•
DERiN GERÇEK
•
DERiN GERÇEK Özümüzün, Tarihimizin, Ahn Yazımızın ve Kaderimizin Hafızasını Ateşlemek
GREGG BRADEN
Telif Hakkı© 2011 G regg Braden
2014 BUTİK YAYINCILIK ve KİŞİSEL GELİŞİM HİZ. TİC. A.Ş. Bu kitabın tüm yayın hakları Türkiye'de BUTİK YAYINCILIK'a aittir. Tanıtım için yapılacak kısa alıntılar dışında yayıncının izni olmaksızın hiçbir yolla çoğaltılamaz.
Eserin Orijinal İsmi "DEEP TRUTH" olup, eser bire bir olarak çevrilmiştir.
Yayıncı Sertifika No: 12162
Editör: Birol Gündoğdu İngilizce aslından Türkçe'ye Çeviren: Merve Duygun Düzelti: Fulya Tükel
Dizgi, Mizanpaj, Türkçe Grafik Adaptasyon: Mineral Görsel İletişim Hizmetleri
Tel: 0212 289 30 10 mineraltasarim.com Baskı, Cilt İstanbul Matbaacılık Basılı Yayıncılık, Reklamcılık San. Tic. Ltd. Şti. Tel: 0216 466 74 96 Matbaa Sertifika No: 16436
BUTİK YAY INCILIK VE KİŞİSEL GELİŞİM HİZ. TİC. A.Ş.
Davutpaşa Cad. Emintaş Kazım Dinçol San. Sit. No: 81/260
Topkapı - İstanbul Tel: 0212 612 05 00 Faks: 0212 612 05 80 www
.butikyayincilik.com
•
4
[email protected]
İÇİNDEKİLER 9
Giriş Bölüm Bir:
Biz Kimiz? Kendimizin Arayışında
Bölüm İki:
Yanlış Varsayımların Derin Gerçeği: Her Şeyi Değiştiren Buluşlar
Bölüm Üç:
187
Artık Savaş İşe Yaramıyor: Neden Barışa Uygun "Üretildik"?
Bölüm Yedi:
135
Tesadüf Mü, Tasarım Mı? İnsan Kökenine Dair Yeni Deliller
Bölüm Altı:
83
Unutulmuş Geçmişimizin Saklı Tarihi: Var Olmaması Gereken Yerler
Bölüm Beş:
45
Sınırda Yaşamak: Değişimin Devrilme Noktalarını Atlatmak
Bölüm Dört:
27
241
Son Oyun: Tarihimizi. Kaderimizi Ve Yazgımızı Yeniden Yazmak
287
Dipnotlar
333
Teşekkür
363 5
6
Gözlerimizin önünde yeni bir dünya beliriyor. Aynı zamanda, geçmişin sürdürülemez dünyası devam etmek için uğraşıyor. Her iki dünya da onları mümkün kılan inançları yansıtır. Her iki dünya da hala var - ama yalnızca şimdilik. Küresel terörizm krizlerinden, çöken ekonomilerden ve savaşlardan kürtaj, ilişkiler ve aile unsurlarını çevreleyen derin kişisel inançlara kadar, bizi bölen konular kendimize ve dünyaya dair düşünme biçimimizin net yansımalarıdır. Bölünmelerimizin acımasız doğası, el üstünde tuttuğumuz ilişkilerimizi düşünmenin yeni yollarına ihtiyaç duyduğumuzun açık bir göstergesidir. Kökenimiz ve geçmişimizle ilgili yeni keşifier ve varoluşumuza dair en derinde yer etmiş fikirlerimiz bize, dünyamızı ve yaşamlarımızı tanımlayan, yetersiz ve modası geçmiş bir bilimin yanlış varsayımlarından doğan geleneksel inançlarımızı yeniden düşünmek için sebepler verir. Bunu yaptığımızda, yaşamın mücadelelerinin çözümleri bariz bir şekilde ortaya çıkar ve tercihler netleşir. Bu kitap, henüz ders kitaplarımızda ve sınıfiarda yerini almamış bilimsel keşifieri paylaşarak insan yaşamının en derin gerçeklerini ortaya çıkarmayı hedefi.emektedir ve kuşkusuz dünyamıza, diğer insanlara ve kendimize dair düşünme biçimimizin anahtarını barındırır.
7
GİRİŞ Varoluşumuzun temelinde gizlenen tek bir soru vardır. Bu, yapacağımız her tercihin altında yatan dillendirilme miş sorudur. Bizi test edecek her mücadelenin içinde yaşar ve karşılaşacağımız her kararın temelidir. Eğer Tanrının, biz insanların en çok merak ettiği soruları sayacak bir kozmik soru " sayacı" olsaydı, o zaman kuşkusuz bu araç öyle sık sıfırlanır ve yalnızca bu soruyu kaydederdi ki Tanrı bile so runun kaç kere sorulduğunu sayamazdı! Tüm soruların kökenindeki soru - tahminen 200,000 yıl boyunca ya da yeryüzünde bulunduğumuz bin yıllar içinde sayısız birey tarafından sayısız kez sorulan soru en basit ha liyle şudur: Biz kimiz? Sorunun kendisi basit ve özlü gibi görünse de, ona yanıt verme şeklimiz, hiçbir şekilde kaçamayacağımız yansımala ra sahiptir. Doğrudan doğruya yaşamlarımızın her anının kalbine iner ve dünyada kendimizi görme şeklimizi ve yaptı ğımız kararları tanımlayan lensler oluşturur. Bu iki kelime ye verdiğimiz anlam toplumumuzun dokusuna nüfuz eder. 9
DERİN GERÇEK
Bedenlerimizi besleyen gıdaları seçme biçimimizden kendi mize, çocuklarımıza ya da yaşlanan ebeveynlerimize nasıl baktığımıza kadar yaptığımız her şeyde kendini gösterir. Bizim kim olduğumuza verdiğimiz yanıt, medeniyetin te mel ilkelerinin altını çizer: gıda, su, ilaç ve yaşamın diğer gereksinimleri gibi kaynakları nasıl paylaştığımızı; ne zaman ve neden savaşa girdiğimizi ve ekonomimizin neye dayalı ol duğunu etkiler. Geçmişimiz, köklerimiz, kaderimiz ve alın yazımızla ilgili inandıklarımız bile, ne zaman bir insan yaşa mını kurtaracağımız ve ne zaman ona son vereceğimizle ilgili düşüncelerimizi haklı çıkarır. Varoluşumuzun en büyük ikilemi gibi görünen şey, 2 1 . yüzyılda, kaydedilen 5,000 yıllık tarihin ardından, hala ken dimiz hakkında bu en temel soruya net bir yanıt verememiş olmamızdır. Ve varoluşumuz hakkındaki gerçeği keşfetmek herhangi bir zamanda bunu yapmak için gereken zamana, enerjiye ve kaynaklara değse de, türümüzün bildiği en ciddi yaşamsal krizle karşı karşıya olduğumuzda, bu şimdi, bu za manda, bizim zamanımızda özellikle çok önemlidir.
Açık ve Bariz Tehlike Kim olduğumuzu bilmemiz için bir iyi sebep diğerlerin den öne çıkar. Belki de bugün, kendimiz hakkındaki en te mel soruyu yanıtlamak için bilimsel yöntemleri kullandıktan üç yüzyıl sonra, kendimizi burada, Dünya gezegeninde derin bir sıkıntının içinde bulmamız tesadüf değildir. İçinde oldu ğumuz sıkıntı sıradan, alelade bir sıkıntı değildir. Bu, üzerine dramatik romanların yazıldığı ve bilim kurgu filmlerinin ya pıldığı türden bir sıkıntıdır. 10
GiRiŞ
Şunu açıkça belirtelim: Sıkıntıda olan Dünya değildir. Sı kıntıda olan Dünya üzerine yaşayan insanlar, bizleriz. Büyük bir güvenle, gezegenimizin bundan 50 yıl, hatta 500 yıl son ra da burada olacağını söyleyebilirim. Bu zaman süresince ne gibi tercihler yaparsak yapalım - kaç tane savaşa girersek girelim, kaç tane siyasi devrim başlatırsak başlatalım ve ha vamızı ve okyanusları ne kadar kirletirsek kirletelim - atala rımızın " bahçe" dedikleri dünya, her gün güneşin etrafında aynı 365.256 günlük yolculuğunu yapıyor olacak, tıpkı geç tiğimiz 4.55 milyar yıldır yaptığı gibi. Konu Dünya değildir; konu ondan keyif almak için üze rinde olup olmayacağımızdır. Hala günbatımlarının ve do ğanın gizemlerinin keyfini sürmek için burada olacak mıyız? Ailelerimiz ve diğer sevdiklerimizle mevsimlerin güzelliğine tanık olacak mıyız? Bu sayfalarda anlatacağım gibi, bir şey ler en kısa zamanda değişmezse, uzmanlar bize karşı bahis oynuyorlar. Sebebi mi? Çünkü söz konusu çocuklarımızın ve bizim Dünya üzerinde yaşamamız için gerekenler olduğunda, biz ler insanlığı "dönüşü olmayan noktanın" ötesinde götürecek tercihler yapmaya çok yakınız. İngiltere'nin eski Ulaştırma Bakanı Stephen Byers ve Amerikalı Senatör Olympia Snow'un ( R-Maine) önderliğin de iklim değişikliği üzerine yapılan ve 2005 yılında açıkla nan bağımsız araştırmanın neticesi budur. Buna göre, yalnız ca çevreyi düşündüğümüzde, on yıl kadar az bir süre içinde o devrilme noktasına ulaşabilir ve yaşamımızı sürekli kılan hassas yaşam ağını kaybedebiliriz.1 Ama çevre, bugün karşı karşıya olduğumuz bir dizi krizden yalnızca bir tanesidir ve bu krizlerin her biri bizi, insan ırkı için aynı, potansiyel an lamda ölümcül sona götürmektedir. 11
DERİN GERÇEK
Bedenlerimizi besleyen gıdaları seçme biçimimizden kendi mize, çocuklarımıza ya da yaşlanan ebeveynlerimize nasıl baktığımıza kadar yaptığımız her şeyde kendini gösterir. Bizim kim olduğumuza verdiğimiz yanıt, medeniyetin te mel ilkelerinin altını çizer: gıda, su, ilaç ve yaşamın diğer gereksinimleri gibi kaynakları nasıl paylaştığımızı; ne zaman ve neden savaşa girdiğimizi ve ekonomimizin neye dayalı ol duğunu etkiler. Geçmişimiz, köklerimiz, kaderimiz ve alın yazımızla ilgili inandıklarımız bile, ne zaman bir insan yaşa mını kurtaracağımız ve ne zaman ona son vereceğimizle ilgili düşüncelerimizi haklı çıkarır. Varoluşumuzun en büyük ikilemi gibi görünen şey, 2 1 . yüzyılda, kaydedilen 5,000 yıllık tarihin ardından, hala ken dimiz hakkında bu en temel soruya net bir yanıt verememiş olmamızdır. Ve varoluşumuz hakkındaki gerçeği keşfetmek herhangi bir zamanda bunu yapmak için gereken zamana, enerjiye ve kaynaklara değse de, türümüzün bildiği en ciddi yaşamsal krizle karşı karşıya olduğumuzda, bu şimdi, bu za manda, bizim zamanımızda özellikle çok önemlidir.
Açık ve Bariz Tehlike Kim olduğumuzu bilmemiz için bir iyi sebep diğerlerin den öne çıkar. Belki de bugün, kendimiz hakkındaki en te mel soruyu yanıtlamak için bilimsel yöntemleri kullandıktan üç yüzyıl sonra, kendimizi burada, Dünya gezegeninde derin bir sıkıntının içinde bulmamız tesadüf değildir. İçinde oldu ğumuz sıkıntı sıradan, alelade bir sıkıntı değildir. Bu, üzerine dramatik romanların yazıldığı ve bilim kurgu filmlerinin ya pıldığı türden bir sıkıntıdır. 10
Gi RİŞ
Şunu açıkça belirtelim: Sıkıntıda olan Dünya değildir. Sı kıntıda olan Dünya üzerine yaşayan insanlar, bizleriz. Büyük bir güvenle, gezegenimizin bundan 50 yıl, hatta 500 yıl son ra da burada olacağını söyleyebilirim. Bu zaman süresince ne gibi tercihler yaparsak yapalım - kaç tane savaşa girersek girelim, kaç tane siyasi devrim başlatırsak başlatalım ve ha vamızı ve okyanusları ne kadar kirletirsek kirletelim - atala rımızın " bahçe" dedikleri dünya, her gün güneşin etrafında aynı 365.256 günlük yolculuğunu yapıyor olacak, tıpkı geç tiğimiz 4.55 milyar yıldır yaptığı gibi. Konu Dünya değildir; konu ondan keyif almak için üze rinde olup olmayacağımızdır. Hala günbatımlarının ve do ğanın gizemlerinin keyfini sürmek için burada olacak mıyız? Ailelerimiz ve diğer sevdiklerimizle mevsimlerin güzelliğine tanık olacak mıyız? Bu sayfalarda anlatacağım gibi, bir şey ler en kısa zamanda değişmezse, uzmanlar bize karşı bahis oynuyorlar. Sebebi mi? Çünkü söz konusu çocuklarımızın ve bizim Dünya üzerinde yaşamamız için gerekenler olduğunda, biz ler insanlığı "dönüşü olmayan noktanın" ötesinde götürecek tercihler yapmaya çok yakınız. İngiltere'nin eski Ulaştırma Bakanı Stephen Byers ve Amerikalı Senatör Olympia Snow'un ( R-Maine) önderliğin de iklim değişikliği üzerine yapılan ve 2005 yılında açıkla nan bağımsız araştırmanın neticesi budur. Buna göre, yalnız ca çevreyi düşündüğümüzde, on yıl kadar az bir süre içinde o devrilme noktasına ulaşabilir ve yaşamımızı sürekli kılan hassas yaşam ağını kaybedebiliriz.1 Ama çevre, bugün karşı karşıya olduğumuz bir dizi krizden yalnızca bir tanesidir ve bu krizlerin her biri bizi, insan ırkı için aynı, potansiyel an lamda ölümcül sona götürmektedir. 11
DERİN GERÇEK
Zamanımızın en iyi zihinleri, yenilenen küresel savaş tehdidinden kaynaklarımızın aşırı kullanımına ve giderek azalan gıda ve içilebilir su kaynaklarından dünyanın okya nuslarına, ormanlarına, nehirlerine ve göllerine dayattığımız eşi benzeri olmayan strese kadar sayısız, felaket niteliğinde neticeye doğru hızla ilerlediğimizin farkındadırlar. Sorun, uzmanların bu sorunlar karşısında ne yapılması gerektiğinde hususunda hemfikir olmamasıdır.
Harekete geç... ama Nasıl? Bazen harekete geçmeden önce bir sorunu kapsamlı bir şekilde incelemek iyi bir fikirdir. Zorlu bir durum hakkın da ne kadar çok şey bilirsek, ikilem karşısındaki en iyi çö zümü bulduğumuzdan o kadar emin olabiliriz. Ama bazen süresi uzayan çalışmalar da o kadar iyi değildir. Anlık krizi aşmak için bazen yapılması gereken en iyi şeyin hızla hare kete geçmek ve ancak ondan sonra kararlı bir adım atarak güvenceye alınan zamanın emniyetinde sorunu ayrıntılarıyla incelemek olduğu zamanlar vardır. Burada ne kast ettiğimi açıklamanın en iyi yolu uydurma bir senaryo olabilir: Güzel, açık ve güneşli bir günde bir arkadaşınızla birlikte, yolun bir tarafındaki evinizden onun yolun karşı tarafındaki evine gitmek için bir otoyolu geçtiğinizi hayal edelim. İki niz de derin bir sohbete koyulduktan sonra aniden başınızı kaldırıyor ve 1 8-tekerlekli dev bir tırın doğrudan doğruya üzerinize geldiğini fark ediyorsunuz. Siz harekete geçebilesiniz diye, o anda bedeninizin "savaş ya da kaç" tepkisi devreye giriyor. Soru: Nasıl? Ne yapaca12
GİRİŞ
ğınıza bir an önce karar vermek zorundasınız. Hem siz hem de arkadaşınız karar vermeli ve hemen karar vermelisiniz. Otoyolun tam ortasında, önünüzde üç ve arkanızda üç şeritle öylece duruyorsunuz. İkileminiz şu: Gideceğiniz yere doğru ilerlemek için yeterli zamanınız var mı, yoksa dönüp başladığınız yere gitmek daha mı iyi? Bu soruya mutlak bir kesinlikle yanıt vermek için, şu anda elinizin altında olmayan bilgilere ihtiyacınız olurdu. Örneğin, tırın boş mu, dolu mu ol duğunu bilmiyorsunuz. Tırın tam olarak ne kadar süratle gel diğini veya sürücünün sizi yolda görüp görmediğini bilemeye bilirsiniz. Size doğru gelen tırın dizel yakıtla mı, yoksa benzinle mi çalıştığını ve kaç model olduğunu kestiremeyebilirsiniz. Ve bu tam da söylemeye çalıştığım şeydir. Harekete geç meden önce tüm o detayları bilmeniz gerekmez. Otoyolu geçtiğiniz anda, kötü bir noktada olduğunuzu bas bas ba ğıran tüm bilgiye zaten sahipsiniz. Hayatınızın tehlikede ol duğunu zaten biliyorsunuz. Bariz olanı görmek için bu gibi ayrıntılara ihtiyacınız yok: size doğru gelen büyük bir tır var. . . ve hızlı hareket etmezseniz, saniyeler içinde başka hiç bir şeyin önemi kalmayacak! Bu senaryo kulağa saçma bir örnek gibi gelse de, aynı zamanda tam olarak bugün dünya sahnesi üzerinde durdu ğumuz yerdir. Bireyler, aileler ve uluslar olarak yollarımız, siz ve arkadaşınızın geçtiği o otoyola benzemektedir. Bize doğru yaklaşmakta olan " büyük tır" birden fazla krizin ku sursuz fırtınasıdır: iklim değişikliği, terörizm, savaş, hasta lıklar, gıda ve su yetersizliği ve burada, Dünyada yaşamla baş etmenin sürdürülmesi imkansız bir dizi yolu. Her kriz, bildiğimiz haliyle medeniyeti ve insan yaşamını sonlandırma potansiyeline sahiptir. Bu olayların her birinin neden meydana geldiğine dair 13
DERİN GERÇEK
hemfikir olmayabiliriz, ama bu, bu olayların şu anda ger çekleştiği gerçeğini değiştirmez. Ve otoyolda karşıya geçme ye ya da geldikleri güvenlere yere dönmeye karar vermeye çalışan iki arkadaş gibi, biz de her bir krizi 1 00 yıl daha inceleyebilirdik . . . ancak gerçek şu ki, tüm verilerin toplan ması, raporların yayınlanması ve sonuçların tartışılması için gereken süreyi atlatamayacak insanlar, toplumlar ve yaşam biçimleri vardır. Biz bir yandan sorunu değerlendirirken, insanların ya şamları depremlerle, "süper fırtınalarla," sellerle ve savaş larla yok olacak; onları hayatta tutan topraklar besin verme yi bırakacaklar; kuyuları kuruyacak; okyanuslar yükselecek; kıyı şeritleri kaybolacak ve bu bireyler, yaşamları dahil, her şeylerini kaybedecekler. Bu senaryolar kulağa olmayacak gibi gelse de, sözünü ettiğim olaylar halihazırda Haiti, Ja ponya, Amerika Birleşik Devletlerinin körfez kıyıları ve ku raklığın vurduğu Afrika gibi yerlerde yaşanmaktadır... ve durum giderek kötüye gidiyor. Nasıl sizin sorunu irdelemenize fırsat kalmadan size doğ ru gelen tırın önünden çekilmek son derece mantıklıysa, ufukta kabaran felaketler çığ olup yapmadan onların yolun dan çekilmek de bir o kadar mantıklıdır. Ve nasıl otoyolda seçeceğiniz yön, arkadaşınızın yolun karşı tarafındaki evine gidip gitmeyeceğinizi belirleyecekse, varoluşumuzun karşı karşıya kaldığı büyük tehditlerin önün de ne yönde adım atacağımız da başarıp başaramayacağımı zı belirleyecektir. Hayatta kalmak için tüm seçeneklerimiz, kendimizi dünyada nasıl düşündüğümüzü ve düşüncelerimi zin bizi nasıl davranmaya teşvik ettiğini işaret etmektedir. Bu kitabın mesajı, geçmeyi seçtiğimiz yaşam yolunda bizi bekleyen çarpışmadan kaçınmak için akıllıca ve hızlı bir şe14
GiRİŞ
kilde hareket etmemiz gerektiğidir. Belki en güzelini Albert Einstein söylemiştir: " İ nsanoğlu varlığını sürdürecek ve yeni yüksekliklere çıkacaksa, yeni bir düşünce türü şarttır. " 2 Yeni bir düşünce seviyesi geliştirmek, tam da bugün yapmamız gereken şeydir. Sorunun var olduğunu biliyoruz. Bu sorun ları incelemek için halihazırda zamanımızın en iyi zihinleri ni ve en iyi teoriler üzerine kurulu en iyi bilimi kullandık. Düşünce sistemimizle doğru yolda olsaydık, şimdiye kadar daha çok yanıt ve daha iyi çözümler üretmiş olmamız gerek mez miydi? Durumun tam tersi olması, daha farklı düşün memiz gerektiğini göstermektedir.
İkilem Son yıllarda, bilimdeki yeni keşifler patlaması, yaşam, dünyamız ve bedenlerimiz hakkında uzun zamandır benim senen görüşlerin değişmeleri gerektiğini gözler önüne serdi. Sebep basittir: Fikirler yanlıştır. Yeni deliller bize, nereden geldiğimiz, ne zamandır burada olduğumuz ve işleri düzelt mek için neler yapabileceğimiz gibi yaşamın daimi soruları hakkında düşünmenin yeni yollarını verdi. Yeni keşifler bize umut verse de, atılımlara rağmen hala bir sorunumuz var: bu keşifleri kabul edilen düşünce biçimine entegre etmek için gereken zaman, krizleri çözmek için sahip olduğumuz zamandan daha uzun olabilir. Biyoloji evresi, bunun nasıl işlediğine dair kusursuz bir örnektir. Yakın zamanda geliştirilen epigenetik bilimi, bilimsel ve rilere dayanmaktadır. Epigenetik, "yaşamın tasarısı" dedi ğimiz genetik kodun, DNA'mızın çevremizle birlikte değiş tiğini kanıtlar. Geleneksel bilim insanlarının konuşmaktan 15
D E Rİ N G E RÇ E K
çekindiği şey, DNA'mızı değiştiren çevrenin, havamızda ve suyumuzda toksinden fazlasını barındırdığı ve elektrik hat ları, dönüştürücü istasyonları ve dünyadaki en büyük şehir lerde bulunan cep telefonu kulelerinden daha çok elektro manyetik "gürültü" içerdiğidir. Çevre bizim en kişisel, en sübjektif inanç, duygu ve düşünce deneyimlerimizi içerir. Bu yüzden her ne kadar bilimsel deliller bize, sevdikle rimizi ve dostlarımızı harap eden ölümcül hastalıkların kö kenindeki DNA'yı değiştirebileceğimizi söylese de, Batılı tıp doktorlarının bel bağladığı ders kitapları bizim kalıtım ve kontrol edemediğimiz diğer faktörlerin kurbanları olduğu muzu söyleyerek bunu yapamayacağımızı öğretirler. Neyse ki bu durum değişmeye başladı. The Biology of Belief (Hay House, 200 8 ) isimli kitabın yazarı kök-hücre biyoloğu Bruce Lipton gibi vizyoner bilim insanlarının çalışmaları sayesinde, yeni çalışmaların şaşırtıcı sonuçları yavaş yavaş tıbbi anlayış için başvurduğumuz ders kitaplarına sızmaya başladı. Ancak, hücrelerimiz hakkında ki bu yeni keşifleri taşıyan - ve türümüzün kökeni, medeni yetimiz ve geçmişimizin ayrıntılarına dair bildiklerimizi gün celleyen - kanal, insanı inletecek kadar yavaş bir sistemdir. Bilimsel bir keşifle onun incelenmesi, yayınlanması ve kabu lü arasında geçen zaman için genel kural sekiz ila on sene ve bazen daha uzundur. Ve sorunun bariz bir şekilde ortaya çıktığı nokta burasıdır. Günümüzün en parlak zihinleri bize, daha önce eşi ben zeri görülmeyen büyüklükte tehditlerle karşı karşıya olduğu muzu ve bu krizlerin her birinin hemen ele alınması gerekti ğini söyler. Duruma nasıl uyum sağlayacağımızı çözmek ve terörizm, savaş ve Ortadoğu'daki nükleer silah yarışı tehdi dinin yolunu kesmek için sekiz ila on senemiz yok. Bunlar, 16
G İ RİŞ
hemen, şimdi ele alınması gereken sorunlardır. Eski düşünme biçimlerimiz - en güçlü olanın hayatta ka lacağına, rekabet ihtiyacına ve doğadan ayrı olduğumuza dair inançlar dahil - bizi bir felaketin eşiğine getirdi. Yeni dü şünme biçimlerine ihtiyacımız olduğundan, o binlerce yıllık " biz kimiz" sorusu şimdi hiç olmadığı kadar önemlidir. Aynı zamanda, giderek artan bilimsel delillere dayalı ve yeni bir dünyayı görme modeli, bilgilerimizdeki eksik parçaları dol dururken kendimize dair düşüncelerimizi değiştirmektedir. Buz çağına yakın medeniyetler, insan evrimine dair yanlış varsayımlar, savaşın kökeni ve geçmişimizdeki rolü ve bu gün yaşamlarımızdaki rekabet vurgusuyla ilgili yeni deliller ışığında, verdiğimiz kararların ve yaşam biçimlerimizin al tında yatan en temel inançları yeniden düşünmeliyiz. Derin
Gerçek burada devreye girmektedir.
Neden Bu Kitap? Bugün bizi tehdit eden olağandışı koşulları anlatan ki taplarda herhangi bir noksanlık olmasa da, onlarla nasıl baş edeceğimizin kalbinde yatan tek bir unsuru ele almada ye tersiz kalmaktadırlar. Varoluşumuzun temelinde yatan o tek ve önemli soruyu yanıtlamadıkça . . . ne seçeceğimizi - hangi politikaları uygulayacağımızı, hangi yasaları geçireceğimizi - ya da nasıl sürdürülebilir ekonomiler yaratacağımızı, ya şam kurtaran teknolojiler paylaşacağımızı ve ilişkilerimizin ve toplumun dokusunu parçalayan faktörleri birleştireceği mizi nasıl bilebiliriz? Soru şudur: Biz kimiz? Bireyler olarak, aileler olarak, uluslar olarak ve bileşik bir insan medeniyeti olarak, doğru tercihler yapmadan önce ilk olarak kim oldu17
D E Rİ N G E RÇ E K
ğumuzu bilmemiz gerekir. Bunu yapmak özellikle şimdi, her tercihin sayıldığı bir zamanda önemlidir.
Her bir tercihin kalbinde yatan o soruyu yanıtlamadıkça hangi tercihleri yapacağımızı nasıl bilebiliriz? Biz kimiz?
Bu temel soruyu yanıtlamadan, yaşam-değiştiren kararlar vermek, kapının nerede olduğunu bilmeden bir eve girmeye çalışmaya benzer. Bir pencereden girmek ya da bir duvarı yıkmak mümkün olsa da, bu süreçte kuşkusuz eve zarar ve rirdik. Ve belki de bu kendimizi içinde bulduğumuz ikilem için harika bir metafor olabilir. Bir yüzyıldan biraz fazla bir zaman içinde dört kat büyüyen - 1 900'lerde 1 ,6 milyarken 20 1 1 'de 7 milyar civarında - insan ailemiz için, ya kim ol duğumuz anlayışı anahtarını başarılı çözümler kapısından geçmek için kullanabilir. . . ya da krizlere, eksik bilime dayalı yanlış varsayımların anlık tepkileriyle karşılık vererek evimi ze (Dünyaya ve kendimize) zarar veririz. Yeryüzündeki geçmişimizin, gezegenimizin değişim dön gülerinin ve bunların yaşamlarımızda oynadığı rollerin ger çeklerini kucakladığımızda, gerçekten neyle karşı karşıya olduğumuzu, seçeneklerimizin neler olduğunu ve hangi seçe neklerin var olduğunu anlayacağız. Bu kitap, geçmişte dünyamız ve kendimiz hakkındaki dü şünme biçimimizi radikal bir biçimde değiştirecek altı keşif alanı (ve onların ortaya koydukları gerçekler) belirler. Za manımızın büyük krizlerini ele alırken, göz önünde bulun durmamız gereken en önemli gerçekler şunlardır:
18
G iRİŞ
- Derin Gerçek 1 : Yaşamlarımızı ve dünyamızı tehdit eden krizleri etkisiz hale getirme becerimiz, bilimin kökeni miz ve geçmişimiz hakkında ne söylediğini kabullenme is tekliliğimize bağlıdır. Gelecek sekiz ila on sene içinde çözümlenmesi gereken eşi-benzeri-olmayan tehditlerle karşı karşıya kalmışken, kim olduğumuzu bilmedikçe nasıl tercihler yapacağımızı, hangi yasaları geçireceğimizi ve hangi politikaları uygulayacağımı zı nasıl bilebiliriz? Evrim ve insan kökeniyle ilgili uzun za mandır var olan inançların yanlış varsayımları, son zaman da ortaya çıkan keşifler ışığında etkisiz kalmaktadır. - Derin Gerçek 2: Yaygın eğitim sistemlerinin yeni ke şifleri yansıtma ve yeni teoriler keşfetme konusundaki gö nülsüzlüğü, bizi insanlık tarihinin en büyük krizlerini ele almakta başarısız olan köhne inançlara mahkum etmektedir. Bizler yaşam, hükümet ve medeniyet tercihlerimizi, kendi miz, birbirimizle ilişkimiz ve Dünya gezegeniyle olan ilişkimiz hakkındaki düşüncelerimize dayandırırız. Son 300 yıldır, bu inançlar zamanı geçmiş bir bilimin yanlış varsayımlarından kaynaklandı. Bilimsel metodun sağlam ilkeleri, metodun he deflendiği gibi çalışmasına olanak verdiğimizde devreye giren bir "yanlış varsayımları düzeltme" özelliği vardır. - Derin Gerçek 3: Yaşamlarımızı tehdit eden krizleri ele almanın anahtarı, işbirliğini zorlaştıran parmakla işaret etme ve suçlama yerine, bu değişimlere ayak uydurmak için karşı lıklı yardım ve işbirliğine dayanan ortaklıklar kurmaktır. Bazıları insan, bazıları doğal gidişat kaynaklı olan kriz lerimiz türümüzün nihai varlığını tehdit eden bir devrilme noktasına ulaştı. Sanayileşme çağı kuşkusuz atmosferdeki 19
D E Rİ N G E RÇ E K
sera gazı salınımına katkı sağladı ve kesinlikle şu anda ge zegenimizde yaşayan yedi milyar insan için elektrik ve yakıt sağlamanın temiz, yeşil ve alternatif yollarını bulmak zorun dayız ... ancak: •
Gerçek: İklim değişikliği insan kaynaklı değildir. Dünya nın 420,000 yıllık tarihine dair bilimsel deliller, yaklaşık 100,000-yıllık aralıklarla bir ısınma ve soğuma döngüsü kalıbı göstermektedir.
•
Gerçek: Geçmişin ısınma ve soğuma döngüleri esnasında, sera gazı salınımındaki artış, 400 ila 800 yıllık bir ortala mayla ısı artışının arkasında kalmaktadır.
•
Gerçek: Doğal değişim döngülerine ayak uydurmamız ve insan kaynaklı krizlerle baş etmemize yardımcı olacak sürdürülebilir yaşam tarzları yaratmak, eşi-benzeri-görül memiş seviyede sinerji ve takım çalışması gerektirecektir.
- Derin Gerçek 4: Son buzul çağının sonlarına doğru ortaya çıkan gelişmiş medeniyetlerle ilgili yeni keşifler, atala rımızın kendi zamanlarında karşılaştığı bu krizi kendi zama nımızda çözmek için fikirler sunmaktadır. Buzul-çağına yakın medeniyetleri konu alan bilimsel ke şifler, tarihçilerin Dünya'nın farklı çağlarındaki insanoğlu yolculuğuna dair geleneksel düşüncelerini hayal kırıklığına uğratsa da, medeniyetlerin yükselişi ve çöküşü, yıkıcı olay lar ve kendilerini tekrar eden kötü kararların sonuçlarıyla birlikte tarihimizin en eski kayıtlarını ve tabii döngüsel bir dünya görüşünü desteklemektedir. - Derin Gerçek 5: Yeni teknolojilerin kullanılmasıyla 20
G İ RİŞ
sayısız disiplinden alınan bilimsel veriler, insanlığın, uzun bir süreç boyunca evrimsel gelişimle rastgele ortaya çıkan yaşam formlarından ziyade, bir kerede ortaya konan bir ta sarımı yansıttığı konusunda hiçbir kuşkuya yer bırakmayan deliller sunar. Bilim, varoluşumuzun altında yatan tasarım için neyin ya da kimin sorumlu olduğunu hiçbir zaman tam olarak tes pit edemese de, bulgular geleneksel evrim teorisi bilgeliğine meydan okumakta ve bizim rastgele biyoloji süreçleri neti cesinde ortaya çıkma olasılığımızı genel anlamda imkansız kılmaktadır.
- Derin Gerçek 6: 400'den fazla kapsamlı olarak değer lendirilmiş araştırma, şiddetli rekabet ve savaşın, en derin işbirliği ve korumacılık içgüdülerimizle doğrudan doğruya çeliştiğini göstermektedir. Diğer bir deyişle, en gerçek doğa mızın özünde, bizler savaşa " uygun" yaratılmadık! Ö yleyse neden savaş tarihimizi, yaşamlarımızı ve dün yamızı şekillendirmede bu kadar baskın bir rol oynadı? Bu sorunun yanıtlarına dair ipuçları, Dünyadaki ilk deneyimle rimizin kayıtlarında, kaderimizin derinliklerine saplanmak yerine "çağların savaşını" sonlandırmak ve kaderimizin zir vesinde yaşamak için talimatlar içeren eski çağ yazıtlarında bulunmaktadır. 2 1 . yüzyılın ilk yıllarında devleşen krizlerin ebatları ve sayısı ciddi bir tehdit - varlığımıza net ve güçlü bir tehlike - oluşturmakta ve geçmişte medeniyetlerin çöküşüne sebep olan döngüsel akımları izlemektedir. Kim olduğumuzu, me deniyet ve doğa döngülerinde nerede olduğumuzu ve geçmiş medeniyetlerin ders alabileceğimiz hatalarını bilmek, bugün 21
DERİN GERÇEK
karşı karşıya olduğumuz krizleri aşmanın anahtarıdır. Zamanımızın en iyi bilimi, geçmişimizin bilgeliğiyle bu luştuğunda, hala kriz zamanımızı bir ortaya çıkma zamanına dönüştürmek için gereken yol ve araçlara sahip olduğumuzu doğrulamaktadır. En derin gerçeklerimizin temel anlayışın da yer alan uygulanabilir ve sürdürülebilir ilkelere dayanan yeni bir dünya yaratabiliriz.
Bu Kitapta Bu kitaptaki yedi bölümde, sizi dünyayla olan ilişkileriniz konusunda güçlendirici ve büyük olasılıkla özgün bir düşün ce biçimine davet ediyorum. Bazı insanlar için bu düşünce biçimi yeni bir şey olmayabilir. Belki siz medeniyet ve yaşam hakkındaki mevcut keşiflerin, dünyaya dair spiritüel, dini ve tarihsel görüşlerinizdeki boşlukları doldurmasına olanak ve ren bir ailede yetişecek kadar şanslıydınız. Ancak bu şansa sahip olmayanlar için, gelecek bölümler güçlü, pratik ve yeni bir kişisel-keşif yoluna kapı açacaktır. İnançlarınız ne olursa olsun, insanlığı, kim olduğumuz, ne zamandır burada olduğumuz ve neden dünyanın " dikişlerin den ayrılıyor" gibi göründüğüne dair geleneksel öyküsünü yeniden düşünmeye zorlayan deliller harika bir okumadır. Gelecek sayfalarda bakın neler keşfedeceksiniz: •
İ leri teknolojisi olan ileri medeniyetlerin Dünya üzerinde, 5,000 ila 5,500 yıl önce var olduğuna ve geliştiğine kuşku bırakmayan arkeolojik deliller,
•
Bugün savaştığımız savaşların neden uzun zaman önce 22
G İ RİŞ
başlayan bir düşünce biçiminden kaynaklandığı ve neden bu savaşların bize ait olmayan eski bir mücadelenin mo dern sürekliliği oldukları, •
İ nsan yaşamının zeki bir tasarımın neticesi olduğunu gös teren bilimsel kanıtlar,
•
Ana rahminde yaşamın insan kodunun ne zaman devreye girdiğini, insan yaşamının ilk kalp atışının ne zaman baş ladığını ve insan gelişiminde bilincin ne zaman uyandığını gösteren bir zaman çizelgesi,
•
Günümüzün krizlerine yeni anlamlar katan ve önümüzde uzanan tercihleri tanımlamamıza yardımcı olan güncel lenmiş bir geçmiş medeniyetler çizelgesi ve onların dünya nın döngülerine nasıl uyum sağladıkları.
