yer (eliyle içinde oldu¤umuz stüdyoyu gösteriyor) çok, ama çok lüks bir mevki. Dünyan›n bu durumunu flark›lar›n›zda dile getir➜09
lo¤u geçti. ‹çinde yak›nda yay›nlanacak plaklar›n meyi bir sorumluluk olarak m› görüyorsunuz? listesi vard›, “Hallelujah”›n ad› geçmiyordu. Yani, Bu kaç›n›lmaz bir fley. 1993’te ç›kan “The Futuflark›y› yay›nlamayacaklar›n› bana söylemeye tere”› 1989 ve 1990’da yazm›flt›m: “I’ve seen the nezzül bile etmemifllerdi. future, brother, it’s murder.” (Gelece¤i gördüm, Çok utanmazca bir fley. Her düzeyde! birader, gelecek cinayet) Maalesef o kehanet Bütün sanatç sanatç›lar›n ›lar›n böyle hikâyeleri hikâyeleri vard›r, o kadar gerçekleflti. ‹nsanlar aras›ndaki sözleflmenin –o büyütmeye gerek yok. Sonuçta, “Hallelujah”› yaruhanî sözleflmenin– la¤vedildi¤ini görüyoruz ve y›nlayacak bir flirket aramaya bafllad›m ve nihaçok gaddar bir alternatifle karfl› karfl›yay›z. yetinde caz plaklar› basan Passport adl› küçük Çok uzun zaman önce yazd›¤›n›z flark›lar› icra bir flirket raz› oldu. Ben de “Hallelujah” dinleyicietmek size nas›l bir duygu veriyor? ye ulaflt›¤› için çok mutlu oldum. Bazen o flark›lar› yazd›¤›m günlerden sonra yokufl “Hallelujah”a gösterilen evrensel ilginin sebebi afla¤› gitti¤im duygusuna kap›l›yorum. Baz› flark›umutsuzluk, haset, flüphe ve öfke gibi evrensel lar zamana dayan›kl›, baz›lar› de¤il. Aradan ne kaduygular› ifllemesi mi? dar uzun zaman geçmifl olursa olsun, yap›sal tuKoro bölümü iyi. tarl›l›¤a sahip flark›lara yeniden nüfuz edilebiliyor. Elvis Costello, The Word’deki söyleflisinde, büMesela “Hey, That’s No Way To Say Goodbye”› tün flark›lar›n befl konusu oldu¤unu söylüyor: hep sevmiflimdir ve genellikle bütün konserlerim“Birisini arzuluyorum, birisini yitirdim, bir fleye de söylüyorum. Gitar kal›b› çok yakalay›c›, müzisinan›yorum, birisi öldü ve komik bir durum.” Bu yenler onu çalmay› seviyor. Benim de rahat nüfuz saptamada gerçek pay› var m› sizce? edebildi¤im flark›lardan biridir o. Bilmem. Belki bir-iki madde ekleyebiliriz veya ekfiark› yazman›n bir alt›n kural› var m›? siltebiliriz. Costello’nun iflaret etti¤i fley flu galiYok. Benim için mânâs› olan bir tek kural var, ba: Hepimiz benzer hayatlar sürüyoruz ve bir flarama bu baflkalar› için mânâl› olmayabilir. Genç flark›yazarlar› benden ö¤üt istediklerinde onlara bir tek fley söylüyorum: Bir flark›n›n üzerinde uzun zaman u¤rafl›rsan›z, u¤rafl›rsan›z, eninde sonunda teslim al›rs›n›z. Ama bu “uzun zaman” makûl bir uzunlu¤un ötesindedir. Bir-iki hafta ya da bir-iki ay de¤ildir, hatta bir-iki y›l bile olmayabilir. Y›llarca sürebilir. Sizin üzerinde en çok u¤raflt›¤›n›z flark› hangisiydi? “Hallelujah” en az befl y›l sürdü. Yaklafl›k seksen k›ta yazd›m onun için. Asl›nda iki versiyonu var o flark›n›n. John Cale’in söyledi¤i versiyon benim söyledi¤im alt› k›tal› versiyondan epey farkl›. Bir de Jeff Buckley’in versiyonu var. Onunki sizinkinden bir k›ta k›sa galiba. Evet. Galiba o John Cale’e verdi¤im k›talardan baz›lar›n› kullan›yor. “Hallelujah”› yazmak niye befl y›l sürdü? Benim flark›lar›m›n birço¤u uzun sürmüfltür. Ama sürenin uzunlu¤u bir kalite Müzi¤i sevmemizin sebebi budur: Zihnin kofluflturmas›n› garantisi de¤ildir. Bir sürü durdurur. Hepimizin içinde yaflad›¤› bu ç›ld›rt›c› realiteye ikinci s›n›f flark›y› daha uzun sürelerde yazd›m. odaklan›r, onu yat›flt›r›r, ona bir ehemmiyet ihsan eder. Size kd lang’›n “Halleluk› hayat›m›z›n birkaç alan›na –ki bunlar da ka jah” için söylediklerini okumak istiyorum: “Leozanç ve kay›p, zafer ve yenilgidir– ne denli bernard Cohen flark›c›lara gevifl getirecek birçok rak, maksatl› ve özgün olarak temas ederse, o fley veriyor. Sözleri asla rayihas›n› yitirmiyor. Kekadar iyidir. Costello’ya kat›l›yorum. Popüler mülimeleri derin bir mecaz ihtiva etti¤inde herhanzik sözünü etti¤i konulara dair olmak zorundad›r. gi bir noktaya s›çrayabiliyorsunuz.” Fakat siz derinli¤i ve rezonans› olan flark›larla Nezaket göstermifl, sa¤olsun. Kanada televizyopopüler olmay› baflard›n›z. Bunu nas›l aç›kl›yornunda “Hallelujah”› söyledi¤inde ben de stüdyosunuz? dayd›m, o kadar etkileyici bir performanst› ki, Benimki bir tür popülerlik, kitlesel bir popülerlik gözyafllar›m› tutamad›m. O da tutamad›. de¤il. Ben çok talihliydim. fiark›lar›m›n bir Volvo Bir flark›n›n birçok farkl› biçimlerde varl›¤›n› sürkadar uzun ömürlü olmas›n› isterim. Eski reklamdürmesi çok hofl bir durum. “Hallelujah”›n Jeff lar›nda arabalar›n›n arabalar›n›n otuz-k›rk otuz-k›rk y›l ömrü oldu¤unu Buckley, John Cale, kd lang, Willie Nelson, Fioiddia ederlerdi. Bir flark› birkaç nesil için faydal› na Apple versiyonlar› ilk akla gelenler. Galiba olmuflsa,, bu harikulâde olmuflsa harikulâde bir duygudur benim için. yirmiden fazla “Hallelujah” cover’› var. “Faydal›” derken neyi kastediyorsunuz? Çok daha fazla. Popüler bir flark› faydal›d›r. Kur yapmaya, kay›plaAyr›ca, Dylan ve Bono’nun yorumlar› da dahil olra, aflka, bulafl›k y›kamaya, çeflitli gailelere somak üzere seksenden fazla canl› performans undtrack olur. Hakiki bir fayda boyutu vard›r. Pokayd› var. “Hallelujah”a gösterilen bu ilginin sepüler flark›lar› sevmemin sebebi budur. ‹nsanlar bebi ne? hayatlar›n›n önemli anlar›nda flark›lar› kullan›r. Bilmem. Onu ilk yapt›¤›mda plak flirketim burun fiark›yazar› olmadan önce flairdiniz. ‹kisi aras›nk›v›rm›fl ve albüme koymam›flt›. da nas›l bir fark var? Bu inan›l›r gibi de¤il. ‹lk dinlediklerinde ne deBenim için temel fark, flairken yoksul, flark›yazamifllerdi? r›yken müreffeh olmam. Genifl bir ufkumun oldu‹lk kez, o günlerde flirketin bafl›nda olan Walter ¤unu hiç düflünmedim. Epey küçük bir tarlay› Yetnikoff’a dinletmifltim. Hiçbir yorum yapmam›flekip biçti¤imi düflünüyordum. Hedefim minör bir t›, ben de yay›nlayacaklar›n› düflünmüfltüm. Birflair olmakt›. Nas›l bir ligde oynad›¤›m›n bilincinkaç ay sonra, tesadüfen elime bir Columbia kata10➜
deydim. Gelmifl geçmifl en büyük kafalar›n oldu¤u bir lig bu. ‹nsan›n nerede durdu¤unu bilmesi tevazu de¤ildir. Büyük bir bahçenin küçük bir köflesini ekip biçmeye çal›flt›m, elimden geleni yapt›m. Hem bir romanc› ve flair olarak, hem de bir flark›yazar› olarak. Mütevaz› ölçülerde popüler oldu¤unuzu söylüyorsunuz, ama çok etkileyici plaklar yapt›n›z. Birçok flark›yazar›na esin kayna¤› oldunuz. “Songs From A Room”un arka kapa¤›na bak›p “tahayyül edilebilir en romantik kariyer” diye düflündü¤ümü hat›rl›yorum. (gülümsüyor) O albümün arka kapa¤›ndaki foto¤raf çok güzel. “Songs From A Room”u küçümsemek istemem, baz› alanlardaki etkisi çok önemliydi, ancak pek satmad›. Galiba 1968’de ç›karm›flt›m onu, k›rk y›l içinde bir milyondan az›c›k fazla satt›. Ama ben hep as›l meselenin kal›c›l›k oldu¤unu düflünmüflümdür. Bana sorarlar, “filanca albüm iyi satt› m›?” Ben de, “evet, alt›n plak oldu, ama k›rk senede!” derim. Ama bir albümün k›rk y›l ortal›kta dolaflmas› ve neticede alt›n plak olmas› harikulâde bir duygu. Pek rekabetçi biri de¤ilsiniz gibi... Hay›r, aksine. Takibe ald›¤›n›z flark›yazarlar› var yani... “Takibe almak” gibi vahfli bir durum söz konusu de¤il. Birlikte büyüdü¤üm insanlar onlar, kendi kufla¤›m›n flark›yazarlar›. Benim kufla¤›m›n flark›yazarlar› Himalayalar gibi oldu. Dylan, Van Morrison, Joni Mitchell... Ve onlar kadar ünlü olmayanlar: Phil Ochs, Tim Buckley gibileri. Bu isimlerin topluma sunduklar› yeni eserlere hep ilgi duymuflumdur. Joni Mitchell’›n hayat›n›zda ayr› bir yeri var, öyle de¤il mi? Joni çok iyidir. Y›llar önce Los Angeles’ta birlikte tak›ld›¤›m›z günlerde, bir ahbab›m flöyle demiflti: “Beethoven’la beraber yaflamak nas›l bir fley?” Joni çok yetenekli bir kad›nd›r. Beethoven’la yaflamak hoflunuza gitmifl miydi? Hay›r. (gülüyor) Kimin hofluna gider? Dahilik mertebesinde yeteneklidir. Ayr›ca büyük ressamd›r. fiark›yazar› bir romanc› gibi ölçüp biçmeli ve bir ressam›n gözüne sahip olmal›. Çok k›sa bir süre içinde bir hikâye anlatmak ve bir izlenim yaratmak gerekiyor, öyle de¤il mi? Niyet iflin çok, ama çok küçük bir parças›d›r. Size ölümsüz gelen bir flark› sözü söyler misiniz? “The moon stood still on Blueberry Hill.” (Ay, Blueberry Tepesi’nde as›l› durdu) Popüler müzik için yaz›lm›fl en güzel dizelerden biridir bu. (Louis Armstrong’un “Blueberry Hill”inden) Mehtab›n as›l› durdu¤unu görürsünüz. Onu seyretmek istersiniz. Zihnin kofluflturmas›n› durdurur. Müzi¤i –ve genel olarak sanat› ya da sanat dedi¤imiz fleyi– sevmemizin sebebi budur: Zihnin kofluflturmas›n› durdurur. ‹yi bir flark›, iyi bir flark› sözü, bir filmdir. Hepimizin içinde yaflad›¤› bu ç›ld›rt›c› realiteye odaklan›r, onu yat›flt›r›r, ona bir ehemmiyet ihsan eder. ‹ster yaklafl›m›n›z benimki gibi karmafl›k olsun, ister bir blues’cununki gibi yal›n olsun, bir flark›y› hayata getiren ve gönüllerde taht kurmas›na yol açan fley öyle bir süreç ki, ona nüfuz etti¤imi söyleyemem. Yine de k›rk y›ll›k flark›yazar› kariyerinizde çözdü¤ünüz s›rlar vard›r herhalde. Yazd›¤›n›z bir flark› sayg›de¤er bir varolufl edinebilir, ama gol atan flark›lar›n kaderine hükmetmeniz söz konusu de¤ildir. Kanadal› büyük flair Irving Layton’›n dedi¤i gibi, “her flairin ö¤rendi¤i numaralar vard›r, ama as›l mevzu onlar de¤ildir.”
FRANKFURT’TAN CANLI YAYIN: COHEN KONSER‹NDEYD‹K A¤ustos ay›nda ne güzel kendimizi Bay Leonard’›n Kuruçeflme Arena konserine haz›rlam›flt›k. Olmad›, talihimize küstük. Ama sa¤olsun Hilmi Tezgör, yap›lmas› gerekeni yapt›, bir uçak uçumu mesafedeki bir konserine gidip k›rk y›l›n flark›lar›na b›rakt› gönlünü...
fiaPK an›N S›caKL›⁄› Bilindi¤i gibi 5 ve 6 A¤ustos 2008 tarihlerinde Leonard Cohen ilk defa ‹stanbul’da olacak ve iki gece üst üste konser verecekti, ama olmad›. Her nedense olmad›. Bunun üzerine, Kaliforniya’daki Zen manast›r›ndan ç›km›fl olan ve uzun bir aradan sonra turne yapan ozan›, Avrupa’da bir yerlerde yakalay›p görebilmek için f›rsat kollamaya bafllad›m. Tarih itibariyle Almanya konserleri uygun görünüyordu. Frankfurt Kitap Fuar› ile kesiflemese de, 29 Ekim’deki konseri gözüme kestirdim ve 1.5 ay öncesinden –ve görünüfle göre bir hayli arka s›ralardan– biletimi ald›m. 28 Ekim sabah› Frankfurt’a indi¤imde, flehirde bir süredir iyi giden hava bozmufltu; so¤uktu ve hafif ya¤mur vard›. Günü gezerek geçirirken konserin afifline sadece bir defa rastlad›m, o da kuytu bir duvar›n dibinde... Biletler çoktan bitmifl olmal› diye düflündüm. Ertesi günün akflam› daha da so¤uk bir hava vard›. Frankfurt gökdelenlerinin, kulelerinin, özellikle de Commerzbank’›n tepesi daha da so¤uk olmal›yd›. Kald›¤›m yerden, konserin olaca¤› Frankfurter Festhalle metroyla uzak de¤ildi. Kitap Fuar›’n›n da yap›ld›¤› alan içinde bulunan kubbeli Festhalle, benim gördü¤üm, oturularak seyre uygun en büyük kapal› salondu. Metrodan inip sadece bir yürüyen merdivenle salonun girifline geldik. Berlin ve Frankfurt’ta dönüflümlü olarak yaflamak durumunda olan eski bir arkadafl›mla beraber görecektim Leonard Cohen’i. Bira olarak “f›ç›” Beck’s vard› fuayede; ayr›ca yafl ortalamas› 40-45 olan, sakin ama konuflkan bir kalabal›k, hafif yiyecekler ve Cohen’in turne tiflörtlerinin sat›ld›¤› çok büyük olmayan bir tezgâh. Sigara içmek içinse üflütmeyi göze almak gerekiyordu. Yerimiz çok arkalardayd›, ama salon tamamen doluydu. Sadece befl dakika gecikmeyle Cohen ve gru-
ve “Hey, That’s No Way to Say Goodbye”›n ard›ndan “Anthem” ile tam üç saat on dakika sürecek gecenin ilk bölümü kapand›: “Bir çatlak var her fleyde, ›fl›k böyle girer içeri.” fiansl›yd›k. Menajeri taraf›ndan doland›r›lmas› yüzünden, uzun bir aradan sonra, Litvanya kökenli Kanadal› yafll› Yahudi Leonard yine uzun bir turnedeydi. En sevilen flark›lar›ndan “Tower of Song” ile bafllad› gecenin ikinci yar›s›. On dakikal›k arada, yafl ortalamas›n›n sand›¤›mdan da yüksek oldu¤unu gördüm. Ara biterken ön s›ralara gidip beklefltik ve ikinci s›rada boflalan birkaç yer dolmay›nca, Leonard Cohen’i çok yak›ndan görme flans›na da sahip olaca¤›m›z kesinleflti. “Suzanne” bafllay›nca kalabal›k yine u¤uldad› ve say›s›z “teflekkür” duyuldu. Art›k Cohen’in “kalan her fleyi” çalaca¤›ndan herkes emindi. “Gypsy Wife”, “The Partisan” ve “Boogie Street” s›raland›lar. Üç kad›n; iki k›zkardefl “melek” ve Sharon Robinson vokalist olarak sahnenin sa¤›ndayd›lar. ‹ki defa takdim edildiler; özellikle Robinson’› selâmlarken Cohen’in ses tonunda minnet duygusu hissedilebiliyordu. Gitaristine de “Master of Arpeggio” diye seslendi. Bunlar, övgülerinden pek az›yd›. “Hallelujah” bafllad›¤›nda art›k herkes ayaktayd› ve topluca söylenen flark›, gecenin tamam›n›n zaten bir ayin oldu¤u duygusunu yerlefltirdi içimize. Sonras›nda, “bu benim ABD’ye aflk mektubum” dedi Cohen ve “Democracy”yi söyledi. “I’m Your Man”de yine e¤ilip büküldü. Diz çöktü ve zaten aln›n›n ço¤unu kapayan flapkas›n› iyice indirdi. Ama mutlu görünüyordu. Tüm sahiplenifliyle ve içtenli¤iyle söylüyordu flark›lar›n›. “Take This Waltz” da bitti¤inde veda zaman› gelmifl gibiydi görünüflte, ama herkes tekrar sahneye döneceklerinden emindi. “First We Take Manhattan”› duymay› çok istiyordum flahsen: Frankfurt am Mainhattan. “Famous Blue Raincoat” ise çok zor diyordum içimden... Bis, dünyan›n en güzel ayr›l›k flark›lar›ndan “So Long Marianne”le bafllad›, “Manhattan” ile devam etti ve “Raincoat” ile bitti. “Sincerely, L. Cohen...” ve ortal›k masmaviydi. Nezaketle defalarca takdim etti¤i, kalbine koydu¤u flapkas›yla durup selâmlad›¤› muhteflem ekibiyle Cohen, toplamda dördüncü kez sahneye geldi¤inde, çal›nacak herhangi bir nota, duyulacak herhangi bir dize bile tatmin duygusunu doru¤a ç›kartacakt›. Ozan, “If It Be Your Will”i müziksiz olarak okudu, sonra da kad›n melekler flark›y› söylediler. Bu s›rada sahne önü bile, Alman disiplinine ra¤men dolmufltu. Art›k gece bitmifl olmal›yd› ki, “Closing Time” bafllad›. Bu nefleli flark›yla kapan›fl vakti gelmiflti.
bu sahneye ç›kt›¤›nda, kendi ad›ma unutulmayacak bir ân›n bilincinde olarak, daha fazla fleyi “kaydedebilmek” için beyhude zorluyordum belle¤imi. Nelerin orada kalaca¤›na ben karar veremeyecektim. “Dance Me to the End of Love”, ilk flark›yd›. O ses, canl› olarak tam karfl›m›zdan –biraz uzaktan– duyulmaktayd›. Kalabal›k grubu, flapkas›, koyu renkli tak›m›, hafif kambur duruflu, alçakgönüllülü¤ü ve dev ekrandan görebildi¤im kadar›yla ›fl›lt›l› yüzüyle Bay Leonard Cohen sahnedeydi. Ne oldu¤unu bile anlayamadan flark› bitti ve hemen “The Future” bafllad›. Ozan o kadar a¤›r konufluyordu ki: “Bat›’n›n eski flifresi çözülecek ve özel hayafiark›n›n sonunda, “14 y›l önce buradayd›m” dedi Cohen. t›n aniden infilak edecek... Gelece¤i gördüm, birader, “O zamanlar 60’›mdayd›m. Ç›lg›n bir düfl gören çocuk gelecek cinayet.” Sonras›ngibi... Sonra çok Prozac ald›m ve inanmaya çal›flt›m.” da, “aflka bir çare olmad›¤›n›” da canl› olarak duyabilmek mümkün oldu. OzaHay›r, gelmemiflti. Yo¤un alk›fltan sonra yine geri n›n “sahnesi”ne de tan›k olmaya bafllam›flt›k. Diz geldiler ve “I Tried to Leave You” bafllad›. “Orada çöktü, e¤ildi, büküldü; saksofon soloda ise flapkas›hâlâ gülümsememiz için çabalayan birisi” vard› ve n› ç›kard› ve kalbinin üstüne koydu; müzisyeninin yaherkes gülümsedi bunun üzerine; incelikten ve sen›na gitti, onu solo bitene kadar dinledi ve içtenlikle vinçten gülümsedi. Büyük ozan bizi b›rakam›yordu. selâmlad› sonras›nda. Bu jest, konser boyunca her Son flark› ise “I Tried to Leave You” de¤il, “Whitsolo performans sonras›nda tekrarlanacakt›. her Thou Goest”di. Gidiyordu Cohen, belki bir daha Yunan adas› Hydra’da yazd›¤› birçok flark›dan biri asla görüflememek üzere. “I hope you’re satisfied” olan “Bird on the Wire” bafllad›¤›nda salondakiler diye bafllad› son sözüne ve elbette ki herkes fazlakendi karanl›klar›n›n s›cak kuca¤›ndayd›lar art›k. Oys›yla tatmin olmufl, her fleyi unutmufltu. “Y›llard›r sa fliirde “Yaln›z›m her zaman / Yüre¤im buz gibi” varl›¤›n›zla bana destek verdiniz. fiark›lar›m› dinlediyordu ozan. “Everybody Knows”, “In My Secret Lidiniz, sevdiniz. Bu bir ozan›n bafl›na gelebilecek en fe” ve “Who By Fire” art arda geldiler. Sonuncunun iyi fley. Hava so¤uk. Sak›n üflütmeyin, annenizin giriflindeki flamenko gitara arp ve buzuki de eklendi. sözünü dinleyin, Volkswagen kadar mutlu olun. “Secret Life”› ise vokalist Sharon Robinson söyledi. Tanr› sizi korusun” diyerek ve yan yan z›playarak Yedinci flark›n›n sonunda, “14 y›l önce buradayd›m” sahneden ç›kt› Leonard Cohen. Bir yandan da flapdedi Cohen. “O zamanlar ancak 60’›mdayd›m. Ç›lkas›n› tutuyordu. g›n bir düfl gören çocuk gibi... Sonra çok Prozac alHep birlikte Commerzbank gökdeleninden daha da d›m ve inanmaya çal›flt›m.” Seyirci u¤uldad›, gözler yukar›dayd›k ve içimiz s›cakt›. belki biraz daha k›s›ld›. “Heart With No Companion” Hilmi Tezgör ➜11
LEONARD COHEN’‹N DÜNÜ BUGÜNÜ
S‹H‹r aLem‹N‹n cÜmLe K aP›S› fiapkan›zdan bafllayal›m. Leonard Cohen: Çok uzun zamand›r fötr flapka kullan›yorum. Bafl›mdakini k›z›m›n antikac› dükkân›n›n karfl›s›ndaki flapkac›dan ald›m. (Los Angeles, Melrose Avenue’daki Boo Radley’s) Çok iyi flapkalar› var.
Eskiden sahneye flapkayla ç›kmazd›n›z. Ç›kmazd›m, ama genellikle flapkayla dolafl›rd›m. Zaman içinde daha fazla flapka giyer oldum. 11 Eylül’ün ertesinde kaskete geçtim, flapka yas ortam›nda fazla süslü bir k›yafet gibi geldi. Böyle iki dirhem bir çekirdek giyinmeye ne zaman bafllad›n›z? Ben çocukken bile tak›m giyerdim. Nas›l bir aileydi sizinki? Babam tekstilciydi, ben dokuz yafl›ndayken vefat etti, dolay›s›yla yetiflme ça¤›ndaki çocuklar›, o bask›n erkek figürüne karfl› koyma duygusunu ben yaflamad›m. Annem bir Rus Yahudisiydi, cömert bir Çehov ruhuna sahipti. Elimde gitarla oradan oraya kofluflturmam onu telaflland›rm›flt›, ama kafl çatman›n ötesine hiç geçmedi. 14 y›ld›r turneye ç›km›yordunuz, sizi yeniden yollara düflüren ne oldu? Sebeplerden biri beni dümdüz eden malî mesele. (Ekim 2005’te, eski menajeri Kelly Lynch’in, Cohen’in emeklilik fonundan befl milyon dolar› iç etti¤i ortaya ç›km›flt›) Hayat›-
m› kazanabilece¤im bir mesle¤im oldu¤u için müteflekkirim. Ama, bu turnenin aslî sebebi malî mesele de¤il. Çok uzun zamand›r, hatta Mount Baldy manast›r›ndaki (Cohen’in 1994-1999 aras›nda yaflad› ¤› Zen manast›r›) günlerimde bile,
kendi kendime sorup duruyordum: “Bir daha hiç sahneye ç›kamayacak m›y›m?” Bu soru hep cevaps›z kal›-
Çok gergindim, ayr›ca hofluma gidiyordu. Chateau Latour diye bir flarap keflfetmifltim. fiimdi çok pahal› bir marka. fiarap enteresan bir mevzu, uzmanlar hep tattan, üzümün cinsinden, bekletilme süresinden filan bahsederler, yapt›¤› kafadan bahsetmezler. Halbuki her flarab›n baflka bir kafas› var. Ben o dönemde Chateau Latour’un kafas›na tutuldum, çünkü müzi¤e efllik ediyordu, konserlerde iyi geliyordu. Turneden sonra içmeyi denedim, bir kadehin ötesine geçemedim. Müzi¤in, konserin, o atmosferin ad-
fiarap enteresan bir mevzu, uzmanlar hep tattan, üzümün cinsinden filan bahsederler, yapt›¤› kafadan bahsetmezler. Halbuki her flarab›n baflka bir kafas› var. yordu. Gitar›m› elime ald›¤›m oluyordu, yeni flark›lar yaz›yordum, ama sahneye ç›kma düflüncesi giderek uzaklafl›yordu. Bunun sebeplerinden biri, son turnemin (1994’teki “The Future” turnesi) beni fiziksel aç›dan tüketmesiydi. O turnede günde üç flifle flarap içiyordum. Üç flifle mi? Evet, her konserden önce. ‹fl icab› içiyordum. Konserden sonra flifleye elimi sürmüyordum. Uzun bir turneydi, 60-70 konser vermifltim. Niye o kadar içme ihtiyac› duyuyordunuz? 12➜
renalini olmay›nca, Chateau Latour’un da tad› olmuyordu. O flarapla çok güzel günler geçirdim, ama o arada on küsur kilo ald›m. Yeniden sahnede olmak nas›l bir duygu? ‹çki ve sigaran›n yoklu¤u çok farkl› bir durum yarat›yor. Uzun y›llar tiryaki olup b›rakanlar bunun ne denli farkl› bir gündelik varolufl yaratt›¤›n› bilir. Eskiden günde birkaç paket sigara içerdim, turnelerde de içkiye yüklenirdim. Sigara sesinize bir karakter vermiflti.
Sigaray› b›rak›nca bir-iki bas notas›nda kayba u¤rad›m. Alt perdelere istedi¤im kadar inemiyorum, ama eskisinden daha fazla yukar› ç›kabiliyorum. Kendimi hiçbir zaman bir flark›c› olarak görmedim. Dolay›s›yla o meseleleri dert etmiyorum. Y›llarca bana sesimin olmad›¤› söylendi, ben de kabullendim. Avukat›m flöyle diyor: “Sizin hiçbirinizde ses yok, zaten güzel ses dinlemek istesem operaya giderim.” Sesinizi en çok zorlayan flark› hangisi? “Suzanne”. Eski formumu tam olarak kazanm›fl de¤ilim. “Suzanne” sesim için biçilmifl kaftan. Bana hep “Suzanne”i söylemek nas›l bir fley diye sorarlar. Zor ifltir. Ona girmek zordur, çünkü ciddi bir flark›d›r. Benim kendi sihirli evrenimin cümle kap›s›d›r. Dolay›s›yla onu söylerken dikkatli olmam gerekir. Bu konuda pek konuflmak istemiyorum, çünkü “Suzanne”in niye zor oldu¤unu tam olarak teflhis edemiyorum. Söyleyebilece¤im tek fley, bir kap› oldu¤u ve onu dikkatle açmam gerekti¤i. Aksi takdirde, onun ötesi benim için ulafl›lmaz olur. “Suzanne”in sizin için özel olmas›, o flark›n›n belli bir kad›n hakk›nda olmas›ndan ötürü mü? Hay›r, “Suzanne” belli bir kad›na dair de¤ildir. Benim için yeni ve
farkl› bir hayat›n bafllamas›na dairdir. Montreal’in sahil fleridinde tek bafl›ma yapt›¤›m gezintilerin eseridir. 14 y›l sonra sahnelere dönmeye karar vermenizde, malî sorunun d›fl›nda, neler rol oynad›? “Ya flimdi ya hiç” diye düflündüm. “Bu sene sahneye ç›kmazsam, 75, 77 veya 80 yafl›nda hiç ç›kamam” dedim. Ömrüm bunu yaparak geçti ve flimdiki yafl›mda “hiçbir zaman” sözcü¤ünün gerçekten güçlü bir yank›s› var. Turneye do¤u Kanada’da, küçük mekânlarda bafllad›n›z. O konserler sizin için ›s›nma turlar› m›yd›? Seyirci karfl›s›na ç›k›yorsan›z öyle bir fley söz konusu olamaz. “Is›nma” demek seyirciye hakaret olur. Üç ay prova yapt›k. Neil Larsen (Cohen’in konser grubunun klavyecisi) birçok grubun sadece birkaç
hafta prova yapt›¤›n› ve müzisyenlerin ilk on-yirmi konser sonras›nda aç›ld›¤›n› söylüyor. Biz o aflamay› provalarda geçtik. Sahneye ç›kt›¤›mda “flimdi ›s›n›yoruz” diye düflünmekten tanr› beni korusun. Bob Dylan’la, ayn› günlerde Newfoundland’deydiniz... Konserine gittim, müthiflti. Sharon Robinson (Cohen’in vokalisti ve yarat›c› orta¤›) Dylan’›n dinleyicisiyle aras›nda gizli bir kod oldu¤unu söylüyor. Bir Marsl› gelip Dylan konseri
izlese, ne olup bitti¤ini anlayamaz. Newfoundland konserinde, Dylan s›rt› seyirciye yar› yar›ya dönük oturdu, org çald›. fiark›lar›n›n içinde cirit at›yordu, çok güzeldi. Hangisinin hangi flark› oldu¤unu anlamak zordu, ama kimse umursam›yordu. Orada olmalar›n›n sebebi flark›lar de¤ildi, benim için de öyleydi. Baflka bir olay dönüyordu. Bir dehan›n kutsanmas›yd›, insanlar› çok derinden etkilemifl bir dehan›n kutsanmas›... Mühim olan flark›lar de¤ildi, hat›rlamakt›: O flark›lar›n yaratt›¤› etkiyi hat›rlamak... ‘60’larda sizden “Kanada’n›n Dylan’›” olarak söz ediliyordu. O benzetmeyi siz mi yapm›flt›n›z? Hay›r, bas›n›n marifetiydi. Benim “yeni bir Yeats olmak” d›fl›nda bir hevesim olmad› hiç. O benzetmenin ortaya ç›k›fl›n›n hikâyesi flöyle: Frank Scott’un (Kanadal› flair; “A Villanelle For Our Time” adl› fliirini, Cohen “Dear Heather” albümünde besteledi) evindeki bir parti-
ye elimde bir Dylan albümüyle gitmifltim. Partide bir sürü flair vard›, Layton, Dudek, Phyllis Webb... Elimdeki albüm muhtemelen “Bringing It All Back Home”du. “Dinleyin” dedim, “bu adam gerçek bir
kilde, bizim hakiki, onlar›n haybeci oldu¤unu, Beat’lerin gelene¤e bizim duydu¤umuz sayg›y› duymad›klar›n› düflünürdüm. Folk’a tak›lman›z nas›l oldu? 1950 yaz›nda, Yahudi cemaatin düzenledi¤i bir yaz kamp›nda –pahal› yaz kamplar›na bütçeleri müsait olmayan ailelerin çocuklar›n›n gitti¤i bir kampt›– gözetmen olarak çal›flt›m. Nas›l olmuflsa, sosyalist bir Amerikal›y› o kampa müdür yapm›fllar. O sayede “Halk›n fiark› Kitab›” girdi hayat›ma. O günlerde sosyalistlerden baflka gitar çal›p flark› söyleyen yoktu. “Halk›n fiark› Kitab›”ndaki flark›lar› ö¤renip söylemeyi adet edinmifllerdi. Müthifl bir flark› kitab›yd›, Amerikal› müdürün ye¤eniyle birlikte bafltan sona hatmetmifltik. Gitar çalmay› ö¤renmeye bafllamam da öyle oldu. Folk flark›lar› sizi niye o kadar etkilemiflti? Sözleri çok cezbetmiflti. Birço¤u s›radan folk flark›s›yd›, ideolojik bir bak›fl aç›s›yla yeniden yaz›lm›flt›. Onlar› biraz ciddiyetle inceledi¤imde ‹skoç baladlar›n›, Woody Guthrie’yi, Leadbelly’yi ve flamenkoyu keflfettim. Sevdi¤im müzi¤i o günlerde buldum.
Bana hep “Suzanne”i söylemek nas›l bir fley diye sorarlar. Zor ifltir. Ona girmek zordur, çünkü ciddi bir flark›d›r. Benim kendi sihirli evrenimin cümle kap›s›d›r. flair”. Pla¤› koydum, esnemelerle karfl›l›k verdiler. “fiair filan de¤il bu” dediler. “Hay›r” dedim, “›srar ediyorum, bir daha çalaca¤›m”. O gece onlara defalarca dinlettim Dylan’›. Sonunda “sen onun gibi mi olmak istiyorsun” dediler. O benzetme öyle do¤du. Gecenin sonunda o albümle dans ediyorlard›. fiiirle müzi¤i hep bir arada götürdünüz. Üniversite y›llar›nda, bir yandan fliir yazarken, bir yandan da iki arkadafl›n›zla birlikte Buckskin Boys adl› bir grup kurmufltunuz... Üçümüzde de güderi ceketi oldu¤u için o ismi koymufltuk. Benimki babamdan miras kalm›flt›. Bir cover grubuyduk, ben o s›ralarda sadece fliir yaz›yordum. Bir süre sonra sahnede do¤açlama yapmaya bafllad›m. Montreal’deki bir avuç siyah nüfusun yaflad›¤› semtte kalipso çok popülerdi, Kalipso kulüplerinin müdavimi olmufltuk. Kalipso flark›lara do¤açlama söz yaz›yordum. ‹lk fliir kitab›n›z, “Let Us Compare Mythologies”, 1956’da yay›nland› –siz 21 yafl›ndayken. Ayn› y›l Jack Kerouac’in “On The Road”u yay›nland›. Beat’lerle aran›z nas›ld›? Beat’lerin ifllerini sevmeme, zaman içinde kiflisel olarak da çok yak›nlaflmam›za ra¤men, Montreal’deki küçük grubumuzun daha özgür ve daha damardan oldu¤u kan›s›ndayd›m. Taflra iddial›l›¤›na uygun bir fle-
New York’taki folk ortam›na nas›l girdiniz? ABD’ye yerleflmeye karar vermifltim. Yazar olarak geçimimi sa¤layam›yordum. Tek alternatif, üniversite hocal›¤›yd›. Kitaplar›m be¤eniliyordu, iyi elefltiriler al›yordu, ama satm›yordu. Çekip Yunanistan’a, Hydra adas›na gittim... Paras›z kal›p Montreal’e borç bulmak için döndü¤ümde, tek çarenin atlay›p Nashville’e gitmek, orada bir ifl bulmak oldu¤una karar verdim. Hydra’da güncel müzikten kopmufltum. Sadece Yunan bar müzi¤ini ve yan›mda götürdü¤üm albümleri dinliyordum. Ray Charles, Edith Piaf, Nina Simone, Charlie and Inez Foxx, Sylvie Vartan –Frans›zca bir Nashville albümü yapm›flt›. Nashville’e gitmeden önce, Amerika’daki müzik ortam›n›n havas›n› solumak için New York’a u¤rad›m. Ve folk rönesans› denilen hadiseye toslad›m. Joan Baez, Dylan, Phil Ochs, Judy Collins, Joni Mitchell –onlar›n flark›lar›n› ilk defa dinliyordum. “Ben de elimi bir deneyeyim” dedim. Ve yazd›¤›n›z iki flark›y›, “Suzanne”i ve “Dress Rehearsal Rag”i Judy Collins’e dinlettiniz... Nispeten h›zl› yaz›lm›fl flark›lard›. Daha yazarken “Suzanne”in iyi bir flark› oldu¤unu biliyordum. Judy Collins ikisini de be¤endi ve söyledi. Özellikle “Suzanne” New York’un
COHEN FAN KULÜBÜ RUFUS WAINWRIGHT
Zen durumu (Cohen flark›lar›ndan “Hallelujah”›, “Chelsea Hotel No.2”yu ve “Everybody Knows”u yorumlad›) Cohen,
keflke sahip olsayd›m dedi¤im her fleye sahip. fiark›lar› temelde yal›n bir müzikal fikire dayal›, melodilerinin hiçbirinde fazlal›k yok, flark› sözleri çok incelikli bir biçimde komplike. Çok iyi ölçülüp biçilmifl ve müzikal olarak tekrarlan›yor. Benim flark›lar›m›n aksine, ak›ld›fl› s›çramalar yok. Benim kalbim hâlâ opera dünyas›na ait, Cohen ise flark› âlemine ait. Sesi müthifl, ama genifl ölçekli olmad›¤› için, flark›lar›n› söyleyenlere büyük bir hareket imkân› veriyor. Onlar› enine boyuna esnetebiliyorsunuz... Ben, hayat›m›n türbülans merkeziyim, Cohen ise bunun tam z›dd›n›, Zen durumunu temsil ediyor. Kendisi hiçbir fley yapm›yor, her fley onun etraf›nda zembereklerinden boflanm›flcas›na dönüp duruyor. Cohen flark›lar›nda merkezî bir karakter var, bu karakter temelde bir boflluk –güzel bir boflluk, ama netice itibariyle boflluk. Bütün olaylar ve dramatik vizyonlar bu bofllu¤un etraf›nda vuku buluyor. Cohen, daima kendisini bir miktar gizemle sar›p sarmal›yor: Leonard Cohen kim? Onu y›llard›r tan›mama ra¤men, bu sorunun cevab›n› bilmiyorum. Zaman›n bu noktas›nda kendisinin bile bildi¤ini sanm›yorum. ‹yi bir adam, iyi bir baba, düzgün bir yurttafl, ama sanatsal olarak hep gizemli bir niteli¤i korudu. Ona flimdi çok ihtiyac›m›z var, zira bir kez daha çok çalkant›l› bir zamanday›z. JARVIS COCKER
Cohen’e benzemek (“I Can’t Forget”i yorumlad›) ‹nsan
çocuklu¤unda ve ergenli¤inde, nas›l bir yetiflkin olaca¤›n› merak ediyor. Ortal›ktaki yetiflkinlere bak›yorsun, hepten dalyarak olmayan birilerini ar›yorsun. Leonard Cohen’e lise günlerimde tak›lmaya bafllad›m. fiöyle düflündü¤ümü hat›rl›yorum: “Yetiflkinli¤imde birazc›k onun gibi olabilirsem, ne iyi olur.” Cohen’e tak›lmam›n bir sebebi de flark› sözleri ve gevflek düzenlemeleri, bir de “Death Of A Ladies Man” albümü. O albüm, erken Cohen’in neredeyse tam z›dd›. Ondan öncekiler minimal ve romantik albümler. “Death Of A Ladies Man” ise fliflirilmifl, flatafatl› ve sinik. Phil Spector’›n düzenlemeleri melodik ve ziyadesiyle olgun bir meyve gibi. Sözler de dünyadan b›km›fl, usanm›fl. O albümü dinledi¤imde flöyle düflünmüfltüm: “Burada, bundan önce hiç kimsede görmedi¤im bir fley var.” Cohen, etraf›nda olup bitenlerden hep daha yafll›yd›. Hakikaten mütevaz› bir insan, flark›lar›n›n baflka sanatç›lar taraf›ndan icra edil-
mesinden mutluluk duyuyor. Fakat saksofoncuyu ve perdesiz bas çalan herifi kurfluna dizmesini isterdim. ANTONY HEGARTY
Rehber filozof (“If It Be Your Will”i yorumlad›) Co-
hen’in fliirleri en büyük kuflkular›m›z› ele al›yor, gizemlere ve hakikatlere çerçeve çiziyor. Onun flark›lar›n› söylemek, sihirli bir hal›yla uçmak gibiydi. fiark›lar›n yap›lar› çok güzel, sözler ve melodiler çok zarif ve paradoksal. Cohen, kültürümüzün en büyük filozoflar›ndan biri. Nas›l bir dünyada yaflad›¤›m›z›, nelerle karfl› karfl›ya oldu¤umuzu anlamak için her zamankinden daha çok ihtiyac›m›z var onun rehberli¤ine. Kendi kendime üzerinde düflünmekten imtina edece¤im konulara onun sayesinde kafa yoruyorum. Güvenilir bir insan. BETH ORTON
Ruha iyi geliyor (“Sisters of Mercy”yi yorumlad›) Er-
genli¤imde en iyi arkadafl›m Carol’la kafa çekip Cohen dinler ve kendimizden geçerdik. Çok seksî, bir süre tak›lmak isteyece¤in yafl›n› bafl›n› alm›fl adamlardan. Matrak, ilginç ve sakin biri oldu¤unu hissediyorsun. Kad›nlara karfl› çok cömert –“Famous Blue Raincoat”u bir dinleyin. Bob Dylan öyle de¤ildir, kad›nlar hakk›nda çok ac›mas›z sözler yazm›flt›r. Cohen ise afl›k oldu¤u kad›nlara müthifl cömerttir. Onlar›n k›r›lganl›klar›n› dile getirir, ama kendi k›r›lganl›klar›n› da saklamaz. Mutsuz biri de¤ildir, hayat› sever, dolu dolu yaflar. Oturup anlatt›klar›n› dinlemek hepimiz için faydal› bir fley. Esprili, gözlemci, olup biteni izliyor ve ç›karsamalar yap›yor. Cohen insan›n ruhuna iyi geliyor. FRANK BLACK
Mizah, cesaret, muz (Pixies’le “I Can’t Forget” i yorumlad›) Cohen’in “I’m Your Man”i benim
gözümde herhangi bir Beatles veya Stones veya Neil Young veya Elvis Presley albümü gibidir. Bir zirvedir. Onu ilk dinledi¤imde Pixies’le Avrupa turnesindeydim, sene 1989’du. Bir dinledim, bir daha b›rakamad›m. fiimdilerde gözümde daha da büyüyor. “I’m Your Man”i yapt›¤›nda 55 yafl›ndayd›, sesi daha da derinleflmiflti, Johnny Cash veya Hank Williams gibi olmufltu. O albümdeki sesinin a¤›rl›¤›, müzi¤indeki birçok boyutu vurguluyor. O boyutlardan biri de mizah. O hafif, klavye merkezli ve neredeyse oyuncaks› prodüksiyon, Cohen’in sesine genifl bir alan b›rak›yor. Sonra, albümün kapa¤›: K›r›flm›fl bir tak›m elbise, Bryan Ferry’vari bir stil, ama Ferry gibi gayretkefl de¤il. Elinde de bir muz, ›s›rm›fl yiyor. ➜ ➜13
➜
Böyle bir poza kim cesaret edebilir? Cohen’in özgüvenine imreniyorum. 2001 tarihli “Ten New Songs” albümünde “Love Itself” diye harikulâde bir flark› var. Rhythm & blues akorlar›yla ilerliyor, sözler toz parçac›klar›ndan bahsediyor, derken koro bölümü geliyor –flark›n›n en vurucu bölümü: Hayat devam ediyor, bir sürü fley yok oluyor, nihayetinde bizatihi aflk yitip gidiyor, “love itself was gone”. O kadar tatl›-ac› ki. A¤lakl›k yapm›yor, sadece aflk›n güzelli¤ini de¤il, yitirilen aflk›n güzelli¤ini anlat›yor. KATHRYN WILLIAMS
Kitaba gömülür gibi (“Hallelujah”› yorumlad›) 17 yafl›ndayd›m, bir pub’da çal›fl›yordum, mesaiden sonra ifl arkadafl›m›n tek odal› evine gidip scrabble oynuyor, çay içiyor ve Cohen dinliyorduk. Cohen flark›lar› önüme yeni bir dünya açm›flt›, ben de oradaki yerimi alm›flt›m. Onu ilk dinledi¤imde yaratt›¤› mood’u hat›rl›yorum: Melankoli yayan bir klima gibiydi, keskin köfleleri törpülüyor, yumuflat›yor, her fleyi dura¤anlaflt›r›yor ve sözcüklerini dinletiyordu. Bir kitaba gömülmekle eflde¤er bir duygu yarat›yordu. Bir iliflkideki uçucu anlara, belirsizliklere, karars›zl›klara, bütün o dile getirilmeyen fleylere odaklan›yor. ‹fade edilmesi güç fleyler onlar ve Cohen büyük bir cesaretle onlar›n üzerine gidiyor. Ve sesinin tonu: O kadar güzel bir anlat›c› ki, anlatmak için istedi¤i kadar zaman› oldu¤unu hissettiriyor. Ateflin karfl›s›nda oturup saatlerce onu dinleyebiliyorsunuz. Kelimeleri birbirlerine aç›lan kap›lar gibi: Bir hikâye anlat›yor, ama anlat›lan hakk›nda düfller kurman›za imkân veren boflluklar b›rak›yor. Yaratt›¤› atmosferde yüzüyorsunuz, y›kan›yorsunuz. Bir baflkas›n›n sesinden hayat› dinlemek çok hofluma gidiyor, Johnny Cash’ten, Ivor Cutler’dan, Leonard Cohen’den... Cohen, Joni Mitchell’la ve Neil Young’la tak›ld›¤› günlerde bile onlardan biraz daha yafll›yd›, biraz daha d›flar›dayd› ve daha iyi bir yazard›. Müzi¤i gençlik kültürü kuflatm›fl oldu¤u için, görmüfl geçirmifl birini dinlemek, onu hissetmek çok özel bir duygu. fiimdilerde canl› performanslar› onun için bu kadar baflar›l›, kendisini bir blucine s›¤d›rmak zorunda hissetmiyor. TEDDY THOMPSON
Nakış (“Tonight Will Be Fine”› ve “The Future”› yorumlad›) Cohen, popüler müzi¤in fliire en çok yaklaflt›¤› noktad›r. Bir flark›yazar›ndan çok bir flair gibi yaz›yor. Bir flark› için 35 k›ta yazmak, sonra da alt› k›taya indirmek –böyle bir ifl eti¤ine sahip çok az insan var. Cohen’in flark›yazarl›¤›ndan dersler ç›karmam›z lâz›m. fiark›lar›n› nak›fl gibi iflliyor, hiçbir fuzuli laf kul14➜
lanm›yor. Ve flimdi çok iyi bir yaflta. ‹nsan 45’ine kadar “hip” olabilir, sonra 60-65’e kadar ›ss›zl›¤a gömülür, sonra da yeniden do¤ar –bir efsane olarak. IAN MCCULLOCH
Unutulmaz tıraş (“Hey That’s No Way To Say Goodbye”›, “There’s A War”›, “Lover Lover Lover”› yorumlad›) Onu 1980’lerin ortas›ndan bu yana befl defa seyrettim, en son da bu haziranda Manchester konserine gittim. Benim için çok özel bir durumdu, çünkü k›z›mla beraberdim. Cohen “A Thousand Kisses Deep”i söylerken ikimize de bir fley oldu –kendimizi kaybettik. K›z›m Cohen’in o flark›da söyledi¤i her kelimeyi hissetti¤ini söyledi. Benim de onun yafl›ndayken hissetti¤im fleyi hissetmesi muhteflemdi. Cohen onu dinleyen herkesi çok derinden etkiledi, özellikle sözleriyle. Bu, son on y›lda daha da ayan beyan hale geldi. Müthifl bir melodi duygusu var –insana “Mona Lisa” kadar eskiymifl gibi gelen melodiler yaz›yor– ve bunu sesiyle ve yaratt›¤› atmosferle harmanl›yor. Son zamanlarda flark›lar›na daha fazla mizah enjekte etmeye bafllad›. Yalan söyledi¤i ya da uydurdu¤u tek bir fley bile yok gibi geliyor bana. “Bird On A Wire” adl› bir Leonard Cohen belgeseli var, 1972’deki Avrupa ve Kudüs turnesini kapsayan bir film. Kudüs konserinde, aniden sahneyi terkediyor. Seyirciler deliriyor, organizatörler, Cohen’in menajeri kuduruyor. Cohen diyor ki, “kendimi iyi hissetmiyorum, bir t›rafl olaca¤›m”. Sonra tekrar ç›k›yor, kald›¤› yerden devam ediyor. Bu sahneyi gördü¤ümde, “vay be” dedim, “iflte hakiki bir ifl yapan biri”. MARTHA WAINWRIGHT
Babacan ve oyunbaz (“Tower of Song”u, “The Traitor”› ve “Winter Lady”yi yorumlad›) 13 yafl›mdayken hayalim Leonard Cohen’in vokalistlerinden biri olmakt›. Cohen’in vokalistleriyle kurdu¤u babacan ve seksüel iliflki, o oyunbazl›k büyüleyici güzelliktedir. Onunla, arkadafl›m Lorca’n›n babas› olarak tan›flt›m, ama benim için tanr›sal kimli¤ini muhafaza ediyor. Cohen’le ayn› flehrin ayn› mahallesinde, Montreal’in Westmount’unda büyüdük. Çok k›yak bir semttir, orada çok eskiden beri bir Yahudi cemaati vard›r, hayat çok geleneksel flekilde yaflan›r. Çok gayr› Amerikan bir ortamd›r, Amerikal›lar gibi paragöz ve h›rs küpü olmak gibi bir adetleri yoktur. Cohen’in flark›lar›ndaki Katolik referanslar›n birço¤unun Montreal’le ba¤lant›l› oldu¤unu düflünüyorum. Dinin romantik yorumlar›na çok aç›kt›r, zaten bir Yahudi ve bir Budist olarak, H›ristiyan azizler hakk›nda flark›lar söylemek çok müthifl bir fley.
1968, Cohen 34 yafl›nda
baz› kesimlerinde ses getirmiflti. O zamanlar böyle bir kariyeriniz olaca¤›n› tahayyül etmifl miydiniz? Kariyer kelimesi bana hep sevimsiz gelmifltir, kalbimde s›k›nt› verici bir yank›s› olmufltur. Kariyer denilen faaliyetlerden uzak durdum. Gelece¤e dair bir fikrim de yoktu, sadece o an vard›. Zen üstad› Joshu Sasaki Roshi’yle tan›flman›z nas›l oldu? Hydra’dan bir arkadafl›m tan›flt›rd› ve yak›n dost olduk. Yeni bir din edinme iste¤im yoktu, mevcut dinimden memnundum, hâlâ da memnunum. Roshi’nin ba¤l› oldu¤u Budizm ekolü çok s›rad›fl›: Kabul edilen veya reddedilen hiçbir tanr›sall›k yok. Dolay›s›yla insan›n ailesi-
düflkün olmad›m. Otel odam›n kap›s›n› kapad›¤›m ân› çok seviyorum. Yani “sex, drugs and rock’n’roll” hayat tarz›n›z yok art›k, genç k›zlar›n kollar›n›za at›lmas› filan... Hay›r ama, flurada gördü¤ünüz gibi, çok tatl› iletiflimler var. (Hayranlar›ndan gelen kartlar› ve çiçekleri gösteriyor) Birçok arma¤an geliyor. Çok duyguland›r›c›... Ayart›c›, bafltan ç›kar›c› durumlar olmuyor mu? Olmad›¤›n› söylersem fleytan bana kahkahayla güler. Ama en çok hofluma giden fley otel odamda gevflemek. Sahnede hareketlisiniz... Bu turnenin sürprizlerinden biri, flark›lar›m› yeniden ö¤renmek oldu.
