KARġILAġTIRMALI BĠR ĠNCELEME: ULUSLARARASI HUKUKTA DENĠZ HAYDUTLUĞU ve DENĠZ KORSANLIĞI-16. VE 17. YÜZYILLAR AKDENİZ ÖRNEĞİ A COMPARATIVE REVIEW: PIRACY AND PRIVATEERING IN INTERNATIONAL LAW- MEDITERRANEAN CASE IN 16. AND 17. CENTURIES Soner Erol Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü
[email protected] ÖZET: Korsanlık ve deniz haydutluğunun iç içe geçmiş tarihi, insanlık tarihi kadar eskidir. Her ne kadar pratikte bu iki terim benzer nitelikte eylemleri karşılasa da, hukuksal açıdan aralarında belirgin farklar mevcuttur. Korsanlık bir yetki belgesiyle resmiyet kazandırılan meşru bir savaş şeklidir. Bunun yanında deniz haydutluğu kendine özgü dünyasında ne bir üst otorite ne de sınırlayıcı kurallar barındıran erkin bir konumdadır. Bu çalışmada öncelikle 16.-17. yüzyıllar zaman aralığında Akdeniz‟de korsanlık ve deniz haydutluğu faaliyetleri incelenecek, ardından bu faaliyetleri mümkün kılan siyasal ortam ve sosyo-ekonomik faktörlere vurgu yapılarak söz konusu dönemde egemen olan uluslararası hukuk rejiminin kapsam ve bileşimi saptanacaktır. Son olarak çalışmanın temel amacı doğrultusunda deniz haydutluğu ve korsanlık kavramlarının dönemim uluslararası hukuk sınırları içerisinde karşılaştırmalı bir incelemesi yapılacaktır. ANAHTAR KELĠMELER: Korsanlık, Deniz Haydutluğu, Uluslararası Hukuk, Akdeniz, Yetki Belgesi, ABSTRACT: The entwined history of privateering and piracy is as old as the history of humanity. Even if these two terms fulfill the similar actions in practice, there are significant differences between them according to the law. Privateering formalized with a letter of marque is a legitimate form of war. Besides, piracy has an independent position which contains neither superior authority nor restrictive rules. In this study, primarily, it will be examined the acts of privateering and piracy in the period between 16.-17. centuries, after that, the scope and the composition of the ruling international legal regime will determined by emphasizing the political milieu and socioeconomic factors made these actions possible. Finally, in accordance with the main purpose, a comparative analysis of the privateering and piracy will be made. KEY WORDS: Privateering, Piracy; International Law, Mediterranean Sea, Letter of Marque
GĠRĠġ Deniz Haydutluğu ve Deniz Korsanlığı birer olgu olarak ortaya çıkmalarından beri birbirleri yerine kullanılan terimler olagelmiş, her iki kavram da çoğu zaman birbirine karıştırılarak bir diğerinin anlamını karşılamak üzere kullanılmış, kullanılmaktadır. Gerek niteliksel gerekse hukuksal özellikleri bakımından bir birinden farklı iki olguyu ifade eden deniz haydutluğu ve korsanlık, birçok akademik çalışmada ve Türkçe‟ye çevrilen kimi metinlerde benzer eylemleri karşılayacak şekilde kullanılarak bir kavramsallaştırma sorunu yaratılmıştır.
İşte bu çalışmanın temel amacı, eylemsel düzeyde çok benzer faaliyetleri
karşılayan deniz haydutluğu ve korsanlık terimlerinin tarihsel gelişim süreçleri içerisinde ele alınarak aralarındaki hukuksal farklılıkların ortaya konmasıdır. Bu amaç doğrultusunda korsanlık ve deniz haydutluğunun 16. ve 17. yüzyıllar arası dönemde mevcut uluslararası hukuk rejimi açısından değerlendirilmesi yapılacak ve verili hukuk rejiminin gelişimine katkı sağlayan olay ve olguların kısa tarihleri de bu bağlamda çalışmaya dâhil edilecektir. Uluslararası hukukun olgunlaşma sürecinin, tarihsel olaylarının akış hızına ayak uydurabilme noktasındaki başarısızlığı, uluslararası düzlemde korsanlık ve deniz haydutluğu kavramlarının arasındaki hukuksal farkların uzunca bir süre göz ardı edilmesine neden olmuştur. Mevcut kavramsallaştırma sorununun ortaya çıkış noktası da tam olarak burasıdır. Bu sorunun aşılması için ilk yapılması gerekenin her iki terimin de etimolojik bir analizi olduğunu düşünüyorum. Tabi bu çalışmanın sınırları detaylı bir etimolojik araştırma için bir hayli dardır ve bu yönde bir çaba çalışmanın kapsamını fazlasıyla aşmaktadır. Bu yüzden ben bu konuda daha önce yapılan çalışmalardan yararlanmak yoluna gideceğim. Batı dillerinde deniz haydutluğunu ifade etmek için pirate, pricay, piraterie gibi sözcükler kullanılmıştır ve hemen tümünün ortak anlamı denizlerde diğer gemilere saldıran, insan ve mal gaspını yapan silahlı kişiler ve eylemleridir. Kavramın tanımından hareketle deniz haydutluğu, hiç bir sınırlayıcı kural ve kaideye bağlı olmaksızın, kriminal kişilerce deniz alanlarında, zor kullanarak, yağma, talan, soygun ve konusu itibariyle suç teşkil eden tüm eylemlerin ifasını ifade eder. İngilizce karşılığı privateer olan korsan kelimesi bir hükümet izni ile düşman gemilerine saldıran, onları alıkoyan bir görevli veyahut bir mürettebat üyesi anlamına gelmektedir.1 Bu bağlamda korsanlık ise privateering kelimesince karşılanmakta olup, eylemleri ve bu eylemlerin icrası sırasında başvurduğu yöntemleri itibariyle deniz
1
Internatıonal Dictionary of English, Cambridge University Press, s.1153, 2001
1
haydutluğuna benzese de, hukuksal açıdan edimsel bir zemine oturması itibariyle farklı bir takım durumlar arz etmektedir. Burada ilk dikkati çeken, korsan kelimesinin anlamının yetkilendirici bir otoritenin varlığıyla açıklanıyor olmasıdır.