Bu keşiflerle yolculuğunuzdan neler bekleyebileceğinizi şimdiden bilmeniz önemlidir. Bu sebeple sıradaki ifadeler bu kitabın ne olduğunu ve ne olmadığını net bir şekilde açıkla maktadır: •
Derin Gerçek bir bilim kitabı değildir. Her ne kadar bizi geçmişle olan ilişkilerimizi, zaman döngülerini, kökleri mizi ve savaş alışkanlığımızı yeniden düşünmeye davet eden bilimsel veriler paylaşacak olsam da, bu kitap bir ders kitabının ya da bilimsel bir derginin formatına ya da standartlarına uygun olacak şekilde yazılmadı.
•
Bu, kapsamlı olarak değerlendirilmiş bir araştırma metni değildir. Her bölüm ve her araştırma raporu, fizik, matema23
D E Rİ N G E RÇ E K
tik veya psikoloji gibi tek bir çalışma alanının lenslerinden görmeye alışkın bir uzmanlar panelinin ya da yetkili bir ku rulun kapsamlı değerlendirme sürecinden geçmemiştir. •
Bu kitap iyi araştırılmış ve iyi belgelenmiştir. Kitap de neyleri, vaka çalışmalarını, tarihsel kayıtları ve dünyada kendimizi görmenin güçlendirici bir yolunu destekleyen kişisel tecrübeleri anlatan, kolay anlaşılır bir dille yazıldı.
•
Bu kitap, bilim ve spiritüellik arasındaki geleneksel sınırları geçtiğimizde nelerin başarılabileceğine dair bir örnektir. 20. yüzyılın genetik, arkeoloji, mikrobiyoloji ve frakta! zaman keşiflerini buluşturarak, çağımızın dramatik değişimlerini oturtabileceğimiz güçlü bir sistem ve bu değişikliklerle baş etmemize yardımcı olan bir bağlam elde ederiz.
Doğası gereği, kendimize dair ne ve nasıl düşündüğümüz herkes için farklıdır. Bu, eşsiz, özel ve kişisel bir yolculuktur. Bu farklılığın büyük bir bölümü, ailelerimiz, arkadaşlarımız ve kültürümüzle paylaştığımız tecrübelerden doğar. Hepi mize, geçmişimizi, dünyanın ve insanlığın köklerini açıkla yan ve dünyayı anlamlandırmamıza yardımcı olan hikayeler anlatıldı. Bunlar, zamanın belirli bir noktasında toplumun "gerçek" olarak kabul ettiği şeylere dayanan hikayelerdir. Sizi, bu sayfalarda anlatılan keşifleri düşünmeye ve sizin için ne anlam ifade ettiklerini keşfetmeye davet ediyorum. Bunları yaşamınızdaki önemli insanlarla konuşun. Ve aile niz içinde paylaşılan hikayeyi değiştirip değiştiremeyeceğini, değiştirecekse bunu nasıl yapacağını görün. Derin Gerçek tek bir hedefle yazılmıştır: bizi (yaşamla rımızın ve dünyamızın krizlerini çözerken) geçmişle olan 24
GİRİŞ
ilişkimizi anlama konusunda yetkilendirmek. Yetkilenmenin anahtarı şudur: kendimizi ne kadar iyi tanırsak, yaşamları mızdaki tercihler o kadar netlik kazanır. Geleceğin ne getireceğini kimse kesin olarak bilemez. Kuantum anlayışı bize geleceğimizi tam da bu anda yaptığı mız tercihlerle seçtiğimizi söyler. Ama bizi hangi mücadele ler beklerse beklesin ya da hangi tercihlerle karşılaşacaksak karşılaşalım, bir şey kesindir: kim olduğumuzu bilmek ve hem dünyayla hem de birbirimize olan ilişkimizi anlamak bize, atalarımızın geçmişte benzer mücadelelerle karşılaştık larında sahip olmadıkları evrimsel bir üstünlük sağlar. Bu üstünlükle, yaşamı kendi aleyhimizde dengeleriz. Ve her şey varoluşumuzun en derin gerçeklerine dair farkındalığımızla ve her gün yaşamlarımızdaki her tercih için bu gerçekleri nasıl kullandığımızla başlar.
- Gregg Braden Santa Fe, New Mexico
•
25
B Ö LÜM B İ R
Biz KİMİZ? KENDİMİZİN ARAYIŞINDA
"Kim olduğumuza ve nereden geldiğimize dair bir anlayış olmadan, gerçek anlamda ilerleyebileceğimizi düşünmüyorum." -Louıs LEAKEY (1903-1972) A R K EOLOG VE NATÜRALiST
"Harika şeyler hayal edersiniz ve korkunç şeyler hayal edersiniz ve tercihleriniz için hiçbir sorumluluk almazsınız. İçinizde hem iyinin gücünü hem de kötünün gücünü, meleği ve şeytanı barındırdığınızı söylersiniz, ama aslında içinizde
tek bir şey vardır - hayal etme becerisi. "1 Sphere isimli ro manından bu sözlerle, yazar Michael Crichton insan dene yimimizin ironisini dünyamızın ötesinde birinin, bir şeyin, 300 yıldır okyanusun derinliklerinde olan bir uzaylı kürenin gözlerinden göründüğü haliyle anlatır. Ve her ne kadar kitap bir bilim kurgu romanı olsa da, sunulan düşünceler, çoğu-
D E Rİ N G E RÇ E K
muzun inanmak istediğinden daha gerçektir. Bizler aslında kendini her gün yaşayış tarzımızda ve yaptı ğımız tercihlerde ortaya koyan ekstrem ve tezatların gizemli varlıklarıyız. Ö rneğin, yaşamlarımızda özgürlük özlemi çek tiğimizi söyler, ama dünyadaki tüm özgürlüğe sahip olsak ne yapacağımız korkusuyla köşeye sıkışırız. Bedenlerimizdeki her hücrenin kendini yeniliyor olması bile, kendi kendimi zi iyileştirme gücüne sahip olduğumuzu anımsatmalıdır (bu güce sahip olmasaydık hayatta olmazdık), ancak konu ken di hastalıklarımızı iyileştirmek olduğunda, bu gücü tanımayı reddediyoruz. Bunun yanında, merhametli varlıklar olduğu muzu da iddia ediyoruz, ama bizler, bilgi almak için ya da yalnızca eğlence adına başkalarına ıstırap çektiren tek türüz. Dünyamızda barış istediğimizi söylüyoruz, ama gelmiş geç miş en yıkıcı savaş silahlarını üretmekten de vazgeçmiyoruz. Öteki dünyalarla gelecekte yaşanabilecek karşılaşmalarımızda, kuşkusuz her türlü ileri zeka formuna, daimi bir mücadele içinde olan, güzel bir kader ile korkulu alın yazımızın ölümcül darbeleri arasında gidip gelen, çelişkilerle dolu bir tür olarak görüneceğiz. Şimdi, yakın zamanda 2 1 . Yüzyılın ikinci on yılına girmiş bir tür olarak, krizleri, ekstremleri ve zamanımızın çatışma larını uyandırıcı bir odak noktasına taşıyan bir gerçeklikle karşı karşıyayız. Dünya tarihinin en ileri seviyesindeki bili me sahip olmamıza rağmen, hala yaşamlarımızın en temel sorusunu yanıtlayabilmiş değiliz: Biz kimiz?
Belirsizlik Sürüyor Amerika Nüfus İ daresi bize, dünyamızı insan ailesinin yaklaşık yedi milyar üyesiyle paylaştığımızı söylüyor. Kendi28
B İ Z K İ M İ Z ? K E N D İ M İ Z İ N A R AYIŞ I N D A
mizi deri rengi, kan, coğrafya ve inançlarla tanımlanmış ayrı gruplara bölsek de, konu türlerin kökeni olduğunda hepimiz aynı mirası paylaşıyoruz. Ve küresel bir ankette her birimize nereden geldiğimiz sorulabilseydi, büyük olasılıkla yanıtlar aşağıdaki üç kategoriden birine düşerdi: 1
Bizler, son iki milyon yıl içinde meydana gelmiş mucizevi bir biyoloji eşzamanlılığının (evrim) ürünleriyiz.
2 Doğrudan doğruya daha üstün bir gücün eliyle yaratıl dık, yaşam aşılandık ve Dünyaya gönderildik. 3 Bizi biz yapan büyük, kozmik bir kalıp var - zeki bir tasarım - ve bu tasarım, uzun zaman önce bugün anla madığımız biri veya bir şey tarafından harekete geçirildi. Bu kısa özet bu bakış açılarını adaletli bir şekilde açıkla masa da, bu üç açıklama ya da onların herhangi bir kombi nasyonu, bugün genel anlamda düşünülen tüm olasılıkların temelini oluşturmaktadır. Binlerce yıl boyunca, bir ve üçüncü açıklamalardan eser yoktu. 1 859 yılına kadar, yalnızca bir tanesi bizim buraya nasıl geldiğimizi açıklıyor gibiydi: dindar topluluklar tara fından öne sürülen madde. Dünyanın üç büyük monoteist dininde (Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslam) bilinen en eski doküman olan İ ncil'in ilk kitabı Genesis'in (Yaratılış) keli mesi kelimesine yorumlanmasına dayanan inanç, özünde bir amaç için burada bulunduğumuz ve buraya bizzat Tanrı ta rafından yerleştirildiğimiz üzerine kuruludur. Günümüzde bu görüş bazı topluluklarda popülaritesini korumaktadır ve en iyi yaratılışçılık olarak tanınmaktadır; 29
D E Rİ N G E RÇ E K
bu İ ngiliz kilisesine bağlı piskopos James Ussher'ın 3 5 0 yılı aşkın bir zaman önce öne sürdüğü dini doktrine dayanan bir teoridir. Farklı İncil yorumlamalarını, zamanının İncil'inde yer alan tarihsel doğum ve ölümlerle birleştiren Piskopos Us her, yaratılışı birinci gün kabul ederek dini olayların net bir zaman çizelgesi olduğuna inandığı şeyi yarattı. Hesaplamaları neticesinde Ussher 23 Ekim 4004 m.ö. Pazar gününü dünyanın birinci günü - Genesis'te anlatılan " başlangıç" - olarak aldı. 2 Bu tarihi başlangıç noktası ola rak kabul eden Ussher zaman içindeki olayları ve soybilimi izledi ve modern yaratılışçıların, özellikle genç Dünya yara tılışçılarının dünya için genel olarak kabul ettikleri bir yaşa ulaştı: 6,000. 3 Bu yaşı referans noktası olarak kabul eden Ussher, insan lığın kökeni ve tarihiyle ilişkili önemli olayların tarihlerini hesapladı. Ö rneğin, Adem'in 4004 m.ö.'de yaratıldığını, Havva'nın bundan kısa süre sonra yaratıldığını ve aynı se nenin sonlarında her ikisinin de Cennet Bahçesi'nden kovul duklarını belirledi. Ussher'ın korelasyonları İncil'in o gün kü versiyonlarına kaydedildi ve 1 70 1 yılında İ ngiliz Kilisesi Ushher'ın kronolojisini resmi olarak kabul etti. Doğrudan doğruya Ussher'ın çalışmalarından doğan ya ratılışçı varsayımlardan biri, tüm yaşamın Genesis sırasın da bir kerede yaratıldığıdır. Buna ek olarak, bu teori bugün dünyada ek olarak bulunabilecek hiçbir tür olmadığını ifade eder. Buna göre geçmişte veya günümüzde var olan tüm ya şam - insan ırkı dahil - orijinal yaratılışın bir neticesidir, sabit kalmıştır ve değişmez. Bu görüşler modern bilimin iki kilit noktasıyla direkt çe lişki içindedir:
30
B İ Z K İ M İZ? K E N D İ M İZ İ N A R AY I Ş I N D A
1
Jeologların nefes kesici açıklamalarına göre şimdi Dünya 4,5 milyar yaşındadır.
2
Genel görüş biyoloji, Darwin'in evrım teorısını gunu müzde Dünya üzerindeki yaşam çeşitliliğinden sorumlu olan mekanizma olarak kabul eder.
Bir gün ve bir yılın gerçekte ne kadar süre olduklarına dair çeşitli yorumlar sebebiyle dört-buçuk-milyar-yaşındaki dünya bazen eski Dünya yaratılışçıları tarafından kabul gör se de, evrim söz konusu olduğunda böyle bir zaman bolluğu yoktur. Charles Darwin'in teorisi, kutsal müdahale ile insan kökeni teorisiyle doğrudan doğruya tezat içindedir ve iki inanç için ortak bir zemin bulmak imkansızdır. Darwin H.M.S. Beagle' daki tarihsel yolculuğundan 1 83 6 yılında döndü ve bulgularını tam 23 yıl sonra, 1 85 9 yılında yayınladı. Paradigmaları altüst eden kitabı Türlerin Kökeni, haşlangıcımıza dair uzun zamandır var olan inançları kö k ünden sarstı. Darwin'in çalışmasının fikir ve yansımalarını ilerleyen bölümlerde derinlemesine inceleyecek olsa da, on lara burada değiniyorum, çünkü tarihte ilk kez evrim teorisi genel anlamda dini görüşlere ve özellikle Hıristiyan kilisesi nin görüşlerine ciddi anlamda meydan okudu. Ancak bu noktada şunu açıkça belirtmek isterim; her ne kadar Darwin'in çalışması üzerinde iyi düşünülmüş, titizlik le belgelenmiş ve bilimsel metodun sınırları dahilinde ortaya
konmuş olsa da, giderek artan deliller bu çalışmanın insan
kökenine dair gerçekleri yansıtmadığını kanıtlamaktadır. Ayrıca bu çalışma evrimsel bir sürecin sonucu olduğumuzu da kanıtlamaz. Bu elbette evrimin var olmadığı veya gerçek leşmediği anlamına gelmez. Gerçekleşti. Ve fosil kayıtları, 31
D E R İ N G E RÇ E K
belirli türler için evrimin var olduğunu d a kanıtlıyor. Sorun, bitkilerde ve bazı hayvanlarda gözlemlenen süreçleri insan lara - bize - uyarlamaya kalktığımızda, verilerin bu teoriyi desteklemiyor olmasıdır. Ö yleyse bu bizi hangi noktaya getiriyor? Neye inanma lıyız? Söz konusu kökenimiz ve tarihimiz olduğunda, bu üç görüşten hangisine inanmalıyız? Bir sonraki bölümde oku yacağınız gibi, insan ailemizle ilgili olarak yalnızca evrimle açıklanamayacak şeyler vardır, en azından bugün bu teoriyi anladığımız haliyle.
Sıkmtılı Bir Teori 1 859'dan bu yana bilim çevreleri ve "modern" dünya evrimi, insan kökenini ve nasıl bugün olduğumuz halimize ulaştığımızı açıklayan tek makul teori olarak kabul etmiş tir. Bu yaygın kabulleniş, teoriyi kanıtlayacak fiziksel deliller arayışına yol açtı: yolculuğumuzun aşamalarını belgeleyecek fosilleşmiş " kayıp halkalar. " Fosillerin kendileri kadar tar tışmaya açık sebeplerden ötürü, 1 50 yılı aşkın bir süredir insan tarihimizdeki bu kayıp halkalar en iyi ihtimalle güve nilmez oldular. Yakın zamanda, atalarımıza dair kanıt arayışları, Scien ce ve Nature gibi prestijli ve güvenilir dergilerin bu keşifle ri belgeleyen araştırmalar ve tam sayfa renkli dokümanlar yayınlamalarıyla hayal gücümüzü ele geçirdi. Neredeyse bir gecede, dergi kapaklarındaki parlak resimlerden bize bakan oyuk göz çukurlarıyla kafatasları insan ailesi ağacımızın bi rer üyesi oldu. Bu görüntüler, onları daha çok aile gibi his settirecek " Lucy" ve " George" gibi isimler bile aldılar. 32
B İ Z K İ M İ Z? K E N D İ M İZİ N ARAYI Ş I N D A
1 960'larda ailemin siyah-beyaz televizyonunda belgesel ler izleyip National Geographic ve Smithsonian gibi güzel dergilerde insan kökenimiz hakkındaki araştırmaları okur ken bana şöyle görünmüştü: kökenimizle ilgili araştırma lar konusunda hemen her gün yeni haberler geliyordu. Bu arayış bugün halen devam etse de, yeni keşifler eskisi gibi gözler önüne serilmiyor. Geçmişimize dair fosil kanıtları için en üretken alanlardan biri, doğu Afrika'daki Great Rift Valley'nin uzak bölgelerinde yer almaktadır. Ö rneğin, kuzey Tanzanya'da, Leakey ailesinin nesillere yayılan hominid ka lı ntı arayışı - Louis S.B. Leakey, eşi Mary, oğulları Richard ve diğer çocuklarından bazıları - insan kökeninin kabul edi len tarihini iki milyon yıl öncesine attı. 1 950'lerdeki keşifler esnasında, Leakey takımları insan nitelikleri taşıyor gibi görünen eski çağ varlıklarının kemik parçalarını, dişlerini, taş aletlerini ve bazen tüm iskeletlerini ortaya çıkarmak için yorulmak bilmeden toprak, tozlaşmış kaya ve toz birikintilerini elekten geçirdiler. Australopithe
cus afarensis ve Homo neanderthalensis gibi kulağa karma �ık gelen isimlerle, bunların evrim basamaklarındaki insan gelişiminin örnekleri olduğuna inanıldı. Bu ve benzer bulgular ne kadar etkileyici olsalar da ve geçmişe dair bilgilerimize ne kadar çok katkı sağlamış olsa lar da, insan kökenine dair araştırmalar, bu tip eski yaşam formlarıyla bizler arasında doğrudan doğruya bağlantı oluş turacak tek bir keşfin eksikliğiyle karşı karşıya kaldılar. 4 Ve hu, asla bulunamayacak türden bir bağlantı olabilir. Bence, Afrika'daki çalışma ne kadar ilginç olursa olsun ve uzun za man önce var olmuş yaşam formlarıyla ilgili neler anlatırsa anlatsın, keşfedilen büyük olasılıkla bizim yaşam geçmişimiz değildir. 33
D E R İ N G E RÇ E K
Eksik Bağlantı Güncellemesi: Hala Eksik Evrim teorisinin ortaya konduğu 1 859 yılından bu kita bın yazıldığı güne kadar, sonunda bize bağlanan geçişken türlere dair hiçbir delil - atalarımızın zaman içinde insana daha çok dönüştüğünü belgeleyen fosil delili - bulunamadı. Kökenimiz sorunun çözmeye adanmış sofistike teknolojiye ve üstün insan gücüne rağmen bu gerçek değişmedi. İ nsan aile ağacına yakından baktığımızda, fosil buluntular arasın da su götürmez gibi görünen bağlantıların pek çoğu, aslında, kuşkulu ya da görüşe dayalı bağlantılardır. Diğer bir deyişle, bizi geçmişten gelen bu yaratıkların keşfedilen kalıntılarıyla bağlayan fiziksel deliller kesinlik ka zanmamıştır (Şekil 1 . 1 'e bakın) . SPEKÜLATİF İNSAN EVRİMİ AGACI
H. neanderfüalensis
.. . . . .. .......... ... . ..
H. heidelbergensis
.
. .. .. . .. . ..... . ..� .
·. ········ // .·
�
:·:::::::·: ......../
:
H. floresıensis
.
..........
H. sapiens
..... ,
H. eretus
ıEfsane L� · �latif v_eya Görüşe Dayalı İliş�e:...1..ı Şekil 1.1. Modern insanların başını çektikleri düşünülen ataların yaygın olarak kabul edilen kronolojisine bir örnek.
34
B i Z K İ M i Z? K E N D İ M İ Z İ N A R A Y I Ş I N D A
Türlerin Kök eni nde Darwin bu delil eksikliğini kabul etti. '
Aynı zamanda bunun iki yerden birindeki bir kusura bağlı ola bileceğini de kabul etti: jeologların dünyaya dair düşünce bi çimleri ya da onun evrim teorisi. Kendi sözcükleriyle: Doğal seçilim teorisinde, sonsuz sayıda ara formun var olmuş olması gerektiğinden ... bu bağlayıcı formları dört bir yanımızda neden görmüyoruz? Neden her jeolojik olu şum bu tip bağlantılarla yüklü değil? Böyle bir delil görmü yoruz ve bu, benim teorime karşı öne sürülebilecek itirazlar arasında en bariz ve etkili olanıdır. 5
1 93 3 yılında fizyoloji ve tıp alanında Nobel Ö dülü kaza nan Thomas H. Morgan bu apaçık ikilem üzerine düşündü ve " vahşi türleri ayırt etmek için kullanılan en katı ... testleri uygulayarak," bir türden diğerine dönüşümün yaşandığı tek bir anı bile kesin olarak " bilmediğimizi" ifade etti. 6 20. yüzyıl sonlarında yapılan iki keşif, eski ve modem insanlar arasında neden bir köprü problemi olduğuna ve bir eksik bağlantı gerçeğinin bize tarihimiz hakkında hangi gerçeği söylüyor olabile ceğine ışık tutmaya başlayabilir. İleriki bir bölümde derinlemesine incelenecek sağlam bilimsel sebeplerden ötürü, her ne kadar Aust ralopithecus afarensis ve Neandertal insanlar bize birinin tarihini anlatıyor olsa da, o tarih büyük olasılıkla bizim tarihimiz değildir. Sırada bunun iki sebebini bulacaksınız.
İlginç Fosiller, ama Biz Değiller!
Yaşamın yapı taşlarını tarif eden ilk "harita " 1 953 yılında James Watson ve Francis Crick tarafından bir araya getirildi. 35
D E R İ N G E RÇ E K
ONA molekülü modelleri aracılığıyla, insanları oldukları in sanlar yapan ve aynı zamanda onları diğer herkesten farklı kılan genetik özelliklere dayanarak insanları tanımlamaya adanmış bir bilimin kapıları açılmış oldu. Göz ve saç renginden cinsiyete ve belirli hastalıklar ge liştirme eğilimine kadar, bedenlerimizin nasıl göründüğü ve çalıştığıyla ilgili kodlama genlerimizde, DNA'mızda saklıdır. Watson ve Crick bir kez geçmişimizin kanıtlarını elinde bu lunduran kodu çözdüklerinde, soyu belirlemek, kayıp insan ları teşhis etmek ve saldırganları suç mahalleriyle birleştir mek için DNA parçalarını eşleştirme bilimi, hukuki yaptırım ve adli tıp alanlarında bir kilit taşı oldu. Bu aynı zamanda, televizyon tarihindeki en başarılı suç-çözme dizilerinden birinin temelini oluşturdu: CSI: Crime Scene Investigation (Suç Mahalli Soruşturma). 1 987 yılında, CSI-benzeri soruşturmalarda kullanılan aynı teknikler - günümüzün yüksek mahkemelerinde ka nıt olarak kabui edilen sonuçlar - tarihte yalnızca ikinci kez insan kökeni araştırmalarına uygulandı. 2000 yılında, Glasgow Üniversitesi Kimlik Tespit Merkezi araştırmacıla rı, modern insanların ataları olduklarına inanılan bir türden alınan DNA'larla bir karşılaştırma araştırmasının sonuçla rını yayınladı.7 Rusya ve İ sveç'ten uzmanlarla birlikte İ skoç bilim insanları, Avrupa ve Asya sınırında yer alan kuzey Kafkasya'daki bir kireçtaşı mağarasında keşfedilen, bek lenmedik bir biçimde iyi korunmuş bir Neandertal bebeğin DNA'sını test ettiler. Çocuğun kalıntılarının istisnai durumu başlı başına bir hikaye ve bir gizemdir. Normalde, bu yalnızca donmuş tür lerde, buzlu kutup bölgelerinde keşfedilen kalıntılarda görü lür. Bir bebekten alınan 30,000 yıllık bir DNA'nın günümüz 36
B İ Z K İ M İ Z ? K E N D İ M İ Z İ N A R AY I Ş I N D A
insanlarının DNA'sıyla karşılaştırılmasına olanak veren de bu düzeyde bir korunmaydı. Bu aynı zamanda, karbonla yaş tayini yapılmış bir bedene bu tip testlerin uygulandığı ilk denemeydi. Araştırma, Neandertaller ile modern insanlar arasında genetik bir bağ olasılığının düşük olduğu sonucuna vardı. Rapor, modern insanların aslında Neandertallerden gelmediğini söylüyordu. 8 Teoride genetik karşılaştırma bilimi soyumuzun gizemini ortaya çıkarabilirmiş gibi görünse de, sonuçlar aksine ev rimsel soyumuza ve kökenimize dair daha çok soruya yol açmakta ve "yasak" bölgenin kapısını aralamaktadır.
İlk modern insan (EMH) ya da anatomik olarak modern insan (AMH) ifadeleri, en yakın atamız için tanımlayıcı bir ifade olan Kro-Magnon ifadesinin yerini aldı. Bilim insanla rı şimdi, çağdaş insanların bedenleri ve EMH'lerin bedenleri arasındaki fiziksel farklılıkların ayrı bir gruplamaya yer bı rakmayacak kadar az olduğuna inanıyorlar. Diğer bir deyişle, eski insanlar mutlaka bizim gibi davranışlar sergilemiş olma salar da, bizim gibi görünüyorlardı. Ya da, tam tersi, biz onlar gibi görünüyoruz: dış görünüşümüz, atalarımızın yeryüzünde ilk kez belirdiği 200,000 yıl öncesine kıyasla pek değişmedi. Bu gerçek, bugünkü halimize nasıl geldiğimizi açıklamak için uzun süreçler boyunca evrimsel değişimleri yavaşlatmayı he defleyen insanlar için bariz bir sorun olmuştur. 2003 yılında, DNA teknolojisindeki ilerlemeler, eski DNA'ların çok daha iddialı kıyaslamalarına olanak verdi. Bu kez testler Neandertaller ve doğrulanmış ilk atalarımız, EMH'leri karşılaştırdı. Avrupalı bilim insanlarından olu şan bir ekip, biri 23,000, diğeriyse 25,000 yaşındaki iki EMH'den alınan DNA'yı, 29,000 ve 42,000 yaşları arasın daki dört Neandertalle karşılaştırdı. Proceedings of the Na37
D E Rİ N G E RÇ E K
tional Academy of Sciences isimli dergide yayınlanan bulgu lar şöyle diyordu: "Sonuçlarımız, daha önce farklı alanlarda toplanan delilleri güçlendirerek 'Neandertal mirası' tezini olasılık dışı kılmaktadır. "9 Diğer bir deyişle, filmlerde ve çiz gi filmlerde mağara adamları olarak resmedilen Neandertal insanlar, EMH'lerin ataları değildir. Bu, onlardan evrimleş mediğimiz ve onların bizim atalarımız olamayacağı anlamı na gelmektedir.
Birleşmiş ONA Gizemi
Genetik kodun keşfinden bu yana, bir türü diğerinden ayıran kromozomlarla ilgili olarak bir gizem daha ortaya çıktı. Biyolojik talimatlar bir türün üyelerinin kromozom ları içinde yer alır ve kemiklerinin yapısı, beyinlerinin bo yutu, nasıl metabolize ettikleri, vs. gibi şeyleri belirlerler. Maymunlarda 24 çift ya da toplamda 48 kromozom vardır. İnsanlardaysa 23 ya da toplamda yalnızca 46 kromozom bulunur. En yakın akrabalarımıza kıyasla bir set kromozom "eksiğimiz" var gibi görünse de, genetik haritalarımız ilginç bir gerçeği orta ya çıkarmaktadır. Genomlarımızda kromozomların eksik gibi göründüğü noktaya yakından baktığımızda, insan kromozomu 2'nin, sanki daha büyük bir DNA parçasına bir şekilde birleştiril miş (kaynamış) gibi, şempanzenin 1 2 ve 1 3 kromozomlarına son derece benzer olduğunu - ve hatta "karşılık geldiğini" görürüz. 10 İlginç bir şekilde, bu birleşme yalnızca insanlarda meydana gelmiştir.
Proceedings of the National Academy'den bu birleşmeyi açıklayan teknik terminolojiye göz atalım: "Kozmidler c8. 1 38
B İ Z K İ M İ Z ? K E N D İ M İZİ N ARAYI Ş I N D A
ve c29B'de klonlanmış !okusun eski telomer-telomer birle şiminin bir kalıntısı olduğu ve iki maymun kromozomunun insan kromozomu 2'yi meydana getirmek için birleştiği nok tayı belirlediği sonucuna vardık. " 1 1 ( İtalikler bana ait). Diğer bir deyişle, DNA'mızda eksik gibi görünen iki kro mozom bulunmuş, bize özel yeni ve tek bir kromozomda buluşmuştur. Ayrıca, insan ve maymun genlerinde, neredey se birebir aynı gibi görünen başka karakteristik özellikler de mevcuttur. 12 Bu ONA birleşimi nasıl meydana geldi? Bilim insanları bilmiyor. Ama araştırmalardan çıkarılan sonuçlar, bu soru nun yanıtını bulmamıza olanak verebilecek gizemli bir ka pıyı açmaktadır. Bu kromozomların bir araya gelmiş olma ları ve birleşme biçimleri, bilim insanlarının yalnızca ender rastlanan bir sürecin böyle genetik bir fenomene yol açmış olabileceği sonucuna varmalarına sebep oldu. 13 Bu araştır malar bize, insan kromozomu 2'yi (ve bizi ) eşsiz kılan ONA düzenlemesinin, Darwin'in doğal seçilim yoluyla evrim te orisinde görmeyi bekleyeceğimiz bir şey olmadığını ortaya koymaktadır. Uzak tarihimizde, yaşamın temel kodunda bu tip değişik liklere yol açabilecek ne olmuş olabilir? En kısa yanıt, bilmi yor olmamızdır. Ancak insan ve primat fizyolojisi arasında yapılan bir karşılaştırmaya göre, Homo sapienler olarak bi zim, evrimsel adımların geleneksel ağacına kusursuz bir şe kilde uyum sağlamadığımızı gösteren sayısız buluntu vardır.
39
D E R İ N G E RÇ E K
DNA'lardan alınan yeni veriler ve daha düşük seviyeler den insan evrimi fikrini destekleyen fosil delillerinin yeter sizliği, bizim aslında kendimize has bir tür olduğumuzu gös termektedir. Bu teori, ilk primat formlarının soyundan gelen türlerden ziyade, onlardan ayrı ve farklı olduğumuz yaklaşı mını benimser. Kemik yoğunluğu - ve bizim gözyaşı dökme, terleme ve kürk yerine kıl üretme becerimiz - gibi primat ve insan özellikleri arasındaki bir karşılaştırma, yaratılışçılık ve evrim teorisinin iki tarafı için tartışmaları körüklerken, bu teoriyi desteklemektedir. Bu tip buluntular yanıtladıklarından daha fazla soruya yol açsalar da, soruşturmanın her evresi kendimiz hakkın da bildiklerimize eklemeler yapar ve evrendeki yerimizi ve yaratılıştaki rolümüzü net bir biçimde tanımlar. Fosil kayıt larındaki deliller bu araştırmalara güvenilirlik kazandırır ken, daha az gelişmiş yaşam formlarıyla bazı ortak genetik özellikler sergilesek de, kendi genetik zaman çizelgemizde
onlardan bağımsız bir şekilde geliştiğimizi göstermektedir. Bizimki, sanılandan çok daha eski bir tür olabilir ve burada ki zamanımız boyunca evrim anlamında çok az değişikliğe uğramış olabiliriz. Net bir şekilde, hem yaratılışçılık hem de evrim için, bilgi kaynakları yetersizdir ve yeni deliller ortaya çıktıkça yorum ların revize edilmeleri için yer bırakmaktadır.
Ne Değiliz? Bazen yaşamlarımızda ne " olduğu " gerçeğini, öncelikle ne "olmadığı" gerçeğini keşfederek buluruz. Eleme süreciy le, aradığımız anlayışa odaklanırız. Sevgililer, aile, arkadaş40
B İ Z K İ M İ Z ? K E N D İ M İZİN A RAYIŞ I N O A
lar ve iş arkadaşlarımızla olan kişisel ilişkilerimizden ulus lararasındaki savaş ve barışa, yaşamın büyük derslerini tam
D E Rİ N G E RÇ E K
rabilseydik, neler öğrenirdik? Zamanımızın en iyi bilimi kim olduğumuz ve kim olmadığımız hakkında neler söylüyor? Aşağıda bulunan ve elimizdeki gerçekleri sıralayan liste, yeni bilimin hangi yöne doğru ilerlediğine dair bir fikir vermektedir: 1
Uzun süreçler boyunca rastlantısal bir biçimde mutasyo na uğrayan (evrim geçiren) yaşayan hücreler teorisi, insan yaşamının kökenini ya da karmaşıklıklarını açıklamaz.
2
İ nsanlar ve ilk insan-benzeri yaşam formları arasındaki biyolojik bağlantı görüşe dayalıdır ve ispatlanmamıştır.
3
ONA araştırmaları, sanılanın aksine Neandertal aileler den gelmediğimizi kanıtlar.
4
İ lk modern insanların (EMH) 200,000 yıl kadar önce ortaya çıkmalarından bu yana çok az değişim gösterdik.
5
Bizi insan yapan ve bize eşsizliğimizi veren DNA'nın, doğal evrim süreçlerinde şu anda olduğu oluşması pek mümkün değildir.
Ö yleyse şimdi "olmadığımız" bazı şeyleri bildiğimize göre, zamanımızın en iyi bilimi bize kim olduğumuz hakkın da ne söylemektedir? Bu sorunun yanıtı, bu kitabın gelecek altı bölümünün anahtarıdır. Üç yüz yıl önce, Isaac Newton'ın fizik yasalarını çevreleyen bilimsel görüş bizim evreni, dünyamızı ve bedenlerimizi büyük kozmik bir makinanın parçalarıymış gibi görmemize neden oldu - birbirlerinden ayrı, birbirlerinden bağımsız ve yeri dol durulabilir dev ve küçük sistemler olduğumuzu düşündük. Yüz elli yıl önce, Charles Darwin bizim 200,000 yıllık bir yol culuğun nihai ürünleri olduğumuzu öne sürdü: geçmişte Dünya üzerindeki yerimiz için savaşmak zorunda kalmış ve bugün bunu yapmaya devam etmesi gereken evrimsel bir yarışın şampiyonları. 42
B İ Z KİM İZ? K E N D İ M İ Z İ N ARAYIŞI N DA
Son 100 yılın bilimi ise bizi, teknolojinin sorunlarımızın yanıtı olduğuna ve bilim aracılığıyla doğayı ve varlığımızı tehdit edenleri fethedeceğimize inandırdı. Bu görüşlerin her biri, en iyi ihtimalle eksik, bazı du rumlarda hatalı olan bilimsel bilgilerden elde edilmiş yanlış inançlara dayanmaktadır. Kim olduğumuz sorusunu yanıtlamadan önce, bilimden ortaya çıkarmasını istediğimiz gerçekleri dürüst bir şekilde değerlendirmeliyiz. Bunu yaparak, geçmişin yanlış varsa yımlarının bizi nasıl yaşamın gizemlerine yanıt bulma arayı şımızda yalnızca lastiklerimizi döndürdüğümüz bir çamura sapladığını çabucak fark ederiz. Gelecek bölümlerdeki keşifler gerçektir. Bunlar, dünyanın dört bir yanındaki dergi ve gazetelerde manşet olmayı hak eden yeni hikayelerdir. Oysa ne yazık ki bu hikayeler yalnızca sınırlı sayıda okuru olan teknik dergi ve gazetelerle sınırlandırılırlar. Bu, ders kitaplarımızın neden keşif eğrisinin bu kadar gerisinde kaldığını anlamamıza yardımcı olabilir. Ayrıca varoluşumuzun �izemlerine doğru bir sonraki baskında, keşif atılımının bizi ne reye götürebileceğini görmemize yardımcı olabilir.
Derin Gerçek 1: Yaşamlarımızı ve dünyamızı tehdit eden krizleri dindirme becerimiz, bilimin kökenimiz ve geçmişimiz ko nusunda ortaya çıkardıklarını kabullenme istekliliğimizi bağlıdır.
43
B Ö LÜM İ K İ
YANLIŞ VARSAYIMLARIN DERİN GERÇEGİ: HER ŞEYİ DEGİŞTİREN BULUŞLAR
"Bazen bir kavramtn kafa kaflştmcı o/mastntn sebebi engin o/mas/ değil, yanlış o/mas/dır." E . O.
WILSON, B İ YOLOG VE NATÜ R A L İ ST
2008 yılında iki kardeş, " Ben kimim? " ve "Hayatın anla mı nedir? " gibi var olan en eski ve büyük olasılıkla en anla
�ı lmaz soruların bir kısmına yanıt bulma arayışlarını belgele yen bir film yayınladı. Clifford ve Jeffrey Azize şu ana kadar JO'dan fazla ödül alan çarpıcı ve etkileyici bir film yarattılar. Bu filmin adı The Human Experience - İnsan Deneyimi'dir.1 Dokunaklı olay örgüsü, iki kardeşin Peru'nun kayıp ço cuklarıyla buluşmalarından Gana'nın terk edilmiş hasta insanlarını ziyaret etmelerine kadar çeşitli kişisel karşılaş maların görüntülerinin paylaşımlarıyla anlam kazanır. Bu ya-
D E Rİ N G E RÇ E K
şanı-değiştiren karşılaşmalar onları ve aynı şekilde izleyicileri, bir insan ailesi olarak bizleri bir noktada buluşturan evrensel deneyimlere dair daha derin bir anlayış yolculuğuna çıkarır. Bu filmde yöneltilen sorular, atalarımızın evrene ve ev rendeki rolümüze dair anlam arayışında olduğu 200,000 yıl öncesinden bu yana biz insanların sorduğu aynı eski ve henüz-yanıtlanmamış sorulardır. Çağlar boyunca, varoluşu muzun "daimi soruları" olarak bildiğimiz bu soruları ya nıtlamak için elimizden gelenin en iyisini yaptık: Biz kimiz?