Bir Marsl› gelip Dylan konseri izlese, ne olup bitti¤ini anlayamaz. ‹nsanlar›n orada olmalar›n›n sebebi flark›lar de¤ildir. Orada baflka bir olay döner. nin diniyle çeliflmiyor. Depresyon defterini kapatm›flt›n›z. Hâlâ öyle mi? Evet, o defter kapal›. Anti-depresanlara ihtiyac›n›z oluyor mu? Hay›r. Art›k flarap bile içemiyorum. Mood’umu bozuyor. Cuma gecesi ailemle birlikte flabat› kutlarken biriki yudum içece¤im, o baflka. Arada bir viski veya votka yuvarlad›¤›m da oluyor. ‹çkiyi nas›l b›rakt›n›z? Tedavi gördünüz mü? Hay›r. ‹lgimi yitirdim. T›pk› sigaraya yitirdi¤im gibi. Sizin bir de asit döneminiz oldu. O nas›l bir tecrübeydi? Herkes gibi benim de asit hikâyelerim var. Biri flu: Evimin k›y›s›nda hep bir çöp y›¤›n› olurdu, baharlar› orada bir sürü yamulmufl papatya görürdüm. Bir trip’te papatyalarla özel bir ba¤›m oldu¤una hükmetmifltim, onlara flark› söyledi¤imde veya sevgi sözcükleri f›s›ldad›¤›mda, o küçük sar› suratlar›nda gülümsemeler belirdi¤i san›s›na kap›lm›flt›m. Turnedeyken gündelik ritüelleriniz neler? Beni en çok sesimi kaybetmek endiflelendiriyor. Onun için konser aralar›nda konuflmamaya çal›fl›yorum. Gece âlemlerine hiçbir zaman
Onlara çok uzun zamad›r bakm›yordum. ‹yi flark›lar zamana direniyorlar, onlara nüfuz edebiliyorum. Turneye ç›kmay› müzikal bir hadise olarak düflünmezdim hiç. Kafa çekmek, yoldafll›k, bafltan ç›kmak... Bir motosiklet çetesinde olmak gibiydi benim için. fiimdi öyle de¤il. Belirleyici olan müzik. Bu flark›lar›n hareket etti¤ini, onlara girebildi¤imi, onlar›n içinde yaflayabildi¤imi görüyorum. Birlikte çald›¤›m müzisyenler beni hareket etmeye teflvik ediyor. Grubumuzda bir dansç› var, Sharon Robinson. Geçmiflte Ann Margaret’in danç›s›yd›. Bugünlerde medenî haliniz nas›l? Bir iliflkim var, Anjani’yle (Thomas, Amerikal› caz flark›c›s›) beraberim. ‹yi bir iliflki. Geçen ay Wyoming’de bir kulübeye kapan›p yeni albümünün alt› flark›s›n› bitirdi. Onlar› dinlemeyi iple çekiyorum. Zen üstad›n›z Roshi’yle görüflüyor musunuz? k r 1 Nisan’da 101. yaflgününü ü t kutlad›m. Y›llar önce, maalesef k uymad›¤›m bir ö¤üt vermiflti ba- ö G l na. 1979 turnesiydi san›r›m, e c soyunma odamda birlikte kon- ü yak içiyorduk. Ben su gibi yuvar- Y : n l›yordum. Roshi, baca¤›ma bir e y e flaplak att› ve dedi ki, “beden l r e mühimdir”. D
[
[
K›ngs Of Leon
Creedance Clearwater Revival’dan The Strokes’a kestirme bir yol döfleyen Kings Of Leon’la tan›flal› befl sene oldu olmad›, grup dördüncü albümü “Only by the Night”la karfl›m›zda. Tennessee-Nashville’li dörtlü (üç kardefl, bir kuzen, Followill’ler), rock’n’roll dünyas›ndaki yerlerini, sound anlay›fl›ndaki de¤iflimi ve olgunlu¤a erifl sürecini Rock & Folk ve Uncut dergilerine anlat›yor.
EvR‹m‹n DÖRDÜncÜ afiAmas› Bu albümün öncekilere göre insan› daha kolay yakalad›¤›n› söylesek, sizce de do¤ru olur mu? Nathan: ‹lk dinleyiflte, öncekilere k›yasla daha
yavafl bir albüm gibi gelebilir. Çünkü Kings Of Leon dendi mi, zincirinden boflanm›fl, ortal›¤› zang›r zang›r sallayan bir müzik akla geliyor. Caleb: Hep ne yafl›yorsak, bafl›m›za neler geliyorsa onlar› yaz›yoruz. Art›k çok daha iyi otellerde kal›yoruz, çok daha iyi yemekler yiyoruz, ama eskiden kim oldu¤umuzu da akl›m›zdan ç›karm›yoruz. fiampanyalardan ya da o tür z›rval›klardan söz eden bir adamdansa bunlar› anlatan bir adam dinleyiciye daha yak›n gelir herhalde. ‹nsano¤lunun kusurlar›, hatalar›, hayatta bafl›m›za gelen fleyler, masum gibi görünen al›flkanl›klar hakk›nda flark› yazmay› seviyorum. ‹lk defa Ethan Johns’suz stüdyoya girdiniz. Bu tercihin sebebi neydi? Nathan: “Only By The Night”›n alenen bir Kings
of Leon albümü olmamas›n› istedik. Ethan’la yapt›¤›m›z albümlerde, özellikle ilk ikisinde, herhangi bir flark›n›n daha ilk notalar›nda, bunun bir Kings of Leon flark›s› oldu¤u anlafl›l›yordu. “Only By The Night”a bafllarken o sound’dan uzak durmay› hedefledik. Albümde bir favori flark›n›z var m›? Caleb: “Cold Desert”›n ayr› bir yeri var. Bir grup
için muhteflem bir an, darmada¤›n bir flekilde stüdyoya giriyorsun ve bir flark›yla ç›k›veriyorsun... Yetenek mi denir, bilemiyorum, ama en az›ndan baya¤› cesur hareket ettik. Bu albümde bir anda öne ç›k›veren tek bir parça yok... “Seventeen” çok hofluma gidiyor. Bizimle tak›lan 17
yafl›ndaki ‹spanyol k›z› anlat›yor. Jared onunla sevgili miydi, bilmiyorum, ama çok acayip bir durumdu. K›z›n erkek kardefli de yan›ndayd› ve aralar›nda tuhaf bir ba¤ vard›, birbirlerini sevip sevmedikleri anlafl›lm›yordu... Sonra, “Use Somebody” var. “Be Somebody” adl› bir flark›n›n da olmas› bana çok cool geliyordu. “Belki birisi olma flans›na sahip olabilirim” ama, “birisine ihtiyac›m olacak, senin gibi birisine”... “Use Somedody”de biraz Arcade Fire’›n sahas›na girmifl gibisiniz. Caleb: Coldplay de¤il de Arcade Fire demenize memnun oldum. (gülüyor) “Use Somebody”nin
ki, hem 300 kiflilik bir mekânda, hem de Madison Square Garden gibi bir yerde patlamal›. “Only By The Night”› belirleyen bu düflünceydi. “Crawl” alenen siyasî olan ilk flark›n›z. Kime hitap ediyorsunuz? Caleb: Herkes Amerika hakk›nda flark› yap›yordu,
country’ciler de, Green Day gibiler de. Dolay›s›yla siyasî bir flark› yazmak istemiyorduk. Ama flundan emindim: Günün birinde siyasî bir flark› yapacak olsak, bunu Rage Against The Machine gibi yapacakt›k. Balad olmayacakt›. E¤er bir fleye gerçekten inan›yorsan, onu yüksek sesle söyleyebilmelisin. “Crawl”, bir siyasetçinin ortaya ç›k›p
iskeleti turnedeyken ç›kGünün birinde siyasî bir flark› yapacak olsak, bunu Rage m›flt›. Onu yazarken bir insan, bir ev veya tanr› Against The Machine gibi yapacakt›k. E¤er bir fleye hakk›nda m› oldu¤unu gerçekten inan›yorsan, onu yüksek sesle söyleyebilmelisin. kestiremiyordum. Ama her fleyi berbat etmesini, sonra da hiçbir fley olbüyük bir flark› oldu¤unu hemen anlam›flt›m. mam›fl gibi çekip gitmesini ve herkesin onun yeNathan: “Use Somebody”de kula¤›ma Arcade Fidi¤i haltlar› temizlemeye u¤raflmas›n› anlat›yor. re t›n›s› geliyor gelmesine, ama neticede kendi En çok be¤endi¤iniz grup hangisi? kanatlar›m›zla uçuyoruz. Yeni sound’umuz ve yeCaleb: Kesinlikle Radiohead. Her seferinde ni yönümüz bizim do¤al evrimimizin sonucu. 12’den vurmay› beceriyorlar ve her seferinde Her albümde biraz daha olgunlaflt›¤›n›z söylenebaflka türlü vuruyorlar. Biz de bunu istiyoruz. bilir mi? Nathan: “Youth and Young Manhood”u yapt›¤›Sizi müzik yapmaya yönelten ne olmufltu? m›zda Jared 15 yafl›ndayd›. O albüm, nas›l yapaJared: Müzik dinlemeye bafllad›¤›m›zda, yapmaca¤›m›z› bildi¤imiz yegâne müzikti. “Aha Shake m›z gereken iflin bu oldu¤unu gördük. Nashville’e Heartbreak”te enstrümanlar›m›zla daha rahatt›k tafl›nd›¤›m›zda, kendimizi hiç de bize ait bir yerde ve kendimize güveniyorduk. “Because Of The Tihissetmedik. Music City mi? Hadi can›m! Sadece mes”› yapt›¤›m›zda Pearl Jam’le, U2’yla, Bob bir tak›m eblehler vard›... Bir yandan da Black Rebel Motorcycle Club, Strokes gibi gruplar iyi alDylan’la turneye ç›kt›k, kalabal›klara çald›k. O sübümler yapmaya bafllam›flt›. Bu tür adamlarla tareçte flöyle düflündük: Öyle bir müzik yapmal›y›z k›lmak istiyoruz diye düflündük. Tam olarak ne yapaca¤›m›z› bilmesek de, “bari biz de flans›m›z› deneyelim” dedik. fiimdi durum daha farkl›. Nashville’de gayet cool insanlar var ve müzik sahnesi de gittikçe gelifliyor. ‹nsanlar yaflamak için Nashville’e geliyor. Jack White bile Raconteurs’ü kurmadan önce oraya yerleflti. Raconteurs gibi siz de Dylan’la turneye ç›kt›n›z. Caleb: Dylan bir deha, ama çok sakin bir adam.
Onu tan›mayan biri, s›radan bir adam san›r. Jared: En ufak bir ego sorunu yok. Böyle bir fleye ihtiyac› yok, her an ayaklar›na kapanacak birilerini bulabilir. Çok matrakt›, geceleri flehir d›fl›nda küçük motellerde kalmak istiyordu, böylece penceresini aç›p sigara içebiliyordu. Sizinle iliflkisinde tavr› nas›ld›? Caleb: Bize “turnede çald›¤›n›z son flark› hangi-
siydi” diye sordu. “Trani”ydi. “Çok s›k› flark›” dedi! Bakar m›s›n, Bob Dylan bizim bir flark›m›za “çok s›k› flark›” diyor! Daha ne istersin? Avrupa’da ABD’dekinden daha çok tan›n›yorsu . nuz, buna ne diyorsunuz? G . Caleb: ABD nihayet yavafl yavafl uyan›yor. Y
Uzun süre bizden hazzetmediklerini düflündük. En az›ndan flöyle diyebilirlerdi: Vay, Tennessee’li bir grup Glastonbury’de afiflte bir numara! Ama Kanye West’den baflkas›n› gözleri görmüyordu. 16➜
. ‹ . S : n e r i v e Ç
[
The Streets
Roll’un 88. say›s›nda Yi¤it At›lgan, genç ‹ngiliz rapper The Streets ile Leman’dan Metin Fidan’›n dünyalar› aras›nda paralellik kuruyordu: Günlük gerçekli¤i, en ufak detay›na kadar oldu¤u gibi yans›tmak... Ama malûm, bu devirde ç›plak gerçeklerle sanat yapmak pek gerçekçi bir tutum de¤il! Yeni albümü “Everything Is Borrowed”u yay›nlayan The Streets’in Les Inrockuptibles ve Q’ya anlatt›klar›na kulak verip ona Seda Sayan ablas›ndan bir flark› arma¤an edelim: “Ne olur sevgilim gerçekçi ol”.
ReaL‹sT
oLmaMAn›N F aYDaLaR› “The Escapist”in klibinde, ‹ngiltere’yi terkedip yürüyerek Fransa’y› katediyorsun. Bunun sembolik bir anlam› var m›? Mike Skinner: Evet, sonunda dünyay› keflfe ç›k›yorum, ya da en az›ndan, benim kafamdaki fikir buydu. ‹ngiltere’nin benim için ilham kayna¤› olarak tükenmifl olmas› de¤il neden, sadece yeni yollara ihtiyac›m vard›. Al›flkanl›klar›ma, rahatl›¤›ma hapsolmak üzereydim. O klibin beni nereye, nas›l bir fleye götürece¤i hakk›nda bir fikrim yoktu baflta. Tek istedi¤im bu deneyimi yaflamakt›: Fransa’y› bafltan bafla yürüyerek katetmek. Hep böyle davran›r›m: Sezgilerime kulak veririm, harekete geçerim ve aç›klamas›n›, gerekçesini sonradan düflünürüm. Beni burnumun do¤rultusunda götüren duygular›m, heyecanlar›md›r. Beyinlerinin baz› kapasitelerini, özellikle de duygulan›ma dair
olanlar› kaybeden insanlar hakk›nda bir belgesel seyretmifltim. Kesinlikle karar alam›yorlar, mant›k yürütmek zorunda kalmak onlar› tamamen paralize ediyor. Kolay karar al›r m›s›n? Evet, çünkü içimden gelen sese göre hareket ederim, her hareketimin sonuçcunu üstlenirim. T›pk› bu Fransa seyahati gibi... Mesela Oradoursur-Glane’› (Limousine’in bir köyü, SS’ler taraf›ndan yak›l›p y›k›lm›flt› ve ibret olarak o haliyle korundu), bütün bunlar›n yan›bafl›m›zda oldu¤unu keflfetmek gibi... Bütün dünyay› dolaflt›m, ama hep kendi kozam›n içinde, medeniyetlerin koruna¤›nda. Sanki hiç turne otobüsünü terketmemiflim gibi. Turnelerde her fley s›n›rl›d›r, bir anlamda çerçevelenmifltir, organize, düzenli, güvenlidir. Bu Fransa seyahati benim aç›mdan turne otobü-
sünden ç›kmak, konforlu yumuflak yuvay› terketmek oldu bir anlamda. Küçücük bir çantayla yola koyuldum, difl f›rçam, çoraplar›m ve bir kitap. Sanki müzikten, stüdyomdan kaç›yormuflum gibi. Bu yeni peyda olmufl bir arzu muydu? Baflka kültürleri keflfetmek mi? Yeni yeni ortaya ç›kt›, büyüdükçe. ‹lk albümümü yapt›¤›m dönemde, bildiklerim kendi odam ve birkaç sokaktan ibaretti. Ama kiflili¤imin her zaman gizledi¤im baflka yüzleri de var. Yaz›l›p çizildi¤i kadar Anglosantrik de¤ildim, ama böyle düflünülmesi iflime geliyordu. Bir önceki albümdeki flark›lar kendime yaratt›¤›m dünyadaki klostrofobimden söz ediyordu epey, ama biraz yalan söylüyordum do¤rusu. O bestelerin getirdi¤i bir roldü bu, ben de sonuna kadar o rolü oynad›m. ‹yi bir hikâye ço¤u zaman gerçe¤in kendisinden daha etkilidir. Sözünü etti¤in “The Hardest Way To Make An Easy Living” (2006) çok flahsî bir albümdü ve dinleyici taraf›ndan kabul görmedi. (araya giriyor) Kabul görmedi de¤il, tiksintiyle karfl›land›. ‹nsanlar niyetimi, maksad›m› anlad›lar, ama bu onlara çok fazla geldi, çirkin geldi. (susuyor) Onlar için, The Streets dinlemek bu suni dünyaya isyan etmek anlam›na geliyordu. Ve birden, onlara bu dünyan›n parças› oldu¤umu söylüyordum. Bu nedenle beni seçmifllerdi ve bense onlara ihanet etmifltim. Ama sanat, sadece çikolata ambalaj›ndaki güzel resimler de¤ildir. ‹çine gömüldü¤üm karanl›¤›, dünyam›n ne derece rahats›z edici hale geldi¤ini hafife alm›flt›m. Senin flark›lar›ndan bahsederken Ken Loach ve Mike Leigh gibi yönetmenlerin filmleriyle s›k s›k paralellikler kurulurdu. Sence de var m› öyle paralellikler? Pek de¤il, çok az. ‹nsanlar kesinlikle hayal k›r›kl›¤›na u¤rayacak, ama kendimi fish & chips ile kebap aras›nda gezinen bir film yaparken tahayyül edemiyorum... Tek ortak noktam›z, mümkün olan en ç›plak, en çi¤ gerçekçilik olmal›. Bir sonraki albüm nas›l bir fley olacak? Son bir albüm daha yapaca¤›m, bitirmek üzereyim ve sound olarak Lou Reed’in “Berlin”i gibi olacak. Sonra, kesin olarak The Streets’e noktay› koyaca¤›m; s›rf flu isim bile b›rakmak için yeter. Bir isme, bir de benim statüme baksana, ne kadar müstehzi... Film çekece¤im, uzun metrajl›, sonras›n› sonra görece¤iz... On y›ll›k kariyerinde ‹ngiliz müzik sahnesinde neredeyse her türden müzisyene yol göstericilik yapt›n: rap’te Kano, rock’ta Arctic Monkeys, popta Kate Nash... Bu seni nas›l etkiliyor? Pek dinlemiyorum, kendi flark›lar›m beni çok strese sokuyor. Benden etkilenenlerden ziyade, beni etkileyenleri dinlemeyi tercih ediyorum. Arctic Monkeys dinlerken benim etkim hissediliyorsa, bundan gurur duyar›m. Ben sadece do¤ru yerde, do¤ru zamanda bulunma flans›n› yakalad›m: Devrim her halükârda olacakt›, beni yan›na ald›. De¤ifliklik zarurîydi ve zaten yola ç›km›flt›. Silah› ben doldurmad›m, benim yapt›¤›m teti¤i çekmekti sadece. Yeniyetmeli¤inde seni etkileyen müzisyenler de bu kadar genifl bir yelpazede miydi? Çok dard›, köprüleri atm›flt›m ve kendime has bir fley icat etmiflim gibi hissediyordum. Nas’› seviyordum, ama hoflland›¤›m bir fleyi kopya edebilecek durumda olmad›¤›mdan, kendi stilimi yaratmak zorundayd›m... Clash, Billy Bragg, Specials... Bütün bu ‹ngiliz gelene¤i hakk›nda hiçbir fley bilmiyordum. Sonradan, s›rf onlarla k›yasland›¤›m için gidip dinledim. Star olmak gibi bir hayalin var m›yd›?
[
➜17
Evet, ama mikrofonda de¤il. Esasen prodüktör olmam lâz›md›. Benim esas tutkum stüdyo. The Streets asl›nda bir kolektif olacakt›, prodüksiyonda ben, mikrofonda rap’çiler... Ama hepsi beni yar› yolda b›rakt›, tek bafl›ma kald›m. Nereye varmak istedi¤imi, ne yapmak istedi¤imi anlayan bir tek ben vard›m, ama çok vasat bir rap’çi oldu¤umun da fark›ndayd›m. Kendimi yeterli, rahat hissetti¤im yer stüdyo benim. Aletlerinle aranda neredeyse tensel bir iliflki var. Evet, her ne kadar s›k s›k sövüp saysam da, öyle... Özellikle de bir köflebafl›nda bir Asyal›dan ald›¤›m ve ilk albümümü yapt›¤›m IBM Thinkpad... Asl›nda, bugüne kadar bilgisayarlar›mdan hep nefret ettim. Ne yapmak istedi¤imi bir türlü anlam›yorlard›, bana yard›mlar› dokunmuyordu. Onlar›n yüzünden, flark›lar›m yapmay› hayal ettiklerimle yapabildiklerim aras›nda zarurî bir uzlaflma oluyordu. Ço¤unlukla, yeterli haf›za kapasitesi olmad›¤›ndan 8 kanalda yapt›m kay›tlar›m›. Kendi müzikal kapasitenin de seni s›n›rlad›¤› olmad› m› hiç? K›sa süre önce gamlar, akorlar hakk›nda epey bir fley ö¤rendim. fiimdi ilk albümümü dinledi¤imde, s›n›rlar›m› görebiliyorum, baya¤› primitif olmufl... Ama hiçbir zaman müzisyenlere karfl› komplekse kap›lmad›m, müzik üstadlar›ndan hiç hazzetmiyorum... Mesela, benim bateri sound’um çok hofluma gidiyor, çok keskin, net, gürültülü... ‹nsanlar lo-fi müzik yapt›¤›m›, albümlerimin prodüksiyonunun kötü oldu¤unu söylediklerinde hakikaten inciniyorum. Öyle p›r›l p›r›l de¤il sound, ama bu kastî. Ben sound’umla gurur duyarken, sade bir flark› yazar› olarak nitelenmek çok k›r›c› oluyor do¤rusu. ‹ngiliz hiphop’unda, prodüktör olarak söz yazarl›¤›ndan daha çok takdir görüyorum. Kano’yla, Roll Deep’le, Mitchell Brothers’la, Professor Green’le, Rinse’le, grime dalgas›ndan bütün tiplerle çal›flt›m... Onlar biliyor, ama di¤erleri hep yazd›¤›m sözlerden bahsediyor. Kendini yazar olarak o kadar güçlü hissetmiyor musun? Hayal etti¤im kadar sade olmakta zorlan›yorum. Çok fazla okuyorum ve yazd›¤›m sözleri karmafl›klaflt›r›yorum. Yaflland›kça geveze ve dolambaçl› konuflan biri oldum. Sadelik zahmetli, ama zarurî bir sanat. fiark› yazarl›¤› virüsü geldi beni de ›s›rd›, ama bir gün bunun semptomlar› yok olacak. Y›llar boyunca miksaj masam›n arkas›nda yok oldu¤um geliyor gözümün önüne. IBM Thinkpad’inle baflbafla yaln›z bir gençli¤in mi oldu? Oldum olas› kendimi yaln›z hissederim... fiark› yazmaya kalk›flmadan önce maket uçak yap›yordum, hep çok meflgul ve yarat›c› oldum. Ayr›ca, çok resim yapard›m. Epileptiktim ve bu benim hayr›ma olmufltu nerdeyse: Video oyunlar› oynayam›yordum, televizyon bile seyredemiyordum, çok çabuk strese giriyordum. Gerçek anlamda spor da yapam›yordum, dolay›s›yla habire odamda, müzik aleminde keflfe ç›karak vakit geçiriyordum. Ve iflin tuhaf yan›, ilk albümümle birlikte sara krizlerim sona erdi, sanki birden rahatlad›m, onayland›m, kendime güvenim geldi... “Escapist” adl› flark› seni mi anlat›yor? Hep hayalperest oldum. Beni gerçeklikten uzaklaflt›rabilecek ne varsa kabulümdü. Yak›fl›kl›, zengin, bafltan ç›kar›c›, k›flk›rt›c› olmak istiyordum, halbuki küçücük odas›na kapanm›fl, içler ac›s› flark›lar yazan, sivilceli bir saral›yd›m. Hayal gücüm benim için kurtar›c› oldu. Gerçeklikten kopuk geçirdi¤im süre, ba¤lant›l› geçirdi¤imden çok 18➜
otel odas›, dostluk ve aflk› mahvettim... Yeni albümün bu dengenin, durgunlu¤un, gevflemenin alâmeti sanki... Sadece hakiki enstrümanlar kullanmak bu ahenkli, gevflek havay› oluflturmaya yetti. Sample’lar›n dayatt›¤› o kat›, sert, keskin aç›lar yoktu. Kes-yap›flt›r hissi vermiyor. Ve daha pozitif, o kadar kan›rt›c› olmayan, daha ihtirasl› flark›lar denemek istedim. Hit flark›n “Dry Your Eyes”›n aflk hayat›na olumlu etkisi oldu mu? Bunu bana çok kifli sordu. Hay›r, “Dry Your Eyes” aflk hayat›m› olumlu etkilemedi. S›¤, geçici heveslerime daha fazla imkân verdi sadece. Bildi¤iniz gibi, seksle aflk ayn› fley de¤il. Hele seks, hit bir flark› üzerine kuruluysa. Gerçi o da flahane. (gülüyor)
Keyif verici maddelerin sana ö¤retti¤i en önemli fley neydi? Maddeler içinde kendisinden bir fley ö¤renilecek tek fley asit. Ben asitten nefret ederim. Çok gençken tak›ld›m, insana gerçek anlamda yeniyetme sorular› sorduran bir meret. “Mavi, mavi olmasayd› ne olurdu?” türünden sorular. Bunlar bir yana, flunu ö¤retiyor: Günefli do¤urmadan yatmakta fayda var. Albümünü kaydetti¤in günlerde, flark›lar›n›n Prag’da bir senfoni orkestras› taraf›ndan çal›n›fl›n› dinledi¤inde ne hissettin? 2002’de Reading Festivali’nde büyük sahnede yer ald›¤›mdan ve bütün milletin koro halinde “Let’s Push Things Forward”› söyledi¤inden bu yana ilk defa tüylerim diken diken oldu. Orkestra “Heaven For The Weather”› çalmaya bafllad›¤›nda saat sabah›n dokuzuydu. Öylesine mükemmeldi, öylesine bir emek ürünüydü ki, gözyafllar›m› tutamad›m. Kendi küçük bilgisayar›mda besteledi¤im bu flark› flimdi bunca yayl› taraf›ndan seslendiriliyordu, inan›l›r gibi de¤ildi, huflu içindeydim. Ve bu ayn› zamanda bir kabul görme, onaylanma anlam›na geliyordu, kimse dalga geç-
daha fazlad›r; bu sayede yanl›fl yollara sapabilme imkân›m oldu... Mesela, ilk albümüm için benimle ilgili reaksiyonlar›n hepsi felaketti. “Niçin bize boktan hayatlar›m›z› anlat›yorsun? Amerikal› siyahlar›n hayat›n› anlatan herifleri dinlemek istiyoruz.” E¤er realist olsayd›m, albümü asla kaydetmezdim, hatta akl›mdan bile geçirmezdim... Ama yine de bir milyondan fazla satmas›na mani olmad› bu durum. Sanatç› olmak böyle bir fley: Yapmaman gerekeni yapmak. Bunlar› annene babana nas›l izah ettin? Annem, her ne kadar bugün inkâr etse de, beni gerçek bir meslek sahibi olmaya zorluyordu. Dolay›s›yla, ben de Burger King’de ve bütün gün bir tak›m formlar› zarflara t›k›flt›rd›¤›m bir tak›m bürolarda çal›flt›m. Gelece¤ime ket vurulmufltu, korkunçtu. Tam mânâs›yla kapana k›s›lm›flt›m: Sadece müzik yapma hayali kuruyordum, ama ifl yüzünden öylesine serseme dönmüfltüm ki, ilerleyemiyordum. Birmingham’da kalsayd›m, dibi boylam›flt›m. Ama mucizeye inan›yordum ve Londra’da benimle ayn› dalga boyunda insanlarla tan›flaca¤›mdan emindim. Korkuyordum, ama her fleyi terkettim. Ve kendiSon bir albüm yapaca¤›m, Lou Reed’in “Berlin”i gibi mi Londra’da, yine zarflar›n içine bir tak›m olacak. Sonra, The Streets’e nokta koyaca¤›m; s›rf flu formlar t›k›flt›ran ve burisim bile b›rakmak için yeter. Bir isme bak, bir de statüme. nundan soluyan insanmedi, bütün bu müzisyenler için bu hakiki bir flarlarla birlikte korkunç bir büroda buldum. Kaderin k›yd›. fiahsî bir zaferdi. Özellikle de o albümün cilvesine bak, bugün oturdu¤um koca eve olsa yaz›m sürecinin ne kadar komplike oldu¤u düflüolsa yüz metre mesafede Swiss Cottage adl› nülürse... ‹lk versiyonu plak flirketi çöpe atm›flt›... zengin mahallesinde... ‹flin ne oldu¤unun bile farGeçmiflte, kapasitenden, yetene¤inden kuflkuk›nda de¤ildim, beynim müzikle meflgûldü... Küya düflmeni gerektirecek çok davran›flla karfl›çük bir plak flirketine yollad›¤›m “Has It Come To laflt›n m›? This?”i orada besteledim. Single için 1500 euro Y›llarca yok say›ld›m, özelli¤i olmayan, s›radan bir teklif ettiler. Ama ben albüm yapmak istiyordum, herif muamelesi gördüm. Kimse beni hiçbir zaonu tek bafl›ma ç›karmaya haz›rd›m. Kafay› takman teflvik etmedi. Albümlerim satmaya bafllam›flt›m, beni kurtaran da bu oldu. kendi de¤erim y›nca, birdenbire cool, zeki, yak›fl›kl› oluverdim. oldu¤unu, kendime has, bana ait bir fley oldu¤uDaha ilk albümümü “bütün beni dövenlere nu kan›tlamay› kafaya koymufltum. ve terkedenlere” adam›flt›m. Ailem haricin- k “Kayal›¤›n kenar›nday›m” diyorsun “Esca r de, Birmingham’da kimseyle en ufak bir te- ü pist”te. Öyle bir al›flkanl›¤›n m› var? t mas›m yok. Gruptakilerden baflka hiçbir aka- k Tak›nt›lar›m, kuruntular›m var, bunlar da beni teh ö dafl›m yok. Birmingham’daki bütün bu insan- G likeye sürüklüyor. Onun d›fl›nda, feci derecede l e lar ve onlar›n kötü niyetleri y›llarca kafam› cesaretsizimdir. Düflünmeden atlay›veren tipler c ü kemirdi. den de¤ilim. Gözü kapal› atlayanlardan ziyade, Y Bir “k›ro” ikonu olmak nas›l bir duygu? hesap kitap yapanlara daha yak›n›m. Risk denen n Ben k›ronun kral›y›m. Eskiden iflçi s›n›f›n› fleyi daha gençken, kendime müzikten baflka se e m severdik, öyle de¤il mi? fiimdi onlar› hakir çenek b›rakmayacak flekilde bütün köprüleri yak e d görüyoruz. Niye acaba? Bu bir yana, nüfu- ‹ t›¤›mda ald›m. Ama ses mühendisli¤iyle yetinesun yüzde 31’i iflçi s›n›f›. Ama nüfusun yüz- n cektim. Bazen en az›l› düflman›m haline gelebili e r de 57’si kendisini iflçi s›n›f› addediyor. De- i yorum. Kendime çok kötülük yapt›m, uslanma S : mek ki, iflçi s›n›f›na ait olma duygusundan dan önce baya¤› bir ifrat dönemim oldu. Para sa n e r hofllan›yoruz, ama iflçi s›n›f›n›n kendisinden i ç›p savurdum, kendimi berbat hallere sokmak v e hofllanm›yoruz. için elimden geleni ard›ma koymad›m. Çok fazla Ç
ses ile gölge
TUNCER ERDEM
[email protected]
seyir
su yüzünde kara lekeler, avare dalgalar gezinir durur, ne zaman bölünür, ne zaman birleflir karaya kavuflur
karada asfalt yollar k›vr›l›r, bafl›n› denize gömmüfl toprak, kaya katmanlar›nda, sünger yataklar›nda s›ca¤› so¤urur
›rmak k›y›lar›nda kentler, sessizce bekler, da¤lar›n sureti suyun aynas›na düflerken
dalyanlarda, çamur ve tuz kokulu iskelelerde, yeryüzüne da¤›lan s›rlar›n esintisi duyulur
Replikas Gelenekle avangard aras›nda, matematikle do¤açlama aras›nda, stüdyo cambazl›¤›yla sahnede kapt›rmaca aras›nda Türkiye rock’unda çok kullan›lmam›fl bir patikan›n yolcusu Replikas. Beflinci albümleri “Zerre”yi özkaynaklardan, bir müzik flirketi olarak faaliyete yeni bafllayan Peyote’den ç›kard›lar, Anadolu’nun rock kulesine bir kat daha ç›kt›lar. Befl ahbap çavuflla ya¤murlu bir günde bulufltuk...
VaRLA YOK aRASI “Zerre”nin kapa¤›ndan bafllayal›m m›? “Film Müzikleri”yle yan yana koyunca, illüzyonist bir grafi¤i sürdürür gibisiniz... Orçun Bafltürk: Asl›nda hep Özer (Yalç›nkaya) ya-
yerine oturdu, derdimizi tam olarak dile getirecek düzeye geldik sanki. Sesleri, flark›lar›, flark›bozumlar›n› en iyi flekilde kaydetmeye, düzenlemeye çal›flt›k.
p›yor kapaklar›. Bakt›m, önce hiçbir fley göremedim, sadece çizgiler vard›, bir süre sonra “Zerre” yaz›s› belirmeye bafllad›, ama bakt›kça onun da kayboldu¤unu farkettim. Bir gözüken, bir kaybolan bir illüzyon var iflin içinde. Albümün ismine de uygun. Varla yok aras›, tam varoldu¤unu söyleyemiyoruz. Asl›nda her fleyi oluflturan en küçük parçac›k, her tarafta var, ama tam göremiyorsun. Bark›n Engin: ‹lk baflta Özer flark› sözlerini bir programa at›p en çok kullan›lan kelimeleri ortaya döktü, befl-alt› kelimelik bir liste ç›kt›, o listeden hareket etti. Olmak, Hiç, Kan, Ben gibi kelimeler geçiyordu en çok... Gökçe Akçelik: Böyle bir albümün ya çok sade ya da çok abart›l› bir kapa¤› olmas› gerekiyordu. fiimdiye kadarki en sade kapa¤›m›z bu. Selçuk Artut: Grubun ad› da yazm›yor kapakta.
Albümün baz› kay›tlar›n› Gökçeada’da, eski bir yar› aç›k cezaevinde yapm›fls›n›z. Ne katt› size oras›? Bark›n: Büyük bir mekân aray›fl›ndayd›k, Gökçea-
“Film Müzikleri”nde de yazm›yor... Gökçe: Orada iki filmin müzikleri var (“‹ki Genç K›z” ve “Maruf”), tek bir filmin müzikleri bile
kendi içinde farkl›lafl›yor. Bu iki filmi de temsil edecek tek bir fley yerine, bir grafikle ifli çözmek istemifltik. Müzikal aç›dan da bu iki albümün grafik kapaklar› size uyuyor gibi. Bir titreflim, gürültü var, ama düzenli bir gürültü... Orçun: Evet, gürültü efli¤imiz yüksek asl›nda,
“Zerre”nin giriflinden de anlafl›l›yor bu. Sesleri düzenlemek üzerine baya¤› bir düflünüyoruz, “Zerre”de bu noktaya çok iyi ulaflt›k. Tafllar yerli
man› yükledik, orada kendimize bir stüdyo kurmufl olduk. Selçuk: Sadece bas ve davulu orada kaydettik, gitarlar› ‹stanbul’da, bizim stüdyoda, yayl›lar› M‹AM’da... Önemli olan k›sm› davuldu zaten. Bark›n: Ama davul kayd›nda her zaman gitarlar› da çal›yoruz, metronom verip s›rf davul kayd› yapm›yoruz. Gökçeada’da yapt›¤›m›z baz› gitar kay›tlar›n› da tuttuk albümde. Orçun: Daha önceki kay›tlarda, yak›n mikrofonlamayla kay›t yap›p sonra onu yapay tekniklerle, aletlerle büyüttü¤üm zaman bana gerçek anlam-
da son anda ç›kt›. M‹AM (Müzik ‹leri Araflt›rmalar Merkezi) gibi en büyük stüdyolar bile asl›nda fizikî olarak yeterince büyük olmuyor. Bizim gerçekten büyük akusti¤i olan bir mekânda davulun ç›nlay›fl›na ihtiyac›m›z vard›. ‹lk albümde bizde baya¤› militan ruhu vard›, flark› Bu albümün temel fikirlerinden biri, davul kayd›n›n kal›b›ndan kopmak istiyorduk. Ba¤›ra ba¤›ra “Anadolu çok genifl bir kay›t olmas›yrock’u seviyoruz” demek istiyorduk. Art›k daha sakiniz. d›. Burak’la (Tamer) olan projemizde (Reverie Falls On All) Orçun’la da büyük gibi gelmiyordu. Bu albümde daha da‹TÜ’nün koridorunda bir davul kaydetmifltik, oravudî, daha organik, bizim müzi¤imize uygun bir dan geldi bu fikir. Tekirda¤’a flarap fabrikalar›na, sound ç›kt› ortaya. okullara, bir sürü yere gittik, olmad›. Tesadüf Böyle hacimli bir sound’la tan›nan baflka hangi davulcular var? eseri “Gökçeada’da böyle bir yer var, düflünür Orçun: The Liars’›n “Drum’s Not Dead” albümüsünüz” dediler, biz de atlad›k. Büyük ve temiz münden çok etkilendik. Garajlarda kay›t yapan, bir yerdi, özel bir düzenleme yap›lmam›fl olmas›na ra¤men çok iyi bir akusti¤i vard›. Bütün ekipakusti¤i iyi kullanan baflka pek çok davulcu da var. Bonzo (John Bonham) da “When The Levee Breaks” flark›s›nda üç katl› bir evin en alt kat›na, merdivenin içine sokup davulu, mikrofonu da yukar›ya koyarak yapm›fl kayd›. Bir çamur, sel etkisi yaratmak istiyor. Afro-Amerikan köleleri anlat›yor flark›. Burak Tamer: Bizim albümdeki davul sound’u bir konserdeymiflsin duygusunu veriyor, üç boyutlu bir hal yakal›yor. Sizde hem bir stüdyo sevgisi var, hem canl› performansa ba¤l›l›k... Gökçe: ‹lk albümde “girip canl› çalal›m, her fleyi ➜ ) u l ¤ o h u N n a h a fi : o t o f ( a d n › s a n y a n i n ’ e t o y e P k a r u B , n u ç r O , k u ç l e S , e ç k ö G , n › k r a B
20➜
➜
bir arada kaydedelim, canl› t›nlas›n” demifltik, ama yöntem bu de¤ilmifl. O flekilde tam istenen olmuyor hiçbir zaman. Daha sonra stüdyo olanaklar›n› bari iyi kullanal›m, Peyote sahnesindeymifliz gibi düflünmeyelim dedik, bilgilenmeye çal›flt›k. Orçun: Rock tarihine bak›nca da, devrim niteli¤indeki albümler hep stüdyonun nimetlerinden faydalanarak yap›lm›fl. Stüdyoda ciddi bir illüzyon var, onu sonuna kadar kullanmak istiyoruz. Selçuk: Ama tabii her zaman da sahnede çal›nabilecek gibi yapmak istiyoruz kay›tlar›. Albümde duyulan fleyi sahnede sunmay›, hatta daha ötesine geçmeyi seviyoruz, do¤açlamalara da alan b›rak›yoruz. “Zerre” eski albümlere göre aral›klar› olan bir albüm de¤il, ama bazen gelifltirebiliyoruz parçalar› sahnede. Gökçe: Eskiden parçalar› sahnede deniyorduk ve stüdyoya haz›r giriyorduk, ama bu albümde çok kapal› bir çal›flma yapt›k, demolar kaydedip üzerlerine düflündük, titiz çal›flt›k. Dinleyici için de sürpriz olacakt›r parçalar. Seslerle bunca hafl›r neflir olurken sözler de giderek ço¤al›yor, parça süreleri de k›sal›yor. Gökçe: fiark› sözü de eksik b›rakmak istemedi¤imiz bir alan. “Avaz”da daha çok sözlü parça vard› asl›nda. Bundan sonra da ne olur, bilinmez. Eski albümlerinizi dinliyor musunuz? Gökçe: Çok uzun süredir dinlememifltim, geçen gün “Dadaruhi”yi bir dinleyeyim dedim, iyi geldi valla. Hatta mail att›m arkadafllara, “güzel albümmüfl ya” diye. (gülüyor) Bark›n: Ben “Köledoyuran”› tercih ederim. “Çekirge Dans›” bugünün kafas›yla nas›l bir parça sizce? Bark›n: Geçenlerde bir yerde otururken çald›, flafl›rd›m. “Biz n’ap›yormufluz” diye düflünüyor insan. Çok saçma bir flark› gerçekten. (gülüyor) O çakma caz bölümünü çoktan unutmuflum, bir süre sonra sahnede de çalmamaya bafllam›flt›k o bölümü, “n’oluyor” dedim dinlerken. Otuz kere senkop gibi dinleyiciye yap›labilecek her türlü kötülü¤ü yapan bir flark›. Gökçe: Ortaya koymak istedi¤imiz bir fleyler varm›fl o zaman ama, biraz naif ve beceriksizce yapm›fl›z sanki. Kötü oldu¤undan de¤il ama, laf›n çok uzun uzun tekrar ediliyor olmas›, bir yerden apayr› bir yere geçmek falan... Bir s›k›nt› varm›fl, bir fley yapmak istemifliz gibi, flimdiyse o ar›zalar› baflka yerlerden veriyoruz. (gülüyor) ‹lk albümde bizde baya¤› bir militan ruhu vard›, bir sürü konuyu vurgulamak istiyorduk ciddi bir flekilde. Standart flark› kal›b›ndan kopmak istedi¤imizi göstermek için “Çekirge Dans›” gibi fleyler yap›yorduk. Anadolu rock etkisini de ortaya koymak, ba¤›ra ba¤›ra “biz bunlar› seviyoruz” demek istiyorduk. fiimdi art›k daha sakiniz. Replikas hâlâ kelimenin olumlu anlam›yla bir tür Anadolu rock grubu say›labilir mi? Orçun: Ça¤dafl›y›z denilebilir belki. Gökçe: Eskiden Anadolu rock’tan etkileniyorduk, art›k vazgeçtik diye bir fley yok. Sindirilmifl bir flekilde devam ediyor bizde bu etki, hâlâ o çizginin devam›nda bir müzik yapt›¤›m›z› düflünüyorum. Sözlerde özellikle var bir etki. Varl›k-yokluk deyince akla Erkin Koray’›n Ömer Hayyam’dan aktard›¤› güzel dizeler geliyor: “Varl›k yokluk derdini flu kafandan sil / Kaç nefes alaca¤›n var ya hiç belli de¤il...” Orçun: Yaflama biraz daha Do¤ulu gözle bakma meselesi... ‹lk albümden beri var bizde bu, Anadolu halk ozanlar›n›n söyledi¤i fleyleri belki biraz daha kendimize uyarlayarak söylemeye çal›flma22➜
m›z o yüzden. Bat›da hiç ölmeyeceksin gibi yaflan›yor sanki, Do¤udaysa her an ölebilirmiflsin gibi. Biz de etkileniyoruz bunlardan, ama ‹stanbul’da ne o taraf gibi yaflayabiliyorsun, ne bu taraf gibi. Sadece düflünsel boyutta kal›yor bunlar galiba. Bas›n bülteninizden bir-iki cümle okuyal›m m›: “Müzi¤e düflünsel bir süreç olarak yaklaflan Replikas’›n olgunluk dönemi albümü olarak adland›r›labilecek bu albümünde de dünya ve Türkiye’de gerçekleflen olaylar›n ve gerilimlerin izlerini bulmak mümkün.” Mümkün mü hakikaten? Orçun: Mümkün, evet. (gülüyor) Biz asl›nda yazd›¤›m›z sözlerle ilgili konuflmay› çok sevmiyoruz. Bizim için sadece flark› sözü de¤il onlar, fliir gibi de de¤erlendirilebilecek fleyler. Hemen kendini ele vermeyecek sözleri seviyoruz, metaforlar, altanlamlar olsun istiyoruz. Gökçe: Ç›k›fl noktas› ne olursa olsun, sözleri okuyunca oradan baflka yerlere de gidebiliyor insan. Bizi sarsan bir fleyden, mesela bir cinayetten bahsedeceksek, oradan baflka bir yere gidiliyor, günah kavram›na gidiyorsun mesela, art›k o cinayetten ç›k›yorsun, o yazd›¤›n günah sana hayat›ndaki baflka fleyleri de hat›rlat›yor. Sonraki cümle: “Albüm, grubun müzikle iliflkisi ve müzikal geçmifllerinin yan›s›ra, okuduklar›, takip ettikleri edebî eserlerin tarzlar›n›n izlerini tafl›yor.” (önce bir sessizlik, sonra hep birden gülerek)
re”, ilk defa armoni duyabilece¤iniz Replikas albümü. ‹çgüdüsel olarak oraya do¤ru gittik. Bir Reverie Falls On All parantesi açal›m m›? Bu proje grubunun ilk albümü “Clouds In Our Room”u internet üzerinden yay›nlad›n›z... Bark›n: Burak’la master’da tan›flm›flt›k, beraber bir müzik yapal›m istemifltik. Bilgisayar bafl›nda do¤açlamalar yap›yorduk. Üç senede flekillendi albüm. Bir flark› gitar-bas-davul format›nda giderken daha sonra sopranodan girebiliyor. Can›m›z ne istiyorsa onu yapt›k yani. Burak: O albümden sonra epey de¤ifltik, ikinci albümde bambaflka bir fley de yapabiliriz. Gitar biraz dominant o albümde. Bark›n: Mercury Rev’in ilk albümünün ilk flark›s›n› dinledi¤im ân› hat›rl›yorum, sert gürültüler aras›nda naif flüt melodileri vard›. O zamandan beri gürültüyle melodik yap›y› bir arada tutmak istiyordum. Burak: Metallica’n›n “Master Of Puppets” albümünün giriflindeki klasik gitarlar›n hep hayran›yd›m mesela. Oralara büyüteç tutmak gibi de oldu Reverie Falls On All. Bir Wim Wenders filminde komik bir Lou Reed sahnesi vard›, otel odas›nda gitar›n tonlar›yla bo¤uflup duruyordu. Sizde de var m› o tür saplant›l› durumlar? Bark›n: Var galiba biraz. (gülüyor) Orçun: Ben Velvet Underground zamanlar›na hastay›m. Art›k iyi müzik yapt›¤›n› söyleyemem.
Evet! Orçun: Genel anlamda bu Harbiye’den Taksim’e giderken üç kere çevrilip s›k›nt›, yaln›zl›k, yabanc›aranabilirsin. Hep bir tedirginlik vard› ama, bu son bir laflma, benim belki çok yosenede hissetti¤im kadar bask› hissetmiyordum hiç. ¤un hissetti¤im bir suçluGökçe: Benim Velvet’teki adam›m John Cale. luk duygusu var, bu ça¤da yaflamaktan ötürü. Moe Tucker nas›l bir davulcu? Tek tek referans göstermek yerine, bu ça¤da yaOrçun: Çok kötü bir davulcu, o yüzden iyi. flayan, etraf›na biraz bak›p bu ülkede yafl›yor olman›n getirdi¤i zorluklarla ifltigal eden herkesin White Stripes’›n Meg White’›? hissetmesi gereken fleyler bunlar. Konfor içinde Orçun: O da çok kötü bir davulcu, gayet de iyi o yüzden. (gülüyorlar) olup bitene bak›yoruz. Zor geçiyor. Ringo Starr? Replikas’›n 15 senesini düflünürsek, zorlafl›yor Orçun: O da çok kötü bir davulcu, gayet de iyi o mu yaflad›¤›n›z fleylerle bafl etmek? yüzden. (gülüyorlar) Ama ilk ç›kt›klar›nda zaten Gökçe: Her aç›dan umutsuzlafl›yor bence insan. hepsi kötü çal›yor, Ringo da kendini baya¤› geliflMüzik hayat›m›z› sürdürme aç›s›ndan bakt›¤›m›z tirmifl giderek. fiu anda “Tomorrow Never zaman, etraf›m›zdaki insanlar›n çok sa¤lam durKnows”un beat’inden ekmek yiyen koca bir mümas› sayesinde bir sorun olmuyor, ama Türkizik piyasas› var. Moe Tucker’la Meg White, grupye’de müzik yapmak, hele popüler alan›n d›fl›nda lar›n›n müzi¤ini gayet iyi tamaml›yor. Moe Tucker kalmaya çal›flmak zor. Hem on sene öncesine kick’i kullanm›yor, ayakta trampet gibi çal›yor, zil göre dünyan›n her yerinde çok daha tats›z bir hade kullanm›yor. Çok iç ritmiyle, dalgal› çal›yor, büyat yok mu? tün grubu oraya çekip tekrar geri getiriyor. Bir tür ‘90’lar nostaljisi bafll›yor, fark›nda m›s›Konserde izleyiciyi en gaza getiren flark›lar›n›z n›z? Yaflayanlar ‘90’lar› özlüyor, genç kuflaklar hangileri? “Seyyah” m› mesela? imreniyor... Biz ‘90’larda çok kritik yafllardayd›k, Selçuk: Kitle onunla gaza geliyor da, pek çalm›Gökçe: grunge patlad›¤› zaman 16-17 yafl›ndayd›k, sa¤a yoruz onu asl›nda. “Dayan” var, “Gece Kadar” var, “Zift”... En çok “Tafl Var Köpek Yok” istenisola gidip, içki içip sabahl›yorduk herkes gibi, biyor gece sonunda, içkiler içilmiflken. zim için hayat çok daha kolayd›. O zaman bu yafl“Zerre”den bunlar›n aras›na ne kat›l›r? ta olsayd›k nas›l olurdu, bilemiyorum. Orçun: Klibi “Bugün Var›m Yar›n Yokum”a çektik. Ya da flimdi o yaflta olsayd›n›z? “Hortum”u daha önce çal›yorduk. “Zerre” de olaGökçe: fiu anda hiçbir flekilde iyi olabilecek gibi bilir belki, Myspace’ten tan›n›yor çünkü... de¤il ki. Atmosfer baya¤› kötü. Daha gençler de Erkin Koray’›n ‘70’lerden bir Nazilli konserinin bizim o zaman oldu¤umuz kadar rahat yaflayam›yorlard›r belki de. kay›tlar› dolafl›yor internette, dinlediniz mi? Orçun: Manyakça bir fley. Nihat (Örerel) abi kayBark›n: fiurdan, Harbiye’den Taksim’e giderken detmifl. üç kere çevrilip aranabilirsin mesela. Dolmufllardan indirilip aranmaya kadar vard› ifl. Hep bir teSiz flimdi verebiliyor musunuz Peyote’de öyle bir dirginlik vard› ama, bu son bir senede hissettikonser? ¤im kadar bask› hissetmiyordum hiç. Bark›n: (gülüyor) Nazilli gibi bir yerde konser herhalde ütopik bir fley, zor gözüküyor bize. KesintiSessiz sessiz oturuyor ama, Burak Tamer’in nasiz, gayet sert çal›yorlar, alk›fl yok, ara yok... s›l bir katk›s› oldu Replikas’a? Orçun: Onlar öyle çal›yorlar da, karfl›lar›nda nas›l Bark›n: Daha farkl› bir elektronik ses geldi onunbir kitle var, onlar ne yap›yor, bilemiyoruz. Çocukla beraber, armoni de tafl›yan bir yap›s› var. “Zer-
lar, teyzeler mi var, coflan bir ekip mi var?.. Karaburun fienli¤i’nde geçen sene bir Anadolu rock repertuar› haz›rlad›k, gürültüden rahats›z olan insanlar olmufl. Halka tam hitap edemedik yani. Selçuk: Nazilli durumuna en yak›n, bizim için Bozcaada konseri olabilir belki. Gerçi Bozcaada’da turist mevsimiydi, yerli halk, teyzeler, çocuklar da vard› ama, bizim ismimizi duyarak gelenler herhalde ‹stanbullulard›. Ankara bir yana, Anadolu konserleriniz nas›l geçiyor? Selçuk: Pek çok yere hiç gitmedik. Adana’ya gittik, Antalya’ya, Gezici Festival’in davetlisi olarak Kars’a... Adana konseri nas›l geçti? Gökçe: (gülüyor) Çald›¤›m›z bar›n sahibinin bir de ocakbafl› vard›, en güzel kebaplar› orada yedik. Sahneden inilmifl, biralar içiliyor, ac›kan olursa hemen dürüm yetifliyordu. (gülüyor) Kitle baya¤› iyiydi ama. Selçuk: Bizim “Bahar” flark›s›n› Adanal› bir grup konserde çalm›fl, geçen gün video gönderdiler. Adana da olumsuz anlamda Anadolu rock’un kalbi say›l›r, öyle de¤il mi? Orçun: fiöyle bir geyik vard›r ya: “Haluk Levent’i sevmeyiz ama, memleketi drive gitara, distortion’a al›flt›rd›.” (gülüyor) Yurtd›fl›na konser için ç›k›yor musunuz s›k s›k? Bark›n: Eskiye oranla daha s›klaflmaya bafllad›. 2007’de küçük çapl› bir turne yapmay› baflard›k mesela, Macaristan, Bulgaristan... Anlamaya çal›flan, mesai harcayan, bunu size hissettiren bir seyirci var oralarda. Gökçe: Bulgaristan’da punk’vari bir kitle vard›. Bizi Sonic Youth’tan önce çalarken dinleyen, sonra da arkadafl oldu¤umuz birinin vas›tas›yla gitmifltik, herkes ezbere biliyordu bizim flark›lar›, Türkçe bilmeseler de. (gülüyor) Konserlerinizde heavy metal’e kaçan anlar oluyor gibi geliyor mu size? Gökçe: Evet. ‹z b›rakm›flt›r metal bizde, sonuçta bize müzik yapma karar›n› verdiren, y›llarca u¤raflmam›za sebep olan metaldir, sonradan bozulmufl olsak da. (gülüyor) Orçun: Metalin üst türlerini dinlemifl olmak da bence müzik anlay›fl›m›z› gelifltirdi. S›rf hard rock dinleseydik, salam gibi flark›lar yap›yor olurduk. (gülüyor) Gökçe: O yafllarda metal çok net mesajlar veriyor. Ortaokulda okuyan bir gencin oturup Zen dinleyebilece¤ini sanm›yorum mesela. Siz nas›l geldiniz Zen’e? Gökçe: Günefl Gençlik dergisinde bir tak›m gruplarla söylefliler yap›yorlard›, genellikle heavy metal gruplar›yd› bunlar. Bir bakt›m, Zen diye bir grup. Ama gitar de¤il, kitar yazm›fllar, ben de ortaokullu bir salak olarak “baflka bir fley mi çal›yor bunlar” diye düflünmüfltüm. Foto¤raflar› da
nefesleri, farkl› kaynaklardan zikirler de bu denegaripti. Lisede dinledim Zen’i, ilk anda içine alyimi yafl›yorlar, biz bunu kendi enstrümanlar›m›zmam›flt›, yavafl yavafl ald›. la yap›yoruz. “Maruf”taki dualar›n ruh hali de çok Bark›n: ‘94’te izlemifltim ben Zen’i. 15-16 yaetkileyici, o müzi¤in bütünlü¤ü içinde hele. fl›mda faland›m. Gökçe’yle, Orçun’la bir araya geGökçe: “Maruf” için çeflitli dergâhlarda çeflitli zilip müzik yapmaya karar vermifliz, ama heavy metal’den de s›yr›lmaya bafllad›¤›m›z dönemler. kir âlemlerine kat›lmak zorunda kald›m, ama çok Zen’in süreci h›zland›rd›¤›n› düflünüyorum. da hoflnut olmad›m oralarda bulunmaktan. Gökçe: Zen’i görünce “ne düflünüyorsun, ne istiBark›n: Zikirden sonra “maç kaç kaç” diye soranlar, cep telefonuyla konuflanlar... (gülüyor) yorsan yap” gibi bir noktaya geldim. Cesaret veriGökçe: Cerrahilerde eskiden gelen gelene¤i deci durum vard› Zen’de. “Suda Bal›k” albümü mütvam ettiren ciddi bir durum vard›. Ama bir aparthifltir. 2/5 BZ de bir o kadar etkileyiciydi. man›n bodrumunda çakt›rmadan kurulmufl bir Bark›n: Baba Zula’n›n “Tabutta Rövaflata”s› da dergâhta mahallelinin geldi¤i zikirler daha farkl›. öyle. ‹lk ç›kt›¤›nda günlerce dinlemifltik albümü. Onlar›n inand›¤› fleye inanmayarak bak›nca iyice Tam Replikas’›n kurulufluna da denk gelmiflti. yabanc›lafl›yorsun. Fakat hiç de bize anlat›ld›¤› giSelçuk: O heavy metal’den geçiflte benim için bi korkutucu bir durum da yok ortada, herkesin yol aç›c› olan, kafa açan Nekropsi olmufltu, onlar ciddiyetle koptu¤u bir durum da yok. Küçük çoda çok önemli. “Zerre”, bir bar olarak bildi¤imiz Peyote’nin yacuklar sa¤da solda koflturuyor, kad›nlar yemek y›nlad›¤› ilk albüm. Nas›l bir yer Peyote sizin yapm›fl, sohbet ediliyor. Rahatlar yani. Daha çok için? fley bilen bir adam bir tak›m menk›beler anlat›yor Orçun: Kurtar›lm›fl bölge. Kendi müzi¤ini yapan gençlere. Bir nevi okul gibi. Zikir k›sm›na gelince, abart›l› flekilde yerde k›vrananlar da var, bazen k›gruplar orada toplan›p istedikleri gibi çalabiliyorz›l›yor onlara “poz yapmay›n” diye. Her tür tip var, lar, bir denetim mekanizmas› yok, bu bile yeterinaynen okul gibi, inanm›fl› da var, serserisi de. ce önemli. Çok iyi müzik yapan gruplar da ç›k›yor. Orçun: Yeni Sinemac›larla “Takva” için Tünel’de Gökçe: Birçok barda olmayan bir fley, bir sürü bir binada zikir çal›flmalar› yaparken polis basgenç grupla tan›flabiliyorsun, konuflabiliyorsun. m›flt›. Birileri flikâyet etmifl. Girer girmez adamlar Kendi müzi¤ini yapan gruplar görebilece¤in baflChe Guevara posteriyle karfl›laflt›, “ilk defa bunu ka bir yer yok. gördü¤üme seviniyorum” dedi adam. (gülüyor) Sizin Zen’de gördü¤ünüz özgürleflme halini RepBir de kilise tecrübeniz olmufltu. O ne içindi? likas’ta gören gruplar var m› Peyote’de? Orçun: Var tabii, bizimle Vücut d›fl› bir deneyim sunuyor müzik çalmak. Bektafli paylafl›yorlar, bizden cesaret ald›klar›n› söylüyorlar. nefesleri, zikirler de bu deneyimi yafl›yorlar, biz bunu Her yapt›¤›n avangard olkendi enstrümanlar›m›zla yap›yoruz. muyor, ama o yolu bulana Bark›n: Salzburg’da yaflayan bir arkadafl›m›z var, kadar da baz› badirelerin atlat›lmas› gerekiyor. bir vak›f, bu arkadafl›m›zdan, Michael Haydn’›n Yeni gruplara “flöyle yap, böyle yapma” diyecek eserlerinin de içinde olaca¤› bir proje yapmas›n› halimiz yok. bu bir süreç, müzi¤i sevdi¤i ölçüde istemifl. Ben, Burak ve Ahmet Alt›ner ilgilendik. zaten kendini gelifltirecek. Bizden istenen, Haydn’›n bir eserinin org ve elekGökçe: Evet, “hep beraber tak›l›yoruz abi” tavr›n› tronikler için düzenlenmesiydi. Kilise orguyla ilgikimse çok uzun süre sürdüremez zaten. lenmeyi de istiyorduk, haz›r böyle bir ifle girmifl“Tabutta Rövafla” Türkiye’de yap›lm›fl en güzel film müzi¤i albümlerinden biri, Ahmet U¤urken, befl bölümlük kendi bestemizi yapt›k. Kilise lu’nun karakteriyle de çok uyuflan bir müzik. orgu, zaman› için çok geliflmifl bir synthesizer. “‹ki Genç K›z”›n Behiye’siyle Replikas aras›nda Mekânla da birleflince çok acayip bir ses kay r böyle bir örtüflmeden söz edilebilir mi? na¤›. Bonn konseri kay›tlar›n› MySpace’ten ya- u m Gökçe: Behiye’nin öfkesini duydu¤umu hissediy›nlad›k geçenlerde. Bir de turnesi oldu çünkü i t y o iflin, Almanya, Avusturya, dolaflt›k. Kiliseler- A yorum o müziklerde. Ama Behiye o müzikleri dinde çok ciddi bir noise yapma f›rsat›m›z oldu. y ler miydi dersen, dinlemezdi herhalde. a r (gülüyor) “Maruf”taki dua bölümleri de sanki orada müzi E Burak: 70 bin nüfuslu bir kasaban›n kilisesin¤inizi tamaml›yor, hem de genel olarak müzi¤i l de çald›k mesela. Yafll› bafll› insanlar›n böyle o nizde bir yere oturuyor. Zikir gibi kapt›rmay›, di r E bir fleyle karfl›laflmas› da ilginçti do¤rusu. nin alan›na giren meselelerle ilgilenmeyi sevi e v Bir tür Nazilli durumu olmufl... yorsunuz, ama din üzerinden de düflünmüyorsu r e Burak: (gülüyor) Konserin ilk bölümünde ga- M nuz. fiöyle bir dize var “Zerre”deki “Dulcinea” : flark›s›nda: “Din olur, ruh inanmaz.” yet mutlulard›, bizim bölümde kulaklar›n› t›ka- i fl e Orçun: Vücut d›fl› bir deneyim sunuyor müzik çalm›flt› herkes. Kilisenin pederi elimizi s›kmad› l y ö mak, farkl› fleyler yafl›yorsun çalarken. Bektafli sonra. (gülüyor) S ➜23
Fatih Yaflar [
[
“K›y›lar›n Ard›”ndan yepyeni sesler yükseliyor. Kâz›m Koyuncu’nun yoklu¤unun ac›s› sürerken, Tanju Duru’yu da¤larda kaybetmenin yas› tutulurken zirvelerden seslenen Fatih Yaflar, “K›y›lar›n Ard›”yla bir devam gücü veriyor. Pazar ve Ardeflen’de büyümüfl Yaflar’›n Kalan’dan ç›kan ilk albümünde Erkan O¤ur, Tanju Duru, Serkan Ça¤r›, Ali R›za Albayrak, Selim Bölükbafl›, Ka¤an Y›ld›z gibi müzisyenlerin yan›s›ra, Karadeniz’de yaflayanlar›n sözleri, sesleri, müzikleri de duyuluyor. Kente itinayla tercüme edilmifl bu yeni Karadeniz müzi¤inin ard›n› arkas›n›, ‹stanbul’un orta yerinde “çarçi çarçi çi çi çi” diye ba¤›ran ufla¤›m›zdan dinliyoruz...