Deniz haydutluğu için ön
görülmeyen bu otoritenin korsanlık için doğrudan tanımlayıcı olması, otorite kavramının doğası gereği dışsal sınırlayıcı bir mekanizmayı koşullaması nedeniyle, korsanlık eyleminin belirli sınırlar içerisinde tanımlanması zorunluluğunu doğurmuştur. Batı dillerinde kesinleştirilen bu ayrımların İslam coğrafyasında ve bilhassa Osmanlı yazımında da ufak tefek farklarla da olsa vurgulandığını görürüz. Korsanlık ve deniz haydutluğu kavramlarının arasındaki ayrımı belirginleştirebilmek için bu iki kavramın tarihsel süreç içerisinde yüklendiği anlamları da bu noktada incelemek gerekir. Özellikle 16. yüzyılın başlarından itibaren yükselen bir trend izleyen deniz alanlarındaki korsanlık ve haydutluk eylemleri yüzyılın sonlarına doğru, Akdeniz‟de etkinlik tesis etmeye çalışan bir çok devletin bazen göz yumma bazen müdahale edememe bazen de etkin bir şekilde destekleme gibi reaksiyonları neticesinde tüm Akdeniz havzasını kapsar şekilde yayılarak bir „‟altın çağ‟‟ yaşamıştır. Bu durumun oluşmasında en büyük etken hiç kuşkusuz haydutluk ve korsanlık faaliyetlerinin, devletler arası savaşlarının yürütülmesinde başvurulacak işlevsel bir enstrüman olabilme kapasitelerinin farkına varılmasıdır. Savaş, uluslararası ilişkilerde yakın tarihe kadar sorunların çözümü için sıklıkla başvurulan bir yöntemdi. Savaşan devletlerin birbirleriyle mücadeleleri mümkün olan tüm alanlarda her türlü araç ve yöntem dâhilinde gerçekleşiyordu. Devletlerarası güç mücadelelerinin deniz alanlarına taşınmasıyla birlikte, denizlerdeki insan faaliyetlerinde niceliksel bir artış meydana gelmiş, bu durumun yansıması olarak kriminal eylemlere matuf bir takım devlet-dışı birimler hızla mobilize olarak, deniz alanlarında kaotik bir güvensizlik halinin oluşmasına katkı sunmuşlardır. İlk zamanlar açık denizlerde deniz haydutları tarzında faaliyet gösteren deniz adamlarının(seamen) rakip devletlerin gemilerine, mallarına ve topraklarına saldırmaları birçok devlet tarafından görmezden gelinmiş, daha sonraları ise bu tür eylemler bizzat devletlerin cesaretlendirmesiyle gerçekleşerek yarı-resmi bir nitelik kazanmıştır. Üçüncü kişilerin söz konusu eylemlerine devletlerin müdahil olma durumu, deniz haydutluğunun niteliksel zeminini dönüştürerek, yeni bir pratikte ifade edilmesine neden olmuştur. Önceleri sınırlayıcı bir üst otoriteden bağışık olarak, tamamen kendi inisiyatifleriyle hareket eden kişi ve/veya grupların, devletlerin manipülasyonları karşısında edilgenlikleri tedrici şekilde artmış, bu durum beraberinde yeni bir siyasal kurumu getirmiştir: 2
korsanlık. Deniz haydutluğunun, korsanlığa evrimi süreci öznelerin faaliyetlerinde temel mantık açısından kayda değer bir değişiklik getirmemekle birlikte, bu faaliyetlerin siyasal ve bilhassa hukuksal niteliklerinin yeni parametreler üzerinden tanımlanması zorunluluğunu doğurmuştur. Çalışmamın bundan sonraki bölümlerinde devletlerin müdahil olmasıyla hızla dönüşen deniz haydutluğunun, bu süreçte denizci olsun olmasın tüm harbi devletlerin rakiplerine karşı kullanmakta bir hayli istekli davrandığı fonksiyonel bir savaş yöntemi olan korsanlığa terfiini mümkün kılan koşullar incelenecek ve yukarıda belirlenen temel amaç doğrultusunda bir sonuca varılmaya çalışılacaktır. MARE NOSTRUM’DAN TÜRK GÖLÜ’NE AKDENĠZ’DE HUKUK ve SĠYASET Hukukun konusu olabilecek devletlerarası münasebetlerin başlangıcı ilk siyasal örgütlenmelerin ortaya çıktığı dönemlere, modernite öncesi çağlara dek götürülebilir. Bu bağlamda örneğin Kadeş Antlaşmasının bir uluslararası hukuk metni olduğu iddia edilebilir. Aynı şekilde Roma İmparatorluğu ile yabancılar arasındaki ilişkileri düzenleyen ius gentium pekâlâ bir uluslararası hukuk düzenlemesi olarak kabul edilebilir. Ancak bugünkü anlamıyla devletlerarası ilişkilerin normatif zeminini oluşturacak kapsayıcı bir uluslararası hukuk rejiminin doğuşu ve pratikte uygulanma alanı bulması hakkındaki yaygın görüş bu sürecin egemen ulusal devletlerin ortaya çıktığı on beşinci ve on altıncı yüzyıllardan itibaren başladığı yönündedir. Bu yaklaşımın altında yatan en büyük neden ise ulusal devlet modellerinin, daha eski örgütleniş biçimlerinde gözlenemeyen bir özellik olarak tek bir merkezde toplanmış egemenliği ihtiva etmesidir. Bu bakımdan özellikle 1648 Vestfalya Antlaşması, Avrupa‟da din savaşlarını sonlandırıp, dinsel sorunların üzerine, teritoryal egemenlik sistemini kurarak, devletler sisteminin ve uluslararası hukukun doğuş sürecini başlatmıştır.2 İşte bugünkü modern uluslararası hukuka kaynaklık eden pratiklerin ortaya çıkışı egemen ulusal birliklerin temel aktör olduğu devletler sisteminin ortaya çıkışıyla büyük bir paralellik göstermiştir. Ancak 16. ve 17. yüzyıllarda tam anlamıyla kodifiye edilmiş bir hukuk rejiminden söz etmek çok güçtür. Devletlerarası ilişkilerin genel-geçer kurallardan çok ikili antlaşmalar, tek taraflı düzenlemeler ve dini motivasyonlu teamüller çerçevesinde yürütüldüğü bir dönemdir bu dönem. Uluslararası hukukun çok taraflı normatif düzenlemelerden yoksun bu hali nedeniyle ben, Akdeniz‟de faaliyet gösteren belli başlı devletlerin siyasal öncelikleri çerçevesinde şekillendirdikleri sübjektif uygulamalarını merkeze alarak hukuk-siyaset ilişkisi ışığında arşiv 2
Kennedy, David. "International Law and the Nineteenth Century: History of an Illusion." Quinnipiac L. Rev. 17 (1997): 99-813.