Nereden geliyoruz? Buraya nasıl geldik ? Nereye gidiyoruz? Her çağda, zamanın en iyi araçları bu soruları yanıtlamak için kullanıldı. Bizim mevcut bilim çağımız da farksızdır. Bilim bize dün yanın ve bedenlerimizin gizemlerini keşfetmenin, bazen ya şamın görünürde anlamsızlıkları arasında anlam kazandıran bir yolunu verir. Ben bilim adamı olarak eğitim almış olsam ve bana bilim sel metodu kullanmam öğretilmiş olsa da, kimse bana bili min ne olduğunu ve neden dünyayı keşfetme konusunda bu kadar başarılı bir yol olduğunu gerçek anlamda açıklamadı. Parlak fizikçi Einstein şiirsel diliyle bilimi "duyu-deneyi mimizin kaotik çeşitliliğini, mantıksal bir düşünce sistemine oturtma girişimi"2 olarak açıkladı. Diğer bir deyişle bilim bize, hayatın gizemlerini keşfederken kullanabileceğimiz or tak bir lisan verir. En saf haliyle bilim, bazen bir bilim insanının dünyaya bakışını değiştirebilen duygu veya beklentilerden bağımsız dır. Bilim insanları, geçmişte diğer bilim insanları tarafından geliştirilen adım adım prosedürleri kullandıklarında - bun lara bilimsel metot adı verilir - bu kabul edilen metotların yeni keşiflere yol açması ve bu keşiflerin dünyayla paylaşıl46
YA N L I Ş VARSAY I M L A R I N D E R İ N G E R Ç E G İ H E R Ş E Y İ O E G İ Ş T İ R E N B U L U Ş L A R
ması halinde, o bilim insanlarının sağlam bir zeminde olduk larından emin olmalarına sebep olur. Dünyanın en eski arkeolojik alanlarından birinin tari hi, burada söylemeye çalıştığım şeye kusursuz bir örnektir. Araştırmacılar Türkiye'deki Göbeklitepe bölgesinin kaç ya şında olduğunu bulmak için 1 4K (karbon-1 4 ) tarih saptaması kullandıklarında, geçmişte yaygın bir şekilde kabul edilen bir metodu izlediler. Böylece bölgenin 1 1 ,5 1 7 ile 1 1 ,623 yaş ları arasında olduğu ortaya çıktığında - dünyanın en eski medeniyetlerinden biri olan Sümerlerin yaşının en az iki katı - veri kanıtlanmış bir yaklaşıma dayandırılmıştı ve buluntu lar ciddiye alındı. Genel anlamda bilimsel metot, bir fikir bilim dünyasında kabul görecekse, izlenmesi gereken bir dizi adımı tarif eder. Şekil 2 . 1 bu dizilişi göstermektedir.
Bilimsel Metot
1.
Açıklanmamış bir şey görürüz.
2.
*
Bir açıklama (hipotez) geliştiririz. Açıklamayı, bize veriler sunan bir deneyle test ederiz.
3.
Verileri değerlendiririz.
' 4. '
a.
b. 4lıııt -
Şekil
2.1.
Veriler açıklamayı desteklerse bir teorimiz vardır.
Veriler açıklamayı desteklemezse 2. adıma dönmemiz, açıklamamızı değiştim1emiz ve süreci tekrarlamamız gerekir.
Bilimsel metodun dört adımı. Bu diziliş bize verileri belirlemenin ve bir şey hakkındaki dü
şüncemizin hangi noktada veriler tarafından desteklenmeyebileceQini keşfetmenin istikrarlı bir yolunu verir. Ancak bilimsel metot en fazla onu uygulayan bireyin disiplini ve dürüsllüQü kadar doQrudur.
47
D E R İ N G E RÇ E K
Kitabın bu noktasında bilimsel metodu paylaşıyor olma mın bir sebebi vardır. Şekil 2. 1 'deki dizilişten, mevcut bir fikir hakkında bildiklerimizi değiştiren yeni bir verinin orta ya çıkması halinde, yeni bilgiye yer açmak için eski inancın güncellenmesi gerektiğini görebiliriz. Yöntem, zaman içinde yeni bilginin keşfedilmesine ve mevcut fikir ve inançlarımıza dahil edilmesine olanak verir - ve bunu gerektirir. Ö rneğin, bilim insanları atomun maddenin en küçük partikülü olma dığını ve aslında atomun daha küçük partiküllerden meyda na geldiğini keşfettiklerinde, atomun eski modelleri geçersiz kaldı. Yerlerini kuarklara, gluonlara, vs. bıraktılar. Yeni ke şiflerin doğrulanmış verileriyle bu bilimsel bilgi güncellemesi bilimi dürüst, güncel ve anlamlı kılmanın anahtarıdır. Yeni ve kanıtlanmış verileri var olan bilimsel bir inancı desteklemediklerinde gözden çıkarmak bilimsellik değildir. Ama bugün ders kitaplarımızın hazırlanmasında ve sınıf larımızda gördüğümüz şey tam olarak budur. Gelecek bö lümlerde, eski düşünce biçimlerinden ve modellerinden vaz geçme isteksizliği gibi pek çok sebepten ötürü henüz eğitim müfredatlarında yerini almamış yeni keşifleri inceleyeceğiz. Ancak bunlar, geçmişe anlam yüklememize ve geleceğimiz için bilge tercihlerin anahtarını elimizde tutmamıza yardımcı olan keşiflerdir. Doğal dünyayı keşfederken bize istikrarlı olmanın iyi bir yolunu sağlamaya ek olarak, bilim bize bulunan şeyin an lamlı bir yoldan paylaşılmasına olanak veren bir dil sunar. Bu şekilde bir biyolog, ilk üç mitotik hücre bölünmesinin ar dından insan embriyosuna gizemli bir şeyler olduğunu söy lediğinde, onun sözünü ettiği gelişim evresi konusunda tam olarak emin olabiliriz. Bu noktada, doğal dünyamızı tarif eden başka diller ol48
YAN L I S VARSAYI M L A R I N D E R İ N G E R Ç E G İ H E R ŞEYİ O E G i Ş T İ R E N B U L U Ş L A R
duğunu da vurgulamak isteriz. Simya ve spiritüellik gibi bazı diller, bilimin kısa ömründen çok daha uzun süredir var ol maktadır. Ve onlar kesinlikle " bilimsel" olmasalar da (yani doğayı açıklamak için geçmişin doğrulanmış keşifleri üze rine kurulu olmalar bile), çok uzun zamandır dünyayla ve birbirimizle olan ilişkimizi anlamamıza yardımcı olma ko nusunda oldukça başarılı olmuşlardır.
Elmalar, Mıknatıslar ve Bilim Çağı Modern bilimin ve bilimsel çağın Temmuz 1 687'de baş ladığı genel olarak kabul edilen bir olgudur. Bu tarihte Isaac Newton, dünyamızı açıklayan matematiği ortaya koymuş
Philosophiae Natura/is Principia Mathematica isimli etkile yici çalışmasını yayınladı.3 200 yılı aşkın bir süre boyunca, Newton'ın doğaya dair gözlemleri, şimdi klasik fizik adı ve rilen bilimsel alanın temelini oluşturdu. 1 800'lerin sonlarındaki elektrik ve manyetizma teorileri ve 1 900'lerin başlarında Albert Einstein'ın izafiyet teorileriyle birlikte klasik fizik, dünyada " büyük şeyler" olarak gördüğü müz şeyleri açıklama konusunda son derece başarılı olmuştur: gezegen ve galaksilerin hareketleri, ağaçlardan düşen elmalar (popüler bir hikayeye göre, Newton yerçekimini başına bir elma düştükten sonra bulmuştur), vesaire. Bize öyle iyi hizmet etti ki klasik fiziği kullanarak uydularımız için yörüngeleri he saplamayı ve hatta insanları aya göndermeyi başardık. Ancak 1 900'lerin başlarında, yeni keşifler bize, doğada Newton yasalarının geçerli olmadığı yerler olduğunu göster di. Bir atomun içindeki küçük partiküller dünyasından uzak galaksilerde atomların yıldızların doğumları sırasındaki davra49
D E Rİ N G E RÇ E K
nışlarına kadar, bilim insanlarının karşılaştıkları bazı fenomen ler, bu geleneksel fizik anlayışıyla açıklanamıyordu. Soruları yanıtlamanın bilimsel yolu, mevcut düşünce gördüğümüz şeyi açıklayamıyorsa, o zaman dünyaya dair düşünce biçimimizin yeni gözlem ve keşifleri hesaba katacak şekilde güncellenmesi gerektiğini söyler. Fizik dünyasında bunu yapmanın sonucu, bugün kuantum fiziği olarak bilinen şeyi ortaya çıkardı: çok küçük bir ölçekte meydana gelen, fiziksel dünyamızın temelini oluşturan kuvvetlerle belirlenen şeylerin çalışması. Kuantum fiziğinin bilim sahnesine çıktığı günden bu yana en büyük mücadele, klasik fizik ve kuantum fiziği tarafından temsil edilen iki çok farklı düşünce tipini, evren ve yaşama dair tek bir görüşte buluşturma çabasıdır: birleşik bir teori. Şu ana kadar bu gerçekleşmedi. Bazı teorisyenler yapbozun bireysel parçalarını çözmeyi başarmış olsalar da, henüz kim se gizemin tamamını çözemedi. Nasıl zayıf bir barajda bulu nan çatlaklar dolduruldukça yeni çatlaklar belirirse, ortaya çıkan teoriler bazı soruları yanıtlarken yeni sorulara da kapı açtı - hem de zaman zaman " kapının" varlığının bile bilin mediği yerlerde.
Sicim teorisinin evrimi, bu tip kapı ve çatlaklara harika bir örnektir. 1 980'lerde, evrimin görünmez, titreşen enerji sicimlerinden meydana geldiği fikri, fizikteki bir sonraki bü yük devrimin habercisi olarak görülüyordu. Ancak fizikçiler bu teorinin derinliklerine indikçe, bu fikirde ciddi sorunlar olduğu anlaşıldı. "Sicim teorisi patlamayı bekleyen bir ba londu," diyor Columbia Üniversitesinden matematikçi Peter Woit. "Temeli yoktu. "4 Benzer bir şekilde, klasik fizik ile kuantum fiziğini bir leştirecek Wheeler-DeWitt (WD) denklemi vaadi ek bilgiler ortaya çıkınca hızla yok oldu. İmkansız gibi görünen bir gö50
YA N L I Ş VARSAY I M L A R I N D E R İ N G E R Ç E G İ H E R Ş E Y İ O E C İ Ş T İ R E N B U LU Ş L A R
revi başarmak için, WD denklemi sorunlara yol açan büyük faktörü dışarıda bırakmıştı: zamanın kendisi. Her ne kadar bunu yapmak matematiğe yardımcı olsa da, zamanın dünya mızın ve yaşamlarımızın bir parçası olduğu gerçeği bakidir. Zaman olmadan, hiçbir denklem çözmeye çalıştığı gizemi gerçekçi bir şekilde temsil edemez. Ancak şimdilik çarpıcı gerçek şudur: Max Planck'ın ku antum teorisinin temel prensiplerini formülleştirmesinin üzerinden bir yüzyıl geçti. Dünyanın en iyi bilim insanları nın matematiğin ve fiziğin en iyi teorileriyle çalıştığı ve bu teorileri dünya tarihinin en ileri düzeydeki araştırma mer kezlerinde test ettiği 1 00 yılın ardından, şimdiye dek bilimsel dünya görüşümüzü zedeleyen büyük sorunları çözmüş ol mamız gerektiği beklentisi son derece makuldür. Tabii, eğer doğru iz üzerindeysek. Ancak sorunları çözememiş olmamız, belki de yanlış iz üzerinde olduğumuz olasılığıyla yüzleşmek zorunda olduğu muzun en önemli sebebidir.
Bilim Yanlış iz Üzerinde mi? Gerçekliğin nasıl işlediğine dair temel fikirler yetersizse, o zaman dünyadaki tüm beyin gücünü ve teknolojiyi bu yanlış fikirlere uygulamak bize doğru yanıtlar vermeyecektir. Yüz yıllık öğretilere, basılan milyonlarca ders kitabına ve teori lere adanmış ömür ve kariyerlere - ve bu teorileri test etmek için tasarlanmış en sofistike makinelerin bazılarını inşa et mek ve kullanmak için yapılan külfetli ekonomik yatırımla ra - rağmen, daha en başında fikirler yanlışsa, bilim insan larını onlara götüren aynı yanlış yolu takip ettiğimiz sürece 51
D E Rİ N G E RÇ E K
asla doğruyu " bulamayacağız. " Bu, şu anda dünyanın herhangi bir yerinde gerçekleştiri len her bilimsel sempozyum ve konferansta salonun ortasın da duran bir büyük fil endişesidir: Doğru iz üzerinde miyiz? Konu dünyamızla olan ilişkimiz olduğunda, doğru şekilde düşünüyor ve doğru soruları soruyor muyuz? 2 0 1 0 yılında Prospect dergisinde yayınlanan " Science's Dead End" ( Bilimin Çıkmazı) isimli bir makalede, fizikçi James Le Fanu, pek çok eleştirmenin neden yeni bilimin de ğerini sorguladığına ve neden " Bilim doğru iz üzerinde mi? " sorusundan daha büyük bir soruyu sorduğuna dair iki örnek veriyor.5 Le Fanu sorusunu, başkalarının yalnızca üstü kapa lı değindiği ya da kapalı kapılar ardında fısıldadığı soruyu cesurca, yüksek sesle ve açıkça soruyor. Soru şudur: Bilim
çıkmazda mı? Le Fanu böyle düşünmemizin neden çok kolay olduğunu şöyle açıklıyor: Kozmologların evrenin doğumunun ilk birkaç dakikası içinde neler olduğunu güvenilir bir şekilde açıklayabildiği ve jeologların kıtaların hareketlerini santimetresine kadar hesaplayabildiği bir dönemde, genetikçilerin insanların meyve sineklerinden neden bu kadar farklı olduklarını ve nörobilim uzmanlarının bir telefon numarasını neden ha tırladığımızı açıklayamamaları çok tuhaf görünüyor.6
Le Fanu haklı. Ve onun insanlar ve meyve sinekleri örne ği, soruna dair kusursuz bir örnektir. 2001 yılında İnsan Genom Projesinin ( İGP) tamamlanma sının ardından bilim insanları, bir insan için genetik kodun beklenenden yüzde 75 daha küçük olduğunu öğrendiklerinde 52
YA N L I Ş VARSAY I M L A R I N D E R İ N G E R Ç E G İ H E R Ş E Y İ D E G İ Ş T İ R E N B U L U Ş L A R
hayrete kapıldılar. Bu büyük bir tutarsızlıktır - yaklaşık 75,000 gen "kayıptı" - ve bilim insanları, geçmişte inandıklarına dair zor bir veriyi kabul etmek zorunda kaldılar. Bu projenin sonuç larından önce, genlerimiz ve proteinler arasında bire-bir uyum olduğu düşünülüyordu. Diğer bir deyişle, bedenlerimizdeki proteinlerin her biri, içinde o proteini meydana getirmek için talimatlar barındıran tek bir genden geliyordu. İ GP tamamlandıktan sonra, bu fikrin bir nebze sapmış olmadığı ortaya çıktı; fikir tamamen yanlıştı! Bu hatanın sebebi, proteinler ve genler arasında birebir ilişkinin var ol duğu inancıydı - bilim insanlarının 20. yüzyılın ortaların da yaptığı ve sonra üzerine bütün bir inanç sistemi kurduğu yanlış bir varsayım. Sonuçta bilim insanları bir konuyu daha açıklığa kavuşturmak zorundaydı: eğer bizi Le Fanu'nun meyve sinekleri ya da bir tarla faresi gibi daha basit yaşam formlarından ayıran bu kadar az sayıda gense, o zaman bizi eşsiz kılan şeyin ne olduğu konusunda da yanılıyorlardı. Gen-haritalandırma ekiplerinden birine öncülük eden bir şirketin başkanı Graig Venter bu sorunu şu sözleriyle orta ya koydu, " İnsanda, farede olmayan yalnızca 300 ayrıcalıklı gen var. "7 Ekibinin buluntularını bir adım öteye taşıdı ve şöyle dedi, "Bu bana, genlerin bizi biz yapan şeyin ne oldu ğunu açıklayamayacağını gösteriyor. " 8 Dolayısıyla bu, yanlış bir varsayımın yaratabileceği ikile me ve bu ikilemin nelere yol açabileceğine güzel bir örnek tir. Bizi sıradan bir fareden ayıran 300 genle, bizi bu kadar farklı yapan şeyi bulmak için nereye bakarız? Eğer, delillerin gösterdiği gibi, fark DNA'nın kendisinde değilse, o zaman nerede? Bu sorular, bazılarının bizi geri dönüşü olmayan bir yola götüren olasılıkların "Pandora'nın kutusu" adını verdi ği şeyi açtı. Şimdi bilim insanları bu soruları yanıtlamak için 53
D E Rİ N G E RÇ E K
bedenin DNA'sının ötesine bakmalıdırlar. B u d a bizi, geç mişte bilimin gitmeye isteksiz olduğu, ölçülmeyen alanlar ve görünmeyen kuvvetlerin dünyasına götürür. En nihayetinde, bizi diğer yaşam formlarından bu kadar farklı yapan şeyi keşfetmenin anahtarının en eski gelenek lerimizin ve derinlerde yer eden inançlarımızın kalbinde ol duğunu bulabiliriz. Neredeyse evrensel bir şekilde bu kay naklar bize, ebediyette bize karışan gizemli bir varlığın özel " kıvılcımıyla" ve fiziksel dünyamızın ötesinde, bizim göre mediğimiz bir şeyle kaynaştığımızı söylerler. Bizi Dünya üze rindeki diğer yaşam formlarından ayıran şey bu kıvılcımdır. Le Fanu'nun yorumlarının ve fareler ve meyve sinekleri tartışmasının özü şudur: Gerçekten doğru iz üzerindeysek ve gerçekten doğru soruları soruyorsak, o zaman neden anlayı şımızdaki büyük uçurumlardan bazılarını kapatmayı başa ramadık? Neden insan bilincini açıklayamıyor ya da klasik fiziği kuantum fiziğiyle buluşturamıyoruz? Neden ana rah minde yaşamın ne zaman başladığı sorusu hala bir sırdır? Ve neden şimdi tarihlerinin son buzul çağına kadar uzandığını bildiğimiz eski medeniyetlerin kimler tarafından kurulduk larını bilmiyoruz? Dünyada kendimizi düşündüğümüzde, yanlış iz üzerinde olmak bir yana, bizi yanlış bir yöne sürük leyen o yanlış izde çıkmaza girmiş olmamız mümkün mü ?
Yeni Buluşlar mı, Eski Buluşlann Geliştirilmesi mi? Bu bilgi boşlukları, pek çok insanın bilimsel araştırmalara döktüğümüz servetlerin giderek daha az geri dönüş sağladı ğına dair düşünceleriyle bir araya geldi ve bazı eleştirmenle rin önemli bilimsel ilerlemelerdeki mevcut durgunluğu bir tür 54
YA N L I Ş VARSAY I M L A R I N D E R İ N G E R Ç E G İ H E R Ş E Y İ D E G İ Ş T İ R E N B U L U Ş L A R
bekleme kalıbı olarak görmelerine neden oldu. Diğer bir deyiş le, genetik ve bilgisayar teknolojisi gibi bilim uygulamalarında ileriye doğru sıçramalar kaydediyor olsak da, bu ilerlemeler daha çok halihazırda bildiklerimizin önemli tasfiyeleridir. Bun lar, çoktan gerçekleşmiş bilimsel ilerlemelere dayanırlar. Bilgi depolama, telekomünikasyon ve mikro-işlemci hı zıyla- ve içlerindeki bilgi işlem gücü büyürken bilgisayar ların boyutlarının giderek küçülmesi - ile ilişkili teknolojik ilerlemeler, dünyamıza yeni ışık tutan buluşlardan ziyade, halihazırda anlaşılmış ilkeler dahilindeki ilerlemelerdir. Mikroçipler buna harika bir örnektir. Bilgisayarları mümkün kılan mikroçipler 1 958 yılında geliştirildi. Bilgiyi, fiziksel bir alanda depolanması ve fizik sel araçları bağlayan fiziksel kablolar aracılığıyla aktarılması gereken enerji olarak gören zamanın bilimsel düşünce yapı sına dayalıydı. Bu fikirlerle birlikte, ilk ticari çipin bu görevi gerçekleştirmesi için yalnızca bir transistöre ihtiyacı vardı. Ve günümüzün ileri mikroçip teknolojisi, 1 958 yılında üretilen ilk çiplerin teknolojisinden çok daha sofistike olsa da ( bazıları 125 milyondan fazla transistör içermektedir) yeni çipler, bil ginin bir yerde depolanması gereken bir "şey" olduğu fikrini modernize etmek için yapılmış bir iyileştirme, yeni materyal lerin kullanımıyla gerçekten muhteşem ve güzel bir tasfiyedir. Ancak mikroçip teknolojisinin eski enerji fikirlerine da yanarak iyileştirildiği dönemde, kuantum buluşları bilim insanlarına, içinde yaşadığımız dünyanın tamamen enerji ol duğunu gösterdi. Ve dünyanın enerjisi başlı başına bilgidir. Diğer bir deyişle, bilgi her yerdedir, her şey olan enerjinin içindedir. Bu engin anlayış bize, kitaplarımızın ve iletişim ci hazlarımızın dijital verilerinin "şeyler" olarak fiziksel yerler de tutulmak ve saklanmak zorunda olmadığını söyler. 55
D E Rİ N G E RÇ E K
Bunun yerine bilgi bir çipin sınırlarının ötesinde, kuan tum teorisinin gerçekliğin temeli olarak tarif ettiği yerde, ku antum alanında saklanabilir. Burada, alanı olduğu şey yapan özellikler (holografi ve dolanıklık), günümüz üreticilerinin baş belası olan uzaklık ve yer kısıtlamalarının, tam anlamıy la ortaya konmuş kuantum hesaplamasıyla kaybolacağı an lamına gelmektedir. Bilgi halihazırda mevcuttur. Teknoloji halihazırda var dır. Ve MIT'de mekanik mühendisliği profesörü olan Seth Lloyd gibi ileriyi düşünen vizyoner bilim insanları kuantum hesaplamasının laboratuvar ortamında mümkün olduğunu göstermiş olsalar da, bu tip olasılıklara geniş ölçekte kucak açmak için gereken en büyük değişimin teknolojinin kendi sinden çok, teknolojiyi düşünme biçimimizde olduğunu fark edebiliriz. Daha çok bilim insanının yaşam ve evren hakkın daki büyük soruları yanıtlamasının önündeki engel, yanlış varsayımlara dayalı teorilerin kabul edilmesidir.
Odada Filler Yar Bazı bilim insanları bilimin çıkmazda olup olmadığını sorarken, bir kısmı da bilimin bizi yüzüstü bırakıp bırak madığını sormaktadır. Dünyamızı anlamlandırma arayışla rımızda yardım için başvurduğumuz her türlü inanç siste minde olduğu gibi, bununla birlikte gelen bir olgunluk eğrisi vardır. Ö rneğin 3. yüzyılda Hıristiyan kilisesi ilk kez ortaya çıktığında, yeni dinin insanoğlunun varoluşuna dair en de rin soruları yanıtladığı inancı vardı. Din olgunlaştıkça ve o dinin takipçileri kendi anlayışlarında geliştikçe, inançlar de ğişti. Kilise hala aileler ve toplumlar için güçlü bir toplumsal 56
YA N L I Ş VARSAY I M L A R I N D E R İ N G E RÇ E G İ H E R Ş E Y İ D E G İ ŞT İ R E N B U L U Ş L A R
çekirdek sağlasa da, günlük yaşamın sorularını fayda sağla yacak şekilde yanıtlama becerisi kuşkuludur. Bilimin faydaları sayesinde, büyük olasılıkla dünyamız daha iyi bir dünyadır ve biz daha iyi hayatlar yaşıyoruz. Bi lim kuşkusuz doğru yerlere ulaştı ve hepimiz - tıptaki iler lemelerin yaşamlarımıza yıllar, hatta on yıllar katması gibi - bazı bilimsel atılımlardan fayda sağlıyoruz. Ama bilimsel görüşteki uçurum ve tutarsızlıkların, yaşam ve doğanın sır larını çözme arayışımızda inatçı engellere dönüştüğü diğer yerler de vardır. Bunlar odadaki mecazi fillerdir: bilimsel inançların temelini oluşturan eksik teoriler... tam anlamıyla açıklanmamış olmalarına rağmen, kendimize dair düşünce lerimizi etkileyen çözümlenmemiş sorunlar. Genler ve proteinler arasındaki sözde birebir ilişkiye ve şimdi bu ilişkinin var olmadığını bilmemize ek olarak bilim odasındaki diğer fillerden bazıları, kuantum dolanıklığını mümkün kılan enerji alanını açıklayamama, evrim teorisi nin yaşamın köklerini ve insanoğlunun köklerini açıklaya maması ve geçmişteki gelişmiş medeniyetlerin döngüsel bir medeniyet modeli olarak varlıklarını kabul etmemesidir. Geleneksel düşüncenin varoluşumuzun en derin sırlarını çözmeyi başaramamış olması, gerçekliğimizin temeli olarak kullandığımız şeye uzun bir kuşku gölgesi düşürmektedir. Bilimsel metot, yeni deliller mevcut bir düşünme biçimini desteklemeyi bıraktığında, düşünme biçimini "yeniden dü şünmenin" zamanının gelmiş olduğunu söyler.9 Ve bizi eski inançlarımızdan uzaklaştıran buluşların sayıca artmasıyla, geçmişte çelişkili olduğu düşünülen bilimsel bulguların göz ardı edilmesi artık mümkün değildir; bu bulgular yaygın bi lime dahil edilmelidirler. Gelecek bölümlerde göreceğimiz gibi, belirli varsayımlar, bizi dünyaya ve dünya içindeki ro57
D E Rİ N G E RÇ E K
lümüze dair gerçek anlamda sürdürülebilir bir görüşe doğru ilerlemekten alıkoyan inançlar kategorisine girerler. Bilimin bizi ve dünyamızı tanımlama biçimindeki krizle ri uzlaştırmak, fizikçilerin yüz yıl önce yaptıkları şeyi bizim 2 1 . yüzyılın başlarında yapmamız gerektiği anlamına gelir. Nasıl onlar kuantum teorisi bulgularına uyum sağlamak için düşüncelerini değiştirmek zorunda kaldılarsa, bizim de bilimin en değerli inançlarından bazılarını altüst eden yeni deliller için yer açmamız gerekmektedir. Bunu yapma konu sundaki başarısızlığımız bizi, bugün kendimizi bulduğumuz yıkıcı yoldan aşağı sürükleyen inançlara ve yaşam biçimleri ne hapsedecektir.
Bilimin Yanlış Varsayım/an Kendimize dair düşünce biçimimizdeki bir devrim dün yayı kasıp kavurmaktadır. Bu devrim bizi, kökenimizin, geçmişimizin, ne zamandır burada olduğumuzun ve nereye gittiğimizin hikayesini yeniden yazmaya zorlar. Devrim 20. yüzyılın başlarında başlamış olsa da, günlük rutinlerini ya şayan, yaşamlarını hayat ve evrenin nasıl işlediğini anlamaya adamış olan bilim insanları grubuna dahil olmayan sıradan insanlar bu devrimi fark etmedi. Ö rneğin ileri buzul çağı medeniyetlerini tarihin gelenek sel zaman çizelgesine oturtmak için bocalayan arkeologlar ve doğanın "en güçlü olanın hayatta kalmasından" ziyade işbirliğine dayandığını gösteren 400'den fazla değerlendir meli çalışma yayınlayan biyologlar için, düşüncede devrim büyük ölçekli bir deprem hissi yaratır. Bu devrim, geleneksel bilimin en favori inançlarının bir kısmını dengelerken yeni 58
YA N L I Ş VARSAYI M L A R I N D E R i N G E R Ç E G İ H E R Ş E Y İ D E G İ Ş T İ R E N B U L U Ş L A R
fikirlerin "standartların ötesindeki" niteliklerini kaydeder. Ardında geniş bir modası geçmiş öğretiler yığını bırakır, uzun zamandır var olan geleneklerin yeniden değerlendi rilmesini gerektirir ve sayısız kariyerin mirasını yok eder. Sebep mi? Buluşlar, yüzyıllar boyunca evreni ve evrendeki rolümüzü açıkladığına inandığımız bilimsel "verilerin" pek çoğunun kusurlu olduğunu göstermiştir. Evrenin ve evrenle olan ilişkimizin hükümsüz paradig ması, yeni deliller ışığında veri olarak öğretilmesi mümkün olmayan bir dizi bilimsel varsayıma - yanlış varsayıma da yandırılmıştı. Bunlara dair bazı örnekler şunlardır: -
•
Yanlış Varsayım 1: Medeniyet yaklaşık olarak 5,000 ila 5,500 yaşındadır.
•
Yanlış Varsayım 2: Doğa "en güçlü olanın hayatta kalma sı" esasına dayanır.
•
Yanlış Varsayım 3: Evrimin rastlantısal olayları insan kö kenini açıklar.
•
Yanlış Varsayım 4: Bilinç fiziksel dünyamızdan ayrıdır.
•
Yanlış Varsayım 5: Şeyler arasındaki alan boştur.
Günlük yaşamı - kendimizi ve ailelerimizi nasıl önem sediğimizi, sorunlarımızı nasıl çözdüğümüzü, yaptığımız tercihleri - düşündüğümüzde, gerçek olarak kabul ettiğimiz şeylerin çoğunun, 300 yıl önce başlayan çağdışı bir bilimin kalıntıları olan bu yanlış varsayımların temel inançlarına dayandığını görürüz. Zamanın tam da bu noktasında, dün59
D E R İ N G E RÇ E K
yanın kendini kaydedilmiş tarihin en büyük savaş, ıstırap ve hastalık krizleriyle karşı karşıya bulması tesadüf olmayabi lir. Kulağa makul gibi gelen kimyasal kökenimize, Dünyaya nispeten yakın bir tarihte gelmiş olmamıza ve doğadan ayrı olmamıza dair bu fikirler bizi, evrende toz tanelerinden bi raz daha fazla olduğumuza inanırdı. Yaşamın büyük krizleriyle karşı karşıya kaldığımızda, kendimizi sevdiklerimize ve kendimize yardım edemeyecek kadar çaresiz ve güçsüz hissediyor olmamız sizi şaşırtıyor mu? Dünyamızın çok hızlı değiştiğini ve altüst olduğunu söylediklerini duyduğumuzda, kendimizi yine bir o kadar çaresiz hissediyor olmamız şaşırtıcı mı? İlk bakışta, farklı düşünmemiz için, kendimiz veya olaylar üzerinde herhan gi bir kontrol sahibi olduğumuzu düşünmemiz için hiçbir sebep yok gibi görünüyor. Sonuçta, geleneksel ders kitapla rımızda ya da dünyayı görmenin geleneksel yolunda başka herhangi bir şeye olanak veren tek bir şeye rastlamıyoruz . . . Ancak bu, 2 0 . Yüzyılın son yıllarındaki yeni keşiflere baktığımızda değişmektedir. Her ne kadar paradigmaları altüst eden araştırmaların sonuçları öncü teknik dergilerde yayınlanmış olsa da, bu yayınlar genelde bilimin karmaşık dilinde paylaşır ve anlamlarının gücü bilimle içli dışlı olma yan sıradan insanların gözünden kaçar. Ortalama, bilimle uğraşmayan insanlar yeni keşiflerin etkisini hissetmezler, çünkü onlar sohbetin dışında kaldıklarını hissederler. Ve bi zim devrimimizin sahneye çıktığı an bu andır. Bilimsel imgelemenin ilk üç yüz yılı, bizi bir dizi mucize vi biyolojik "sürprizle" meydana gelmiş ve sonra kendimizi içinde bulduğumuz acımasız dünyadan ayrı bir şekilde güçsüz kurbanlar olarak 5,000 yıllık bir medeniyeti sürdürerek ha yatta kalmayı başarmış önemsiz varlıklar olarak gösterdi. An60
YA N L I Ş VARSAY I M L A R I N D E R İ N G E R C E G İ H E R Ş E Y İ D E G İ Ş T İ R E N B U L U Ş L A R
cak yeni bilim oldukça farklı bir şeyden söz ediyor. 1 990'ların sonlarında ve 2000'li yılların başlarında, çoklu incelemeler den geçmiş bilimsel çalışmalar şu verileri ortaya koydu: •
Gerçek 1 : Geleneksel zaman çizelgeleri tarafından öngö rülen 5,000 ila 5,500 yılla kıyaslandığında, medeniyet en az iki kat daha eskidir.10
•
Gerçek 2: Doğa hayatta kalmak için rekabete değil, işbir liği ve karşılıklı yardımı esas alır.11
•
Gerçek 3: İ nsan yaşamı zeki bir tasarımın kusursuz işaret lerini göstermektedir.12
•
•
Gerçek 4: Duygularımız, içinde yaşadığımız enerji deni zinde neler olduğunu doğrudan doğruya etkiler.U Gerçek 5: Evren, dünyamız ve bedenlerimiz, "dolanıklık" olarak bilinen bileşikliği mümkün kılan ortak bir enerji alanından - bir matristen - oluşur.1 4
"Deliliğin" aynı şeyi aynı şekilde tekrar tekrar yapmak ve farklı sonuçlar beklemek olduğu söylenir. Zamanımızın eşi benzeri görülmemiş krizlerini çözmeye kalkışmak için onlara en başta krizlere zemin hazırlayan aynı inançların gözlerinden bakmak pek mantıklı değildir. Bunu şimdi, bu inançların artık doğru olmadıklarını bilirken yapmak hiç mantıklı değildir. Zamanımızın zorluklarıyla baş etmek için, kendimiz hak kında son üç yüz yıldır yaptığımızdan farklı bir şekilde dü �ünmeye istekli olmalıyız. Ve bunu yapmak, bilimsel çalış maların bir alanındaki buluşları bir diğer alanından saklayan 61
D E Rİ N G E RÇ E K
geleneksel sınırların bir kısmını aşmak anlamına gelir. Bunu yaptığımız zaman, muazzam bir şey gerçekleşmeye başlar.
Bilim Yantldı... Öyleyse O Hakltydı! Modern dünyamızı geçmişle bağlayan bir bilgi zıncırı vardır ve bu zincir her kırıldığında, kendimize dair değerli bilgiler kaybederiz. Zincirin tarihte en az iki kez kırıldığını biliyoruz: biri Roma işgali sırasında Mısır'daki Büyük İsken deriye Kütüphanesi yangını ve sonrasında 4. yüzyıla ait İncil düzenlemelerinin yanıp yok olması. Benim düşünceme göre, bilgi kaybolmadan önce var olan orijinal öğretilere ne ka dar yaklaşabilirsek, atalarımızın bilip de bizim unuttuğumuz şeyi o kadar net bir şekilde anlayabileceğiz. Hayatımın büyük bir bölümünde, eski ve doğal bilgeliğin kaynaklarını bulabilmek için modern dünyanın bozamadığı yerler araştırdım. Yolculuğum beni Dünya üzerinde kalan en etkileyici bölgelere götürdü. Tibet platosundaki görkemli manastırlar ve Mısır ve Güney Peru dağlarındaki mütevazı manastırlardan, Ö lü Deniz'in kurtarılan metinlerine ve dün yanın dört bir yanındaki yerli insanların kulaktan kulağa aktarılan hikayelerine kadar, hikayeler dinledim ve kayıtlar inceledim. Her ne kadar karşılaştığım geleneklerin her biri bir diğerinden farklı olsa da, her birimi geçmişimizin kolek tif dokusuna işleyen ortak temalar mevcuttu. Ö ne çıkan temalardan biri doğa ve dünyamızla olan ve derinlikleri yakın zamanda modern bilimin diliyle doğrula nan ilişkimizdir. Tekrar tekrar sorduğum soru şudur: madem atalarımız yeryüzüne ve onunla olan ilişkimize dair bu kadar derin bir anlayışa sahipti - ve bilim şu anda bu ilişkiyi doğ62
YA N L I Ş VAR SAYI M L A R I N D E R İ N G E R C E G İ H E R Ş EY İ D E G İ Ş T İ R E N B U L U Ş L A R
rulayabiliyor - öyleyse geçmişin ileri medeniyetlerinin bilip de bizim unuttuğumuz şey ne?