UÇURUma Ba⁄›RmaK
Albümün ad› ve kapak, Karadeniz’in zirvelerine tafl›yor bizi. Foto¤raf› da siz çekmiflsiniz... Fatih Yaflar: Kaçkarlar’›n Avusor
Yaylas›’nda yer alan 3 bin metredeki bir göl. “K›y›lar›n Ard›”, sahil yolundan sonra Karadeniz’in art›k kalmayan k›y›lar›na bir gönderme. Rize - Pazar’da do¤up büyümüfl biri olarak k›y›larla iliflkiniz nas›ld›?
Çocuklu¤um k›y›larla hafl›r neflir geçti. Evimizle denizin aras› 15 metreydi. Tekneler, filenkler vard›,
çok iyi bir bal›kç›yd›, mahallenin atom delikanl›lar›ndan. Day›m önce govidi tutard›, zaten saf bir bal›k oldu¤u için kolayca her yeme gelirdi. Bir hamsiymifl gibi keserdi onu jiletle, kancas›na ba¤lard›, sonra da uzun ince bir tafl› özel bir teknikle ba¤lard›. Öyle ba¤lard› ki tafl›, olta tam suya düfltü¤ünde tafl da düflerdi. Yavafl yavafl çekerdik bal›k geliyormufl gibi ve o arada sargan› tutard›k. Govidi iflte bir tek o ifle yarard›, ama oralar›n sembolüydü. K›-
Karadeniz’den ç›k›p gelmifl insanlar olarak Kâz›m Koyuncu’yu örnek al›yorduk. Ondan sonra biz sessizlefltik. Onun dünyay› kucaklayan ayk›r› durufluna öykünmeliyiz. –ya¤lanarak, tekneleri k›y›ya çekerken kullan›lan tahtalara filenk denir, biz çocuklar ba¤›ra ça¤›ra halatlar›ndan tutup onlar› iterdik. ‹lk çinekop tuttu¤umda, ki güzel bal›klardan biridir, dört yafl›mdayd›m. Denizle yaflamaktan çok mutluydum, dalgalar›ndan, uzakta çakan flimfleklerinden... K›fl›n, yaz›n, her mevsim denize girerdik. Hele ya¤murda denize girmenin tad› bambaflkad›r. Pazar’›n So¤uksu mahallesinden bahsediyorum. Kad›nlar da rahatl›kla denize girerdi, annem de orada büyümüfl. Ayd›n bir yerdi, biz de bunun son demlerine yetifltik. Bizim için deniz hayatt›, oran›n döngüsüydü, dönüflümü sa¤layan bir fleydi.
y›da yaflayan bir bal›kt›, sahil yolundan sonra art›k oralara govidi gelmesi mümkün de¤il. Bir sembol olarak govidi belki de bizdik, bizim çocuklu¤umuzdu. Onunla beraber bir sürü fley gitti. Endemik bir hayat var orada, planktonlarla beslenen, bizim görmedi¤imiz mikroorganizmalar var. Yosunlar onlarla besleniyor, govidi yosunla besleniyor, govi-
diyle sargan besleniyor, sarganla insanlar... Ama bu zinciri bozdu¤unuz zaman, derelerin getirdi¤i at›klarla, yukar›daki hastanenin at›klar›yla beslenen bal›klar olacak. O bal›kla beslenen baflka türlü insanlar, yeni bir kuflak gelecek. ‹leride Çernobil gibi, Karadeniz’de daha da büyük kanser vakalar›n›n ç›kaca¤›n› düflünüyorum. Kâz›m Koyuncu da sa¤l›¤›nda k›y›lar›n kurtar›lmas› için epey çaba harcam›flt›. Çok yak›n bölgelerde yetiflmiflsiniz. Tan›flm›fl m›yd›n›z onunla?
Evet, o Hopal›, daha yukar› bölgelerden. Tan›flt›k ayaküstü, sohbet ettik, ama koyu bir arkadafll›k olamad› ne yaz›k ki. Bu albümdeki birkaç flark›y› demo olarak kaydetmifltim, ona götürecektim: “Abi bak, ben böyle bir fleyler yap›yorum, akustik, daha dünya müzi¤ine yak›n fleyler. Ne dersin, bana yard›mc› olur musun?” diye soracakt›m ona. O günlerde hasta oldu¤u haberini ald›k. Müzi¤imi hiç dinletemedim ona... Bizler Karadeniz’den ç›k›p
gelmifl, onun gibi hayatlar yaflam›fl insanlar olarak Kâz›m Koyuncu’yu örnek al›yor, ona öykünüyorduk. Ondan sonra biz sessizlefltik. Her taraf sessizleflti. Bence daha da sessizleflmesi lâz›md›. Dünyada büyük adamlar kayboldu¤u zaman ard›ndan hep bir yalpalama dönemi gelir. Öykünülmesi gereken Kâz›m Koyuncu’nun sahnedeki duruflu, yorumu de¤il, ayk›r›l›¤›d›r bence. Onun dünyay› kucaklayan ayk›r› durufluna öykünmeliyiz. Müzik sadece çal›n›p söylenen bir fley de¤il. Derslerde hocalar›m›zla hep bundan da söz ederdik, müzik asl›nda konuflulmas› gereken, yaz›l›p çizilmesi, okunabilmesi gereken bir fley. Kâz›m Koyuncu da çok güzel konufluyordu. Selahattin ‹çli, Türk müzi¤inin duayenlerindendir, bizim hocam›zd›, bir gün derste “sanatç› kimdir” diye sordu, herkes cevap verdi: “Sanatç› çok güzel çalan, söyleyen, durufluyla, giyinifliyle örnek olan...” Hepsi do¤ru, ama onun bir tan›m› vard› ki, muhteflemdi bence, hepsini içine al›yordu: “Sanatç›, sanat›n› bir
fiimdi oraya gitti¤inizde neler hissediyorsunuz?
Bir mazi var ve o mazinin üzerinden geçmifl asfalt› görüyorsunuz. Bizim kayalar›m›z›n isimleri vard›; Karakaya, Birinci Kaya, ‹kinci Kaya, Palamut, Canavar Kaya, Delikli Kaya... O kayalarla iliflki kuruyorduk. Palamut’ta çok midye olurdu, Karakaya’da güzel çupra olurdu, biz tarakl› deriz, mezgite laxo deriz, hamsiye kapça... Komik bir de bal›k vard›, govidi. Nas›l bir bal›k govidi?
Yenmeyen bir kayabal›¤›yd›. fiapflal bir bal›k. K›y›larda olurdu, garip bir solungac› vard› alt›nda, onu vakum yapard›, kayalara yap›flmas›n› sa¤lard› o vakum. Dalga da gelse sapasa¤lam kal›rd› kayada. O bal›k o dönemlerde sargan –zarganaya sargan derdik– tutmaya yarard›. Day›m 24➜
ç ü g z Ö l › n A : o t o F
köfleye koyduktan sonra da kendini dinletebilen insand›r.” Albümde derlemeci kiflili¤inizle de öne ç›k›yorsunuz. Çocuklu¤unuzda, gündelik hayatta müzi¤in yeri neydi? ‹liflkiniz nas›ld› seslerle?
Hayat›n içinde müzik vard›. En basit örnek, dedenizle bir ormandas›n›z ve büyük bir a¤ac› kesmeye çal›fl›yorsunuz. Elinizde iki tarafl› h›zarlardan var, siz bir ucundan tutuyorsunuz, dedeniz bir ucundan. O h›zar› bir ritmle çekmeniz gerekir, 1, 2, 3, 4 diye. 1, 3 diye çekerseniz h›zar yamulur. Bir flekilde ritmle büyüyor insano¤lu. Kanada’da da böyle, Afrika’da da böyle. Sesleri oluflturan, do¤an›n kendisi. Orada hiç yetiflmeyen bir a¤açtan enstrüman olamaz o memlekette. O co¤rafyaya ayak uyduramayan bir hayvan›n derisinden bir müzik aleti olamaz. Tulum sadece keçi derisinden olur, çünkü orada fazla koyun yoktur. Çok sarp oldu¤u için sadece keçiler dolaflabilir orada. ‹lk enstrüman›n›z neydi?
Küçük bir dijital piyano. Ona müzik aleti denemez. Okulda ö¤rendi¤im flark›lar›, annemin söylediklerini, ninnileri ç›kartmaya çal›fl›rd›m. Evde her türlü müzik dinlenirdi. Annem Selda Ba¤can severdi, babam Bar›fl Manço... Pazar çok d›fla aç›k, kozmopolit bir yerdi. Eskiden Atina sanca¤› denirmifl. Üç yüzy›l önce bir Osmanl› salnamesinde Pazar’da yüzde on Musevi, yüzde yirmi H›ristiyan, yüzde yirmi Venedikli’nin yaflad›¤›, ötekilerin Müslüman oldu¤u yaz›lm›fl. Böyle garip bir yer. Müzik de bunlar›n bir
dinledi¤i müziklerden çok etkilenmifltim. Kimsenin dinlemedi¤i kal›n sesli bir adam› dinlerdi, Ruhi Su’yu... Zülfü Livaneli’yi çok severdim. 1997’de Artvin’e konsere gelmiflti, çok ya¤mur ya¤m›flt›. Ben orada olmakla övünürüm. Grup Helesa vard› ben ö¤renciyken, solistleri Ayflenur Kolivar’d›, onlar Ermenice, Rumca parçalar söylüyorlard›. O gruptaki Kenan Yaflar benim fizik hocamd›. Artvinli Gürcüydü, onu çok severdim, kendime örnek al›rd›m. Bir yanda minübüsteki türküler, bir yanda bunlar, bir yandan dünyay› anlamaya çal›fl›yorsunuz, Marx’›, ansiklopedileri kar›flt›r›yorsunuz. Türk müyüz acaba, de¤il miyiz, bunlar› sorguluyorsunuz. Yaylaya ç›kar m›yd›n›z?
Bazen, ama yaylac›l›k kültürüyle büyümedik. Albümde tepeler, da¤lar çok yo¤un hissediliyor. K›y›lar›n müzi¤iyle ve dans›yla da¤lar›nki aras›nda keskin bir fark var, de¤il mi?
Asl›nda bu meridyenlerle ilgili bir fley, Do¤u’yla ve Bat›’yla ilgili. Trabzon taraf›nda çok h›zl› kemençe çal›n›r, bizim horonlarda böyle bir fley yok. 5/8’lik bir horon vard›r bizde, ama Trabzon’da çok daha h›zl›d›r. Artvin’deki horonlar Kafkaslara daha yak›nd›r, ama bahsetti¤im bu dört yerde, tamam›yla tulumla horon oynan›r. Kemençe, akordeon yoktur. 5/8’lik horonlar vard›r, yavafl bafllar, k›vrak bir yere do¤ru gider, Hemflin türküleri daha da h›zl›d›r, ama hiçbir zaman Trabzon’daki gibi titretmeler yoktur. Do¤u ve Bat› birbirinden epey
Hocam›z Selahattin ‹çli’nin bir sanatç› tan›m› vard› ki, muhteflemdi bence: “Sanatç›, sanat›n› bir köfleye koyduktan sonra da kendini dinletebilen insand›r.” neticesi. Erol Evgin flark›lar›n› çok severdim. (m›r›ldan›yor) “Bir o yana bir bu yana / Saç›na güller takay›m”. Bu benim ilk flark›md›, Coflkun Demir’in, annem de hep söylerdi. Bir yandan dü¤ünlerde o tulum seslerini duyuyorsunuz, insanlar›n türkülerinde, konuflurkenki müziklerinde o yöresel havay› al›yorsunuz.
farkl›. Ben horon biliyorum diyorsunuz, ama bak›yorsunuz, onlar›n horonuyla hiç ilgisi yok. Amcamla birlikte dünyay› alg›lay›fl›m da de¤ifltikçe, ba¤lamaya, özgün müzi¤e ilgim artt›. 19 yafl›mda üniversiteyi kazanana kadar bat›ya gitmifl bir adam de¤ilim. Küçük bir yerdesiniz, ama dünyaya yak›nlaflmaya çal›fl›yorsunuz.
Hep Pazar’da m›yd›n›z?
Sadece ba¤lamayla de¤il, klasik gitarla da yak›n iliflkiniz var...
Benim yaflad›¤›m bölge bir karedir; Pazar, Hemflin, Çaml›hemflin ve Ardeflen bir kare oluflturur, bu karenin üzerinde Kaçkar Da¤lar› vard›r, ortada da “T” harfi gibi F›rt›na Deresi akar. Mustafa S›rtl›’n›n bir türküsü vard›r mesela, “Pazar, Hemflin, Çaml›hemflin, Ardeflen / Var m› benim gibi sevdaya düflen...” Bu benim çocuklu¤umun en unutulmaz, bütün o y›llar› özetleyen flark›s›. Bunlar› hep minibüslerde dinledim. Ailede enstrüman çalan var m›yd›?
Dedem kemençe çalard›. Annemin amcas› tulum, kaval, day›s› ba¤lama çalard›. Sürekli müzik dinleyen, müzi¤i seven bir aileydi benimki. Ortaokul y›llar›nda solcu amcamdan, onun
Klasik gitar› çok severek dinlerdim, ama çalm›yordum. Çok geç bafllad›m, 21 yafl›ndayd›m. Konservatuarda ba¤lama bölümündeydim, ama bir flekilde dünyaya yak›nlaflmaya çal›fl›yordum. Kontrbas, viyolonsel seslerini de çok severdim. Konservatuara gelmeden önce kendi mahallî kültürümü bu müzi¤e tafl›mak gibi bir meselem yoktu; daha do¤rusu, müzik diye bir meselem yoktu. ‹stiyorum ve yap›yorum, her fley bu kadar basitti. Gitara geçiflim Cemal Reflit Rey Konser Salonu’ndaki bir konserde oldu. Bekir Küçükay’› dinliyordum, tek bir enstrüman vard›, “bu enstrüman beni ifade ediyor”
dedim. O gün gitar ö¤renmeye karar verdim. Eskiden gitar› popüler bir fley yapmaya çal›flan insanlar›n enstrüman› gibi alg›l›yordum, ama orada baflka bir fley oldu¤unu, insanl›kla ilgili bir enstrüman oldu¤unu kavrad›m. Tek bafl›na bir enstrüman çok yeterli olmayabiliyor bazen, ama piyano, gitar gibi enstrümanlar, onlar›n çokseslili¤i insanl›¤›n geliflmiflli¤ini gösterir. O günlerde gitarda ilerlemeye karar verdim, “evet, geç olabilir, ama flimdi bafllar, düzenli çal›fl›rsam, 35 yafl›mda iyi bir gitarc› olabilirim” dedim. Bakt›m, Ahmet Kanneci mesela, geç bafllam›fl gitara. Gitar, müzi¤i daha iyi düflünmemi sa¤lad›. Herhangi basit bir cümleyi nas›l geniflletebiliriz diye düflünmemi, bak›fl aç›m›n genifllemesini sa¤lad›. Yapt›¤›m bütün aranjmanlar gitar üzerine düflünülerek yap›ld›. Sizi ‹TÜ Devlet Konservatuar›’na götüren süreci anlat›r m›s›n›z? Çanakkale ve Ankara’dan geçerek nas›l ‹stanbul’a geldiniz? Ardeflen’de dershane dönemi bafllad›. Bizim gibi gençler için üniversite oradan ç›k›flt›, ben Ankara’da okumay› çok istiyordum, ODTÜ Felsefe istedim, o dönem daha h›zl›, daha ateflli bir solcuydum, “ben de Samsun’dan Ankara’ya yürüyece¤im” derdim. (gülüyor) Ankara olmad›, Çanakkale’de iflletmeyi kazand›m, hiç bana göre de¤ildi. Yar›m dönemin sonunda okulu b›rakt›m. Bir bavulum, bir ba¤lamam vard›, Ankara’daki arkadafllar›ma
26➜
gittim. Bir buçuk sene Ankara’da Anadolu Halk Ezgileri Toplulu¤u’yla müzik yapt›m. Arap, Kürt, Alevi arkadafllar›m›z vard›. Orada Türkiye’nin müzi¤ini daha iyi anlad›m. O zamanlar hayalim ‹stanbul’a gelip müzik yapmakt›. Çok sevdi¤im müzisyenler vard›; Erkan O¤ur’a bay›l›yordum mesela, bak›yordum nereden mezun diye, ‹TÜ Temel Bilimler, Erdal Erzincan çok güzel ba¤lama çal›yor, hayran›m, o da oradan mezun. Bu arada babam beni hâlâ Çanakkale’de ö¤renci san›yor, para gönderiyor. (gülüyor) Nas›ld› ‹stanbul’la ilk karfl›laflma? Ankara Gar›’ndan Kurtalan Ekspresi’yle Haydarpafla’ya geldim. Elimde yine bavulum, s›rt›mda ba¤lama. Tam Türk filmlerindeki adam! (gülüyor) Ne yapaca¤›m, ‹TÜ’nün s›navlar›na girece¤im. Ege türküsü çal›flaca¤›m, “Ah bir atafl ver”... Okula gidiyorum, büyüleniyorum, Bo¤az’› görüyor tepeden, çok güzel. Orada kalmak istiyorum. Hiç beklemiyordum, s›navda ikinci olmuflum. Öyle bafllad›. Biraz kendime geldim, demek ki oluyormufl dedim. O zamanlar Cemal Reflit Rey konserleri ö¤rencilere ücretsizdi, ben hiç ç›kmazd›m oradan. Görmemifl bir adam olarak dünya müzi¤ini orada tan›d›m. S›cakt›, koltuklar rahat, bir sürü insan gidip geliyor, klasik müzik, caz... Derlemecilik nas›l bafllad›? Albümden önce, “Pazar-Ardeflen ve Köylerinde Destan Söyleme Gelene¤i” bafll›kl› tezinizle bu alanda
bir ilke imza atm›fls›n›z. Ben eskiden beri hep eski kültürlere, eski nesnelere merakl›yd›m, biraz eskiciydim. Anneanneme, babaanneme hep sorard›m, bana dü¤ünlerini, k›na gecelerini anlatmalar›n› isterdim. Öyle bir fley yapay›m ki, ilk kez ben yapm›fl olay›m diye düflündüm ve içinde Lazca türkülerin oldu¤u bir tez yazmaya karar verdim. Orada destan a¤›t›n karfl›l›¤›d›r ve bir fliir formudur. Biz söze, güfteye turki deriz, müzi¤e kaide. “Benim babam›n bir türküsü vard›r” dedi¤inde biri, babas›n›n yazd›¤› sözü kastediyordur. Yazaca¤›m tezde özgünlük olsun istedim. Lazca destanlar on bir heceyle yaz›lm›fl, formu da a/a/a/b’dir ve o b hiç de¤iflmez. fievval Sam’›n “Karadeniz” albümünde “Ahmedum” vard›r mesela, Nokta Ana’n›n destan›, “Bir
yaz ç›kt›k yaylalara, da¤larda derelerde gezerken yeni insanlar, yeni müzikler, öyküler ç›kt› karfl›m›za. “Biçtum Çayir Çimeni” böyle mi ç›kt›? Tobira (Afla¤› fiimflirli) köyünde yaflayan Emine fiahin’den ç›kt› o türkü. Muhteflem bir babaanne, bilge bir kad›n, ona âfl›¤›m ben. Evini görünce büyülendim, bulutlarla arkadafll›k ediyorsunuz orada. 35 y›l önce eflini kaybetmifl, ona yazd›¤› destan› okudu, onun ad› da Ahmet’mifl: “Çiçekler içinde ben seni seçtim / Baflka çiçeklere bakmay›p geçtim / Yarun mera¤unden sarar›p soldum / Senden sonra hep solay›m Ahmedum” diyor. Öyle güzel bir kompozisyon ki. “Babaanne” dedim, “sen flu ora¤› eline al›p bahçeye girer misin, ben de seni kameraya çekeyim”. Ald› hemen ora¤›
Ben Harper’›n kay›tlar›na hayran›z, “K›y›lar›n Ard›”nda ona öykündük. Onda da gaz yoktur, sadece müzik vard›r. Çok geleneksel bir albüm de¤il bu, ama yöresel bir albüm. tükenmez derde düfltüm Ahmedum” diye biter. Kanserden ölen insanlara yaz›lm›fl çok uzun destanlar vard›r. Daha modern, komik destanlar da vard›r, mesela “Lahana Destan›”nda adam lahanan›n nas›l piflirildi¤ini anlatm›fl. Ben de o formu bildi¤im için, yaz›l› kültüre de geçirilmedi¤i için bu tezi yazmaya karar verdim. Madem teknoloji de geliflti art›k, bu derlemeleri video kamerayla yapay›m dedim. Eskiden plaklarla yap›l›rm›fl derlemeler. Bir
eline ve o anda bafllad› uydurarak söylemeye. Bir yandan ot biçiyor: “Biçtum çayir çimeni / Biçtum kurutemedum / Her fleyi unuttum da / Yari unutemedum” diyor. “O kadar hastayim ki / Su alemem çeflmeden / Ben belki elece¤im / Bir de seni görmeden...” Babaanne de benim müzi¤e karar vermemde bir k›r›lma noktas› oldu. Fikret K›z›lok nas›l Âfl›k Veysel’le karfl›laflt›¤›nda bir karar verdi, ben de babaanneyle tan›fl›nca bir karar verdim. S›k s›k
arar›m onu, sohbet ederiz. 75 yafl›nda ve en büyük korkular›mdan biri onu kaybetmek. Kendi babaannem k›skan›yor onu, onun torunlar› beni k›skan›yor. (gülüyor) Tezdeki bütün destanlar Lazca m›yd›? 15 destan vard›, on tanesi Lazcayd›. Türk Müzi¤i Devlet Konservatuar› ad› alt›ndaki bir kurumda bu tezin yaz›lmas› çok önemliydi. O dönemde bas›nda epeyce haber oldu. Bu tez yüzünden okulu yar›m dönem uzatmak zorunda kald›m, Süleyman fienel adl› bir hocadan döndü tez, Laz müzi¤i diye bir fley olmad›¤›n› iddia etti. Bir ney hocam vard›, Ali Y›lmaz, o ayn› tezle beni geçirdi AA vererek. O bölgenin insanlar› herkesle rahat rahat Lazca konuflmuyor, hatta bildikleri halde bilmediklerini söyleyenlerle de karfl›lafl›yor insan. Ama kendi f›kralar›n› anadilde anlatt›klar›nda daha bir içten kahkaha att›klar›na da tan›k olduk. Son dönemde bir bilinç oluflmaya bafllad›, ama insanlar›n bu yarg›lar›n› oluflturan bir devlet politikas›, bunun üstünde de bir dünya politikas› var. Bu sadece Lazcayla, Kürtçeyle bitmiyor, çok global bir erozyon. Lazca bir fley söylüyorum örne¤in: “Nosi fluka varonçi mekitaxa gaybana.” Bu bir Laz atasözü, çevirisi de çok güzel, bay›l›rs›n›z: “Ak›l h›yar de¤il ki, yar›s›n› k›r›p sana vereyim.” (gülüyor) Türkçesi de güzel ama, bunu Lazca söyledi¤im zaman baflka bir fley oluyor. Siz Laz m›s›n›z? Lazca konuflulur muydu evde? Bizimkiler Hemflinli, Laz de¤il. Evde Türkçe konuflulurdu. Yine de Lazlarla beraber sahilde büyüdü¤üm için Lazcay› bilirim, konuflurum. Albümde Y›lmaz Yeflilyurt’la ortak gibisiniz. O da sizin taraflardan m›? Her fleye Y›lmaz’la beraber karar verdik, beraber yapt›k. O Sivasl›, ama ‹stanbul’da do¤up büyümüfl. ‹TÜ’den arkadafl›m, benden çok daha iyi biliyordu dünya müzi¤ini. Albümün bütün düzenlemelerini, kay›tlar›n› bafltan sona birlikte yapt›k. Albüm tamamlad›ktan sonra Y›lmaz’la oturup “bu albümün hiçbir fleyi iyi de¤ilse bile sözleri güzel, bu da yeter bize” demifltik. Bu topraklardaki bütün halk müziklerinde sözdür önemli olan. Dert sözü söylemektir, müzik hat›rlamaya yarar. O yüzden halk müzikleri karmafl›k de¤il, çok basittir. ‹nsanlar daha sonra sözleri hat›rlayabilmek için müzi¤i uydurmufl gibidir. Albümdeki sözler çok önemli: “Ne olurdi dunyada / Sevenler ayrilmasa / Yardan ayri gunlerum / Ömürden sayilmasa...” Bunun baflka k›talar› da vard›, ama müzikle olmad›, baflka sözler lâz›m diye düflündüm, gittim, Çaml›hemflin’deki arkadafl›m Mustafa Ku-
yumcu’dan rica ettim, söyledi: “Dereye karfli beri / Köpri olsa geçerdum / Bu mera¤un ustine / Raki olsa içerdum // Gel gidelum pazara / Sallama çalileri / fiube askere alma / Yeni sevdalileri...” Müzikal komplekslerim var, do¤ru akoru basmak, do¤ru tonda söylemek gibi. Eskilerde bu da yokmufl, çok daha hayattan, yafland›¤› gibi söylenirmifl. Bunun kötü bir fley oldu¤unu düflünüyordum bafllarda, bunu anlad›¤›m zaman demek ki biz bozulduk dedim. Ama flimdi bunun fark›nda olmak, yapt›¤›n›z ifli daha dürüst ifade etmenizi sa¤layabilir. Bugün müzikal komplekslerim oldu¤unu söyleyebiliyorum. Kente yak›n duran bir müzik yapm›flss›n›z, yerellik fonda duruyor ama bask›n de¤il. Bu özelli¤iyle öteki Karadeniz albümlerinden ayr›l›yor. Sizin ‹stanbul’a uyumunuzu, dünya müzi¤ine aç›lman›z› müzik üzerinden de izliyoruz. ‹lk parçada, “Sirlarumi Söyledum”daki “Bozo” vokalinde bu özellikle dikkat çekiyor. Bir de dipten gelen Modern Folk Üçlüsü havas›... O vokali Erkan O¤ur ekledi, çoksesli birkaç fley yapt›k. fiaflaas› yok albümün. Kay›t yaparken en do¤al, yal›n nas›l kaydedebiliriz diye u¤raflt›k. Vokallerde de ekolar, reverb’ler yok, çok akustik. Ben Harper’›n kay›tlar›na hayran›z, bu albümde de ona öykündük. O bizim için çok önemli bir adam, onda da gaz yoktur, sadece müzik vard›r. Çok geleneksel bir albüm de¤il bu, ama yöresel bir albüm. Hasan a¤abey (Salt›k) ilk dinledi¤i zaman, “bu flehir Karadeniz müzi¤i olmufl” dedi. Albümün özgünlü¤ü bence burada. Albümdeki müzik benden farkl› de¤il, nas›l konufluyorsam öyle söylüyorum. “‹lk dinledi¤imde pek sevemedim, ama flimdi her gün dinliyorum” diyenler oldu. Zaten böyledir müzik, bir fleyi ilk defa dinledi¤inizde hemen be¤endiyseniz, onu mutlaka bir fleye benzetmiflsinizdir. ‹lk dinledi¤inizde kula¤›n›za garip geliyorsa onun bir özgünlü¤ü vard›r ve zamanla ona al›flmaya bafllars›n›z. Ben bunu yaratmay› amaçlad›m.
Daha önce fievval Sam’›n “Karadeniz” albümünde dinledi¤imiz “Sirlarumi Söyledum”, burada Erkan O¤ur’un dokunuflu, Tanju Duru’nun kayd›yla bambaflka bir parçaya dönüflmüfl. Bu albümün miksini Ömer Avc› yapt›, sadece “Sirlarumi Söyledum”un miksini Tanju Duru yapt›. O parça sayesinde Tanju Duru’yu, Erkan O¤ur’u tan›d›k. Erkan a¤abey, biliyorsunuz, ‹smail Hakk› Demircio¤lu ile çal›fl›yor, o da Pazarl›d›r. Erkan a¤abey ile ‹smail a¤abeyin birlikte yapt›¤› iflleri çok seviyoruz. ‹smail a¤abey de bizim bölgeden ç›km›fl ve perspektifi geniflletmifl bir müzisyen, halk türkülerini çok güzel yorumlayan biri. Tanju Duru’yu o talihsiz bir kazada kaybetmeseydik, belki gelecekte onunla çal›flacakt›n›z. “K›y›lar›n Ard›”n› çok be¤endi¤ini söylemifl çevresindekilere.
seçmiflsiniz. Vokali süslerken otantik olmaya, çok modern t›nlamamas›na özen göstererek kulland›m sesimi. Enstrümanlar baz›nda yapt›¤›m›z müzik zaten modern, ama ben sesimde geleneksel bir hava yakalamaya çal›flt›m. Popüler Karadeniz müzi¤i üzerine ne düflünüyorsunuz? Komiklik yaparak ve yöresel flive kullanarak tam da insanlar›n duymak istedi¤i bir Karadenizli portresi çiziyorlar. O köylü tipi prim yap›yor. Ayn› fley Do¤u müzikleri için de geçerli. ‹nsanlar›n yumuflak kar›nlar›n› okflad›lar, ajitasyon var burada. Türlü bilinçsizlikler de yap›l›yor flovenistçe. Hrant Dink’in katiline övgüler ya¤d›ran beste bunun örne¤idir. Ben bu insanlar› bir müzik icrac›s› olarak göremiyorum, hiçbir flekilde müzikleri kafam› meflgul etmiyor. Günü kurtaran flark›lar yapan tüccarlar onlar. Özcan Alper’in “Sonbahar” filmiyle sizin albümünüz ayn› zamanda ç›kt› karfl›m›za. Yepyeni bir Karadeniz alg›s›, duyuflu diye düflündük. Siz filmi izlediniz mi? Oradaki k›y› sahnesini gördünüz mü? Filmi henüz izlemedim, ama fragmanlar›n› gördüm. Adam›n uçuruma ba¤›rd›¤› sahne muhteflem. O s›rada neler hissetti¤imi anlatamam. Orada baflka bir fley var, Özcan’›n bunlar› yakalam›fl, görmüfl olmas› onun erdemlili¤ini gösteriyor. Ne kadar orada do¤up büyüse de, sonuna kadar orada yaflam›fl olsa da, göremeyebilir insan böyle bir fleyi.
Komiklik yaparak, yöresel flive kullanarak bir Karadenizli portresi çiziyorlar. Türlü bilinçsizlikler de yap›l›yor flovenistçe. Hrant Dink’in katiline övgüler ya¤d›ran beste mesela. Tanju a¤abeyin yorumu çok güzel oldu, onunla çal›flmak harikayd›. Baflbaflay›z, sohbet ediyoruz, kahveler içiyoruz, baflka bir fley olmufltu... Art›k ayn› fleyi istesek de bulamay›z. Albümde caz t›n›lar›n› çok ferahlat›c› bir biçimde kullanm›fls›n›z. Do¤açlama tonuyla gelen bir genifllik var sanki. Müzi¤imizi do¤açlamaya daha da yaklaflt›rmaya çal›fl›yoruz. ‹kinci albümde bunlar› daha çok duyabileceksiniz. Gitar tonlar›ndan, davul tonlar›ndan da kaynaklan›yor bu. Caz tonlar› onlar. “Nenni Nenni”de can›m›z›n çekti¤i oydu. fiark›n›n ortas›nda birden klarnet solo giriyor, çok flivesel bir dizenin ard›ndan caz gitar geliyor. Kontrbas ilk kez bir Karadeniz albümünde bu kadar yo¤un kullan›l›yor. Her enstrüman› canl› kaydettik, hiç dü¤me yok albümde, kopyala - yap›flt›r yok. Müzikte deneyselci bir tutum sergilerken, vokalde çok da öne ç›kmadan daha geleneksel olmay›
Harika bir fley, do¤ay› kiflisellefltirmesi... Do¤ayla mücadele, onunla bir iliflki kurmakt›r ayn› zamanda. Belki ba¤›rmakt›r uçuruma, çaresizliktir. Kaçkarlar’a, da¤lara ç›kt›¤›m zaman beni en çok keyiflendiren duygu acizli¤imdir. O da¤lar›n karfl›s›nda acizim, ard›na gidemiyorum, atlay›p z›playam›yorum, dokunam›yorum, kocaman bir fley var karfl›mda. Uça¤a atlay›p gidemiyorum, üzerinden köprü yap›p geçemiyorum... O dalga sahnesi de müthifl, Pazar’daki iskele aynen öyledir. Heyecanla bekliyorum filmin gösterime girmesini. Özcan Alber Hopal›, Kars’ta tan›flt›k, beni tan›d›¤›n› ö¤renince çok sevindim. Karadeniz’in do¤as› çok güzeldir, insanlar da bunu bilir, ama bir yaln›zl›¤› da vard›r oran›n. Gidersiniz, e¤lenirsi- r e z niz, ama çok tatil bölgesi gibi bir Ö n yer de¤ildir Karadeniz, biraz ken- i l e dine çeker. Tanju a¤abey bana P : flöyle söylemiflti: “Ben oralara i fl e gittim ve dedim ki, gelip buralar- l y ö da yaflayaca¤›m.” S ➜27
Reem Kelani 2005’teki Do¤u’nun Kad›nlar› Festivali’nin ve 100. say›m›z›n konuklar›ndan Reem Kelani, kas›m ay›nda ikinci kez ‹stanbul’a gelip Babylon’u flereflendirdi. Sa¤›nda bir caz triosu, solunda Selim Sesler ve arkadafllar›n›n eflli¤inde, geleneksel ezgilerden Seyyid Dervifl’lere, Mahmud Dervifl dizelerinden güzelim yalellilere, mavallara uzanan bir “flen saz›n bülbülü”ydü. Londra’da yaflayan Filistinli flark›c›yla, konser repertuar›n›, “Sprinting Gazelle” albümünün ayr›nt›lar›n› ve Filistin’de kanayan yaray› konufltuk...
SÜRGÜn P‹K n‹K De⁄‹LD‹R Nas›l oldu da sizi ‹stanbul’da Selim Sesler’le birlikte izleyebildik? Reem Kelani: Londra’daki Tate Gal-
lery’de gerçeklefltirilen “Do¤u’nun Cazibesi” sergisi kapsam›nda flark› söylemem ve oryantalizm üzerine konuflmam için bir davet ald›m. “Benim gibi bir müzisyenin oryantalizmle ne ifli olur” dedim, ama “müzikal aç›dan konuflursunuz” dediler, ben de kabul ettim. Birkaç hafta sonra ‹stanbul’daki British Council’in davetini ald›m, ayn› sergi buradaki Pera Müzesi’nde de aç›lacakt›. Bural› müzisyenlerle sahneye ç›kmam› istiyorlard›, bafl›m üstüne dedim. Böylece Selim Sesler’le çald›k, gerçekten inan›lmaz bir adam. Konserden önce o¤lunun dü¤ününe gittik, müthiflti. Müzik festivali gibiydi. Oradaki Roman kad›nlar›n hepsi Granadal›ya benziyor. Filistin’de de Çingeneler var.
sin peflindeydi. Di¤er yandan ‹talyan operas› çal›flm›fl, ondan da çok etkilenmiflti. Piyano için flark›lar bestelemiflti. Arap tarz›n› korudu, ama Bat›l› enstrümanlar› müzi¤e soktu. Dinî müzik de yazd›, seküler müzik de. Çeflitli meslekler için flark›lar yazd›, birçoklar› ona “working class hero” der. Bu flark›lar marfllara dönüfltü, kap›c›lar, denizciler, falc›lar için bile marfllar› var. O devirlerde bu insanlar afla¤›l›k kabul edilirdi, Seyyid Dervifl onlara insanl›klar›n› iade etti. Onun flark›lar› zaten genellikle müzikal tiyatro atmosferinde hayat buldu. M›s›r’›n millî marfl› “Bilady, Bilady, Bilady” de onun bestelerinden biri.
Evet, öyledir. Onu Kral Faruk taraf›ndan s›n›rd›fl› edilen, büyük M›s›r devrimi önderi Saad Zaghloul için yazd›. Kral Faruk Arap bile de¤ildi, Arnavuttu. Fakat Saad Zaghloul’un M›s›r’a döndü¤ü gün, Seyyid Dervifl’in öldü¤ü gündür, yani o marfl›n
ölümünden sonra de¤er kazand›. Ama devlet onu sevmezdi, karfl› kültürü temsil ediyordu. fiimdi ironik bir biçimde anaak›m içine yerleflti; Arap bir müzisyen olarak Seyyid Dervifl repertuar›yla ilgilenmiyorsan›z, kimse sizi ciddiye almaz.
“Sprinting Gazelle”deki flark›lar 1948 öncesi Filistin’den, dünyaya bizim her zaman orada oldu¤umuzu söylemek için. Yahudiler üzerinde kimsenin yaflamad›¤› bir topra¤› almad›. kahraman› önünde çal›n›fl›n› görecek kadar bile yaflamad›.
fiark› sözleri flu anda bile M›s›r devleti için kolayl›kla yenilip yutulabilecek cinsten de¤il. En harika flark›lar›ndan biri, “Müslüman, H›ristiyan ya da Yahudi olsan da benim için fark etmez, e¤er memleketin seni birlefltiriyorsa dinin asla ay›rmamal›” der. fiimdi Arap dünyas›nda böyle bir fleyin söylenebilece¤ine inan›r m›s›n›z! Ayn› zamanda sevgilisinin sigaras›yla yanan bir kad›ndan bahseden bir flark› da yazm›flt›. Çok derin bir flark›yd›, çok moda olmufltu. 20. yüzy›l›n bafl›nda herkes sigara içiyordu, bu bir sosyal bir statüydü.
Seyyid Dervifl’in ölümünün ard›ndan büyük bir tören düzenlendi mi?
Hem evet, hem hay›r, daha ziyade
Çingenelerin ‹stanbul’daki en eski yerleflim yerlerinden Sulukule y›k›ld›, yerine lüks konutlar infla edilecek. ‹nsanlar da uzak bir yere gönderildi.
Buradaki Romanlar›n kaderi, M›s›r ve Sudan’daki Nubyal›lar›nki gibi. Berbat bir fley.
Konserde Seyyid Dervifl’in kokainden öldü¤ünü söylediniz. Ama bu wikipedia’da bile yazm›yor, birkaç kaynakta geçiyor sadece.
Konserde Seyyid Dervifl’den flark›lar söylediniz. Onun repertuar›ndan oluflan bir albüm üzerine çal›fl›yorsunuz...
Seyyid Dervifl, M›s›rl› büyük bir besteci. Bugün do¤mufl olsayd› yine zaman›n ilerisinde bir adam olaca¤› kesindi, 1892’de do¤du ve henüz çok gençken 1923’te öldü. Osmanl› devrinin sona ermesine ve Britanya hâkimiyetinin bafllamas›na denk gelen Arap tarihinin en önemli dönemine tan›kl›k etti. Ayn› bugün Arap dünyas›nda oldu¤u gibi, Türkiye’yle aras›nda bir sevgi-nefret iliflkisi vard›. Osmanl› müzik tarz›ndan çok beslendi, bu müzi¤in do¤al ve tarihî bir ürünüydü, bunu hiç reddetmedi. Fakat ayn› zamanda Arap müzi¤ini Osmanl› saraylar›n›n d›fl›na, Arap sokaklar›na ç›karan adam olarak an›l›r. Bir flark›s›nda Osmal› hükümdar›n› nahofl bir flekilde tasvir eder, çünkü M›s›r milliyetçili¤iyle içli d›fll›yd›. Britanya makamlar› taraf›ndan birçok defa hapse at›ld›. M›s›r sokaklar› için müzikal bir se28➜
Ailesi bu durumu reddediyor, ama kokainle iliflkisi vard› ve bunun hakk›nda yaz›yordu da. Öte yandan bir haf›zd›. fiark›lar›ndan biri kokainmanlar için marfl. Yirminci yüzy›l›n bafl›nda M›s›r’da kokain flimdi oldu¤undan çok daha yayg›nm›fl. Bu marfl, kokainin yapt›¤› tahribat› da anlat›yor. Bu yolla bir kokainman›n ac›s›n› da anl›yorsunuz. fiark› sözlerini kendisi mi yazard›? Hangi Arapçay› kullan›rd›?
Genellikle büyük flairlerden isterdi. Ama seçtikleri klasik Arapça yazanlar de¤ildi. Çeflitli lehçelerle yazan flairleri tercih ederdi, bir sokak adam›yd›. Genellikle M›s›r Arapças› kullan›yordu. O zamanlar onun yaflad›¤› ‹skenderiye’de bir sürü halk yaflard›. Yahudiler, Nubyal›lar, ‹ranl›lar, ‹talyanlar, Romanlar... Bu u az›nl›klarla ilgili flark›lar da yazd›, l ¤ o h bu flark›lar›n o lehçeyi kullanan fla u N irler taraf›ndan yaz›lmas›na özen n a h gösterirdi. a fi : o t o F
Repertuar›n›zdaki flark›larda böyle
➜
orada oldu¤umuzu söylemek için. Dünya üzerindeki en büyük siyonist uydurmalardan biri, topra¤› olmayan bir halk olarak Yahudilerin gidip üzerinde hiç kimsenin yaflamad›¤› bir topra¤› alm›fl olmas›d›r. O zaman ben hiç varolmad›m! Dünkü konserde flark› aralar›nda aç›klamalar yapt›n›z, hikâyeler anlatt›n›z. Konserden çok “kabare” havas›ndayd› olay. Arap co¤rafyas›ndaki genel konser tarz› nas›ld›r?
➜
bir örnek var m›?
Evet, hele biri için öyle çaba sarf ettim ki. Bu flark› M›s›r’da yaflayan Nubyal›lara dair. Nubya, co¤rafî olarak M›s›r ve Kuzey Sudan aras›nda yer al›r. Nubya kökenli M›s›rl›lar›n ço¤u siyaht›r. Eski siyah-beyaz Arap filmlerinde Nubyal›lar hep aptal kap›c›lar, hizmetçiler olarak tasvir edilir, afla¤›lan›r. 1919 tarihli bu flark›n›n ad› “Ashinger Damolina”; “param›z yok” demek. fiark› Arapça de¤il, sözleri anlamak için Nubyal› bir dilbilimciyle konuflmam gerekti. Seyyid Dervifl, flark›y› taklit ederek söylüyordu. Nubyal›lar bu flark›y› hiç sevmezler, çünkü bunun kendilerinin yerine konuflan bir M›s›rl› taraf›ndan yaz›lm›fl oldu¤unu düflünürler. Ama flark›n›n sözleri inan›lmaz, “barbarlar›n bile sendikalar›, birlikleri var, ama bizim hiçbir fleyimiz yok, bütün dünyada devrimler oluyor, biz gerçek devrimin mucitleriyiz, bana köle gibi davranmaktan vazgeç, çünkü köle bir gün efendi olacak” diye giden bir flark›. Bu flark›y› aran je etmek ömrümün üç ay›n› ald›. Araflt›rmaya Londra’da, bizim mahalledeki (Portobello Road) Nubyal› oldu¤unu keflfetti¤im falafelciden bafllad›m. fiark›y› sordum, bir yandan falafellerini k›zart›rken, di¤er yandan Nubya Kültür Merkezi’ni arad›. Merkezin yöneticisi, “hay›r, biz M›s›rl›lar›n Nubya kültürü hakk›nda yazmas›n› istemiyoruz” diye söylendi durdu. Bu t›pk› bir Türkün, Çingenelere hiç dan›flmadan onlar hakk›nda bir flark› yazmas› gibi bir durum. Yönetici beni baflka bir adama yönlendirdi, bir mail gönderdim ve zehir zemberek bir cevap ald›m. Sonra, bu üç numaral› adama, 30➜
“bak Hamza, habibi, sen bir Flistinliyle konufluyorsun” dedim. “Benim de ‹sraillilerle ilgili benzer sorunlar›m oldu, benim yerime konuflmak istediler, o yüzden kimsenin bafl›na böyle bir fley gelmesini istemem. fiark› flahane. Arap dünyas›ndaki ›rkç›l›¤› sorguluyor.” Adam “aaa, hiç böyle düflünmemifltim” dedi. (gülüyor) fiark›n›n ritmi 4/4’lüktü, ben 6/8’e çevirdim, Afrika sound’lu olmas›n› istedim. Tanbur ad›nda bir Afrika enstrüman›n› ar›yordum. Kuveyt’te, çocuklu¤umda bu enstrüman› çalan bir kad›n görmüfltüm. Baz› Kuveytliler siyaht›r ve flark› söyleme tarzlar›na da Nubani denir. Bu üç numaral› adam bana tanburun Nubya ifli oldu¤unu söyledi, Körfeze giden Nubyal›lar enstrüman› Kuveyt’e de götürmüfller. Londra’da nereden tanbur bulabilece¤imi sordum; dört numaral› adama yolland›m. (gülüyor) Günlerden 9 A¤ustos’tu, Mahmud Dervifl’in öldü¤ü gün. Bütün günümü o adamla geçirdim ve bana enstrüman› gösterdi. Bat›l›lar flark›da Pat Metheny’yi buluyor, Afrikal›lar da bay›l›yor. Bütün bu hikâye üç ay›m› ald›, sadece bir flark› için. Albümde 13 flark› var. Bu yüzden bu CD’yi ç›kartmak kolay de¤il. “Sprinting Gazelle” albümü Filistin’de yay›nland› m›?
Birkaç ma¤azada sat›l›yor, gittikçe de popülerlefliyor. Ama yine de sorun oluyor, ekonomik anlamda da bir albüme Britanya fiyatlar›n› ödeyebilecek maddî gücü olan az. Ayr›ca flimdi karmafl›k bir durum var Filistin’de, Hamas müzi¤e pek s›cak bakm›yor. Hele bir kad›n›n flark› söylemesi fikrine hiç. Filistin, sana-
t›n pek desteklendi¤i bir yer de¤il. Sanat sahnesi çok da kötü de¤il, ama iflgal alt›nda yaflad›klar› için hep politize. Filistin’deki sanatç›lar›n büyük bir k›sm› bir siyasal partiye ait olmak zorunda, gerçekten baflka flanslar› yok. Ayr›ca Filistin’de yaflayan Filistinliler diasporadaki Filistinlileri sevmiyorlar. Sürekli piknik halinde oldu¤umuzu, onlar kadar ac› çekmedi¤imizi düflünüyorlar. Bunu ben seçmedim, ben diasporada do¤dum. Annem babam ülkeden at›lm›flt›, ben Filistin’i terketmedim, ne yapabilirim ki? Beytülla-
Bu “kabare”den ziyade trubadur tarz›. Ayn› gelene¤in Türkiye’de de oldu¤unu san›yorum. Filistin’de hikâye anlat›c›ya “hakawaati” denir. Geleneksel olarak hakawaati destanlar ve efsaneler hakk›nda flark› söyler ve flark› aralar›nda olay›n ayr›nt›lar›n› anlat›r. Bu gelenek art›k can çekifliyor, bu nedenle konserlerimde bunu kullanmay› çok önemsiyorum. Ayr›ca hakawaati geleneksel olarak erkeklerin kulland›¤› bir sanat biçimi, kad›nlar da bunu sanatlar›na tafl›mal›. Konserlerimde kulland›¤›m di¤er bir ö¤e de “kat›l›m”, ki Hakawaati gelene¤i her zaman s›rt›n› buna yaslar. Bu illâ izleyicilerin flark› söylemesi ya da alk›fl tutmas› gibi de¤ildir, bazen daha a¤›rbafll› ve dinî flark›lardaki “kat›l›m” mutlak sessizlik olabilir. Bunun di¤er örne¤i de meflhur flark›m “IlHamdillah”da oldu¤u gibi zikir tarz› flark› söyleme, ki bunu böyle flark› söyleme biçiminin pek de uygulanmad›¤› Babylon’da yapmaktan çekinmedim. Kabare sözcü¤ünün kullan›m›na gelirsek, bana en yak›n durum muhtemelen Berlin tarz› kabare olurdu. Kabare sözcü¤ü Arap dünyas›nda tamamen farkl› bir ba¤lamda kullan›l›r. Gö¤süne para s›-
Halep’te müzik alkol gibi. Suriyeli müzisyenler için Hüsnü fienlendirici, ‹smail Tunçbilek, Selim Sesler çok yüksek bir yerde. Açl›k ve susam›fll›k var. him Üniversitesi’nde bir konferans veriyordum, birisi ç›k›p “sen kim oluyorsun da Londra’dan gelip bize Filistin folklorünü anlat›yorsun” dedi. Gerçekten çok can›m ac›d›. Elbette benim hayat›m iflgal alt›nda yaflayan insanlar›nkinden daha kolay, ama sak›n bana sürgündeki bir Filistinli olarak hayat›m›n bir piknik oldu¤unu söylemeye kalkmay›n. Ama muhteflem mail’ler de al›yorum oradan, özellikle de bugün ‹srail’e ait olan topraklarda yaflayan Filistinlilerden. Bat› fieria’da ya da Gazze fieridi’ndekilerden de¤il... “Sprinting Gazelle” çok depresif bir albüm asl›nda, Türkçede de söylendi¤i gibi “hüzünlü”. Ben bile dinleyemiyorum bazen. ‹nflallah bir referans olur, Filistin müzi¤i üzerine çal›flacak insanlar›n ifline yaramas›n› ümit ediyorum. Albümdeki bütün flark›lar 1948 öncesi Filistin’den, özellikle dünyaya bizim her zaman
k›flt›ran adamlara danseden dansözlerin oldu¤u sefil gece kulüplerine denir. M›s›r, Arap dünyas›nda kültürel ve politik anlamda çok önemli bir ülke. M›s›r’›n bu önemi nereden kaynaklan›yor?