3
tarama çalışması yürüttüm. Bu durum ise siyaset ile hukuk arasında var olan pozitif yönlü korelasyonun çalışmam içerisinde çoğu zaman net olarak gözlenmesi sonucu doğurdu. 16. ve 17. yüzyıllarda Akdeniz havzasında hâkim olan uluslararası hukuk rejiminin ana hatlarıyla değerlendirmesini yaptıktan sonra, bu hukuk rejiminin oluşmasına katkıda bulunan güç odaklarının katkıları oranında çalışmamın kapsamına dâhil edilmesinin faydalı olacağı kanaatindeyim. Hiç kuşkusuz ortaya çıkan hukuk rejimi bir birikimin sonucudur ve tarihte her uygarlık bu birikime öyle ya da böyle bir katkıda bulunmuştur. Ancak burada bütün sürecin incelenmesi bu çalışmanın kapsamını ve amacını aşacaktır. Gerek bu sebeple gerekse hukuksal bir araştırmadan tarihsel bir olay analizine kayma riskinin önüne geçme maksadıyla Akdeniz‟deki hukuk rejiminin oluşmasında katkısı bulunan üç uygarlığı inceleyeceğim. Bunlardan ilki bugün birçok çağdaş hukuk kuralının temelini oluşturan uygulamalarıyla evrensel hukukun gelişiminde çok büyük bir öneme sahip olan Roma uygarlığı iken diğer ikisi ise 16. ve 17. Yüzyılda Akdeniz‟in tartışmasız en büyük iki gücü İspanya ve Osmanlı İmparatorluklarıdır. Pax Romani:Tahakkümün En Eski Sınırları Roma İmparatorluğu, uygarlık tarihinin bir döneminde, kendine has yöntemleri ve özgün kurumsal yapısı ile dönemin şartlarında bilinen dünyanın tamamına yakınında egemenlik tesis etmiş ve bu egemenliği örgütlü yönetsel kabiliyeti sayesinde asırlar boyunca koruyarak bir Roma Düzeni (Pax-Romani)
var etmiştir. Roma Düzeni, dil ve kültür
farklılıkları üzerinden ayrışmış ve daha önce hiçbir zaman aynı siyasal yapı içerisinde bulunmamış birçok kavmi yöneten-yönetilen ilişkisi çerçevesinde bir araya getirerek tahakkümün en eski sınırlarını çizmiştir. Bu tahakküm düzeninin merkezinde ise Roma çınarının can suyu Akdeniz bulunuyordu. Akdeniz, Roma İmparatorluğu‟nun bir dünya devleti olmasında çok önemli bir rol oynamıştır. Roma ihtişamının ekonomik ve toplumsal altyapısını Akdeniz‟de tesis edilen siyasal denetim oluşturmuştur. Roma ile ona tabi kavimler ve uygarlıklar arasındaki tahakküm ilişkisinin yeniden ve yeniden üretimi için bu denetim mekanizmasının mutlak ve sürekli olması gerekiyordu. Roma, çok uzun yıllar bu mekanizmayı ustaca işleterek Akdeniz havzasının tamamında hâkimiyet kurmak suretiyle Büyük Denizi bir iç deniz haline getirdi ve adına da Mare Nostrum (Bizim Deniz) dedi. Mare Nostrum, Akdeniz özelinde özne ile nesne arasındaki ilişkinin tahakküm üzerinden okunmasıyla siyasal bir başarı olarak değerlendirilmelidir. Bu siyasal başarı hiç kuşkusuz bir 4
siyasal yeteneğin ürünüdür. Roma‟nın dünyaya egemen olmasını sağlayan bu siyasal yetenek yanında bir ikincisi hukuksal yeteneği idi.3
Roma Uygarlığı, tarihi boyunca sürekli bir
gelişim gösteren ve etkisi Roma sınırlarını aşarak günümüze dek uzanan bir hukuksal rejim var etmiştir. Bu rejim çerçevesinde oluşan külliyat incelendiğinde denizlere yönelik kayda değer ilk hukuksal düzenlemelerin Romalılar tarafından oluşturulduğu görülmektedir. Lex Gabinia olarak adlandırılan ve amacı itibariyle Akdeniz‟de deniz haydutluğuna karşı etkin mücadelenin sağlanması için Roma deniz filolarının ve garnizonlarının uyması gereken kuralları içeren yazılı talimatname, bu yolda karşımıza çıkan ilk düzenlemelerdendir. Lex Gabinia ile Roma yönetimi özellikle Kilikyalı deniz haydutlarının Akdeniz‟deki ticareti tehlikeye düşüren faaliyetlerinin önünün alınması için General Pompeus komutasında beş yüz gemiden oluşan bir filo kurdurtarak Büyük Denizin askeri güvenliğini sağlamış aynı zamanda çeşitli hükümlerle haydutluk faaliyetlerine girişenlere uygulanacak çok sert bir hukuk rejimi var ederek suç oranlarında niceliksel bir azalma olmasını sağlamıştır. Her şeyden önce Lex Ganbinia hükümlerine göre deniz haydutluğunun cezası kesin olarak ölümdü. Haydutluk faaliyetleri sırasında yakalanan suçlulara yönelik ölüm cezaları çeşitli ritüeller yoluyla ibretlik mahiyetleri ön plana çıkarılarak infaz ediliyor, böylece ölüm korkusu ile nasıl öleceğini bilmenin neden olduğu korku arasında siyasal bir fark yaratılarak haydutluk faaliyetlerine olan eğilim azaltılmaya çalışılıyordu. Bu amaca uygun olarak tatbik edilen bir dizi öldürme biçimi, Roma‟nın „mirası‟ olarak uygarlık zincirinin halkaları arasında taşınacak ve zaman içerisinde bu yolda takip edilecek bir teamülün yöntemlerini oluşturacaklardır. Bu yok etme biçimlerinin etkisinde şekillenen Romalılar ile deniz haydutları arasındaki ibretlik ilişkiler Cicero tarafından şu şekilde ifade edilmiştir: „‟Haydutlar, Romalıların en nefret ettikleri düşmanlarıydı, yalnızca onların değil Roma‟nın tüm insanlarının da.‟‟4 Başta Lex Gabinia olmak üzere Roma‟nın denizlere ilişkin hukuksal düzenlemeleri incelendiğinde görülüyor ki eylem düzeyinde deniz haydutluğu bir suç olarak ele alınmış olmakla birlikte aynı
külliyat
içerisinde korsanlığa ilişkin herhangi
bir hüküm
bulunmamaktadır. Bu durumun temel nedeni ise hiç kuşkusuz Roma ile dünyanın geri kalanı arasında kurulan hegemonik ilişkiler ağının, özgün hukuksal özellikleriyle malul bir korsanlık kurumunun, haydutluğun içerisinden çıkarak ayrı bir mücadele yöntemi olarak tezahür etmesinin önüne çektiği aşılmaz settir. Roma Düzeninin tesis ettiği hegemonik ilişkiler ağı korsanlık kurumunun ortaya çıkmasına öncül olacak siyasal yapıların doğmasını çok uzun bir 3