Derin Gerçekler Albert Einstein'la yaptığı bir sohbet sırasında, Nobel ödüllü fizikçi Niels Bohr, bizim "gerçek" olarak düşündüğü müz şeyle tezat içeriyor gibi görünen bir şey paylaştı. Bohr nasıl iki farklı gerçek türü olduğunu söyledi: " Bir türe ait ifadeler öyle basit ve açık ki aksi iddia hiçbir şekilde savunu lamaz. Diğer tür - sözde derin gerçekler - aksinin de derin gerçek içerdiği ifadelerdir. " 15 Her şeyin diğer her şeyden ayrı olduğu bilimsel inancı, 1 887 yılında Michelsen-Morley deneyiyle ortaya koyan bir derin ger çek örneğidir.16 Bu bilim dünyasında, evrensel bir enerji alanı nın var olan tüm şeyleri birbirine bağlayıp bağlamadığı sorusu nu netliğe kavuşturmak için gösterilen çabaydı. O dönemdeki düşünce, evrensel bir enerji alanı varsa, bunun hareket halinde ki bir alan olması gerektiği ve dolayısıyla onun hareketini tespit etmenin mümkün olması gerektiğiydi. Deneyin sonuçları dönemin bilim insanları tarafından böyle bir alanın var olmadığını göstermek için yorumlandı. Sonuçların açıklaması - bilimsel varsayım - her şeyin diğer her şeyden ayrı olduğuydu. Bu, bir yerde olan bir şeyin bir başka yerde olan bir şey üzerinde çok az etkiye sahip oldu ğuydu, tabii herhangi bir etkisi varsa. Michelson-Morley deneyinin sonuçları, bilimsel teorinin ve sınıf öğretilerinin temelini oluşturdu. Pek çok nesil, her şe yin diğer her şeyden ayrı olduğu bir dünyada yaşadığımıza inanarak büyüdü. Bu inanç, kendimize ve dünyayla olan iliş63
D E Rİ N G E RÇ E K
kimize dair düşüncelerimizden, bazı insanları hiçe sayarak di ğerlerini yücelten ekonomik sistemlere kadar yaşamlarımızın ve medeniyetinin pek çok alanında kendini göstermektedir. Neredeyse yüz yıl boyunca, Michelson ve Morley'nin varsa yımları (deneye isimleri verilen iki bilim adamı) veri olarak kabul edildi ... ta ki deney 99 yıl sonra tekrar edilene kadar. 1 986 yılında, E. W. Silvertooth isimli bir bilim adamı, Amerikan Hava Kuvvetleri tarafından desteklenen bir ça lışmada Michelson-Morley deneyini tekrar etti. " Ö zel İza fiyet" ismiyle Nature dergisi sonuçları yayınladı. Michelson ve Morley'nin zamanlarında kullandıklarından çok daha hassas ekipmanlar sayesinde, Silvertooth alanda hareket tes pit etti. Ve bu hareket, tıpkı Michelson ve Morley'nin bir yüzyıl önce tahmin ettiği gibi, Dünya'nın boşluktaki hareke tiyle ilişkiliydi.17 Bu deneyi burada paylaşmamın sebebi, bir dönemde doğru kabul edilen bir derin gerçeğin daha sonra nasıl değişebildiğini göstermektir.
Derin gerçekler, aksinin de derin bir gerçek içerdiği ifadelerdir.
Bugün bizi toplumun tüm seviyelerinde ayıran şey, geç mişin derin gerçekleri ( uzun zamandır doğru olarak kabul ettiğimiz yanlış varsayımlar) ve yeni keşiflerden ortaya çı kanlar (o eski " doğruların" yanlış olduklarını ortaya koyan lar) arasındaki engin ve gizemli ilişkidir. Bu bölünmeler ulus lar arasındaki terörizm ve savaşlardan aileler olarak bizleri parçalayan çelişkili inançlara kadar her şeye yansır. Kontrol edilmedikleri takdirde, dünyamız için açık ve gerçek bir teh dit teşkil ederler. 64
YA N L I Ş VARSAY I M L A R I N D E R İ N G E R C E G İ H E R ŞEYİ O E G İ Ş T İ R E N B U L U Ş L A R
İleriki bir zamanda, Bohr derin gerçekler paradoksunu daha basit kelimelerle şöyle açıkladı: "Her derin gerçeğin yadsımasının yine bir derin gerçek olması, her derin gerçe ğin ayırıcı özelliğidir. " 1 8 Yukarıdaki örnekte, aksini derin bir gerçek yapan şey, Bohr'un eski bilimsel varsayımın "yadsı ması" dediği şeydir (yani yeni deliller ışığında doğru olma dığı anlaşılan keşif). Ve yeni bir buluş haberinin iki tarafı keskin kılıç olduğu nokta burasıdır. İyi haber şu ki, yeni bilgi bize, şeyler hakkında düşün menin daha güncel ve büyük olasılıkla daha doğru bir yo lunu verir. Olumsuz tarafıysa, tüm paradigmaların haliha zırda yanlış varsayımlar üzerine kurulu olmasıdır. Eğitim kurumları tarafından onaylanan ve sınıflarımızda öğretilen müfredattan yaşamları paradigmayı öğretmeye adanmış öğ retmenlerin, yazarların ve akademisyenlerin kariyerlerine kadar - siyasi kararlar ve ülkelerin en yüksek mahkemele rinde yasalara dönüştürülmüş politikalar dahil - her şey kül türümüzde "doğru" olan kabul edilenler üzerine kuruludur. Ö rneğin küresel ısınma konusundaki inançlarımızın da tam olarak bu derin gerçek kategorisine girdiğini öğrenebiliriz. Derin bir gerçeği ortaya çıkarmak için halihazırda yerle şik olan pek çok yasal, siyasi ve akademik sisteme yeniden düzen vermek bazıları için boyunu aşan bir iş olabilir. Ö te yandan, bunu yapmadan karşı karşıya olduğumuz büyük krizleri aşmayı nasıl umut edebiliriz? Açıkça görülüyor ki, yaşamlarımız ve dünyamız karşısındaki en büyük tehdit, uğ runda savaştığımız ve öldüğümüz inançlarda saklıdır, çünkü bu inançlar geçmişle ilgili varsayımlar üzerine kurulur. Tam da bu sebepten, varlığımızı sürdürmenin anahtarı, doğamı zın derin gerçeklerini ortaya çıkarmakta gizlidir.
65
D E R İ N G E RÇ E K
Bilgi Piramidi Her şeyin bir anlam içerdiği ve diğer her şey için anlamlı olan bir dünyada yaşıyoruz. Okyanuslarda olanların, dağ ların iklimi için bir anlamı vardır. Bir nehirde olan şeyin, yaşamak için o nehre bel bağlamış yaşam için anlamı vardır. Oturma odalarımızda ve aile yemeklerinde inançlarımızı ifa de ederken yaptığımız tercihlerin hayatımızdaki insanlar için olduğu kadar, dünyanın diğer ucunda yaşayan insanlar için de anlamı vardır. Doğa dünyasında, yaşamın bir parçasını diğerinden ayıran hiçbir sınır yoktur. Tam da bu sebepten, evreni ve doğayı incelerken neden sınırlar yarattığımızı hiç bir zaman anlayamamışımdır. Ö rneğin bizler jeolojiyi fizikten ayrı bir alan olarak düşü nür ve biyolojinin günlük yaşamdan bağımsız olduğunu ha yal ederiz. Bu ayrım, bir üniversitedeki birkaç sene boyunca taş ve canlılar üzerinde yapılan çalışmaları kolaylaştırıyor gibi görünse de, bir noktada bu çalışmaların yaşamlarımızda faydalı bir hale gelmeleri için, onları günlük yaşantımızın ve gerçekliğimizin birer parçası olarak düşünmeye başlamak zorundayız. Ve dünyamızın bilimsel çalışmalarının, bir bilgi türünün bilginin diğer türleriyle ilgili olması üzerine kurulu tamamen yeni bir paradigmaya dönüştüğü yer burasıdır. Bilimsel disiplinler açısından bakıldığında bir hiyerarşi va� dır. Bazen bu ilişkiyi ters duran bir piramit olarak hayal etmek faydalı olabilir. Piramidin en küçük parçası, en alttaki kapak taşı, üzerine konan her şeyin anahtarıdır. Bilim dünyasında bu kapak taşı matematiktir. Bu sebepten, dünyanın ilk bilim in sanlarından biri olan Galileo Galilei'nin sözleri bugün, en az 500 yıl önce yazıldıklarında olduğu kadar doğrudur. Galileo evrenin "her daim gözlerimizin görebileceği şekilde açık, ama 66
YA N L I S VARSAY I M L A R I N D E R İ N G E R Ç E G İ H E R Ş E Y İ D E G İ Ş T İ R E N B U L U Ş L A R
yazıldığı dili bilmedikçe ve karakterleri yorumlayamadıkça anlaşılması imkansız olan dev bir kitap gibi" olduğunu söyler. " Bu kitap matematik dilinde yazılmıştır. " 19 Kuşkusuz matematik bilgimiz, Şekil 2.2'de görüldüğü üze re, piramitte adım adım yukarı çıktıkça bilginin her bir ala nında neler olduğunu açıklamamıza yardımcı olan bir araçtır.
Psikoloji Biyoloji Jeoloji Kimya Fizik Matematik
Şekil 2.2. Bilimler arasındaki ilişki, hiyerarşilerini gösterecek şekilde bir bilgi piramidi olarak ifade edilmiştir. Matematik, diğer her alt bilimin esas aldığı temeldir. Bu ilişkiyi akılda bulundurarak, gerçek anlamda bilimselliği koru mak için, piramidin herhangi bir seviyesir.deki bir bilimsel anlayış değişikliği nin üzerindeki her bilim tarafından nasıl dikkate alınması gerektiği ortadadır.
Matematikten sonra, piramidin bir sonraki bilgi katma nını fizik oluşturur. Matematik fikirleri doğanın kuvvetle rine uygulandığında, bunlara evrenin "yasaları" adını veri riz. Ardından bu şeyler - yerçekimi, ışık hızı, vs. - kimya bilimine, modelimizdeki bir sonraki katmana uygulanır. Kimya aracılığıyla, evrenin kuvvetleri dünyamızın temelini 67
D E Rİ N G E RÇ E K
yaratmak için doğanın elementlerine göre hareket eder ve biz buna jeoloji adını veririz. Doğrudan veya dolaylı olarak, her bilgi alanının ifadesi, yaşamın dünyamızda ifade edilme şeklini değiştirir. Biyoloji o yaşamın bilimidir ve biyolojinin hemen üzerinde psikoloji, yani yaşamın neden olduğu gibi davrandığını anlamamıza yardımcı olan bilim bulunur. Bu basit tabloda iki şey apaçık karşımızdadır: ( 1 ) her alan doğada hayati bir rol oynar ve altındaki tüm alanlarla doğrudan doğruya ilişkilidir ve (2) yeni keşifler hiyerarşi nin herhangi bir noktasında kendimize dair düşüncelerimizi değiştirdiğinde, onun üzerindeki her şey bu yeni düşünce yi yansıtmalıdır. Ö rneğin, fizikte kuantumun bağıntılı olma (yerbilmezlik) ilkeleri ortaya çıktığında, piramitte fiziğin üzerinde yer alan her bilimsel disiplin, bu anlayışı yansıtacak şekilde değişmiş olmalıydı. Ve her ne kadar kimya bu fikir leri benimsemeye ve onları sınıflarda sunmaya başlamış olsa da, biyoloji hala kalbin manyetik alanı gibi biyo-alanların yerel olduğunu ve bedenin ötesindeki dünyada çok az etki bıraktığını öğretmektedir. Dünyamızı incelemek için seçtiğimiz bölümlere ayrılmış bu yolda, bilim kendine ayak uydurmak için daimi bir mü cadele içindedir. Ve geçmiş bir ölçütse, bilimsel disiplin tab loda ne kadar yüksekse, yeni keşiflerin o alanda yer bulması o kadar uzun zaman alacaktır. Bilimin faydalarını görmenin anahtarı tamamen bizle ve keşfettiklerimizi uygulama konu sunda bilgeliğimizle ilişkilidir. Evrim biyoloğu olan E. O. Wilson'ın sözlerine kulak ve rin: " Bilgelik açlığı çekerken bilgi içinde boğuluyoruz. Bun dan böyle dünya birleştiriciler, doğru bilgiyi doğru zaman da bir araya getirme, o bilgi üzerinde eleştirel düşünme ve akıllıca önemli kararlar alma becerisine sahip insanlar tara68
YA N L I Ş VARSAY I M L A R I N D E R İ N G E R Ç E G İ H E R Ş E Y i D E G I Ş T İ R E N B U L U Ş L A R
fından yönetilecektir. "20 Tekerleğin icadından (ulaşım veya işkence için kullanılabilirdi) silahların icadına kadar (top luluklar için gıda sağlayabilir ya da savaşta başka insanları öldürmek için kullanılabilirdi), bilgi ve bilgelik arasındaki gerilim, uzun zamandır başımızda olan bir türlere-yayılmış mücadele gibi görünmektedir. Daha sonra neden mücadele ettiğimizin ve neden müca delemizin sona yaklaşmış olabileceğinin sebeplerine göz ata cağız. Şimdilik, bilimin değerinin başarısızlıklarıyla daha az, onu nasıl kullandığımızla, ondan ne beklediğimizle ve bilgi ve bilgelikle olan ilişkimizle daha çok hesaplanabileceğini söylemekle yetineceğiz.
Bilgi ve Bilgeliğin Öiesinde: Sağduyu 20. yüzyıl her anlamda Dünya insanları için çılgın bir dö nemdi. 1 900 ve 2000 yılları arasında, 1 . 6 milyardan 6 milyara çoğaldık, iki dünya savaşı geçirdik, 44 yıllık bir Soğuk Savaş süreci ve 70,000 bir-parmak-hareketiyle-fırlatılmaya-hazır nükleer bomba atlattık, yaşamın DNA kodunu çözdük, ayda yürüdük ve en nihayetinde ilk insanları uzaya götüren bilgisa yarları çocukların oyuncakları gibi göstermeyi başardık. Bu, 5,000 yıllık kaydedilmiş tarihimizde, en hızlı nüfus artışının görüldüğü ve en ciddi yok olma tehdidiyle karşı karşıya kal dığımız 1 00 yıldı. Pek çok tarihçi 20. yüzyılı bilgi çağı olarak görür ve bunun sebebini anlamak hiç zor değildir. Doğa ve yaşam hakkındaki bilimsel keşifler arasında, geç mişimiz hakkında da büyük keşifler yaptık. Yüzyılın ortala rında, üç büyük dünya dininin temelindeki kavramları ele alan yazılı kayıtlar bulundu. Mısır, Sümer ve Meksika'nın 69
D E Rİ N G E RÇ E K
Yucatan yarım adası gibi yerlerden insan eliyle yapılma nes nelere yeni yorumlar getirildi. Kuşkusuz son yüzyıl geçmişi mize dair bilgilere erişim dönemiydi. Ve kuşkusuz tarihimize daha çok ışık tutmak için yeni keşifler yapmaya devam ede cek olsak da, bu yeni yüzyılda, kendimizi büyükanne ve bü yükbabalarımızın yaşadığından çok daha farklı bir dünyada bulacağımız da açıktır. 2 1 . yüzyıl bilgelik çağı, yarattığımız dünyada varlığımızı sürdürmek için öğrendiğimiz şeyleri uygulamaya mecbur ka lacağımız bir zaman olarak görülecektir. Bunu yapmak için, sorunlarımıza geçmişte olduğundan farklı bir biçimde yak laşmak zorunda kalacağız. Tüm bildiklerimizi alıp bunları yeni, yaratıcı ve yenilikçi yollarla kullanmamız gerekecek. Ama bunu yapmak, bilimsel teori, kanıt ve veri kitaplarında ender söz edilen türden başka bir bilgi gerektirecektir. Bizi diğer yaşam formlarından ayıran beceriyi kullanarak bilimsel bilgi verileri üzerinde oynamalar yapmak zorunda kalacağız. Geçmiş nesillerin "sağduyu" adını verdikleri şeyi kullanmamız gerekecek. Ancak sağduyu terimi, bizim onu anlamlandırdığımız kadar sıradan olmayabilir. 13u daha çok sistematik ve organize bir süreçten gelen, pek çok bilgi kaynağından aldığımız bilgi parçacıklarını dik katli düşündüğümüz, hepsini bir araya topladığımız ve karar vermeden önce dikkatli bir şekilde tarttığımız bir düşünce tipidir. Ve nihai kararı vermenin eşiğine geldiğimizde, o za man soyut, genelde "içgüdü " veya "sezgisel duygu" adını verdiğimiz sağduyu faktörünü ekleriz. Bunu yapmamız iyi bir şeydir, çünkü yakın geçmişte dünya yı bir felaketten kurtaran şeyin o insana özgü karar alma niteli ği olduğu zamanlar vardır. Soğuk Savaş'ın en ateşli zamanında yaşanan bir olay, sağduyunun gücüne kusursuz bir örnektir. 70
YA N L I Ş VARSAYI M L A R l tl D E R İ N G E R Ç E G İ H E R ŞEYİ D E G İ Ş T İ R E N B U L U Ş L A R
2 6 Eylül 1 983'te, yüksek rütbeli bir Sovyet askeri olan Stanislav Petrov, bir Amerikan taarruzunun sinyallerini tes pit edebilen bir uyarı sisteminden sorumluydu. O ayın baş larında yaşanan Sovyet baskını ve sivil bir uçağın vurulup Amerikalı kongre ütesi Lawrence McDonald'ın da içinde bulunduğu uçaktaki 269 kişinin ölümünün ardından ortalık son derece gergindi. Gece yarısını 30 dakika geçe, Petrov ve komuta ekibi nin asla olmamasını umdukları şey gerçekleşti. Uyarı ışık ları yandı, sirenler çalmaya başladı ve Sovyet Balistik Füze Erken Uyarı Sisteminin (BMEWS) üzerindeki bilgisayar ekranları ABD yönünden direkt olarak Sovyetler Birliğine yaklaşan beş nükleer füze olduğunu gösterdi. Birkaç saniye içinde Petrov, o anda potansiyel bir 111. Dünya Savaşının ve insanlığın kaderinin ellerinde olduğunu bilerek, korktuğu bir karar vermek zorundaydı - taarruza karşılık vermek ya da vermemek. O ve komutasındaki ekip profesyonel askerlerden oluşu yordu. Tam da bu an için eğitilmişlerdi. Onun talimatları netti. Bir saldırı anında, Amerika'ya karşı taarruz başlatmak için konsoldaki BAŞLAT düğmesine basacaktı. Bunu yaptığı anda, tam bir savaş için tasarlanmış hatasız bir sistemi devre ye sokacağını biliyordu. Düğmeye basıldığı anda, geri dönüş yoktu. Sistem, o andan itibaren insanların yardımına yer bı rakmayacak şekilde tasarlanmıştı. "Ana bilgisayar bana [ne yapacağını] sormayacaktı," diye açıkladı Petrov daha sonra. " Ö zellikle [düğmeye bir kez basıldıktan sonra] kimsenin sis teme müdahale edemeyeceği şekilde tasarlanmıştı. " 2 1 Petrov, ekibi ve ekipman için acil durum gerçek gibi görü nüyordu. Tüm veriler doğrulandı. Sistem doğru çalışıyordu ve radar detektörlerine bakılırsa Rusya, üçüncü dünya sava71
D E R İ N G E RÇ E K
şını başlatacak bir nükleer saldırı altındaydı. Ama Petrov kuşkuluydu. Bir şeyler doğru görünmüyor du. Tespit edilen yalnızca beş füzeyle Amerika'nın tam anla mıyla taarruza geçtiği söylenemezdi ve mantıklı olmayan ta rafı da buydu. Askeri istihbaratın göz önünde bulundurduğu hiçbir senaryoya benzemiyordu. Petrov hemen harekete geçmeliydi, ama bunu yapmadan önce, neler olduğundan emin olmalıydı. Gerçekten de Sov yetler Birliğinin Amerika Birleşik Devletlerinin saldırısı al tında olduğunu hissediyor muydu, yoksa bu başka bir şey miydi ? Bir dakikadan kısa bir süre içinde kararını verdi. Petrov alarmı üstlerine ve diğer komuta birimlerine bil dirdi, ama bunun "yanlış" bir okuma olduğunu söyledi. Ve sonra bekledi. Yanıldığı takdirde, yaklaşan füzeler Rus hedeflerini 15 dakika içinde vuracaktı. Geçmek bilmeyen bir on beş dakikanın ardından derin bir oh çekildi. Hiçbir şey olmamıştı: karmaşık uydu ve bilgisayarlar ağı yanlış bir uyarı vermişti. Daha sonra konuyla ilgili yapılan bir soruşturma, okuma ların radardaki bir " bozukluktan" kaynaklandığını doğruladı. Bu hikayeyi paylaşmamın sebebi açıktır. En sofistike tek noloji Petrov'a Rusya'nın taarruz altında olduğunu söyledi ği zaman bile, Soğuk Savaş'ın en gergin dönemi olmasına ve Petrov'un bir asker olarak emirleri, protokolleri ve prosedürleri uygulama konusundaki tüm koşullanrırnsına rağmen, Stanislav Petrov tüm bildiklerini bir sağduyu ve sezgi tecrübesiyle değiş tirdi - bu bir sınıfta öğretilebilecek ya da bir hapla öğrenilebi lecek bir deneyim değildir. Bu olayda, bir adamın sağduyusu, Eylül 1 983'te III. Dünya Savaşının başlamamış olmasının se bebidir. 2 1 yıl sonra, 2004'te Petrov "dünyayı kurtaran adam" olarak tanındı ve içgüdülerine güvenme cesareti gösterdiği için 72
YA N L I Ş VARSAY I M LA R I N D E R İ N G E R Ç E G İ H E R Ş E Y İ D E G İ Ş T İ R E N B U L U Ş L A R
Dünya Vatandaşları Birliği tarafından onurlandırıldı.22 Hiçbirimizden Petrov'un 1 98 3 yılında yaptığı gibi bir karar vermek zorunda kalmamasını diliyor olsak da, kuş kusuz sağduyu bilimin parmaklarımızın ucuna getirdiği bilgiyi değerlendirme konusunda büyük bir rol oynamak tadır. Bilim ve bilimin doğru uygulanması. .. bilgi çağı ve bilgelik çağı arasındaki o boşluğu kapatmamıza yardımcı olacak bilgiyi, cömert miktarda sağduyuyla birlikte doğru bir şekilde kullanmamız gerekir. Ve bunun büyük küresel bir şekilde olması gerekmez. Hayatının son 10 yılı içinde, benim hayatınun 40 yılında ya şadığımdan daha fazla trafik kazası geçirmiş bir arkadaşım var. Neyse ki her bir kazayı nispeten hafif yaralanmalarla atlattı. Ona bu tecrübelerini sorduğumda, her hikayede sağdu yunun önemi göze çarpar. Her olayda o hep "doğru" taraf tadır. Hep yeşil ışıkta geçmiştir. Her dört yol ağzında geçiş önceliği ondadır. Ve her zaman park ettiği yer uygun bir yerdir, çünkü oraya park etmemesi için hiçbir sebep veya işaret yoktur. Dolayısıyla her olayda yasal olarak suçlu taraf olmasa da, koşullar yaptığı tercihleri yapması için en iyi koşullar olmayabilir. Diğer bir deyişle, sırf o anda yanan ışığın yeşil olması, onun gaza basmasını doğru yapmaz. Sırf bir yükle me alanının yanındaki bir kaldırımın sakıncalı bir park alanı olduğunu gösteren bir işaret olmaması, orada yükleme ve boşaltma yapan kamyonların kaldırımı dikkate alacaklarını göstermez. Her olayda, arkadaşımın sağduyusu ona tedbir li olması gerektiğini söyleyebilirdi. Arkadaşım haklı olduğu konusunda ısrarcı ve haklı da. Ama haklı olmak, güvende olmak demek değildir. Bu kulağa saçma bir örnek gibi gelebilir, ama kuralların 73
D E R İ N G E RÇ E K
nasıl yalnızca yönlendirmeler olduğunu ve mutlak güvenlik garantileri olmadığını açıkça göstermektedir. Benzer bir şekilde, bilim kuralları yeni keşifler bağlamın da hiçbir anlam ifade etmediğinde, büyük olasılıkla bunun sebebi tüm bilgilere sahip olmamamızdır. Ama sırf o bilgi lere sahip olmamamız, "her zaman bu şekilde yapıldı" diye eski yolu izlememiz gerektiği anlamına gelmez. Bilimsel dogmaları bize zarar verecek şekilde takip etme nin hiçbir anlamı yoktur. Ancak öğrencilerle dolu bir sını fa doğru olmadığını bildiğimiz fikirleri öğrettiğimiz her an yaptığımız şey budur. Gelecek bölümlerde göreceğiniz gibi, hayat, savaş ve hayatta kalma hakkındaki soruları yanıtla mak için bocalarken, bilgelik, bilgi ve bilimsel metotları sağ duyuyla birleştirmemiz son derece önemlidir. Eğer bir düşünce biçimi çıkmaza girdiyse, o zaman çizim tahtasına dönüp baştan mı başlamalı, yoksa çıkmaz yolda ilerlemeye devam mı etmeli, karar vermeliyiz. Milenyumun başlarında, İnsan Genom Projesinin tamamlanmasıyla gene tik bilimi dev bir çıkmaza girdi. Buna dair bir başka örneğe, fizikteki "Tanrı partikülü" arayışında tanık olduk. Kendimize karşı dürüstsek, dünyayı anlamamıza ve gün lük yaşamın zorluklarıyla mücadele etmemize yardımcı ola cak yanıtlar aradığımıza inanıyorum. Ve bunu yapmamız için, bilginin yeterli olmadığı gayet açıktır. Bilgelik çağına girdiğimiz şu günlerde, ortaya çıkan derin gerçeklerin bilin medik sularında dolaşmak için elimizin altında olan her şeyi kullanmak zorunda kalacağız. Bu yolculukta sağduyunun belirsiz niteliğinin hayati bir rol oynayacağına inanmaktan başka bir seçenek olmadığını düşünüyorum.
74
YA N L I Ş VARSAYI M L A R I N D E R i N G E R Ç E G i HER Ş E Y İ D E G i Ş T İ R E N B U L U Ş L A R
Neyin Doğru Olduğunu Nasıl Biliriz? Bu kitapta ele alınan fikirlerin çoğu günümüz dünyasın da "popüler" konulardır: modern zamanların en tutkulu ve bazen de en şiddetli tartışmalarını tetikleyen fikirler. Evrim teorisi, yaratılışçılık ve çocuklarımızın ders kitaplarına yazı lan şeyler üzerindeki mahkeme ve medya savaşlarından kriz zamanlarında diğer uluslara yardım etme biçimlerimize geç mişin tüm duygusal tartışmalarının ötesine geçmek için yeni keşiflerimizi değerlendirmenin istikrarlı bir yoluna ihtiyacımız vardır. Her biri bize gerçekte ne anlatmaktadır? Spekülasyo nun nerede son bulup ispatın nerede başladığını nasıl biliriz? Bir veri ve bir teori arasındaki fark nedir? Mevcut bir teorinin yerine yeni bir teori koymak için ne kadar delil gerekir? Bu soruları yanıtlamak ve her konuda elmalarla portakal ları değil, elmalarla elmaları ele aldığımızdan emin olmak için, çeşitli varsayımları haklı çıkarmak için bu popüler konularla birlikte kullanılan bazı sözcükleri - örneğin bilim, veri, teori ve kanıt gibi - açıklığa kavuşturarak başlayacağım. Değineceğim fikirlerin çoğu bilimsel keşiflere dayandığın dan, bu sözcükleri bilimsel bir bakış açısıyla tanımlayaca ğım. Dolayısıyla örneğin bir bilimsel teorinin tanımı gün lük yaşamdaki bir "teoriden" farklı olabilir. Her terimin ne anlama geldiğine ve onu nasıl kullandığımıza dair açık bir anlayışla, popüler konuları anlamlı kılmaya yardımcı olma nın bir yolunu bulabileceğimize, bize bulduklarımızı değer lendirmenin istikrarlı bir yolunu sağlayacak bir tür zihinsel "gerçek şablonu" yaratabileceğimize inanıyorum. Bu yüz den gelin, başlayalım . . .
75
D E Rİ N G E RÇ E K Bilimsel Veri Nedir?
Tanım: Bir veri "gerçek, ispan mümkün varlığı olan şeydir. " 23 Ö rnek: Bir Perşembe günü, Pasifik saatiyle saat 1 6.00'da Los Angeles Uluslararası havaalanındaysak (LAX) ve tele fonda konuştuğumuz bir iş ortağımız bize o anda nerede olduğumuzu sorarsa, belirli bir zamanda, belirli bir günde, belirli bir şehirde, belirli bir havaalanında olduğumuz bir ve ridir. Arkadaşımız LAX'teki bilet gişesini ararsa ve görevli bizim gerçekten de sırada beklediğimizi teyit ederse, o za man bu veri doğrulanmıştır ve bu doğrulama orada olup ol mamamızdan o veya bu şekilde fayda sağlamayacak objektif bir tanık tarafından yapılmıştır. Veri bize ne "olduğunu" söyler, ama her şeyin nasıl o anda oldukları duruma geldi ğini açıklamayabilir. Diğer bir deyişle, her ne kadar bilim insanlarının sık sık yaptığı gibi veriye dayanarak bir varsa yımda bulunsak da, veri bizim havaalanına ne zaman veya nasıl geldiğimizi açıklamaz.
Teori Nedir?
Tanım: Günlük yaşamda, bir teoriyi genelde kanıtlanmamış bir fikirden biraz daha fazlası ya da bir tahmin olarak düşünü rüz. Ancak bilim dünyasında teori bilimle yakından ilgilenme yen bir insanı şaşırtabilecek bir anlam taşır. Teori doğrulanmış ve doğru olarak kabul edilmiş bir şeydir. Teori sözcüğünün ta nımı şudur: "Kısıtlı bilgi veya ilme dayalı varsayım. " 24
Ö rnek: Bir teori, o zamanda bilinen veriler ışığında olu76
YA N L I Ş VARSAY I M LA R I N D E R İ N G E R Ç E G İ H E R Ş E Y İ D E G İ Ş T İ R E N B U L U Ş L A R
şur. Bir önceki örnekte, o anda havaalanında olduğumuz için - bu gözlemlenmiş bir veridir - iş ortağımızın oraya ulaşmak için yerel ulaşım araçlarını kullandığımızı varsayması akla yatkındır. Ve bu varsayım, ortağımızın havaalanına nasıl geldiğimize dair teorisidir. Bu varsayımın yanlış olduğunu kanıtlayacak herhangi bir kanıt olmadıkça, bir teori olarak kalabilir. Söz konusu bir teori olduğunda, yeni kanıtların ne zaman veya ne miktarda çıkacağına dair hiçbir sınır yoktur. Bu teori anlayışının anahtarıdır. Teori, yeni deliller gün ışı ğına çıktığında, o kanıtların hesaba katılacağı şekilde tekrar tekrar değiştirilebilir. İşin ilginç yanı, bir teori bir veri olmak zorunda değildir.
Kanıt Nedir?
Tanım: Kanıt "zihni bir iddiayı doğru olarak kabul etme ye zorlayan delil veya argümandır. "25 Ô rnek: Bilet gişesindeki görevlinin bizim LAX'te olduğu muzu doğrulamış olması, telefondaki iş ortağımızın bizim gerçekten de LAX'te olduğumuza inanmasına sebep olan delil - kanıttır.
Bilimsel Kanıtı Oluşturan Nedir?
Tanım: Önceki tanımları esas alarak bilimsel kanıt, bilimsel keşif yöntemlerinin bir sonucu olarak veriden gelen kanıttır.
Ô rnek: Veri, teori ve kanıt bağlamında evrim veya me77
D E Rİ N G E RÇ E K
deniyet tarihinden söz ettiğimizde, b u terimlerin ne anlama geldiğini bilmek, güvenilirliği belirlememize yardımcı olur. Modern bilimin yanlış varsayımlarıyla ilgili yeni keşifler bize Bohr'un derin gerçeklerine dair güzel örnekler sunar. Her şeyin diğer her şeyden ayrı olduğu inancından, duy gunun onu deneyimleyen insanın ötesindeki dünya üzerinde hiçbir etkisi olmadığı nosyonuna kadar, son 1 00 yıldır, konu gerçekliğin doğasını ve içindeki rolümüzü anlamak olduğun da, bilim sabit bir kalıba tutunmaktadır. Şimdi, uzmanların insan varlığını tehdit eden maksimum sayı ve büyüklükteki krizler olarak nitelendirdiği durumla karşı karşıyayken, bili min savaş ve terörizmden iklim değişikliğine kadar her şeyle etkili bir şekilde baş etme becerimizi zedeleyen yanlış varsa yımlarının ötesine geçmemiz hiç olmadığı kadar önemlidir. Bilim gerçekten de "çıkmazdaysa, " o zaman çıkmazdan çıkmanın yolu, araştırma sürecini onurlandırmak ve keşifle rin dünyaya bakışımızı değiştirdiği zamanı açık bir biçimde fark etmektir.
lamam Geldi Açıkça görülüyor ki, evrenin nasıl işlediği ve evrendeki rolümüze dair bilinmesi gereken her şeyi bilmiyoruz. Büyük hızlı bir tırın yaklaştığı bir otoyoldan karşıya geçme ben zetmesinde olduğu gibi, her ne kadar gelecekte yapılacak çalışmalar kuşkusuz daha derin anlayışlar sunacak olsa da, bazen daha iyi tercihler yapabilmek için en iyisi bildiklerimi zi esas alan kararlar vermektir. Bilim dünyasının güçlü seslerinden biri ve aynı zaman da Cambridge Üniversitesinde astrofizik profesörü olan Sir 78
YA N L I Ş VARSAYI M LA R I N D E R İ N G E R Ç E G İ H E R ŞEYİ D E G İ Ş T İ R E N B U L U Ş L A R
Martin Rees, 2 1 . yüzyılı önemli bir engelle karşılaşmadan ge ride bırakma şansımızın yalnızca 50/50 olduğunu söylüyor. 26 Her daim endişelenecek doğal felaketlerimiz olsa da, şimdi Rees'in "insan kaynaklı" adını verdiği yeni bir tehdit sınıfı da hesaba katılmalıdır. Scientific American dergisinin özel bir baskısında yayınlanan " Crossroads for Planet Earth" gibi çalışmalar Rees'in uyarısını yinelemektedir: " Gelecek 50 yıl, şimdi tarihinde eşsiz bir sürece giren insan ırkının kendisi için olası en iyi geleceği hazırlayıp hazırlayamaya cağı konusunda belirleyici olacaktır. " 27 Ancak uzmanlar tarafından neredeyse evrensel olarak tekrarlanan iyi haber şudur: "Karar mekanizmaları şablonu doğru hazırlayabi lirlerse, insanlığın geleceği binlerce sıradan kararla garanti altına alınacaktır. " 2 8 " Gerçekleştirilen en büyük ilerlemeler" günlük yaşamın detaylarında saklıdır. 29 Kuşkusuz, yakın gelecekte her birimizden vermesi istenecek sayısız karar vardır. Ancak ben en önemli ve belki de en basit kararın, yeni bilimin bize kim olduğumuz ve dünyadaki rolü müzle ilgili gösterdiği şeyi kucaklamak olacağına inanıyorum. Bireysel bilimlerin bize göstermekte olduğu güçlü delilleri inkar etmek yerine kabul edebilirsek, o zaman her şey deği şir. Bu değişimle yeniden başlayabiliriz. Bu bizi, gördüğümüz ve deneyimlediğimiz her şeyin bir parçası yapar. Ve bu yüz den fizik ve biyoloji alanındakiler gibi yeni keşifler bu kadar güçlüdür. Onlar bizi - tüm insanlığı - yaşam ve evren denk lemine dahil ederler. Ayrıca onlar bizi, günümüzün büyük krizlerini gelecek nesillere ya da kadere bırakmak yerine, onları çözmedeki rolümüze dahil ederler. Maddenin atom larını yeniden düzenleme gücüyle gerçekliğimizin mimarları olan bizler hangi sorunu çözmekten geri kalabiliriz? Hangi çözüm bizim erişebileceğimizden uzakta olabilir? 79
D E R İ N G E RÇ E K
Bazı insanlar için yeni keşiflerle ortaya atılan olasılıklar dünyaya bakmanın canlandırıcı bir yolu olsa da, diğerleri için bu olasılıklar uzun zamandır var olan bir geleneği temelinden sarsmaktadır. Ö ncü bilim insanlarının yaptıkları araştırmalar bizim aslında evrendeki güçlü yaratıcılar olduğumuzu gös terdiğinde, o bilim insanlarının kendi araştırmalarının yansı malarını sindirmek konusunda gönülsüz olmaları alışılmadık bir durum değildir. Bazen anladığımız her şeyi baştan sona değiştiren bilgileri kucaklamaktansa, zamanı geçmiş bilimin yanlış varsayımlarına dayanmak çok daha kolaydır. Ancak biz kolay yolu seçtiğimizde, bir yalan illüzyonu içinde yaşarız. Kendimize kim olduğumuz ve bizi bekleyen olasılıklar konu sunda yalan söyleriz. Onlara dünyamızın en son ve en büyük gerçeklerini öğreteceğimiz konusunda bize güvenen ve bize bel bağlayan insanlara yalan söyleriz. Ben bu ironiyi dinleyicilerle paylaştığım zaman, genelde aldığım tepki bilim-kurgu yazarı Tad Williams'ın bilgeliğini yansıtır: " Korktuğumuzda. . . bilmediğimiz şeyden korktu ğumuzda, başkalarının ne düşüneceğinden korktuğumuzda, bizim hakkımızda neler öğreneceklerinden korktuğumuzda yalanlar söyleriz. Ama yalan söylediğimiz her an, korktuğu muz şey daha da güçlenir. "30 Günümüzün keşifleri bize geçmişin öğretilerinin artık doğru olmadıklarını söylediğinde bir tercih yapmamız ge rekir. Yanlış ilkeleri öğretmeye ve yanlış varsayımların neti celerinden mustarip olmaya devam mı edeceğiz? Ö yleyse, o zaman daha derin bir soruyu yanıtlamamız gerekir: Neden korkuyoruz? Kim olduğumuz, buraya nasıl geldiğimiz ve ne zamandır Dünya üzerinde olduğumuz gerçeğini bilmek ne den yaşam biçimimiz için böylesinde tehditkar olsun? Bunu çözmek, tarihimizdeki en büyük mücadele olabilir. 80
YA N L I Ş VARSAYI M L A R I N D E R İ N G E R C E G İ H E R ŞEYİ D E G İ Ş T İ R E N B U L U Ş L A R
Kendimizden keşfetmemizi istediğimiz gerçekle yüzleşebilir miyiz? Evrende kim olduğumuzu ve varlığımızın ifade ettiği rolü kabullenecek cesarete sahip miyiz? Bu soruların yanıtı evetse, o zaman kendimizi değiştirerek dünyayı değiştirebile ceğimiz bilgisiyle gelen sorumluluğu da kabul etmeliyiz. Nefrete, ayrılığa ve korkuya götüren inançların bedenle rimizi ve dünyamızı hayal edebileceğimizden çok daha hız lı bir şekilde yok edebileceğini gördük. Belki de ihtiyacımız olan tek şey, aslında tecrübemizin mimarları olduğumuz gerçeğinin farkına varmak için kendimize dair düşünceleri mizde ufak bir değişiklik yapmaktır. Uzmanlar haklıysa, me deniyet ve insanoğlu, gelecek birkaç yıl içinde yapacağımız tercihlere bağlıdır. Ve bu tercihleri yapmak için, kendimizi ve birbirimizle olan ilişkimizi, hatta dünyayla olan ilişkimizi, hiç olmadığı kadar farklı bir şekilde düşünmeliyiz. Yaşamın derin gerçeklerini kabul etme istekliliğimiz, ço cuklarımızın bir tercihlerimizi atlatıp kendi yetişkinlik dö nemlerinde gelecek derin gerçekleri keşfetme fırsatına sahip olup olmayacaklarının anahtarıdır. Derin Gerçek 2: Eğitim sistemlerinin yeni buluşlan yansıtma ve
yeni teorileri keşfetme konusundaki gönülsüzlüğü, insanlık
tarihinin en büyük krizleriyle baş etmeyi imkansız bir hale getiren modası geçmiş inançlara takılıp kalmamıza neden olmaktadır.