Arap dünyas› haritas›na bakarsak M›s›r tam merkezde yer al›yor, Asya ve Afrika’y› birbirine ba¤l›yor. Türkiye’de Asya ve Avrupa’n›n birbirine ba¤lanmas› gibi. Her fleyden önce M›s›r, dünya tarihinin en eski medeniyetlerinden birinin befli¤i. Ayr›ca geçmiflte kedilere tapm›fl herhangi bir ulus çok önemlidir, kedileri çok severim. (gülüyor) Bir de kültürel boyut var: M›s›r filmleri, Ümmü Gülsüm, Abdelhalim Haf›z... Klasik Arap dili ve bas›n›n kulland›¤› dil modern standart Arapça, e¤itimli olmayanlar pek anlayamaz. Onun haricinde lehçeler var. Ben bir Filistinli olarak bir Fasl›n›n konufltu¤u Arap-
çay› anlamam, ama M›s›r lehçesini herkes anlar. Dil de birlefltirici bir unsur. Bir di¤er önemli faktör de, Arap milliyetçili¤inin geliflmesinde M›s›r’›n oynad›¤› rol. Ama burada militan de¤il, kültürel milliyetçilikten söz ediyorum. Seyyid Dervifl de bunun önderlerinden biriydi. E¤er klasik Arapça ö¤renmek isityorsan Suriye’ye gitmen gerekiyor, konuflma dili için M›s›r’a. Önceki söyleflide Türkiye müzi¤ini pek dinlemedi¤inizi söylemifltiniz. Art›k dinliyor musunuz? Türkler ve Araplar aras›nda tarihî bir sevgi-nefret iliflkisi var. Birbirimizin kaderinde var›z. Onunla da yaflanmaz, onsuz da. Bu gerilimi seviyorum, hatta seksî buluyorum. Büyükannem ben küçükken udunu al›p flark› söylerdi, benim için kat›, nemrut bir nineydi. Konserde, “büyüykannem Osmanl› sultan› gibiydi” dedi¤imde baz›lar› bu durumdan hofllanmad›. (gülüyor) Seyyid Dervifl’in müzi¤inde de öyle, bizim için Os-
yalog” demek. Filistin’in bugünkü atmosferi nas›l? Bir sürü Arap ülkesi, özellikle de Körfezdekiler, “daha fazla sorun istemiyoruz” diyor. Katar ‹srail’le iliflkilerini normalize ediyor, ‹srailli bir elçileri bile var. Filistin meselesi bir yap› olarak ölüyor. Bunu söylemeye dilim varm›yor, ama Filistin Kurtulufl Örgütü eskidi, art›k sevseniz de sevmeseniz de Hamas var, ki güzel noktalar› da yok de¤il. Ama Filistinliler aras›ndaki birli¤i bozuyorlar. Daha önce FKÖ vard›, diasporada Filistin Ulusal Konseyimiz vard›. ‹srail’in apartheid rejimi yüzünden Filistin bölündü. Gazze üzerinde bir blokaj var, Bat› fieria’dan, “Yeflil Hat”tan kopuklar. Normal bir hayat› nas›l yaflars›n›z ki bu koflullar alt›nda? Arafat bir semboldü, Filistinlileri birlefltiriyordu. Edward Said vard›, o da Filistin meselesini okyanuslar›n ötesine tafl›d›, insanlar›n kulaklar›n› gözlerini açt›, bir bilimadam› olarak da mükemmeldi. Mahmud
Yahudiler Nazilerle normalleflmeyi düflünürlerse, ben de ‹sraillilerle normalleflmeyi düflünürüm. ‹srailliler Nazilerden daha kötü demiyorum, ama onlar da benim Nazilerim. manl› Sultan› her zaman ceberruttur. “‹stanbul Hat›ras›”n› seyretmek çok acayip bir tecrübeydi, sürekli a¤l›yordum, “Latcho Drum”da oldu¤u gibi. Ama neden her zaman beyaz bir Avrupal› adam olmak zorunda ekran› iflgal eden baflrol oyuncusu?.. Geçen sene British Council turnesini birlikte yapt›¤›m Halepli saksofoncu Basel (Rajoub) prova aralar›nda Youtube’dan Taksim Trio’yu izliyordu. Halep’te müzik alkol gibi, çok dindarlar, alkol yok, fakat müzik yetiyor zaten. “Reem kofl, Hüsnü Hüsnü” diye seslendi bana. Suriyeli müzisyenler için Hüsnü fienlendirici, ‹smail Tunçbilek, Selim Sesler çok yüksek bir yerde. Açl›k ve susam›fll›k var. “Sprinting Gazelle”de yapt›¤›m gibi, foto¤rafç› Türk, kaligraf ustas› ‹ranl›, perküsyoncu Azeri, albümde bütün kolektif köklerimi bir araya getirmeye çal›flt›m. Osmanl›lar Araplar› ezdi, fakat Araplar da tarihî bir hata yapt›lar, Osmanl›lara karfl› ‹ngilizlerle birlik oldular. “Bunu derken, ‹ngiliz kocas›n› iflaret ediyordu” diye yazabilirsiniz. (gülüyor) Hâlâ bunun bedelini ödüyorlar. Bir Filistinli olarak, Abdülhamit ya da Abdülmecit kalsayd› Filistin kaybedilmezdi diye düflünüyorum. Onlar siyonist projeye karfl›yd›lar. Körfezdeki Araplar da flimdi ayn› hatay› yap›yor, ‹ran’a karfl› ABD’yle ve ‹srail’le iflbirli¤i içine giriyorlar. Asl›nda Suriyeli Simon Mreach’i de bu konser projesine dahil etmek istedik, yan komflu zaten. Senfoni orkestras›yla da çal›yor, o da Taksim Trio’yu ve Türk müzi¤ini seviyor. Hewar ad›nda bir grubu var, hewar “di-
Dervifl vard›, tamamen evrensel bir simgeydi. Mahmud Dervifl öldü¤ünde obsesif bir flekilde cenazesini seyrederek günler geçirdim. Hele annesini izlemelisiniz. Kad›n 92 yafl›nda, okuma-yazmas› yok. ‹srail k›sm›nda yafl›yor, cenazenin oldu¤u Bat› fieria’ya büyük zorluklar içinde ambülansla getirildi. Mahmud Dervifl’in do¤du¤u köy Birweh, 1948’de ‹srailli yerleflimciler taraf›ndan boflalt›ld› ve y›k›ld›. Mahmud Dervifl ölünce yetim kald›m, nereye bakaca¤›m› bilmiyorum. Sizler de belki Naz›m Hikmet öldü¤ünde benzer bir fley hissetmifl olabilirsiniz. Mahmud Dervifl’i tan›yordum da, birlikte bir konser gerçeklefltirmifltik, kolay bir adam de¤ildi. Dehas› ve yap›p ettikleri kendisinden daha büyüktü. Onunla beraber içimde Filistin’e dair bir fleyin öldü¤ünü hissediyorum. Benim insanlar›m›n bafl›na gelen buyken ‹srailli sanatç›lar› nas›l kabul edebilirim ki? Hepsi ‹srail ordusunda hizmet verdi. Bunlar bir kontrol noktas›nda durup Mahmud Dervifl’in annesini o¤lunun cenazesine gitmekten al›koyan askerlerle ayn›. Benden çok fazla fley istiyorsunuz. Öpüflelim bar›flal›m dememi beklemeyin. Yeter art›k! Üç y›l önceki halimden da k ha sakinim ama daha keski r nim, her türlü diyalo¤u ve nor- ü t z malizasyonu reddediyorum. Ya- Ö hudiler Nazilerle normalleflmeyi m e düflünürlerse, ben de ‹srailliler- d ¤ le normalleflmeyi düflünebilirim. i Ç : Üzgünüm. ‹srailliler Nazilerden i fl e daha kötü demiyorum, ama on- l y ö lar da benim Nazilerim. S
Liz Fando
Parazitler, buluntu sesler, atmosferik gürültüler, sinyaller... Bildi¤imiz çalg›l› flark›l› müzik de¤il, ar›zal›, h›r›lt›l› bir “soyut” elektronika, “psycho-acoustics” ilminden el alan bir sesbozumu Liz Fando’nunki. Polonya’larda en iyi grup seçilen, Wire gibi dergilerin övgülerini alan bu müzi¤i, mimarlar›ndan birinden, Aç›k Radyo programc›s›, Karga ve Peyote’nin dub’c›s›, matematik hocas›, Roll’a da mürekkebi çokça bulaflan Osman Kaytazo¤lu’ndan dinliyoruz...
AYR›nT›LaR›n saLD›R›s› Müzik ifllerine nas›l bafllad›n? Osman Kaytazo¤lu: Liz Fando’nun
nek de plak flirketini kurar kurmaz ilk ifl onun albümünü ç›karm›fl.
ilham kayna¤›, matlab diye matematik ve mühendislik alan›nda kullan›lan bir program oldu. O zamanlar Mille Plateaux diye acayip bir plak flirketi ç›km›flt›, mp3’lerdeki hatalar› bir nevi müzik diye yutturuyorlard›. Bunu da Deleuze ve Guattari’nin ortak eseri “Bin Yayla”daki (“Mille Plateaux”) felsefeye dayand›r›yorlard›. Postyap›salc› bir okumayla müzi¤i farkl› yay›nl›yorlard›. Terre Thaemlitz’in bunun müzik oldu¤una dair savunma niteli¤i tafl›yan sayfalarca makalesi vard›. Bo¤aziçi Üniversitesi’nden dostum Baflkan’la onlar› okuyup havaya girerek “kendi postyap›sal›m›z› nas›l kurgular›z” diye düflünüyorduk. Sonra foto¤raflar›n jpeg olarak bilgisayara ifllenen format›n› matlab’de ses dosyalar›na çevirmeye bafllad›k. Çok e¤lenceliydi, herkesin kendi müzi¤i ç›k›yordu. Surat›n›n foto¤raf›n› çekiyorsun, ayr› bir müzi¤in oluyor. Müzik dedi¤im fley asl›nda ses. Achim Szepanski, Mille Plateaux’nun manifestosunda flöyle der: Klikler birer de¤er olacak, hatalar paraya dönüflecek. Onun dediklerini günümüzde daha iyi anlamak mümkün, çünkü electroclash, minimal tekno gibi, insanlar›n dans etti¤i popüler müzik ak›mlar›na bakt›¤›m›zda, aralarda hep glitch’lerin, seslerin birbirine sürtünmesinden do¤an hatalar›n hipnotik bir etki yaratt›¤›n› görebiliyorsun. Müzi¤in çöplü¤ünden geri dönüfltürülen bir tak›m sesler art›k fiyakal› gece kulüplerinde ciddi bir endüstriye dönüfltü. Sonra Mille Plateaux kapand›, raster-noton ad›nda eski ‹yi fieyler Yay›nc›l›k tarz› çal›flan bir flirkete kald› her fley. fiimdi sanatç›lar kendi plak flirketlerini kuruyor. Mesela Jan Jelinek, uçakta yan›ndaki çocukla konuflurken, çocu¤un annesinin ‘60’larda BBC’nin Almanya’daki elektronik müzik stüdyolar›n›n workshop’lar›na giden, gizli kalm›fl inan›lmaz elektronik müzikçi Ursula Bogner oldu¤u ortaya ç›km›fl. Jeli-
Liz Fando’nun kökleri nas›l at›ld›?
34➜
Bo¤aziçi’nde seçmeli ders ararken “psycho-acoustics” diye bir ders gördüm. Ders elektronik mühendisli¤i dersi, hocas› ses tan›ma konusunda çok ünlü Levent Arslan. “Psycho-acoustics” deyince elektronik müzik geliyor akla, ama hiç alâkas› yokmufl. Bu dal, sesin insanlara nas›l davrand›¤›n› inceliyor. Masaya elimi vurdu¤umda sende yaratt›¤› psikolojik etkiyle ilgili. Televizyondaki whitenoise’u beyin nas›l alg›l›yor, uyurken sese maruz kalman›n beyinde yaratt›¤› etkiler gibi fleylerin ifllendi¤i didaktik bir ders. Bir gün hocaya Pan Sonic dinlemeyi teklif ettim, nas›l davranacak bize diye merak ettim. O s›ra Berk’le (Gökberk) tan›flt›k, o da Pan Sonic hayran›ym›fl. Öyle bafllad›k Liz Fando’ya, d›flar›da bir cihazla ses kay›tlar› yapmaya bafllad›m. Ne kadar zamand›r ses kay›t cihaz›yla geziyorsun?
2002’den beri. Bazen kamera da al›yorum. Sesleri topluyorsun, sonra ba¤lam›ndan kopar›p baflka bir fleye dönüfltürebiliyorsun. Baz›lar› fetifl haline getirmifl, binlerce dolar verip acayip ses kay›tlar› yap›yorlar. Çernobil’de kay›t yapan Jacob Kirkegaard diye bir müzisyen var, sesleri bütün pürüzleriyle kaydetmeyi profesyonel bir ifle dönüfltürmüfl. Benimkisi biraz daha romantik bir bak›fl. Foto¤rafla nas›l bir iliflki ku-
u l ¤ o h u N n a h a fi : o t o F
‹stanbul’da ses aç›s›ndan çok bereketli bir köfle, bir zaman var m›?
Hisar’› çok seviyorum. Köprünün alt›nda pazar sabah› sessizli¤inin arada bir geçen tekneyle flört edifli güzel oluyor. Bir de evime yak›n. (gülüyor) Niye foto¤raf çekiyorum?
Garip sessizlikleri kaydetmeye çal›fl›yorum. Dipte kalan gürültüleri nas›l ön plana ç›kar›r›m diye düflünüyorum. Arkada gürültü varken nas›l sessizlik önde olabilir? ruyorsam sesle de öyle, muhteflem olmak zorunda de¤il. Sesler haf›za için de güzel ipuçlar› sa¤l›yor, t›pk› foto¤raf gibi...
Foto¤raf benim için dokunulmaz. Ses gibi de¤il. Seslerde, o gürültünün içine, olan bitene kar›flmak gibi, kendi beynindeki sesi eklemek gibi düflünüyorum. Orada daha özgür olabiliyorsun.
Çünkü çok sevdi¤im foto¤raflar var. Exupéry’nin dedi¤i gibi, “bir marangozun yapt›¤› gibi elimi bir makinaya tahtayla birlikte sürüyorum”. Elim de gidebilir, tahtadan daha iddial› de¤ilim. Sesleri ifllerken hesap yapm›yorum. Garip sessizlikleri kaydetmeye çal›fl›yorum. Yapt›¤›m müziklerde ya da oluflturdu¤um seslerde de de¤iflik bir sessizlik, bir dip
gürültüsü var. Çok dipte kalan gürültüleri nas›l daha ön plana ç›kar›r›m diye düflünüyorum. Sahnede arkadakini öne koymak gibi. Bu durumda flöyle bir sorun ç›k›yor: Arkada gürültü varken nas›l sessizlik dedi¤in fley önde olabilir? Orada iflin matemati¤i, mühendislik k›sm› devreye giriyor. Sesi nas›l iflleyeceksin, katmanlar› nas›l dizeceksin ki, o dip gürültü her fleyden daha bask›n olsun. ‹lk defa dinleyen biri önce o arkadaki sesleri duyabilir. ‹nsan›n kendi öncelikleri, müzi¤e tan›d›¤› öncelikler müzi¤in dinleniflini, ne oldu¤unu de¤ifltirir. Arkadafl›mla minimal tekno çalan bir yere gitti¤imde, o baslar› duyuyor, ben glitch’leri. Programlara eklenen programc›klar sayesinde iflin içine tesadüf gibi zevkli bir boyut da eklendi. Her fleyi suyunun suyu halinde yapabiliyor-
sun. Hayatta tüylerimi diken diken en önemli parça, Mahler’in 5. Senfonisi’ndeki “Sehr Langsam”. Onu nas›l tan›nmaz hale getirebilirim diye denerken, 12 dakikal›k c›z›rt›l› bir buzdolab› sesi ç›kt›. Bu kayd› bir arkadafl›ma verdim, eve gitmifl, CD’yi koymufl ve unutmufl, “iki saat evde hangi elektronik eflya bozuk diye arad›m” dedi. (gülüyor) “Pi” filmini görmüfl müydün? ‹zledim, ama çok sonra. O zaman da matematikçi gözüyle bakmak zorundayd›m. Çok sevmedim. En sevdi¤im filmi söyleyebilirim ama: Louis Malle’in “Üfürüm”ü (Murmer of The Heart). Kalp h›r›lt›s›, üfürüm hastal›¤› derler ya. Müzikle, Oidipus’la, çocukla, ergenlikle, her fleyle ilgili... Filmin matemati¤i süper, ama hayat matemati¤i. Çok kusursuz bir ispat yazm›fl. Liz Fando isminin esin kayna¤› da sinemadan, de¤il mi? Alejandro Jodorowsky’nin “Fando & Liz” filmi var. Liz kötürüm bir k›z. Fando da onun için Tar diye bir yeri ar›yor. Tuhaf bir iflporta el arabas›yla tepelerden, da¤lardan geçerken bafllar›na bir sürü fley geliyor. Tar’› bulam›yorlar, herhalde cennete tekabül ediyor. Film ç›kar ç›kmaz yasaklanm›fl. Buñuel’vari bir film, ama Buñuel’de ak›ll› uslu bir savunma, makûl bir hakl› ç›karma var. Bunda o yok, ipinden kopmufl. Da¤da kad›nlara bowling topu atan erkekler gibi garip göndermeler var. Sahnede nas›l icra ediyorsunuz müzi¤inizi? ‹ki gitar ba¤l›yoruz ve ses kay›t bankas›n› devreye sokuyoruz. Plunderphonics dedi¤imiz, John Oswald’›n bir sürü müzik setini ayn› anda ileri geri sard›rarak veya Philip Jack’in 179 pikapla yapt›¤› gibi. Bazen farkl› enstrümanlar oluyor. Orçun’la (Bafltürk) yapt›¤›m›z bir konser çok iyiydi. Bafl›na buyruk bir fley müzik, gözlerle anlafl›lan baflka bir dil yok. Liz Fando’nun ünü yurtd›fl›na gitti. Wire dergisinde övgü dolu bir yaz› ç›kt›, ayr›ca Polonya’da ay›n sanatç›s› seçilmiflsiniz. Evet. 2007’de Polonya’dan bir mail geldi: “Avrupal›lar›n ayn› fleyleri yeniden üretmelerinden bayd›k art›k. Müzi¤inizde gürültülerin içinden duygu yay›l›yor” diyordu. Polonya radyosunda ay›n sanatç›s› seçildik ve parçalar›m›z yay›nland›. Teknik ve gramer olarak mükemmelleflmesine izin vermeden, çalakalem yap›lan, ama kendili¤inden, o sesleri severek, duyarak, ay›klayarak, belki onlara cevaben bir seslenme olarak bakt›¤›m›z için Liz Fando iddias›z bir grup asl›nda. Berk mühendis, sen matematikçisin. Formasyon itibariyle Liz Fando müzi¤inin yine de belli bir yetkinlik bar›nd›rd›¤›n› düflünüyor musun, yoksa tamamen punk bir ifl mi bu?
Punk olabilmesi beni onurland›r›r. Punk gruplar›ndaki yetkinli¤e, belki uyuma benzetebilirsin. Onu yakalamak zordur... Elektronik müzi¤in kaliteli ve çok üst s›n›f versiyonu olarak sunulan fleyleri dinledi¤inde ayr›nt›lar›n sald›r›s›na u¤rayabiliyorsun. Jan Jelinek muhteflem bir groove yaratm›fl ama, ‘70’lerdeki Isaac Hayes’ler, Tommy Guerrero’lar, Shaggy Otis’lerin plaklar›n› miksleyerek yaratm›fl kendi sound’unu. Mahler’i Mozart’a bölüp Schönberg elde etmek gibi. Her fley birbirinin içine giriyor, kim ondan al›yor, kim ona veriyor, bilmiyorum. Liz Fando’nun myspace sayfas›nda ilham verenler aras›nda Cortázar’›n ad› da geçiyor. Neden? Cortázar, “Seksek”! “Seksek”te Necla Ifl›k’›n, Cortázar’›n bilinçak›fl›yla yazd›¤› bölümü kafas›na göre Türkçeye çevirifli vard›r, çok güzeldir. 57. bölümden sonra sekerek Octavia Paz’›n fliirine gidersin. Sbylle’le Oliveira aras›nda bir diyalog geçer, anlamazs›n önce, sonra baflka bir bölüme gönderir seni. O bölümde fliiri okuyunca konuyu anlars›n. Öyle bir fley bir daha yaz›labilir mi, bilmiyorum. Dostoyevski’nin “Cinler”i, Rilke’den “Malte Laurids Brigge’nin Notlar›”, Thomas Bernhard’›n “Bitik Adam”›, Camus’nün “Tersi ve Yüzü”... Bunlar›n bir karfl›l›¤›n› bulabilsem keflke hayatta. Melodiyi nereye koyuyorsun müzi¤inde? Debussy varken ben melodiye hiç bulaflm›yorum. Melodi bulmak zor bir fley. Bach’› dinlersin, bir yerden sonra s›va oldu¤unu hissedersin. Debussy’de yoktur bu, onda melodiler iç içe geçmifltir. Music Concrete anlay›fl›n› Pierre Schaeffer’le birlikte yaratanlardan Pierre Henry’nin bir anekdotu var: “Hayat›m› ‘imerod’la (doremi’nin tersi) yedim bitirdim. Art›k anlad›m ki müzik doremi’den baflka bir fley de¤ilmifl.” Ölmeden önce flunu demek isterim: Müzik, Debussy’den baflka bir fley de¤ilmifl. (gülüyor) Debussy de 20. yüzy›l bafl›nda Ga-
melan müzi¤ini dinledi¤inde y›rt›p at›yor tüm yazd›klar›n›, “ben ne yap›yorum” diyor. Nereden esinlendi, hangi tahtayla elini testerenin a¤z›na sürdü? O tahtay› bulmak önemli. Herkes beynindeki o eksik tahtay› bulmal›. Schönberg de “Verklärte Nacht”› bitirdikten sonra ancak psikopatça fleylere giriflebiliyor. Aç›k Radyo’daki Psychoacoustics 101 program› nas›l gidiyor? Bar›fl Karakafl’la birlikte devam ediyor. Jan Jelinek’in uçakta o¤luyla tan›flt›¤› ve böylece gün yüzüne ç›kabilmifl Ursula Bogner gibi kad›n elektronik müzikçiler çal›yoruz. Daphne Oran, “Kötülük Çiçekleri”nin neredeyse her bir fliiri içi yazd›¤› müzik yazan Ruth White, Brezilya’dan Jocy de Oliveira gibi inan›lmaz kad›nlar. Neler yapm›fllar! Belki üniversitelerde bir müfredat›n içine gömülmüfl durumda da olsalar, eskiden yapt›klar› inan›lmaz ilham verici. ‹lhan Mimaro¤lu, Bülent Arel, Luc Ferrari, Cornelius Cardew gibi adamlar gerçekten müzi¤i büyük bir aflkla
di. Ço¤u günüm yaln›zd› yazlar›, çok s›k›l›yordum. Kendi e¤lencelerimi kendim yarat›r, inan›lmaz yaramazl›klar yapard›m. Ramazan’da bana elma verilmedi¤i için, herkes teravih namaz›na gitti¤inde, elma a¤ac›ndaki bütün elmalar› ›s›r›p yere tükürerek kimseye yar etmemek gibi acayip z›p›rl›klar... Ercüment Ortaçgil de senin için önemli bir isim... Benim manevi babam. Bo¤aziçi’nde matematik hocas›. Bir gün çok sinirlendi derste, insanlar ilgisiz, ben de anlamaya çal›fl›yorum en önde. Power series (süper diziler) diye bir konu iflliyoruz. Tebefliri att›, “hepiniz ilgisizsiniz, Bo¤aziçi’ni bir bitireyim, bankac› olay›m, köfleyi döneyim derdindesiniz” dedi. Ç›k›flta yakalad›m, “hocam, ay›p oluyor, çok h›zl› bir genelleme oldu” dedim. Özür dilerim filan dedi. Benim için çok önemli bir insand›. Müzisyen ayn› zamanda… Ama küsmüfl, döndüremiyoruz. Gitarla senfoniler çalm›fl kafas›nda. Gitarla flüdü canland›rmak istemifl.
Debussy varken ben melodiye hiç bulaflm›yorum. Onda melodiler iç içe geçmifltir. Ölmeden önce flunu demek isterim: Müzik, Debussy’den baflka bir fley de¤ilmifl. sevmifller ve onu de¤ifltirmeyi baflarm›fllar. Çünkü o gürültülerle yaflaman›n bir bedeli var. Luc Ferrari dünya televizyonlar›ndaki haber bültenlerinden parçalar yapm›fl, son dakikalar›n müzikleriyle verilen uyar›lmalarla yap›lan baflka bir bak›fl aç›s› gelifltirmifl. Luc Ferrari’nin cenazesinde iki eski dostu 45 dakikal›k tamamen emprovize bir veda konseri vermifl. Dinlerken tüylerim diken diken olan ender elektroakustik konserlerden biridir. Bir arkadafla baflka nas›l veda edilir? Bunlar beni hayat›n içinde tutuyor. Yaflarsam, kendimi 70 yafl›nda da ses kay›t cihazlar› ve foto¤raf makinamla gezerken bulmay› hayal ediyorum. Çocukken sesle iliflkin nas›ld›? Çocuklu¤um Tokat’ta, do¤ayla tamamen iç içe, köyde geçti. Sessiz-
Liz Fando’ya ne diyor? Yapt›¤›m müzi¤i benimsemek için az çok elektronik müzikten hazzetmek lâz›m. O daha eski kafal› olmaya yeminli. Rock’n’roll, Deep Purple kafas›nda. ‘70’leri çok canl› yaflam›fl, o y›llarda o müzi¤i kardefli Bülent Ortaçgil’le birlikte Robert Kolej’de üretmifl, saykodelik gruplar kurmufl. Benim sunaca¤›m ona bir fley ifade etmeyecektir. Bundan yirmi y›l sonra yap›lan fleyler de belki bize hitap etmeyecek, baflka frekanslar daha popüler olacak. Liz Fando blog’unda ve Karga Mecmua’da fliirlerini okuyoruz. Peki söz yazmay›, flark› yapmay› düflünmüyor musun? En son Edip Cansever’e bir tribute fliiri yazm›flt›m. fiiiri okurken duramad›m, bir ç›rp›da bir fley ç›kt› içimden. Edip Cansever’e ba¤›rmak istedim. Teflekkür etmek, bir fley demek istedim. Ama sözlü müzik yapamayaca¤›mdan eminim. k r Liz Fando myspace sayfas›nda ü t z “Requiem For Hrant Dink” adl› Ö bir parça var. m e Bir lisede matematik ö¤retme- d ¤ niydim. Hrant Dink’in öldü¤ünü i Ç duydu¤umda teneffüsteydim. u Hiçbir fley olmam›fl gibi dersi an- l ¤ latmaya bafllad›m, sonra arkam› o h döndü¤ümde “hocam, ne oldu” u N dediler. Benim gözler gitmifl, n a hüngür hüngür a¤l›yorum... Bir h a çaresizlik durumu vard›. O anki fi : duygularla ç›kan bir parça o. Ra- i fl e hatlad›m m›? Tabii ki hay›r, ama l y ö en az›ndan seslenmifl oldum. S ➜35
[
Nejat ‹fller
Onu bir ekran flahsiyeti olarak tan›d›k. Bir taraftan “milyonlar›n sevgilisi”, öbür taraftan rol kesmeyen, efendi gibi oynayan, karakteri etiyle, kemi¤iyle, ruhuyla canland›ran bir aktör: Demiro¤ullar›ndan Kadir (“Gülbeyaz”), doktor Deniz (“Aliye”), marangoz/floför Ali (“B›çak S›rt›”). Beyazcamdaki hissimiz Yeflilçamda da pekiflti: “Mustafa Hakk›nda Her fiey”, “Barda”, “Yumurta” ve di¤erleri... Zamanla anlad›k ki, bu Nejat o Nejat’m›fl: Tezgâh›ndan bir sürü kitap düflürmüflüz, ayn› gece ayn› barda içmifliz, ayn› konsere kaçak girmifliz... Nejat ‹fller’le söylefli yapmak için kasten uzun süre bekledik, televizyon molas› ald›¤›, medyadan uzak oldu¤u bir dönemde “gel, sana 10 flark› dinletece¤iz” diye kand›r›p saatlerce sorguya çektik.
[
Brecht Dövüfl Kulübü
u l ¤ o h u N n a h a fi : o t o F
Ben Nas› Büyük Adam Olucam
Anadolu’nun müdürü “sana kitaplar›n› verelim, harçl›k ve yemek de verelim, gitme” dedi. Benim de iflime geldi.
Nejat ‹fller: Pinhani bu. Çok seviyorum. Garip bir
Müdür herkese bunu demez... ‹yi bir ö¤renci miydin?
Pinhani
(‹nand›¤›n Masallar)
karfl›laflmam›z oldu. Bir gün bizim dükkâna (Tezgâh) bir CD b›rak›lm›fl. Üzerinde bir not: “Nejat abi, ben Ca¤alo¤lu Anadolu’dan Sinan, bir CD ç›kard›k, dinlemenizi istiyorum.” Sonra evde dinledim, çok sevdim, telefon numaras› da vard›, hemen arad›m, tan›flt›k. Sinan’la (Kaynakç›) ayn› okuldanm›fl›z, benden çok sonra mezun olmufl. Sonra konserlerine gittim, sahnede de iyilerdi. Pinhani’yi Çekirdek Sanatevi sound’u oldu¤u için sevdim, Bülent Ortaçgil’in, Fikret K›z›lok’un o canl› kay›tlar›n› zaten dinlerdim. Bizim okuldan baya¤› bir grup ç›kt›, Replikas’ç›lar da (Bark›n Engin ve Gökçe Akçelik) Ca¤alo¤lu Anadolu’danm›fl. Sen de lisedeyken “ben nas› büyük adam olucam” diye sorar m›yd›n?
Okulda bütün Türk erkeklerinin karfl›lar›nda gördükleri rakip, s›n›fta as›l› Atatürk resmidir. Senden de öyle olman› isterler. Ben deniz subay› olmak istiyordum. Orta sonda maddî durumdan dolay› Deniz Lisesi s›navlar›na girdim. Yak›fl›kl› herifler, üstlerinde güzel giysiler; deniz subay› olmak forslu bir durum. S›nav› kazand›m, ama Ca¤alo¤lu 36➜
Yüksek Okulu, birincilikle bitirdi hepsini. fiimdi Topkap›-Ambarlar’da babas›n›n iflinde çal›fl›yor. (gülüyor) Sahiden büyük filozoftur. Beni müzi¤e uyand›ran da odur. Ailende büyük adam var m›?
Yaramaz bir heriftim, “beflten flaflma, alt›y› aflHiç yok. Doktor yok, asker yok, memur yok... Dema”yd›m, ama ö¤renim hayat›m›n tümünde s›n›f dem fabrika iflçisi, babam da öyle. Dedem Feshabaflkanl›¤› yapt›m. Yol yordam bildi¤im için herkes ne’den emekli oldu, ayakkab› ustas›yd›, sayac›yseverdi beni. Sonra “Gülbeyaz” dizisinde bir rüya d›. Soyad›m›z o yüzden ‹fller. Annemin babas›, babam›n babas›n›n kalfas›ym›fl. Birbirlerine o¤lanla sahnesinde denizci üniformas› giydim ilk defa. k›z› vermifller... Annem bir ara konfeksiyonda ça(gülüyor) Lise sonda, Deniz isminde filozof bir arkadafl›mla “üniversite s›Roll’a da k›z›yorum. Politik içeri¤i olmayan bir müzik navlar›na karfl›y›z” diye herkese posta koyduk, kursa sanki müzik de¤ildir gibi bir tavr›n›z var. Metal de yok. falan da gitmedik. Kendifiu son Motörhead - AC/DC kapa¤› biraz düzeltti aram›z›. mizden çok eminmifl gibi, Bo¤aziçi Political Science, ODTÜ Uluslararas› ‹lifll›flt›, uzun süre Vakko’ya eflarp ifli yapt›. O eflarpkiler gibi hayvan tercihler yapt›k. Tabii ki hiçbir yelar›n kenarlar›, evlerde yap›l›rd›. Bizim ev eflarp re giremedik. O bir senelik bofllukta, büyük adam kayn›yordu bir aralar. olman›n yolunu tiyatroda gördüm. Serseri serseri Baban hangi fabrikada çal›fl›yordu? gezerken, bir gün, 27 Mart Dünya Tiyatrolar GüÇok ifl de¤ifltirdi. En sevdi¤im fabrika bisiklet fabrikas›yd›. Getirdi¤i art›k parçalarla bana bir bisiklet nü’nde belefl tiyatroya gittim. Sahnede Nihat ‹leyapm›flt›. 12 Eylül dalgas›na iflsiz kald› uzun süre. ri’yi gördüm. “Danton’un Ölümü”nde. O akflam Siyasete herkes gibi o da kar›flm›flt›. TEKS‹F’e konservatuara girmeye karar verdim. ba¤l›yd›. Sonra 42 yafl›nda emekli olup amcam›n Filozof Deniz’e ne oldu? Birkaç okul de¤ifltirdi: Prehistoria, arkeoloji, AB dekorasyon dükkân›nda gücü yetene kadar boya,
duvar ka¤›d›, marley iflleri yapt›. Emekli ikramiyesiyle bir manav açm›flt›, Veliefendi’nin arkas›nda. ‹ki ay sürdü. Bütün para atlara gitti. (gülüyor) Seni de bu ifllere sürükler miydi?
Bu ifllerin hepsini yapt›m, manavda da durdum, evlere de gittim, ya¤l›boya yapt›m yazlar›. Yedi yafl›mdan itibaren her yaz mutlaka çal›flt›m. Dokuz yafl›mda gazetecilik yap›yordum, sabah 6:30’da s›cak s›cak gazeteleri al›p mahallede satard›m. Eski matbaa kal›plar› vard›r, onlar› k›v›r›rs›n, bir kay›flla boynuna ba¤lars›n. T›pk› filmlerdeki çocuklar gibi ba¤›r›rd›m günün haberlerini. O s›ralar Tan gazetesi yeni ç›km›flt›... Babamla annem durumumuz ne kadar s›k›fl›k olursa olsun, e¤itimimiz için elden geleni yapt›lar. Ablam flimdi ‹ngilizce ö¤retmeni. Tiyatrocu olman› desteklediler mi?
Çok desteklediler. Bafl›ndan beri bütün oyunlar›ma geldiler. Bizimkiler öyle fleyleri sever. Ben do¤madan evvel, amcamlarla bafllad›klar› bir sinemac›l›k, salon iflletmecili¤i serüvenleri var. fiimdi Galleria’n›n oldu¤u Bak›rköy Halk Bahçesi’ni alt›-yedi sene iflletmifller: Filmler, Erkin Koray, Bar›fl Manço konserleri, Kenterler’in oyunlar›... Babam Tar›k Akan’›n oralarda haytal›k yapt›¤› zamanlar› anlat›r. Ben iki yafl›ndayken, ‘74 y›l›nda b›rakm›fllar. Evde dört tane telefon vard›, sinema ifli bitince telefonlar› eve getirmifllerdi herhalde. Dördü yan yana dururdu, ablamla birbirimizi arard›k. (gülüyor) Hepsi sat›ld›, çünkü telefon para ediyordu o zaman. Sonra babam PTT’ye dilekçeler yazmaya bafllad›, eve yeniden telefon ba¤lanmas› için. On y›ll›k dilekçeler ve gelen cevaplar –“maalesef kutu yok”– koca bir dosyada hâlâ durur. En son, Özal bir telefon hamlesi yap›nca ba¤land› eve telefon.
son film, bir koleksiyoncunun hayat›n› anlat›yor. Pelin Esmer, “Koleksiyoncu” ad›yla kendi amcas›n›n›n belgeselini yapm›flt›, flimdi de ayn› tema üzerine uzun metrajl› bir film çekti...
Yeni bir dil arayan sinemac›lar›n hepsinde hakl› bir korku var: Profesyonel oyuncularla çal›flmak istemiyorlar. Onlar›n büyük oynama durumlar›ndan, inand›r›c›l›ktan uzak kalmalar›ndan çekiniyorlar. Ben bunun aksini iddia ediyorum. “Yumurta”y› biraz o amaçla yapm›flt›m: Hem Semih (Kaplano¤lu) arkadafl›md›, hem de en gerçek, en do¤al haliyle bir rolü tafl›man›n nas›l bir fley oldu¤unu tecrübe etmek ve göstermek istedim. Pelin Esmer, “Yumurta”y› seyrettikten sonra, “galiba seninle çal›flaca¤›m” dedi. Bir süre sonra bu senaryoyu verdi, inan›lmaz güzeldi. Mithat (Esmer) amca bafll› bafl›na bir fenomen. Filmde kendini oynuyor. Tam film olacak hikâye. Onun hikâyesine sayg›mdan dolay› kabul ettim ifli. Kimdir Mithat Esmer?
1940’larda, hükümetin “dahi çocuklar” program› çerçevesinde yurtd›fl›nda okuyor. Mithat amcay› California’ya, Stanford Üniversitesi’ne elektronik mühendisli¤i okumas› için Sümerbank gönderiyor. Hayatta hay›fland›¤› en büyük fley, “transistörlü radyoyu neden ben icat etmedim!” Öyle bir adam. Çocuklu¤unda zaten kibrit kutusu, pul falan biriktirirmifl. Amerika’dan gemiyle yedi bavulla dönüyor. Sümerbank’ta elektronik mühendisine uygun bir pozisyon bulunamay›nca, saçma bir fabrikada kontrol flefli¤i veriyorlar. Orada çal›fl›rken koleksiyon hikâyesi gemi az›ya al›yor. Ne koleksiyonu bu?
günde on tane sigara yak›yor, her gün belli bir ölçü votka içiyor, Antakyal› oldu¤u için “Asi” dizisini kaç›rm›yor. Filmde apartman yöneticisini oynayan Savafl (Akova) abi, “çizgileri 82 yafl›nda, ama gözleri hâlâ genç” dedi. Kad›nlardan dolay› m› acaba? Bir gün Mithat amcayla birlikte oturuyorduk, bir arkadafl›m›n annesi geldi, tan›flt›lar, “o¤lunuz Nejat’la ayn› yaflta m›?” diye sordu. “Evet” deyince “ama siz çok gençsiniz” diye direkt as›ld›. Kad›n “yemezler” dedi, gitti. (gülüyor) Senin de eski kitapç› olman ilgisini çekti mi?
Yapt›¤›m ifli ö¤renmesinden korktum. Tezgâh’›, eski kitap iflimi ö¤renirse biteriz diye düflündüm. Çünkü adam›n merak›, benim iflim. Ben de bir koleksiyoncuyum asl›nda. Bunu ondan saklad›k, hâlâ bilmiyor. Mithat amcan›n koleksiyonunu hayretle anlat›yorum ama, bana hiç yabanc› gelmedi. Bizim de depolar›m›z, evlerimiz onun evine benzeyen yerler oldu hep. “Masumiyet Müzesi” ile paralellikler kurdun mu filmin ve Mithat beyin hikâyesinde?
Okumad›¤›m için bilmiyorum. Kitab› almad›m. Büyük ihtimalle iki-üç sene sonra karfl›ma ç›kacak ve okuyaca¤›m. Ben elime ne geçerse, abur cubur okurum... Beatles -
Paperback Writer (The Beatles 1962-1966)
Beatles benim için klasiktir. Bütün flark›lar› on numara, ama ben en çok toplu vokallerini severim. Birçok müzisyen “ilk ald›¤›m plak Beatles” der. Benim de ilk ald›¤›m plaklardan biri Beatles. Biri k›rm›z›, öbürü mavi iki plaklar› vard›r, merdivenden afla¤› bak›p poz verdikleri. O ikisini alm›flt›m.
Soundgarden filan m›? Güzel parça.
Sebze, meyve ve yemek haricinde her fley! Bardaktan piyango biletine, gaÇocukken sendikan›n babama verdi¤i kitaplar vard› evde. zeteden saate kadar... Bir gün Emniyet’in radyo kuraDostoyevski’nin “Ezilenler”i, Politzer’in “Felsefenin Temel ca¤›n› ö¤renince, hemen ‹lkeleri” ve ‹fl Kanunu... Dönüp dönüp üçünü okuyordum. baflvuruyor. Ankara’da Polis Radyosu’nu kuran adam ayn› zamanda. O gün“Paperback Writer” k›rm›z›s›ndayd› herhalde. lerde boflan›yor. Kar›s› “ya koleksiyon ya ben” deKitaplarla iliflkin nas›l bafllad›? yince “koleksiyon” diyor. (gülüyor) Kalabal›k bir ailede büyüdüm, kalabal›k içinde yaln›z kalman›n tek yolu okumakt›. Nas›l oldu bilmiNiye her fleyi biriktiriyormufl? “Hayat›n devaml›l›¤›n› tutuyorum” diyor. Vakanüyorum, ama befl yafl›mda okumaya bafllad›m. Ablamla beraber okula giderdim, bana da bir önlük vislik gibi bir fley. Tek fark›, yazarak de¤il de, efldikmifllerdi. Evde tabii ki kütüphane yoktu, sadeyalarla tutuyor tarihi. Mesela al›flverifllerdeki pace sendikan›n babama verdi¤i birkaç kitap vard›. zarl›¤›n› cebindeki küçük teyplere kaydediyor, onBiri Dostoyevski’nin “Ezilenler”i, biri Politzer’in lar› da sakl›yor. Evindeki makara bantlarda Polis “Felsefenin Temel ‹lkeleri”, biri de ‹fl Kanunu... Radyosu’ndan kaydetti¤i sesler var: Deniz GezDönüp dönüp üçünü okuyordum. (gülüyor) Kelimifl’lerin yakalanma haberi, ‘60 ihtilalinde Türkefl’in konuflmas› falan... Evi bir tarih. ‹flte bu melerle acayip bir iliflkim var. Filmlerde altyaz› evin hikâyesi filme çekildi. Bina depreme dayan›kokumak bile çok hofluma gider. (gülüyor) l› olmad›¤› için boflaltmalar› lâz›m. Metrekareye Eski kitap satmaya nas›l bafllad›n? düflen a¤›rl›k çok fazla. Apartmandakiler “ev y›k›lLiseden sonra bofl kald›¤›m dönem, bir film flirkes›n, yenisi yap›ls›n” istiyorlar. Mithat amca imza tine girdim, ç›kt›m, Ana Britannica satt›m, o iflten vermedi¤i için ev y›k›lam›yor. Filmde ben kap›c›y› de ç›kt›m. fiiddetli paraya ihtiyac›m olunca, Mahoynad›m. Bana ihtiyac› var, çünkü zab›talar “yükü mutpafla’da tiflörtçü bir tan›d›¤›mdan tiflört al›p Teflvikiye’ye tezgâh açt›m. Teflvikiye Camii’nin duhafiflet” diyorlar. Eflyan›n bir k›sm›n› kolileyip devar›nda kitap-plak satan çocuklara zaten devaml› poya indirece¤i için, her gün ç›kt›¤› rutin al›flverifle tak›l›yordum. Onlar kollad›lar beni. Güzel para kagidemiyor, onun yerine ben gidiyorum. Muntazazand›m, ama k›fl geldi. Ben de evdeki bütün plakman piyango bileti ald›¤› bir büfe var. Büfeci kap›lar› ve kitaplar› ç›kard›m; camide yer kalmam›flt›, c›ya, yani bana, bir deste eski bilet veriyor, “bunyanan konservatuar›n önüne sergi açt›m. Sonra lar› amcaya götür” diyor. Eve gidip “eski biletleri neden gönderdi, anlamad›m” deyince, “beni bir camiye yasak geldi, hepsi benim yan›ma geldiler, tek o adam anlad›” diyor. (gülüyor) en k›demli ben oldum orada. (gülüyor)
Nine Inch Nails.
Anlafl›lamad›¤›na üzülen, ac›l› biri mi?
Ne tür kitaplar›n vard›?
Haa, eyvallah. Trent Reznor’u seviyorum. ‹nternetten son albümünü belefl indirterek “CD’ler satm›yor, bat›yoruz” diyenlere güzel bir hareket yapt›. ‹lk hareketi Radiohead yapm›flt›, Reznor daha da acayibini yapt›. Sanatta art›k alternatif ticaret flekillerine bakmak lâz›m.
Hay›r, ne özellikle övünüyor bundan, ne de kendine ac›yor. 1950’den beri beraber yaflad›¤› normal bir durum. Bence art›k tarih böyle yaz›lmal›. Kiflisel tarihler daha önemli. Mesela Reflat Ekrem Koçu’nun kitaplar›... Zaten filmin ana hatt›nda Koçu’nun “‹stanbul Ansiklopedisi” var: Film boyunca eksik 11. cilt aran›yor... Mithat amca 82 yafl›nda,
Frans›z ‹htilâli’ne tak›kt›m, Rousseau’lar, Voltaire’ler, Server Tanilli kitaplar› filan vard›. Plaklar›m da Sinatra’lar, Elvis’ler, Shakin Stevens... Hep rock’n’roll dinliyordum... O kitaplar›n öyküsü komiktir: Filozof Deniz’in annesi Vak›flar Genel Müdürlü¤ü’nde çal›fl›yordu. O zaman Fak-Fuk-Fon vard›, ihtiyac› olanlara yard›m ediyorlard›. Deniz’in an-
Eyüp’te nas›l bir evde yaflard›n›z?
Üç katl›, büyük bahçeli bir ev. Dedemin emekli ikramiyesiyle yap›lm›fl. ‹ki de kirac›m›z vard›. Yaz›n çok keyifliydi. Komfluluklar akraba iliflkileri gibiydi. Benim halam yok, bütün komflulara hala derdim, Mürvet hala, Dursen hala... Ev duruyor mu?
Asl›nda inançl› biri de¤ilimdir. Askerdeyken, gecenin bir vakti kötü bir rüya gördüm ve uyand›m. Hiç adetim de¤ildir, hemen eve telefon ettim, “bir fley mi oluyor” dedim. Annem güzel yalan söyler. Kimseyi k›rmamak için beyaz yalanlar: “Yoo, hiçbir fley yok” dedi... Askerlik dönüflü, bahçede çay içiyorum, annem “son kez bak, ev gidiyor” dedi. Satmaya karar vermifller. Üç otuz paraya satt›lar evi. Rüyay› gördü¤ün gün?..
Evet, o gün sat›fl karar› verilmifl... Benim bu televizyon ifllerine girme nedenlerimden en önemlisi o evi geri almakt›r. “Aliye”den sonra denklefltirdim paray›. Evi alan adam› buldum. Ankara’da, Gençlik Spor Müdürlü¤ü’nden biri. AKP Eyüp Belediyesi’nden oraya geçmifl. “Para sorun de¤il, istedi¤inizi öderim, oras› do¤du¤um ev” dedim. Vermedi. Hâlâ duruyor, önünden geçip bak›yorum, baflkas›n›n oturmas›na dayanam›yorum. Hâlâ rüyalar›ma giriyor. Nine Inch Nails -
The Collector
(With Teeth)
fiark›n›n ad› “The Collector”. Senin oynad›¤›n
➜37
Solda, “B›çak S›rt›” dizisinde Melisa Sözen’le; sa¤da Semih Kaplano¤lu’nun “Yumurta” filminde
nesi haber gönderdi, “Nejat’›n ihtiyac› var, gelsin, para alal›m ona” diye. Boyal› ayakkab›larla temiz çocuk olarak giyinip gittim. Hayat›m›n en güzel rollerinden birini kestim. Gerçekti, ama demek öyle güzel dramatize ettim ki, adam 100 lira verece¤ine 500 lira verdi. Biz de Deniz’le paray› k›r›flt›k, direkt Kitap Fuar›’na gittik, bir sürü kitap ald›k, sonra Ses Tiyatrosu’na seks filmine gittik, ç›k›flta ‹nci’den profiterol yedik, sonra evlere da¤›ld›k. O kitaplarla dört sene sonra tezgâh açt›m. (gülüyor) ‹lk kime ne satt›n, hat›rl›yor musun?
Hat›rlam›yorum. Muhtemelen Hüsrev ya da Hüseyin, Hatemi’lerden birine satm›fl›md›r. Onlarla iyi anlafl›yorduk. ‹nsan Teflvikiye’de tezgâh aç›nca, müflterileri de ünlüler oluyor de¤il mi?
fiimdi oras› bir fasad gibi. O zaman yafl›yordu. ‹nsanlar da butafor sanki. Madame Tussauds müzesindeki mumyalar gibi geziyorlar. Biz o zaman tezgâh› kapat›r, ayn› k›yafetle akflam Pasha’ya giderdik. S›n›fs›zd› durumumuz. Herkesle muhabbetimiz vard›. Oras› mahalleydi, flimdi de¤il. Kendinizi tam bir sahaf gibi hissediyor muydunuz?
Sahaf de¤iliz, eski kitapç›yd›z biz. Recycle iflindeyiz. Sahafiyeden hiç anlamay›z. Asl›nda aralar›nda eski Türkçesi olan bir tek ben var›m, ama yine de anlamam. Eski Türkçe nereden?
Kur’an kursundan. Ama her fleyi unuttum, çok zor okuyabiliyorum art›k. Kur’an kursuna kaç sene devam ettin?
Befl yaz falan gittim. Hatim matim ifllerini geçNuray Mert, Fatih Özgüven, Orhan Pamuk, Sabah gazetesi oradayken Çetin Altan Brecht, Marx’›n yabanc›laflma kuram›n› kap›c›ya gelir giderdi. Dizilerde oynamaya bafllay›nca, müflterilerin artt› m›?
anlatabilen bir herif. Büyük adam. Brecht’e hâlâ ihtiyac›m›z var. ‹lk oyunu “Baal”i oynamak istiyorum.
Yoo. Bazen yan›ma gelip “Siz ‘fiehnaz Tango’daki çocuk de¤il misiniz” derlerdi. “O olsam burada ne iflim var” derdim. (gülüyor) Tezgâhta dururken kitap okuyor muydun bir taraftan?
Zor oluyordu. ‹lgimi çekecek çok fley vard› Teflvikiye’de. Türkiye’nin en kalburüstü caddesinde oturuyorsun ve Türkiye’nin en acayip k›zlar› geçiyor önünden. Biraz onlara tak›l›yordum, gelip geçen insanlar› seyrediyordum. Bay›l›r›m seyretmeye. ‹nsanlar› seyretmek oyunculu¤unu da besledi mi?
Çook. Son filmde yapt›¤›m kap›c›, Teflvikiye’den bir kap›c› mesela. Kap›c›larla aram›z iyiydi. Ald›¤›m›z bütün dergiler, kitaplar ilk önce onlara gelirdi. ‹fl iliflkimiz vard› yani. Senden önce kimlerin tezgâh› vard› orada?
Sinan, Ferruh, Zihni, Güray, fiahin ve tabii Deli fieref... Ço¤u üniversiteden arkadafl. ‹lk Beyaz›t’ta bafll›yorlar. ‹lk nas›l Teflvikiye’ye geldiler, hiç bilmiyorum. Önceleri s›rf pazar günleri bafll›yorlar, sonra her güne yay›l›yor. Güzel günlerdi. Her gün festival gibi geçiyordu. Komün yafl›yorduk. Aile olduk, hâlâ da öyle. fiimdi Galatasaray’daki dükkân›n ad› asl›nda Teflvikiye’deki Tezgâh. “Teflvikiye’deki” üstte ufak yazar tabelada. Sinan (Dü¤meci) ve Ferruh’la (Okan) birlikte açt›k... Zab›tayla aran›z nas›ld› Teflvikiye’de?
Fenayd›. Hep “kapat›n, kald›r›n bunlar›” diyorlard›. Biz de direniyorduk. Fatma Girik zaman›nda cami yasakland›. Mustafa Sar›gül zaman›nda da, dört tane belediye kamyonuyla geldiler, her fleyi ald›lar. Hiç ellemedik. Oturduk, seyrettik. Bu iflin sonunun gelece¤i belliydi. Bizi koruyan kimse kalmad›. Çünkü Teflvikiye de çok de¤iflti. Eskiden nas›ld›, ne de¤iflti? 38➜
tim yani. (gülüyor) Ezan da okudum, müezzinlik yapt›m. Nas›l yani?