Tanilli,Server, Uygarlık Tarihi, Alkım Yayınevi, 2006 s.42 Bradford, Alfred S., Flying the Black Flag: A Brief History of Piracy, London: Paeger, 2001., s.33
4
5
süre engellediği içindir ki söz konusu dönemde deniz alanlarında tanımlanan tek suç olarak ekonomik kaygılar gözeterek talan amacı üzerine inşa edilmiş bir deniz haydutluğundan bahsedebiliyoruz. Korsanlığın, deniz haydutluğundan ayrışıp farklı bir başlık altında ele alınmasının, Roma Düzeninin sona ermesiyle birlikte tek merkezde toplanmış egemenliğin, yeni ortaya çıkan güç odakları arasında paylaşımı sürecinde ortaya çıktığı konusunda tarihçiler arasında bir fikir birliği vardır. Literatürde Ortaçağ olarak adlandırılan dönem, egemenliğin paylaşımı için verilen mücadelenin şiddetinin hızla tırmanmasına ve savaşların önceki dönemlerle karşılaştırılamayacak düzeyde sık yaşanmasına sahne olmuştur. Devletlerarası ilişkilerin yürütülüşünün bir çeşidi olan savaşın yaygınlaşması, savaşlarda başvurulan yöntemlerin de bollaşmasına ve karmaşıklaşmasına neden olmuştur. Denizlerde meydana gelen büyük savaşlarda tarafların güçlerinin desteklenmesinde opsiyonel bir nitelik taşıyan korsanlık 14. yüzyılın sonlarına doğru ortaya çıkmış, sonraki yüzyıllarda ise hızla yaygınlaşarak kendisine çok geniş bir hareket alanı çizmiştir. Bu konuya ilişkin yürütülen bazı çalışmalarda, 14. ve 15. yüzyıllarda bazı İtalyan Şehir Devletlerinin korsanlık kurumuna ilişkin bir takım hukuksal düzenlemeler var ettiğinin kanıtlarını görmekteyiz. Genel olarak talimatname şeklinde hazırlanmış bu hukuk metinleri, kendilerini var eden devletlerin deniz ticaretine yönelik niyetlerini ortaya koyan tek taraflı irade açıklamaları şeklinde vücut bulduğundan, Akdeniz‟in bütününe ilişkin normatif bir hukuk rejimi var etme noktasında ciddi bir başarı elde edememişlerdir. Daha kapsayıcı ve bütünsel düzenlemeler için 16.yüzyılın beklenmesi gerekecektir. Akdeniz’de Ġspanyol Altın Çağı İspanyol İmparatorluğu, bugün bilinen yedi kıtanın beşinde birden topraklar fethederek üzerinde Güneş batmayan ilk dünya imparatorluğu olma ayrıcalığını kazanmıştır. Bu özelliğiyle uygarlık tarihi açısından önemi çok büyük olan bir ilkler imparatorluğudur. İspanyolların bu tarihi başarıları bir yana benim konum açısından önemli olan haliyle ele alırsak korsanlığa yönelik ilk kapsamlı düzenlemelerin bu dönem içerisinde var edildiğini görebiliriz. Reconquista‟nın başarıyla tamamlanmasının kazandırdığı özgüvenle tüm dünyanın keşfine soyunan İspanyollar, erken bir tarihte bugünkü Amerika kıtasının doğu sahillerine ulaşarak tahakkümün en geniş sınırlarını çizmiş ve yöneten-yönetilen ilişkisinin,
6
sömüren-sömürülen ilişkisi üzerinden tekrar denkleştirildiği bir dönemi başlatmıştır.5 Tordesillas Sözleşmesiyle meşruluk kazandırılan bu yeni ilişki biçimi, Yeni Dünya‟nın değerli madenlerinin Avrupa‟ya taşınması sürecinde iki kıta arasında geniş bir ticaret ağının oluşmasını sağlamıştır. İlk zamanlar İspanyol İmparatorluğu‟nun tekelinde gelişen iki kıta arasındaki ticaretin göz kamaştırıcı niteliği, zamanla diğer devletlerin de ilgisini buraya çekmiş ve bu ilginin bir yansıması olarak korsanlık faaliyetleri hızla yaygınlık kazanmıştır. İki kıta arasındaki ticaretin İspanyol tekelinde işlemesinden rahatsız olan ancak bir dünya imparatorluğunu doğrudan karşısına alabilecek askeri güce de sahip olmayan diğer Avrupa devletleri, denizlerin yağma ve talan konusunda rakip tanımaz haydutlarını resmi bir belge (Letter of Marque) ile hizmetlerine alarak İspanyol imparatorluğuna karşı bir yıpratma harekâtına girişmişlerdir. Bu çaba içerisinde işlevsel bir rol üstlenen deniz haydutları korsanlığa terfi edecek ve böylece korsanlığa yönelik ilk ciddi hukuksal düzenlemelerin yolu açılmış olacaktır. Yeni Dünya ile Eski Dünya arasındaki ticaretin, İspanyollar‟ın Avrupa‟daki üstün ekonomik ve askeri konumunu garantileyen bir olgu haline dönüşmesi, kıtanın diğer devletlerini bu ticari örüntünün geleceği konusunda girişimlerde bulunmaya sevk etti. Bu amaca paralel olarak hızla işlerlik kazanan korsanlık faaliyetleri, İspanyol ticaretini tehdit eder duruma geldiğinde İspanyollar, bu girişimleri bertaraf edebilmek adına korsanlıkla mücadele kapsamında ayrıntılı düzenlemelere giderek, deniz hukukuna ilişkin kural ve kaidelerin ilk kez derli toplu olarak tasnif edildiği bir külliyat oluşturdular. Bugün baktığımızda korsanların ve deniz haydutlarının yargılandığı liman mahkemeleri, ilk pasaport düzenlemeleri, açık denizlerde karşılaşan dost ülke gemilerinin selamlaşma seremonisi gibi deniz alanlarında halen uygulanmakta olan yapılageliş kuralları bu dönem boyunca var edilmiş hukuk kurallarının sonuçlarıdır. Akdeniz’in Yeni Efendileri: Türkler Akdeniz’de Osmanlı Devleti‟nin, Orhan Gazi döneminde başlayan denizlerdeki faaliyetleri II. Bayezıd zamanına dek sistemli şekilde yürütülen bir proje olamamış, dönemsel iniş-çıkışlarla daha ziyade Karadeniz, Ege ve Adriyatik denizlerine yönelik yerel bazlı amaçlar dâhilinde işletilmiştir. II. Bayezıd, babasının başlattığı deniz gücü kurma çabalarını hızlandırmış ve 5
İspanyol fatihlerin Yeni Dünya’yı keşfi sırasında, Avrupalı ile öteki arasında kurulan sömürü ilişkisinin özgün bir aktarımı için Bknz. Diamond, Jared, Tüfek, Mikrop ve Çelik. Çev. Ülker İnce, Ankara:Tübitak Popüler Bilim Kitapları, 2013.