81
B Ö LÜM Ü C
SINIRDA YAŞAMAK: DEGİŞİMİN DEVRİ LME NOKTALARINI ATLATMAK
"Her büyük ve derin zorluk kendi içinde kendi çözümünü saklar. Bu bizi, o çözümü bulmak için düşünme biçimimizi değiştirmeye zorlar."
NIELS BOHR ( 1 885-1962). N O B E L ÖDÜLLÜ F İ Z İ KÇ İ
Bireyler ve bir medeniyet olarak sevdiğimiz her şeyi kay betmeye tehlikeli bir biçimde yakınız. Bilim insanları bize açıkça ve direkt terimlerle, yaşamlarımızı idame ettiren do ğal sistemlerin yok olması anlamında dönüşü olmayan bir noktaya yaklaştığımızı söylüyorlar. Aynı zamanda, dünya hayal edebileceğimizden çok daha hızlı ilerleyen iklim de ğişiminin büyüyen etkisiyle sersemliyor. Mevcut eğilim, tüm bu krizleri bir araya toplayıp onlarla aynı şekilde ve aynı perspektiften baş etmektir. Yaygın görüş, devrilme noktalarının tamamının insan
D E Rİ N G E RÇ E K
kaynaklı olduğudur. B u sorunlara - iklim değişimi ve küre sel nüfus artışından ekstrem yoksulluğa ve gıda ve içilebilir su eksikliğine kadar hepsine - bizim sebep olduğumuz ve so runları bizim düzeltmemiz gerektiği düşünülmektedir. Ger çek şu ki, bir kısmına biz sebep olduk, bir kısmına biz sebep olmadık. Her ne kadar gıdamızı nasıl yetiştirdiğimizi, doğal kaynakları nasıl kullandığımızı ve giderek artan nüfusu nasıl kontrol ettiğimizi belirleyebilsek de, iklim değişikliğini aynı şekilde ele alamayız. Bu bölümde değineceğimiz gibi, iklimin değişmekte oldu ğunu söyleyen aynı bilim bize sebebin biz olmadığını göster mektedir. Dört yüz yirmi bin yıllık tarih açıkça, gezegenin uzaydaki pozisyonunun döngüsel bir şekilde tekrar eden ısınma ve soğuma kalıpları yarattığını ve sera gazlarındaki artışın aslında ısınmayı yüz yıl geciktirdiğini göstermektedir. İşin ilginç yanı, Dünya ısısındaki döngüsel ritimlerin - yaşa mın kontrol edemediğimiz bir unsuru -zamanımızın en iyi zihinlerinin odaklarının, enerjilerinin ve kaynaklarının bu fenomeni durdurma girişimiyle yönlendirildiği yer olmasıdır. Aynı anda birden fazla devrilme noktasının eşiğinde ya şamak bize, düşünme ve yaşama biçimimizi değiştirmek için sebep ve ender rastlanan bir fırsat vermektedir. Dünya in sanları ve liderleri hepimizin birlikte yüzleştiği, kontrolümüz dışında kalan doğal değişimlere uyum sağlamak için işbirliği yapmalı ve kaynakları daha önce hiç görülmemiş bir seviye de birleştirmelidirler. Suçlamalar ve yüz yıllık sanayi gelişimiyle bağlantılı eko nomik cezalarla gelen güvensizlik ve ayrılık atmosferi yarat mak yerine bu yolu seçebilirsek, çoklu krizlerimizi aşmakla kalmayıp aynı zamanda onlara sebep olan faktörlerle baş etmedeki zorluklarımızı aşabileceğimize inanıyorum. İşbirli84
S I N I R D A YA Ş A M A K : D E G İ Ş İ M İ N D E V R İ L M E N O KTALAR I N I ATLATMAK
ğinin getirdiği faydalar, sürdürebilirlik ve karşılıklı yardıma dayanan sağlıklı yaşam biçimleriyle dolu uzun soluklu bir medeniyete sebep olacaktır. Gelecek sayfalarda bunların se beplerini öğreneceksiniz.
Büyük Sorun/an Çözmek Bu yalnızca hayal gücümüz değildir. Dünyamızda bir şeylerin değiştiğini - çok büyük ve çok gerçek bir şeylerin değiştiğini - söyleyen yalnızca kolektif korkunun dillendirilmeyen tecrübesi değildir. 1 974 yılında kritik küresel sorunlar üzerinde bağımsız araştırmalar yap mak üzere kurulan Worldwatch Enstitüsü ve 1 982 yılında çevresel politikaları analiz etmek üzere kurulan Dünya Kay nakları Enstitüsü - hatta UNESCO - gibi saygın düşünce tankları, 1 960 ve 1 970'lerdeki çevresel hareketlerle başla yan uyarıların ötesine geçtiler. Onlar bize, uyardıkları zama nın geldiğini söylüyorlar.
Scientific American dergisinin " Crossroads for Planet Earth" sayısı, bunun dünyada sıradan bir dönem olmadığı yönündeki hislerimizi doğrulamakta ve insan ırkının "tari hinde eşsiz bir döneme girdiğini" söylemektedir.2 Derginin özel sayısının amacı, ilgilenilmediği takdirde, insan yaşamını ve bugün bildiğimiz haliyle medeniyeti sona erdirme potansi yeline sahip bir dizi küresel krizi belirlemekti. Bilinen hiçbir tedavisi olmayan yeni hastalıklar ve sınırlı kaynaklarımızı tüketen enerji-düşkünü uluslar; daha önce görülmemiş sevi yelerdeki küresel yoksulluk, dünyanın okyanusları, nehirleri ve yağmur ormanları konusundaki umursamazlık gibi ko nularda ulaşılan sonuçlar inanılmazdı. Bir 1 00 yıl daha ya85
D E Rİ N G E RÇ E K
şamayı umut ediyorsak, geçmişte yaptığımız gibi yaşamaya devam edemeyiz. Bu gezegen bizim alışkanlıklarımızı daha fazla taşıyamaz. Bu sözü edilen kurumların farkındalık yaratmaya çalıştık ları nokta, raporlarında yer alan her bir senaryonun korkunç olduğu ve bu senaryoların her birinin şu anda gerçekleştiği dir. Ö zel yayın ve raporlara katkı sağlayan bireyler değerlen dirmelerinde kesinlikle yalnız değiller. Üniversite profesörleri ve diğer bilim insanlarından CIA'in araştırma topluluklarına ve hatta Pentagon'a kadar, dünya krizlerimizi ulusal bir gü venlik sorunu olarak gören herkes endişe alarmlarını yüksek sesle çalmaktadır. Onlar bize, başımızın çoktan belada oldu ğunu söylüyorlar. Çoktan dünyada bize hayat veren okyanus ları, ormanları, iklim koşullarını ve hayvanlarını kaybetme nin eşiğindeyiz. Doğayla olan ilişkimizde, yaklaşan felaketi durdurmak için hiçbir şey yapmamanın artık bir seçenek ol maktan çıktığı o hassas yere çoktan ulaştık. Ufukta bekleyen büyük acıları önleyeceksek, yaşam ve düşünce biçimlerimizi değiştirmek için şimdi harekete geçmek zorundayız. Tüm bu sorunları karmaşıklaştırmak yenilenen bir dün ya savaşı tehdididir. Ancak bu savaşı, son yüzyılın dünya savaşlarından ayıran şey, tarihsel sınır ve güç sebeplerinden ziyade, Scientific American özel sayısında anlatılanlar gibi krizlerle ortaya çıkıyor olmasıdır. E. O. Wilson tarihteki bu zamanın eşsizliğini yakalarken, zamanın "dar boğazın da" olduğumuzu ve hem kaynaklarımız hem de günümüzün sorunlarını çözme becerimiz üzerindeki baskının sınırlarını zorlayacağını belirtiyor. 3 2003 yılında Columbia Üniversitesi Dünya Enstitüsü direktö rü Jeffrey Sachs durumumuzu kesin ve çarpıcı ifadelerle özetledi:
86
S I N I R O A YA Ş A M A K D E G İ Ş İ M İ N D E V R İ L M E N O KTALAR I N I ATLATMAK
Neredeyse yedi milyar insanımız var. Ve hepsi ihtiyaçla rını karşılamak, ekonomik ilerleme kaydetmek için yeterli gıda, su, enerji arayışında. Ama hepsini topladığınız zaman, halihazırda küresel anlamda sürdürülmesi zor bir dünya toplumuyuz. İklim değişikliği, su yetersizliği, çevresel bozul ma, türlerin soyunun tükenişi; tüm bunlar şimdi bizi zaman içinde daha acı verici ve daha tehlikeli şekillerde etkiliyor.4
Sachs aynı zamanda, kaynak anlamında zengin ulusların bilim ve teknolojisinin, gelişmekte olan dünyanın yaşadığı pek çok krize katkı sağlayan uç noktalardaki yoksulluğu yok edebi leceği yönündeki inancını dile getirdi: "Tarihte ilk kez, bilimsel ve teknolojik ilerlemelerin devam etmesi ve zenginliğin birikti rilmesiyle sağlanan küresel ekonomik refah, dünyayı yoksul luğun tamamen ortadan kaldırılabileceği bir noktaya taşıdı."5 Ben Sachs'ın fikirlerini beğenirim. Ve onun düşünme biçi mini de severim. Ben bir bilim insanı olarak eğitim aldım . . . ve onun bilim esaslı teknolojilerin - s u arıtma; elektrik üreti mi ve dağıtımı; sıtma, HIV/AIDS ve hepatit gibi hastalıkları yok etmek için güçlü ilaçların paylaşımı gibi - gelişmekte olan dünyadaki milyonlarca insanın kederine son verebile ceği inancını paylaşıyorum. Sachs'ın iyimserliğinin, gücünün ve etkisinin dünyada hayal ettiği türden bir fark yaratmasını umuyorum. Ama aynı zamanda gerçekçiyim de. Teknolojinin Sachs ve diğerlerinin hayal ettiği seviyede uygulanabilmesi için, önce bu hedeflere öncelik veren dü şüncenin oturması gerektiğini biliyorum. Bu tip bir düşün ce sistemi, bu krizlerin bir çoğuna yol açan inanç ve yanlış varsayımlardan radikal bir biçimde uzaklaşmayı gerektirir. Açıkça görülüyor ki, eğer medeniyetimizin bir sonraki yüz yılın ötesine geçmesini istiyorsak, savaşlar başlatma ve fosil 87
D E Ri N G E RÇ E K
yakıt rezervlerimiz gibi sınırlı kaynakları tüketmenin yanı sıra dünyanın dört bir yanında hızla artan yoksulluğu sonlan dırmak için hiçbir şey yapmama gibi tercihlerimiz artık bize hiçbir fayda sağlamamaktadır. Yeryüzünde kalmayı umu yorsak, yaşam biçimimizi değiştirmek zorundayız. Ve bunu yapmak için, düşünce biçimimizi değiştirmek zorundayız ki bu yalnızca dünyaya ve kendimize olan bakışımızdaki güçlü bir değişimle mümkün olabilir. Küresel ısınma konusundaki tartışmalar, söylemeye çalıştığım şeye güzel bir örnektir.
Oturma Odalanmızdaki İklim Değişikliği 2006 yılında, eski başkan yardımcısı Al Gore iklim de ğişikliği konusunu dünyanın dört bir yanındaki insanların oturma odalarına ve sınıflarına taşıdı. O ve film yönetmeni David Guggenheim, Sundance Film Festivalinde An Incon
venient Truth (Uygunsuz Gerçek) isimli belgeselin ilk gös terimini yaptı. Film sonunda iki Akademi ödülü topladı ve 2007'de Al Gore Nobel Barış ödülünü Birleşmiş Milletlerin Hükümetler Arası İklim Değişikliği Paneliyle paylaştı. Filmi saran yorumlar ve ödüllerle birlikte tartışmalar or taya çıktı. Belgeselde, Gore ikna edici istatistikler ve çarpıcı görüntüler paylaştı; kırılan ve Antarktik Okyanusuna dev rilen dev buz parçaları ve neredeyse buzsuz kalmış Kuzey Kutbunda dinlenmek için sağlam bir zemin ( buz) arayan ve bu arayışta bitkin düşen kutup ayıları gibi. Bunlar bize dün yamızla ilgili iki şey söylüyordu: ( 1 ) iklim değişikliği çoktan geldi ve ( 2 ) bunun sebebi biziz. İklim değişikliği aniden kü resel politikaların yönünü belirleyen konuların başında geli yordu. Ve bu seçim zamanına denk geldiğinde, aynı zaman88
S I N I R O A YAŞAMAK O E G İ Ş İ M İ N D E V R İ L M E N O KTAL A R I N I ATLATMAK
da 2008 başkanlık yarışlarında belirleyici bir faktör oldu. Neredeyse bir gecede, küresel ısınma konusu uzmanla
rın yalnızca merak ettiği ilginç bir ikilem olmaktan Çıkmıştı. Dünyanın iklimindeki dramatik değişikliklere nelerin sebep olduğu ve bu konuda neler yapılabileceği günlük sohbetlerin ve siyasi süreçlerdeki konuşma konularının başlıca maddele rinden biri olmuştu ve hala da böyledir. Şimdi tüm dünyada adayların iklim değişikliği konusundaki perspektifleri, onla rın seçim süreçlerini belirleyebilir. Pek çoğumuz, arka bahçelerimizde gördüğümüz havanın de ğişmekte olduğunu bilsek de, bunun neden olduğuna, ne anla ma geldiğine ve ne yönde ilerlediğine dair tartışmalar, insanların görüşlerinin fazlasıyla bölündüğünü gösteriyor. Tartışmaların püf noktası, iki anahtar sorunun nasıl yanıtlandığına bağlıdır: 1
İ klim değişikliği gerçekten yaşanıyor mu?
2
Karbon dioksit gibi sera gazlarının sebep olduğu değişik likler insan kaynaklı mı?
Her iki soruyu da yanıtlamak için var olan veri yoğun luğu bir bilim insanının başını döndürmeye yeter de artar. Sokaktaki sıradan bir insan için ortada endişe verici bir du rum yoktur. Bizler, söylenenler hakkında düşünmeye bile başlamadan önce, yalnızca sunulan raporları anlamak için ilave bir derece ihtiyacımız varmış gibi hissediyoruz. Ama bize doğru yönü işaret eden ve gerçekte neler olduğunu an lamamız ve bilgili kararlar vermemiz için verileri bilmemize yardımcı olan yine aynı bilgidir.
89
D E Rİ N G E RÇ E K
Ö ncelikle, sıra dışı bir iklim ekstremleri döneminde ya şayıp yaşamadığımızı belirlemenin tek yolu, Dünyanın bu günkü iklimini geçmişteki koşullarla karşılaştırmaktır. Bunu yaparak, örneğin ekvatorun üzerindeki ve altındaki orta lama ısı gibi değişkenlerin gerçekten de yüzlerce veya bin lerce yıl önce olduklarından çok farklı olup olmadıklarını değerlendirebiliriz. Belki daha önemlisi, bugün gördüğümüz iklim değişikliklerinin doğal bir döngünün bir parçası olup olmadığını anlayabiliriz. 1 999 yılında bir basın açıklaması, bize geçmişe dair bu tip bir pencere açan başarılı bir bilim projesinin tamamlandığını duyurdu. Yüz binlerce yıldır her sene doğal bir süreç dünyanın ik limini "dondurur. " Her sene mevsimler değişip ısı düşerken, dünyanın buz başlıklarının üzerine yeni bir buz tabakası ek lenir. Yeni katman donduğunda, bu katman oksijeni, kar bon dioksiti ve diğer elementleri muhafaza eder ve donma oluşmadan önce biriken yağmur, kar, mikroskobik yaşam ve tozla birlikte yoğunlaşır. Her senenin birikimi, bir önceki yıl her ne toplandıysa onları örter ve mühürler, buzun kalınlığı nı artırırken kalıcı bir katman yaratır. Kutup bölgelerindeki buz donuk kaldığı sürece, gezegenimi zin tarihine dair binlerce yıl boyunca üst üste konmuş binlerce katmanlı görsel bir kütüphane görürüz. Bu tarih bilim insanla rına dünyanın uzak geçmişindeki küresel ısılar, edinilen güneş ışını miktarı, deniz seviyeleri ve buz başlıklarının kalınlığı hak kında bilgiler verir. Bu kayıt bize aynı zamanda, konu normal iklim döngüleri olduğunda günümüz koşullarının gerçekten de "sıradışı" olup olmadığını belirlemenin bir yolunu sunar. 1 999 yılının Haziran ayında, bilim insanlarından oluşan uluslararası bir ekip buzulların en kalın kısımlarının altındaki bir kazı projesini tamamladı - Vostok, Antarktika. Aldıkları 90
S I N I R O A YAŞA M A K O E G İ Ş İ M İ N D E V R İ L M E N O K TA L A R I N I ATLATMAK
. buz katmanları bize, geçmişe doğru 420,000 yıllık bir pen cere açtı; dünya tarihinde bu kadar geriye gitmek daha önce hiç mümkün olmamıştı.6 Bu buz çekirdekleriyle ortaya çıkan bilgiler, Greenland buz katmanlarından alınan ilave verilerle birlikte, geçmişin iklimlerini anlamak ve bugün dünyamızda olan şeyin doğal döngülerin ötesinde bir şey olup olmadığını belirlemek için güçlü bir anahtar sunmaktadır.
Fractal Time (Hay House, 2009) isimli kitabım için araş tırma yaptığım sırada, 1 999 yılında alınan buz-çekirdeği ve rilerini günümüzün ısı, manyetik güç, güneşten yayılan ener ji ve buz kalınlığı koşullarını geçmiş zamanların koşullarıyla karşılaştırmak için kullandım. Bu bilgiye dayanarak, Dün yanın iklimi konusundaki iki büyük soruya yanıt verebiliriz:
Soru 1 : İ klim değişikliği yaşanıyor mu? Yanıt 1: Kesinlikle evet. Soru 2: Bu değişikliğe biz mi sebep olduk ? Yanıt 2: Kesinlikle hayır. Şimdi yanıtları aldığımıza göre, gelin, nereden geldikleri ne daha yakından bakalım. Evet, iklim değişikliğinin gerçekten yaşandığını bildiğimi ze göre, bir sonraki soru şudur: Dünya ısınıyor mu? Yanıt evet, sonra hayır. Dünya soğuyor mu? Yanıt bir kez daha kesinlikle evet ... ve sonra, yanıt kesinlikle hayır. Her iki soruya da evet ve hayır yanıtlarını vermek zorunda yız, çünkü hem ısınma hem de soğuma, tartışmaların konu ol duğu zamanda yaşandı. 20. yüzyılın son yıllarında ve şimdi 2 1 . yüzyılın ilk yıllarında, dünya yalnızca rekor düzeyde soğuma ve ısınma değil, aynı zamanda kasırgalar, sel gibi yağan yağ91
D E Rİ N G E RÇ E K
murlar, kar fırtınaları, buz fırtınaları, hortumlar ve akla hayale gelebilecek her türlü meteoroloji fenomenine tanık oldu. Ö rneğin, 201 1 yılının Ocak ayında, tüm ABD'de his sedilen bir kutup soğuğu, rekor seviyedeki düşük ısılar se bebiyle insanları işlerinden ve okullarından alıkoydu - ör nek olarak Tallahassee, Florida'da -4 derece ve Bridgeport, Connecticut'ta - 1 8 derece. Bu sırada Batı Avusturalya'nın bir kısmı yalnızca aynı ay içinde neredeyse 1 35 santimetre derinliğinde yağmur suyuna kapıldı. Bu yüzden asıl soru, bir değişim yaşanıp yaşanmadığı değil, bu değişime neyin sebep olduğu .. ve bu değişimin sebebinin gezegenimizin ısınması na veya soğumasına bağlı olup olmadığıdır. İklim tarihine ve .
değişiklikleri tetikleyen döngülere dair kapsamlı bir anlayış bu noktada oldukça yardımcıdır. Küresel ısınma konusundaki tartışmaların büyük bir bö lümü, geçmişteki ısı kayıtlarının yorumlanmasına dayanır ve bu kayıtlar iki farklı kaynaktan gelmektedir. Yalnızca 1 30 yıl önce - net olmak gerekirse 1 8 8 O yılında - "modern" çağa dair güvenilir bir iklim kaydı tutulmaya başlandı. Bu tarih ten önceki herhangi bir seneyi incelemek için bilim insanları soğuma ve ısınma akımlarını ölçmenin dolaylı yollarını kul lanırlar. Bunlar az önce bahsettiğim buz çekirdeklerinin yanı sıra, ağaç halka analizi ve okyanus tabanı çökeltisi analiz leridir. Bilim insanları bu kaynakların bir kombinasyonunu kullanarak gezegenin iklim tarihine dair anlayışımı güncelle meyi ve iyileştirmeyi sürdürürler. Bugün, araştırmacıların Dünyanın geçmişteki iklimi hak kında bilmek istediklerini almak için kullandıkları üç ana veri kaynağı vardır. Kısaca, bu veri tabanları aşağıdaki ku ruluşlar tarafından sağlanır:
92
S I N I R O A YA Ş A M A K : O E G i Ş İ M İ N D E V R İ L M E N O KTALA R I N I ATLAT M A K
•
Ulusal İklim Veri Merkezi, Ulusal Okyanus ve Atmosfer İdaresi
•
Uzaktan Algılama Sistemleri, Alabama Üniversitesi, Birmingham
•
İklim Araştırma Birimi, East Anglia Üniversitesi, İ ngiltere
Buna ek olarak, NASA Goddard Uzay Araştırmaları Ens titüsü de veri sağlamaktadır. Bilim insanları geçmişteki iklim akımlarına dair bir resim sunmak ve gelecek akımları öngörmek için veri toplamak ama cıyla ağırlıklı olarak bu veri tabanlarını kullanır. Bu kaynakla rın tamamı, Dünyanın son 120 sene içinde ısındığından emin dir. Hatta bu ısınma süreci iki kez gerçekleşti - biri 1 930'larıyla 1 950'lerin sonları arasında ve sonra tekrar 1 970'lerin sonla rında (Şekil 3 . l 'e bakın). Son ısınma turunun hala devam edi yor mu, yoksa o sona erdi ve ardından gelen döngüsel soğuma başladı mı, bu konuda kararsız görünüyorlar. Yakın zamanda yaşanan küresel soğumalar ise 1 800'lerin sonlarında ve 20. Yüzyılın ortalarında meydana geldi. 1 960 ve 70'lerde, küresel ısınma konusundaki alarmlar iklimlerin aniden soğumasıyla son buldu. Dolayısıyla soğuma ve ısınma sorusuna verilecek dürüst bir yanıt, her ikisine de evet olmalıdır. Ancak, insanların asıl sormak istedikleri soru bu olmayabilir. İklim değişikliğini anlamak için denklemin ikinci kısmı, bu kısa soğuma ve ısın ma döngülerinin dünya tarihinin genel resmine nasıl uyum sağladığıdır. Ve bu noktada geçmiş döngüler çok ilginç bir hikaye anlatmaya başlar.
93
D E R.İ N G E R.Ç E K
Küresel Kara-Okyanus Isı İ ndeksi .6
• • ---
Yıllık Ortalama 5-yıllık Ortalama
- � .2 ·-
-; E
g
<
..!!l -
.o -. 2 -.4
'---���
1880
1900
1920
1940
1960
1980
2000
Şekil 3.1. Bu görsel tutarlı kayıtların başladığı 1880 yılı ile 2010 yılı arasındaki küresel ortalama kara-okyanus ısı değişikliklerini göstermektedir. Dikey çubuk lar belirsizlik alanlarını, noktaları birleştiren çizgiler küresel ortalamayı ve düz çizgi beş-yıllık ortalamayı göstermektedir (Görsel hakkı: NASA Goddard Uzay Araştırmaları Enstitüsü).
Şekil 3 . 1 .'in gösteremeyeceği şey, 1 8 80 öncesinde ne ler olduğunun genel resmidir. Bu zamandan önceki ısılar, 1400'lerde başlayıp 1 860'ların ortalarına kadar süren bir soğuma akımının son evreleri olarak tablonun sol bölümün de yer alır. Her ne kadar bu modern okumaların öncesinde kalsa da, denizcilerin yazılı kayıtları ve teknik raporları ve öncülerin defter ve günlükleri dahilinde yer almaktadır. Ağaç halka analizi verileri gibi ek bilgilerle birlikte, bu kaynaklar "Küçük Buzul Çağı" adı verilen oldukça sert bir dönemi işaret eder. Ö zellikle kuzey enlemleri etkisi altına alan bu küresel soğumanın, o dönemde yaşayan insanların yaşam biçimlerindeki önemli değişikliklerden sorumlu oldu94
S I N I R D A YAŞ A M A K D E G İ Ş İ M İ N D E V R İ L M E N O K TA L A R I N I ATLATM A K
ğuna inanılır. Ö rneğin, bu soğuma bir dizi mahsul kıtlığı, kümes hayvanlarının ölümü ve Greenland'daki bazı kolo nilerin ölümünün yanında 1 845'te başlayan ve altı yıl sonra sona erene kadar bir milyondan fazla insanın ölümüne sebep olan Büyük Kıtlığa (diğer adıyla İrlanda Patates Kıtlığı) se bep olmuş olabilir. Bazı insanlar için, 1 30-küsur yıllık modern ısı kayıtları kulağa uzun bir zaman gibi gelebilir. Ama Dünyanın tari hi ve iklim döngüleri göz önünde bulundurulduğunda, son derece kısadır. Hatta Dünya tarihi tablolarında tarif edilen zaman çizelgesinde, bu bir saliseden biraz daha fazladır. Eğer yeni politikalar belirleyecek, yeni yasalar getirecek ve insanlardan yaşam biçimlerini değiştirmelerini isteyeceksek, çok daha büyük bir resme bakmak son derece mantıklı olacak tır. 1 880 öncesinde dünya ısılarının direkt bir ölçümüne sahip olmadığımızdan, bilim insanları geçmiş çağların iklim koşul larını belirlemek için başka araçlar kullanırlar. Ve daha önce sözünü ettiğimiz buzul çekirdekleri de burada devreye girer.
Buzda Delil Vostok'taki Antarktika buzuluna yapılan başarılı sondaj çalışması sayesinde Dünyanın tarihine dair, şimdi bize iklim değişikliğinin gerçek hikayesini anlatması için bugün yaşadı ğımız fenomenle karşılaştırabileç_eğimiz 420,000 yıllık veri ye sahibiz ve bu karşılaştırma oldukça çarpıcıdır. Şekil 3 .2'deki Antarktik çekirdeklerinden alınan ısı ve rilerine göz atarsanız bir şeyi hemen fark edersiniz: Dünya nın ısıma ve soğumasında kesinlikle bir ritim söz konusudur ve bu ritim her biri yaklaşık 1 00,000 yıl süren döngülere 95
D E Rİ N G E RÇ E K
bağlıdır. Dahası, o dev döngüler içinde daha küçük olanları bulunur. Bilim insanları şimdi, bunların aslında yuvalanmış döngüler olduğunu biliyor, yani döngüler içinde döngüler içinde döngüler . . . vesaire. Ve döngüler, tahmin edilebilir ve hesaplanabilir bir şeye bağlıdır. Burada önemli olan Dünya nın uzaydaki lokasyonudur: gezegenimizin güneş ve Saman yolunun çekirdeğine kıyasla eğilimi, döngüsü ve açısı. Bilim insanları, yaklaşık 1 00,000 yıllık ısı döngülerinin, Dünya'nın güneş etrafındaki yörüngesinin zaman içinde de ğişmesiyle meydana geldiğine inanıyorlar. Bu, dışmerkezlik adı verilen doğal bir fenomendir. Bazen gezegenimizin güneş yö rüngesinde izlediği rota uzamış bir oval veya elips, bazı zaman lardaysa daha çok bir daire gibi görünür. Bu rota 1 00,000 yıl boyunca değiştikçe, Dünyanın güneşe olan uzaklığı da değişir. Bu 1 00,000 yıllık döngü içinde, Dünya'nın eğimiyle bağ lantılı bir dizi küçük 4 1 ,000 yıllık döngü bulunur. Bu eğim hareketi bizi güneşten 1 .5 derece uzaklaştırır ya da ona 1 .5 derece yakınlaştırır ve içinde yaklaşık olarak 2 1 ,000 yıllık daha küçük döngüler barındırır. Bunların içindeyse daha kü çük, 1 1 yıllık güneş lekesi döngüleri vardır. Şekil 3.2'nin "Isı varyasyonu " olarak belirtilen ü.st sırası ısıların Antarktik buzul çekirdeklerinde görülen periyodik düşüş ve yükselişleri yer alır. Ö zellikle bu şemada, aynı süreç için benzer bir C0 ritmi görürüz, bu da "Karbon dioksit" 2 yazan orta şemadaki çizgide belirtilmiştir. Isı-karbon diok sit ilişkisinin ayrıntılarına bir sonraki bölümde değineceğiz. Ancak Şekil 3.2'deki verilerden iklim değişikliğine dair iki önemli bilgi ediniriz: ( 1 ) ısıların düşüş ve yükselişi döngüsel dir ve ( 2 ) her büyük döngü, daha küçük, yuvalanmış ısınma ve soğuma döngülerinden oluşmaktadır.
96
S I N I R O A YA Ş A M A K O E G İ Ş İ M İ N D EV R İ L M E N O KTA L A R I N I ATLAT M A K
-
:�
4 -1-= A -rı ı\qQW t � tıÇi!#lY'' 11/ılyvn
.! �� o
:
50
1 00
ljv v
o
.=§
...... ,- �1) -
0 ,
50
100
.
.
1 50
200
"'·S/VV , 50
200
250
,� 250
300
300
350
J
350
400
400
ı- - :.; � ��:� �hıf�vı.g..l:;Jlj�ıl•ı \l•\ .ı'l'!!�"D.\;:ıı -l�-/ LVVÇcı, --
1,6
' ·" � 'o
o
r
..
50
-E-100
150
v
-
...:&•
200
250
TOOosands ofyears aoo
300
Oust coocentraı:Dn
350
400
Şekil 3.2. Antarktika'nın buzul çekirdeklerinde tespit edilen ısıların ritmik yük selme ve düşüşleri, Dünya'nın ısınma ve soğuma döngülerinin en azından son 420,000 yıldır yaklaşık olarak 100,000 yıllık aralıklarla düzenli olarak meydana geldiğini göstermektedir. (Petit/NOAA/GNU Free Documentation License.)
On binlerce yıllık büyük resimdeki yuvalanmış döngülere baktığımızda, daha geniş bir perspektif bize, yakın zaman da ısılardaki değişikliklerin son derece yerleşik bir kalıbın bir parçası olduğunu gösteriyor. Bu kalıp dahilinde, günü müzün sözde anormallikleri, döngülere bakıldığında bizim zamanımızda olması gereken şeye karşılık gelmektedir. Ve söylemeye çalıştığımız şey tam da budur: geçmişin döngüleri hakkında bilgi sahibi olursak, o zaman bu döngülerin tekrar ne zaman yaşanacağını makul bir şekilde tahmin edebiliriz. Doğanın ritimlerini anlamak, son dönemdeki iklim eks97
D E Rİ N G E RÇ E K
tremlerini bir perspektife oturtmaya yardımcı olmaktadır. Ve ısınma ve soğuma kalıbı, bu tip döngüleri izleyen pek çok faktörden yalnızca biridir. Diğerlerinden bazıları Dünyanın manyetik alanlarının gücü, güneş enerjisinin yoğunluğu ve kutuplardaki buz örtülerinin kalınlıklarıdır. Bu yüzden ge lin, önce döngülerin bize neler gösterdiğine bakalım, sonra ne anlama geldiklerini irdeleyebiliriz. Şekil 3.2'ye baktığımızda, döngüsel ısınma süreçlerinin, Dün yanın ısısı tekrar soğumadan önce yaklaşık olarak 1 5,000 ila 20,000 sürdüğünü görebiliriz. Bir meteor çarpması, güneş pat laması, küresel bir deprem veya Samanyolu'nun merkezinden gelen galaktik bir elektromanyetik "süper-dalga" gibi beklen medik afet olayları haricinde, gelecekteki döngülerin geçmişteki döngülerden farklı olacağına inanmak için hiçbir sebep yoktur. Belki atalarımızın bize kendi zamanlarının dilinde anlatma ya çalıştıkları şey de buydu. Bugün sahip olduğumuz GPS, uy dular ve bilgisayarlara sahip olmasalar da, dünyaya kattıkları döngü ve değişiklikler boyunca yaşama tarihine sahiplerdi. Bu gün bizler bir döngünün (ısınma döngüsü) sona erip diğer bir döngünün (soğuma döngüsü) başladığı bir dönemde yaşıyoruz.
Küresel lsmmaya Biz mi Sebep Olduk? Son senelerde politika, siyaset küresel ısınma ile belirli sera gazlarındaki artışın ilişkili olup olmadığı konusundaki bilimsel yorumlar ve kamu görüşünün direkt bir çatışması üzerine şekillenmiştir. Diğer bir deyişle, bugün gördüğümüz ısılara biz insanlar ya da geçen yüzyılın sanayi alışkanlıkları sebep olmuş veya katkı sağlamış olabilir mi? Jeoloji eğitimi almış olmama ve 1 970'lerin ortalarından 98
S I N I R D A YA Ş A M A K D E G İ Ş İ M İ N D EV R İ L M E N D KTALA R I N I ATLAT M A K
1 980'lerin ortalarına kadar bu alanda çalışmış olsam da, ben kesinlikle bir iklim bilimcisi değilim. Bu yüzden, ısınma döngülerini doğrulayan kanıtların jeolojik verilere dayanı yor olmasına rağmen, meydana gelen değişiklikle insan ırkı nın önemli bir faktör olup olmadığını belirlemek için ben de sizinle aynı bilgi kaynaklarını kullanıyor ve bu verilere baka rak, geçmişte atmosferdeki karbon dioksit (C0 2 ) ve metan
( CH4 ) kayıtlarına bakıyorum. Vostok sondaj çalışmasından elde edilen ilk uzun buz çe kirdekleri, dünyanın Atmosferindeki gaz bileşenlerinin - sera gazları dahil - 1 50,000 yıllık tarihini ortaya koydu. 1 999 sondajı, bilinen tarihi 420,000 yıla çıkardı. Bu numuneler le, bilim insanları şimdi küresel ısı ve sera gazı döngülerinin nasıl rol oynadığını net bir şekilde görebilmek için büyük
resme bakma (geçmişe doğru 1 50,000 yıl) ve sonra gerçek büyük resmi görme (420,000 yıl geriye) fırsatına sahipler. Ve bu verinin bize sunduğu resim oldukça çarpıcıdır. Şekil 3.3, Vostok buz çekirdeklerinin analizinden alınan bilgileri içerir. Üç veri tipi, karbon dioksit (C0 2 ) - grafiğin tam ortasında -metan (CH ) - en üstte - ve grafiğin alt kıs 4 mında belirtilen ısılar arasında varsa nasıl bir ilişki olduğu nun saptanması için birbirleriyle karşılaştırıldı. Isı ve C0 2 arasında bariz bir ilişki olsa da, bu küresel-ısınma çığırtkan larının bulmayı umduğu ilişki olmayabilir. CO2 Science dergisine göre, çekirdekleri analiz eden bilim
insanları çarpıcı, küresel ısınma tartışmaları açısından büyük önem taşıyan bir keşifte bulundular: "Buzuldan buzularası ko şullara geçerken atmosferin co2 içeriğindeki değişimler hava ısısındaki değişimlerin asla öncüsü olmaz ve buzularası koşul lardan buzul koşullara geçerken coı yoğunluğundaki değişim hava ısısındaki değişimleri de geciktirir." (Benim vurgum). 99
D E R İ N G E RÇ E K
Science dergisine yayınlanan bir başka araştırma bulgu ların gösterdiği sonuçları desteklemektedir: "Antarktika buz çekirdeklerinden alınan yüksek çözünürlüklü kayıtlar, kar bon dioksit konsantrasyonlarının son üç buzullaşmanın ısın masından 600 ila 400 yıl sonra hacim açısından milyon başı na 80 ila 1 00 parça arttığını gösterdi. "8 İ lave bir teknik not, sera gazlarıyla ısı arasındaki bağın ne kadar uzak olduğunu gözler önüne seriyor: " C0 2 konsantrasyonlarındaki artışın gecikme süresi ısı değişimine kıyasla her 3 buzul-buzularası geçiş dönemi yapınca 400 ila 1 000 yıl civarındadır. "9
lsı
ve
CO Kayıtları
--,----ı :!:: :=:====:::<:1 5 r;::==::::== :::; ..-..---.-----.-T emperatun!: (EMCA Oome C)
-COt
G o
rn
(Vostok)
Current C02 level---ı�
- C0 (EPICA Oome C) 1 _co, (EPJCAOome C) C0 (EPICA Dome C) 1
Temperature
� ıtı
E
o c ıtı
� .a ıtı (i;
350
5 300 o 250
o.