Dedem mahallede sayg› gören bir insand›. Birkaç tane cami yapt›rma derne¤inin baflkan›yd›. Bazen imam› köyüne gönderir, “y›ll›k iznini yap, biz buray› idare ederiz” derdi. Dedemle camiye giderdik. Dedem imaml›k yapard›, ben müezzinlik. Çocuk sesimle. (gülüyor) ‘83’te Anadolu Lisesi’ne girmeseydim, ‹mam Hatip yolcusuydum. Dedem çok istiyordu. Beni dedem büyüttü zaten. Babam çal›fl›yor, annemin bir sürü ifli var, hep dedemin elindeydim. Beni hâlâ mahallede dedeme benze-
tirler, babama de¤il. Demin Deli fieref’in ad› geçti. O kim? (gülüyor) Benim ustamd›r. Delidir, ama iyidir. Tefl-
vikiye’de ilklerdendir. Asl›nda Manisal›. Ortaköy’de meydana yak›n bir yerde kitap, plak dükkân› aç›yor. Batt›ktan sonra Teflvikiye’ye geliyor. fieref death metal’e giden yolculu¤una cazdan bafllad›. Benim için çok iyi bir müzik ö¤retmeni oldu. Tezgâha plak geldi¤inde, yok Creedence Clearwater Revival, yok Osibisa, “bunlar› mutlaka dinle” derdi. Türkiye’de kitab› en iyi bilen adamd›r bence. Üstüne tan›mam. Bilerek de¤il, ama hep do¤ru hislerle hareket eder. Sezgisel bir tüccar. Burnu koku al›r. “Seç al bir lira” yapt›¤›m›z kitaplar› çöpten toplar, befl-on liraya millete kakalard›. Bir gün Gültepe’de bir k⤛t hurdac›s›na gidiyor. Presin içine girip bir fleyler ar›yor. ‹çindeyken pres çal›fl›yor, fark›nda de¤il, hâlâ ka¤›t topluyor. Sonunda pres arkas›ndan vuruyor, uyan›yor ve ba¤›rmaya bafll›yor, “durdurun, imdaat” diye. S›k›fl›yor, s›k›fl›yor, kaburgalar› çatur çutur k›r›l›yor. Haber geldi, Yedikule kemik hastal›klar› hastanesine gittik. Abartm›yorum, gözleri çizgi film gibi d›flar› f›rlam›flt›. Sedyede ameliyata giderken eliyle metal iflareti yap›p ba¤›r›yordu. (gülüyor) Bir lâkab› da Dokuz Canl› fieref. Ya da Parkinson fieref. Bir de fierefsiz fieref. (gülüyor) Parkinson nereden?
Parkinson diye grubu vard›. Bilsak 5. Kat konserleri efsanedir. Death metal çal›yorlard›. Geriye dönük vokalin, brütal vokalin kral›d›r. Kitapç›l›¤a devam ediyor mu?
Ediyor. Dükkân›, tezgâh› yok. Freelance yap›yor. (gülüyor) Senin de gitar çald›¤›n›, vokal yapt›¤›n› duyduk.
Bir-iki denedim. Dinledi¤imiz müzi¤in o taraf›n› çok seviyorum. Müzik dinleyen herkes bir flekilde aktif hale geldi. Daha ziyade punk tavr› gibi.
Bulundu¤um çevrede her tür fley dinlenirdi. Sadece Deep Purple’dan, Led Zeppelin’den gelen süzme rock’ç› de¤ildik. Genelde ‘80’leri hepimiz yedi¤imiz, punk’› yuttu¤umuz için, onlar› eleye eleye ve toplaya toplaya geldik. Hâlâ yelpazem genifl. Bu ara evde devaml› Mezzo kanal› aç›k, opera, klasik, dans, mans... Blues çok dinliyorum. Jeff Buckley, Ben Harper da çok seviyorum. Post-punk dinliyorum, New Model Army hastas›y›m. Punk dedin mi, Sex Pistols Allah’t›r. Ya Clash?
Daha az severim. Bana melodik geliyor. Müzikte melodiyi seviyorum, ama punk’ta de¤il. Punk k›rs›n, döksün istiyorum. Anti-Flag güzel. Tom Waits - What Keeps Mankind Alive
(Orphans: Brawlers, Bawlers & Bastards)
Tom Waits mi? Kurt Weill bestesi gibi. Evet, Kurt Weill bestesi, “‹nsan Neyle Yaflar”.
“Üç Kuruflluk Opera”dan, Brecht. Hiç seyrettin mi oyunu?
ve DJ bir arada yapacakt›m. Kerhanede geçecekti. Kovboy filmlerinde müzikli kerhaneler gibi bir yerde. Bir sürü dansç›. Anadolu’da bilinen çad›r tiyatrosu gibi olacakt›. Tiyatroyu hâlâ öyle bilirler Anadolu’da: “Ç›plak kad›nlar gelecek!” derler... Kirli bir fley yapmak istiyordum. Yazd›¤›n oyunlarda Brecht’yenlik var m›?
Biraz. Normal dramatik bir hikâye yaz›yorum. Sonra o dramay› genellikle flark›larla k›r›yorum. Kabare çok güzel bir format benim için. Neler yazd›n flimdiye kadar?
Marguerite Duras’n›n “Ölüm Hastal›¤›” diye bir kitab› var. Oradan “Yaln›zl›kt›r Benim Gizli Sevgilim” diye tek kiflilik bir oyun uyarlad›m. Sonra “Biz Zavall› Erkekler” diye bir fley yazd›m. Bir de, “Tuhaf fiehir Hikâyeleri” diye, kabareye benzeyen alt› ayr› hikâye: Bir radyo DJ’i Tuhaf fiehir Hikâyeleri adl› radyo program›nda hikâyeler anlat›yor, biz de onlar› sahnede canland›r›yoruz. Oyunda hem kendi yazd›¤›m›z, besteledi¤imiz flark›lar vard›, hem de Ibrahim Ferrer’den, Art Of Noise’dan bilinen birkaç flark›. Tam istedi¤ime yak›n bir fleydi. Sonra “Cad› S›k›nt›s›” diye bir absürd bir oyun oynad›k. Onu Aflk›n fienol yazd›. Anlay›fl›m›z yavafl yavafl bu son iki oyunda oturdu. Daha bir fleyler denemek, dansl› bir fleyler yapmak istiyorum. Ama ben dans etmem muhtemelen. Gerçi “Atlar› da Vururlar”da hepimiz
Seyrettim, okulda da oynad›m... Müflfik (Kenter) hoca da oynam›fl. Çok güzel oynad›¤›n› söylerler... Ferhan fiensoy’un “Üç KurFark›nda m›s›n›z, bu aralar Sakall› baya¤› flunluk Opera”s› da güzel bir versigündemde. Bir kriz oldu, herkes Marx kesildi. yondu. Brecht ne zamana, nas›l girdi hayat›na?
Allah›n sopas› yok diye buna m› deniyor?
Lise Alman tedrisatl› oldu¤undan, Alman yazarlara aflinayd›m. Konservatuara girifl s›nav› için kimseden yard›m almad›m. Frans›z ‹htilâli’ne ilgim yüzünden, Wajda’n›n filminden “Danton’un Ölümü”nü biliyordum. Büchner’in kitab›n› da ald›m. Bir tane de komedi haz›rlamak lâz›mm›fl, sahaftan Brecht’in “Galile’nin Yaflam›”n› buldum. Oradaki bir flark›, Kopernik’in kuram›n› özetler. Çok güzel bir flark›d›r. Bir de Bob Dylan’›n bir boksör hakk›ndaki “Who Killed Davey Moore?” flark›s›n› fliir olarak haz›rlad›m. Herkes s›nava Shakespeare’le, “Antigone”yle filan gitmifl. Ben Büchner, Brecht, Bob Dylan... Zeliha (Berksoy) hoca çok Brecht’yendir. Bana “kim bu?” falan diye bakt› herhalde, beni ald›, okuldayken de çok ihtimam gösterdi... 1930’lar Almanya’s›, Brecht, Klaus Mann’›n “Mephisto”su, bir sürü sanat ak›m›, dünya buhran›... O dönemleri çok seviyorum. Brecht’in ilk oyunu “Baal”i oynamak istiyorum. Brecht’in epik olmayan tek oyunu, anarflist bir flairin, flark›c›n›n hikâyesi. Biseksüel, millete sataflan, kavgac›, acayip bir herif. Brecht hayat› boyunca dönüp dönüp tekrar onu yazmay› istemifl. Bir flekilde becerece¤im, ya “Baal”i ya da ondan uyarlad›¤›m bir fleyi muhakkak yapaca¤›m. 2009 ‹stanbul Bienali’nin ana temas› Brecht ve “‹nsan Neyle Yaflar” flark›s›. Sence Brecht’i özledik mi? Bugünün dünyas›nda toplumsal bir karfl›l›¤› var m›?
Brecht, Marx’›n yabanc›laflma kuram›n› kap›c›ya anlatabilen bir herif. Büyük adam. Brecht’e hâlâ ihtiyac›m›z var. Okuldan mezun olmufl çocuklarla, yirmi kifli toplan›p “Üç Kuruflluk Opera” yapmay› düflünmüfltük. Almanya’daki Kurt Weill Vakf› çok ifl ç›kard› bafl›m›za. Oyunu oynamak istiyorsan flu kadar nefesli gerekiyor, flu kadar yayl›, bilmem ne tipi orkestra... Etimiz ne, budumuz ne? Devlet tiyatrosu muyuz? Biz de vazgeçtik. Çok da güzel fikirlerim vard›. Canl› orkestra
hayvan gibi dans ettik. Buradan veya yurtd›fl›ndan, ruhuna en yak›n buldu¤un oyunlar, temsiller neler?
Buradaki Tiyatro Festivallerinden birinde, ‹spanyollar›n Yllana Tiyatrosu’nun “Muu?” diye bir ifli vard›. Sadece mim yap›yorlar, ama çok yaramazlar. Onlar› takip ediyorum... Geçen sene bir haber duydum, gitmeyi çok istedim: Stuttgart’ta bir ekip var, “Das Kapital”i oyun olarak sahneye koyuyorlar. Nas›l yap›yorlar, çok merak ettim. Fark›nda m›s›n›z, bu aralar Sakall› baya¤› gündemde. Bir kriz oldu, herkes Marx kesildi. Allah›n sopas› yok diye buna m› deniyor? (gülüyor) K›salt›lm›fl Shakespeare Kumpanyas› diye bir grup var ‹ngiltere’de. RSC k›saltmas›n› kullan›yorlar. RSC, asl›nda Royal Shakespeare Company. Bunlar›nki ise Reduced Shakespeare Company. Birbirlerine rakipler. Royal Shakespeare Company’nin gitti¤i kentlere RSC diye tezgâh aç›p bilet sat›yorlar. Enayiler de yanl›fll›kla bunlar›nkine gidiyor. Tek oyunda, iki saat içinde, Shakespeare’in bütün oyunlar›n› oynuyorlar. Birinci perde 37 oyun. ‹kinci perde “Hamlet”.(gülüyor) Seyredemedi¤im bir oyunlar› var. Denk gelirse mutlaka bakmak lâz›m: “Allah’›n Yazd›¤› Bütün Kitaplar”. Fena dalga geçiyorlar. (gülüyor) Tom Stoppard’› çok seviyorum. Tiyatro, f›rlamal›¤a çok müsait. Ben hem video, hem dans› denedim okulda. Nas›l yapar›m, nas›l ederim diye mevzuyu anlamama yarayan laboratuar çal›flmalar›yd› onlar. Bu tip fleyleri en iyi Baba Zula yap›yor. Baba Zula’y› bir tiyatro gibi mi görüyorsun?
Kesinlikle. O bir gösteri. Müzik de¤il. ‘70’lerdeki bir ton fley, asit kafa hikâyeleri, renklerin de¤iflmesi, çiçek dürbünleri, belli imajlar, onlars›z bir konser düflünülemezdi. Konser demek flov demektir. Gösterinin her flekli benim için tiyatrodur. Söz olmas›na gerek yok. Bir fley anlat yeter. Büyük ihtimalle heavy metal’i sevmemin nedeni de o grotesk hal. Haraketler, makyajlar,
abart›... Hep maço derler, maço de¤il asl›nda. O bir gösteri. Zaten en maço hareketi Jim Morrison yapt›. Ç›kartt›, sallad›, daha ne olsun.
kalm›fl, yanm›fl, ama bir kare foto¤raf ç›kt›. Tab ettirdim, gidip verdim. Bafllad› a¤lamaya.
Okuldaki hocalar›n aras›nda Müflfik Kenter’in ayr› bir yeri var galiba.
Bir balkondalar, abisi falan var. Renkli, ama baya¤› eski bir foto¤raf... Bir gün benden sapan istedi. Haydaa! Gittim, evin bahçesindeki dut a¤ac›ndan bir “Y” buldum. Kaz›d›m, yapt›m, be¤enmedi. Erik a¤ac›ndan yapt›m, be¤enmedi. ‹ncir a¤ac›ndan yapt›m, be¤enmedi. Be¤enmedi, be¤enmedi, be¤enmedi! En sonunda gittim, osuruk a¤ac›ndan bir tane yapt›m, götürdüm, “tamam, bu” dedi. (gülüyor) Herhalde sene ‘94 filan. On sene sonra Datça’da evine gittim. Oturduk, çay kahve içtik. “Gel, bir fley gösterece¤im sana” dedi. Dolab› açt›, sapan orada! ‹nan›lmazd›.
Dedim ya, beni dedem büyüttü diye. Dedemin kopyas›n› Müflfik hocada gördüm. Aksi biri, can›n› ac›t›yor bazen, ama bir yandan da sevdi mi seviyor. Özür dilemeyi bile ondan ö¤rendim. Hata yapard› ve koca adam gençlerden özür dilerdi. Çok iyi hocad›r. Hepimize usta oldu, bizi ç›raklar› olarak kabul etti. Böyle sezgili, bu kadar ince bir insan hayat›mda görmedim. Senin neler yapt›¤›n› takip ediyor mu?
Ediyormufl. Hiç sanm›yordum ama, ö¤rendim, takip ediyormufl. Sana akl›ndan ç›kmayan, yolunu ayd›nlatan belli bir nasihati oldu mu?
Ne vard› foto¤rafta?
Kaz›m Koyuncu - Ella Ella (Hayde)
Bir gün çok güzel bir fley söyledi. “Ne zaman ki Kaz›m de¤il mi? seni seyreden ‘siktir lan, bunu ben de yapar›m’ Nas›ld› muhabbetin Kaz›m’la? der, o zaman iyi oynad›n demektir koçum!” Bu Çok içten bir herifti. Aram›zda n’aber, nas›ls›n fiçok güzel bir kerteriz... Oyunculu¤uyla bir kere bilan olmad›, bir anda yan yana geldik. Zu¤afli Bele övündü¤ünü görmedim. Biri övse utan›r, yerin repe’yi biliyordum, dinliyordum önceden. Bildi¤imi dibine girer. Bana bir kere “aferin” dedi. O da biö¤renince hasta oldu: “Sahiden biliyor musun?” rinci s›n›fta. Edirne’de turnedeydik, ben perdeciyHep “aktör bu, öyle fleyleri bilmez” denir. Ne yadim. Perde çekip, kapat›p aç›Reklam, diziden daha dürüst. Televizyon, zaten mal yorum. Oyun bitti. Trakya Ünisatmak üzerine kurulu bir düzen. Biz de reklam aras› versitesi plaket verecek, Hoca’y› sahneye ç›kard›lar. Oyundrama çekiyoruz. Gerçekten reklam çekelim daha iyi. culuk d›fl›nda sahneye ç›kmaktan nefret etti¤ini bildi¤im için, perdeyi ona göre pay›m yani, tam da artist de¤ilim. (gülüyor) Onunayarlad›m. Plaketi al›nca, t›r›r›t, hemen kapatt›m. la güzel zamanlar geçirdik. “Gülbeyaz”›n tutma Sonra yan›ma geldi, yanaklar›mdan öptü. “Aferin sebeplerinin bafl›nda Kaz›m’›n müzi¤i gelir. lan” dedi, “perdecilik çok zor ifltir”. (gülüyor) “Gülbeyaz” kaç›nc› dizindi? Ama oyunculu¤uma hiç aferin demedi. Hep küfür Çokuncu, ama ikinci baflrolüm. ‹lk baflrolüm “Aflk etti. O bir serseri. Uslanm›fl olsa bile büyük bir ve Gurur“ diye bir fleydi. Yap›mc›s› BKM’ydi. Oraserseri hâlâ... Bir gün, foto¤raf çekti¤imi ö¤reninya da Pentagram’›n yap›mc›s› olduklar› için gitmiflce, “bir makinam var, onu sana vereyim” dedi. tim. Pentagram’a albüm yapan, bana da kötü bir ‘70 model bir Zenith makina getirdi. ‹çinde film fley yapmaz herhalde diye düflünmüfltüm. Biraz 40➜
para tuttum “Aflk ve Gurur”dan sonra. Hayalim Krakow’a gidip Wajda’n›n okulunda tak›lmakt›. Ayn› Müflfik hocaya gitti¤im gibi gidecektim. Wajda’y› çok seviyorum; bana bir fleyler anlats›n, isterse Lehçe anlats›n, bir flekilde bir fleyler ö¤renirim, eflek de¤ilim ya. Böyle düflünüyordum. Okul aç›lana kadar paralar› yememek için Sinan’la anlaflt›m. Sinan’›n bir dükkân› vard›. Dedim ki, “bana sigara, yemek, yatacak yer ver, Polonya’ya gidene kadar dükkânda çal›fl›r›m”. Depoda kal›yordum, dükkânda çal›fl›yordum. Ama sürekli senaryolar gelip duruyor dükkâna. Tomris Giritlio¤lu’nun ne kadar ›srarc› bir insan oldu¤unu anlad›m. Özer’le (K›z›ltan) tan›flt›m. Tan›d›¤›m dakika çok sevdim. “OK” demifl bulundum. Polonya yatt›, “Gülbeyaz”a girdik. Hangi dizide oynayaca¤›na, ekibi görünce mi karar veriyorsun? Rolün önemi yok mu?
Dizilerde 500 bölüm oynam›fl›md›r, on tane de filmim var. Dublaj yapt›m, palyaçoluk yapt›m, oyunculu¤un her fleyini yapt›m. Art›k insan önemli. “Gülbeyaz” bilindik bir hikâye asl›nda. Romeo ve Jülyet! Bu kadar basit. Basit bir fleyi nas›l süsleyebilirsin? Sette e¤er iyiysen, insanlarla iliflkin güzelse, kameraya yans›yor. “Gülbeyaz” o yüzden tuttu. Böyle bir fleyi bir daha yaflayamam herhalde. Otuz kifli çal›fl›yorduk. ‹fl bittikten sonra çil yavrusu gibi herkes evine da¤›l›r normalde. Gitmiyordu kimse. ‹çmeye devam. ‹çimizde paylaflmay› seven çok insan vard›. Bir de ortak bir düflman yaratt›k kendimize. Yap›mc›y› düflman yapt›k. (gülüyor) Bir tek fleye yan›yorum: Çok sözleflti¤imiz halde Kaz›m’la birlikte Hopa’ya gidemedik. Kaz›m bizim kadar serseri de¤ildi. Fazla da içmezdi. ‹flini seven, iflini yapan bir herifti. “Gülbeyaz”›n finalinde “Dido”yu Lazca söyledi. Lazca için biz bast›rd›k. fiark›n›n duygusu Türkçe de¤il dedik. Herhalde televizyon tarihinde ilklerden biridir. En son “B›çak S›rt›”nda yine arkadafllar›nla bir
arada tak›lmak için mi oynad›n?
O daha tasarlanm›fl bir çete ifli. Fikret (Kuflkan), Mehmet (Günsur) ve ben, “üçümüz bir fleyler yapal›m m›” dedik. Selim (Demirdelen) “yaparsan›z ben çekerim” dedi. Erol (Avc›, TMC’den) abi de “ben size yapar›m” dedi. Hikâye arad›k, “B›çak S›rt›”n› sevdik. fiimdi belli bir lükse erifltim piyasada, kelepçelemiyorlar art›k beni. Ben de bunu kullan›r›m. Kapitalizmi kullan›yorum. Elbette onlar beni kullan›yor ama, ben de onlar› kullan›yorum. Zordu, ama o noktaya geldim. Bu k›fl dizi çekmedin. Teklifleri red mi ettin?
Evet. Çok teklif geldi. Kaç tane? Yedi, on, on iki?
Fazla. Birine “hay›r” demek çok zor benim için. Fakat daha ilginci var, insanlar “hay›r”› anlam›yor. “Yapmayaca¤›m” diyorsun, “nas›l yani” diyorlar. Param yok, çok zor durumda kal›rsam, bir sürü dostum var, “birkaç bölüm sizin diziye gelebilir miyim” derim. Girer ç›kar›m. 45 günden fazla bir rolü tafl›yamam. Bundan sonra sinemaya m› a¤›rl›k vereceksin?
Evet. Biraz da tiyatro. Alt› senedir bir fley yapm›yorum, tiyatroyu çok özledim.
Emir Kusturica & The No Smoking Orchestra - Was Romeo Really A Jerk (Unza Unza Time) No Smoking.
Oynad›¤›n Mavi Jeans reklam›n› Emir Kusturica çekti. Nas›l bir macerayd›?
Enteresan. Atlad›k, Belgrad’a gittik. Özel jet falan. Sigara içebiliyorsun, içkini içiyorsun, flahane... Bu arada bu olaydan on gün evvel, Savafl abiyle geyik yap›yorduk, “biz oran›n filmlerinde oynayamay›z, çünkü herifler sürekli göbek at›yor, biz a¤›r oyuncular›z” diyorduk. On gün sonra gittim, göbek att›m. (gülüyor) Kusturica filmlerini sever misin?
Seviyorum. Son filmini sevmedim. Art›k hep ayn› fleyi yap›yor... Reklam filmi için Tuna nehri kenar›nda, orman›n içinde bir set kurmufllar. “Underground” filmindeki aday› yapm›fllar. ‹çlerine bir girdik, ooho, herkes kanka. Zaten komün yafl›yorlarm›fl. No Smoking elemanlar› içiyorlar, flark› söylüyorlar. ‹lk gün hava bozuk, çekim olmayacak, zaten Emir de yok ortada. Bir ara, ö¤leden sonra geldi. ‹lk söyledi¤i laflardan biri “buraya kapitalizm hiçbir zaman giremeyecek”. Niye? “Çok tembeliz.” Eyvallah, tamam, bu da bizden! (gülüyor) Bil-
di¤imiz magandalar. Cep telefonundan birbirlerine bir fley gösterip horoz sesiyle ha ha ha diye gülüyorlar. Filmlerdeki herifler gerçek. Bunlar onlar. Ama acayip bir sistem kurmufllar. Her fleyi planlam›fllar. Ya¤ gibi ifl yapt›lar... Emir büyük ihtimalle beni kas›nt› biri san›yor ve uzak davran›yordu. Yan›mda bir flifle Jack Daniel’s vard›. Açt›m, içmeye bafllad›m. Ona buna verdim. No Smoking’in bir numaral› adam› Nenat’la (Dr. Nelle Karajlic) kanka olduk. O Nenat, ben Nejat. Herif Fenerbahçeli ç›kt›. Biz içiyoruz, di¤erleri de a¤aca b›çak at›yor. Kafam güzel oldu. “Usta” dedim, “versene bir tane de ben atay›m”. Att›m, z›nk, sapland›. (gülüyor) Emir geldi, sar›ld› bana. Kendi att›, ›ska geçti. Ç›kartt›, silah›n a¤z›na verdi, dan dan dan atefl etti. (gülüyor) Tabancayla m› dolafl›yor?
Düflünmedim. Gelsin, bakar›z. Bana yak›flmayaca¤›n› düflündü¤üm bir fley gelirse, normalinden çok fazla fiyat söylüyorum. Yok banka reklam›, yok Ülker reklam›, hiç umurumda de¤il. Patron öyle olsun, böyle olsun, b›y›kl› olsun, solcu olsun, bana ne. Hepsi patron. Biz iflçiyiz, bize ne patrondan. Eskiden de böyle miydin? Gençken, Ferhan fiensoy Akbank’a ç›kt› diye ya da Mazhar Alanson BP’ye ç›kt› diye sinirlenmedin mi?
Yok... Hiç düflünmedim öyle bir fley. Önemli olan paray› nereden kazand›¤›n de¤il, nereye harcad›¤›n. Bunu ahlâken daha m› do¤ru buluyorsun?
Brecht’in bir laf›n› çok severim. Deminki flark›dan bir laf: “Önce ekmek, sonra ahlâk”. Ahlâkç›l›k yapanlara uyuzum. ‹nsan›n kiflisel bir ahlâk›n›n olmas›n› çok de¤erli buluyorum.
Y›lmaz Güney san›yor kendini. Y›lmaz Güney’in hayran› zaten... Biz oraya Kosova’n›n ba¤›ms›zl›¤› Chumbawamba bir flark›s›n› General Motors’un ilan etmesinin hemen ertesinde gittik. Türkiye de üretti¤i Pontiac arabalar›n›n reklam›na satt›. hemen destekledi¤i için g›c›klar. Bunlar devaml› Sonra kazand›klar› paray›, General Motors’un flark› söylüyor. Bir yandan kaçamak bana bak›kirli çamafl›rlar›n› araflt›ran bir örgüte ba¤›fllad›. Süper hareket. Ver parçay›, kap paray›, sonra geyorlar. Anlad›m ki Türklerle ilgili fena flark›lar. çir heriflere. fiahane performans... Kapitalizmi te“Bana da ö¤retin, ben de söyleyeyim” dedim. (gülüyor) Bir ara çekimdey‘90’lar›n bafllar›nda çok e¤lendik. Biz asi de¤ildik, birileri ken Emir’e bir telefon gelbize özgürlük bahfletti, “aman bize bulaflmas›nlar, iflimizi di. Me¤er Chavez’mifl. Reklam›n montaj›n› yapmagörelim” dediler. Susurluk’un bafllar›d›r o zamanlar. s› gerekirken, çekimler bipemizden atmaya gücümüz yok. Yan yana geleter bitmez Venezuela’ya konsere gittiler. lim, ba¤›ral›m, ça¤›ral›m, olmuyor. Bunu yapan Kusturica’yla iliflkiniz sonra devam etti mi? Yoo. Mesafeliyimdir. Emir’le de laubalilik yapmaabilerimizin hepsini k›rd›lar. Onlar da bizi k›r›yor d›m tabii. Giderken “yak›nda görüflürüz” dedi, flimdi. (gülüyor) Olmay›nca baflka bir fley yapmak “eyvallah” dedim, ç›kt›m... Ondan sonra burada lâz›m. Tyler Durden durumu. Tek kiflilik ordu. ‹çine haberler! Güya Gümüfllük’e gelmifl, senaryo ne gir, bombala, içine gir, bombala! Anarflidir bu ifller: Baflka türlü olmayacak galiba. çal›fl›yormufluz Emir Kusturica’yla. (gülüyor) S›k s›k reklam teklifi geliyor mu sana?
Çok gelmiyor. Gelse güzel olurdu. Az zamanda büyük ifller baflar›rd›k. (gülüyor)
Mad Madame - La, La, La (Today’s Special)
Diziler hakk›nda bile ço¤u kez olumsuz aç›klamalar yap›yorsun. Reklam› neden bu kadar seviyorsun?
Seattle’l› çocuklar... Alice In Chains’e benziyor... Pearl Jam’a da benziyor. Kim bunlar be?
Reklamda bir-iki gün çal›fl›yorsun, diziden bir-iki ayda alaca¤›n paradan daha fazlas›n› al›yorsun. Hiçbir fark› yok diziyle reklam›n. Reklam belki biraz daha dürüst. Televizyon zaten mallar› satmak üzerine kurulu bir düzen. Reklamlar için dizi yap›yoruz asl›nda. Reklam aras› drama çekiyoruz. Gerçekten reklam çekelim o zaman, daha iyi.
Buraya m› geleyim? Yoksa Duman m›?.. Gerçekten mi?
Reklam›na ç›kmayaca¤›n bir ürün yok mu?
Yaklafl, yak›nlara, buralara gel...
1996’da Kaan Tangöze ve Yakup Trana’n›n, Mad Madame ad›yla, Seattle’da yay›nlanan bir toplama albümdeki flark›s›.
Eyvallah... Ortaköy’de Flatline diye bir yer vard›. Asl›nda biz Sis’e giderdik: Murat Çekem, Volvox falan, daha rock’n’roll, daha sevdi¤im bir so-
und’du. Sonra bunlar ortaya ç›kt›. Bunlara h›rkametal derdik. (gülüyor) Aram›zda mesafe vard›. Ama Flatline öyle güzel bir yer oldu ki, acayip yerlerden acayip insanlar gelmeye bafllad›. Orada bir fleyler dönüyordu, k›zlar baflka türlü, o¤lanlar baflka türlü... Cockroach ad›yla Kurban’c›lar da oradayd›. Mad Madame çok iyi gruptu. Duman da çok iyi. Türk rock müzi¤inde bir fleyi k›rd›lar. Seattle’l› çocuklar depresifti, arabesk de depresif. O payday› birlefltirdiler. Evlere kaç sene sonra gitar sesi girdi. fiimdi bütün gruplarda onlara do¤ru bir e¤ilim var. Ama Duman bu ifli çok kalite yap›yor, sözleri de çok güzel. Di¤er gruplarda ayn› güzelli¤i bulam›yorum. ‘90’lar›n bafllar›nda rock barlar ‹stanbul hayat›n›n bir parças› haline gelince, sen de oralar›n bir parças› oldun. Nas›l günlerdi o günler? fiöyle anlatay›m: Ben 1972’liyim. Bir gün biri bana yafl›m› sordu. “20” dedim. “Kaçl›s›n?” dedi. “72’liyim” dedim. “Sen 22 yafl›ndas›n o¤lum” dedi. O iki sene bende yok. ‘93-94’e tekabül eden iki sene o kadar h›zl›yd› ki, o kadar e¤lendim ki! ‹ki sene süren bir parti düflün! Dizide çal›fl›yorum, tezgâh›m flahane, okulum flahane, devlet tiyatrosunda oynuyorum, saçlar›m belimde, kendi evim var, 10 numaray›m, kimse bana dur demiyor... Ve ben orada uyand›m, 20’yi geçeli iki sene olmufl! Di¤er yandan, Türk popu da patlam›flt›. O dönemde galiba herkes çok e¤lendi. Param›z yoktu, ama sosyete k›zlar›yla tak›l›yorduk. fiimdi saflar belirleniyor. Art›k hep bir öteki var, beyaz ve siyah var. O zaman öyle bir fley yoktu. Köprüalt› yanmadan evvel, orada otururduk: Kefller, üniversite ö¤rencileri, sivil polisler, esnaf, bal›kç›lar, turistler... Kimse kimseye ne ifl yapars›n diye sormazd›. Beraber içerdik, kasetler havada uçuflurdu. Biz asi de¤ildik, birileri bize özgürlük bahfletti. “Aman bize bulaflmas›nlar, iflimizi görelim” dediler muhtemelen. Kim bilir o ara neler oldu, kimler ne paralar kazand›, kimler kimleri öldürdü? Güneydo¤uda savafl›n h›zland›¤›, uyuflturucudan büyük paralar›n kazan›ld›¤›, Kürt ifladamlar›n›n vuruldu¤u y›llar. Susurluk’un bafllar›d›r o zamanlar.
Deep Purple - Burn (Burn)
Deep Purple. Vokalde David Coverdale var. 1974. ‹ki yafl›nday›m. Ne flahane! Aram›zda “Led Zeppelin mi, Deep Purple m›?” geyi¤i vard›. Resmen kavga sebebiydi. Led Zeppelin mi, Deep Purple m›? Sen ne dersin? “Coverdale’li Deep Purple” derim. Asl›nda Robert Plant’in imitasyonudur, ama Plant bence çok 盤l›k at›yor, bu herif tufle vuruyor, bütün notalar› hissediyorsun, daha disiplinli. Coverdale’i önce Whitesnake’le mi keflfettin, yoksa Deep Purple’la m›? Whitesneake’le keflfettim. Sonra geri dönüp Deep Purple’la yapt›klar›n› dinledi¤inde, “adam me¤er eskiden neymifl, flimdi ne hallere düflmüfl” demedin mi? Demedim, çünkü beni meflgul edecek fleyler vard›: Tawny Kitaen mesela. Whitesnake kliplerindeki dansç› k›z. Sarhofl ediyor insan›. Hepimiz “Here I Go Again” klibinden tav olduk. Bu müzi¤i niye dinliyoruz san›yorsun? (gülüyor) Ben Roll’a da k›z›yorum. Politik içeri¤i olmayan bir müzik sanki müzik de¤ildir gibi bir tavr›n›z var. Metal de yok dergide. fiu son kapak (Motörhead & AC/DC ka pa¤›) biraz düzeltti aram›z›. (gülüyor) ‹nsan bazen mânâs›z fleylere kapt›rabilir kendini. E¤lencelik, 42➜
de binalar bam güm diye patlamaya bafllar. ‹nsapop-corn fleyler de lâz›m. Ama her zaman de¤il. n›n kendini patlatmas›ndan daha güzel bir fley Bazen. (gülüyor) fiimdi “biz bunlar› nas›l dinliyoryok. Baflkas›na fliddet uygulayaca¤›na, önce kenduk lan?” diyorum kendime, Mötley Crüe, Poison dini tokatla, ondan sonra görelim. Hiç olmay› kafilan için. Ama bunu dedikten on dakika sonra bul edince, baflkalar›yla olan iliflkinde flahane bir “bir Poison koysana” diyorum. O flark›lar›n flimdi bendeki karfl›l›¤›, o dönemleri hat›rlamak. yere geliyorsun. Ego iflleri zor ifller. Onlara biraz sald›rmak lâz›m zülfikârlarla. (gülüyor) Benim lâO flark›lar›n o zamanki karfl›l›¤›? TRT’de, Erhan Konuk’un “Pop Saati”nde, metal kab›m çocukken “Farketmez Nejat”t›. fiarköy’de ve rock gruplar›n›n konser kliplerinde, en önde amcamlar›n yazl›¤› vard›. Ablamla ikimizi zorla tatik›zlar, memeler falan görürdük. “Kast ajans› lan le gönderirlerdi. Hiç istemezdik gitmeyi, annem yok, babam yok, amcamlar›n yan›na gidiyoruz, bir bunlar, film çekmek için ajanstan getirmifller, yokkenarday›z... Yolda lokantaya u¤rard›k: Ne yemek sa imkân› yok” derdik. Çünkü ayn› dönemde baristersin? “Farketmez!” O¤lum bir fley söyle. “Farlara biz de gidiyorduk, hiç k›z yoktu, askerlik fluketmez!” Deniz subay› olmak, political science besi gibiydi. (gülüyor) Ama yurtd›fl›na bir ç›kt›m, okumak, tiyatrocu olmak. Farketmez abi!.. Manita evet, o k›zlar ordalar. gidiyor. Farketmez, gitsin! (gülüyor) Burada o ortamlar her zaman daha maço oldu. Orada da buradaki gibi maçoluk var, ama ciddiye al›nm›yor. Herkes dalga geçiyor, dalga geçilen de System Of A Down - Aerials / Arto dalga geçildi¤ini anl›yor, ama dalgaya devam edi(Toxicity) yor. Ama burada her fleyi ciddiye al›yor insanlar. Ermeni o¤lanlar bunlar. Çok iyi grup be! BelçiOrada bu maçoluk komik bir tav›r. Kiflili¤ini bulaka’da bir konserlerine gittim. Uçakta Metal Hamna kadar götürebilece¤in bir fley. Ergenlik durumer okuyordum, içinde bir röportajlar› vard›. Yeni mu. Hâlâ devam ediyorsan, o fena. Mesle¤in müalbümleri soyk›r›m üzerineydi. Türkiye’de bu kadar zisyenlikse maçolu¤u oynuyorsun. çok seveni oldu¤unu bilseler ne yaparlar diye düflündüm. Konserde Türk bayra¤› aç›p sallamak is‘87’de 15 yafl›ndayd›n. “Here I Go Again” klibintedim: “Hey! Biz buraday›z be! Biz yapmad›k!” de bir tane uzun saçl› adam, süper lüks bir arabada, bir Jaguar’da, 90Kapitalizmi tepemizden atmaya gücümüz yok. Baflka bir 60-90 bir hatunla birbirlerini götürüyorlar. O fley yapmak lâz›m. “Fight Club”, Tyler Durden durumu. Tek adam gibi olabilece¤ini kiflilik ordu. ‹çine gir, bombala! Baflka türlü olmayacak. mi düflünüyordun, yoksa tiyatro gibi mi geliyordu? Türk milliyetçisi metalciler System Of A Down’› Herhalde flöyle düflünmüflümdür: Öyle bir manitay› hedef alan Anti-SOAD isminde bir internet sitesi götürmem için böyle biri olmal›y›m! Dizilerle meflkurdular. “Ermeni yalanlar›na inanma”, “Ülkene hur olmadan çok önce ben buna erifltim zaten. küfür eden grubu dinleme” gibi sloganlar› var. Rock star gibi yaflad›k. Tabii Jaguar k›sm› hariç. Allah allah, haberim yok... Saç yetiyor muymufl? Dünyada sa¤a göz k›rpan çok heavy metal gruÇo¤u zaman yetti. Saç, küpe, bitti yani. Baz›lar› bu oldu¤u gibi, bu müzik milliyetçilik ekseninde dövmeye kadar götürdü ifli. fiimdi piflmanlar. Türkiye’de de çok ifl yapt›... (gülüyor) Hay›r, ben bunun canl› kan›t›y›m. Bir milyon tane Sende dövme yok mu? kavgaya girdim bu yüzden. Burada hiç milliyetçi Yok, s›f›r. Oyuncu olaca¤›m için hiç dövme yapt›rmetalciye rastlamad›m, en az›ndan bizim ortamlamad›m. Belki ileride yapt›raca¤›m. S›rt›ma, iki kür›m›za girmediler. Güneydo¤uda bizden çok insan rek kemi¤inin aras›na, “hiç” yazd›rmak istiyorum. öldü. Ama zorunlu askerlikten öldüler, “ben milliyetçiyim, öldürmeye gidiyorum” falan demediler. Neyzen Tevfik’in “hiç”i mi? Erkan O¤ur’un “Hiç” Faflistlerle çok kavga ediyorduk. 2 Temmuz albümünde de “hiç, yoktan iyidir” yaz›yor... Gene “Fight Club”tan örnek vereyim. Son sahne1993’ün gecesinde, Sivas’›n ertesinde, Teflviki-
ye’yi bast›lar. Otuz kiflilik bir grup, vurdular, k›rd›lar, gittiler. fieref’i öldürüyorlard›, öyle bir dayak yedi ki, tan›nmamak için saçlar›n› ve kafllar›n› kesti, “The Wall” filmindeki Pink gibi oldu. Tezgâhta sopalar biriktirirdik, bize ne zaman dalacaklar diye. System Of A Down, soyk›r›m›n kabul edilmesini talep ediyor. Bu talebi nas›l karfl›l›yorsun?
Neyi kabul edelim? Belki as›p kesmiflizdir, buradan nereye varaca¤›z? System Of A Down’a anneleri babalar› bir fleyler anlatm›fl, ama onlar hiçbir fley yaflamad›lar ki. Halklar aras›nda bir husumet yok. Birinci Dünya Savafl›nda herkes birbirine bir fley yapt›, bütün milletlerin tarihinde var bunlar. Bunu büyütmemek lâz›m, konufltukça büyüyor. Sen de do¤du¤un evde baflkas›n›n oturdu¤unu görmek istemiyorsun. Onlar topraklar›ndan sürüldüler, öldüler. Bunu dile getirmesinler mi?
Bence flu anda yap›lmas› gereken fley, el ele tutuflmak. Sorunun bizde de oldu¤unu biliyorum. Mahalledeki herkesle kavgal›y›z: Bulgaristan, Yunanistan, Rusya, Ermenistan, ‹ran, Irak, Suriye... Bir kendimize bakal›m. Bir yanl›fl›m›z›n olmas› lâz›m. Ama aç›kças› 1915’te olmufl bir fleyin bugün bana iade edilmesini kald›ramam. Geçen sene Kars’a, Film Festivaline gittim. Vali beni ve Erkan Can’› “yoksullara kaz verme törenine” ça¤›rd›. “Sanatç› Nejat Bey, siz de bir fley söylemek ister misiniz” denince, “flu s›n›r kap›s› aç›ls›n art›k” dedim. Meflhurlara ve devlet büyüklerine özgü bu¤ulu bir bak›fl vard›r. Vali, o bak›fl› yapt› ve gitti. Dinlemedi bile devam›n›. Kars’tan Ermenistan’›n ›fl›klar›n› görüyorsun. Ama oraya gidemiyorsun. Bu iflten nemalanan birileri var, bence diaspora denilen zengin abiler de bundan nemalan›yor. Sarp kap›s›n›n aç›lmamas› onlar›n da ifline geliyor, sürekli soyk›r›m› dayat›yorlar. Ben atalar›m›n sorumlulu¤unu üstüme almak istemiyorum. Çünkü o ben de¤ilim. Ben sadece yan yana yaflamak istiyorum... Efendim, ben size flu kadar›n› söyleyeyim, bizim müzikte milliyetçilik olmaz. (gülüyor) Youtube’daki Hayko Cepkin kliplerinin alt›nda, onlarca ›rkç› yorum var.
Ona bakarsan, Çarfl›’n›n lideri bir Ermeni: Alen.
Onu nas›l kabul ediyorlar? Buras› çok garip bir yer. Soyk›r›m› kabul etmek bizim için çok sert. 1915’te yaflananlardan daha m› sert? Kabul etmek ne kadar sert olabilir ki?
Ben kabul etsem, kimse kabul etmez. Öyle söyleyeyim... Osmanl›’dan gelen “severiz ama döveriz” durumu bu: Alen’i severiz, ama onlar› öldürürüz! Daha geçenlerde Savunma Bakan› salaksaçma bir laf söyledi. (Vecdi Gönül: “Bugün
Buradan çok s›k›ld›m. Son befl senede saçmasapan hastal›klar da geldi bafl›ma. Doktora gittim, “bir ilaç verin de geçsin” dedim, “kafay› de¤ifltireceksin” dedi. Kafay› burada de¤ifltiremem ki. Burada yalanlarla yafl›yorsun. Gümüfllük’te insan fazla yalan söyleyemiyor. Orada sahiden yalanc›n›n mumu yats›ya kadar yan›yor. Bir fley söylüyorsun, ertesi gün kahvede yalan›n ortaya ç›k›yor. Orada Yalanc› sadece bir lâkap, bir de Kabuklu diye biri var, sünnet olmam›fl, o yüzden lâkab› Ka-
e¤er Ege’de Rumlar, Türkiye’nin pek çok yerinde Ermeniler devam etseydi, Gösterinin her flekli benim için tiyatrodur. Söz olmas›na bugün acaba ayn› millî devlet olabilir miydik?”) gerek yok. Bir fley anlat yeter. Büyük ihtimalle heavy
Demek ki adam içinde hâmetal’i sevmemin nedeni de o grotesk hal. lâ böyle fleyleri yaflat›yor... Hrant Dink bir Anadolu milliyetçisiydi, onu da yok buklu. (gülüyor) Orada herkes birbirini biliyor. ettiler... Müzik, müzik, hayat› çekilir k›lan tek fley Gümüfllük’te n’ap›yorsun? müzik. Duduk girdi hayat›m›za, bundan daha güDuruyorum. (gülüyor) Kahvede okey, tavla... Üzezel bir fley var m›? rimde mahalle bask›s› vard›, “flu kazand›¤›n parayla bir fley al” diye. Sonunda bir ev ald›m iflte. Evi oyunevi yapaca¤›m, lang›rt, masa tenisi koyaBulutsuzluk Özlemi - Güneye Giderken ca¤›m. Pencerenin önüne de bir masa. Yeflilli¤e (Yaflamaya Mecbursun) Evet, güneye gitmek lâz›m... Bulutsuzluk Özleve denize bak›yor. O masada yazaca¤›m biraz. Kendi projelerimi yapmam lâz›m. Oyun, film, bir mi’nin özellikle “Uçtu Uçtu” kaseti flahaneydi, fleyler yazaca¤›m, çok özledim yazmay›. Burada “Hiroflima”y›, “Acil Demokrasi”yi ezbere söylerim. yazam›yorum, her fley bölüyor beni. Herkes “daha Nejat Yavaflo¤ullar› senin adafl›n. Nejat ne de36 yafl›ndas›n, erken de¤il mi?” diyor. Halbuki mek? tam zaman›. Köyün çocuklar›ndan biri oldum. Ye‹ki dilde iki ayr› anlam› var. Benim nüfus ka¤›d›nrel seçimlerden önce, kayd›m› kuydumu da ald›r›daki as›l ismim Necat. “Kurtulufl” demek. Nijat yorum oraya. Burada bir oy ile orda bir oy ara- k ise Farsça “soylu” demek. Bizimkiler bana bu is r mi nereden koymufllar? Gayet basit: “Samanyos›nda çok fark var. ü t z lu” filminden. (gülüyor) Dedem “Kur’an’da Nejat Geçmiflinde güney var m›? Otostopla filan Ö yoktur, Necat vard›r” diyor, nüfusa öyle yazd›r›yor. dolaflt›n m›? Çok... Sinan’la bir sürü hikâyemiz var, yan ya- m Araplarda Nejat ya da Necat k›z ismi asl›nda. e d na gelip yazaca¤›z onlar›. M›s›r’da Nejat Ali, Fas’ta Najat Aatabou gibi ün ¤ i lü kad›n flark›c›lar var...
Bir tanesini flimdi bizden esirgemezsin.
Allah allah... ‹lkokulda ismim Necat diye geçti. Ca¤alo¤lu Anadolu’yu kazan›nca, bakt›m ki Alman hocalar söyleyemiyor. C’yi J yap›nca sorun kalmad›. Böylece Alman hocalar vesile oldu, Arapça ismimi Farsçaya çevirdim. (gülüyor) Hollywood’a gidersem söylemesi daha kolay. (gülüyor)
En güzelini anlatay›m o zaman. (gülüyor) Fatih diye bir arkadafl›mla yola ç›km›flt›k, Kafl’tayd›k. Pazar›n kuruldu¤u yere gidip otostop yapmaya bafllad›k. Bir Honda Civic geçti, içinde iki k›z vard›. Önümüzden geçip gittiler, sonra z›zzzt, geri geldiler. Bizi ald›lar, 15 gün beraber dolaflt›k ve sevgili olduk. Her otostopçunun rüyas›d›r bu.
Güneye gidiyorsun sahiden. Art›k Bodrum - Gümüfllük’te mi yaflayacaks›n?
Ç i g n e B a y r e D : i fl e l y ö S
➜43
KEREM KURDO⁄LU’NUN MÜZ‹KAL “DAVA”SI ‘90’l› y›llarda “Haritadan Naklen Yay›n”, “V›nnlaman›n Bin bir Yolu”, “Everest My Lord”, “Fayton Soruflturmas›” gibi deneysel tiyatro projelerinin bayraktarl›¤›n› yapan Kumpanya’n›n kurucusu Kerem Kurdo¤lu, uzun bir aradan sonra, yeni bir toplulukla Garaj-‹stanbul Pro ekibiyle sahnelere döndü. Bir Kafka uyarlamas› olan “‹stanbul’da Bir Dava” müzikali aral›k ve ocak aylar›nda Garaj‹stanbul’da sahnelenecek. Yazar ve yönetmen Kerem Kurdo¤lu’nun yan›s›ra, besteci ‹mre Hadi ve oyuncu Güvenç Da¤üstün’le konufltuk.
‹STanBUL’Da B‹r K aFKA Kerem Kurdo¤lu’nun yaz›p yönetti¤i “‹stanbul’da Bir Dava”da Derya Alabora, Yi¤it Özflener, Güvenç Da¤üstün, Metin Göksel, Cüneyt Yalaz, Gözde Çetiner, Roza Erdem Simel Keçicio¤lu, Hande Özelsancak, U¤ur Altun rol al›yor
tekleyen bir ifllevi vard›. Bir bütünlü¤ü olan müzikal projelerde, süreklili¤i olan bir sound vard›r bafltan sona. Bizde böyle bir bütünlük yok, eklektik bir yap› var. Bu eklektik yap›ya beni ‹mre ikna etti. Gerçi ikna etmek için çok çaba sarf etmesi gerekmedi, bir-iki cümle yeterli oldu. (gülüyor) ‹stanbul’un kültürel durumuna bakt›¤›m›zda, dünyadaki birçok baflka yerin kültürel durumuna denk düflüyor, ama ‹stanbul’da bask›n olan kültürel bir eklektiklik de var. Herkes kendi içinde bir eklektisizm yafl›yor, özellikle kültürel boyutta. Bu kültürel eklektisizmi gösteriye nas›l yans›tt›n›z? Kurdo¤lu: ‹lk akl›ma gelen ilham
kaynaklar›ndan biri Orhan Gencebay. Hemen hepimizin severek dinledi¤i Orhan Gencebay flark›lar› var. Ama bizi ifade eden fley Orhan Gencebay’›n müzi¤i de¤il. Yani beni tarif eden müzik soruldu¤unda Orhan Gencebay cevab›n› vermem, baflka isimler veririm. Ama iki-üç Orhan Gencebay flark›s› vard›r ki, her duydu¤umda “dur flunu sonuna kadar bir dinleyeyim” dedirtir bana. ‹flte bunu oyunda var edelim dedik. Kafka’da, yüce otorite karfl›s›nda birey var, bizim gösterimizde ise öyle ba¤›ms›z bir otorite yok, flikâyet etti¤imiz o otorite de biziz. Bugünün dünyas›nda bireyler bafllar›na gelen felaketlerden kendi d›fllar›nda bir otoriteyi sorumlu tutuyorlar, gizli örgütler, komplo teorileri havada uçufluyor. Oysa sorumlu bir insan bütün bunlarda bizim de pay›m›z oldu¤unu bilir.
Kafka derin bir konu, nereden bafllamak istersiniz? Kerem Kurdo¤lu: Biz flimdi aram›z-
da konufluyorduk, karfl›laflabilece¤imiz en g›c›k soru ne olabilir diye, “neden müzikal?” sorusu at›ld› hemen ortaya. Sonra düflündüm de, o kadar da bofl bir soru de¤il bu. ‹nsan neden Kafka’n›n “Dava”s›ndan yola ç›karak günümüz ‹stanbul’unda geçen bir hikâye anlat›r, üstüne bir de bunu müzikal olarak tasarlar? Benim“Dava”y› ele al›fl›mda önemli olan, hiç Kafkaesk olmaya çal›flmamam. Kafka burada ne demek istemifl, onun yaflad›¤› dönemin gerçekli¤i neymifl vs. gibi noktalara hiç tak›lmadan, olabildi¤ince serbest bir flekilde hikâyeyi bugünün ‹stanbul’unda geçen bir olaya dönüfltürdüm. Peki, nas›l bir uyarlama çal›flmas› yapt›n? Kurdo¤lu: Oyunun dramatik yap›s›n›
incelemek için bugünün gerçekli¤ine bakarken içinde yaflad›¤›m›z gerçekli¤in Kafka’n›n anlatt›¤›ndan daha az kasvetli, hatta baz› yanlar›yla baya¤› e¤lenceli bir dünya oldu¤unu 44➜
düflündüm. Öte yandan, bu genel ak›fl›n içinde küçük trajedi hikâyeleri de yaflan›yor Kafkaesk bir biçimde. ‹kili bir durum söz konusu, bir yanda bir gösteri dünyas› var tüm h›z›yla sürüp giden, bir yanda da bireylerin yaflad›¤› trajediler. Bence Kafka’da olmayan bir boyut bu. E¤lence dünyas› deyince de müzikal, müzikli oyun gösteri dünyas›nda buna çok denk gelen bir fley. Onun için bu kadar müzikle yo¤rulmufl bir teatral gösteri var karfl›n›zda. Müzikleri, danslar›, kostümleri ve sahnelenifliyle, baya¤› e¤lence dünyas› gelene¤ine, kliflelerine göndermeler içeren, Temptations’a kadar uzanan bir yan› var gösterinin. Bahsetti¤in trajik hikâyeleri anlat›rken nas›l bir ifllev görüyor o halde müzik? Kurdo¤lu: Trajik hikâye, aktar›lan
öykünün kendisi. Çevreleyen e¤lence dünyas› ise onun etraf›nda ak›p gidiyor. ‹kisi aras›nda z›t bir iliflki var, gösteri boyunca çarp›fl›yorlar. Müzik de bu z›tl›¤› ortaya koymakta yararland›¤›m›z bir araç. Trajedi ö¤esinin alt›n› çizmek için diyelim.
Brechtyen ekolden gelen bir sahneleme anlay›fl›n›z var, bahsetti¤imiz gösteri dünyas› klifleleriyle ne kadar örtüfltü¤ü söylenebilir Brecht’in tiyatro anlay›fl›n›n? Kurdo¤lu: Brecht’in hemen bütün
oyunlar› ayn› zamanda müzikaldir. Ayr›ca müzikal, anlat›lan hikâyeyle özdeflleflmeyi de¤il, tam tersine ya-
Siz bu gösteriye çal›flmaya bafllad›¤›n›zda henüz Ergenekon davas›, izinsiz telefon dinlemeler vs. bu kadar ön plana ç›kmam›flt›, de¤il mi? Kurdo¤lu: Tamamen tesadüf oldu.