7
Akdeniz'de deniz üstünlüğünü eline geçirmek istemiştir.6 Fakat kardeşi Cem‟le girmiş olduğu saltanat mücadelesi ve yabancı devletlerin bu mücadeleye taraf olması II.Bayezıd‟ın amacına ulaşmasına imkan vermemiştir. Akdeniz‟e yönelik koordineli ve uzun soluklu politikalar ilk olarak Kanuni Sultan Süleyman döneminde geliştirilmiştir. Kanuni‟den itibaren Akdeniz‟de Osmanlı devlet donanmalarının faaliyetleri gözle görülür bir şekilde yoğunluk kazanmıştır. Bu dönemde Akdeniz‟de Osmanlı donanmasının yardımcı unsurları olarak ortaya çıkan bir Müslüman korsanlığının varlığı biliniyor. Osmanlı devlet donanmasının güçlü bir şekilde Akdeniz‟de görülmeye başlamasıyla korsan gemileri devlet donanmasına iltihak etmişler ve böylece güçlerini birleştirmişlerdir.7 Savaş zamanında donanmayla birlikte seferlere katılıp harbi devletlerle çarpışan; barış zamanında ise Osmanlı idaresi tarafından yetkilendirilmiş olarak sınırlı bir hareket serbestisi içerisinde kişisel ekonomik kaygılarla hareket eden bu korsanlar uzun yıllar Osmanlı‟nın Büyük Denize ilişkin politikalarının icrasında payanda rolü üstlenmişlerdir. Bu korsanların bir kısmı doğrudan devlet hizmetine alınarak Osmanlı idaresi ile olan yarı-resmi nitelikteki ilişkileri resmi bir ilişkiye evirilmiş ve korsanlıktan devlet görevlisi statüsüne yükselen bu kişilerin bağlı bulundukları hukuki rejimin sınırları daraltılmıştır. Cezayir‟de bir devlet kurmayı başaran ünlü korsan Barbaros Hayrettin‟in Osmanlı hizmetine girmesi Akdeniz‟de yeni bir dönemi başlatır.8 Osmanlı Devleti‟nin korsanlık ve deniz haydutluğuna ilişkin düzenlemeleri incelenirken ilkin İslam Hukukunun uluslararası ilişkilere bakışını tespit etmek yerinde olacaktır. İslam Hukuku, devletleri en genelde iki kategori altında ele alır ve bu tasnifi din temelinde Darü‟l islam ve Darü‟l Harb olarak yapar. İlke olarak Darü‟l İslam devletleri arasında fiili ve hukuki bir barış hali egemendir. Müslüman bir devletin ve onun uyruklarının Darü‟l İslam ülkelerinden birine karşı girişeceği mücadele ancak dini otoritelerin bu yönde verecekleri icazet ile mümkün ve meşru olur. Bununla birlikte Darü‟l İslam ülkeleleri ile Darü‟l Harb olan devletler arasında sürekli bir savaş hali geçerlidir. Söz konusu devletlerarasında yapılan barışlar geçici bir durum arz ederler ve taraflar her an patlak verecek bir savaşa her an hazır olmak zorundadırlar. Bu durumda Osmanlı korsanları için aman verilmemiş tüm gayrimüslim devletlerin gemileri ve uyrukları potansiyel hedef teşkil ediyorlardı. Hıristiyan devletlerinin uyruklarını ve onların mallarını Osmanlı korsanlarının gazabından kurtarabilecek tek
6
Sander, Oral. Anka’nın Yükselişi ve Düşüşü: Osmanlı Diplomasi Tarihi Üzerine Bir deneme. Ankara: İmge Kitapevi Yayınları, 1993., s.32. 7 Bostan, İdris. Adriyatik’te Korsanlık: Osmanlılar, Uskoklar, Venedikliler, 1575-1620. İstanbul: Timaş Yayınları, 2009., s.21. 8 Arı, Bülent. “Akdeniz’de Korsanlık ve Osmanlı Deniz Hukuku”,Türkler ve Deniz, ed. Özlem Kumrular (İstanbul: Kitap Yayınevi, 2007), s. 297.
8
mekanizma ise ahitname adı verilen padişah buyruklarının tesis etmiş olduğu hukuki saldırmazlık düzenidir. Osmanlı İmparatorluğu‟nun denizlerde kendisi ile çarpışması muhtemel düşmanlarıyla bir antlaşması olmuş veya bir devlete aman verilmişse, bu takdirde Osmanlı korsan gemilerinin o devlete ait gemilere veya diğer hedeflere herhangi bir saldırıda bulunmasına izin verilmiyordu. Ahitname verilen devletlere yönelik saldırılar ise haramilik olarak kabul ediliyordu.9
Ayrıca ahitname verilen bir ülkenin gemilerine Osmanlı
hâkimiyetindeki denizlerde seyrüsefer serbestliği tanınmıştır. Tüccara her türlü korsanlık ve esir alınmaya karşı garanti verilmektedir.10 Ancak çoğu zaman ahitnameler dahi Osmanlı korsanlarının aman verilmiş devletlere karşı düşmanca faaliyetlerini engellemekte yetersiz kalmıştır. Bu sebeple Donanma-yı Hümayunun Akdeniz‟e doğru yelken açtığı her dönemde İstanbul‟da ikamet eden Venedik Balyosu Divana müracaat ederek, sefer sırasında korsanların Venedik sahillerine yönelik saldırılarına mani olacak fermanların çıkartılmasını sağlamaya çalışıyordu. Osmanlı Devleti, gücünün zirvesinde olduğu 16.yüzyıl boyunca Akdeniz‟in diğer aktörleriyle arasındaki münasebeti İslam hukuku gölgesinde; ahitnameler, ikili antlaşmalar ve devletlerarası güç dengesinin gerekleri doğrultusunda yürüterek Akdeniz‟deki uluslararası hukuk rejiminin oluşmasına katkıda bulunmuştur. 16. yüzyılda Venedik ve Fransa gibi müttefik ülkelere verilen ahitnameler incelendiğinde, korsanlığa ve deniz haydutluğuna ilişkin birçok hükmün bulunduğu görülür.
17 Aralık 1521 tarihinde Venedik‟e verilen bir
ahitname11de yer alan ilgili maddeler uyarınca denizlerde haydutluk yapan bir grupla karşılaşıldığında, Venediklilerin olası bir çatışmada bu haydutları öldürmelerine müsaade ediliyordu. Fakat esir alınanların öldürülmeden Osmanlı makamlarına teslim edilmesi şart koşulmuş, cezalarının İstanbul‟da Osmanlı makamlarınca verilmesi uygun görülmüştür. Yine bu ahitnamede korsanlara ve korsanların uyması gereken kurallara ilişkin hükümler dikkat çekicidir. Tüm düzenlemelere ve öngörülen ağır yaptırımlara rağmen Akdeniz‟de haydutluk faaliyetlerinin önüne bir türlü geçilememiştir. Uluslararası ticareti baltalayan haydutluk faaliyetlerinin önlenmesi için gerek doğrudan Babıali ile Avrupa devletleri arasında gerekse
9
Bostan, İdris. Adriyatik’te Korsanlık: Osmanlılar, Uskoklar, Venedikliler, 1575-1620. İstanbul: Timaş Yayınları, 2009., s.21-22. 10 Arı, Bülent. “Akdeniz’de Korsanlık ve Osmanlı Deniz Hukuku”,Türkler ve Deniz, ed. Özlem Kumrular (İstanbul: Kitap Yayınevi, 2007), s. 292. 11 Şakioğlu, Mehmet, ‘’1521 Tarihli Osmanlı-Venedik Andlaşmasının Asli Metni.’’ İ.Ü Ed. Fak.,Tarih Enstitüleri Dergisi., 12 (1981-82) s. 387-403.