E
�
400
5 -
-10
eoo
200
700
600
500
400
300
Thousands of Years Aqo
200
1 00
Şekil 3.3. Metan seviyeleri (CH4) ve karbon dioksit seviyeleri (C02) döngüleri nin son 800,000 yıl için karşılaştırması. Antarktika buz çekirdeklerinden alınan bu veri, C02 seviyelerinin ısıdaki yükselişin gerisinde kaldığını ve ısınmanın sebebi olamayacağını göstermektedir. (Leland Mclnnes/GNU Free Documen tation License.)
1 00
S I N I R D A YAŞAMAK D E G İ Ş İ M İ N D E V R i L M E N D KTALA R I N I ATLAT M A K
Ö yleyse tüm bu veriler iklim değişikliğiyle ilgili ne söyle mektedir? Bu bölümün girişinde verilen soruları nasıl yanıt layacağız? İklim değişikliği bir veri midir? Küresel ısınmaya biz mi sebep olduk? Aksini gösteren başka bir bilgi kaynağı olmadığından, mevcut verilere dayanarak küresel ısınmanın derin gerçeği şöyledir: 1
Küresel ısınma modern çağda bir veridir.
2
Isınmanın ardından gelen soğuma döngüsü de modern çağda bir veridir.
3
Yüksek dereceler gaz seviyelerdeki artışa 400 ila 1000 yılları arasında öncülük ettiğinden, buz-çekirdeği veri leri sera gazlarının, özellikle CO/nin küresel ısınmanın sebebi olmadığını göstermektedir.
4
Buz-çekirdeği verileri, C0 sevilerinin son 400,000 yıl 2 içinde bugün olduğu kadar yüksek, hatta daha yüksek olduğunu gösterdi. Uzak tarihimizde bu gazlar için bili nen hiçbir endüstriyel kaynak yoktur.
5
Yaklaşık olarak 18,000 yıl önce, Pleistosen buzul ça ğından çıktığımız dönemlerde başlamış genel bir ısınma döngüsündeyiz. Tarihsel olarak, bu tip ısınma döngüleri 1 5,000 ila 20,000 yıl sürer ve 1800'lerin ortalarındaki Küçük Buzul Çağı gibi kısa ısınma süreçleriyle dengele nir. Döngüler ve veriler, şimdi bir soğuma döngüsünün beklenebileceği bir zaman dilimi içinde olduğumuzu gös termektedir.
101
D E R İ N G E RÇ E K
Ortalama bir ev bilgi için dünyanın hükümet ajansların dan gelen "resmi " ifadelere ve medyaya güvenir. Amerika Birleşik Devletlerinde küresel ısınmanın aşikar bir sorun olduğuna inanan insan sayısı beni dehşete düşürdü. Onlar bunun yeni bir sorun olduğuna, bu soruna bizim sebep ol duğumuza ve şimdi bunu düzeltmek için bedelini ödememiz gerektiğine inanıyorlar. Ama ben her ne kadar dehşete düş müş olsam da, o kadar şaşırdığımı söylemem. Bunun sebebi, küresel ısınmaya bugünkü "popülaritesi ni" kazandıran medyanın bize, buna bizim sebep olduğumu zu söylemiş olmasıdır. Uygunsuz Gerçek filminde Al Gore açıkça, her birimizin küresel ısınmanın sebebi olduğunu, ama bireysel karbon izlerimizi azaltmak için tercihler yapa bileceğimizi söyler.10 Gore'un yaşam tarzı değişiklikleri konusundaki fikirleri ni beğensem de (kesinlikle bir an önce "yeşil" hayata geçme liyiz), onları haklı göstermek için kullandığı sebeplere karşı ciddi bir direniş vardır. Çoğu insanın konsensüs olduğunu
düşündüğü şeyin aksine, dünyanın bilim insanları sera gaz larının ve insan endüstrisinin ısınmanın sebebi olduğu ko nusunda evrensel bir görüş birliği içinde değildirler. Küresel ısınmayı neden tetiklediğimizi söyleyen bir sürü kaynak ol duğu için, ben bu fırsatı, sırf bu konuda sağduyulu davranıp akıntıya kapılmadıkları için çevrelerinde dalgalanmalara se bep olmuş ve hatta kariyerlerini tehlikeye atmış bazı saygın bilim insanlarına ses vermek için kullanmak istiyorum. Çoğu bilim insanı Dünyanın ısınmış olduğu gerçeğini ka bul etse de, bu bilim insanları buna bizim sebep olduğumu za inananlardan değildir. Aşağıda her bilim insanının ismi, uzmanlık alanı ve çalıştığı enstitüyle başlayan açıklamalar, onların yorumlarının küçük ama temsili birer örnekleridir: 102
S I N I R D A YA Ş A M A K D E G I Ş İ M İ N D E V R İ L M E N O KTAL A R I N I ATLATMAK
- Sallie Baliunas, astronom, Harvard-Smithsonian Mer kezi, Astrofizik: " Yüzey ısı kayıtlarında yaşanan ısınma akı mı, insan eliyle üretilmiş sera gazlarının havadaki artışıyla meydana gelemez. " 1 1 - Khabibullo Abdusamatov, matematikçi ve astronom, Rus Bilim Akademileri Pulkovo Gözlemeviı "Küresel ısın ma sera gazlarının atmosfere yayılımının sonucunda değil, sıradışı yüksek seviyelerde güneş radyasyonu ve yoğunlu ğundaki kapsamlı büyümenin sonucunda meydana gelir... 'Sera gazı' etkisinin özelliklerini Dünyanın atmosferini atfet mek bilimsel olarak desteklenmez . . . . Isınan ve genleşmenin bir sonucu olarak hafifleyen sera gazları atmosfere yalnızca emilen ısıyı dağıtmak için yükselir. " 1 2
- William M. Gray, emekli profesör, Colorado Eyalet Üniversitesi Atmosferik Bilim Departmanı, Tropikal Meteo roloji Projesi başkanı: " Bu küçük ısınma, okyanus suyunda ki tuzluluk çeşitliliğiyle ortaya çıkan küresel okyanus akın tılarındaki doğal değişimlerin olası bir sonucudur. Okyanus dolaşım varyasyonları henüz tam anlamıyla anlaşılmamak tadır. İ nsanlığın yakın zamanda yaşanan ısı değişiklikleriyle yok denecek kadar az ilgisi olabilir. Biz o kadar etkili deği liz. "B Ayrıca: " [Küresel ısınmanın] Amerikan halkına daya tılmış en büyük aldatmalardan biri olduğu görüşündeyim . " 1 4 - George V. Chilingar, inşaat ve petrol mühendisliği profe sörü, Güney California Üniversitesi: "Doğanın şu küresel kuv vetleri Dünyanın iklimini yönlendirmektedir: ( 1 ) güneş radyas yonu ... (2) gazların Dünya Okyanusuna ve atmosfere boşaltımı ve büyük olasılıkla ( 3 ) mikrobiyal aktiviteler... Bunların Dün103
D E Rİ N G E RÇ E K
yanın iklimi üzerindeki etkilerinin derecesi ve kapsamlılığına dair niceliksel tahminler... insanın yol açtığı iklim değişiklikleri nin göz ardı edilebilir olduğunu göstermektedir." 1 5 - lan Clark, jeolog, Ottawa Üniversitesi, dünya bilimleri profesörü: " Bilim dünyasının iklim ısınmasını CO/ye yoran
kısmı, aslında minör bir sera gazı olan co artışının çok 2 daha büyük bir su-buharlaşma tepkisini tetiklediği ve bunun atmosferi ısıttığı kuramına dayanmaktadır. Bu mekanizma, aşırı ısınmayı öngören matematiksel modellerin ötesinde
asla bilimsel olarak test edilmedi ve soğutucu bir etkisi olan bulut oluşumunun karmaşıklığıyla sarsıldı. .. Geçmişte [gü neşin] iklim değişikliklerinden sorumlu olduğunu ve net bir şekilde mevcut ve gelecekteki iklim değişikliklerinde de baş rol oynayacağını biliyoruz. Ve ilginç bir şekilde... güneş akti vitesi yakın zamanda aşağı doğru döngüsüne başladı bile." 1 6
- Chris de Freitas, jeoloji ve çevresel bilim profesörü, Auckland Üniversitesi: "Küresel ısınmaya dair kanıtlar var dır... Ama ısınma buna karbon dioksitin sebep olduğunu doğrulamaz. İklim her zaman ısınmakta veya soğumaktadır. Isınmanın doğal değişkenlik teorileri vardır. Buna karbon di oksitin sebep olduğu argümanını desteklemek için kanıtlar insan sebebiyle oluşan ısınma ile doğal ısınmayı ayırt edici nitelikte olmalıdır. Bu henüz yapılmış değildir. "17 - David Douglass, fizik ve astronomi profesörü, Roches ter Üniversitesi: "Gözlemlenmiş ısınma kalıbı, yüzey ve at mosferik ısı akımları karşılaştırıldığında, sera gazları ısınma sıyla özdeşleştirilen karakteristik izi göstermez. Kaçınılmaz netice, insan katkısının önemli olmadığı ve karbon dioksit ve 104
S I N I R DA YAŞA M A K D E G İ Ş İ M İ N D E V R İ L M E N D KTALAR I N I ATLATMAK
diğer sera gazlarındaki gözlemlenmiş artışın iklimsel ısınmaya yalnızca önemsiz seviyede bir katkı sağlayabileceğidir. "18
- Don Easterbrook, emekli jeoloji profesörü, Batı Was hington Üniversitesi: " 1 900'den beri küresel ısınma C0 'nin 2 hiçbir etkisi olmadan da meydana gelebilirdi. Döngüler geç mişte olduğu gibi devam ederse, mevcut ısınma döngüsü ya kın zamanda sona erecek ve küresel dereceler 2035 yılı gibi hafif soğumaya başlayacaktır. " 1 9 İ klim değişikliğinin çaresinin ve yönünün bu kadar belir siz olmasının sebebi bu gibi fikirlerin sayısı ve derinliğidir. Belirsizlik yüzünden, değişim konusunda ne yapılmasına ka rar verirken bir sonraki adımın dünyadaki en güçlü ve en et kili insanların bile ele geçiremediği hareketli bir hedef olması büyük olasılıkla sürpriz değildir.
Umut 20 1 0 yılında, dünya liderleri Dünya'nın değişen iklimini
nasıl yaklaşılacağını belirlemek için Danimarka'da eşi ben zeri görülmemiş bir toplantıya imza attıklarında, dünyanın umutları hiç olmadığı kadar yüksekti: Kopenhag İ klim Zir vesi. Bu görüşmelerin amacı, dünyanın yaşam biçimini teh dit eden değişikliği ele alacak bir tür eylem üzerinde karar vermek ve anlaşmaktı. Konferans başladığında, liderler arasında (temsilciler ye rine) güçlü işbirliği ve vaat işaretleri vardı: başkanlar, baş bakanlar, krallar, kraliçeler ve diktatörler politika ve siyaset konusunda farklılıklarımızı geride bırakan bir sorunu tar1 05
D E R İ N G E RÇ E K
tışmak için toplanmıştı. Ancak konferansın sonlarına doğru umut hayal kırıklığına dönüştü ve netice herkesi çaresizliğe itti. Liderleri bir araya getiren araştırmaları hazırlayan za manın en iyi zekalarına ve anlaşmalar için zemin hazırlamış olması gereken en iyi diplomatik kanallara rağmen, dünya liderleri çözüm bulmak için birlikte çalışmanın bir yolunu bulmayı başaramadılar. Bunun yerine ortaya çıkan şey, bu kitabın bu kadar önemli olmasının temelidir. Benim görüşüme göre, zirve trajik bir şe kilde uçup giden bir fırsattı ve bunu söylememin bir sebebi var.
Ftrsat Kopenhag'da, dünya liderleri tarihte ilk kez diğer ülkele re ve birbirlerine, tüm ulusların halkları arasında sınır, hü kümet, kültür ve geçmişte bizi ayıran inanç farklılıklarından daha büyük bir bağ olduğunu gösterme şansı yakaladılar. Ö rneğin, iklimin neden değiştiğini tam olarak bilmesek de, iklimin gerçekten değiştiği ve bu değişimin bildiğimiz anla mıyla medeniyeti tehdit ettiği konusunda görüş birliğine va rabilirlerdi. Kıyı şeritleri kayboluyor; dünyanın büyük şehir leri hava koşulları yüzünden zarar görüyor; topluluklar ve yaşam biçimleri yeryüzünden siliniyor ve dünya nüfusunun büyük bir bölümünün yaşadığı Kuzey Yarımkürede besin ye tiştirme becerisi hızla azalıyor. Her ne kadar bunların neden yaşandığını tam olarak bile mesek de, bir uluslar topluluğu olarak bu geçişi hafifletmek için kaynaklarımızı, paramızı, ordularımızı, teknolojilerimi zi ve iş gücümüzü kullanmaya söz vereceğimiz konusunda hemfikir olabilirlerdi. Liderlerimiz buna benzer bir adım ko1 06
S I N I R D A YA Ş A M A K D E G İ Ş İ M İ N D E V R İ L M E N D KTA L A R I N I ATLATMAK
nusunda ortak bir görüş sağlayabilirlerdi. Ama yapmadılar. O konferansa katılanların sık sık duyduğu yorumlardan biri, daha varlıklı ülkelerin ödevlerini yapmadığıydı. Onlar, tek bir yıl içinde 2008 binlerce ölüme ve milyarlarca dolar -
-
lık zarara teslim olmuş yoksul ülkelerin zihin yapılarını anla mamışlardı: Ö rneğin Myanmar'da Nargis Kasırgası 1 00,000 can almıştı. Fırtına köyleri talan ederken yalnızca birkaç saat içinde pek çok insan evsiz kalmıştı. Sonra dört fırtına - Fay, Gustav, Hanna ve Ike) Haiti'nin altyapısının büyük bir kısmı nı yok edip ülkeyi iki yıldan kısa bir süre sonra meydana ge len depreme karşı olduğundan daha savunmasız bırakırken, yaklaşık 200,000 insan şiddetli yağmurlardan ve meydana gelen sellerden etkilenmişti. Hagupit Tayfunu Çin' de yaklaşık 70,000 insanı öldürdü ve aynı sene meydana gelen 7.9'luk deprem sonrasında yaklaşık 1 8,000 insanın kayboldu. Grantham İ klim Değişikliği ve Çevre Araştırma Ensti tüsü başkanı İ ngiliz ekonomist Nicolas Stern'in sözleriyle, Kopenhag İklim Zirvesinin neticesi, varlıklı ulusların tutum larından ötürü tam bir hayal kırıklığıydı. Ve her ne kadar "geçmiş yıllara kıyasla daha az küstahlık olsa da . . . " dedi Stern, "Zirve zengin ülkeler tarafından çok daha iyi bir şe kilde ele alınabilirdi. "20
flrsat: Kaçtı Sorunu tanımak ve iklim değişikliğine neyin sebep oldu ğu konusunda net bir karar varılmadığını kabullenmek ye rine (gerçi ısınma ve soğuma döngüleriyle ilgili veriler bana oldukça ikna edici görünmektedir), zirvedeki katılımcılar önce belirli ülke ve endüstrilerde kusur bulma, sonra belirli 1 07
D E Rİ N G E RÇ E K
ulusları suçlama ve mesul tutma ve son olarak bulunan suç lular için finansal cezalar kesme arayışına girdi. Kuşkusuz Kopenhag'ta olması gerekenden daha fazla gündem vardı. Kişisel görüşüm, temsil ettikleri halkların desteğini almış, bu kadar ortak yönü olan ve kaybedecek bu kadar şeyi olan dünya liderlerinin eve elleri boş dönemlerinin, büyük bir fır satı kaçırmalarının sebebi buydu . . . Bu aynı zamanda, herke sin varlığı konusunda hemfikir olduğu krizleri ele almak için anlamlı, sistematik bir çalışma anlamında liderlerin neden konferansa hazırlıksız geldiklerinin de sebebidir. Ve bu her ne kadar üzücü bir durum olsa da, büyük ola sılıkla kimseye sürpriz olmamıştır. Kopenhag İ klim Zirvesi bu kitabın neden yazıldığına dair kusursuz bir gerçek-yaşam örneğidir ve bilim yanlış varsayım larına dayanan bir düşünce biçimini açıkça gözler önüne serer. Anlamlı bir eylem planına ulaşma başarısızlığı, rekabet ve ay rılığa işbirliği ve birliktelikten fazla değer veren bilimsel varsa yımlar üzerine kurulu bir yaşam biçiminin direkt sonucudur. Ö zellikle, bizim medeniyetimiz kitabın başlarında değin diğimiz bir dizi yanlış varsayım üzerine kuruludur - örneğin, doğanın "en güçlünün hayatta kalması " üzerine kurulu ol ması, her şeyin diğer her şeyden ayrı olması ve bilincin bizim fiziksel dünyamızdan ayrı olması gibi. Dünyamızın liderleri ve onların temsilcileri derin bilim sel gerçekleri - evrenin, gezegenin ve bedenlerimizin ortak bir enerji alanından, dolanıklık birliğini mümkün kılan bir matristen meydana geldiği; insan duygularının matriste olan biteni direkt olarak etkilediği ve doğanın varlığını sürdür mek için rekabete değil, işbirliğine dayandığı gerçeklerini gerçekten anlamış olsalardı, kesinlikle farklı tercihler yapar lardı. O zaman 2 0 1 0 yılındaki Kopenhag İ klim Zirvesinden 108
S I N I R D A YA Ş A M A K D E G İ Ş İ M İ N D E V R İ L M E N D KTAL A R I N I ATLATMAK
çok daha iyi bir sonuç almış olurduk. Katılımcılar Veri 1 'in kanıtlarını anlamış olsalardı (medeni yet, geleneksel zaman çizelgesinde kabul edilen 5,000 yıldan en az iki kat daha yaşlıdır), konferansa sebep olan iklim değişiklik lerinin döngüsel olduğunu bileceklerdi. Bu değişiklikler geçmişte de meydana gelmişti ve döngüsel bir tarihte bizim dönemimizde ortaya çıkmaları beklenen değişikliklerin ta kendileridir. Derin gerçekler bize, bizi şimdi karşı karşıya kaldığımız krizlere götüren tercihleri yaparken düşündüğümüzden fark lı bir şekilde düşünmeye iten sağlam bilimsel sebepler verir. Kopenhag İ klim Zirvesi için ise farklı düşünmek, dünyayı bazılarının fayda sağlaması için bazılarının kendi dilimle rini kaybetmek zorunda oldukları sınırlı sayıda dilimi olan bir pasta anlayışından, küresel ailemizin ihtiyaçlarını karşı lamak için birden fazla ve hatta farklı aromaları olan yeni pastalar yapabileceğimiz anlayışına taşıyabilirdi. Kopenhag'taki olaylar, düşüncedeki küçük bir değişim nasıl radikal anlamda farklı bir sonuca götürebileceğine dair net bir örnek olsa da, gelecek bölümler aynı ilkeyi başka krizlerde ortaya koyacaktır. Ancak iklim değişikliği ve kü resel ısınmanın aksine, bu krizler doğrudan doğruya bizim yaptığımız tercihlerle ilişkilidir. Ve böyle oldukları için, on lara sebep olan düşünce ve eylem yapısını değiştirmek adına eşi benzeri görülmemiş bir fırsat sunmaktadırlar.
Tüm Türler Nereye Giai? Kuzey Missouri'de yetiştiğim dönemde, dört gözle bekle diğim şeylerden biri, uzun yaz tatillerinde yaptığım uzun dağ yürüyüşleriydi. Sabahın erken saatlerinden günün geç saat1 09
D E R.i N G ER. Ç E K
]erine kadar, Missouri Nehrine bakan yoğun, yeşil ormanlar arasındaki patikalarda tek başıma yürüyüş yapardım. Başı mı dimdik havaya kaldırıp tepemde iç içe dolanmış dallar, yapraklar ve sarmaşıklar arasından gökyüzünü görememek beni şaşkına çevirirdi. Benim için, Missouri ormanlarındaki o yürüyüşler, sanki bir tarihöncesi ormanda yürüyormuşum gibi bana geçmişe doğru bir yolculuk hissi verirdi. Her an yeşilliklerin arasından bir eski çağ yaratığının fırlayacağını, bana aslında hala var olduğunu gösterip sonra tekrar gözden kaybolacağını hayal ederdim. Bu hikayenin özü, benim ormanın ve ormandaki her şe yin sonsuza dek devam ettiğini, sonsuza dek var olduğunu ve hep öyle kalacağını farz etmiş olmamdı . . . sonsuza dek. Başka türlüsünü hayal edemezdim. Bugün Missouri Nehri ve onu çevreleyen ekosistem, mo dern teknolojinin en trajik hikayelerinden birine dönüştü. Baraj ve su derivasyonu yapılarındaki "ilerlemeler" ve dün yanın en büyük rezerv sistemlerinden birine dönüşen nehir deki su akışının yönünü değiştiren suni kanallar yüzünden, Missouri ve sürekliliği ona bağlı olan vahşi yaşam, Amerika Birleşik Devletlerinde "en büyük tehlike altındaki" nehirler den biri olmuştur. 2 1 Missouri Nehri ekosistemde, soyu tükenme tehlikesiyle karşı karşıya olan en az üç tür vardır - iki cins kuş ve bir cins balık. Bu hayvanların her biri, ekosistemi destekleyen hassas besin zincirinin dengesinin sürdürülmesinde bir ki littir. Amerikan Balık ve Vahşi Yaşam Birliği şimdi, nehirler üzerindeki insan-kontrollerinin değişmesi gerektiğini öneren bir rapor sundu. Bunun amacı, tehlike altındaki vahşi yaşa mın bağlı olduğu ısı ve su seviyelerinde doğal değişikliklere izin verilmesidir.22 1 10
S I N I R D A YAŞ A M A K D E G I Ş I M I N D E V R İ L M E N O K TA L A R I N I ATLATMAK
Yürüyüş yapmayı çok sevdiğim ormanın yakınlarında, yedinci sınıf fen dersi sırasında öğrendim bu güzel yerlerle il gili acı gerçeği. Pek çok sebepten ötürü, tarih onların sonsu za dek var olmadıklarını gösteriyordu. Bir tür felaket gelmiş ve bir bitki veya hayvan türünün her canlısı yeryüzünden silinmişti. Soyu tükenmişti. Bazı soy tükenmeleri doğal sebeplere bağlı olsa da - iklim değişikliği veya 65 milyon yıl önce bir asteroidin yeryüzüne çarpması gibi - bazı zamanlarda sebebin çok daha tanıdık ve bize yakın olduğunu fark ettiğimde şok olmuştum: sebep bizim varlığımızdı. Biz insanlar, bir canlı türünün mevcudi yetini sona erdiren veya tehdit eden felaket olmuştuk. Bu fenomene klasik bir örnek, bir zamanlar Hint Okya nusu'ndaki Mauritius adasında yaşamış Dodo'dur. Bu hay vanın soyunun tükenmesi, insan yoluyla meydana gelen soy tükenmelerine bir örnektir. Dodo 20 kg ağırlığında büyük, uçamayan bir kuştu ve mo dern DNA çalışmalarıyla güvercin ailesiyle bağı keşfedildi. İlk Portekizli denizciler 1507 yılında adaya ulaştıklarında, bu kuş ların sayılamayacak kadar kalabalık olduğu söylenmektedir. Sonra bir dizi insani sebep - Dodo kuşlarının yuvalama ortamlarını sınırlandıran ormansızlaştırma; kaşiflerin yanla rında getirdikleri köpek, domuz ve diğer yırtıcı hayvanların varlığı ve avlanma (kuşlar yerde yuva yaparlar ve kolay av olurlardı - Dodo nüfusu hızla azaldı ve kendini sürdüreme yecek noktaya geldi. Ders kitapları son Dodo kuşunun 1 662 yılında görüldüğünü söylese de, 1 6 93 yılına kadar görüldük lerine dair kayıtlar vardır. Acı olan şu ki, bu korkusuz, tüysüz kuşlarla ilk karşılaş mamızın üzerinden 1 50 yıl geçmeden, insan eylemleri Dodo kuşunun soyunun tükenmesine sebep olmuştur. Bu modern 1 11
D E Rİ N G E RÇ E K
zamanda, yaşayan nüfusların sonsuz olmadıklarının ve biz insanların bir türü tükenme noktasına taşıyabileceğinin ilk belgelenmiş vakasıdır. Ne yazık ki, aynı ders daha yakın zamanda diğer türlerle tekrar yaşadık: Ö rneğin nüfusu 1 879'lerde 75 milyon iken 1 900'de 1 ,000'e ulaşan Amerikan bufalosu ve ticari balina avcılığı başlamadan önce nüfusu 350,000 civarındayken bugün 8,000 ila 1 4,000'e ulaşmış yeryüzündeki en büyük memeli olan mavi balina en yakın örneklerdir. Daha pek çok tür, soy tükenmesine meydan olacak kadar sık avlanmak tadır. Amerikan bufalosu ve mavi balinada olduğu gibi, bu hayvanlara dair düşüncelerimizi değiştirerek onların soyla rının tükenmesini önlemek mümkündür. Tabii azaltma olan türlerin sayısı, bir veya iki koruma eylemine odaklanmayı imkansızlaştıracak kadar çok olmadıkça Bugün kendimizi bulduğumuz nokta tam da burasıdır. Pek çok insan, Yeryüzündeki tüm yaşam formlarının hali hazırda keşfedilmiş olduğuna inansa da, bunun gerçekle ya kından uzaktan ilgisi yoktur. Her sene tahminen 1 8,000 yeni tür keşfedilmektedir. Bunların bazıları bu tip keşiflerde hiç beklemeyeceğimiz şaşırtıcı yerlerde bulunmaktadırlar. Ö rne ğin, 20 1 0 yılının Temmuz ayında, bilim insanları her sene pek çok insan tarafından ziyaret edilen bir yerde 1 1 yeni böcek türünün yaşadığını keşfetti: Fransa'daki Mercantour Ulusal Parkı. Ama her sene yeni türler keşfedilse de, aynı zamanda Dünya'daki soy tükenme hızı giderek artmaktadır. Tahmin lere göre, bazıları keşfedilmeden önce olmak üzere, her sene Dünyadan 26,000 tür eksilmektedir. Bu sebepten, BM Genel Sekreteri Ban Ki-moon şu tavsiyede bulunur: " Biyo-çeşitlilik kaybının temel sebebine ulaşmak için, karar alma alanların1 12
S I N I R D A YA Ş A M A K D E G İ Ş İ M İ N D E V R İ L M E N O KTAL A R I N I ATLAT M A K
da ve tüm ekonomik birimlerde buna daha yüksek öncelik vermemiz gerekmektedir. " 23 Kuşkusuz pek çok türün hızla nan soy tükenme oranı bize, gezegendeki en büyük değişimi yaratan yaşam-formlarına güçlü bir mesaj vermektedir. Asıl soru şudur: Biz o mesajı dinliyor muyuz?
Sıradaki Biz miyiz? Evrim biyologları, geçmişi anlamamıza ve geleceğimizi şekillendiren akımları belirlememize yardımcı olmak için geçmişe bakarak hayatlarını sürdürürler. Biyologlar arasın da, geçmişte Dünyadaki büyük yaşam kitlelerinin kayboldu ğu süreçler olduğuna dair neredeyse evrensel bir görüş birliği vardır. Onlar bu yok olmaları bir dizi sebebe bağlarlar ve her ne kadar sebepler üzerindeki teoriler çeşitlilik gösterse de, sonuç tartışmaya açık değildir. Kitlesel soy tükenmeleri geçmişin bir gerçeğidir. Biyo loglara göre, Dünya tarihinde en az beş büyük kitlesel soy tükenmesi yaşandı. Her biri, öncesinde ve sonrasında gelen lerden yüz milyonlarca yıllık bir süreçle ayrıldı. Ö rneğin ilk kitlesel soy tükenmesi 440 milyon yıl önce; ikincisi 3 70 mil yon yıl önce; üçüncüsü 245 milyon yıl önce ve dördüncüsü 2 1 0 milyon yıl önce yaşandı. Dünya üzerindeki beşinci ve son kitlesel soy tükenmesi yaklaşık 65 milyon yıl önce, yer yüzündeki tüm yaşamın yüzde 60 ila 80'inin kaybolduğu bir zamanda meydana geldi. Bu soy tükenmeleri çok uzun za man önce yaşanmış gibi görünse de (ki öyleler), bugün bizim için hala önemlidirler, çünkü bizler bir sonraki kitlesel soy tükenmesinin bir parçasıyız. 24 Biyologlar bize kesin bir dille, altıncı büyük kitlesel soy 113
D E Rİ N G E RÇ E K
tükenmesinin ortasında olduğumuzu söylemektedirler - ve Dünya üzerinden büyük miktarlardaki yaşam kaybı, bi lim insanlarının aniden aydıkları bir durum değildir. E. O . Wilson'ın tahminlerine göre, gezegenimiz 2 0 . yüzyılın başla rında her sene halihazırda 30,000 kadar tür kaybetmekteydi. Daha yakın zamanlı tahminler, sorunun onun inandığından daha kötü olabileceğini göstermektedir. Bu gerçek kesinlikle kötü haberdir. İ yi haber ise, " bizim" kitlesel soy tükenmemi zi öncekilerden farklı yapan kilit bir faktör olmasıdır. Bu da bizim tek umudumuzdur. 2008 yazında, sevgili arkadaşım ve saygın meslektaşım Bruce Lipton'la birlikte Avrupa'da bir seminer turuna katıl dım. Bruce'la birlikte son kitaplarımızı Hay House yayıne vinden yayınlamıştık ( The Biology of Belief ve The Divine Matrix) ve yeni materyallerimizi paylaşmak için Almanca konuşulan ülkelerde yapacağımız kitap turlarını birleştirme ye karar verdik. Zürih, İ sviçre'den Frankfurt, Almanya'ya doğru yaptığımız uzun bir tren yolculuğunda, Bruce ve ben arkamıza yaslanma; Avrupa kırsalının güzelliğini seyretme ve birkaç yemekle birlikte yaşam, sevgi ve Dünya'nın kaderi üzerine düşüncelerimizi paylaşma fırsatı bulduk. Ö ğle yemeğinin sonlarına doğru, Bruce'a uzun yıllardır ona yöneltmek istediğim, ama bu sohbete veya yanıtına ge rektiği değeri verecek zamanı bulamadığım soruyu sordum. "Genel biyoloji ve Dünyada yaşam anlamında işler ne kadar kötü? " diye sordum." Aramızda kalacak, ha? Gerçekten? " Verdiği yanıt beni sersemletti. Bruce, arkadaş olarak çok sevdiğim ve profesyonel bütünlüğüne sonsuz saygı duydu ğum bu adam bana, öğretilerini bu kadar erişilebilir ve po püler kılan tarzıyla basit, şık ve bıçak gibi keskin bir yanıt verdi. Atalarımızdan yola çıkarak, burada, Dünya üzerinde114
S I N I R D A YAŞAMAK D E G İ Ş İ M İ N D E V R İ L M E N O K TA L A R I N I ATLATMAK
ki evimizin aslında bir " bahçe" olduğunu söyledi; dev, geze gen büyüklüğünde bir bahçe. "Dünya üzerindeki her şey bahçenin bir parçasıdır, " dedi, " biz dahil. Tabiat Ana bahçesine yakışmayan şeylerle baş etmenin bir yolunu bulur - onları bahçeden kovar! " Sonra Bruce döndü ve yüzüme baktı. Gözlerinde bir ömürlük ça lışmalardan gelen ve onu dev ve engin bir sonuca ulaştıran bir parıltıyla durumumuzu birkaç kelimede özetledi. " Ya ta biatın bahçesinde nasıl huzur içinde yaşayıp ona göz kulak olacağımızı öğreneceğiz," dedi, " ya da bahçenin geri kalanı nı beslemek için kuru ota döneceğiz! " Yalnızca Bruce'un yapabileceği kadar iyi bir yoldan, bahçe benzetmesiyle bir şeyler değişmedikçe kaderimizin neye ben zeyeceğini anlatmıştı. Ama titizlikle bundan fazlasını anlattı. Bizim zamanımızdaki soy tükenmesini geçmiştekilerden farklı kılan şeyin ne olduğunu söyledi: İ lk beş soy tü�enmesi do ğanın bir neticesi gibi görünse de (asteroidler, iklim değişik likleri, vs. ), bizimki doğa kaynaklı değildir. Bizimki tamamen biz kaynaklıdır. Dünya üzerindeki altıncı büyük kitlesel soy tükenmesi - insan yaşamı dahil - insan kaynaklıdır. Amerikan Doğal Tarih Müzesi, Biyo-Çeşitlilik Salonu eski baş küratörü Niles Eldredge'e göre, " İ nsanların yeryü zündeki dönüşüm, türlerin aşırı tüketimi, çevre kirliliği ve yabancı türlerin dahil oluşu gibi aktiviteleriyle modern dün yada ekosistemdeki stresin ve türlerin yok olmasının direkt sebebi oldukları şüphesizdir. " 25 Eldredge bu değerlendirmesinde yalnız değil. Milenyum Ekosistem Değerlendirmesine dünyanın ekosistemlerinin durumu ve bunların "insan refahı" üzerindeki etkileri ince lemesi görevi atandı. Yedi planlı raporun ilki 2005 yılında yayınlandı. Çalışmaların devam ediyor ve daha çok verinin 115
D E Rİ N G E RÇ E K
toplanıyor olmasına rağmen, ş u ana kadar elde edilenler ga yet açıktır: " 24 Ekosistem hizmetinin 1 5'inde süregelen bo zulma - içme suyu; balık yataklarının ele geçirilmesi; hava ve su kirliliği; bölgesel iklim, doğal felaket ve böcek ilaçları düzenlemeleri - insan refahını ciddi anlamda etkileyecek ani değişiklikler yaşanma olasılığını artırmaktadır. "26 Rapor özellikle, yasalarımızda ve kaynak kullanımında herhangi bir değişikliğe gidilmediği takdirde beklenebilecek krizleri açıklamaktadır. Bu "ani değişimlerden " bazıları yeni hastalıkların ortaya çıkması, su kalitesinde ani artışlar, kıyı lar boyunca "ölü bölgelerin" meydana gelmesi, balık yatak larının yok olması ve bölgesel iklimlerdeki değişikliklerdir. Milenyum Ekosistem Değerlendirmesinin sonucu tek bir çarpıcı cümleyle özetlenebilir. Acı gerçek şu ki, tek bir tür ( bizler) kendimize olduğu kadar gezegendeki diğer on mil yon küsur tür için de tehlike teşkil etmeyiz.