Bizim ç›k›fl noktam›z bugünün dünyas›nda suç, ceza, otorite gibi kavramlarla bireyin ve toplumun kurdu¤u iliflkiydi. Bu soruflturmalar›n ve davalar›n ayn› zamana denk gelmesi bence kötü bir tesadüf oldu, çün-
“Dava”y› ele al›fl›mda önemli olan, hiç Kafkaesk olmaya çal›flmamam. Bir yanda gösteri dünyas›, bir yanda yaflanan trajediler. Bence Kafka’da olmayan bir boyut bu. banc›laflmay›, seyircinin yer yer gösteriyle, hatta kendisiyle dalga geçmesini beraberinde getiren bir formdur. Özde dramatik olandan bir anlamda d›flar›da kalmay› ifade eder. Ama biz bunlar›n yan›s›ra hikâyemizi anlat›rken, kahraman›m›z›n yaflad›¤› trajik hikâyelere seyirci üzülsün de istedik. O noktada da ‹mre’nin yapt›¤› müzik, istedi¤imiz duyarl›¤› destekleyen bir ifllev yüklendi. Dolay›s›yla gösterideki müzik kullan›m›n›n tümden Brecht’yen oldu¤unu söylemek do¤ru olmaz. Baz› yerlerde sadece atmosferi des-
kü yapt›¤›m›z iflin çok küçük bir gündeme hapsolmas› tehlikesini do¤uruyor. Müzikalin yap›s› nas›l flekillendi, ç›k›fl noktan›z ve çal›flma yönteminiz neydi? ‹mre Hadi: Oyunun sekiz flark›s›
var. Oyunun bütün metni yaz›lm›flt›, içinde flark› olacak yerler iflaretlenmiflti. Ben gitaristim, flark›y› gitarla yazmaya bafll›yordum ve yapt›klar›m› kaydediyordum. Daha sonra öbür enstrümanlar›n kay›tlar›n› da bilgisayarla ben yapt›m. Gitarist olmakla birlikte, özelikle flark›lar›n ço-
) g r o . l u b n a t s i j a r a g . w w w ( a d ’ 0 3 : 0 2 t a a s , a t ’ k a c O 1 3 , 0 3 , 9 2 , 4 2 , 3 2 , 2 2 , 7 1 , 6 1 , 5 1 e v k › l a r A 3 1 , 2 1 , 6 , 5 , 4 : i m i v k a t l u b n a t s ‹ j a r a G n › n ” a v a D r i B a d ’ l u b n a t s ‹ “
¤unda gitar kullanmaktan kaç›nd›m. Orhan Gencebay’dan esinlenerek yapt›¤›m›z flark›da mesela, gitar bir yana, hemen hemen hiç enstrüman yok, sadece vokal var. Enstrümanlardan sonra, flark›lar› da ben söyledim. Vokalleri oyunculara ve yönetmene fikir versin diye söyledim aç›kças›, yoksa flark› söylemek gibi bir iddiam yoktu. Oyunda herkes flark› söylüyor mu? Güvenç Da¤üstün: Tabii. Oyunda farkl› flark›lar var. Baz›lar› koro taraf›ndan söyleniyor, iki tane düet var, benim solo söyledi¤im baflka flark›lar var. ‹mre’nin yapt›¤› müzikte çok güzel, çok yeni bir çokseslilik buluyorum. Oyun s›ras›nda müzik canl› m› yap›l›yor? Hadi: Oyunda hiçbir fley canl› çal›nm›yor. fiark›n›n yeri geldi¤inde bizim altyap› devreye giriyor ve oyuncular onun üzerine flark› söylüyor. Güvenç’in bahsetti¤i çokseslili¤i besleyen unsurlar nedir? Hadi: San›yorum bu biraz da Kerem’in ne istedi¤ini anlat›rken bize verdi¤i gazla ilgili. Arabesk g›rtla¤› za-
hayran› olarak mesela, Birsen Tezer’in “Ç›¤l›k Ç›¤l›¤a” yorumunu hiçbir fleye de¤iflmem. Ama ‹mre hakikaten bir baflka söylemifl yapt›¤› flark›lar›. Köksal Engür, Derya Alabora gibi ustalarla çal›flm›fls›n›z... Da¤üstün: Deneyimli ustalarla çal›flmak da ayr› bir zevk oldu. Köksal abi bu sezon program›n›n yo¤unlu¤u nedeniyle ara vermek zorunda kald›, onun rolünü Cüneyt Yalaz oynayacak. Kas›m sonunda Garaj-‹stanbul’da sezonu açaca¤›z. Derya Alabora da anlat›c› rolünde, ama al›fl›lagelmifl anlat›c›lardan de¤il, yani sahne de¤iflimlerinde, oyunculardan kopuk bir flekilde anlat›c›l›k yapm›yor, sürekli oyunun içinde. Oyunun yaklafl›k 110 dakika sürdü¤ünü düflünürseniz, Derya Alabora baya¤› lokomotif ifllevi görüyor. ‹mre, oyundaki flark›lar› teker teker konuflal›m m› h›zl›ca. Hadi: Oyunda iki tane “Lüküs Hayat”vari flark› var. Bunlar e¤lenceli, hatta c›v›k ya da ironik diyebilece¤imiz avukat flark›lar›. Sedat Bey karakteriyle ilgili bir baflka flark› var, o
Kafka’da, yüce otorite karfl›s›nda birey var, bizim gösterimizde flikâyet etti¤imiz o otorite de biziz. Sorumlu bir insan bütün bunlarda bizim de pay›m›z oldu¤unu bilir. ten sevdi¤im bir flark› söyleme tarz›. Bir yandan da Orhan Gencebay’da baz› fleyleri çok e¤lenceli buluyorum. Ne bileyim, arkada kalabal›k bir kad›n grubu vokal yap›yor, sonra bir sürü keman giriyor. Bunlar› kendi içinde takdir ediyorum, bir çokseslilik var flüphesiz, ama bunlar›n yan›s›ra son derece komik tonlu klavye sesleri giriyor devreye bir anda, piyanist flantör sound’unda. Bafll› bafl›na komik bir durum. Ama kemanlar› duydu¤umda “keflke ben de böyle keman çalabilseydim” dedi¤im de oluyor. Asl›nda daha çok Bat› müzi¤inden etkilenmifl biriyim ben. Orhan Gencebay’dan ald›¤›msa san›r›m yerlilik diyebilece¤imiz bir fley. Güvenç, sen opera kökenlisin, senin için nas›l bir deneyim oldu “‹stanbul’da Bir Dava”da yer almak? Da¤üstün: Evet, çok çeflitli projelerin yan›s›ra faal olarak da opera söylüyorum. En son Eskiflehir’de “Carmina Burana” söyleyip geldim. Benim için hem bu ekiple çal›flmak hem de böyle bir projede yer almak çok heyecan verici oldu. En can›m› s›kan fley ise flark›lar› ‹mre’nin benden çok daha güzel söylemesi. Adam o kadar güzel söylemifl ki flark›lar›, zaman zaman “allahtan sahneye ben ç›k›yorum da kimsenin bu flark›lar› ‹mre’nin benden daha iyi söyledi¤ini ö¤renme flans› yok” diyorum kendi kendime. (gülüyor) fiark›lar›n›n en iyi yorumunu o flark›y› yazan yapar diye bir kurala pek inanmam ben. Bir Bülent Ortaçgil
daha çok modernist bestecilerin ‘30’larda, ‘40’larda yapt›klar› bestelere benziyor, biraz Schönberg gibi. Güvenç’in söyledi¤i baflka flark›lar da var, yine klasik Bat› müzi¤i formunda diyebilece¤imiz. K›sacas›, daha önce bahsetti¤imiz eklektik yap› flark›larda böyle ortaya ç›kt›. Ne bileyim, avukat flark›lar›ndan birinde, flark› ortalara do¤ru big band’e dönüyor, sonra ba¤lamal› bir nakarat bölümüyle devam ediyor. “fiehir” flark›s›n›n ad›ndan da anlafl›labilece¤i gibi flehirli bir sound’u var. Daha önce bahsetti¤imiz eklektik yap› flark›lara yak›ndan bak›nca daha net ortaya ç›k›yor sanki... Hadi: Kesinlikle. Udlu bir düet var, biraz Sezen Aksu flark›lar›n› and›r›yor, ama bir yan›yla da Björk flark›lar›n›. Klasik Türk müzi¤i birebir yok, ama Türk müzi¤i ö¤eleri var flark›larda. Zeynep Oral “‹stanbul kokan müzikler” demifl yaz›s›nda. Derya Alabora, kahraman›n yaflad›¤› s›k›nt›lar› anlat›rken mekânlardan bahsetti¤inde, iflte Sultanahmet filan derken, fonda bir-iki Türk müzi¤i ö¤esi duyunca yerli bir his olufluyor seyircide. Derya konuflurken arkadan bir çello giriyor, tam Adnan n Saygun’da rastlayabilece¤iniz a türden bir çello. Yoksa, biz ifle p a Ç bafllarken ‹stanbul kokan bir n müzik yapal›m demedik, sevdi¤i- a fl i l miz gibi bir müzik yapal›m de A : dik. Aç›k fikirli olmak güzel bir i fl e fley, çal›flma sürecini çok zevkli l y ö k›l›yor. S
R E Babylon’da bu ay S N 2 Aral›k, 20:00 Selim Sesler O 3 Aral›k, 21:30 Anadolu Psychedeli K ca: Osman ‹flmen
4 Aral›k, 21:30 Göksel Akustik Proje 5 Aral›k, 23:00 Nappy G. & Nickode-
mus Present Turntables On The Hudson: ‹stanbul’da New York geceleri tam gaz devam ediyor. Perküsyonda Groove Collective’den Nappy G ile pikab›n›n bafl›nda Nickodemus, geleneksel mutfaklardan seçtikleri tatlara funky Latin, Afro-Beat, hiphop soslar› boca ederek karnavalesk bir set ç›kartacaklar. 6 Aral›k, 23:00 Shantel 10 Aral›k, 21:30 123 11 Aral›k, 21:30 Bora Uzer 12 Aral›k, 23:00 Nil Karaibrahimgil 17 Aral›k, 21:30 “Home Not Home”: ‹sveç’in “Kültürleraras› Diyalog Y›l›”na Bant dergisi organizasyonuyla köprü kuruluyor. Kad›nlar› merkezine alan öyküler ve kimlik kavram›n› dert edinen oyun, forum ve sergi gibi aktivitelerle donat›lm›fl “Home Not Home”, Babylon’da bir partiyle bafll›yor. Norrda’yla aç›lan gecenin sahne trafi¤i
hayli yo¤un. Garage-punk-blues ikilisi ‹sveçli Deltahead’in (kontrbasl›, gitar, davul) y›k›c› flovlar›n› DJ ‹pek ‹pekçio¤lu seçkisi perçinleyecek. 18 - 19 Aral›k, 21:30 Wonderland feat. Hüsnü fienlendirici 20 Aral›k, 23:00 Infadels: Modern rock dünyas›n›n en genç, en azg›n gruplar›ndan biri ‹stanbul’a düflüyor.
Üç y›lda üç k›tada 300’ün üzerinde konser vererek ne kadar s›k› kondisyonlar› oldu¤unu cümle âleme gösteren Londral› ekibin iki albümü, sahneyi sirke eviren ç›lg›n bir gösteri adetleri ve yetkinlikleri var. 22 Aral›k, 22:00 Wedding Present: “George Best” adl› ilk albümleriyle sahalara ad›m atan post-punk geleThe Wedding Present
Loo & Placido
Infadels
ne¤inin temsilcisi grup, aflk flark›lar›ndaki yetkinli¤iyle John Peel’›n da gözüne girmiflti. Oyunu kendi kurallar›yla oynamay› seven vokaldeki David Gedge’in kaptanl›¤›ndaki ekip, ‹ngiliz Top 40 tabelalar›na 18 single’› alt›n harflerle yazd›rm›flt›. Rock nam›na flimdiye kadar yapt›klar› her fley, orada bulunmak için yeter de artar. 23 Aral›k, 20:00 Sulukule Roman Orkestras› 24 Aral›k, 21:30 Baba Zula 25 Aral›k, 21:30 Okay Temiz Oriental Wind 26 Aral›k, 23:00 Orient Expressions 27 Aral›k, 23:00 Loo & Placido: Mash-up incelikli bir zanaat. fiöyle düflünün: “Britney Spears ve Amy Winehouse üst üste çal›yor ve kendinizi dans ederken buluyorsunuz. Frans›z pop-punk DJ duo’su, kendi tabirleriyle “1999’dan beri müzi¤in can›na okuyor”. “Punk’s not dead”i fliar edinmifl ikilinin Power FM’de yay›nlanan radyo programlar›n›n ba¤›ml›s› da gani. 30 Aral›k, 21:30 7 Pink Floydlar ve 2 Prenses 31 Aral›k, 22:00 Oldies But Goldies
The Hall’da bu ay
Roy Ayers
Hiphop dalgas›n› jazzy electronikayla harman edip üflemelileriyle ortal›¤› kas›p kavuran Red Snapper, ekim bafl›nda yay›nlad›klar› Señor Coconut yeni albümün ard›ndan yollara düfltü. 5 Aral›k’taki buluflmada groovy trip-hop’la yeni deneylerini canland›racaklar. Bir gün sonra, remiksleriyle diskotekleri sallayan house DJ’i Junior Sanchez türün merakl›lar›n› uçuracak, New York’la aradaki zaman fark›n› ortadan kald›racak. 20 Aral›k gecesi bambaflka bir tecrübe var flüphesiz: Afro-beat’in piri, r&b’nin mucidi, Fela Kuti’nin ahbab› ‘68’lik kurt Roy Ayers plak valizleriyle geliyor.
The Dø Helsinki ve Paris mutfa¤›n›n kar›fl›m›, dünyal›, kalender bir folk-rock. Az zamanda çok ifller (film müzikleri, albümden evvel konserler) yapan ikili radyo listelerinin de çok dinlenen parçalar›na imza att›. Radyo Eksen marifetiyle izleyece¤imiz konser 13 Aral›k’ta, Yeni Melek’te, kaçmaz!
Gevende Uluslararas› Af Örgütü’nün ‹nsan Haklar› Beyannamesi’nin 60. y›l› kapsam›nda düzenledi¤i “Küçük Yerler Turu” isimli “insan haklar› ve müzik” projesini Gevende gönüllü bir konser vererek destekliyor. 3 Aral›k’› ve Ghetto’yu not düflelim. (www.amnesty.org.tr)
Otto Santral’da bu ay Elektronik müzi¤e evsahipli¤i yapmay› sürdüren Otto, 19 Aral›k’ta minimal teknonun Alman Faze Action kalelerinden M.A.N.D.Y.’den Patrick Bodmer’› a¤›rl›yor. Y›l›n son gecesindeyse Londral› Faze Action’la parti var. Simon ve Robin Lee biraderlerin yedi kiflilik orkestralar› new wave, disko house hatt›ndan hipnotik bir geceye ça¤›r›yor... 46➜
TrendShow’09 Etkinli¤in sürprizi Fatboy Slim. Ama yanlar› da kuvvetli. Bülent Ortaçgil, Müslüm Gürses, Teoman, Portecho, Bedük, Roy Ayers, M.A.N.D.Y., Billie Ray Martin, Italoboyz, Jenifer Cardini, Zipunt, Orange, Hüseyin Karaday› konserlerinin yan›nda Fatboy Slim genç tasar›mc›lar›n defileleri, atölye, sergi ve söyleflilerde trend’lerin izinin sürülece¤i TrendShow’09, beflinci senesinde, 11-21 Aral›k’ta Taksim Metro ‹stasyonu, The Hall, Indigo, Lütfi KIRDAR ve Santralistanbul’da bir dizi görülesi etkinlik sunuyor. (www.trendshow.com.tr)
Nazareth Orkestras› ve Lubna Salame Klasik Arap müzi¤i ve geleneksel Filistin müzi¤inde ustalaflm›fl Nazareth, H›ristiyan, Müslüman ve Yahudi müzisyenlerden kurulu bir orkestra. Solist Lubna Salame ise Thom Yorke’tan Ömer Faruk Tekbilek’e kadar birçok büyük isimle ortakl›klar› olan, Arap dünyas›na hâkim bir yorumcu. M›s›r’›n “dördüncü piramidi” Ümmü Gülsüm’ün an›s›na divan›n flark›lar›n›n seslendirilece¤i konser 16 Aral›k’ta CRR salonunda...
Gitarcafe’de bu ay 5 Aral›k, 21:00 Mandragore 16 Aral›k, 21:00 Bilal Karaman - Sarp
Maden 17 Aral›k, 21:00 Jujunela 18 Aral›k, 21:00 Ke-Ke-Ça Beden Perküsyonu ‹kilisi: Tugay Baflar ve Timuçin Gürer’den “Her Beden Duyar” adl› ödüllü belgesel film gösterimi ve uygulamal› sohbet. 19 Aral›k, 21:00 Yedi Renk 20 Aral›k, 21:00 Etni-Ka 5 Aral›k, 20:00-22:00 Dia gösterisi: Küba, Botswana-Namibia-Zambia ve Nepal 25 Aral›k, 21:00 Onok Bozkurt - Sayat Arslanl›o¤lu klasik gitar ikilisi 26Aral›k, 21:00 Murat Meriç: ‹ki Darbe Aras› Müzikli fiamata 27 Aral›k, 21:00 Birol Topalo¤lu Ritm, yarat›c› yazarl›k, felsefe, klasik gitar ve flüt atölBirol Topalo¤lu yeleriyle amatör sanatç›lara aç›k “sahne sizin” etkinlikleri bu sezon da sürüyor. www.gitarcafe.com
i G Hafriyat R “Hayalî siparifller üzerine çal›flan, aynen bir grafikerin müfl E S terisi için bir iflaret tasarlamas› gibi toplumsal bask› alt›ndaki bütün topluluklar için iflaretler tasarlayan” Extramücadele’nin ikinci k›sa filmi “Köle” 20 Aral›k - 3 Ocak aras›nda Hafriyat Karaköy’de... “‹ktidar, halk ve silahl› adam” üçlüsünün ne menem bir iliflki içinde oldu¤una bakan Extramücadele, Cannes’da gösterilen “Pompa”n›n ard›ndan müzikleri yine Baba Zula’ya teslim etmifl. Mücadelenin resim ve heykellere de ifllendi¤i serginin ac›l›fl günü pikab›n bafl›nda DJ Ken olacak. (www.hafriyatkarakoy.com)
Aksanat’ta “Metamorfoz” Metamorfoz kadim bir kavram. Üstelik çok da Kafkaesk. Soludu¤umuz dünyan›n nas›l bir dönüflümden, befleriyetin ne denli zor bir s›navdan geçti¤inin kay›tlar›n› düflen sergide yer alan yap›tlar Gregor Samsa’n›n ruhunu ça¤›r›yor, kendi varolufllar›m›z, pratiklerimiz üzerine de durup düflünmek için... Farkl› co¤rafyalardan farkl› disiplinleri bir araya getiren sergi 20 Aral›k’a dek sürecek. Hamifl: 15-25 Aral›k aras›nda beflincisi düzenlenecek Akbank K›sa Film Festivali’nin program› yak›nda belli oluyor.
K i ‹klim Zirvesi L Befliktafl Köyiçi Caddesi 10 numa N i K ra’da faaliyet gösteren Çad›r, küre T sel ›s›nma tehdidi alt›ndaki yerküre E de bu gidiflle kültür-sanat etkinliklerine evsahipli¤i yapman›n mümkün olmad›¤›n›n fark›nda olarak 6 Aral›k’ta mücadele ruhunu yükseltecek bir ‹klim Zirvesi’ne platform oluyor. 12’de kitlesel bas›n aç›klamas›yla bafllayacak zirvede sahne önce aktivistlerin ve kampanya sözcülerinin. Animasyon ve film gösterimlerinin ard›ndan Marsis, Beton Orman, King Seroman Reggae DJ Set, Sultan Tunç ve Dub Kurtulufl Bandosu ve Iya Waves konserleriyle gecenin körü ayd›nlanacak. Greenpeace, Do¤a Derne¤i, Küresel Eylem Grubu, BAK, yefliller Partisi sözcülerinin kat›laca¤› zirvenin a¤›r topu tar›m politikalar›n›n birinci elden en güvenilir kayna¤›, Çiftçi Sendikalar› Konfederasyonu baflkan› Abdullah Aysu.
“Troyal› Kad›nlar” Küreselleflmenin dayatt›¤› iliflki biçimlerine, orta s›n›f›n halet-i ruhiyesine, faflizmin ayak seslerine, ahlâkç›l›¤a, özgürlü¤e, savafla, bar›fla, suç ve cezaya dair, ayk›r› yazar Mark Ravenhill’in kaleminden, 16 k›sa, bir radyo oyunu ve bir epilogdan oluflan 18 oyunu sezon boyunca izleyiciyle buluflturacak Dot Tiyatrosu. Tepebafl›’ndaki Bilsar binas›nda serinin üçüncü oyunu “Troyal› Kad›nlar – Dünyalar Savafl›” Murat Daltaban rejisiyle ezber bozmaya devam ediyor. Gerçek yetiflkinler için sert içerik! Gösteri tarihleri www.dotbilsarda.org adresinde.
“‹nsan Halleri” Ergün Turan ve Süreyya Y›lmaz Dernek’in sokaktan geçenleri bir brandan›n önünde anonimlefltirdi¤i “Biz” adl› güçlü çal›flmas›yla S›tk› Kösemen’in “ölü taklidi yapanlar”› yan yana geliyor ve tesirli bir okuma sunuyor. 52 parçal›k “‹nsan Halleri” sergisi 25 Ocak’a dek ‹stanbul Modern’de görülebilir.
“Örtemeyen” “Bütün k›vr›mlar›, gölgesi, s›cakl›¤›yla bizi sarmalayan, bütün kullan›lm›fll›¤›yla, cennetten dünyaya kovulman›n, elmay› difllemenin getirdi¤i utanc›n simgesi kumafl”› boya katmanlar› ve tualle, kendi deyimiyle dil ötesi, ancak malzemenin ve f›rçan›n hissettirece¤i bir yöne tafl›yan Nazan Azeri’nin “Örtemeyen” sergisi 24 Aral›k - 20 Ocak aras›nda Karfl› Sanat Çal›flmalar›’nda görülebilir.
“The Bitch Is Sleeping” Derya Demir ve Leyla Gediz kürator ikilisinin derledi¤i, fetiflizmi mercek alt›na alan “The Bitch Is Sleeping / Uyuyan ID” adl› sergi, yeni aç›lan Galeri Splendid’den tafl›p Karfl› Sanat’a, ‹stiklâl Caddesi’nin ma¤azalar›na uzuyor. Kelebek Korse, Katia fiapka, Panter K›rtasiye, Robinson Crusoe, Mudo Concept, Gon, ‹pek Ma¤azas›’nda yerlefltirmelere, videolara, heykellere, foto¤raflara rastlayabilirsiniz. Pazartesileri Dogzstar’a yolunuz düflerse, iki-film-birden gösterim var. Politik, marjinal ve korku sinemas›ndan Bruce LaBruce, Brice Dellsperger, Richard Van Loot’un kült yap›mlar› 19:30’da perdede. Deneysel elektronikçi Erdem Helvac›o¤lu da Karfl› Sanat'taki ses yerlefltirmesiyle 19 Aral›k’a dek sürecek etkinlikte yer alm›fl...
A U M C E M
Mimarl›k Müzesi Sadece mimarlar› de¤il, kent, tarih, etik, estetik ve insanl›k durumlar› üzerine kafa yoranlar›n da merak›n› cezbedecek olan Mimarl›k Müzesi, mimari miras›n envanterini tutmaya devam ediyor. “Tatavla’dan Kurtulufl’a” adl› yeni sergi, bir semtin geçirdi¤i dönüflümü kiliseler, ayazmalar, çeflmeler, hamamlar, okullar ve foto¤raflar eflli¤inde anlat›yor. Ursula LeGuin’in dedi¤i gibi “esas yolculuk, geçmifle do¤ru yap›lan›...” (www.mimarlikmuzesi.org)
A U Deli Kasap M Deli Kasap, 2000’den bu yana “www.delika C sap.com” adresinde yay›nda. “Rock’n’Roll E M Kültürü Mecmuas›”n›n fizikî yay›n›ysa, dördüncü say›s›yla dolan›mda. “Heavy metal’e ‘sol’dan bakan, felsefe toplant›lar› düzenleyen ve lumpen hard rockç›l›¤a entelektüel bir aidiyet kazand›rma arzusu” içindeki yay›n, yeni say›s›nda Rob Zombie, Jean Paul Sartre, Scott Ian, Ne jat Yavaflo¤ullar›, Metallica, Atomic Blonde’a dair makalelerle Roger Waters ve Scorpions ile röportajlara yer vermifl. ➜47
K ›RaaTHane K ›RaaTHane
ROLL K‹TAPLI⁄I Alberto Moravio Ben ve O (Alk›m) Amos Oz Kara Kutu (Do¤an) Andrew Wilson Patricia Highsmith –Güzel Gölge (Everest) Arthur Rimbaud Ben Bir Baflkas›d›r (K›rm›z›) Aziz Gökdemir Amerika’dan Bitlis’e William Saroyan (Aras) Baflo Kelebek Düflleri (Metis) Ellen Meiksins Wood Kapitalizm Demokrasiye Karfl› (Yordam) Erinç Yeldan Küreselleflme Kim ‹çin (Yordam) Ersin Kana Asi Ruh (New Age) Haydar Ergülen Eski Yaz› (Turkuvaz) Italo Calvino Kum Koleksiyonu (YKY) Jose Saramago Küçük An›lar (Can) Lale Müldür Günefl Tutulmas› 1999 (YYK) Leonard Cohen Görkemli Kaybedenler (Versus) Murat Belge Genesis –Büyük Ulusal Anlat› ve Türklerin Kökeni (‹letiflim) Noam Chomsky Müdahaleler (BGST) Slavoj Zizek Kieslowski ya da Maddeci Teoloji (Encore) Thomas Brussing Futbolun Ölümü (Agora) Trisha Ziff Korda’n›n Objektifinden Che (Bilgi Ün.) Woody Allen S›rf Anarfli (Siren)
Dünyalar güzeli bir orospu Bu flehrin adam› söver, bu flehir kad›n›n› döver, bu flehir kan›m›z› emer... Bar›fl Müstecapl›o¤lu’ndan Sad›k Yemni’ye, Müge ‹plikçi’den Jessica Lutz’a, karanl›k, kanl›, flehevî, ac›l› 16 öykü var “Kara ‹stanbul” derlemesinde. Tad›ml›¤›m›z, no wave flairi Lydia Lunch’tan... Bunalt›c› s›cak indiriyor flapla¤› yüzüme, sidikten s›r›ls›klam olmufl bir battaniye gibi. Trenden inerken, ö¤le namaz›n›n tüyler ürpertici hastal›kl› serenad› karfl›l›yor beni. Kertenkeleler gibi kaç›flan, s›rtlar›na yükledikleri çürük meyve dolu has›r sepetler bellerini bükmüfl, bir aya¤› çukurda kad›nlar sürüsü taraf›ndan itilip kak›l›nca öfkem katlanarak yeniden deprefliyor. Amaçs›zca onlar› solluyorum; nerede oldu¤um, nereye gitti¤im, hatta hangi akla hizmet birkaç saatlik keflif için buraya u¤rad›¤›m hakk›nda zerre fikrim yok. Do¤u ile Bat›’y›, Asya ile Avrupa’y› hem birlefltirip hem bölen bu ucube flehri sahiden anlamak, benim diyen dedektifi bile y›llarca u¤raflt›r›r. Entrika doludur ‹stanbul; mis kokulu çiçeklerle üzerini örtmeye çal›flsa da belden afla¤›s›n›n besleyip büyüttü¤ü kötülü¤ü asla gizleyemeyen bu kar›, bast›r›lsa da saklanamayan ifltah aç›c› cazibesiyle kirlidir. ‹stanbul dünyalar güzeli bir orospudur; pislik yuvas›, dolambaçl›, adi bir batakl›¤a gömülmüfl, t›rnaklar›n›n içi kir dolmufl kabaday› kuzenlerin, para eden her fleyi pazarlad›¤› sokaklar›n kollar›nda eriyen orospu. Takas, taciz, kaçakç›l›k sanatlar› e¤er Konstantinopolis’te icat edilmemiflse bile, çok çok eskiden burada doruk noktas›na ulaflm›fl, bugün tahminen on befl milyonu bulan ter döken bedenin hemen hemen hepsi bu ifllerin ustas› olmufltur. Anas›n› satt›¤›m üç kuruflluk akl›m› da yitirmek üzereydim. Alt› yafllar›nda o¤lan çocuklar›ndan oluflan, insan› can›ndan bezdiren bir it sürüsü yolda peflime tak›lm›fl, h›rlayarak bana zorla adi selpaklar›ndan satmaya çal›fl›yorlard›. S›ska kollar› ve bacaklar›, ac› biber salças›na bat›r›larak araba lasti¤ini delebilecek flifllere geçirilip › zgaralanm›fl leziz kuflbafl› hayalleri kurdurdu bana. Tansiyonum tavana, kan flekerim dibe vurmuflken, iflledi-
¤im nefret suçlar›n›n uzunca listesine yeni bir madde olarak yamyaml›¤› da eklemeden bir fleyler yemeliydim. Kafay› çekebilece¤im bir yer arayarak toz toprak bir ara soka¤a dald›m. Çölde vaha bulmufl gibi, d›flar›ya birbiriyle alâkas›z masalar›n at›ld›¤› bofl bir kafeye s›¤›nd›m. Bofltu derken, kar› k›zla kafay› bozmufl, Amerikan gerzekli¤inin kusursuz iki numunesi ile onlar›n ayaklar›n›n dibindeki yanardöner atsine¤i bulutunu atlaya z›playa kovalayan kirli kar›ndafl tekir yavru kediler d›fl›nda bir Allah’›n kulu yoktu. Birbirinin ayn›s›n›n t›pk›s› bu iki kafadar, güneflin flehvetinden nasiplenmifl yanaklar›, genifl omuzlar› ve uçak pilotu gözlükleriyle ifltah›m› kabartt›lar. fiimdi art›k yemekten baflka bir fleylere afl eriyordum. Yan masada lefl bir sandal-
yeye çöktüm. Garsona el ettim, sipariflimi verdim. Bofl sohbetlerine kulak kabart›rken tansiyonumun bir nebze daha artt›¤›n› hissettim –›smarlad›¤›m kuzu pirzolas› daha önüme gelmemiflti. Kafl›n›yordum. Serçeparma¤›m atmaya bafllad›. Gözkapaklar›m yan›yordu. Ana baba paras› yiyerek Avrasya’y› talan eden bu azg›n, esrardan kafalar› dumanl› fl›mar›k piçler, pahal› cep telefonlar›nda birbirlerine en son yata¤a att›klar› kad›nlar›n suç delili foto¤raflar›n› peflpefle göstererek ayr›nt›l› bilgi veriyorlard›: “Varna’da Anal”, “Odesa’da Arka Kap›dan Kumlu Sikifl”, “Saraybosna’da 69 Art› Bir”. Alternatif porno filmlerinin upuzun bir listesi gibi geliyordu kula¤a, ki iyice çi¤ sar›fl›n olan›n›n yar› kalkm›fl sikine naz niyaz yaslanan el kameras›nda bunlar›n bol bol örnekleri bulunabilece¤inden iyice emindim art›k. “Abi bunun am› götü da¤›lm›fl”, çad›r› kuran arkadafl›n›n yan›na sokularak telefona yaklaflt›. “Afferin lan sana! Ulan, Dirty Sanchez solda s›f›r kal›r! Biri fiyat›na iki kifli biner buna!” “Tabii lan o¤lum!” Kankalar çakt›. Havalar›ndan geçilmeyen bu gez götüm yollar› çapk›nlar›n›n sikiflme an›lar›n› duydukça –aram›zda bulunmayan, cinselli¤e aç k›zkardefllerime karfl› herhangi bir ahlâkî sorumluluk duydu¤umdan de¤il de– cinsler aras›ndaki mücadelenin dur durak bilmeyen savafl›nda önde giden delibozuk misali, yakam› b›rakmayan intikam arzusuna karfl› koyam›yordum. (...) Analar›ndan emdikleri sütü burunlar›ndan getirecektim. Lydia Lunch, “Vitriol yahut Kan Kusturma Felsefesinin Ruhu”, “Kara ‹stanbul” içinde, der: Amy Spangler Mustafa Ziyalan (Everest) ➜49
I’M FROM BARCELONA
El çabuklu¤u marifet ‹sveçli kalabal›k bando, “Who Killed Harry Houdini?” adl› ikinci albümünü yay›nlad›. Bu albümdeki flark›lar ilk albümdekilere göre daha ciddi görünüyor. Emanuel Lundgren: Evet. Ben ilk albümü
de sevmifltim. Ama ayn› fleyleri bir kez daha yapmak gereksizdi. ‹lk albüm bir yaz süresince yaz›lm›flt›, bu albümdeyse y›llard›r geliflen flark›lar var. Daha fazla duygu içeriyor olabilir. Albümün ad› “Harry Houdini’nin Gizli Yaflam›” kitab›ndan konmufl. Siz de sihirbazl›k denemelerinde bulunuyormuflsunuz...
MATTHEW HERBERT
GIANT SAND
Filistin günlü¤ü
Avare ruhlar
‹ngiliz elektronikçinin yeni albümü “There’s Me and There’s You” yay›nland›.
Giant Sand, Danimarka’da Danimarkal› bir kadroyla kaydedilen yeni albümü “ProVISIONS”› yay›nlad›... Geçmiflte Giant Sand, de¤iflken elemanlar›yla daha ziyade tek kiflilik bir grup olarak görülürdü. Giant Sand’i bugün nas›l tarif etmeli? Howe Gelb: Daha ziyade mevsimlik kadro-
Kafandakileri dinleyicilerine tam anlam›yla nakledebildi¤ini düflünüyor musun?
Albümü, ‹srail’de insanlar vurulurken kaydedilmifl seslerden bozma, zahmetsiz bir müzik olarak niteleyenler oldu. Bu biraz tedirgin edici. Elimdeki materyali do¤ru bir biçimde sunup sunamad›¤›m› sorgulad›m. Yapt›¤›m iflin beraberinde getirdi¤i bir sorumluluk var. Bu yapt›¤›m müzi¤i daha iyi k›lmasa da, onu saf müzikal deneyimden ç›kar›p insan hayat›na temas eder bir hale getirdi. Filistin’de ses kay›tlar› yaparken ne gibi yöntemler izledin?
‹lk yapmaya çal›flt›¤›m fley, orada bir turist edas›yla gezinmemek, duyduklar›na kendi yorumunu getiren bir sanatç› gibi davranmamak oldu. ‹nsanlar›n kendi yorumlar›n› duymak istedim. Yaln›zca gidip insanlara en sevdikleri ve en nefret ettikleri sesleri sordum. Sevilen sesler do¤aya ait ritmlerdi; biçilen bu¤day, do¤an günefl veya yanan sigara gibi. Nefret edilenlerse kaosa, vahflete dair fleylerdi, en baflta tabii silah sesleri. Devam›nda ne geldi?
Yapt›¤›m fley temel olarak bu kay›tlar› bir s›raya sokmakt›. ‹lginç olan, sevilen seslerin kendili¤inden bir ritm duygusu yarat›yor olufluydu. Nefret edilenlerse
karmafladan baflka bir fley oluflturmad›lar; ritmsiz, yap›s›z, armoniden ve melodiden yoksundular. E¤er savafl için bir mecaz ar›yorsan›z, herhalde daha iyisini bulamazs›n›z. Kaos genellikle nefret uyand›r›r. Kendimizi Filistinlilerin yerine koymak, hasta yahut ölmekte olan yak›nlar›n› dahi göremeyecek insanlarla kendimizi özdefllefltirebilmek için, grubun ülkenin farkl› yerlerinde kay›t yapmas›n› sa¤lad›k. “The Yesness” adl› parçada 100 farkl› kifliye “Evet!” dedirttin.
Bu piyasa mant›¤›nda, kolektifler ancak ve ancak tüketiciler veya müflteriler olarak tan›mlan›yor. Bir seyirci kitlesini sürecin parças› olarak görebilmek neredeyse imkâns›z. Benim içinse albümün dinleyicilerinin albümün içinde olmalar› çok önemli. Ortaya ç›kan müzik rezalet bile olsa, bunu yapabilmek gurur verici.
lar söz konusuydu. Zarlar nas›l geldiyse ifller öyle yürüdü. Özellikle gidip birilerini aramad›¤›m gibi, kimselerden kurtulmaya da çal›flmad›m. Gruba emek vermifl tüm elemanlar›n yaflam boyu geçerli üyelikleri var. Ayn› ya¤mur alt›nda ›slanan, f›rt›nalara karfl› serpilen ekinler gibiyiz... “ProVISIONS”› neden solo bir albüm olarak de¤il de Giant Sand ad›yla yay›nlad›n?
Yeni kadroyla solo çal›flmam esnas›nda bir araya gelmifltik. Turne boyunca ald›¤›m heyecan, yazarken beni saran duygu t›pk› Giant Sand’le yaflad›klar›m gibiydi. Yirmi küsur y›ld›r ald›¤›m lezzeti bariz bir flekilde bar›nd›r›yordu. Bu bir ferahlama getirdi ve yeni bir gruba dönüfltük. Gençlerle çal›flmay› seviyorum. ‹yi bir akustik grup olduk, ama elektri¤i kesmek istemiyorum. Ama çocuklar›n pek de hofluna gitmedi. Danimarka’da tuzlar› kuru tabii. Piyasadaki distorsiyon pe-
(Pitchfork, çev: V. Can Yaz›c›)
MY BRIGHTEST DIAMOND Bu ifllere hep büyük bir ilgi duydum. Çocukken yapt›¤›m ucuz kart numaralar›n› b›rakt›ktan sonra da o ilgiyi içimde yaflatt›m. Albüm yaparken biyografi okumak, kendime bakmam için yeni bir perspektif sa¤l›yor. Houdini’nin biyografisi, okudu¤um en iyi biyografilerden. Gizem konusunda örnek al›nacak birisi. Müzi¤i ço¤unlukla siz yaz›yorsunuz. Grup neden bu kadar kalabal›k peki?
Grup haline gelmemiz kaza eseri say›l›r. Müzi¤imizi kimse önemsemeseydi, bu ifl ancak bir yaz sürerdi. ‹lk çal›flmalarda bir fleyler yapaca¤›m›z› hissetmifltim. Bunu vücudumda, karn›mda hissedebiliyordum. On y›l önce okulda birlikte çald›¤›m grupla yakalad›¤›m hissiyat›n peflindeyim. I’m From Barcelona ile verdi¤imiz ilk konserde bunu yakalad›m. Ama grubun tüm dünyay› dolaflaca¤›n› tahmin edemeyebilirdim. Mevcudumuza gelince, bu hep sorulur. Asl›nda bu turnelerde sorun yaflamamak için iyi bir yol, dört kifliyle turneye ç›kmaya benzemiyor. Biriyle tak›fl›rsan, onu hiç görmeden otobüsün arkas›nda iki gün geçirebilirsin. Bugünlerde neler dinliyorsunuz?
Kaç›rd›klar›m› yakalamakla meflgûlüm. Albüm yaparken pek müzik dinlemem, etkilenmek kolayd›r, kimseden bir fley araklamak istemem. Beck’in yeni albümünü dinliyorum, çok etkileyici. Yeni Dungen albümüne de tak›l›yorum, saykodelik iflleri ‘60’lar› hat›rlat›yor. Bir de arkadafl›m Loney, Dear’›n albümünü bekliyorum, bu k›fl ç›kacakm›fl. (Quietcolor, çev: Fevzican Abac›o¤lu)
Berlin felsefesi Kanadal› Shara Worden’in My Brightest Diamond projesi ikinci albüme erdi: “A Million Shark’s Teeth”. Yeni albümünün hikâyesi nas›l? Shara Worden: ‹lk albümüm “Bring
Me The Workhorse”u kaydetmeden önce, bir yayl› çalg›lar dörtlüsüyle kay›t seans› yapm›flt›m. S›rf yayl›larla bir albüm yapmay› geçiriyordum içimden. Bu fikri “A Million Shark’s Teeth”te biraz uygulad›m. Yayl› çalg›lar tak›nt›s› nereden ç›kt›?
Pierre Boulez’nin “Pli Selon Pli”sini izledim. Sonra Nina Nastasia ve Antony & The Johnsons’› yayl› çalg›lar orkestras›yla sahnede seyrettim. O günlerde Peter Gabriel, Tom Waits, Talk Talk ve Björk dinliyordum; bu albümlerin yayl› çalg›lar dörtlüsüyle alâkas› olmad›¤›n› bile fark etmeden, sürekli “yayl› dörtlüsü” diye kafamdan geçiriyordum. Yayl›lar haricinde, iki albüm aras›nda ne gibi farklar var?
Bu seferkinde müzik daha çok sözlerin peflinden geldi, daha az tekrarlar var. Klasik “dörtlük / nakarat / dörtlük” formunu illâ kullanm›yorum. Kay›tlar› Los Angeles, New York ve Berlin’de yapt›n; neden?
Bateristim Berlin’de yafl›yor. Yayl›lar› çalan müzisyenler New York’ta, tuhaf elektronik sound’lar› yapanlarsa Los Angeles’ta yafl›yordu. Berlin’deki ambi-
yans beni çarpt›, punk ruhu hâlâ capcanl›, insan hayata gerçekten dokundu¤unu hissediyor, her fley daha kat›fl›ks›z. Gün boyu yaflad›klar›m, insanlarla sabahlara kadar kültür, felsefe muhabbetleri yapmak beni etkiledi. Bir sonraki albümde bunlar›n izi görülür. Babanla ortak “French Songs” projen vard›, o ne oldu?
Henüz bir kay›t yapmad›k. Babam çok iyi bir akordeoncu. Yani can› istedi¤inde. (gülüyor) Onun yaflad›¤› Teksas’ta, Kurt Weill, Edith Piaf ve bildi¤i birkaç Rus flark›s›ndan oluflan yar›m saatlik konserler verdik. Bu flark›lara ve dillerine tam mânâs›yla nüfuz etmek uzun vadeli projelerimden biri. Bu müzi¤in ça¤r›flt›rd›¤› resimler çok hofluma gidiyor. (Popnews, çev: Siren ‹demen)
dallar› üzerinden siyasî yap›y› okumak mümkündür. Kriz ve buhran ne kadar derinleflirse, rock da o kadar iyi olur. Ne zaman Cumhuriyetçiler bafla geçse, en harbi rock ortaya ç›kar. Kennedy suikasti dünyay› sarst›, ama ard›ndan Hendrix ç›kageldi. Carter döneminde disko patlam›flt›...
Clinton’la birlikte de hiphop. fiark›yazarlar› yaflland›kça, çal›flma saatleri gecenin geç saatlerinden sabah›n erken saatlerine kay›yor. Senin yo¤unlaflt›¤›n saatler hangileri?
En sevdi¤im sözlerimi uykuya dalmazdan evvel ve uykudan hemen uyand›¤›m anlarda yazd›m, çok ayd›nlat›c› oluyor. Tuscon sound’u diye bir fley var m›? Varsa, bunun kökeni sen misin?
Çorbada benim de tuzum var. Tuscon’u ilk mesken tutanlardan›m. Tuscon müzi¤i avare ruhlara cazip geliyor. Ezelden beri avare olan ben de halimden memnunum. Tuscon’a yerleflen baz› sevdi¤im arkadafllar geleneksel sound’un bu taraf›n› eksiltip onu daha veciz bir senaryoya oturttular. Calexico’dan John ve Joey’i burayla tan›flt›ran benim. ‘90’larda, farkl› zamanlarda Tuscon’a geldiler ve bir daha gitmediler. Bizim eski havalar› büküp müzi¤e daha bir yerellik kazand›rd›lar. Tabii bu da, Avrupal›n›n Bat› derken kastetti¤i fleye cuk oturdu. (Village Voice, çev: fiahan Nuho¤lu)
BRIGHTBLACK MORNING LIGHT
CRYSTAL CASTLES
Da¤lara gel da¤lara
Beyazlar kirli
Amerikal› saykodelik folk ikilisi, Will Oldham’la yapt›klar› EP’lerin ard›ndan üçüncü uzunçalar “Motion To Rejoin”i yay›nlad›...
Nas›l bir geçmifli var grubunuzun? Naybob Shineywater: Ben Alabamal›y›m, çocuklu¤um sokaklarda geçti. Rachael’le kendimizi k›rsal, yaban ortamlarda müzik yapmaya adad›k, ekolojik sürdürülebilirli¤e odakland›k. Vahfli hayat, tek gerçek özgürlüktür.
Da¤lara niye tafl›nd›n›z? New Mexico büyüleyici bir yer. Buras› Avrupal›lar›n istilâs›na direniflte baflar›l› olmufl tek halk›n, Pueblolar›n yuvas›. Tarih bütün yerlilerin, dillerinin, dinlerinin öldü¤üne inanmam›z› ister. Bu bir yalan. Dönüp kadim kültürlere bakmam›z gerek.
Size hippi denmesine ne diyorsunuz? LSD’nin Amerika’dan ç›kt›¤›n› unutmay›n. Bugüne kadar hiçbir kültür bu kadar devrimci bir tecrübe üretemedi. ‘60’lar ayr›ca kad›nlara oy hakk›n›, ›rksal ve cinsel eflitli¤i de getirdi. Onlar›n hatalar›ndan almam›z gereken dersler var, ama bilinç
gelifltirmek için kulland›klar› araçlar› da kucaklamal›y›z. Marihuana mesela, d›fl çevremizi geniflletmek için gerekli potansiyel onda vard›r. Bu tür araçlar› kötü diye nitelememeliyiz, bu nitelemeyi yapanlar petrol için, her türlü afl›r›l›k için savafllar ç›kar›yorlar. Bu ülkenin bütün flehirlerinde her ay savafl karfl›t› gösteriler düzenlenmemesini kabullenmek zor.
‹lk defa kaç yafl›n›zda flüpheye düfltünüz? Çok küçükken, daha okul y›llar›mda, hem beyaz hem siyah çocuklardan ›rkç› laflar duydu¤umda. Emekçi ve yorgun ebeveynleri ö¤retiyordu onlara bunlar›. Hükümete, bürokrasiye yükleneceklerine, birbirlerini suçluyorlar. Bence ABD’nin hepten ayr›lmas›, devletlerin birleflmifl filan olmamas› lâz›m. Bizi bir arada tutan hiçbir fley yok. Baflka türlü bir birlik fikri olmas› gerek.
Remiksleriyle ve sahne flovlar›yla ünlü Torontolu elektro punk ikilisi, bu y›l kendi ad›n› tafl›yan ilk albümünü yay›nlad›.
Di¤er üye Ethan Kath’la aran›zda bir iflbölümü var m›? Alice Glass: O parçalar› yaz›yor, ben de ara-
rin büyü metinleri gibi olmas›n› istiyorum, Amerikan yerlilerinin hikâyelerinden etkileniyorum. Mevcut kolektif zihniyet dünyas› beni ba¤lam›yor.
Rachael Hughes’le nas›l tan›flt›n›z?
fiark› sözleriniz basit, ayn› zamanda dua ya da büyü gibi...
Alabama’da ne sevdi¤im grup My Bloody Valentine’›n cover’lar›n› yapan bir grubumuz vard›r. Benden sonra Rachel girdi gruba, ben dönünce de beraber müzik yapmaya bafllad›k, Will Oldham’la küçük bir turne yapt›k. Sonra Rachel Kaliforniya’ya, organik tar›m yapmaya gitti, ben de peflinden. ‹nsanlar sevgili oldu¤umuzu zannediyor, ama hiç olmad›k. Sanatsal bir beraberlik bizimki.
‹ngilizceyi fazla sevmiyorum. Ama sözle-
(Uncut, Pitchforkmedia, çev: Merve Erol)
En çok korktu¤unuz fley? Liderlik, lider olmak isteyen tipler.
DEERHUNTER
ALAN VEGA
Reznor’›n tercihi
Jailhouse rock
Atlantal› ambient punk ekibinin üçüncü albümü “Microcastle” yay›nland›. Grubun davulcusu, albüm sürecini anlat›yor.
Efsanevî new wave-punk ikilisi Suicide’›n 70 yafl›ndaki flark›c›s›yla müzik, sinema ve edebiyat üzerine...
Grubunuzun geçmifli soygunlar, ölümler ve anlaflmazl›klarla dolu. fiu aralar nas›ls›n›z? Moses Archuleta: Art›k gülebiliyoruz. Çalkant›l› günleri geride
Neler dinliyorsun bu aralar?
b›rakt›k. Galiba insanlar bu duruma bizden daha fazla kafa yoruyor. Hani konser esnas›nda monitörden gelen c›z›rt›y› bir süre sonra önemsemez hale gelirsiniz. Ayn› flekilde insanlar›n da bir süre sonra bu durumu unutacaklar›n› umuyoruz.
Önceki albümünüz “Cryptograms” bu albümden daha serbest ve deneyseldi. Efektlerden ve do¤açlamalardan vazgeçmenize ne sebep oldu? Tekrara düflmemeye çal›fl›rken kendili¤inden geliflen bir fley. Yine de son albümün bir öncekinden çok farkl› oldu¤unu düflünmüyorum. Geçen albümün aksine, birçok kayd› demolar fleklinde haz›rlad›k. Daha önce ihtiyarî buluflmalara daha fazla zaman ay›rabiliyorduk. Dolay›s›yla da do¤açlamalar daha fazlayd›. “Microcastle” ço¤unlukla yatak odalar›nda haz›rland›.
fiark›lar› tamamlay›p sonra m› bir araya geldiniz? fiark›c›m›z Bradford Cox solo projesine (The Atlas Sound) bafllad›¤› için ara vermek durumundayd›k. Biraz ayr› gayr› olsa da, her birimiz flark›lara çal›flmaya devam etti. Yapt›¤›m›z iflleri e-mail’le birbirimize gönderdik. Yan yana geldi¤imizde ise flark›lara son halini verdik. ‹fle bafllarken düflündü¤ümüz pek çok fley ifl tamamland›¤›nda büsbütün de¤iflmiflti.
Bu albümden önce Nine Inch Nails’le beraber konserler verdiniz. Gerçeküstü bir his miydi?
Sert hiphop’u, özellikle de gangsta rap’i hâlâ severek dinliyorum. Tupac Shakur’u yeniden keflfettim. Muhteflem fliirinin yan›nda ne kadar da büyük bir sesi oldu¤unu farketmemiflim vaktiyle. Hiphop’un Elvis’i o. Küçüklü¤ümde okul yolunda Elvis’ten baflkas›n› dinlemezdim. “Blue Suede Shoes” her günün ihtiyac›yd›. Annem babam klasik müzik hastas›yd›, bense caz, blues ve rockabilly. Velvet Underground, Silver Apples, Iggy & The Stooges ve Can’den çok beslendik, Suicide’a bizi getiren onlar oldu. Çi¤ rock’n’roll’u severim.
Sinemayla aran nas›l? Scorsese’nin ilk filmlerine tav olmufltum. “Mean Streets”, “Taxi Driver”... Daha bugün Abel Ferrara’n›n “Bad Lieutenant”›n› izledim. Eskidir ama, beni içine al›verdi. Keitel filmde döktürüyor. Herifin dokundu¤u her fley alt›na dönüyor. Çocuklu¤umda Elvis filmlerini de kaç›rmazd›m. Ço¤u berbatt›, ama “Jailhouse Rock” baflar›l›d›r. Bana kal›rsa Elvis’te büyük aktör kumafl› vard›, ama onu boktan filmlere mahkûm eden menajeri Colonel Parker oldu.
Ya kitaplarla iliflkin?
Biraz tuhaf say›l›rd›, fakat mükemmeldi diyebilirim. Çalmak hususunda bir s›k›nt› yoktu, ama baflta seyirci say›s› olmak üzere, geri kalan her fley çok garipti. Seyircilere dair deneyimledi¤imiz fley ise daha ziyade kay›ts›zl›kt›. Bizden nefret etmediler. San›r›m hepsi Trent Reznor’›n tercih etti¤i grubun karfl›lar›nda çald›¤›n›n fark›ndayd›. Bu yüzden, sevseler de, sevmeseler de bize sayg› gösterdiler.
Kerouac’›n “Yolda”s›n› okudu¤umda uçmufltum, hayat›m de¤iflmiflti. Beat yazarlar›na sard›rm›flt›m. Suicide’›n ilk zamanlar›nda bir gün Allen Ginsberg’in mekân›na davet alm›flt›m. “Vay be, sonunda entelijansiyaya kendimizi kabul ettirdik” diye düflünmüfltüm. Fakat tan›fl›r tan›flmaz, bir tirada girifliverdi: “‹ntihar kelimesini nas›l kullanabilirsin? Neden?..” ‹çinde biriktirdi¤ini kusuyordu ve benim için müthifl bir hayal k›r›kl›¤›yd›... Camus’yü de severim. Çok basit, ama inan›lmaz güzeldir. Favorim “Baflkald›ran ‹nsan”. Hayat›m› dönüfltüren baflyap›tlardan biri de odur.
(Formatmag, Expressnightout, çev: V.C.Y.)
(Word, çev: fi.N.)
lar›ndan seçim yap›yorum. Cilan›n alt›n› kaz›yan, kazarak deney yapan gruplar› sevmiflizdir hep. ‹lk bafllarda, kula¤a gelen sesin mümkün oldu¤u kadar sert, haflin olmas›na çal›fl›yorduk. Rahats›z olmak da insanlarda de¤iflik duygular yaratabiliyor, bir dizi manyakça ses duydu¤unuzda bir fleyler hissetmeye bafll›yorsunuz.
Yazarken s›k baflvurdu¤un temalar var m›? Pek say›lmaz, her flark›n›n meselesi baflka. fiark› yazmak, heceleri uydurmaya çal›flmaktan ibaret de¤ildir sonuçta. Galiba en sevdi¤im sözler “Courtship Dating” flark›s›n›nkiler. Birbirlerinin vücudunu dolduruyorlar
flark›da, sonsuza dek saklayabilmek için.
NME okurlar› seni “2008’in en cool insan›” seçti. Neler hissettin? Gururum okfland›. Ama okul y›llar›mda kendilerine böyle diyenler de, hayat›mda gördü¤üm en haybeci insanlard›.
Neler giyer, nas›l görünür bu cool insan? Gayet kad›ns›y›md›r, etek giyerim, sutyen takar›m. ‹ri sar›fl›n görüntüsünü transseksüeller devrald› galiba. Ben de sar›fl›n›m asl›nda, ama erkeklerin arzu etti¤i o sar› saç, o iri gögüsler falan bana art›k hiç de kad›ns› gelmiyor. Benim saç›m 13’ümden beri böyle, öncesinde daha da k›sayd›. Çoraplar›m da hep böyle y›rt›k p›rt›kt›r. Turnede olup da çorab›n›n y›rt›lmamas› olmaz. Y›rt›lanlar› atsam, her gün yenilerini almak zorunda kal›r›m. Bir de Converse’çiyimdir, herhalde anamdan Converse’le do¤mufl olmal›y›m. Parçalananana kadar giyerim bir ayakkab›y›. Tercihim beyaz olanlar, hele kirli bir kahverengiye büründüklerinde.
Makyajla aran nas›l? Günlük rutinim siyah kalem çekmekten ibaret. Rujda çok iddial› de¤ilim. Görüntü çok da umurumda de¤il asl›nda. Hofluma gitmeyen fleyi giymem, ama hiç gerçek bir iflte çal›flmad›¤›m için kimse de nas›l giyinilece¤ini anlatmad› bana. (Time Out, Plan B, Independent, çev: M.E.)