9
Osmanlı‟ya tabi Akdeniz sultanlıkları ile Batılılar arasında imzalanan bir dizi antlaşmalar da bu türden faaliyetlerin tamamen ortadan kaldırılması noktasında kesin bir başarı sağlayamamıştır. Lepanto SavaĢı: Sonun BaĢlangıcı Braudel, Akdeniz ve Akdeniz Dünyası adlı eserinde Lepanto (İnebahtı) Savaşı (1571) için 16. yüzyılda Akdeniz‟de askeri olayların en çok gürültü koparanıdır diyor. 12 Gerçekten de bu savaş Akdeniz‟deki hâkimiyet mücadelesinin tarafları arasında 16. asırda cereyan eden son büyük deniz meydan savaşı olarak Büyük Denizin çeyrek asırdır devam eden statükosunu yıkmış ve egemenlik ilişkilerinin yeniden kurulması sonucunu doğurmuştur. Preveze zaferi ile Doğu Akdeniz‟deki çıkar mücadelesini kazanmış olan Osmanlı‟nın gücü Hıristiyan Ligasının Lepanto zaferiyle kırılmış oldu. Bu zafer bir sefaletin sonu, Hıristiyanlığın gerçek bir aşağılık kompleksi ile, ondan hiç de daha az olmayan Türk üstünlüğünün sonu olarak ortaya çıkmaktadır.13 Lepanto Savaşı Avrupa tarihinde olduğu gibi Osmanlı tarihinde de kesin bir dönüm noktasıdır.14
Osmanlı‟nın aldığı büyük darbe deniz seferlerinin bir süreliğine
durmasına neden olmuş ve Akdeniz‟deki Türk gücünün büyüsü bozulmuştur.15 Bu tarihten sonra Osmanlı‟nın Akdeniz‟in tamamında egemenlik kurma projesi rafa kaldırılmış, büyük denizin batısındaki İspanyol hâkimiyetini perçinlenmiştir. 16. yüzyıl Akdeniz tarihinin en önemli olayı olarak kabul edilen korsanlığın gelişmesi, genellikle Akdeniz tarihçilerinin ortak görüşü olarak belirtikleri gibi, İnebahtı‟dan sonra İslam ve Hıristiyan dünyasında varılan sözde barıştan sonra büyük bir artış göstermiştir.16 Osmanlı deniz gücünün kırılması ile her yerde faal bir Hıristiyan korsanlığı ortaya çıkmakta, kendini kanıtlamaktadır.17
Aynı şekilde savaşın galip tarafı olan Hıristiyan Ligasını oluşturan
devletler arasındaki fikir ayrılıkları dini motivasyonlu Müslüman korsanlara karşın etkin bir mücadelenin verilmesini engellemiştir.
12
Braudel, Fernand ‘’II. Felibe Döneminde Akdeniz ve Akdeniz Dünyası’’. Çev. Mehmet Ali Kılıçbay. Ankara: İmge Yayınevi, 1994, s. 503. 13 Age, s.520. 14 İnalcık, Halil. Devlet-i Aliyye: Osmalı İmparatorluğu Üzerine Araştırmalar-I, İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınlar, 2009, s.166, 15 B., Fernand s.503 16 B., İdris, s.21, 17 B., Fernand s.503.
10
Savaşın yürütülmesi sırasında ekonomik açıdan çok yıpranan İspanya İmparatorluğu Akdeniz filosunu limanlara çekmiş, Doğu-Batı ticaretinin aksamasıyla ticari menfaatleri zarar gören Venedik Cumhuriyeti ise ittifakın üçüncü yılında Hıristiyan Ligasından ayrılmıştır. Akdeniz‟deki büyük devlet donanmalarının bir süreliğine de olsa Büyük Denizden çekilmesi korsanlık ve haydutluk faaliyetlerinin hızla yükselmesine neden olmuştur. Bu dönem içerisinde büyük devlet donamlarının takibine uğrama korkusu olmadan Mora kıyılarında, Arşipel Adalarında, Berberi Sahillerinde cirit atan deniz haydutları, ganimet elde edebilecekleri her fırsatı değerlendirerek ortaya çıkan güç boşluğundan sonuna dek yararlanmış, haydutluk bu dönemde bir gemi elde edip bir tayfa kurabilecek tüm maceraperestler için kolay yoldan zenginleşme aracı haline gelmiştir. Deniz haydutluğunun yükselmesini mümkün kılan optimal şartlar korsanlık faaliyetleri için de çok uygun bir ortam var etmiştir. Yüksek maliyeti ve taşıdığı riskler nedeniyle büyük bir donanmanın sürekli hazır tutulmasının zorlaştığı bir dönemde devletler, stratejik bir manevrayla devrin mahir haydutlarını resmi belgelerle(letter of marque) hizmetlerine alıyor ve korsanlığa terfi eden bu kişileri rakip devletler üzerine sevk ederek ekonomik ve bir o kadar da pragmatik bir savaş yürütüyordu. Kısacası korsanlık, devletlerarasında resmi düzeyde ve makro boyutlarda vuku bulan çatışmaların, savaşların yarı-resmi bir nitelik kazandırılarak mikro düzeyde yeniden inşasını sağlayan bir araçtı. Bu konuda tekrar Braudel‟e kulak verirsek, onun da belirtiği üzere büyük devletlerarasındaki savaşın sona ermesi her halükarda deniz tarihinin ön sırasına, şu küçük savaş olan korsanlığı çıkartmıştır. İnebahtı Savaşının, tarafları üzerindeki yıkıcı etkisi 1580‟lerden itibaren atlatılmış, Osmanlı Donanma-yı Hümayunu ile İspanyol Armadalarının Akdeniz‟de yeniden faal bir rol üslenmeleri deniz haydutluğu ve korsanlık eylemlerinde kayda değer bir azalmaya neden olmuştur. Ancak hemen belirtmekte fayda var ki bu azalma mutlak suretle bir yok oluşun işareti olmaktan çok uzaktır. Söz konusu faaliyetler büyük devlet donanmalarının etkinliğinin azalmaya başladığı her dönemde büyük bir dinamizmle yeniden canlanmış ve Büyük Denizin ekonomik ve toplumsal çehresini etkilemeye devam etmiştir. Braudel, saygın eseri Akdeniz ve Akdeniz Dünyası‟nda, büyük denizdeki korsanlık ve haydutluk faaliyetlerinin kilometre taşları olarak bir kronolojik liste sunmakta ve bu listede Lepanto Savaşı‟nın önemine vurgu yapmaktadır. Ona göre Akdeniz‟de en karanlık günlerde bile işsiz kalmayan bir korsanlık hep var olmuştur ve var olmaya da devam edecektir. 18
18
Age, s.259.