Krizi Görmezden Gelmek... Ta ki Gözümüze Batana Kadar Yakın zamanda, tanınmış bir finans danışmanına dün yadaki bir sonraki ekonomik krizin ne zaman başlayacağı soruldu. Finans danışmanı yanıtını, tıpkı benim "Korkulan 'yeni dünya çağı' tahminlerindeki krizler ne zaman başla yacak ? " sorusuna yanıt verirken yaptığım gibi şekillendirdi. Danışman yanıt vermeye, kendi sorduğu bazı kısa ve çarpıcı soruları yanıtlayarak başladı: Şimdi krizde olduğumuzu söylemeniz için ne olmak zo runda? Komşularınızın bir terslik olduğu fark etmesi için benzin fiyatları daha ne kadar yükselecek? Altın veya gümüş 1 16
S I N I R D A YA Ş A M A K : D E G İ Ş İ M İ N D E V R İ L M E N D K TA L A R I N I ATLAT M A K
ne kadar pahalı olacak? K aç banka iflas etmek zorunda? İşsizlik ne kadar yükselecek? K aç dünya şehri iflas etmeli ? Sizin eşiğiniz nedir? Sizin gerçekte neler olduğunu görmeye başlamanız için işler daha ne kadar kötüye gitmeli?27
Danışmanın soruların soruya yanıt verme biçimi, Derin
Gerçek'in bu bölümünün anlatmaya çalıştığı şeydir. Zamanımızın en iyi zekaları bize, çoktan bir kriz içinde olduğumuzu ve aslında hepsi aynı zamanda şimdi ger çekleşen birden fazla krizle mücadele ettiğimizi söylüyor. Ortada bir sorun olduğumuzu kabul etmemiz için içme suyu -
-
ne kadar az kalmalıdır? Dünyanın kaynakları azalırken dün ya nüfusu kaç kez katlanmalıdır? Bir diğer küresel savaşa ne kadar yaklaşmalıyız? Sanırım benim "Ne zaman?" sorusuna vereceğim yeni ve-geliştirilmiş yanıt şöyle olurdu: "Halihazırda birden fazla krizle karşı karşıya olduğumuzu ve düşünme biçimimizi de ğiştirmedikçe daha büyük krizlere doğru ilerlediğimizi kabul etmemiz için işler daha ne kadar kötüleşmek zorunda ? " Her n e kadar önceki bölümlerde yer alan kriz listelerin deki hiçbir madde, bu kitabı okuyan insanlar için bir sürpriz olmasa da, söz konusu kötü haber olduğunda, biz insanların sergilediği ilginç bir özellik vardır. Ve görünüşe bakılırsa ha ber ne kadar kötüyse, bu özellik o kadar ortaya çıkar. Ger çekten yıkıcı haberlerle bir veya iki şekilde baş ederiz: ya o haberi önemsizlik noktasına kadar küçümseriz ya da hepten görmezden geliriz. Bu fenomene "normallik varsayımı" adı verilir ve karşı karşıya oldukları ekstrem durumlarla daha önce hiç yüz yüze gelmemiş insanlar arasında daha güçlü bir şekilde ortaya çıkar. Örneğin bugün yaşayan ve 1 930'ların Büyük Buhran'ını 1 17
D E R İ N G E RÇ E K
yaşamış insanlar, işsizlik seviyesinin yüzde 25'lere yaklaşma sının, kilometrelerce uzunluktaki çorba kuyruklarında ayak ta dikilmenin ve bir somun ekmek için saatlerce beklemenin nasıl bir şey olduğunu bilirler. Ve onlar en kötünün ne kadar hızlı gelebileceğini bilirler. Bu insanlar her zaman bunların tekrar yaşanma olasılığına karşı hazırlıklıdır. Günümüz dün yasındaki genç insanlar için Büyük Buhran karanlık bir peri masalı gibidir. Eski siyah-beyaz resimler Büyük Buhran'ın uzak, imkansız ve eski görünmesine sebep olurlar. Bu genç ler, bunun nasıl tekrar olabileceğini hayal dahi edemezler. İnsanların il. Dünya Savaşı sırasında yaşanan soykırım dedikodularına verdikleri tepkiler, zihnimizdeki önyargıla rın nasıl etkili olduklarına dair güçlü bir örnek sunmaktadır. 1 944 yılında, insanlarla dolu yük vagonları Macaristan ve Polonya gettolarından gün ışığında, yüzlerce vatandaşın gözü önünde ayrıldığında, geride kalanlar trenlerin "şanslı olanları" yeni yerleşim bölgelerine götürdüğüne ikna olmuş tu. Trene binenlerin daha iyi evlere sahip olacaklarına ve daha iyi hayatlar süreceklerine inanmışlardı. Ö lüm kampla rının dehşeti kulaktan kulağa yayılsa da, kimse söylentilere inanmıyordu. Kimse onlara inanmak istemedi. Ve inanmadı lar. Onları göz ardı ettiler. 2009 yılında, Nazi ölüm kamplarında yaşamış ve hayatta kalmayı başarmış Kitty Williams, savaşın sonunda serbest kaldığı günden bu yana ilk kez hikayesini paylaştı. 2 8 İlginç bir şekilde, kendini Auschwitz - Birkenau'ya giden o yük vagonlarından birinin içinde bulmadan önce, diğer pek çok insan gibi o ve ailesi de neler olduğuna dair hikayeler duy muş, ama bunların doğru olduklarını kabul edememişlerdi. Kitty şöyle anlattı:
118
S I N I R D A YA Ş A M A K O E G I Ş I M İ N D EV R İ L M E N O KTALA R I N I ATLAT M A K
Genç Polonya lı v e büyük olasılıkla Çek adamların kapı mıza vurduklarını, kaçmaya çalıştıklarını, Macaristan'dan geçip İsrail'e ulaşmaya çalıştıklarını söylediklerini hatırlı yorum. Ve elbette her zaman karınlarını doyurduk ve yan larına eşyalar verdik. Onlar bize zulümleri anlattıklarında, onlara gerçekten inandığımızı düşünmüyorum. İnsan zihni böyle bir şeyin olabileceğini hayal edemez. Bu aba rtıdır, doğru olamaz, olamaz işte. 2�
Sonunda Kitty ailesi ve söylentileri reddeden diğer insanlar, hakkında hikayeler dinledikleri dehşetin kurbanları oldular. Ve her ne kadar Kitty hikayesini anlatmak için hayatta kalmış olsa da, arkadaşlarının ve ailesinin bir çoğu, hayatta kalmayı başaramayan 5 .8 milyon insanın arasındaydı. Konu şu ki, on lar da uyarıldılar, ama her gün karşı karşıya kaldıkları gerçek leri ya kabul etmediler ya da bunlara inanamadılar.
1 19
D E Rİ N G E RÇ E K
Benzer bir şekilde, dünyamızın sıkıntıda olduğu bir sır değildir. Pek çok insan için sorunlar çok büyüktür ve çö zümler, onların herhangi bir adım atabileceği kadar küçük değildir. Kendimizi güçsüz hissettiğimizde, bununla baş et menin en kolay yolu, krizleri görmezden gelmektir. Bunun kusursuz bir örneği, Soykırımın dehşetinin büyüklüğüyle kı yas edemeyecek olsa da, 2007 yılında dünyanın ekonomik sistemde yaşanan şeydir. Analistlerin uyarılarına ve uzmanların verdiği alarmlara rağmen, kimse dünyanın finans sistemine olanlara ve eko nominin gittiği yöne inanmak istemedi. Başarısız olamaya
cak kadar büyük, diye düşündüler. [Hükümetler] sistemin kırılmasına asla izin vermez. Ve tam bu düşünce, o dönemde ABD'de kredilerin dağıtılma biçimlerinin ve paranın nasıl harcandığının temelini oluşturan şeydi. 2008 yılının Temmuz ayında, emekli olmuş bir aile dos tumuzun birikimlerinden sorumlu bir finans danışmanıyla konuşuyordum. Aile, onun mal varlığını daha güvenli bir yere aktarmaya yardımcı olup olamayacağımı sordu. Tele fonda bu danışmana, birikimlerin bir kısmını yatırılan hisse senetlerinden ve yatırım fonlarından nasıl güvenli bir şekilde alabileceğimizi sordum. Konuşma umduğum gibi gitmedi. Daha finansal güvence ifadesini seslendirdiğim anda, te lefonun diğer ucundaki ses içerlemiş ve hatta isteksiz bir ha vaya büründü. " Ben profesyonel bir finans danışmanıyım," dedi. "Kariyerim bu. " O anda konuşmanın sıkıntılı olaca ğını anladım. " Bu yatırım fonlarından ve birinci sınıf hisse senetlerinden daha güvenli ne olabilir? " diye sordu. "Her zaman var oldular. Uzun vadede kaybetmeleri imkansız." "Anlıyorum," diye yanıtladım, "ve geçmişte sizinle aynı fikirde olabilirdim. Ama bu hisse senetleri yalnızca borsa ka1 20
S I N I R DA YA Ş A M A K D E G İ Ş İ M İ N D E V R İ L M E N O KTALA R I N I ATLATMAK
dar güvenli. Ve borsada bir sıkıntı var. Geleneksel indikatör ler eskiden gösterdikleri yönü işaret etmiyorlar - her şey 'yu karıda.' Hisse senetleri yükseldiyse altın, gümüş ve benzin gibi somut varlıkların yükselmemeleri gerekir. Borsanın bu kadar yükselmesi ve bu kadar uzun süre yüksekte kalması için hiçbir sebep yok. Bir yerde patlayacak ve bu olduğunda Mary [gerçek ismi değil], kocasının ölmeden önce evlilikleri boyunca uğrunda çalıştığı her şeyi kaybedecek. " B u konuşmamın ardından duyduğum sözlere inanamadım. "Borsa başarısız olamaz," dedi danışman bana. "Çok büyük ve çok güçlü. Çok fazla devinim söz konusu. " Sekiz haftadan kısa bir süre içinde başarısız oldu. Ve düştüğünde, çöktü. Gün boyunca televizyon ekranında rakamların düşüşünü hayret içinde izledim. Değerler serbest düşüşe geçtiği sırada Dow Jones Industrial Average'ı gösteren LED ekranı, kesin tisiz bir biçimde düşen kırmızı rakamlara kilitlendi. Tarih 29 Eylül 2008'di ve beklenmeyen olmuştu. Telefon daki danışmanın yalnızca iki ay önce söylediklerinin aksine, uzun yıllar boyunca başarısız olamayacak kadar büyük ol dukları düşünülen Freddie Mac, Fannie Mae, Lehman Brot hers, Goldman Sachs ve Bear Stearns gibi büyük kurumlar dibe vurdular. Günün sonunda borsa 777.68 puan düşüş gerçekleşti rerek tarihte bir rekor kırdı. Borsada yaşanan 1 .2 trilyon dolarlık kaybın açılımı, herkesin yatırım yaptığı dev kişisel kayıplardı ve bu, o dönemden bu yana finans dünyasındaki hemen herkesi etkileyen bir değişimin başlangıcıydı. Ertesi gün havaalanından Mary'ye telefon ettim ve haberler iyi değildi. Ne yazık ki, 48 saatten kısa bir süre içinde Mary, ko casıyla birlikte 40 küsur yıllık evlilikleri süresince kurdukları, biriktirdikleri ve korudukları tüm birikimlerin yarısını kaybet121
D E Rİ N G E RÇ E K
mişti. Durumla ilgili daha üzücü olan, şimdi her gün günlük ru tinlerinde yardımcı olmaları için ihtiyaç duyduğu yardımcıların maaşlarını karşılayamayacak durumda olmasıydı. Ben gün boyunca Amerikan ekonomisinden akıp giden zenginlikleri dehşet içinde izlemiş olsam da, şaşırmamıştım. Ve ulusal çıkar, ulusal borç ve ev kredileri gibi sebeplerden ekonomik politikaları takip eden insanlar da öyle. Akımlar yıllardır gözlemlenmekteydi ve çöküşün tartışmasız işaretle ri, çöküş gerçekleşmeden en az 15 ay önce ortaya çıkmıştı. 14 Haziran 2007'de Richard C. Cook, Küreselleşme Araştır ma Merkeziyle birlikte bir araştırma yayınlamıştı. Raporun ilk cümlesi tüm hikayeyi özetlemektedir: " Bu resmi bilgidir: Amerikan ekonomisinin çöküşü başladı. " 30 Cook'un raporunda, çöküşe geçen borsanın görünürdeki işaretlerinden daha derine bakmayı başarmış iki öncü eko nomi uzmanının çalışmalarından alıntılar vardı. The Was hington Post gazetesinin Pulitzer ödüllü köşe yazarı Steven Pearlstein ve Newsweek ile The Washington Post gazeteleri nin editörü Robert Samuelson ekonomide büyüyen balonu önceden görmüştü. Ve ikisi de aynı zamanda görmüştü. On lar için kırmızı bayrak, kazandıkları paraya kıyasla büyük miktarlarda borç taşıyan şirketlerin sayısının hızla arttığını fark ettikleri zaman ortaya çıkmıştı. "Dört bir yanda hisse senedi fiyatları ve şirket değerleri düşecek," dedi Pearlstein. "Bankalar telafisi imkansız zarar lar beyan edecekler, bazı serbest yatırım fonları kapılarını kapatacak. Bazı şirketler iflasa veya yeniden yapılanmaya mecbur bırakılacaklar. " 3 1 Pearlstein, Samuelson ve diğerlerinin mesajı açıktı: 2007 kusursuz bir küresel ekonomik fırtınanın koşullarının gelişti ği bir seneydi ve fırtına gerçekleştiğinde, Amerikan ekonomisi 122
S I N I R D A YA Ş A M A K D E G İ Ş İ M İ N D E V R İ L M E N D KTALAR I N I ATLAT M A K
hemen karşısında duruyordu. Elbette bu insanlar senaryoyu öngörmüş olsalar da, Pearlstein ve Samuelson bile işlerin ne kadar kötüleşeceğini veya krizin ne kadar süreceğini bilemezdi. Bu hikayeyi paylaşmamın sebebi, krizlerin nasıl yaklaşa na ya da onlar hakkında yapılacak bir şey kalmayıncaya dek göz ardı edilme ya da ciddiye alınmama eğiliminde olduk larıdır. Bu vakada, kriz eve öyle yakındı ki herkesin cüzda nındaydı. Aniden insanlar bariz soruları sorar oldular: Ne oldu? Neden oldu? Nasıl bu kadar çabuk olabildi? Ve bu, bu kitabın bu bölümünde anlaşılması gereken kilit noktadır. Küresel ekonomik çöküş, bağımsız bir olay gibi "çabu cak " olmadı. Bu olayın, küresel topluluğumuzun karşı kar şıya olduğu daha büyük sayısız devrilme noktası senaryo sundan ayrı düşünülmesi imkansızdır. Ve nasıl dünyanın buz tabakaları erimeye başlayıp adalar yükselen deniz seviyeleri altında kaybolmaya başlayana kadar iklim değişikliği politi kacılar ve kamu tarafından büyük oranda göz ardı edildiyse, ekonominin çöküşü de bir adım geriye gidip büyük resme bakabilecek insanlara bir sinyal göndermişti. Sinyal, "Dün ya Kodu" olarak düşünebilecek şeyin bir parçasıydı ve bize, sürdürülebilir olmayan sistemlerin artık nasıl devam edeme yeceğini gösteriyordu. Fractal Time isimli kitabımda anlatıldığı gibi, ekonomik sistemler, doğada kalıplar ve iklimlerde döngüler yaratan aynı doğal ritimleri takip ederler. Kalıplar hesaplanabildiği ve geri dönüş koşulları öngörülebildiğinden, ekonomik çö küşün küresel koşullarının bir kez daha nüfus artışı, kaynak azlığı ve savaş döngüleri gibi diğer pek çok sürdürülmesi im kansız sistem gibi aynı zaman çerçevesinde gerçekleştiğini görmek sürpriz olmamalıdır.
123
D E Rİ N G E RÇ E K
Bozuk Sistemler Dünyası Herkes farklı şekillerde öğrenir. Bazıları saatlerce tekrar yaparak öğrenirken, bazı insanlar bir kitabın sayfasına bir kez göz gezdirerek okuyabilir ve öğrenebilir. Bilgiyi "duy ma" şeklimiz ve onu duyduktan sonra ne yaptığımız, nasıl öğrendiğimizle yakından ilişkilidir. Ve tam da farklı şekiller de öğrendiğimizden, pek çok insanın aynı küresel değişim çağrısını farklı şekillerde seslendiriyor olması iyi bir şeydir. Bir insan için hiçbir anlam ifade etmeyen bir şey, bir baş kası için bir uyan çağrısı olabilir. Ve her ne kadar çağrıyı seslendiren insanlar neler olduğunu anlatmak için farklı söz cükler kullanıyor olsalar da - Scientific American ve Worl dwatch Enstitüsünün teknik perspektifinden Al Gore'un
Uygunsuz Gerçek filminin günlük diline - narin yaşam biçi mimizin sıkıntıda olduğu mesajı tüm dünyada işitilmektedir. Kitleleri yaşam biçimlerimizde bilinçli bir değişim konu sunda eğitme ve harekete geçirme gayretlerinin en etkili ses lerinden biri, Worldwatch Enstitüsünün eski başkanı, çevreci ve yazar Lester Brown'dur. "Doğada ve politik sistemleri mizdeki devrilme noktaları arasında bir yarıştayız," diyor Brown.32 Şimdi çökmekte olan bir medeniyet olarak bilinen bu ıstırabı ustalıkla dindirme girişimlerinde, Brown dobra
kitabı Plan B 3 . 0: Mobilizing to Save Civilization (Plan B 3 .0: Medeniyeti Kurtarmak için Harekete Geçmek) isimli dobra kitabını yayınladı. Kitapta Brown kitabın yazıldığı dönemde işlerin ne kadar kötü olduğunu ve daha ne kadar kötüleşebileceklerini anlattı. O günden bu yana uyarılarının pek çoğu gerçek oldu. Brown doğadaki kritik dönemlerin - örneğin bir türün nüfusunun azalmakta olduğu bir sürecin - nasıl söz konusu 1 24
S I N I R DA YA Ş A M A K D E G İ Ş İ M İ N D E V R İ L M E N D KTA L A R I N I ATLAT M A K
sistem için dönüşü olmayan bir noktayı işaret ettiğini anlatır. Sonra Brown Dünya üzerindeki bir dizi farklı ama birbirle riyle ilişkili sistemin durumlarını ve her biri için nasıl dönüşü olmayan bir noktada olduğumuzu açıklar. Kitap, sorunları vurgulamanın yanı sıra bir eylem planı umudu sunan çarpıcı ancak gerekli bir değerlendirmedir. Kuşkusuz, Plan B 3 . 0 dünyaya dair düşüncelerimizde bir fark yaratmaktadır. Ve pek çok kurum, kuruluş ve birey için Brown'un kitabı potansiyel çözümleri belirleme konusunda bir kutsal kitaba dönüşmüştür. Plan B 3.0'ın yayınlanmasından Worldwatch Enstitüsü nün gayretlerine, toplumu yaşamı ve medeniyeti tehdit eden koşullar konusunda uyarmak için bariz bir hareket başla mıştır. Ve bu gayretler ivme kazanmaktadır. Araştırmalar, raporlar, kitaplar ve enstitüler krizlerin her bir ayrıntısı veya onlarla nasıl baş edileceği konusunda hemfikir olmasalar da, her birinin kendi yollarınca ifade ettikleri endişeleri vardır. Genel anlamda bu endişeler, aşağıdaki şekilde açıklanabile cek kategorilere ayrılırlar: •
Kriz Noktası 1: Sürdürülemez bir dünya nüfusu
•
Kriz Noktası 2: İ klim değişikliği
•
Kriz Noktası 3: Giderek artan besin ve taze su yetersizliği
•
Kriz Noktası 4: Yoksulluk ve zenginlik, sağlık ve hastalık, cehalet ve eğitim arasında giderek genişleyen uçurum
•
Kriz Noktası 5: Giderek artan savaş tehdidi ve yenilenen atomik savaş tehdidi 125
D E Rİ N G E RÇ E K
Tarihteki anımızı geçmiş zamanlardan bu kadar farklı kılan baskın faktörler, bugün karşılaştığımız sorunların sa yısı, büyüklüğü ve zamanlamasıdır. Yukarıda listelenen her bir devrilme noktası, sorunu göz ardı ettiğimiz ve hiçbir şey yapmadığımız takdirde, insanlık üzerinde korkunç bir ha sar bırakma ve bildiğimiz haliyle dünyayı acı verici bir sona taşıma potansiyeline sahiptir. Ve açıkça gördüğünüz gibi, her şey halihazırda olmaktadır. Burada belirtilen her madde çoktan çevreciler, bilim insanları ve ekonomistler tarafından neredeyse 40 yıl önce öngörülen kriz eşiğine ulaşmıştır. Bu da bizi, bir önceki bölümde sorduğumuz önemli soruya götürmektedir: İşlerin gerçekten kötü olduğunu - halihazırda bir krizde olduğumuzu söylememiz için daha ne olması ge rekiyor? Her krizin şu anda yaşanmakta olduğunu bilmek, başka herhangi bir açıklama gerektirmeyen bir yanıttır. Bu kitabın geri kalanı boyunca, daha başka krizler için tetikleyici gibi görünen kilit kriz noktalarından bazılarına göz atacağız. Kriz Noktası 1 ile başlayacağız: dünyamızı paylaşan in sanların sayısı. Yalnızca bu faktör Kriz Noktası 3'ün: giderek artan besin ve su yetersizliği, ve Kriz Noktası 4'ün: yoksulluk ve zenginlik, sağlık ve hastalık, cehalet ve eğitim arasında gi derek genişleyen uçurum vahametini artırmaktadır. Bu kriz noktalarının her biri, halihazırda çökmüş bir sis temden kaynaklansa da, iklim değişikliğinin dünyaya getirdi ği stres, Kriz Noktası 2, sürdürülemeyen yaşam biçimlerimizi son yıllarda bir kırılma noktasına taşıdı. Aynı stres Kriz Nok tası 5'i de tetikledi: giderek artan savaş tehdidi ve yenilenen atomik savaş tehdidi. (Bu kriz noktasına dair açıklama için 6. Bölüm: Savaş Artık İ şe Yaramıyor'a kadar bekleyeceğim. ) Biz krizleri incelerken, yeni keşifler yanlış varsayımları verilerden ayırmamıza yardımcı olacaktır. 126
S I N I R O A YA Ş A M A K O E G İ Ş İ M İ N D E V R İ L M E N O KTALA R I N I ATLAT M A K
İnsan, İnsan ve Daha Çok İnsan! 20. yüzyılda pek çok "ilk" gerçekleşti: bazıları iyi, bazıları pek iyi değil ve bazıları yalnızca kafa karıştırıcı. 1900'den beri dünya ilk uçak ve televizyona, ilk bilgisayarlara ve aya çıkan ilk insarıla ra tanık oldu ... mikroçiplerin icadı, DNA keşfi ve atomun bölün mesi de cabası. Dünya aynı zamanda nüfusta patlama niteliğinde, daha önce eşi benzeri görülmemiş bir büyümeye de tanık oldu. Son buzul çağının sonlarından 1 650 yılına kadar, gezegenin toplam nüfusunun 500 milyonun altında ve stabil olduğu tah min edilmektedir. Bunu bir perspektife koymak gerekirse, son 9,000 küsur yıl önce dünya üzerinde yaşayan ve dünyanın kay naklarıyla varlığını sürdüren insanların bugün Hindistan'da yaşayan insanların yarısı kadar olduğunu düşünebilirsiniz. 1 650'den sonra bu rakam değişti. Şekil 3 .4'teki grafik bize Dünya nüfusunun yalnızca 350 yıllık bir süreçte ne kadar hız lı yükseldiğini ve hangi oranda katlandığını göstermektedir. 6 uı
�
5
15 4 c:
.Q 111 3 ::J a. o
.
.. ........... .
............ .
........ .
... ..... . . . .. . .... ..... .. . ...... ...........
.. . . . .... . .. .....
�2
15 �
1 O
....� .. ...... ., .....
e� � --+ � � --+ � � --ı� �
10000 BC
8000
6000
4000
2000
AD 1
1000 2000
Şekil 3.4. 10,000 m.ö. ile 2000 m.s. arasında Dünyanın toplam nüfusunun tahmini. 2000 yılına doğru yükselen eğim 1804 yılında, küresel nüfus bir milyon çizgisine ulaştığında başladı. O dönemden bu yana yaşanan dramatik nüfus artışı dünya tarihinde eşsizdir ve küresel ailemizin sürekliliği için gereken taze su ve besin eksikliğinin anahtarıdır. (Resim: El T.) 1 27
D E Rİ N G E RÇ E K 1 650 ve 1 804 yılları arasında, uzun süre 500 milyonun altında kalan dünya nüfusu aniden 1 milyona yükseldi. Sonra, 2 milyona ulaşması yalnızca 1 2 3 yıl sürdü. Sonra sındaysa geriye dönüş yok gibi görünmektedir. Dünyadaki insan sayısı 3, 4, 5 ve 6 milyona ulaşırken, her bir milyo nu eklemek için gereken yıl sayısı da aynı hızla 33, 14, 1 3 ve 1 2 olarak düşüş gösterdi. Küresel ailemiz 20 1 0 yılında 6.89 milyon insanla yeni bir rekora ulaşırken, büyüme hızı, BM'nin tahminlerine göre 1 98 9 yılında yılda 88 milyonken şu anda senede 75 milyona düştü.34 Yakın geçmişteki nüfus artış oranı ve artışın gittiği tahmin edilen yön, görevi bu tip bilgileri takip etmek olan hükümet, üniversite ve birimler için bir alarm zilidir. Yukarıdaki ve riler, sürdürülmesi mümkün olmayan bir akıma dair güçlü bii- kanıttır: tahmin edilebilir bir döngüler ritmini izleyen bir zaman çizelgesinde dünyanın nüfusunun ikiye katlanması. Ve mevcut akım, küresel ailemizin sayısının bir sonraki ikiye katlanması 4 milyardan ( 1 974) 8 milyara 2025 yılında -
-
gerçekleşeceğini göstermektedir ve bu olduğu takdirde, uz manlar bunun 22. yüzyıla kadar son kez gerçekleşen ikiye katlanma olacağına inanıyorlar. Bu yüzyılda ikinci bir ikiye katlanma, özellikle de bu dö nemde karşı karşıya olduğumuz krizlerden herhangi birin den etkilenen insan sayısı sebebiyle pek olası görünmemek tedir. Bir sonraki ikiye katlanmayı evrensel bir hastalık mı, besin ve su yetersizliğimi, yoksa savaşlar mı önleyecek, bile meyiz. Kesin olan şey, bu potansiyel krizlerin her birinin ger çek birer tehdit olduğu ve gerçekleştikleri takdirde çok kısa süre içinde çok sayıda insanı etkileyeceğidir. Küresel nüfusta böyle dramatik bir düşüş ender olsa da, geçmişte yaşandığı da bir gerçektir. 128
S I N I R D A YA Ş A M A K D E G İ Ş I M İ N D EV R İ L M E N D K TA L A R I N I ATLAT M A K
1 4. yüzyıldaki hastalık salgını, bu tip şeylerin mümkün ol duğunu gösteren güçlü bir anımsatıcıdır. 1 348 ve 1 351 yılları arasında "Kara Ölüm" adıyla bilinen veba Avrupa'run büyük bölümüne yayıldı. Her ne kadar o dönemde tutulan düzensiz ka yıtlar toplam ölü sayısını belirlemeyi zorlaştırsa da, salgında ölen insanların tahmini sayısı 75 milyon ile 200 milyon arasındadır. Günümüzün antibiyotikleri böyle bir ölüm oranını pek olası kılmasa da, antibiyotikler yalnızca bakteriyel enfek siyonları tedavi etmektedir. Tedavisi bilinmeyen yeni viral enfeksiyonların sayısındaki artış, insanlar için kendilerini enfeksiyon oranı yüksek bölgelerden nüfus yoğunluğu fazla olan büyük şehirlere birkaç saat içinde taşımalarına olanak veren modern hava seyahatleriyle bir araya geldiğinde, bu tehdidi ciddi bir endişe unsuruna dönüştürmektedir. Bu gibi sebeplerden, nüfus akımlarına dair tahminler yü rütme becerimiz, değişen bir dünyayla baş etmede ve giderek artan sayıda insanın onları destekleyen topraklara yüklediği talepleri öngörmede güçlü bir araçtır. CIA bu tip bilgi ih tiyacını şu sözlerle ifade etmiştir: " [Nüfus] artış oranı, in sanlarının altyapı {okul, hastane, konut, yollar, vs. ), kaynak {besin, su, elektrik, vs. ) ve istihdam ihtiyacının değişmesiyle bir ülkeye ne kadar büyük bir yük dayatılabileceğini belirle mede önemli bir faktördür. Hızlı nüfus artışı, komşu ülkeler tarafından tehditkar olarak nitelendirilebilir. " 35 Matematik biyoloğu ve Rockefeller Üniversitesi Nüfus La boratuvarı başkanı Joel E. Coheı:ı'in Scientific American'da yer alan açıklamasında belirttiği gibi, "En yüksek seviyede nüfus artışı - senede yüzde 2 . 1 - 1 965 ve 1 970 yıllarında yaşandı. 20. Yüzyıldan önce insan nüfusu hiçbir zaman bu hızla yükselmemişti ve bir daha bu hızla yükselmesi de pek mümkün görünmemektedir. " 36 129
D E R İ N G E RÇ E K
Cohen'in değerlendirmesindeki iyi haber, nüfus patlama sının yaklaşık 40 yıl önce zirveye ulaştığıdır. Diğer taraftan, bu patlama döneminde doğan insanların çoğu hala hayatta dır ve tüm dünyada ortalama 67 sene olan ömürlerini sür dürebilmek için besin, su, konut ve istihdam kaynakları bul maları gerekmektedir. Politika, teknoloji, yaşam biçimi ve eski geleneklerin günümüzün krizlerine zemin sağlamak için buluştuğu nokta burasıdır.
UNESCO'nun Milenrum Ekosistem Değerlendirme Sentezi Raooru Devrilme noktası krizlerinden herhangi birini ele almak için, önce bu krizlerin net ve kapsamlı bir şekilde ele alınma ları gerekir. Bu şekilde, aşılması zor gibi görünen konular, teker teker ele alınabilecek daha küçük, baş edilebilir oran lara dönüştürebilir. Ben burada başlıca kriz noktalarından bazılarını özet lemek için dilinin netliğinden dolayı 95 ülkeden 1 ,300 ka tılımcı bilim insanının hazırladığı Milenyum Ekosistem
Değerlendirme Sentezi Raporunu seçtim. Bulguları insan aktivitesinin bağlı olduğumuz kilit ekosistemler üzerindeki etkilerini ve kaybolan kaynakların insan yaşamı kalitesini nasıl etkilediğini anlatmaktadır. Halihazırda gergin olan uluslararası ilişkileri zora sokan ve savaş tehdidini artıran da, bu yetersiz kaynaklar üzerindeki şiddetli rekabettir. UNESCO raporundan kendi ifadeleriyle dört kilit bulgu nun özüne yer vermek gerekirse: 1
İ nsanlar son 50 yıl içinde ekosistemleri tarihte hiç olmadı ğı kadar hızlı ve kapsamlı bir şekilde değiştirdi. Bu ağır1 30
S I N I R O A YA Ş A M A K O E G İ Ş İ M İ N D E V R İ L M E N O KTA L A R I N I ATLATMAK
lıklı olarak giderek artan besin, içme suyu, kereste, iplik ve yakıt ihtiyacını karşılamak için yapıldı. 1945'ten bu yana, 18 ve 19. yüzyılın toplamından daha fazla toprak tarım için dönüştürüldü. İ lk kez 1913 yılında üretilen ve gezegende kullanılan tüm sentetik azotlu gübrelerin yarı sından fazlası 1985'ten bu yana kullanılmıştır. Uzmanlar, bunun sonucunda Dünya'daki yaşam çeşitliliği anlamında geri getirilmesi imkansız bir kayıp yaşandığını ve memeli, kuş ve amfibi hayvan türlerinin yüzde 10 ila 30'nun tü kenme tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu söylüyor. 2
İ nsan refahı ve ekonomik gelişme anlamında önemli miktarda net kazanç sağlayan ekosistem değişiklikleri, diğer hizmetle rin kötüleşmesi formunda oldukça ağır bir bedele sebep oldu. Son 50 yılda yalnızca 4 ekosistem hizmeti güçlendi: ekin, çift lik hayvanları ve tarım üretiminde artış ve küresel iklim re gülasyonu için artan karbon sekestrasyonu. İ ki hizmet - balık yatakları ve taze su - şimdi mevcut talepleri sürdürebilecek seviyelerin çok ötesindedir. Uzmanlar, bu sorunların gelecek nesiller için faydaları ciddi anlamda azaltacağını söylüyor.
3
Ekosistem hizmetlerinin bozulması, bu yüzyılın birinci yarısında çok daha kötüye gidebilirdi ve bu durum BM Milenyum Gelişim Hedeflerine ulaşma önünde ciddi bir engeldir. Bilim insanları tarafından incelenen dört olası geleceğin tamamında, açlığı önleme konusunda başarı öngörmektedirler, ama bu da 2015 yılı itibariyle açlık çe ken insan sayısını yarıya indirmek için gereken hızın çok altındadır. Uzmanlar, ekosistemdeki ormansızlaştırma gibi değişimlerin malarya ve kolera gibi insan patojenleri bolluğunu etkileyeceği ve yeni hastalıkların çıkma riskini 131
D E Rİ N G E RÇ E K
artıracağı konusunda uyarmaktadırlar. Örneğin malarya Afrika'daki hastalıkların yüzde 1 l'ini oluşturmaktadır ve eğer 35 yıl önce önlenmiş olsaydı, kıtanın gayrisafi yurtiçi hasılası 100 milyar dolar artmış olabilirdi. 4
Bir yandan giderek artan talepleri karşılarken diğer yandan ekosistemlerdeki bozulmayı tersine çevirme mücadelesi, ciddi politika ve kurumsal değişimler içeren bazı senaryolar altın da mümkündür. Ancak bu değişimler büyük olacaktır ve şu anda hiçbir hareket yoktur. Rapor, ekosistem hizmetlerini muhafaza etmek veya güçlendirmek için var olan, negatif dengeleri azaltan ya da diğer hizmetleri pozitif yönde etkile yecek seçeneklere değinmektedir. Örneğin, doğal ormanların korunması yalnızca vahşi yaşamı korumakla kalmaz, aynı zamanda taze su sağlar ve karbon emisyonlarını azaltır. 37
Milenyum Değerlendirmenin (MD) bu belgeyle ortaya koyduğu araştırmanın tamamını, uzmanlığın tamamını ve tavsiyelerin tamamını özetleyen MD yönetim kurulu şu sonu ca varmaktadır: "Bir yandan hepimize daha iyi yaşam stan dartları sağlaması için gezegenin doğal hizmetlerini kullan maya devam ederken onlara yüklediğimiz baskıyı hafifletmek insan toplumlarının gücü dahilindedir. " Ve şöyle ekliyorlar: "Ancak bunu başarmak, hükümetler, sektörler ve sivil top lum arasında karar almanın her seviyesinde ve işbirliğinin yeni yollarında doğayla kurduğumuz iletişimde radikal deği şiklikler gerektirecektir. Uyarı işaretleri hepimizin görebileceği kadar açıktır. Gelecek şimdi bizim ellerimizdedir. " 3 8 Açıkça görülüyor ki, türler olarak bizler yaşam biçimleri miz anlamında bir öğrenme eğrisinde ve çok ciddi sonuçlar doğurabilecek kararlar almanın eşiğindeyiz. 2 0 1 0 Kopenhag 1 32
S I N I R O A YAŞAMAK O E G İ Ş İ M İ N D E V R İ L M E N O K TA L A R I N I ATLATMAK
İklim Zirvesinde gördüğümüz gibi, geçmişte alınan kararlar en azından yetersiz ve bazı durumlarda tamamen yanlış bir dünyayı görme biçimine dayanmaktadır. Sağduyunun resme büyük bir şekilde girdiği yerlerden biri de burasıdır.
Doğru Anlamak Sağduyu bize, insanlık tarihindeki büyük krizleri soru na dair yetersiz bir anlayış vizyonuyla görmenin mantıksız bir girişim olduğunu söylemektedir. Geçmişte kullandığımız araçların bir çoğunun artık işe yaramadığını görüyoruz. On lar, karşımızdaki sorunlarla baş etmede etkisizdirler ve so runlar yalnızca kötüye gitmektedir. Bu sırada geleceğimiz ve yaşamlarımız büyük bir tehlike altındadır. Bugün karşı karşıya olduğumuz krizlerin sayısı ve büyük lüğüyle, yanlış bir kararın sonuçları hiçbir zaman bu kadar büyük olmamıştı. Aynı zamanda, fırsatlar da bu kadar net olmamıştı. Krizler bizi eski fikirleri tekrar düşünmeye ve rota mızı yeni ve yaşamı olumlayan bir yöne çevirmeye sevk eder. Tam da bu sebepten, kendimizle ve dünyayla olan ilişkimizin altında yatan temel varsayımlara iyice bakmalı ve kendimize inandığımız şeylere neden inandığımızı sormalıyız. Öyleyse nereden başlamalı? Dünyada kendimizi nasıl bu kadar
farklı düşünebiliriz? Eski tarihimiz başlamak için harika bir yerdir. Derin Gerçek 3: Varlığımızı tehdit eden krizleri ele almanın anah tarı, değişimleri özümsemek için suçlu arama ve suçlamadan ziyade karşılıklı yardım ve işbirliğine dayanan ortaklıklar kurmaktır.
133
B Ö LÜM D ÖR T
UNUTULMUŞ GEÇMİŞİMİZİN SAKLI TARİHİ: VAR OLMAMASI GEREKEN YERLER
"Geçmişi hattrlamayanlar hatalanm tekrarlamaya mahkumdur/ar."
GEORGE
SANTAYA NA ( 1 8 6 3 - 1 952).