Umutla beklenti aras›nda büyük fark var. ‹lk baflta süreyle ilgili oldu¤unu düflünmüfltüm, umudun daha uzaktaki bir fleyi beklemek oldu¤unu. Yan›lm›fl›m. Beklenti bedene ait, umutsa ruha. Fark bu. ‹kisi birbiriyle temas ediyor, birbirini tetikliyor ya da yat›flt›r›yor ama her birinin hayali farkl›. Bir fley daha ö¤rendim. Bir vücudun beklentisi bir umut kadar uzun sürebilir. Seninkini bekleyen benim vücudumun mesela. JOHN BERGER, A’dan X’e
DAVID B YRNE & BRIAN ENO Everything That Happens Will Happen Today (Todo Mundo)
20. yüzy›l›n müzik kahramanlar›n› sayarken Brian Eno’yu anmadan geçmek mümkün de¤il herhalde. Eno minimalizm ve ambient konseptiyle müzik dünyas›n› ilginç yerlere çekmekle kalmad›, usta bir prodüktör olarak yeteneklerini güncel müzi¤e yön veren birçok grubun da hizmetine sundu. Zaten kendisini esas olarak bir müzisyen olarak de¤il de, bir “müzik yap›mc›s›” olarak gördü¤ünü söyleyebiliriz. Di¤er tarafta David Byrne de belki çapraz kulvarda ilerleyen, ama ayn› derecede önemli bir müzisyen. 1970’lerde bafl›n› çekti¤i Talking Heads, 2000’li y›llar›n popüler rock gruplar›ndan Franz Ferdinand ve LCD Soundsystem gibi isimlere ilham kayna¤› olmufl önemli bir topluluktu. Rock’un “dans edilebilir” hale gelmesinde ve new wave gibi yeni bir ak›m›n oluflmas›nda Talking Heads’in ve Byrne’ün katk›s› oldukça büyüktür. Bu iki önemli ismin bundan yaklafl›k otuz y›l kadar önce bir araya gelmeleri ise “My Life In The Bush Of Ghosts” isimli önemli bir albümle sonuçlanm›flt›... Eno ile Byrne’ün 1981 tarihli çal›flmas› “My Life In The Bush Of Ghosts”, asl›nda bu ikilinin ilk beraberli¤i de¤il. Brian Eno, daha öncesinde Talking Heads’in art arda üç albümünde prodüktör olarak da yer al-
m›flt›. Ancak Byrne-Eno ortakl›¤›, Talking Heads’den hem teknik hem de müzik olarak oldukça farkl› bir noktadayd›. “My Life In The Bush Of Ghosts”, bir yandan sample’lar›n ilk kez bu kadar yo¤un flekilde kullan›ld›¤›, di¤er taraftan da Bat› pop müzi¤iyle Afrika ve Asya müziklerinin yo¤un bir flekilde sentezlendi¤i önemli kay›tlardan biri olarak zihinlere kaz›nd› (hatta öyle ki, günümüzde art›k flüpheli bak›fllar›n hedefi olan “dünya müzi¤i” kavram›n›n ilk kez bu albümle kullan›lmaya baflland›¤› belirtilir hep). Talking Heads’in “Remain In Light” albümünden sonra grupla yollar› ay›ran (ve akabinde U2’nun prodüktörü olarak karfl›m›za ç›kan) Brian Eno ve günümüze kadar solo çal›flmalar›n› sürdüren David Byrne, bu önemli yap›t›n üzerinden y›llar geçtikten sonra bu, y›l yeni albümleriyle tekrar bir araya gelmifl oldular. Düz bir mant›kla 30’lu yafllar›nda tarih yazm›fl bu iki ustan›n 60’l› yafllar›nda ve geçen onca zaman›n birikimiyle tekrar tarih yazmalar› gerekirdi denilebilir. Ama sonuç öyle “çok farkl› ve yeni” bir fley de¤il. Zira o aradaki otuz y›lda bu iki insan›n bafllatt›¤› fleyler üzerinde öylesine yol al›nm›fl ki, art›k bunlar üzerine tamamen yeni bir fley söylemek kolay de¤il. Halbuki
LAMBCHOP OH (Ohio) (Merge) Kurt Wagner, Lambchop ad›yla albümler yay›nlamaya bafllayal› 14 sene olmufl, az zaman de¤il. Lambchop’a Wagner’in solo projesi diyemeyiz, zira Wagner Lambchop’un beyni olsa da, ortada çekirdek bir kadro olmasa da, sürekli farkl› müzisyenlerle çal›flan sanatç› bir grup mantalitesiyle oluflturuyor albümlerini. “OH (Ohio)” kronolojinin 11. stüdyo albümü. Baflta daha çok country ve folk etkileflimleriyle yola ç›kt› Nashville’li kolektif, ama zamanla bu etkileflimler biraz derinlere gömüldü. Hafif caza, hafif rock’a, hafif soul’a buland› tarzlar›. Temeldeki sakin gitar t›n›lar› baki kald›, bazen üflemeliler coflturdu, bazen yayl›lar dokunulsa a¤lanacak ruh hallerine soktu. Wagner gözlemleriyle flafl›rtt›, kelime oyunlar›yla düflündürttü. Gecenin ilerleyen saatlerinde tek bafl›na bir bar sandalyesine tünemiflken insan› an›lara bo¤acak flark›lar ortaya ç›kt›. Yeri geldi, ayn› flark›lar güneflli bir sabah tatl› bir uyufluklukla
52➜
Tarih: Ço¤u sahtekâr olan yöneticiler ile ço¤u aptal olan askerler taraf›ndan gerçeklefltirilen ço¤unlukla önemsiz olaylar›n ço¤unlukla yanl›fl aktar›m›. AMBROSE BIERCE, fieytan›n Sözlü¤ü
ikili, bu albümde belki de bundan otuz y›l önce hiç yapmayacaklar› fleyleri yaparak, kendi adlar›na ilginç bir de¤iflimi baflarm›fl gibi görünüyorlar. Aç›l›fl parças› “Home”, albümün genel rengini oldukça baflar›l› bir flekilde yans›t›yor: Ço¤u zaman sakin, huzurlu, ama alttan alta güçlü ve dolu bir müzik. Elektronik altyap› üzerinde asl›nda folk, country ve gospel gibi tarzlar›n etkileri çok bariz bir flekilde hissediliyor. Arada “I Feel My Stuff” ve “Strange Overtones” gibi parçalar ise ikilinin daha genç ve enerjik yüzünü gösteriyor bize. Belki güncel pop hitlerinden çok farkl› de¤il yapt›klar›, ama tertemiz icralar› ve belki de tecrübenin getirdi¤i rahatl›kla insana huzur veren parçalar bunlar. Zaten herhalde albümün en büyük özelli¤i de bu huzur faktörü olsa gerek. Albümün kapa¤›ndaki bilgisayar grafi¤i, flu ünlü bilgisayar oyunu Sims’den kopyalanm›fla benziyor –Amerikan rüyas›n›n sembolü olabilecek güzellikte, idealize bir ev grafi¤i, akustik gitar akorlar›n›n az ötedeki yemyeflil ovalar üzerinde uçufltu¤unu görebilece¤iniz türden bir dünya. Tabii ki albümün daha rahats›z anlar› da yok de¤il, ama bütünü dinledi¤inizde akl›n›zda kalan bu oluyor. Bütün bunlar› düflününce, Byrne’ün yaflland›¤›n› ve ambient ustas› Eno’nun yoluna geldi¤ini de düflünmemek elde de¤il. Y›llar önce sahnelerde kofla kofla flark›lar söyleyen David Byrne, bu sefer eski foto¤raflar, deniz fenerleri ve nehirler hakk›nda flark›lar söylüyor... Müzik endüstrisini de yak›ndan tan›yan bu iki usta müzisyen, ça¤›n de¤iflen flartlar›na ayak uydurmak konusunda çok baflar›l›lar. Albümü ilk olarak bir plak flirketi yerine do¤rudan kendi web sitelerinden (www.everythingthathappens.com) yay›nlayan ikili, önce dijital sat›fllara a¤›rl›k vermifl ve oldukça da baflar›l› olmufllar. Web sitesinden albümü CD olarak da alabilmek mümkün; albüm, çok baflar›l› bir “deluxe” pakette sat›fla sunulmufl. Kay›t sürecinin de (albüm notlar›nda da belirtildi¤i gibi) oldukça modern bir flekilde gerçekleflti¤ini belirtmeden geçmemek lâz›m bu arada. Brian Eno, yazd›¤› çeflitli müzikleri David Byrne’e gönderiyor, o da bunlar› dinleyerek sözleri yaz›yor, kay›tlar› paslaflarak albümü son haline getiriyorlar –fiziksel olarak pek bir araya gelmeden yani. Zaten Eno’nun bir müzisyen olarak sahnede yer almaya veya fiziken müzik yapmaya pek merakl› olmad›¤› iyi bilinir, kendisi David Byrne’ün albüm turnesinde de yer alm›yor. Harun ‹zer
sokaktan geçenleri izlerken hayat›n film müzi¤i oldu. Hep iç g›c›klayan melodilere dayal›yd› flark›lar, ama sanki bilinçli olarak gösteriflten kaç›n›yordu grup. Bir de Wagner’in sesi vard›, f›s›ldarken de, titrerken de, derinlerden gelirken de bilge bir ses. Ne dese inan›rd›k. “OH (Ohio)”ya da ayn› sükûnet ve bilgelik sinmifl, tevazusuyla gönlümüzü çal›yor albüm. Tabii ki Kurt Wagner’› da elefltirmek mümkün, örne¤in bir süredir pek bir de¤ifliklik yapm›yor tarz›nda ve grubun vizyonunda. Kendine oydu¤u güvenli ma¤arada kimselere amenna demeden bildi¤ini okuyor. Ama bu kabul edilebilir bir durum, flark›lar böylesine güzel olduktan sonra. Her flark›da Wagner a¤z›n› açs›n da sesi duyulsun diye saniyeler say›l›yor. “A Hold Of You” gibi umutsuz bir aflk flark›s›n› ya da “Popeye”›, “Close Up”› yazabilecek, güneyin muhafazakâr müzik geleneklerinden böylesine evrensel pop flark›lar› dam›tabilecek baflka bir grup yok. Wagner yafl› ilerledikçe kinikleflmekten ziyade daha umutlu biri oluyor; bu durum “Oh (Ohio)”ya iyimser bir kimlik de vermifl. Lambchop’un her albümü eskilerin de¤erini tekrar an›msat›yor, grup imkâns›z› baflar›p ç›tay› daha da yükseltiyor. Yi¤it At›lgan u l ¤ o h u N n a h a fi : o t o F
Tarihçi: Uçsuz bucaks›z dedikoducu. Ermeni nas›l ac› çekerse Türk de ac› çeker. Saçma iflte, ama bunu bilemezdim o zaman. Bilemezdim flu Türk dedi¤imiz insan›n zorAMBROSE BIERCE, land›¤› yola sapan, kendi halinde, dünya tatl›s› bir biçare oldu¤unu. Ondan nefret etmenin, ayn› hamurdan ç›kma Ermeniden nefret etmeye eflde¤er oldu¤unu. Ninem de bilmezdi, hâlâ da bilmiyor. WILLIAM SAROYAN, Ermenistan’›n Evlad› Antranik fieytan›n Sözlü¤ü Dur biraz / Kap› çal›nd›, hay›r, telefon / Telefon kap› Bu ifller daima böyledir. En çok hataya düflenler, kendilerinden kudretlerinin üstünde fleyler isteyenler, kendiletelefon / ‹kisi birden mi yoksa / Yoksa / Ne telefon rini oldu¤u gibi kabul etmeyenlerdir. Pascal büyük adamdan bahsederken, sadece iki uçta birden bulunmaz ne kap› / Bir flimflek sesi hiç olmazsa ED‹P CANSEVER bu iki ucun ortas›n› da doldurur, der. AHMET HAMD‹ TANPINAR, Sahnenin D›fl›ndakiler
THE CURE 4:13 Dream
(Geffen) “Pornography”lerle, “Disintegration”larla büyüyen, zaman›nda Robert Smith’in pervanemsi hallerine öykünen bir insan, 30 y›l ve 13 albüm sonra ne diyebilir, eski ve yeniyi kar›flt›rmadan, bir tutam k›r›lganl›k, bir perçem muz›rl›¤a tav olmadan? Çok fley, ve hiçbir fley. “Yeni bafllayanlar için The Cure” lûgat›ndan c›mb›zlanacak olas› al›nt›: Güçlü baslar, melankoli ve afl›r› sevinci betimleyen melodik riff’ler ve bütün bunlar›n üstünde yüzen Smith’in yetiflkin erkek çocu¤u rolüyle örtüflen hayk›r›fllar› ve güfteleri. Peki, bu ve “Three Imaginary Boys’dan bugüne The Cure” bafll›kl›kl› iki resmin aras›ndaki fark› bulunuz desek, ne dersiniz? Benzerliklere, tekerrürlere nas›l bakt›¤›n›za bakar. De¤iflmez portreler kimi ressamlar› klasiklefltirir. De¤iflmeyen müzikler birçok müzisyenin ölümü demektir. Eskilerin birilerini mutlu etmesi zordur. Antika hayranlar› taraf›ndan “bunlar piyasa maymunu oldu”, yeni dinleyiciler taraf›ndansa “geçmifl zaman›n kurban› bunlar” damgas›yla bo¤uflup dururlar. “4:13 Dream” yeni bafllayanlara enteresan gelecektir, “Underneath The Stars”›n y›ld›z sesleri, “Scream”in milenyum ‹spanyolas› ve 盤l›klar›, “Hungry Ghost”un saadet söylemleri... Eski dinleyiciler için, “Kiss Me, Kiss Me, Kiss Me” oynakl›¤›n›n “Bloodflowers” karanl›¤›yla harmanlanm›fl bir albüm olmufl diyebiliriz. Çok mu parlak? Hay›r. Çok mu kötü? Hay›r. Tekerleme k›vam›nda bir aç›klama elzemdir: The Cure sevenlerdenseniz, seveceksiniz, The Cure sevmeyenlerdenseniz sevmeyeceksinizdir. Bu kadar basit. ‹lk albümü tenzih edersek, kapak tasar›m›ndan tutun, grup üyesi elemelerine ka-
dar her fleyi ele alan Robert Smith, bu albümde de her yerde. Kapaktan bafllayal›m. The Cure albüm kapaklar›, bilhassa single koleksiyonlar›, bize içindeki müziklerle ilgili birçok ipucu verir. (Galeri gezintisi için The Cure official website discography’sine bkz.) “4:13 Dream”in hayaletleri ve renkleri, uçuflkan, sap›tm›fl halleri (“Freakshow”), psychedelic’e yaklaflan mimikleri bu kapakta resmedilmifltir. Sound’a gelecek olursak, Korn prodüktörü Ross Robinson kimilerine göre yerli yerinde bir seçim, flöyle ki, ham gitarlar ve tribal baslar aç›s›ndan iyi olmufl, fark hissediliyor diyebilirsiniz. Ama kimi elefltirmenlere uyarak, Robinson’u The Cure’un parodisini yaratmakla suçlayabilir, onlar›n al›fl›lagelmifl bütün trüklerini gözümüzün içine, pardon, kula¤›m›z›n diplerine sokuyor diyebilirsiniz. Bir de tabii, Smith gibi bir kontrol delisinin kontrolü d›fl›nda bir fley olabilir mi, Robinson ne yaps›n diye de düflünülebilirsiniz. Dedi¤imiz gibi, seviyorsan›z, sorun yok. “Disintegration”a yaklaflamasa da, ayn› sularda yüzen parçac›klar, bir k›fl akflamüstüne iyi gidebilir... 13 flark›dan mürekkep albüm, enstrümantal bir giriflle ruhu akort ettikten sonra Smith’in utangaç ve ars›z, tedbirli ve korkusuz sesiyle kaplan›yor. 33 flark› aras›ndan elenmifl bu parçalardan en güçlüleri bafllang›ç ve son olarak düflünülse de, bizim oyumuz ortalarda sallanan “Scream”den yana. “Gözlerin fazla parlak, fazla parlak” diye söylenen Smith, k›fl güneflinin zay›f ve ihtiyarca as›l› kald›¤› yerlerden ba¤›r›yor burada. Bir arkadafl, hiç yak›fl›yor mu, koskoca adam demiflti Smith için, vakti zaman›nda. Ama onun bu personas› 15 yafl›ndaki goth’lar›, 30 yafl›ndaki yaln›z kalpleri de mutlu edebiliyor hâlâ. ‹konlar›m›za sayg› gösterelim, biraz da olsa... Pelin Batu
KAISER CHIEFS Off With Their Heads
(Universal) Bir grup düflünün ki, sahneye ad›mlar›n› atar atmaz atmosfer hissedilir flekilde de¤iflsin, dinleyicileri süzdükten sonra enstrümanlar›n› ellerine ald›klar›nda “iflte flimdi de¤iflik bir fleyler olacak” beklentisi içinizi kaplas›n. Enerjinin hiç düflmedi¤i e¤lence dozu yüksek iki saat sonunda bile k›pk›rm›z› surat› ve üzerinden akan muzipli¤iyle vokalist gözünüzün içine bakarak “daha bafllamad›k bile” desin. ‹flte ‹ngiltere’nin en s›cakkanl› grubu Kaiser Chiefs! Leeds ç›k›fll› befllinin birlikte müzik yapmaya bafllamalar›n›n üzerinden neredeyse 15 y›l geçmifl. Otuzlu yafllar›n› sürmelerine ra¤men, t›pk› akranlar› Franz Ferdinand gibi, asla bitmeyecek gibi görünen bir enerjiye sahipler. Ç›kt›klar› festivallerde en son ayakta kalan hep onlar oluyor. ‹simlerini bir futbol tak›m›ndan alm›fllar. Yine de ‹ngilizliklerine yak›fl›k almaz flekilde futbol fan› de¤iller. Öncelikle belirtelim, içinde grubun hitlerinden “Ruby”i bar›nd›rmas›na ra¤men be¤enilmeyen ikinci albümleri sonras› “Off With Their Heads” ilaç gibi geliyor. Prodüktör, her yerde grubun fan› oldu¤unu söyleyen, hâlihaz›rda bir Kaiser cover’› da bulunan Mark Ronson. Üstelik cover’›n› icra ettirdi¤i Lily Allen’› da iki flark›ya efllik etmesi için yan›nda getirmifl. Chav mucizesi bu bayan› ilk single olarak seçilen “Never Miss A Beat” ve “Always Happens Like That” adl› parçalarda duyabilirsiniz. Aç›l›fl parças› “Spanish Metal” ise hard rock riff’leriyle al›fl›k oldu¤umuz Kaiser’den uzak olmas›na ra¤men, saçma sapan sözleriyle oldukça e¤lenceli say›l›r. Bu basit sözlerden sorumlu insan›n davulcu Nick Hodgson olmas› da albümün ilginçliklerinden biri. “You Want History”, “history – mystery” kafiyeleriyle yine oldukça basite indirgenmifl, ama sonlara do¤ru parçay› ele geçiren synthesizer ile vokalist Ricky Wilson’›n tekrarlad›¤› “don’t stop moving” cümlesine uyarken buluyorsunuz kendinizi. “Can’t Say What I Mean” hemen efllik etmek istenilen, fliir gibi akan, ad› gibi aç›k aç›k konuflamamak hakk›nda bir parça. “Addicted To Drugs”, albümün sonlar›na do¤ru en e¤lenceli dakikalar› oluflturuyor. Ad›n› Robert Palmer’›n “Addicted to Love”›ndan alm›fl. Kapan›fl› yapt›¤›m›z “Remember You’re A Girl” albümdeki sakin tek parça, sanki bir Beatles albümüne aitmifl gibi parl›yor. Daha büyük sürprizi ise “gizli silah” Hodgson taraf›ndan söyleniyor olmas›. “Off With Their Heads”, Brit-pop’un en iyi örneklerinden biri. Kaiser Chiefs’in s›kça etkilendikleri tek grup oldu¤unu söyledi¤i Blur, miras›yla gurur duyabilir. Esra ‹pekçi ➜53
Fikirler arkalar›nda kendi kalabal›¤›n› isterler. Onu bulamazsa konuflan hür olmaz. Yüzünde gezginci bir adam hali; / Saz› ve heybesiyle, AHMET HAMD‹ TANPINAR , Sahnenin D›fl›ndakiler / Küçük bir garaj kahvesinin önünde / Bekleyen biri Teflhis: Hekimin hastan›n nabz›n› ve cüz- Hesaplanm›fl kusurda akl›n izi, gibi. / Ay dokunmufl omuzuna bir akflam vakti. / dan›n› ölçerek ç›kard›¤› hastal›k tahmini kusursuzluktakinden daha derindir. O günden beri bak›fllar›nda, / Bir otobüs AMBROSE BIERCE HASAN AL‹ TOPTAfi, penceresinin h›zla geçifli. MET‹N ALTIOK fieytan›n Sözlü¤ü Harfler ve Notalar
DEERHUNTER Microcastle
(Krank) Bafltan söyleyelim, Deerhunter’›n üçüncü uzunçalar› y›l›n en iyilerinden. Kendilerini buraya getiren yol ise dolambaçlarla dolu. Atlantal› befllinin beyni Bradford Cox, eklem yap›s›n› bozup kendisine fazlas›yla uzun bir boy ve narin bir d›fl görünüfl veren, sa¤l›¤›n› tehdit eden bir hastal›ktan mustarip örne¤in. Amac›m›z t›p dersi vermek de¤il, ancak Cox’un hayat› boyunca duydu¤u bu “ötekilik” hissinin grubun müzi¤ine yans›malar› büyük. ‹lk bafllarda epey bocalayan grup çeflitli eleman de¤iflikliklerinden sonra bir de basç›lar›n› bir kazada kaybedince, tüm iç huzursuzluklar›n› ve düfl k›r›kl›klar›n› ilk albümleri “Turn It Up Faggot”a dökmüfl 2005’te. Amatör, ham bir punk/art rock albümü bu, hatta grup o flark›lar›n ad›n› bile anmak istemiyor art›k. Lâkin bu albüm sayesinde Liars’la turlam›fllar ve bu esnada piflmifller. Arkas›ndan 2007’de shoegaze ve ambient aras›nda keskin geçifllere sahne olan, yer yer parlayan, yer yer can s›kan, çiftkutuplu “Cryptograms” gelmifl. Bu albümle elefltirmenlerin dikkatini çekmifller. Bradford Cox’un daha deneysel fikirlerini Atlas Sound isimli solo projesine havale etmesi sonucu yüklerini de boflaltm›fllar. “Microcastle”, bu sürecin sonunda ortaya ç›kan, göreceli olarak daha temiz ve hedefe daha odakl› bir indie rock albümü. Kabaca üç bölüme ay›r›labilir “Microcastle”. Aç›l›fltaki enstrümantal “Cover Me (Slowly)”, albümün nostaljik ama
özgün havas›n› bir buçuk dakikaya yo¤uflturan bir parça. Arkas›ndan gelen “Agoraphobia” ise düz bir tempoda ilerleyen huzurlu sesler yuma¤›. “Never Stops” s›rt›n› shoegaze gelene¤inden ödünç al›nm›fl gitarlara dayay›p gümbürdüyor, “Little Kids”deki çanlar ve “Microcastle”›n ikinci yar›s›ndaki reverb efektli gitarlar gidiflat› bozmuyor. Albümün ortas›nda ise sakin ve k›sa üç adet parça var, bunlar piyanonun yürüttü¤ü “Green Jacket” örne¤indeki gibi daha itidalli flark›lar. Son düzlükte albümün en nefleli gitar cambazl›klar›n› ihtiva eden “Nothing Ever Happened”
KINGS OF LEON Only By The Night
(Sony-BMG) Kings Of Leon, üç kardefl (Caleb, Nathan, Jared Followill) ve kuzenlerinden (Matthew Followill) oluflan bir aile grubu. ‹simlerini kardefllerin babalar› ve büyükbabalar›n›n da ismi olan Leon’dan alm›fllar. Müzik camias›nda duymaya hiç al›flk›n olmad›¤›m›z bir hikâyeleri var. Gezici rahip olan babalar› yüzünden çocukluklar›n›n tamam›n› göçebe olarak geçirmifller. Müzikal anlamda güneyli olman›n en büyük getirisi country müzik sevgisi olmufl tabii ki. Ancak ‘98’ y›l›nda Tennessee’ye yerleflmelerinden sonra tan›flt›klar›, son albümlerinin de prodüktörü olan Angelo Petraglia, yönelmeleri gereken istikametin rock’n’roll oldu¤una ikna etmifl onlar›. “Güneyli Strokes”, hiç sevmedikleri, fakat onlar› en iyi tan›mlayan yak›flt›rma asl›nda. Özlerini kaybetmeden, bol country sosuyla haz›rlad›klar› “Only By The Night” dördüncü albümleri. ‹smini Edgar Allan Poe’nun k›sa hikâyesi “Eleonora”dan alm›fl. Bu sefer etkilendikleri gruplar aras›nda Crystal Castles ve My Morning Jacket gibi onlar için oldukça ilginç say›labilecek adlar saym›fllar. Aç›l›fl parças› “Closer” bir korku filmi soundtrack’inden ç›km›fl sanki. ‹lk single olarak seçilen “Sex On Fire” ise bir Justin Timberlake parças› kadar iddial› ismine ra¤men al›flt›¤›m›z Kings Of Leon sound’unda bir parça. “Use Somebody”de ‘80’lere kesin bir dönüfl yap›p dönemin en popüler aflk parçalar›ndan birini dinliyoruz. Caleb Followill’in vokali ve sadece “ooooaah” diyen koro bunu destekler gibi. Buradan sonra albümün tek handikab›ysa vokal... Caleb Followill bazen sesini çok zorluyor, kendisiyle birlikte sizi de yoruyor. 42 dakikal›k “Only By The Night”, “Cold Desert”la bafllad›¤› gibi 54➜
ile tekrar art›yor ivme, albüm zirveye t›rman›p son buluyor. Yarat›lan ses duvarlar› insan› bo¤muyor, aksine, flark›lar ak›p giderken bir ferahl›k çöküyor. Kof flark› yok, her ses tam yerinde ve zaman›nda, ak›fl muazzam, fleytan ayr›nt›da gizli. Ama düflününce, lây›k›yla indie rock yapan tek grup Deerhunter de¤il; “Microcastle”› özel k›lan bir unsur olmal›. Belki s›rr› “Microcastle”a damgas›n› vuran temalar›n karanl›¤›nda bulabiliriz. Az önce huzurlu dedi¤imiz “Agoraphobia” dört duvar aras›na hapsolmaktan memnun, söyleyece¤i hiçbir fley kalmam›fl, silinip gitmek is-
teyen bir insan›n a¤z›ndan yaz›lm›fl. Sözlere bak›nca, hemen her flark›da kaç›p gitmeyi arzulayan, ama beceremeyen yorgun anti-kahramanlar görüyoruz. Cox’un zahmetsiz, yumuflak, duygusuz ve ayr›k vokalleri ses veriyor bu bezgin karakterlere. “Never Stops” planlanan kaç›fl› bir türlü gerçeklefltirememekle, “Twilight In The Carbon Lake” yeni bir insan olma hayaliyle ilgili. Yine az önce en nefleli dedi¤imiz “Nothing Ever Happened” bile hayat›n geçip gitmesini izlemek, ne oldu¤u bilinmeyen fleyleri beklemek ve asl›nda hiç varolmayan derinliklere mânâs›zca odaklanmaktan bahsediyor. “Activa”da aç›kça “denedik, denedik, denedik / hayat›m›z› bofla harcad›k” diyor Cox. Yeni sesler yaratmayan, ama belli bir müzikal miras›n üzerinden hüsranlar› ve parçalanm›fl düflleri yans›tan bir albüm “Microcastle”. Huzursuzluklar›n› ustaca gizleyen flark›lardan bunalt›lar, vesveseler, kayg›lar daml›yor. Belki de bu tezatl›k yüzünden tokat gibi çarp›yor. Zaman›n ruhunu, ortak bir damar› yakalamakla alâkal› bir sihir mevcut. Bir de “Weird Era Cont.” isimli ek bir albüm var. Gözümüz doysun diye öylesine paketlenmifl, ikinci s›n›f stüdyo debelenmelerinden ibaret de¤il. “Microcastle”da birbirine ustaca eklemlenmifl farkl› müzikal kimlikler teker teker ç›k›yor karfl›m›za bu ilave CD’de. “Vox Celeste”, kat›ks›z bir shoegaze flark›s› örne¤in. “Focus Group” ve “Dot Gain”, ‘90’lar rock’una birer sayg› duruflu. “Weird Era”, grubun ask›ya ast›¤› ambient seslerin d›flavurumu. Neredeyse kusursuz bir albümün yan›nda kusursuz bir hediye. Yi¤it At›lgan
oldukça sakin kapan›yor. Komplike sözleri ve albümün kat etti¤imiz k›sm›n›n aksine kula¤a çok iyi gelen vokaliyle, The Doors için “The End” neyse, Kings Of Leon için de “Cold Desert” o olacak gibi gözüküyor. Grubumuz söyleflilerinin büyük bir k›sm›nda istedikleri gibi rahata erdikten sonra çok daha iyi fleyler yapabileceklerini iddia ediyor. Davulcu Nathan Followill’in söyledi¤ine göre, ne kadar çok çal›fl›rlarsa o kadar baflar›l› olabileceklerini fark etmifller: “Eskiden denemiyorduk bile.” Onlar daha iyisini yapana kadar da “Only By The Night” hepimizi idare eder do¤rusu. Esra ‹pekçi
Yoklu¤un hiçlik oldu¤una inanmaktan daha büyük bir hata olamaz. Kürtçe, dedi anneannem, kalbin dilidir. Türkçe, müziktir. Bir Dikkat dikkat!.. 100. do¤um y›ldönümünde William Saroyan ‹kisi aras›ndaki fark bir zamanlama meselesidir. (Bu konuda hiçbir fley flarap deresi gibi akar, yumuflak, tatl›, parlak. Bizim dilimiz, 20 Aral›k’ta, yapamazlar.) Hiçlik önce, yokluk sonrad›r. Bazen ikisi kolayca kar›flt›r›- diye ba¤›rd›, ac›n›n dilidir. Ölümü tatt›k hep; dilimizde nefre- sergisi, Tophane’de, Tütün Deposu’nda labilir: Kederimizin bir k›sm› da bundand›r. JOHN BERGER, A’dan X’e tin, ac›n›n yükü var. WILLIAM SAROYAN, Yaflayan ve Ölü aç›l›yor. Nisa benimle konuflmuyor. Bendeki çocuklu¤uyla Ey tanr›m, bana güç ver, cesaret ver de seyredebileyim Hay›rseverlik dikeydir, afla¤›lar. Dayan›flma yatayd›r, konufluyor yaln›z. HULK‹ AKTUNÇ, Bir Ça¤›n Yang›n› bedenimi, gönlümü i¤renmeden. BAUDELAIRE yard›m eder. EDUARDO GALEANO, Biz Hay›r Diyoruz
GRACE JONES Hurricane
(Wall of Sound) Geçen hafta eski plaklar›n›n tozunu ald›m, kapaklar›na yine hayranl›kla bakt›m ve o etkileyici sesi bir kez daha dinledim... Grace Jones’u hat›rlamam için bu aralar bir sürü vesile var. Bu y›l 60’›n› doldurdu mesela... Yirmi y›ldan bu yana ilk stüdyo albümünü doldurdu üstüne üstlük... Daha ne olsun! ‘70’lerin sonunda yerleflik kad›n imgesini yerle bir eden bir insandan söz ediyoruz. Siyah, erkeksi ve çekici. Cinsler aras›nda karmafla yaratan ilk panzerlerden. Karfl› k›y›dan gelip ayn› görevi üstlenen Boy George misali k›flk›rt›c›... Yirmi y›ld›r nerdeydi diye sorarsan›z söyleyelim. Grace Jones biraz küsmüfltü, biraz s›k›lm›flt›. Çok uzun bir süredir yerüstünde görülmüyordu. Özel partilerde, gizli kulüplerde sahne ald›¤› söyleniyordu. Bu y›l Massive Attack’›n düzenledi¤i Meltdown Festivali’nde yeniden karfl›m›za ç›kt›. Ard›ndan da yeni albümü “Hurricane” geldi. Grace Jones’la ilgili ayr›nt›lara yeni albümünün ipuçlar› üzerinden uzanal›m. Önce albümün kitap盤›na bakal›m. Grace Jones hazretleri bir yürüyen bant üzerinde Grace Jones modelleri üretiyor. Kafalar, eller, ayaklar. Önce plastik sand›¤›m›z bu replikalar›n bir çikolata fabrikas›ndaki kal›plardan ç›kt›¤›n› anl›yoruz. Grace her zaman bir vitrin mankeni oldu¤unu kabul etmifltir. Bu onu hem rahats›z eder, hem de varl›k nedenidir. Onu s›radan bir disko flark›c›s› olmaktan ç›karan en önemli olgu, üzerine giydirilen bu imgedir. ‹mgenin mimar› ise bir foto¤rafç› ve reklamc›: Jean-Paul Goude. Goude, ilk kez bir gey diskoda flark› söylerken görür Grace’i. Önce onun grotesk, hatta karikatür bir figür oldu¤unu düflünür, ama klasik bir Afrika güzelli¤i tafl›d›¤›n› da hemen farkeder. Sonunda Goude onun imaj mimar› ve sevgilisi olur. Beraberlikleri çok uzun sürmese de, tan›d›¤›m›z Grace Jones görünüflü ve o¤ullar› Paul bu dönemin ürünüdür. O dönemin plaklar›nda “foto¤raf, giysi ve makyaj: John Paul Goude” imzas› vard›r. Art›k bir çizgi roman kahraman›d›r Grace... Kaplanlarla sahneye ç›kan, kübik tablolar› flark›ya dönüfltüren bir efsane... Dönelim albüme. “This Is” aç›l›fl parças›. “Bu benim sesim, benim seçimimin silah›d›r” diye bafll›yor flark›. Sesinin gücünü ve güçsüzlü¤ünü hep bilir Grace. Bu nedenle konuflur gibi söyler birçok flark›s›n›. Sesinin güzelli¤ini de¤il, derinli¤ini ç›kar›r öne. Josephine Baker, Marlene Dietrich gibi biraz erkeksi bir sestir bu. Damardan yakalar dinleyeni... “William’s Blood” flark›s›nda bugüne kadar hiç yapmad›¤› bir fleyi yap›yor ve kendi öyküsünden yola ç›k›yor. Grace Jones’un ailesi Jamaikal›. Yaflam› boyunca nefret etti¤i babas› bir rahip. Gra-
ce’in müzikal geçmiflinde etkisi olan anne Marjorie ise, güzel sesli, müzi¤e düflkün bir kad›n (Eski bir Grace parças›nda “My Jamaican Guy”da geri vokal yapm›flt›, “William’s Blood”un sonunda da duyabilirsiniz bu sesi). Grace Jones bu diflil kan›n pefline düflüyor flark›da. Çocuklu¤unda yer ald›¤› kilise korosundan da esintiler var arka planda. Albümün bir baflka flark›s›nda ise “Annemin gözyafllar›yla a¤l›yorum” diyerek devam edecektir otobiyografik öyküsüne... Albümden çok önce meflhur olan (Chris Cunningham imzal›) videosuyla “Coporate Cannibal” albümün en baflar›l› parçalar›ndan. Video sadece iki kamerayla k›sa sürede çekilmifl. Seyrederseniz ne kadar etkili oldu¤unu göreceksiniz. Parça günümüzün ac›mas›z ifl ve tüketim dünyas›na bat›r›yor i¤nelerini. Arada bizim et yiyicili¤imize de dokunduruyor, yamyaml›¤›m›z› gözümüze sokuyor. Albümün konuk müzisyenleri aras›nda Brian Eno, Tony Allen ve Tricky de var. Tricky albüme ad›n› veren “Hurricane” flark›s›na imza atm›fl ve geri vokali üstlenmifl. “Beflikten mezara bir kad›n›m ben, bir o¤ulum” diye bafll›yor flark›, “a¤açlar›n üstünde esen kas›rgay›m” diye devam ediyor. Kendi o¤lu, yani Paul Goude da albümde annesine geri vokal yap›yor. Bugün 29 yafl›nda olan Paul bir müzisyen. Grace onu çocukken kuca¤›na al›p Afrika ormanlar›nda gezdirdi¤ini iftiharla anlat›yor. Albümdeki di¤er parçalar aras›nda öne ç›kanlardan “Sunset Sunrise” dünyay› ne hale getirdi¤imizi sorguluyor. Bir anlamda çevre sorunlar›na dikkat çekiyor. “Love You To Life”, ölümün k›y›s›ndan dönen eski bir sevgili için yaz›lm›fl. “Devil In My Life” ise Grace Jones’un her daim çizgid›fl› oluflunu hat›rlat›yor bize. fieytan onu yüceltti¤i gibi rezil de etmifltir. Bunu çevirdi¤i filmleri düflünerek söylüyorum. Arnold Schwarzenegger’li “Conan”da, James Bond dizisinden “A View To Kill”de “çirkin vahfli” rollerinde seyretmifltik onu. fieytanla yapt›¤› iflbirli¤i kapsam›nda Andy Warhol’la, Keith Haring’le yapt›¤› çal›flmalar da var. Grace, güzel ve kötü günleri birlikte yaflad›¤›n› hep anlat›r. fieytanla yapt›¤› anlaflman›n risk tafl›d›¤›n›n bilincindedir. “Hurricane”in müzikal altyap›s› tek sözcükle muhteflem. Art›k ahde vefa m›, yoksa onlar olmazsa olmaz duygusu mu bilmem ama, bu yeni albümünde Grace’e otuz y›l önce efllik eden ekip eksiksiz olarak yer al›yor. Bafl›n› Robbie Shakespeare ve Sly Dunbar’›n çekti¤i, reggae ile disko aras›nda kurulmufl en etkili beraberli¤in mimarlar› olan bir ekip bu. Baz›lar› “Hurricane”de ço¤u parçan›n eski flark›lar›na benzedi¤ini söylese de, bence bu bir zaaf de¤il. Halis Grace Jones sound’u... Külliyata s›k› bir katk›! Müzikal haf›zam›zda kaç Grace var ki? Gökhan Akçura
STEVE KILBEY Painkiller
(Karmic Hit) “1954’te bir dahi olarak dünyaya geldim, pek çok kederli ve s›k›nt›l› tecrübenin nihayetinde evrendeki en iyi rock grubu olan The Church’ü kurdum. Milyonlarca albüm satt›k, 25 seneyi geride b›rakt›k, yine de hiç fena gitmiyoruz. Hâlâ ateflli biçimde ba¤›ms›z›z, hâlâ dinleyicilerimizin ruhuna hitap edecek, flahsiyetsiz Las Vegas havalar›ndan uzak bir dünya kurabilmek ad›na müzik iflinin baya¤› zorlamalar›na karfl› koyuyoruz. Pek çok solo albüm ve ortak çal›flma yapt›m, gerçe¤i ararken ans›z›n karfl›mda buldu¤um iki de fliir kitab› da ç›kard›m.” E¤er Steve Kilbey’i tan›m›yorsan›z, flimdi biraz da olsa tan›flm›fl oldunuz herhalde. Yukar›daki sat›rlar› tablolar›n› sergiledi¤i internet sitesinden ald›k, en çok tanr› ve tanr›çalar›, bir de kendini resmetmifl. Adam›m›z, egosu fliflkin, asabiyet katsay›s› yüksek, derdi tasas› bol bir flahsiyet yani. Avustralyal› The Church’ün hikâyesi tam da Kilbey’in anlatt›¤› gibi inifl ç›k›fllarla dolu. Zirve yapt›klar› günlerde ülke pop tarihinin en iyi flark›lar›ndan birini yazm›fll›klar› var hatta: “Under The Milky Way”. The Church, iyi pop’a çalan bir new wave grubuydu. Kilbey’in solo albümleri de ayn› çizgide seyretmekle birlikte, çok daha deneysel oldular –zehir gibi sözler zaten ondan ç›kard›. “Painkiller” da kaideyi de¤ifltirmiyor. Albüm 12 dakikal›k bir gürültü makinas› (“File Under Travel”) ve 30 dakikal›k bir sessizlik duvar›yla (“Not What You Say”) kula¤a aflina gelen (sanki biraz U2, biraz Pixies, biraz Depeche Mode) pek çok parçay› harmanl›yor. E¤er ‘80’lerde ç›ksayd›, pekâlâ küçük çapl› bir baflyap›t olarak karfl›lanabilirdi “Painkiller”. Elbette herkes bizimle ayn› düflüncede de¤il. ‹yisi mi bu noktada Kilbey’e yeniden ba¤lanal›m, kapan›fl› blog’una yazd›klar›n› biraz k›saltarak yapal›m: “Olamaz / Baz› insanlar ‘Painkiller’› elefltirme küstahl›¤›n› gösteriyor / Gözlerime inanam›yorum... / Sikeyim... / Motivasyonum öyle bozuldu ki / Allah›m ne zaman herkesi memnun edemeyece¤imi fark edece¤im / Tamam affedin / Bir daha yapmam / Gelecek albümüm kusursuz olacak / Kimse elefltiremeyecek / Hem h›zl› olacak, hem yavafl / Do¤açlamadan dikkatle ar›nd›r›lacak / Hem piç gibi sarsacak hem de pek kibar olacak / Sözler hem havalarda uçacak hem de deli gibi mânâl› olacak / Müzik hem atonal olacak hem de dünya kadar melodi içerecek / Uzun parçalar daha k›sa olacak / K›sa olanlar daha uzun / Steve’in tek istedi¤i herkesin ‘Painkiller’›n çok iyi oldu¤unu söylemesi / Steve hem milyon dolarlar istiyor hem de sonsuz hayat› / Steve hem baflbakan olmay› istiyor hem de anarflist olmay›...” ‹lker Aksoy ➜55
O N B E fi fi A R K I
Bauhaus The Passion Of Lovers Björk ft. Thom Yorke Nattura Black Kids Hurricane Jane Cold War Kids Mexican Dogs The Cure Freakshow Gnarls Barkley Run Gönül Akkor Tanr›m Beni Bafltan Yarat Kent A quoi rêvons-nous Kings Of Leon Use Somebody Miriam Makeba Pata Pata Nazan Öncel Leyla Sadri Al›fl›k Tophane R›ht›m›nda Stelyo Kazancidis Hamsi Koydum Tavaya Sullivan Hashish-faction ZZ Top Tush
Arama motoru
http://vids.myspace.com/
Bowerbirds Bowerbirds - In Our Talons music video White Denim white Denim - Shake, Shake, Shake Don Cavalli I'M GOING TO A RIVER Terry Lynn Terry Lynn // "System" (from Kingstonlogic 2.0) Joseph D'Anvers Joseph D'Anvers - En ville
ROLL D‹SKO OTUZ
Passion Pit Sleepyhead
O N B E fi A L B Ü M
Amadou & Mariam Welcome To Mali The Dø A Mouthful Fatih Yaflar K›y›lar›n Ard› Francis Cabrel Des roses et des orties Grace Jones Hurricane Leonard Cohen I’m Your Man The Pretenders Break Up The Concrete Orient Expressions K›r›k Kalpler Albümü Replikas Zerre The Shortwave Set The Debt Collection Simge Ahmet Kaya fiark›lar› Vic Chesnutt, Elf Power& TheAmorphous Strums Dark Developments Walter Becker Circus Money Wedding Present El Rey Yasemin Mori Hayvanlar
ANT‹-KAP‹TAL‹ST fiARKILAR
DÖRT KERE DÖRT iki plakç› + iki bar
End Titles... Stories For Film 3. Nine Inch Nails The Slip 4. Replikas Zerre
KARGA / Kad›köy 1.Grace Jones Hurricane 2. Brian Eno Stiff 3. Dr. John Litanie Des Saints 4. Duane Eddy The Trembler
Smoke Fairies Smoke Fairies - LIving With Ghosts Joan As Police Woman To Be Loved - Video Neil Young Neil Young - Old Man - BBC Sessions
‹NG‹LTERE albüm
8 Foot Sativa Pirates and Capitalists Anti-Flag The Consumer’s Song Cem Karaca Derviflan Yoksulluk Kader Olamaz The Clash Career Opportunities Dead Kennedys Kill The Poor Common Sense Rich Man Vs. Poor Man Good Riddance Shit-Talking Capitalists Grace Jones Corporate Cannibal Kreator Noncomformist Mason Jennings United States Global Empire Mor ve Ötesi fiirket Motörhead Eat The Rich Rage Against The Machine New Millennium Homes Rashit Küreselleflme Dehfleti Regina Spektor Ghost Of Corporate Future
ZERO / Kad›köy 1. The Cure 4:13 Dream 2. Unkle
Noah and the Whale Noah and the Whale - Shape Of My Heart
LALE PLAK / Beyo¤lu 1. Ulf Wakenius Love Is Real 2. Hiromi Beyond Standard 3. Alboran Trio Near Gale 4. Wolfgang Haffner Acoustic Shapes
PEYOTE / Beyo¤lu 1. Grails Doomsdayer’s Holiday 2. Worm Is Green Push Play 3. Bardo Pond Batholith 4. Xploding Plastix Treated Timber Resists
1. Leona Lewis Spirit 2. Dido Safe Trip Home 3. Stereophonics Decade In The Sun 4. Nickelback Dark Horse 5. Girls Aloud Out Of Control 6. Kings Of Leon Only By The Night 7. Il Divo The Promise 8. Pink Funhouse 9. Simply Red The Greatest Hits 25 10. Beyonce I Am... Sasha Fierce
ABD albüm 1. Taylor Swift Fearless 2. David Archuleta David Archuleta 3. Divers Artistes Now 27 4. T-Pain Thr33 Ringz 5. “Twilight” (Soundtrack) 6. AC/DC Black Ice 7. “High School Musical 3” (Soundtrack) 8. Enya And Winter Came... 9. Christina Aguilera Keeps Gettin’ Better 10. T.I. Paper Trail
FRANSA albüm 1. Seal Soul 2. Christophe Maé Comme à La Maison 3. Dido Safe Trip Home 4. AC/DC Black Ice 5. Johnny Hallyday Ca ne finira jamais 6. Roberto Alagna Sicilien 7. Kenza Farah Avec le coeur 8. Bénabar Infréquentable 9. Tracy Chapman Our Bright Future 10. Enya And Winter Came...
Dinleyici istekleri
Matt Elliott Something About Ghosts
(Bristollünün yeni albümü “Howling Songs”tan) www.myspace.com/mattelliotandthethirdeye
Melissa Leveaux Ulysses
(Kanada/Fransa dolaylar›ndan akustik soul) www.myspace.com/melissalaveaux
The Very Best Cape Cod Kwasa Kwasa
(Vampire Weekend flark›s› hepten Afrikal› oldu) www.myspace.com/theverybestmyspaces
Larkin Grimm Blond And Golden Johns
(Amerikan neo-hippi müzi¤inde radikal bir çevreci) www.myspace.com/larkingrimm
The Acorn Flood part.1 (Sanki biraz Arcade Fire, biraz Vampire Weekend) www.myspace.com/theacorn
Bellowhead Fakenham Fair
(‹ngiltere’den bir dünya müzi¤i orkestras›) www.myspace.com/thisisbellowhead
Tilly and the Wall Alligator Skin
fiARKI DE⁄‹L TAR‹H! Santana Black Magic Woman Santana’n›n 1970 tarihli “Abraxas” albümünden... Bu Peter Green bestesi, ilk olarak Green’in grubu Fleetwood Mac’in single’› olarak 1968’de yay›nland› ve 1969’daki “English Rose” albümünde yer ald›. Ertesi sene Santana’n›n yorumuyla listelerde zirveye yükseldi. fiark› albümde befl buçuk dakika sürüyordu: Santana, “Black Magic Woman”› Macar cazc› Gábor Szabó’nun 1967 tarihli "Gypsy Queen”iyle birlefltirip ortaya bir Latin/Balkan/blues harman› ç›karm›flt›. Üç küsur dakikal›k single’sa yaln›zca “Black Magic Woman”› içeriyordu... fiark› “Detroit Rock City” filminde, “Guitar Hero III: Legends of Rock” ve “Guitar Hero: On Tour” video oyunlar›nda çal›nd›, Snowy White, Gary Hoey, Yat-Kha, Lila Downs taraf›ndan cover’land›...
(Nebraska Omaha’dan k›zl› o¤lanl› indie folk) www.myspace.com/officialtillyandthewall
Go Go Charlton Sexually Speaking
(Dört nefleli Frans›zdan birinci s›n›f indie rock’n’pop) www.myspace.com/gogocharlton
Françoiz Breut Les Jeunes pousses
(Calexico’nun Belçikal› ilham perisinden) www.myspace.com/francoizbreut
Megapuss Crop Circle Jerk '94
(Bir Devendra Banhart & Greg Rogove projesi) www.myspace.com/megapuss
[
Grace Jones
‘80’lerde onu görüp de hafiften tedirgin olmayan var m›yd›? Sahnede, klipte, podyumda, beyazperdede f›rt›na gibi esti¤i, “high life”›n simge ismi oldu¤u y›llarda, imaj yaratma müessesesinin en baflar›l› örneklerinden biriydi. Jamaika kökenli flark›c›, birbiri ard›na gelen disko plaklar›yla, reggae’yle rock aras›nda gidip gelen müzi¤iyle de hakl› bir flöhretin sahibiydi. Yeni albümü “Hurricane”, aradan geçen onca y›l için hay›fland›ran küçük bir baflyap›t. Grace Jones muammas›n› çeflitli kaynaklardan bir derlemeyle defliyoruz ve eski sevgilisi, çocu¤unun babas›, illüstratör ve reklamc› Jean-Paul Goude’dan dival›k yollar›n›n hikâyesini dinliyoruz.
D‹sK oDa ‹BaDe T OTUZ YIL ÖNCE, OTUZ YIL SONRA Jean-Paul Goude tasar›m› sahnesiyle Grace Jones ‘80’lerde f›rt›na gibi esiyordu, “La vie en rose” da, “Libertango” da en çok ona yak›fl›yordu. Bugün sahnesi belki daha durgun, ama müzi¤i ve yorumu her zamanki gibi flahane.
“Hurricane” yer yer çok otobiyografik. “Williams’ Blood”da, kendinizi ailenizin anne taraf›na daha yak›n hissetti¤inizi söylüyorsunuz. Grace Jones: Öyle. Annem benim
de kilise cemaatinden biriyle evlenmemi istiyordu. Ama kendi babas› bir müzisyendi ve Florida’da Nat King Cole’la çal›yordu. Bir vaizin k›z› olmak zor muydu?
Hâlâ zor. Bütün aile için zordu. Sadece tanr›y› gözetmeniz yetmezdi, kabul görmek için bütün cemaati de gözetmek durumundayd›n›z. Onlar›n da gözü senin üstünde olurdu. Camdan kulübede oturmak gibiydi. Babamdan uzun süre nefret ettim, ama art›k etmiyorum. Çok muhafazakâr bir adamd›. Benim yüzümden uzun süre piskopos olamad›. Yani sürekli örnek olmak durumundayd›n›z.
Evet. Bütün hayat›m bundan ibaretti. Duruma uygun davran›yordum, ama sonra hayat hakk›nda hiçbir fley bilmedi¤imi farkettim. Mümkün oldu¤unca çabuk uzaklaflmaya karar verdim, yaflayacakt›m ve hayat› keflfedecektim. 12 yafl›n›zdayken aileniz Jamaika’dan New York varofllar›na tafl›nd›. Bir lise karnenizin görüfller hanesinde “sosyal yönden marazi” oldu¤unuz yaz›yor. Ne demek bu?
Çok ama çok utangaçt›m. Bütün o dinî vaziyetlerden ve Jamaika’da, çok küçük bir çevrede büyümüfl olmamdan dolay›, gerçek anlamda bir sosyallik gelifltirmeme izin verilmemiflti. Amerika’ya geldi¤imde tek bafl›ma kalm›flt›m. Peki ac› verici bir utangaçl›k durumundan nas›l dönüfltünüz bu hale? Bir sürü asit att›m! (kahkaha at›yor)
Gerçekten. ‹lk ne zaman deneme yapt›n›z?
15’imde. Bir ayd›nlanma haliydi. Üçüncü seferinde STP, Super Trip Pill diye bir fley deniyorlard›. Bir doktorla beraber ald›m, bir süre sonra sadece sakinleflmek istiyordum, ama üç gün etkisinde kald›m. STP’den bahsediyorum flekerim. ‹stersen Timothy Leary’ye sor, o bilir.
KORKAKLARI, HERHANG‹ B‹R DER‹NL‹⁄‹ OLMAYANLARI AYIKLAMAK ‹ST‹YORDUK. K‹TABIN KAPA⁄INI AÇMAK CESARET ‹STER. O KADAR DA KORKUTUCU B‹R‹ DE⁄‹L‹M ASLINDA.