11
KORSANLIK ve DENĠZ HAYDUTLUĞUNUN HUKUKSAL NĠTELĠĞĠ Uzun tarihsel gelişimi içinde birbirine çok karışmış ya da çok karıştırılmış iki ayrı konu olan korsanlık ile deniz haydutluğu, devletler hukukunun, gerek unsurları gerekse hukuki sonuçları bakımından birbirinden ayrıntılar gösteren iki konusudur.19 Çalışmamın giriş kısmında her iki kavram arasındaki etimolojik farklar ortaya konduğu için burada bir kez daha değinmeyi yararlı bulmuyorum. Onun yerine bu bölüm altında deniz haydutluğu ve korsanlık arasındaki hukuksal farkları irdeleyerek ayrımı belirgin kılmaya çalışacağım. Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi‟nin 101. Maddesinde20 deniz haydutluğu en genel haliyle hiç bir devletin yetkisine tabi olmayan bir yerde veyahut açık denizlerde, bir gemi ya da uçağa, bunların yolcularına ya da mürettebatına karşı kişisel amaçlarla işlenen her türlü yasa dışı şiddet veya alıkoyma veya yağma fiillerini kapsayan eylemler üzerinden tanımlanmıştır. Buradan hareketle deniz haydutluğu, yetkilendirici bir otorite olmaksızın deniz alanlarında kendi inisiyatifleriyle hareket ederek yağma, soygun ve mal gaspı gibi cezai kovuşturmalara sebebiyet verecek bir dizi kriminal eylemlere girişen deniz insanlarının tüm faaliyetlerini kapsamaktadır. Bu haliyle deniz haydutları hiç bir hukuk kuralıyla bağlı değillerdir
ve
tüm
insanlığın
düşmanı
(hostis
humani
generis)
sayılmaktadırlar.
Eylemlerinden ötürü bütün devletlerin kovuşturmasına açık durumdadırlar. Tarihte, herhangi bir devlet, yakaladığı bir haydutu, milliyetine, ülkesine ya da yakalandığı yere bakılmaksızın yargılama yetkisine sahip olmuştur. Hatta haydutu yakalayan devletin, yargılamaya tabi tutmadan öldürmesine devletler hukuku izin vermiştir. Kısaca deniz haydutluğu karşısında bir evrensel yargı mekanizması işlemektedir. Deniz haydutluğu suçunun cezai yaptırımı ise çoğu zaman acılı bir ölümdür. Uluslararası hukukta, deniz haydutluğuna nazaran çok daha fazla bir düzenleme alanına sahip olan Korsanlık, ya biçimsel bir savaş ilanıyla veya mühürlü mektuplarla, pasaport, görev veya talimatlarla böyle kılınan meşru savaştır.21 Korsanlar yetki belgeleri(letter of marque) yoluyla tabi oldukları devlet adına hareket ederek uluslararası hukukun bir takım koruyucu hükümlerinden istifade ediyor, yakalandıklarında savaş esiri sayılıyor, herhangi bir durumdan ötürü üçüncü devletlere sığınmaları halinde ise siyasi mülteci statüsünden yararlanıyorlardı. 19
Meray, Seha L., ‘’Bazı Türk Andlaşmalarına Göre Korsanlık ve Deniz Haydutluğunun Yasaklanması.’’ Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, 18, cilt. 3 s. 113. 20 http://www.unicankara.org.tr/doc_pdf/denizhukuku.pdf 21 B., Fernand, s.251.
12
Çalışmama konu olan 16. ve 17. yüzyıllar boyunca Akdeniz havzasında korsanlara ve deniz haydutlarına yönelik uygulanan hukuk rejimi incelendiğinde iki terimin hukuksal farklarının net olarak ortaya konulmadığını görürüz. Dahası her iki kavrama karşılık gelen eylemlerin özneleri, dönemin egemen güçlerince sübjektif bir değerlendirmeye tabi tutularak bazen azılı bir haydut bazense mahir bir korsan olarak addedilmişlerdir. Her devlet kendi yarıresmi korsanlarına kahraman gözüyle bakarken, başka devletlerin bu çeşit denizcilerini şiddetle cezalandırılması gereken deniz haydutları sayma eğiliminde olmuşlardır.22 Örneğin İspanya, onun Atlantik ticaretini sürekli tehlikeye atan İngiliz ve Hollanda denizcilerinin faaliyetlerini haydutluk olarak nitelemiş, korsan tanımlamasını ise yalnızca Akdeniz‟de faaliyet gösteren Barbaros kardeşler için kullanmıştır. Aynı şekilde Osmanlı aklı, çok uzun yıllar boyunca Müslüman levendler ile Venedikli denizciler haricindeki tüm deniz adamlarını(seamen) haydut olarak adlandırmıştır. İngilizler için 1580 tarihli İngiliz-Osmanlı Ahitnamesine dek yeryüzünün tek ve en saygın korsanları Hollanda uyruğunda olanlardı. 16. ve 17. Yüzyıllar arası dönem baz alındığında kodifiye edilmiş bir uluslararası hukuk rejiminin yokluğu, tarihsel olaylar irdelenirken hukuk temelli bir analizi hayli zorlaştırmaktadır. Ancak 16. Yüzyılda adetleri ve belli bir yaptırım gücüyle bir uluslararası hukukun olmadığına inanmak hata olacaktır. İslamiyet ve Hıristiyanlık birbirlerine elçiler göndermekte, antlaşmalar imzalamakta ve bunların hükümlerine çoğunlukla uymaktadır.23 İşte korsanlığı deniz haydutluğundan ayırarak meşru bir zemine taşıyan hukuk rejimi bu olgular ışığında şekillenmiştir. Uluslararası hukukun, tarafsız bir kural koyucu otoriteden yoksun hali devletlere, suçları ve suçluları tanımlamada geniş bir hareket alanı bırakmıştır. Bu durum ise korsanlığın ve deniz haydutluğunun objektif tanımlamalarının yapılmasına mani olmuştur. Ancak buradaki tek sorun, söz konusu kavramların hukuksal karşılıklarının belirginleştirilmesi noktasında karşılaşılan güçlük değildir. Bu duruma ek olarak korsanlık ve deniz haydutluğu eylemleri arasındaki sınırın çok kesin olmaması ve geçirgen bir nitelik taşıması da bir başka soruna işaret etmektedir. Braudel‟in belirttiği gibi korsanlar susuz veya Cezayir aç kaldığında, bu durumda korsanlık ne insanlara, ne uluslara, ne de inançlara aldırmaktadır. Saf haydutluk haline dönmektedir.24 Bu bağlamda, 16. yüzyıl korsanlık ile haydutluk arasında sürekli yer değiştiren onlarca denizcinin hikâyeleriyle doludur. 22
M.,Seha, s.115. B., Fernand, s.251. 24 Age, s.252. 23
13