1970’ler geldi¤inde New York’un merkezine tafl›nd›n›z ve kendinizi kulüp âlemlerine att›n›z, mankenli¤e bafllad›n›z. Andy Warhol’la tan›flt›n›z ve ilham perisi bir süre siz oldunuz... ➜57
[
Yok can›m, sadece arkadaflt›k. Zira Andy’yi uzun zamand›r tan›yorum, ama hâlâ Interview’un kapa¤›na ç›km›fl de¤ilim. (gülüyor) Onunla çal›flma yapmadan epey önce tan›flm›flt›k. Galiba vurulduktan sonra daha ihtiyatl› biri oldu. Herkesin yan›na yaklaflmas›na izin vermezdi. Warhol bir keresinde flöyle demiflti: “Ona bak›fllar›n› yumuflatmadan asla baflar›l› olamayaca¤›n› söyledim. ‹nsanlar bu kadar uç bir fleye haz›rl›kl› de¤ildi.” Böyle mi söylemifl? Bunu hiç konuflmam›fl m›yd›n›z? Hay›r, beni severdi. (gülümsüyor) Daha da ötesine cesaretlendiriyordu beni. “Daha, daha!” Daha sonra Paris’e tafl›nd›n›z ve Jerry Hall’la beraber ev tuttunuz. Yüksek zamanlar m›yd›? Tabii. K›zgücü gibiydi, anlatabiliyor muyum? Süslenip püslenip d›flar› ç›kard›k, bütün adamlar etraf›m›z› sarard›. Bir çember olufltururduk ve hepsini birden defederdik. (gülüyor) ‘70’lerden beri kapflonlu k›yafetlere tak›l›yorum. Jerry’yle gider, 1940’lar›n, ‘50’lerin k›yafetlerini satan vintage butiklerden bunlardan al›rd›k. O y›llar sürekli parti halindeydik. Uyku diye bir fley nerdeyse yoktu hayat›m›zda. Nas›l ayakta kald›k, hâlâ hayret ediyorum. Antonio Lopez’le (meflhur moda tasar›mc›-
Zaten mankenli¤i hiç o kadar ciddiye almam›flt›m. Sadece kiray› ödemek için yapt›¤›m bir iflti. Sonra kafllar›m› ald›rd›m, saç›m› kaz›tt›m, kimse hofllanmad›, ben de “hadi bana eyvallah” dedim, b›rakt›m. fiark›c›l›k kariyerinizin Paris’te bir partide masaya ç›k›p The Three Degrees’in “Dirty Ol’ Man”ini söylemenizle bafllad›¤› do¤ru mu? Evet. Paris’te foto¤rafç›lar›n partisiydi. Mekânda o flark› çal›yordu. Bir arkadafl›m küçük bir plak firmas›nda çal›flan sevgilisine “Grace çok iyi flark› söyler” demiflti. “Hay›r, ha-
B‹R S‹GARA YAKAB‹L‹R M‹Y‹M? HAPSE TIKACAK DE⁄‹LLER YA. ‹NSAN YEMEK YED‹KTEN SONRA NORMAL OLARAK B‹R S‹GARA TELLEND‹RMEK ‹STER. MEDEN‹YET DED‹⁄‹N BÖYLE B‹R fiEYD‹R. s›), Jerry’yle, Jessica Lange’la sürekli beraberdik. Tamamen ç›plak vaziyette bir partiye kat›ld›n›z m›? Pek çok defa. Ama bir Afrikal› gibi, boynumda bir kemik kolyesiyle. Belki beysbol kepi gibi bir fleyle tamamlayarak. Zannediyorum gerçekten özgürlefltirici bir tecrübeydi. Jerry’yle beraber dansederdik, yerlerde yuvarlan›rd›k. Galiba buna d›flavurumculuk diyorsunuz. Mankenli¤e nas›l bafllad›n›z? Lisedeki tek siyah k›z bendim. Afro, Jamaikal› aksan›m vard›. Asl›nda dil
ö¤retmeni olacakt›m. Frans›zca, ‹syanyolca, Japonca, ‹talyanca, Almanca konuflabilirim. Ama tiyatro hocamla tan›fl›nca her fley bir anda de¤ifliverdi. Philadelphia, New York, tiyatro okullar›, workshop’lar derken iyice kapt›rm›flt›m, ama o arada bir ajans beni gözüne kestirdi, mankenli¤e bafllad›m. Mankenli¤inizin son demlerinde aynan›n öbür taraf›na do¤ru çekildi¤inizi hissetti¤inizi söylemifltiniz. Kesinlikle. Afl›r› narsistik bir durum. Sürekli ayna önündesiniz. Art›k aynalara ihtiyac›m olmas›n istiyordum.
JEAN-PAUL GOUDE’UN KALEM‹NDEN GRACE JONES
B‹r
aFR‹K a masK ›
Esquire’da çal›flan bir arkafl›m, Tom Hedley ad›nda genç bir editör (o aralar “Amerikan avangard›n›n çöküflü” diye bir özel say› haz›rl›yordu) devrin kilit figürüyle tan›flmam› sa¤lam›flt›: Andy Warhol. Böyle bir konuda zaten kim Andy’yi pas geçebilirdi? Tom onu ö¤le yeme¤ine davet etmiflti, o da oldu¤u gibi geldi: fiampanya sar›s› peru¤u e¤ri, akne kapl› yüzüne sürdü¤ü Clearasil ten rengine uymam›fl... Andy’nin entelektüel judo misali bir tarz› vard›. Kariyerini baflar›ya erdirecek psikolojik stratejiyi çoktan benimsemiflti. Maruz kalabilece¤i fleyleri engellemek için, sizin hayat›n›z, sizin arzular›n›z, sizin ifliniz hakk›nda bir soru bombard›man›na bafllard›. Bir mürekkepbal›¤› gibi ortal›¤› buland›r›r, yakalanmamak için göz önünden kaybolmay› bir flekilde baflar›rd›. Fakat okul y›llar›mda çok be¤endi¤im bir illüstratörün ad›n› zikredince yüzü ayd›nland›: David Stone Martin. ‹flleri Andy’yi de etkilemiflti, Pop dönemi öncesinde, büyük ma¤azalar›n vitrinlerini dekore ederken ona ilham vermiflti. Union Square’de oturuyordum, The Factory’nin bir tafl at›m› ötesinde. Warhol, Hedley’nin özel say›s› için New York avangard sahnesinin kaymak tabakas›n› foto¤raflad› ve kapakta kendi çorbas› içinde bo¤ulan bir resmi yay›nland›. Claes Oldenburg son happening’ini yorumlad›, Claude Picasso foto¤raflar çekti, Sam Shepard bir oyun yazd› –hepsi çok etkileyiciydi! Ama hâlâ derginin moda sayfalar›n› kendi nüfuz alan›ma geçirmek gibi bir tutkum vard›. Bence moda, kayna¤›n› kiflinin yetersizliklerinden almal›yd›. “French Correction” (Frans›z usûlü tashih) 58➜
dedi¤im fley, zaaflar› güce dönüfltürme sanat›yd›. Hilebazl›k gerektiriyordu bu: Ayakkab›da yükseltiler, vatkalar, fiziksel oranlar› geniflletmek, hacmi vurgulamak için optik yan›lsamalar... Bu yöntemleri daha önce kendimde ve sevgililerimde uygulam›flt›m. “Protez”in modan›n özü oldu¤unu düflünüyordum. Sandaletleri savunmak, do¤aya dönmek, “her fleyi sal›vermek” kadar hiçbir fley ‘70’lerin ideolojisine uzak olamazd›. Sonuç olarak, tek bir arzum vard›: Düzeltmek. Mevcut olan› al›p abartarak, de¤ifltirerek, gülünç olma pahas›na yücelterek gözler önüne sermek. Ama küçümsenme ihtimaline karfl› da hep çok dikkatli olmuflumdur. Kendim de kolay incinen biriyim. Çevremdeki ola¤anüstü karakterlerin yan›nda bir kifli vard› ki, iflimde ve hayat›mda derin bir etkisi oldu. Grace Jones, zaman›n en gözde siyah mankenlerinden biriydi. Bir günde podyumlardan pop müzi¤e geçifl yapt›. Bir gece Toukie’yle beni Les Mouches ad›nda bir gey diskosunda kendisini dinlememiz için davet etti. Uzundu, zay›ft›, çok siyaht›, saçlar› o¤lan çocu¤u kesimiydi, bedenine çok ufak gelen bir etek giyiyordu, kollar›n› her kald›r›fl›nda gögüsleri d›flar› f›rl›yordu. Görünüflünün gücü sürekli bir z›tl›ktan kaynaklan›yordu: Bir yandan ona bak›nca bir karikatür, neredeyse grotesk bir figür görüyordunuz, ama di¤er yandan, en klasik Afrika güzelli¤ini somutlaflt›r›yordu. fiark› söyleyiflini izlerken güzel mi, grotesk mi oldu¤unu soruyordunuz kendinize, ya da ikisi birden mi oldu¤unu. E¤er biriyse, nas›l öbürü olabilirdi ki? Ve karfl›n›zda flahane bir müphem-
y›r, yapamam” demifltim hemen. ‹lk dönem disko üçlemenizi, “Portfolio” (1977), “Fame” (1978) ve “Muse” (1979) albümlerini bugün nas›l buluyorsunuz? Tanr›m. Farkl›lard› diyelim. (gülüyor) Disko için hâlâ farkl› bir k›vamdalar bence. Prodöktür Tom Moulton çok köfleli okudu¤umu söyleyecektir. Yavan de¤il, köfleli. Çünkü benim sesim pes, herkesin söyledi¤i tonda söylemeye yönlendiriliyordum. Studio 54’ün aç›l›fl›n› siz yapm›flt›n›z, de¤il mi? Evet. Harikayd›. Mekân› bulan halk-
lik, erkeklerden hofllanan erkeklerden oluflan bir kalabal›k karfl›s›nda, geylerin giydi¤i türden bir kad›n elbisesi içinde “I Need A Man” diye flark› söyleyen bir kad›n›n yaratt›¤› ironi duruyordu. Bütün güzellik prensiplerinin aksi yönde durarak, Grace’in ortalama bir heteroyu nas›l korkutaca¤›n› tahmin edebilirdiniz. Onu fethetmek istememe sebep olan kendine has havas›, popülaritesi miydi? Ya da bilinçsiz olarak onu ideal bir “French Correction” aday› olarak m› görmüfltüm sadece? Onu de¤iflik pozisyonlarda foto¤raflad›m, onu ayn› anda hem cepheden hem profilden gösterecek flekilde montajlad›m, bir M›s›r kabartmas› gibi. Bunu foto¤raf k⤛d›na aktar›nca, yak›ndan bak›ld›¤›nda
“Beyaz”, Jean-Paul Goude (1983)
la iliflkilerciyi tan›yordum, aç›l›fltan önce bana kap›lar› açm›flt›. Salonun ortas›nda durmufltum, mikrofonsuz bir fleyler okumufltum, bu muhteflem eski tiyatronun inan›lmaz bir akusti¤i vard›. Kapanmas› üzücü bir olayd›, ama göze gelmiflti. O günler ortada çok kokain vard›... Benim iflim olmuyordu ama. Favori maddelerimden de¤ildir. Ben zaten uçufltay›m, benim biraz daha sakinleflmeye ihtiyac›m var. Ben daha ziyade hapç›yd›m. Quaalude? (sesini yükseltiyor, di¤er masalardan bafllar çevriliyor) Quaalude’lara bay›l›rd›m! En sevdi¤im oydu. Nas›l bir fleydi? Seksî bir fleydi. Düflürücü bir madde de¤ildi. ‹nsan› azd›r›rd›, herkesi sevmenizi sa¤lard›. ‹yi bir ecstasy’ye yak›nd›r muhtemelen. Art›k bu maddeye pek fazla rastlanm›yor... Yok, bulunmuyor. Sebebini FBI’a sorun, eminim bir fikirleri vard›r. (gülüyor) fiimdi beni içeri alacaklar. Sly and Robbie, “Warm Leatherette” (1980) kay›tlar› esnas›nda, sizinle tan›flmadan önce, flark›n›n provalar›n› sizin dev bir posterinizin
önünde yapt›klar›n› söylüyorlar... Chris Blackwell’in fikriydi o. “Warm Leatherette”in kapa¤›ndaki resmi kocaman büyütmüfl, “buna göre müzik yap›n” demiflti. Bafllang›ç farkl› olunca gidiflat da farkl›lafl›yor. Chris cover’lar çalmam›z› önermiflti. Böyle iyi söyleyece¤imi biliyordu galiba. Sly and Robbie ikilisine gelince, onlarla her zaman gayet iyi çal›flt›k. Benim albümlerimde çalmaktan hoflland›klar›n› san›yorum, çünkü onlar› geleneksel Jamaika müzi¤inden ç›kmaya, daha deneysel bir sound yakalamaya zorluyorum. Reddetti¤iniz flark› olmufl muydu? Hay›r, hiç olmad›. Belki... “Ring Of Fire”. Universal sonradan yay›nlad› onu. Tatminkâr gelmemiflti bana. Chrissie Hynde sizin “Private Life” (The Pretenders’›n flark›s›) versiyonunuzu Almanya’da bir gece kulübünde dinlemifl ve “iflte bunu böyle çal›n›p söylemeli” diye geçirmifl içinden. (盤l›k at›yor) fiahane! Chrissie’yi severim. Söylemeden önce flark›lar›n orijinallerini pek fazla dinlememifltim. Bir kere dinledim mi tamamd›. “La Vie en Rose”u neredeyse hiç dinlememifltim. Çok ça-
buk etki alt›nda kalabilirsiniz yoksa, orijinal hali hemen bulafl›r... O vakitler imaj›n›z›n erkeklerin gözünü korkutmak için oluflturuldu¤unu söylüyordunuz, öyle miydi gerçekten? Esas olarak evet. Korkaklar›, herhangi bir derinli¤i olmayanlar› ay›klamak istiyorduk. Kitab›n kapa¤›n› açmak cesaret ister, yaz›lanlar gayet korkutucu olabilir. O kadar da korkutucu biri de¤ilim asl›nda, ama kendi bak›fl›m, kendi tarz›m var. Büyüdü¤üm y›llardaki, kilisedeki kad›n›n ikincil konuma itildi¤i duruma tekrar düflemem. Ben Erkek Fatma’yd›m. Kad›n hâlâ orada ama. Çok da bir taraf›ma takmam hiçbir fleyi, anlatabiliyor muyum? Bir erkek gibi dövüflmeyi, bir erkek gibi oynamay›, bir erkek gibi sevmeyi ö¤rendim. Çok da normal bir kad›n say›lmayaca¤›m herhalde aflikâr. Eski kocam anneme flaka yollu tak›l›rd›: “K›z›n›n nesi var böyle? Bir erkekle evlenmifl gibiyim.” Bu korkutucu imaj›n size yard›m› oldu mu, yoksa önünüzde bir engel mi teflkil etti? Bunun üzerine pek düflünmedim. Ben böyleyim. Beni görenler fantezi
“STUDIO 54 KEfiKE fi‹MD‹ DE OLSAYDI” D‹YORLAR. HERKES KEND‹ PART‹S‹N‹ KEND‹ YARATMALI. fiAHSEN BEN‹M EN GÜZEL PART‹LER‹M O AN NEREDEYSEM ORADA OLMUfiTUR. yap›lmas› imkâns›z zannedilecek bir hareketi yapan bir akrobat gibi görünmesini sa¤layacak bir illüzyon yaratan bir resim eskizi havas› yaratt›m. Do¤al yeteneklerle kutsanmam›fl baz› dansç›lar›n neden ayak parmaklar›n›n üzerinde balerinler gibi durmaya çal›flt›¤›n› hep merak etmiflimdir. Bu handikap› avantaja çevirmek varken, neden gönülsüzce e¤ilip bükülsün insan? Çekti¤im resim, bükülmüfl bir aya¤›n klasik bir arabeski nas›l daha ilginç hale getirebilece¤ini gösteriyordu –ayn› anda güzel ve grotesk, ayn› Grace gibi. Onun bu foto¤raf›yla hayat›m yeni bir yola girdi. O âna kadar ifli hep hazz›n önünde tutmufltum. fiimdi tersini istiyordum. Dile¤im yak›nda gerçek olacakt›, bambaflka bir ritme
Jean-Paul Goude
kavuflacakt›m –onunkine. Aylar boyunca gecelerimiz içkiye, sigaraya, dansa ve seviflmeye hasredildi. H›zl› hayat›na dair söylenenler hiç de yalan de¤il. Harika vakit geçiriyordum.
Güzel ve hayvan Do¤rusunu söylemek gerekirse, Grace’in imaj›n› fazla geleneksel, basit buluyordum. Bana tutkular›ndan bahsettikçe, yanl›fl yolda gitti¤ine daha da kani oluyordum. Sonradan efsaneleflecek olan Studio 54’ün aç›l›fl›ndan önceki son provas›n› izlemifltim. Grace dev bir kobran›n içinden ç›kacakt›, etraf›nda modaya uygun davranmaya çal›flan Norma Kamali’nin kreasyonuyla giyinmifl G-string’li dansç›lar olacakt›. Dehflete kap›lm›flt›m. Grace daha iyisini hak ediyordu. Onu incitmek istemiyordum, böyle vasat bir performans› onaylamak da istemiyordum, çenemi kapamaya karar verdim ve Studio 54’ün tarihî aç›l›fl›n› bekledim. Her zamanki maiyetiyle onu yaln›z b›rakt›ktan bir saat sonra, Grace kap›m› çald›. Gözyafllar› içindeydi. H›çk›r›klar aras›nda performans›n›n ne kadar felâket oldu¤unu anlatt›. Hayal k›r›kl›¤›na u¤ram›flt›. Korkutucu ikon, diva, kül yutmaz parti k›z›, kollar›mda küçük bir k›z gibi a¤l›yordu. Birkaç hafta sonra, bir filmin tretman›yla u¤rafl›rken, bu projedeki müzik numaralar›ndan birini kendi flovu için “ödünç almaya” kadar verdi¤ini söyledi Grace. Ricam onu rahats›z ettiyse, koreograf›n›n neler yapaca¤›n› merakla beklemeliymiflim. En kötüsünü ummufltum, yan›lmam›fl›m. Her tür humordan yoksun bir gösteriydi, “campy” mânâda bile. Peki madem Grace benim fikrimi kullanacakt›, neden durumun ad›n› tam olarak koymayacakt›k? Elefltirmenin ötesinde bir fleyler yapabilece¤imi göstermeye de can at›yordum. Vazgeçmek için çok geçti, o da haz›r ve gönüllüydü madem, olaya yüzde yüz dahil olmaya karar verdim.
kurmaya bafll›yor. “Dominatrix” durumlar, malûm. “Konserinize gelmek istiyoruz, en önde oturaca¤›z, kamç›lay›n bizi, üzerimize ifleyin!” Bilemiyorum, ben neysem oyum. Ben bir boksörüm. An›nda nakavt ederim. 1981’de, televizyonda talkshow’cu Russell Harty’yi hakikaten nakavt etmifltiniz. O bir fley de¤ildi can›m. ‹fl hayat›n›n sonu olmad› m› olay? Yok can›m. Daha da ün kazand›rd› ona. 2006’da BBC’de en flok edici talkshow sahnelerinden biri seçildi o olay. fiafl›rm›fl m›yd›n›z? Bence herkes ona bir tane çakmak istiyordu. Tabii flimdi izleyince “manyak gibi görünüyorum” diyorum. Çok yorgundum o programda, daha yeni uçaktan inmifltim. Bir prova yapm›flt›k, kameran›n önünde ya da ard›nda olman›n nas›l bir fley olaca¤›n› konuflmufltuk, ama program bafllay›nca bütün konufltuklar›m›z uçup gitti, s›rt›n› bana döndü. Yorgun olunca biraz da hassaslafl›yorsunuz, sinirlerinize hâkim olam›yorsunuz. ‹çimden “ben bir maymun de¤ilim” diye geçiriyordum o esnada. Kendimi kaybetmiflim. Bugün olsa, Naomi (Campbell) ya da Boy George gibi tuvalet temizletirlerdi. Ama tek piflmanl›¤›m ona bir-iki
Bir hafta sonra Avrupa turnesindeydik. Bir böcekbilimci hassasiyetiyle hayat›n›n her aflamas›n› izliyordum. En minik hareketlerini kaydediyor, bütün yüz hareketlerini inceliyordum. Grace bir saplant› halini alm›flt›. ‹fl ve gündelik hayat tamamen iç içe geçmiflti. Heyecan vericiydi. ‹lk baflta konserler do¤açlama gelifliyordu. Kahvalt›da verdi¤imiz karar› akflam›na uyguluyorduk. Sicilya’da mesela, Prévert’in “Les feuilles mortes”unun disko versiyonunu okuyacakt›. Ayaklar›n› kapatan uzun, siyah bir elbisenin içinde dimdik durarak, gerçekçi bir Frans›z flark›c› gibi flark›ya a capella bafllayacak, kaydedilmifl müzik ona kat›lacak, elbisesini bafl›na kadar kald›racak ve arkas›n› dönecekti. Patenler üstünde zarafetle geriye do¤ru giderken, elbisesinin alt›ndan rüzgâr uçuflacak, sahnede bir yelken gibi süzülecekti. Turnenin son dura¤› New York City’de, Roseland’deydi, Cad›lar Bayram› gecesinde. Bu meflhur müzikhol, Studio 54 ve The Mudd Club’›n ard›ndan, New York âleminde kilit bir roldeydi. Müzik endüstrisindeki kayda de¤er herkes o gece orada olacakt›. Güçlü bir fikirle ortaya ç›kmam›z flartt›. Grace var›n› yo¤unu döktü konsere. Cad›lar Bayram› iblislerin ve cad›lar›n kutsand›¤› bir gecedir, günahkârca davranman›n özrüdür, herkesin kafas› iyidir. Bunun da ötesinde, New York’un her bir köflesinden bütün gerçek “drag queen”ler o gece orada olacakt›. Akl›ma gelen ilk fikir konseri aç›khavada vermekti, West Village r›ht›m›nda, “et pazar›”n›n yüre¤inde. Grace, geylerin volta att›¤› ve seks yapt›¤› yük vagonlar›n›n birinin içinden söyleyecekti. Ama mevsim uygun de¤ildi, hava so¤uktu. Sonuçta, Roseland’in inan›lmaz kitsch’ini kamufle etmek için (bir Bette Midler veya Pointer Sisters konseri için daha uygundu mekân) dok atmosferini oraya tafl›maya karar verdik, iskele ve bir sis bulutu dans pistinin üzerini kapl›yordu. Perdeyi devasa, sürgülü bir metal kap›y➜59
‹ki Jean-Paul Goude eseri: Solda “Gözden geçirilmifl ve düzeltilmifl Grace” (1978) ve “Grace ve hayalî ikizi” (1978)
flebilece¤inizi düflünüyorsunuz, ama nihayete erdirdi¤iniz ifli al›yorlar ve de¤ifltiriyorlar. Bir albüm yap›yorsun, prodüksiyonunu de¤ifltiriyorlar. Bir resim veriyorsun, kafalar›na göre de¤ifltiriyorlar. Tahammülüm kalmam›flt›. Tamamen Jamaikal› müzisyenlerle kaydetti¤im “Bulletproof Heart”› berbat etmifllerdi, benim yapt›¤›mla alâkas› kalmam›flt›. Müzik endüstrisiyle sürekli savaflmak zorundas›n. Ama bu, Davud’la Calut’un savafl› gibi. Bütün ak›llar› fikirleri single’da. Capitol’la olan anlaflmam› hemen bitirmek için can at›yordum. Kalbim k›r›lm›flt›. Sonra bir albüm daha yapmaya çal›flt›m. 1994’teki yay›nlanmam›fl albüm “Black Marilyn” mi?
SEKSTEN SIKILMAK K‹TABIMDA YAZMAZ. GEÇENLERDE ÇOK YAKIfiIKLI B‹R‹YLE TANIfiTIM, ARIZA ÇIKTI. ‹K‹ KEREDEN FAZLA BERABER OLMAK ‹STEMEZS‹N. BEN ÜÇ KERE OLDUM AMA.
Bütün albüm elimizdeydi, ama sonra ifli durdurduk. Dinlemeye dahi dayanam›yordum. Sonra maddelere iyice kapt›rd›m, her fleyi birbirine kar›flt›r›yordum. Uyuflturucu, uyar›c›, yeni ç›km›fl ne varsa.
tane daha çakmamak, en az›ndan sandalyesinden düflürmeliymiflim.
Gö¤üslerinizi açt›¤›n›z gerekçesiyle Disneypark’lara giriflinizin ömür boyu yasakland›¤› do¤ru mu?
Disko müzi¤i size ne ifade ediyor?
Disko denen fley sonuçta dans müzi¤i. Ad› de¤iflebilir, ama bu müzik hep ayn› arzuyu duyurur: Dans etmeyi. New York’ta garage dönemini yaflad›m, tek kelimeyle fantastikti: Herkes dans ediyordu, sanki ibadet
gibiydi. fiimdi, evimde ayn› fleyi yap›yorum, müzi¤i koyuyorum ve bütün gece dans ediyorum, gün a¤arana kadar! Zaman zaman kulüplere tak›ld›¤›m da oluyor, iyi bir DJ oldu¤unda ya da çal›flmak için, ama çok zor oluyor, çünkü herkes yan›ma gelip benimle konuflmak istiyor. Müzi¤e kendimi kapt›ram›yorum.
la de¤ifltirdik. fiovun disko par›lt›s›ndan mümkün oldu¤unca uzak, tiyatroya yak›n bir halde olmas›n› istiyordum. ‹ki küçük Hispanik boksör ringe ç›kar gibi ortaya gelirken, sahnenin iki yan›nda davulcular konga çalacakt›. ‹ki hafifs›klet düflünün, ter içinde kalm›fl, sert yüzleri deri kasklar›yla yar› yar›ya gizlenmifl, ellerinde eldiven, kamburlar› ç›km›fl, etraflar›nda alâkas›z bir ortam varken dövüfle durmufllar. Çok iyi gizlenmifl dört mikrofon nefeslerini yans›t›yor ve davul ritmi nefeslerine uyuyor. Bence bu bir dans performans›ndan çok daha etkileyiciydi. Dansç›lar›n aksine, bizimkiler stilize hareketlerle boksçular› taklit etmiyorlard›. Boks yap›yorlard›. ‹ki büyük rüzgâr makinesi kullanmaya karar verdim, bunlar izleyiciye dönük olacakt›, ›fl›l ›fl›l spotlarla beraber. Ifl›k rüzgãr›yla körleflen izleyici, tehditkâr siluetiyle Grace’in sahneye giriflini kaç›rmamak için gözlerini k›sarak dikkat kesilmek zorunda kalacakt›. fiark›n›n ilk akorlar›yla beraber, Grace nihayet ›fl›klar alt›nda, beyaz bir bornozla görünecekti. Yüzü kapflonunun alt›nda gizlenmifl, flark› söyleyerek sahnede bir gidip bir gelecek, sonra ilk bofllukta bornozunu atacak ve boksör flortuyla kalacakt›. Elleri eldivenli, kas›klar›nda bir kemer, sa¤l› sollu yumruklar atacak, Muhammed Ali gibi dansedecekti. Mekân ç›ld›racakt›. Gerçek bir dövüfl gibi. Final için bütün beklentilerin ötesine gitmeliydik. Büyük bir kafes düflünün, alt› bin delirmifl hayran›n aras›na do¤ru ilerliyor. Kafesin içinde, kocaman bir Bengal kaplan›. Gerginlik ve korku histeriye yol açar. ‹zleyiciler birbirine sokulmufl. Birdenbire bir spot Grace’i ayd›nlat›yor. Bir sehpan›n üzerinde durmufl, kaplan gibi giyinmifl. fiark› söyleyerek afla¤› inerken, kafese bak›yor ve kaplanla k›flk›rt›rcas›na göz göze geliyor. Güzel ve hayvan birbirlerinin gözlerinin içine bak›yorlar. Kaplan kükrüyor. Grace “Do Or Die” flark›s›n›n nakarat›yla cevap veriyor. Kafesin 60➜
Genellikle DJ kabinine kapan›yorum ve orada dans ediyorum. 19 y›l önce fiilî olarak müzi¤i b›rakt›n›z. Endüstrinin sizi yedi¤ini mi düflünüyordunuz?
Herkes öyle düflünüyordu. Plak flirketleri yüzünden uzun süre müzik yapmaktan so¤udum. Yarat›c›l›¤›n›z› konuflturabildi¤iniz bir noktaya eri-
kap›s›n› açt›¤› anda, müzik duruyor. Mekân zifiri karanl›¤a kesiyor, ölümüne kavgaya tutuflmufl iki vahfli hayvan›n korkutucu sesleri kapl›yor ortal›¤›. On “uzun” saniye geçiyor ve ›fl›klarla müzik dönüyor. Kafeste kaplan yok art›k –sadece Grace var, flark›s›na kald›¤› yerden devam ediyor, koca bir parça eti çi¤nerken.
Kübist, androjen, modern Bu do¤açlama geliflen kariyerin beni nereye götürdü¤üne dair en ufak bir fikrim yoktu. Hem çok heyecan verici, hem sinir bozucuydu Grace’in konserlerini düzenlemek. Bir süre tam kontrol sa¤layabildi¤im kendi alan›ma, foto¤rafa dönmeye karar verdim. Ama ayn› zamanda, bir anda Grace Jones mitine dönüflecek olan fleyi ilerletme zaman›n›n da geldi¤ini düflünüyordum. Grace’in geometrik bir yüzü vard›r, Afrika masklar› gibi biraz. Hemen göze çarpan elmac›k kemikleri iki üçgen meydana getirir. Yüzünün fleklini vurgulamak için kare biçiminde kestirdi¤im saçlar›yla, Afrika’dan esinlenmifl bir kübist heykel gibi olmufltu. Ayn› fleyi sahnesine ve kostümlerine de uygulad›k. O aralar eski Japon filmlerini seyretmeye giderdim, onu Japon dans› yapmaya ikna etme fikrim buradan do¤du. Herkes gibi hayk›r›p ba¤›rmak yerine, böylesine agresif bir imaj› olan birinin sahnede bir geyflan›n küçük, k›r›lgan hareketleriyle yürümesini taze bir fikir olarak de¤erlendiriyordum. Dönüflümü çok baflar›l›yd›: Art›k s›radan bir disko flark›c›s› de¤ildi, karizmatik prodüktör Chris Blackwell’in belirledi¤i orijinal repertuar›yla dikkate al›nan bir sanatç›yd›. En sevdi¤im parçalardan biri, Blackwell’e önerdi¤im Astor Piazzola’n›n “Libertango”su, Grace’e “I’ve Seen That Face Before” olarak uyarlanm›flt›. Island Records’un kurucusu ve baflkan› olan Chris, ikimizden “cennette yap›lm›fl bir efllefl-
Bilmem. Ama tabii ki o hareketi yapt›m, zaten her zaman yapar›m. Söz konusu olay Florida’da bir konserde olmufltu, ama s›rf çocuklar var diye de yapmam›flt›m. Üstümde bir Miyake gö¤üslü¤ü vard›. Konser ilerledikçe ben yolculu¤a ç›kar›m,
me” diye bahsetmeyi severdi. Bir sürü yeni projeyle meflgulken, haberler patlad›. Her ne kadar baba olman›n sorumluluklar›ndan kendimi çok uzak hissetsem de, babal›k fikri gururumu okflam›yor da de¤ildi. Ama bu derecede büyük bir olay ifl planlar›m›zla pek örtüflmüyordu. Grace’in yeni albümünün tan›t›m›n› yapmas› mümkün olmayacakt›. Böyle bir durumda ne yap›l›r? Bebek do¤ana kadar ifl bekletilir, en vahfli dedikodulara gö¤üs mü gerilir, yoksa bu yeni imajla insanlar›n karfl›s›na ç›kmak göze al›n›r m›? Çözümüm, “mega gebelik elbisesi”ydi. Bu elbise çok güzel ve görkemli olmal›yd›. Ünlü illüstratör Antony’den geometrik bir elbise çizmesini istedim, Grace’in yüzü ve yeni siluetiyle uyum içinde olacak, origami ve Kübizm kar›fl›m› bir kostüm olacakt› bu (Grace o s›rada sekiz ayl›k hamileydi). Elbise neredeyse üç metre uzunluktayd›, Grace dar bir platformda duruyordu. Elbisenin etekleri bir buz bulutunda kaybolmufltu. Bu dev heykel tekerlekler üzerinde sahnede yavaflça kay›yordu, bir gölün üzerindeki pusun aras›nda süzülür gibi. Sihirli bir fleydi... Grace, Afro-Amerikan güzellik anlay›fl›n›n klasik z›tl›klar›ndan kaç›n›yordu. Bir tarafta Siyah Amerikal› prensesler (zengin, burjuva, jet-set bir az›nl›kt› bu) Paris’ten, Milano’dan al›flverifl yap›yor, Givenchy’den giyiniyor, saçlar›n› Alexandre’a yapt›r›yordu. Di¤er yanda, kendilerini “gerçek” Siyah kad›nlar addeden “gururlu k›zkardefller”, Afrika geleneklerinin verdi¤i esinle, etnik etkilenmeleri gelifltiriyorlard›. Grace’in do¤al ten rengiyle birleflen androjenisi kimi müzik endüstrisi profesyonellerine çekici gelmiyor idiyse de, çok geçmeden fikirlerini de¤ifltireceklerdi. Art›k, eflsiz güzelli¤i cinsiyet ve ›rk s›n›rlar›n› aflan, tam anlam›yla modern bir yarat›, belli belirsiz korku salan d›flarl›kl› bir varl›k olarak görülüyordu. Jean-Paul Goude, “So Far, So Goude” adl› hat›rat›ndan
Yeni albümü “Hurricane”in kapa¤›ndan
KR‹Z HABERLER‹N‹ ‹ZL‹YORUM. ZATEN BÜTÜN O PARALAR B‹R FANTEZ‹YD‹. AMA SONUÇTA SIRADAN ‹NSANLARIN GERÇEK PARASINI ALIYORLAR, BU DA BEN‹ Ç‹LEDEN ÇIKARIYOR. Paris’e, New York’a, Jamaika’ya giderim, o esnada da Afrika’ya gitmifltim, soyunuverdim. Konserleriniz s›kl›kla vahfli bir tona bürünüyor. ‹nternette bir yorumda, bir konserinizde ç›plak vaziyette a¤lad›¤›n›z› yaz›yorlar... Hmm. Olabilir. Parti benim partim. Bu arada, bir sigara yakabilir miyim? Yasak masak, ne yapacaklar, hapse t›kacak de¤iller ya! ‹nsan yemek yedikten sonra normal olarak bir sigara tellendirmek ister. Medeniyet dedi¤in böyle bir fleydir. ‘80’lerin yeniden seviliyor olmas›ndan memnun musunuz? Asl›nda pek öyle bir fley yok bence, ‘80’lerin geri gelmesi falan yani. Ama sonsuza kadar yaflayacak bir tak›m flark›lar da var ‘80’lerden. Bana kilise müzi¤i gibi geliyor asl›nda, kulüpte kilise. Ba¤›rabilirsiniz, dans edebilirsiniz... Bu kilisenin rahibi müzikti. Ayr›ca, evet, ‘70’lerde ve ‘80’lerde hepimiz e¤lenceden pay›m›za düfleni ald›k, bazen çok ileri de gittik. Ama sonuçta yapt›¤›m›z ifl sa¤lam kafa gerektiriyordu, ifller çok yo¤undu, “freak” kabul edilmek için makyaj›n›z›n çok iyi olmas› lâz›md›. ‹nsanlar bazen geçmifli fazla gözlerinde büyütüyor. O¤lumun arkadafllar› hâlâ “Studio 54’ü çok k›skan›yoruz, keflke flimdi de olsayd›” diyorlar. Harika bir zamand›, ama herkes kendi partisini kendi yaratmal›. fiahsen benim en güzel partilerim o an neredeysem orada olmufltur. Buna yüksek sosyete ortamlar› dahil mi? Elbette. Onlar da e¤lenmeyi sever. Birilerinin onlara ayakkab›lar›n› ç›ka-
rabileceklerini, soyunup dökünebileceklerini, bir joint yakabileceklerini söylemesine ihtiyaçlar› var. Siz hâlâ tak›l›yor musunuz? Ben Jamaikal›y›m, unutma. Sahneye ç›kmadan evvel bir-iki nefes al›r›m. Eskiden sahneye f›rlat›rlard› cigaral›klar›, art›k atm›yorlar. Yafllanmak geçmifle bak›fl›n›z› de¤ifltirdi mi? Hay›r. Ama söyleyeceklerimden rahats›z olabilecek bir sürü insan da göçüp gitti, yafllanmak bu anlama geliyor iflte. (gülüyor) Bir yere kadar olgunlafl›yor insan ayr›ca. Yafllanmaktan memnun musunuz? Çok hofluma gidiyor. Ama zaman ebedîdir. Ben zaman› saymam. En iyisini görmeye daha var. Hem ayr›ca, öyle çok da yafll› görünmüyorum. Bak flu kollar›ma, bacaklar›m gibi! fiu bile¤ime bir dokun! Sonra ayak bileklerime bak! Bak nas›l da
formumday›m! Bu kad›n 60’›nda der misin? ‘80’lerde çok vücut gelifltirme yapard›m, flimdi çocuklu¤umdaki gibi hulahupu keflfettim. Okuldayken afl›r› zay›f bulurlard› beni, flimdi hafif tertip etlendim. Seks hayat›n›z› nas›l etkiliyor yafllanmak?
Biraz daha huysuz oluyorumdur en fazla. Ama seksten s›k›lmak benim kitab›mda yazmaz, kan›mda yok. Hem daha tad›na bak›lacak ne adamlar var. Yine de eskisine göre daha seçici oldum. Geçenlerde çok yak›fl›kl›, seksî biriyle tan›flt›m, ama ar›zan›n teki ç›kt›. ‹ki kereden fazla beraber olmak istemezsin. Ben üç kere oldum ama. (gülüyor) Grace Jones’un bir günü nas›l geçer? Kendi bafl›may›md›r genellikle. Dar bir arkadafl ve aile çevrem vard›r. Partimi de sahnede yapar›m. Turne-
de konserden sonra partiyi kald›ramayaca¤›m› bilirim. Hiçbir fleyin tahrip edici bir hale bürünmesini istemem. ‹fl program› yo¤unlafl›nca bu çok mümkün. Zaten art›k benimle nas›l parti yap›laca¤›n› bilen insan da kalmad›, gidecek yer de kalmad›. Bir rock star de¤ilim ben, yumuflak tabiatl› bir insan›m. “Hurricane”e giden süreç nas›l bafllad›? Y›llard›r underground ifller yap›yordum. Alt› y›l kadar önce Ivor’la (Guest, “Hurricane”in prodüktörü, niflanl›s›) tan›flt›k, onun bir parças›na söz yazd›m ilk. Aram›zda yarat›c› bir kimya do¤du. Beraber 25 flark› kaydettik, bu seanslardan muhtemelen bir albüm daha ç›kar. Onun ev stüdyosunda, Londra’da yap›yorduk kay›tlar›. Firma bulmak zor oldu, para denklefltirmek de meseleydi. Ama konuklar da sa¤olsunlar, maddî bir fley talep etmediler. Albümde “Corporate Cannibal” flark›s› dikkat çekici... “Corporate Cannibal”› açgözlü müzik endüstrisini iffla etmek için yazd›m, bu açgözlülü¤üyle kendi kendisini de imha ediyor; sonuçta ortaya iyi bir müzik ç›km›yor, iyi müzik olmay›nca para da gelmiyor, yani kendi kendisini yiyor. fiark›da “ben insan yiyen bir makinay›m” diyorum ya, insanlar seksten bahsetti¤imi zannediyor, de¤il halbuki. O dize bir canavar, sokaktan geçenleri k›t›r k›t›r yiyen çokuluslu bir gökdelen hakk›nda. fiimdi de oturmufl, kendi kendilerini yiyorlar. Televizyonda l o r kriz haberlerini izliyorum ve E “ölen ölsün” diyorum içimden. e v Zaten hiçbir fley gerçek de¤ildi r e ki, bütün o paralar bir fanteziydi. M Ama sonuçta s›radan insanlar›n : n e r gerçek paras›n› al›yorlar, bu da i v e beni çileden ç›kar›yor. Ç ➜61
ansiklopedi
b
c
BAAL
CUTLER, IVOR
‹braniceden gelen Baal, kökeni dinî olmayan bir kelime. Sayg›de¤er, efendi ve koca (zaten ço¤u zaman koca ve efendinin eflanlaml› oldu¤unu hat›rlat›yor) anlam›na geliyor. Sami halklar›n yaflad›¤› bölgelerden Kartaca’n›n da dahil oldu¤u Fenike topraklar›na, bütün Ortado¤u’da rastlanan bir isim. Baal tek bir tanr›n›n ad› de¤il, genel bir tanr› ad›, beraberindeki s›fat hangi tanr›n›n söz konusu oldu¤unu anlat›yor: Baal Markodes, kutsal danslar tanr›s›; Baal fiamen, gökyüzü tanr›s›; Baal Bek, günefl tanr›s› ve en mühimi, Kartacal›lar›n korkunç tanr›s› Baal Hammon... Her bölgenin kendi tanr›s›, yerel Baal’i var. Baal ‹.Ö. 3. bin y›ldan Roma dönemine kadar etkili olan Sami kökenli bir kült. Baal’in ad›, her ne kadar kendisi de ‹fltar gibi bir hermafrodit olsa da, hep bir kutsal kad›n flahsiyetle an›l›r: Astart, ‹fltar, Tanit (Flaubert’in “Salambô”da anlatt›¤› Tanit)... Baal’in en önemli tap›na¤› Suriye’de bugünkü ad›yla Homs’dayd›. Bu tap›na¤›n bafl rahibi 218’de Heliogabal ad›yla Roma imparatoru oldu ve dinini Romal›lara benimsetti. Tanr›’n›n biricikli¤i fikriyle ba¤daflmad›¤›ndan Baal ‹ncil’de mahkûm edildi. ‹ncil’de belli bir kimli¤i yoktur, ama Yahve halk›n› do¤ru yoldan ç›karan bütün “uydurma tanr›lar”› anlatmak için kullan›l›r, “Yahve halk› Tanr›’ya s›rt çevirdi ve Baal’lere ve Astart’lara tapmaya bafllad›” ifadesine s›k s›k rastlan›r. Yüksek tepelere yerleflik Baal tap›naklar›nda Baal ikonlar› ve heykelleri, Baal’in fallik simgeleri olan sütunlar, ‹fltar’› temsil eden direkler ve sunaklar bulunur. Buralarda erkek ve kad›n fahifleler cinsel aç›dan hizmet verir ve çocuklar›n kurban edilmesini gerçeklefltirirlerdi. Tanr›lar da eninde sonunda ölüyor. Ama içlerinde baz›lar› çok daha uzun süre medeniyetleri etkileyebiliyor. ‹.Ö. 3000’den Romal›lara kadar kesintisiz hüküm süren Baal hiç flüphesiz bugüne kadarki tanr›lar›n en uzun ömürlüsü. Bugün de birçok FRP ve video oyununda baflrolde. Brecht’in 1918’de, henüz 20 yafl›nda bir ö¤renciyken yazd›¤› ilk uzun oyununda Baal, toplumd›fl›, alkolik, sefih bir anti-kahraman flair olarak çizilmiflti. ‹lk defa 1923’te sahnelenen oyunu Brecht daha sonra k›smen de¤ifltirdi. 1982’de BBC için sahnelenen oyunda Baal’i David Bowie oynad›, oyunda söyledi¤i befl flark› da “David Bowie in Bertolt Brecht’s Baal” EP olarak bas›ld›, “Baal’s Hymn” ve “The Drowned Girl” d›fl›ndaki üç flark› hiç CD’ye veya dijital ortama aktar›lmad›.
‹skoç mizahç›, flair, flark›c›, çocuk kitaplar› yazar›, radyo programc›s›, ö¤retmen; Britanya’n›n yetifltirdi¤i en nev-i flahs›na münhas›r kifliliklerden biri. Amerika’ya gitmek isterken kendilerini ‹skoçya’da bulan Do¤u Avrupal› Yahudi bir ailenin ferdiydi. Sanatsal güdülerini kardefli do¤du-
➜
62➜
➜
için akl› devred›fl› b›rakmak istiyordu. Küçük orguyla söyledi¤i flark›lar, aile hayat›na dair anlatt›¤› küçük hikâyeler, alt›n› çizdi¤i ‹skoç aksan›, kendisine Bertrand Russell’dan Johnny Rotten’a, genifl bir hayran kitlesi kazand›rd›. Van Morrison’la turlad›, Laurie Anderson taraf›ndan Meltdown Festivali’ne davet edildi, uzun y›llar John Peel’›n radyo programlar›n›n gediklisi oldu. Golf pantolonlar›n›, bol rozetli flapkalar›, bisikletleri severdi. Gürültüden çok rahats›z oldu¤unu söylese de, Alex Kapranos, Franz Ferdinand’›n bafll›ca ilham kaynaklar› aras›nda onu gösterdi, plaklar›n› Virgin, Rough Trade, Oasis’in de ba¤l› bulundu¤u Creation gibi firmalar bast›. Bu acayip adam, 3 Mart 2006’da hayata gözlerini yumdu.
h
➜
HAYDN, JOHANN MICHAEL
¤unda duydu¤u d›fllanm›fll›k hissine ba¤l›yordu. II. Dünya Savafl›’nda hava kuvvetlerine girdiyse de dalg›n oldu¤u gerekçesiyle at›ld›, Rolls Royce fabrikas›ndaki tecrübesi de standart bir iflte çal›flamayaca¤›n› anlamas›n› sa¤lad›. ‹lkokullarda müzik ve drama ö¤retmeni oldu, bu sefer de müdürlerle ve ebeveynlerle serbest stil yöntemleri yüzünden kap›fl›yordu. Yazd›¤› flark›lar› satmaya çal›flt›ysa da, çok geçmeden en iyisinin bunlar› bizzat okumak oldu¤una karar verdi. ‹lk albümü “Who Tore Your Trousers” 1961’de yay›nland›. BBC’de yapt›¤› programlar Beatles’ç›lar›n da ilgisini çekti, kendisini “Magical Mystery Tour”a ça¤›rd›lar, Ringo Starr’›n teyzesine afl›k olan Buster Bloodvessel rolünü o oynad›. 1967 tarihli “Ludo” albümünün prodüktörüyse George Martin olacakt›. 1974’te Robert Wyatt’›n “Rock Bottom”una efllik etti, ‘70’lerde “Dandruff”, “Velvet Donkey”, “Jammy Smears” gibi bugün kült addedilen plaklar kaydetti. fiiirlerini tamamen bilinçak›fl› yöntemiyle, akl›na esti¤i gibi, mânâdan çok sese önem vererek yaz›yordu. Bir çocu¤un zihnine eriflmek
Bildi¤imiz Haydn, yani Joseph Haydn de¤il, onun küçük kardefli. Babalar› müzik bilmese de folk literatürüne hâkimdi, çocuklar›n› müzisyen olarak yetifltirdi. Michael’in sesi daha güzel bulunsa da, bestecilik hayat›nda abisinin izini takip etti. 33 y›l boyunca Salzburg flapelinde görev yapt›, verimlili¤i de burada artt›. Daha çok dinî eserleriyle tan›nsa da, notalar›n› dünyevî konular için de düzenledi; koro çal›flmalar›na a¤›rl›k verse de, yayl›lar için de besteler yapt›, oda müzi¤ini ihmal etmedi. Eserleri günümüze kadar ancak bir araya getirildi ve tasnif edildi. “Baflpiskopos Sigmund ‹çin A¤›t” adl› eseri Mozart’›n “Requiem”inin bafll›ca esin kaynaklar›ndan biriydi. “Missa Hispanica”s›, koral kilise müzi¤inin nadide örneklerinden biriydi. Baz› eserleri Mozart ve abisi Joseph Haydn’›n hanesine yaz›ld›, son y›llardaki araflt›rmalar bu yanl›fll›klar› düzeltti. fiark›c› Maria Magdalena Lipp’le evlenen Haydn, 1806 y›l›nda, 68 yafl›nda öldü...
“Ressam›n Zaferi”, William Sidney Mount (1838)
i
➜
‹NSAN NEYLE YAfiAR? Say›n baylar, bize hep ders verirsiniz: “Aman, günah, ay›p, kötü, yanl›fl.” Aç karn›na kuru ö¤üt çekilmez. Önce doyur beni, ondan sonra konufl. Sende göbek, bizde ahlâk nedense. fiimdi bizi iyice dinle bak; ‹ster flöyle düflün, istersen böyle: Önce ekmek gelir, arkadan ahlâk. Art›k vermek gerek, unutmay›n sak›n, Tüm nimetlerden, pay›n› yoksullar›n. ‹nsan neyle yaflar? ‹nsan neyle yaflar: Ezip hiç durmadan. Soyup, dövüp, yiyip yutarak insanlar›. Yaflayabilmek için hemen unutmal›, ‹nsanl›¤› unutmal› insan. Kat› gerçek budur, kaç›n›lmaz Kötülük yapmadan yaflanamaz. Efendiler, bize ahlâks›z dersiniz, Kötü kad›n, utanmaz fahifle. Aç karn›na suçlanmak hiç çekilmez, Önce doyur beni, ondan sonra söyle. Sende flehvet, bizde edep nedense fiimdi bizi iyice dinle bak; ‹ster flöyle düflün, istersen böyle: Önce ekmek gelir, arkadan ahlâk. Art›k vermek gerek, unutmay›n sak›n, Tüm nimetlerden, pay›n› yoksullar›n.
vizyon filminde bafllad›, ertesi y›l “Perils Of Gwendoline” adl› bir erotik-avantür filmde oynad›. “Bachelor Party” filminde Tom Hanks’in niflanl›s›yd›, 1986’da “Witchboard” adl› bir korku filminin baflrol oyuncusuydu. Liseden sevgilisi, Ratt gitaristi Robbin Crosby, Tawny’yi glam rock ortamlar›yla tan›flt›rd›, baz› Ratt albümlerinde kapaklar›nda ve grubun kliplerinde uzun bacaklar›yla arz-› endam etti. 1987’de hayat›n›n ak›fl›n› de¤ifltirecek olan aflkla da tan›flt›: David Coverdale sayesinde Whitesnake’in en çok sükse yapan flark›lar›n›n kliplerinde oynayacak, “Here I Go Again”, “Is This Love”, “Still Of The Night” derken, grubun en çok satan plaklar›nda tuzu biberi bulunacakt› ve yüzünü bütün dünyaya tan›tacakt›. Kitten’la Coverdale, 1989’dan ‘91’e, iki sene evli kald›lar... Bofland›ktan sonra televizyon âlemine geçen Kitten, Amerika’n›n En Komikleri program›n› sundu, “Seinfeld”e, “Evli ve Çocuklu”ya, Türkiye’de de gösterilen “Herkül”e konuk oyuncu olarak kat›ld›. Coverdale’den sonraki aflk listesinde de Tommy Lee, O.J. Simpson, Jerry Seinfeld gibi isimler vard›. 1997’de beysbol oyuncusu Chuck Finley’le evlendi, iki k›zlar› oldu. 2002’de Finley’i topuklu ayakka-
n e d n i b i l k ” n i a g A o G I e r e H “ n i ’ e k a n s e t i h W
‹nsan neyle yaflar? ‹nsan neyle yaflar: Ezip hiç durmadan. Soyup, dövüp, yiyip yutarak insanlar›. Yaflayabilmek için hemen unutmal›, ‹nsanl›¤› unutmal› insan. Kat› gerçek budur, kaç›n›lmaz Kötülük yapmadan yaflanamaz. Bertolt Brecht (Türkçesi: Tuncay Çavdar)
k
➜
KITAEN, TAWNY ‘80’lerde çok gönüller yakan, nice yeniyetme o¤lan›n rock’n’roll’a bulaflmas›na sebep olan k›z›l dilber. Özellikle Whitesnake kliplerinde boy gösterip çok insan›n gönlünü çeldi. Hele ki “Here I Go Again”deki halleri unutulmazlar aras›na çoktan girdi: Üzerindeki beyaz elbisesi gür k›z›l saçlar›yla beraber rüzgârda savrulurken o da yatt›¤› yerde, arabalar›n üstünde dansediyordu... Gerçek ad› Julie Kitaen. 1962 do¤umlu, Kuzey Kaliforniyal›. Babas› bir neon levha flirketinde çal›fl›yordu, annesi Miss San Diego güzellik yar›flmas›nda Raquel Welch’in ard›ndan ikinci gelmiflti. 12 yafl›nda kendine Tawny demeye bafllad›, isim üzerine yap›flt› kald›. Oyunculu¤a 1983’te, “Malibu” isimli bir tele-
du, Chicago Güzel Sanatlar Akademisi’nde okudu. Toplumcu gerçekçi Ben Shahn’›n asistan› olarak 1933 Dünya Fuar› için duvar tasar›mlar›nda çal›flt›. II. Dünya Savafl› boyunca Life dergisinin foto-muhabiri olarak ça-
l›flt›. Time kapaklar› için Mao, J.F. Kennedy, Eugene McCarthy gibi isimlerin portrelerini yapt›. ABD’ye dönüflünde serbest çal›flt›, reklam ifllerine imza att›, reklamc›l›k ve yarat›c› yazarl›k dersleri verdi. Prodüktör Norman Granz’la dostlu¤u sayesinde plak kapaklar› yapmaya bafllad›, özellikle 1940’lar ve ‘50’ler boyunca Count Basie’den Art Tatum’a, Gene Krupa’dan Lionel Hampton’a, Stan Getz’den Ella Fitzgerald’a, pek çok caz büyü¤ünün plak kapa¤›n› dizayn etti. Bir süre aflk yaflad›¤› piyanist Mary Lou Williams’›n plak kapaklar›n› da o süsledi. Eserleri çeflitli müzelerde sergilenen Martin, zatürreeden 6 Mart 1992’de hayata gözlerini yumdu.
s
➜
SAMANYOLU
b›yla dövmek suçlamas›yla mahkemeye ç›kt›, üç gün sonra Finley boflanma davas› açt›. 2006’da evinde kokain bulundurdu¤u gerekçesiyle hakk›nda dava aç›ld›, alt› ayl›k bir rehabilitasyon program›na al›nd›. Ekim 2008’de VH1’da bafllayan Ünlüler Dr. Drew’la Rehabilitasyonda adl› bir reality show’un konuklar›ndan biri de oydu.
Yazar›ndan (Kerime Nadir) daha ünlü roman›n (Samanyolu, 1941) ikinci çevrimi.
m
ya Koçyi¤it (Zülal), Ediz Hun (Nejat)
➜
MARTIN, DAVID STONE Savafl sonras›n›n en göze çarpan illüstratörlerinden biriydi, as›l olarak yapt›¤› plak kapaklar›yla meflhur oldu. ‹mzas›n›n bulundu¤u 400’ün üzerinde caz pla¤›, caz kültürünün yayg›nlaflmas›nda büyük bir rol oynad›, Martin’in çizgileri bu müzikle adeta bütünleflti... David Stone Martin 1913’te Chicago’da do¤-
Yönetmen ve senarist: Orhan Ak-
soy Oyuncular: Hül-
Tema flark›s›: “Samanyolu” (ancak filmde
Berkant’›n sesi yok) Müzik: Metin Bükey Söz: Teoman Alpay Filmden tad›ml›k bir diyalog: Zülal: Nejat, sen y›ld›zlar›n isimlerini bilir misin? fiu say›s›z y›ld›zlardan meydana gelmifl beyaz enli fleridin ad› ne? Nejat: Samanyolu. Zülal: Nereye gider bu Samanyolu? Nejat: Öyle bir ülkeye ki, orada yaln›z saadet vard›r. ➜63