16. ve 17. Yüzyıllarda korsanlık ve deniz haydutluğu kavramları arasında belirgin bir ayrım ortaya koyamamanın nedenlerini bu bölümde ortaya koymaya çalıştım. Uluslarası hukuk rejiminin, çağdaş zamanda ulaştığı düzeyden çok daha geri bir durum arz eden hali ve uluslararası ilişkilerde sorunların çözülmesi noktasında savaşın temel başvuru yöntemi olması uzlaşı anlayışının doğmasını uzunca bir süre geciktirmiştir. Bu şartlar altında genel-geçer anlamları haiz kavramların oluşması bir hayli zor olmuştur. Korsanlık ve deniz haydutluğu kavramlarının kesin hukuksal tanımlarla birbirlerinden ayrılamamasının temelinde bu gerçek yatmaktadır. SONUÇ 16. ve 17. yüzyıllar boyunca Akdeniz‟in neredeyse tamamında etkin bir şekilde faaliyet gösteren ve tarihi insanlık tarihi kadar eski olan deniz haydutluğu ile devletlerarası ilişkilerin yürütülmesinde geniş bir kullanım alanına sahip durumdaki savaşın meşru bir parçası olan korsanlık birbirine çok yakın eylemleri karşılasa da hukuksal düzeyde ortaya çıkan ayrışmalar üzerinden bir takım farklılıklar arz ediyordu. Uluslararası hukuk rejiminin, devletlerarası ilişkilerde tam anlamıyla başat bir konuma henüz yükselmediği bu dönemlerde, mevcut bir takım düzenlemeler ışığında korsanlık resmi bir nitelik kazanıyorken, deniz haydutluğu evrensel yargı yetkisine konu olan bir suç kabul ediliyordu. Ancak korsanlığa yönelik be kabullenici yaklaşım zamanla terk edilecek, Korsanlığı meşru bir savaş yöntemi kabul eden anlayış 18. yüzyıldan itibaren terk edilmeye başlayacaktır. Korsanlık eylemlerinin hızla yaygınlık kazanması, bu faaliyetlerin, onlara resmiyet kazandıran devletlerin çıkarlarıyla da çatışmaya başlaması sonucunu doğurmuş, korsanlara yönelik olumlu hava değişmeye başlamıştır. Korsanların sahip oldukları yarı-resmi statüyü kötüye kullanarak deniz haydutluğuna kaymaları ve deniz ticaretine verdiği zararlar bu vazgeçişte oldukça etkili olmuştur ancak korsanlığa sırt dönüşün altında yatan asıl sebep 18. yüzyıldan itibaren ulusal devletlerin hızlı bir merkezileşme sürecine girmesi ve önceki dönemlere göre çok daha etkin resmi deniz güçlerine sahip olmalarıdır. Devletlerin güçlerinde meydana gelen artış, savaşların yardımcı unsurları olan korsanlara yönelik ihtiyacı bir yandan azaltırken, yine bu güç artışının bir sonucu olarak korsanlık faaliyetlerinin hareket alanı iyice daraltılmıştır. Nihayet korsanlık ve her türlü deniz haydutluğu ilk kez 1856 tarihli Paris Beyannamesi ile yasaklanmıştır. Çalışmam boyunca 16. ve 17. yüzyıllar zaman aralığında Akdeniz‟de korsanlık ve deniz haydutluğu eylemleri arasındaki hukuksal farkları ortaya koymaya çalıştım. Bu konuya 14
ilişkin kaynakların azlığı ve veri dönemde kodifiye edilmiş bir hukuk rejiminin olmayışı çalışmam boyunca karşılaştığım en büyük iki sorunu oluşturdu. Ancak karşılaşılabilecek bu ve benzeri bütün zorluklara rağmen, bugün Hint Okyanusu‟nda, Karaipler‟de ya da Çin Denizi‟nde meydana gelen olayların sağlıklı bir analizini yapabilmek için korsanlık ve deniz haydutluğu kavramlarının hukuksal nitelikleri hakkında geçmişe dönük çalışmaların yapılması gereğine inanıyorum. Bu sayede, bugün ABD‟nin, Birleşmiş Milletler ‟in ve uluslararası sistemin diğer aktörlerinin; sistemin tamamını denetleyebilme güç ve kabiliyetlerinde meydana gelen düşüşe paralel olarak, merkezkaç bölgelerde ortaya çıkan korsanlık benzeri faaliyetlerle daha etkin bir mücadele yöntemi geliştirilebilir.
KAYNAKÇA
Braudel, Fernand. II. Felibe Döneminde Akdeniz ve Akdeniz Dünyası. Çev. Mehmet Ali Kılıçbay. Ankara: İmge Yayınevi, 1994. Bostan, İdris. Adriyatik’te Korsanlık: Osmanlılar, Uskoklar, Venedikliler, 1575-1620. İstanbul: Timaş Yayınları, 2009. İnalcık, Halil. Devlet-i Aliyye: Osmalı Ġmparatorluğu Üzerine AraĢtırmalar-I. İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınlar, 2009 Çoruh, Haydar., Ertaş, Yaşar M., Köse Ziya M., Osmanlı Dönemi Akdeniz Dünyası., İstanbul: Yeditepe Yayınevi, 2011. Vatın, N. Rodos ġövalyeleri ve Osmanlılar: Doğu Akdeniz'de SavaĢ, Diplomasi ve Korsanlık. İstanbul: Tarih Vakfı Yayınları, 2000. Bradford, Alfred S., Flying the Black Flag: A Brief History of PiracyAlfred London: Praeger, 2001. Dursteler, Eric. Renegade Women: Gender, Identity, and Boundaries in the Early Modern Mediterranean.Baltimore: The Johns Hopkins University Press, 2011.
15
Fleischer, Cornell. Bureaucrat and Intellectual in the Ottoman Empire: The Historian Mustafa Âli (1541-1600), Princeton: Princeton University Press, 1986. Langewiesche, William. The Outlaw Sea: A World of Freedom, Chaos, and Crime. New York: North Point Press, 2004. Whittaker, Charles Richard, and Cr Whittaker. Frontiers of the Roman Empire: A Social And Economic Study. Baltimore: Johns Hopkins University Press, 1994. Goffman, Daniel. The Ottoman Empire And Early Modern Europe. Cambridge University Press, 2002.
Tanilli, Server. Uygarlık Tarihi. İstanbul: Alkım Yayınları, 2006. Kennedy, David. „‟International Law and the Nineteenth Century: History of an Illusion‟‟. Quinnipiac L. Rev. 17, 1997. Arı, Bülent. “Akdeniz‟de Korsanlık ve Osmanlı Deniz Hukuku”,Türkler ve Deniz, ed. Özlem Kumrular (İstanbul: Kitap Yayınevi, 2007), s. 265-318. Merriman, Roger Bigelow. „‟The Rise of the Spanish Empire in the Old World and in the New‟‟. Vol. 1. Macmillan, 1918. H. J. Kissling, „‟Sultan II. Beyazıd‟ın Deniz Politikası Üzerine Düşünceler(1481-1512),‟‟ Türk Denizcilik Tarihi, ed. Bülent Arı, (Ankara: Denizcilik Müsteşarlığı, 2002), s. 109-116. Internatıonal Dictionary of English.(2001). Cambridge University Press. Bostan, İdris. “Garp Ocaklarının Avrupa Ülkeleri ile Siyasi ve Ekonomik İlişkileri.” İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Enstitüsü Dergisi, 14 (1988-94), s. 58-86. Aymard, M. „‟XVI. Yüzyılın Sonunda Akdeniz'de Korsanlık ve Venedik.‟‟ İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Dergisi, 23 (1-2), s. 219-238. Meray, Seha L., „‟Bazı Türk Andlaşmalarına Göre Korsanlık ve Deniz Haydutluğunun Yasaklanması.‟‟ Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, 18, cilt. 3 s. 105-188.
16