F İ LOZOF
1 960 ve 70'lerde okuduğum dönemde, bana medeniyetin 5,000 yıl kadar önce başladığı öğretilmişti. Geleneksel dü şünce, en eski iki medeniyetin, Sümer ve Mısır'ın Afrika ve Asya'nın buluştuğu bölgede geliştiğiydi. Gerisi malum. Birkaç önde gelen ders kitabı ileri düşünceli öğretmen dı şında, bugün okullar hala aynı tarihi öğretiyor. Geçmişimize dair bu geleneksel bakış açısıyla kulağa, sanki ilkel insanlar m.ö. 3 1 00 yıllarında besin ve suyun yakınlarındaki bölgelerde bir araya gelmişler ve aileleri için basit evler, yüzyıllar içinde bugün gördüğümüz çelik-ve-camdan yapılma gökdelenlere dönüşen binalar yapmışlar gibi geliyor. Bu harika bir hikaye-
D E Rİ N G E RÇ E K
dir ve mantıklıdır. Ancak büyük bir sorun var: hikaye kanıt larla uyuşmuyor. Ve uyuşmadığı için, bilime dayalı değildir. Dünyanın dört bir yanında birden fazla bölgeden alınan bilimsel kanıtlar kuşkusuz geleneksel tarihin "ilk medeni yetlerinin" aslında hiç de ilk olmadıklarını gösteriyor. Eski Sümer ve Mısır medeniyetleri 5,000 yıldan daha önce, onlar dan çok daha eski, zaman zaman ortaya çıkan ve sonra yok olan daha ileri medeniyetlerin izinden gitti. Ve geleneksel ta rihin söylediğinden en az iki kat daha eski olan bu eski çağ medeniyetleriyle ilgili çok fazla detay bilmesek bile, kesin olan bir şey var: sınıflarımızda öğrettiğimiz tarih, çok daha büyük bir resmin yalnızca bir parçasıdır. Daha eski medeniyetlerin varlığı, henüz yanıtlanmamış bazı büyük soruların kapısını aralar. Onları kim kurdu ? Nereden geldiler? Ve belki de bugün bizim için en önemli soru şudur: Onlara ne oldu? Son buzul çağının yakınlarında dev kent mer kezlerinin olması - bugün taklit edilemeyecek ileri teknolojile rin kullanmuyla inşa edilen büyük şehirler ve tapınaklar - ve sonra yeryüzünden silinmiş olmaları nasıl mümkün olabilir? Bu soruların yanıtları, bugün dünyamızın karşı karşıya olduğu krizleri atlamamız için bazı ipuçları barındırıyor ola bilir. İşte bu yüzden, eski çağ tarihimiz konusunu derin ger çeklerimizin arasına koydum.
Geçmişi Kurtarmak Bir an için gözlerimi kapadım ve rüzgarın üzerimde uza nan dalların arasından geçerken çıkardığı sesi dinledim. Yo ğun ormanlardan bana ulaşıp yüzüme ve kollarıma yapışan ince ter ve toz tabakasını süpüren rüzgar o sabah derin bir 136
U N U T U L M U Ş G E Ç M İ Ş İ M İ Z i N S A K L I TA R İ H İ V A R O L M A M A S I G E R E K E N Y E R L E R
oh çektirdi. Hava sıcak olsa da, en azından durgun değildi ve kuzey Missouri'de bir öğleden sonranın boğucu sıcağında ve rutubetinde rahat bir nefes aldırıyordu. O yaşadığım gibi anların zamansız bir niteliği olduğunu düşündüğümü hatırlıyorum. Kuşkusuz o gün kazı çalışmala rına katıldığım kamp alanının eski çağ sakinleri de, yüzler ce yıl sonra ortaya çıkardığım ateş çukurunda yemeklerini pişirirken aynı tecrübeyi yaşamışlardı. Ben gözlerimi açıp elimdeki tırmıkla toprağa uzanırken ter damlaları yüzüm den süzülüp toprağa düştü. Yalnızca birkaç hafta önce, üniversitedeki antropoloji sı nıfımla birlikte eski bir köyün kalıntılarını ortaya çıkarak bu aynı arkeolojik kazıdaydım. Bu şaşırtıcı keşfin bir an evvel ortaya çıkarılması için yardım etmemiz istenmişti. Şaşırtıcıy dı, çünkü bulunan ilk parçalardaki 14C tarihi, burasının böl gede daha ileriki tarihlerde yaşadığı sanılan bir yerli grubu nun evi olduğunu gösteriyordu. Ayaklarımın altındaki avcı kampı bu insanların, Hopewell topluluğunun (M.S. 1 00-500) Missouri Nehrine tepeden bakan sarp kayalıklara sanılan dan çok daha önce göç ettiklerinin ilk kanıtıydı. Kazının acil olmasının sebebi, bölgeyi saracak bir otoyol projesi için hedef alınan bölgede olmasıydı. Yakın zaman da inşaatı güçleştirecek soğuk havadan tutun da projenin planlaması, öncelikler ve takvimler gibi pek çok sebepten, projenin zamanlamasının değiştirilemeyeceği söylenmişti. Yalnızca birkaç hafta içinde, ağır makinaların bıçakları diz çöktüğüm topraklara saplanacak ve bu kazı alanına dair ka nıtlar binlerce tonluk asfalt ve betonun altına gömülecek... ya da sonsuza dek yok olacaktı. Yol inşaatı başlamadan önce, kimse orada eski bir kamp alanının bulunduğunu bilmiyordu. Arkeolojik keşiflerde sık 1 37
D E R i N G E RÇ E K
sık yaşadığımız gibi, bu alanın yetk ililer için önem teşkil et mesini sağlayan şey uzun yıllar süren akademik çalışmalar değil, bölgeyi temizleyen bir buldozer operatörünün keskin gözleriydi. Bir an için, şoför buldozerin dev keskin bıçağını havaya kaldırmıştı ki gözüne parlak bir şey takılmıştı. Belki de sebebi sadece doğru zamanda doğru yere bakmış olmasıy dı. Ya da belki gördüğü şeyi inceleyecek kadar önemsemişti. Sebep ne olursa olsun, o gün inşaat işçisi yüzyıllardır gö mülü olan bir parça çömleğin ince, parlak yüzeyine çarpan güneş ışığını takip edecek kadar uzun süre işine ara vermişti. O şoförün keşfi, sınıfımdan yardım istenmesinin sebebiydi. Normalde böyle bir bölgede görülecek dokümantasyon ve kazı çalışmaları yerine, biz saatleri sayarak çalışıyorduk. Birkaç gün içinde, bu bölgeyi evi yapan her kimse, onlara dair tüm deliller ve tarih yok olacaktı. O gün alanda tek başımaydım. Yol inşaatı devam eder ken, sınıflar işlerini bitirmişti ve zaman ve para konuların dan ötürü, resmi kazı sonlandırılmıştı. Ancak ben yine de bu bölgeye ve burada yaşamış insanlara dair olabildiğince delil toplamak istiyordum. Kemik parçaları, çanak çömlek, çakmaktaşı parçaları ve ok başları çıkarırken, bu tek bir bu luşun Amerika'nın kalbinin tarihine dair görüşümüzü nasıl değiştirebileceğini merak ettim. Sonra daha geniş düşünmeye ve daha büyük sorular sorma ya başladım: Yerel tarih bilgimiz hala değişmekteyse, aynı şey küresel seviyede de yaşanıyor olabilir miydi? Şimdi unuttuğu muz uzak geçmişimizdeki insanlara ve kültürlere başka neler olmuştu. Tarihin kabul edilen zaman çizelgesinin söylediğin den uzun zaman önce yaşamış ileri medeniyetler var mıydı? Ve eğer varsa, onları ve dünyalarını ne değiştirmişti? Sorularım dan bazılarının yanıtlarını uzun yıllar sonra bulacaktım. 138
U N U T U L M U Ş G E Ç M İ Ş İ M İ Z İ N S A K L I TA R İ H İ V A R 0 1. M A M A S I G E R E K E N Y E R L E R
Eski çağ ormanının ıslak, siyah toprağını süpürmeye başla yalı birkaç gün olmuştu ki, bulunan kemik ve çömlek parçaları, kuzey Missouri'nin kayalıkları altında neler yaşandığına dair hikayeyi baştan sona değiştirdi. Ülkenin dört bir yanındaki lise ve üniversitelerde anlatılacak hikayeleri değiştirdi. Geçmişte insanların nerede yaşadıklarını ve nasıl göç ettiklerini anlatan zaman çizelgelerini ve haritaları değiştirdi. Teori çalışmalarını ve varsayımlarını eksik bilgiye dayandırmış arkeolog ve tarih çilerin kariyerlerinin gidişatını değiştirdi. Tüm bunlar değişti. Yeni kanıtlar yüzünden değişmek zorundaydı. Fiziksel eşyalar ve onları uzun zaman önceki belirli bir ta rihe dayandıran bilim, araştırmacılara göz ardı edilemeyecek bir hikaye anlattı. Ve nasıl kuzey Missouri'nin kayalıklarında ve nehir vadilerinde yaşamış yerel kültürlerin tarihi bizim ka zımızda bulunan yeni deliller ışığında revize edilmek zorunda kaldıysa, tüm dünyada insanlığın küresel tarihi de şimdi yeni bilime-dayalı keşifleri dikkate alarak değişmek zorundadır.
Tarihin Hareketli Hedefi "Tarih tarihçilerin icadıdır. " Fransa'nın kendini tah ta taşımış imparatoru Napoleon Bonaparte'a ( 1 769- 1 821 ) atfedilen bu söz, yeni keşifler tarihin kabul edilmiş zaman çizelgesine uymadığı zaman bile, geçmişle ilgili vizyonumu zu revizyonlar kullanarak neden her daim güncel tutmamız gerektiğine dair güzel bir anımsatıcıdır. Bu şekilde, geçmişe açılan penceremiz dürüst ve tarihçilerimiz güncel kalabilirler. 20. yüzyılın ortalarına kadar, medeniyet tarihinin gün gibi ortada olduğu düşünülüyordu. Medeniyete dair geleneksel "hikaye," medeniyetin tarım, teknoloji ve kültür alanların139
D E Rİ N G E RÇ E K
daki sürekli ilerlemeleriyle geliştiğini söyler (Şekil 4 . 1 ) . Bu, bir ders kitabı zaman çizelgesinde iyi görünen doğrusal bir hikayedir: günümüzün karmaşık dünyasıyla sonuçlanan ba sit başlangıçlar. Bu hikaye derli toplu ve temizdir. Belki de en önemlisi, inandırıcıdır.
...... Rome e---e Greece ..-e lndus Val ley ____. Sumer "' g o
ô o
o
ô
o o o
g "'
., o o o
� o o o
.,
o o o
• "' o o o
..
o o o
"' o o o
• "'
o o o
Egypı
§
'll
if
�
Şekil 4.1. Medeniyete dair geleneksel zaman çizelgesi. Bu grafik çeşitli kay nakların bir birleşimidir ve başlıca medeniyetlerin başlangıç ve bitiş tarihlerini gösterir. Sümerlerin yaklaşık 5,500 yıl önce ortaya çıkmış en eski medeniyet olarak kabul edildiğine dikkatinizi çekerim.
Ne zaman yeni bir arkeolojik alan geçmişin geleneksel hikayesine dair bir diğer parçayı doğrulasa, hikayenin geri kalanına "yeşil ışık" yakmak o kadar kolaylaşır. Ancak bu radaki sıkıntı, giderek artan bulguların kabul edilen hikayeyi desteklemiyor olmasıdır. Ne zaman tarihin zaman çizelgesine oturmayan bir delil bulsak ve ne zaman bu delil günümüzün en iyi bilimi tarafından doğrulansa, o zaman ona yer açmak için zaman çizelgesini değiştirmek zorunda kalırız. Amatör arkeolog Heinrich Schliemann'ın 1 870 yılında yaptığı Truva 140
U N U T U L M U Ş G E Ç M İ Ş İ M İ Z İ N S A K L I TARİ H İ . VAR O L M A M A S I G E R E K E N Y E R L E R
şehri keşfi, bu tip bir uyarlamanın nasıl yapılabileceğine dair kusursuz bir örnektir. Schliemann her zaman İlyada ile - Homer'in efsanevi Tru va Savaşını anlattığı edebiyat klasiği - Truva atının ve daha önce hiçbir ordunun başarmadığı bir şeyi başarmak için - an tik şehir Truva'nın ele geçirilmesi - nasıl kullanıldığının hika yesine özel bir merak duymuştu. Kendine basit bir soru sordu:
Yunanların çocuklarına anlattıkları o eski hikaye bir peri ma salından daha fazlası olabilir mi? Ya doğruysa ? Ya İlyada çok uzun zaman önce yaşanmış bir olayın anlatımıysa ve geriye onun anısını canlı tutacak bir tek hikaye kalmışsa? Sezgileriyle hareket eden Schliemann İlyada'yı bir hari ta olarak kullandı ve 1 9 . Yüzyılın en büyük arkeolojik ke şiflerinden birini yapmak için ipuçlarını izledi. Schliemann, İlyada 'nın savaşın gerçekleştiğini söylediği bölgede, Türki ye'deki Hisarlık'taki küçük bir tepenin altında gömülü, sekiz medeniyeti temsil eden sekiz katman toprak kazdı. Kazı alanındaki dokuzuncu katmanda, Schliemann antik Truva şehrinin kapılarını buldu. Dünya çoğu insanın bir peri masalı olduğuna inandığı şeyin fiziksel gerçekliğini o zaman kabul etti ve dünya tarihinin zaman çizelgesi, Schliemann'ın keşfini dahil edecek şekilde değiştirildi. Benzer bir şekilde Hiram Bingham'ın 1 9 1 1 yılında yaptığı, Inka'ların sözde kayıp şehri Machu Picchu'nun keşfi de direkt olarak eski efsane ve hikayelerden yola çıkılmış bir keşifti. Her iki keşfin ardından, tarih kitapları ve dersler güncel lenmek ve değiştirilmek zorunda kaldı ve tek bir düşünce ve öğretiye dayalı kariyerler yeni keşifleri yansıtacak şekilde uyarlandı. Giderek artan bilimsel kanıtlar, bugün yine ben zer bir durumda olduğumuzu, ama bu kez olayın çok daha büyük ölçekli olduğunu göstermektedir. 141
D E Rİ N G E RÇ E K
Şekil 4.2. Üst resim: 191 1 yılında arkeologlar bölgede yetişen bitkileri yaktıktan sonra ortaya çıktıkları haliyle lnka'ların Peru'daki "kayıp şehri" Machu Picchu'nun kalıntıları. (Hiram Bingham, 1911). Alt resim: Machu Picchu'nun yeniden yapı landırılmış bugünkü hali. (©Jerry Miner/sacredspaces.org.) Karşı sayfa: Amatör arkeolog Heinrich Schliemann'ın 1870 yılındaki keşfine kadar efsane olduğuna inanılan antik Truva şehrinden bir görüntü. (iStockphoto: ©MaxFX). 1 42
U N U T U L M U Ş G EÇ M İ Ş İ M i Z İ N S A K L I TA R İ H İ V A R O L M A M A S I G E R E K E N Y E R L E R
Yakın zamanda ortaya çıkan deliller, geçmişimizin gele neksel tarihine kuşkuyla yaklaşmamıza neden olmaktadır. Ortaya çıkan yeni hikayenin, neredeyse 300 senedir inan dığımız ve okullarda öğrendiğimiz bilgilerin temelini sarsan 143
D E Rİ N G E RÇ E K
yansımaları vardır. B u yansımalar, geçmişte büyük medeni yetlerin sonunu getiren benzer krizleri bugün nasıl atlatabi leceğimize dair ipuçları barındırabilir.
lamanm Unuttuğu Medeniyetler Her daim gerçek olamayacak kadar fantastik görünen (ve büyük olasılıkla çoğu öyleydi) antik çağ medeniyetlerine ve kalıntılarına dair raporlar var olmuş olsa da, 1 800'lerin orta larından bu yana bu kategoriye giren keşiflerin sayısında bir artış oldu. Hindistan'ın Kambay Körfezindeki antik şehrin de niz zemini keşfine olanak veren sonardan, dünyadaki en eski tapınakların gün yüzüne çıkarılmamış kalıntılarını gösteren radara kadar, teknolojideki son gelişmeler, bize geçmişe dair resmimizin eksik olduğunu söyleyen bilgilere yenilerini ekledi. Elbette, yakın zamanda gerçekleşen tüm büyüleyici keşifle rimiz uzak dağ zirvelerinde ya da ıssız yağmur ormanlarında değildir. Bazıları, her sene etraflarında dolanan, hayranlıkla izleyen ve her gün fotoğraflarını çeken yüz binlerce turistle, dünyanın en büyük şehirlerinin yakınlarında yer almaktadır. Gelin, şimdi bu keşiflerin dördüne göz atalım.
Keşif 1
Nerede: Gize Platosu, Mısır Ne: Mısır'ın Büyük Gize Sfenksi'nin inşa tarihini son bu zul çağının yakınlarına iten fiziksel deliller. Çıkarım: Geçerli ve güvenilir bir metodoloji kullanılarak üretilen bilimsel kanıt, Sfenks'in gövdesinin son buzul ça144
U N U T U L M U Ş G E Ç M İ Ş İ M İ Z İ N S A K L I T A R İ H i VAR O L M A M A S I G E R E K E N Y E R L E R
ğının sonlarında yaşanan şiddetli yağmurlar sırasında var olduğunu kanıtlamakta ve anıtın yaşını 7,000 ila 9,000 yıl aralığına koymaktadır. Eş değerlendirmeli bu veriler, jeolojik bilimler üyeleri tarafından kabul edilmiştir. Şimdi sorun, Büyük Gize Sfenksi'yle ilgili yeni verileri, medeniyetin geleneksel anlamda oluşturulmuş zaman çizel gesiyle uzlaştırması gereken tarihçilerindir. Geçmişin geleneksel tarihiyle uyumsuz gibi görünen ke şifler hakkında her zaman çelişkili fikirler ve hararetli tar tışmalar olsa da, bu tartışmaları bir kenara koyup onları "kuraldışı" olarak etiketleme eğilimi de olmuştur. Buradaki dayanak, örneğin, tarihlenmiş nesnelerdeki tekniklerde bir hata olabileceği veya veri iyi olsa da veriye dair açıklama ların o kadar iyi olmayabileceğidir. 1 9 80'lerden beri Büyük Gize Sfenksi'nin yaşı bu tip tartışmalara iyi bir örnek olmuş tur ve konuyla ilgili tartışmalar bilimsel konferanslar kadar basında da yer bulmuştur. Büyük Gize Sfenksi, Kahire'nin kenarındaki Gize Plato sunda yer alır. Genel olarak m.ö. 2558 ila 2532 yılları ara sında inşa edildiği ve dolayısıyla 4,500 yaşlarında olduğu düşünülmektedir. Ancak öncü Mısır bilimcisi R. A. Schwal ler de Lubicz ve daha sonra bağımsız araştırmacı John Ant hony West'in çalışmaları, geleneksel olarak kabul edilen bu tarihleri tartışmaya açmıştır. Büyük Gize Sfenksiyle birlikte Büyük Piramit ve Gize Pla tosundaki diğer anıt ve heykellerin gizemlerinden biri, Mısır'ın Nil Nehri Vadisindeki diğer pek çok tapınağın aksine, bize on ların hikayesini anlatacak hiçbir yazılı kayıt bulunmaması ya da varsa bile en azından şu ana kadar keşfedilmemiş olmasıdır. Büyük Piramit'in üst odasının yakınlarında bulunan ve inşa edildikten yüzyıllar sonra yazıldığına inanılan dört Yu145
D E Rİ N G E RÇ E K
nan harfi dışında, arkeologlar Sfenks veya Piramit'in üze rinde, bize bu dev yapıların ne zaman ve nasıl yapıldığını ya da kim tarafından yapıldığını söyleyen hiçbir harf veya hiyeroglif ya da bir yerlere sıkıştırılmış herhangi bir papirüs bulamadılar. Böyle direkt bir delil olmadığından, bir diğer delil türünü değerlendirmek durumundayız: ikinci derecede kanıt. Ve tartışmaların devreye girdiği yer burasıdır. 1 980 ve 90'larda, John Anthony West, Büyük Gize Sfenksi'nin yaşıyla ilgili ipuçları bulmak için araştırmacı Schwaller de Lubicz'in önceki çalışmalarını yeniden inceli yordu. Schwaller de Lubicz'in 20. Yüzyılın başlarında Mı sır'daki anıtların keşfi ve belgelenmesi üzerinde çalıştığı 1 5 yıl boyunca, çeşitli piramitler ve Sfenks gibi yapıların nasıl ve ne zaman inşa edildiklerine dair geleneksel açıklamaların kendi gözleriyle gördüğü şeyle uyuşmadığını gördü. Sonuç olarak, kabul edilen hikayeleri tamamen jeolojik bir pers pektiften sorgulamaya başladı. Sfenks'in ana gövdesinin Gize Platosunun mevcut yata ğından meydana getirildiği, eski Mısır bilimcileri, jeologlar ve tarihçiler tarafından genel olarak kabul edilen bir ger çektir. Yarı insan, yarı aslan gövdeyi oluşturmak için doğal kaya oyulurken, yapı bugün hala görmekte olduğumuz içi oyulmuş hendekle çevrelendi. Hendeğin içinde dururken, hem West hem de Schwaller de Lubicz Sfenks'in arkasında ve her iki yanında bulunan ve bazıları metrelerce derinliğe ulaşan aşınma belirtileri karşı sında şaşkına döndü. Uzmanlar, işaretlerin kesinlikle aşınma sebebiyle meydana geldiği konusunda hemfikir olsa da, gele neksel açıklama, bunların rüzgarın yapıya doğru sürükledi ği yumuşak kumlar sebebiyle meydana gelmiş olduklarıdır. Uzun bir süre sonra, bu sürecin Sfenks'in bugün yüzeyinde 1 46
U N U T U L M U Ş G E Ç M İ Ş İ M İ Z İ N S A K L I TA R İ H İ VAR O L M A M A S I G E R E K E N Y E R L E R
görünen derin yarıkları meydana getirdiğine inanılır. Bu aşınmaların yakın incelemesi, Schwaller de Lubicz'i geleneksel " rüzgarla gelen kum" fikrini sorgulamaya sevk etti. Bunun sebebi, izlerin rüzgarla ilgili bir süreçten ziyade su bazlı bir aşınmanın eseri gibi görünüyor olmasıydı. Son radan 20. yüzyılın sonlarında inceleme yapan bilim insanları da aynı görüşü savundular.
147
D E R İ N G E RÇ E K
Şekil 4.3. Mısır'ın Büyük Gize Sfenksi'nin omuzlarında (üzerinde) ve arkasında (kalçasında) yer alan aşınma izleri, sıvısal bir aşınmanın - uzun zaman önce hızlı hareket eden fazla miktarda suyla oluşan yıpranmanın ipuçlarını taşıyordu. Bu tip bir aşınmanın kuzey Afrika'nın çölleri için mümkün olduğu son zaman, 8,000 ila 12,000 yıl önce son buzul çağının sonlarındaki iklim değişikliğiydi. (©Gregg Braden)
1 989 yılında, West bu gizeme bilimsel bir göz katmak için Boston Üniversitesinden stratigrafi uzmanı ve paleontolog olan Robert M. Schoch'dan yardım aldı. Schoch Gize Platosu na ilk seyahatini 1 990 yılında gerçekleştirdi. Ardından gelen yıllarda yapılan pek çok seyahatte bir dizi keşif, bizi Büyük Gize Sfenksi'nin yaşı konusundaki sırrı çözmeye adım adım yaklaştıran güçlü bilimsel katkılar yaptı. Ancak bulduğu şey aynı zamanda daha çok soruya ve daha derin sırlara kapı açtı. "Jeolojik delillerin eski Mısır bilimcilerinin söyledikleri şeylerle uyumlu olmadığını gördüm," dedi Schoch. " Benim ana gövde dediğim en eski bölümlerin, iklimin çok farklı olduğu ve daha çok yağmur aldığı bir zamana (en azından 148
U N U T U L M U Ş G E Ç M İ Ş İ M İ Z İ N S A K L I TA R İ H İ VAR O L M A M A S I G E R E K E N Y F R L E R
m.ö. 5000, hatta belki m.ö. 7000 ile m.ö. 9000 arası) ait olduğu sonucuna vardım. " 1 Schoch'un bölgeye yaptığı ilk ziyareti takip eden yıllar da, çevre bölgenin doğal yapısına ve jeolojisine dair araş tırmaları, Sfenks'in kökenine ve yaşına dair giderek artan araştırmalara yeni keşifler ekledi. Bunlardan ilki, Sfenks'in gövdesindeki derin aşınma izlerinin kesinlikle rüzgarla gelen kumdan kaynaklanmadığı, ancak "yağmur izleri" olduğuy du.2 Buna ek olarak, yapıyı çevreleyen yatak duvarlarındaki dikine çatlaklar "çökelti ve yağışa bağlı oluştuğuna dair ta nısal izler" gösteriyordu. ı Sfenks'in gömülü kısmındaki aşınma kalıplarının ne ka dar derine indiğini belirlemek için, Schoch ve ekibi, suya ulaşmak için bir kuyunun ne kadar derin kazılması gerek tiğini anlamak için kullanılan sismik çalışmalar yürüttüler. Temel olarak ses dalgaları toprağa ulaşır ve gömülü yüzeyle re çarpıp toprak seviyesinde yer alan ölçüm cihazlarına geri döner. Sfenks'in gövdesinin altındaki alanda yürütülen ça lışmalar, toprağın üzerinde gördüğümüz aşınma kalıplarının yapının toprak seviyesinde görünmeyen bir bölümü boyun ca uzandığını ve Schoch'un deyimiyle "sıradışı bir yüzey-altı aşınma derinliği" barındırdığını ortaya koydu. 4 Mısır'ın yaklaşık 1 2,000 yıl önceki son buzul çağının sonlarında şiddetli yağmurlarla dolu bir süreç geçirdiği bilim insanları tarafından kabul edilmektedir.
Keşif 2
Nerede: Göbeklitepe, Türkiye Ne: Dünya üzerinde belgelenmiş en eski medeniyete ait ayin 149
D E R İ N G E RÇ E K
alanının tarihi bilimsel yollarla 1 1 ,500 yıl öncesi olarak tarihlen di ve bu alanın varlığını son buzul çağının sonlarına yaklaşnrdı. Çıkarım: Bu bilimsel kanıt, medeniyetin inanılandan en az iki kat daha eski olduğunu ortaya koydu. Alman arkeolog Klaus Schmidt, Göbeklitepe'yi ziyaret ettiği ilk gün sıra dışı bir şey bulduğunu anladı. Bu alanda en yüksek tepenin üze rinde tek bir ağaç bulunur ve yerliler, ağaca kutsal bir anlam yükleyen bir hikaye anlatırlar. Schmidt bu hikayeyi biliyordu ve oraya vardığında, " Ö nemli bir iz üzerinde olabileceğimi düşündüm," diye anlatıyor. Bölgeye bakıp tepenin kırık çak maktaşı parçaları ve eski çağlara ait deliller gördüğü anı şöyle hatırlıyor: "Daha ilk dakikada, o anda oradan uzaklaşmadı ğım takdirde hayatımın geri kalanını burada geçireceğimi bi liyordum. "7 Schmidt orada kaldı ve 1 994 yılındaki o önemli günden bu yana kazı yapmaya devam etmektedir. Göbeklitepe arkeologların tamamen yabancı oldukları bir yer değildi. Ancak 30 yıl önce bu alanı ilk kez keşfeden ve belgeleyen Amerikalı ekip, etraftaki tepeciklerin çok daha yakın zamana ait bir mezarlık olduğu yanılgısına düşmüştü. Kimse, bu varsayımın ne kadar yanlış olduğunu bilemez, hayal bile edemezdi. Sonuçta Göbeklitepe'nin sanılandan çok daha eski - çok çok eski - olduğu anlaşıldı. Bir ömürlük bir keşif her ar keoloğun hayalidir. Şubat 2 0 1 0'da Newsweek dergisindeki köşesinde bu keşfe yer veren gazeteci Patrick Symmes'in sözleri her şeyi özetledi: " Bu bölge yalnızca eski değil, bu bölge eskiyi yeniden tanımlar. " 8 Peki, n e kadar eski ? Göbeklitepe'nin yaşını belirlemek için kullanılan bilimsel yöntem, kazıyla ortaya çıkarılan tapınakların 1 1 ,550 yıl öncesine ait olduğunu saptadı.9 Bir kıyas yapmak gerekirse, bu tapınaklar İ ngiltere'deki Stonehenge'den 6,000 yıl önce inşa edilmişti. 150
U N U T U L M U Ş G E Ç M İ Ş İ M İ Z İ N S A K L I TA R İ H İ VAR O L M A M A S I G E R E K E N Y E R L E R
Göbeklitepe boyutları değişen, ama benzer tasarımları olan bir dizi dairesel tapınak içerir. Her tapınağın ortasında iki adet T-şeklinde dikilitaş vardır ve bunlar dairenin halkasını oluştu ran daha küçük sütunlarla çevrelenmiştir (Şekil 4.4'e bakın). Alan Stonehenge kadar geniş olmasa da ve orada bulunan bü yük yassı taşları içermese de, Göbeklitepe'den çıkan kazıların ilk görüntülerine göz gezdirdiğimde, daireler şeklinde dizilmiş dikilitaşlar bana Stonehenge'den aşina olduğumuz gökyüzü işaretlerini ve gözlemevi benzeri nitelikleri anımsatmıştı. 2010 yılının ilkbaharında, dairesel tapınakların dördü ve 50 adet dikilitaş ortaya çıkarılmıştı. Ancak toprak-görüntü leme radarı hala yüzeyin altında gömülü 15 ila 20 çember daha olduğunu göstermektedir. Dairesel tapınakların en bü yüğü 30 metre genişliğindedir ve en uzun dikilitaş yaklaşık 5 metre yüksekliğindedir. Bölgeyi arkeologlar için özellikle önemli kılan şeylerden biri, tapınakların m.ö. 8000 yılların da kasıtlı olarak gömülmüş olmasıdır. Sebebiyse bir sırdır. Bu büyük yassı taşların hala tek parça oldukları anlamına gelir - hala kullanıldıkları zaman olduğu gibi dikey durmakta dırlar. Ve hepsi çok iyi muhafaza edilmiştir. Şu ana kadar orta ya çıkarılan dikilitaşların yarısının üzerinde yüksek kabartmay la yapılmış görüntüler vardır. Ve bu görüntüler hiyeroglifleri andırsa da, bir dil oldukları düşünülmemektedir. (Geleneksel tarih, yazının 6,000 yıl sonra ortaya çıktığını söylemektedir.)
151
D E Rİ N G E RÇ E K
4.4. Üstte: Göbeklitepe'de çemberleri oluşturan dikilitaşların dizilimi. (©Berthold Steinhilber/laif/Redux.) Yan sayfa: Sütunlardaki ayrıntılı görüntü lere örnek. (©Berthold Steinhilber/laif/Redux.)
Şekil
152
U N U T U L M U Ş G E Ç M i Ş i Mi Z i N S A K L I TA R i H i : VAR O L M A M A S I G E R E K E N Y E R L E R
Sütunlardaki kabartmalar tilki, inek ve aslan gibi hay vanları resmetmektedir, ancak bu kabartmalarda insana rastlanmamaktadır. Ama sütunlar, yüz, hatta kafa bulunma sa da, kollar, eller ve parmaklarla insan formuna benzer bir 153
D E Rİ N G E RÇ E K
biçimde şekillendirilmiştir. Bu d a bazı tarihçilere, sütunların insan nitelikleri olan tanrısal varlıkları temsil ettiğini düşün dürür. John Hopkins Üniversitesi arkeologlarından Glenn Schwartz İncil'in insan için "Tanrı suretinde yaratıldı" ifa desini kullandığını hatırlatır ve Göbeklitepe'nin "insanları ilk kez bu fikirle, insanların tanrılara benzediği fikriyle göre ceğiniz yer" olduğunu söyler. 10 Ben Göbeklitepe'yi ilk duyduğumda, tepkim tarihte, ya yöntemde ya da yorumda bir hata olabileceğiydi. Kullanılan teknik, mumyalardan Siberya'nın buzulları içinde bulunan tarih öncesine ait türlü mamutlardaki kürke kadar her şeyin yaşını belirlemek için yaygın bir şekilde kullanılan karbon ta rihleme tekniğiydi (karbon-14 veya 14C tarihleme adı verilir). Açıklanan tarih konusunda kuşkularım vardı, çünkü eski bir jeolog olarak taş kalıntıların tarihlendirilemeyeceğini bi lirim. Karbon tarihleme tekniği yalnızca geçmişte bir nok tada yaşamış ve hala hayattayken çevreden karbon almış şeylerde doğru sonuç verir. Göbeklitepe'nin ilk tarihlemesi iki farklı kaynaktan gelen örneklere dayanmaktadır: ( 1 ) bize bölgenin ne kadar zaman önce iskan edildiğine dair fikir veren ve bölgenin o ana kadar kazılan en düşük seviyelerinde gömülü ağaç kömürü kalıntıla rı - Hd numuneleri - ve (2) bize yalnızca bölge terk edildikten sonraki zamanı veren ve bazı taş sütunların üzerinde bulunan karbonat kalıntıları - Ua numuneleri. (Hd ve Ua işaretlemeleri, araştırmacıların numunelerine verdiği eşsiz belirleyicilerdir.) Açıklanan tarihin doğruluğunu kendime ispatlamak için bu tip bir tarihleme araştırdım. The Holocene isimli bilim dergisinde 2007 yılında yayınlanan bir rapor tam da benim endişelerimi ele alıyordu. Bu derinlemesine çalışmanın sonu cu, Göbeklitepe'nin yaşını belirlemek için kullanılan kalın1 54
U N U T U L M U Ş G E Ç M İ Ş İ M İ Z İ N S A K L I TA R İ H İ V A R D L M A M A S I G E R E K E N Y E R L E R
tıların aslında 1 4C ile sanılandan çok daha doğru bir şekilde belirlenebileceğiydi. 11 Bu tip bir tarihleme çalışmasının doğruluğuyla, ilk testle rin sonuçları çarpıcıdır. Şekil 4.5'te görünen ve şimdiye dek kazılan ilk katmanların üst seviyelerinden toplanan "Hd" numuneleri m.ö. 9559 yılını, tam 1 1 ,570 yıl öncesini işa ret etmektedir! Bu tarih Göbeklitepe'yi halihazırda dünyada bilinen en eski tapınak bölgesi yapsa da, yerleşimin ilk se viyelerinin çok daha eski olduğunu görmemiz an meselesi dir. Bunun sebebi, ilk tarihleme için kullanılan numunelerin, kazı çalışmalarının ortaya çıkardığı bölgenin üst kısımların dan alınmış olmasıdır. Bu da onların yerleşimin en eski se viyelerinin en yakın katmanları olduğu anlamına gelir. Ayin bölgesinin zemini çok derinde olduğundan, alt katmanların çok daha eski tarihleri işaret etmesi muhtemeldir. Bölgede görev yapan uzmanlar en derin katmanlarda yapılan 14C testlerinin, Göbeklitepe'nin yaşını en az m.ö. 1 1 ,000 yılında, 1 3,000 yıl öncesine götürebileceğini düşünmektedir. Şekil 4.5. tarihleri belirlemek için kullanılan numunele rin kısa bir özetidir. "Yaş" sütunu, m.ö. rakamı çarpanları na ayrıldıktan sonra her numunenin yaşını göstermektedir. " Ö lçülmüş tarih" ise hata marjını göstermektedir.
1 55
D E Ri N G E RÇ E K
Ua-19561
7560-7370
9,370-9,560
Enclosure C
Ua-19562
8280-7970
9,970-10,280
Enclosure B
Hd-20025
9110-8620
1 1 ,110-11,370
Layer 111
Hd-20026
9130-8800
11,370-1 1,560
Layer 111
Şekil 4.5. Göbeklitepe'nin 1�c tarihlemesi için kullanılan dört numune. Karbon
kalıntılarından alınan "Hd" numuneleri, iskanın en eski seviyelerinin en yakın katmanlarından alınmıştır. Bunlar 11,517 ila 11,623 yıl öncesini işaret eder.12 Kazı çalışması bölgenin en derin seviyelerine ulaştığında, bölgenin tarihinin 12,000 yıl öncesine, buzul çağının son yıllarına uzanacağı tahmin edilmektedir.
Göbeklitepe'nin gizemleri yakın zamanda çözülecek gibi görünmüyor. Ö rneğin, bölgenin m.ö. 8,000 yıllarında neden kasıtlı olarak örtüldüğünü ya da en başında kimler tarafın dan inşa edildiğini asla bilemeyebiliriz. Sütunların üzerinde ki kabartmaları ya da bazı Maya ve Mısır tapınaklarında teyit edildiği gibi bölgenin astronomik amaçlara hizmet edip etmediğini anlamak yıllar, hatta on yıllar alabilir. Schmidt'e göre daha on yıllar sürecek çalışmalar yapılmalıdır ve Göbeklitepe'yi anlama görevini üstlenmiş her insanın ken dini bu girişime bir ömür boyu adamış olduğu gayet açıktır. Robert Schoch ve John Anthony West Göbeklitepe'yi 201 O yılında incelediler. 13 Büyük Gize Sfenksi 'nin tarihini buzul çağına dayandıran jeolog ve eski Mısır bilimcisine sık sık sorulan sorulardan biri şuydu: "Kırık çömlekler nerede ? " Diğer bir deyişle, Sfenks gibi bir yapıyı yaratmak için var ol mak zorunda olan insanlara, teknolojiye ve medeniyete dair somut, fiziksel deliller nerede? Göbeklitepe keşfinin ardın dan West şöyle dedi: " Kırık çömleklere ihtiyacımız yok. Oy malı kabartmalarla dolu dev bir ayin alanımız var. " 14 156
U N U T U L M U Ş G E Ç M İ Ş İ M İ Z İ N S A K L I T A R İ H İ VAR O L M A M A S I G E R E K E N Y E R L E R
Kesin olan bir şey var: Deliller ortada ve bilim insanla rı hemfikir. 1 1 ,500 yıl önce Göbeklitepe'de modern dünya görüşümüzün göz ardı edemeyeceği bir şey oldu. Ve biz bu alanı geçmişimizin revize edilmiş zaman çizelgesinde düşün düğümüzde, dünyanın dört bir yanındaki diğer buluntularla birlikte tarihimize dair tamamen yeni bir bakış açısı ortaya çıkmaya başlar. Ve bu yalnızca Göbeklitepe'yle son bulmaz.
Keşif 3
Nerede: Kambay Körfezi, Hindistan Ne: 9,500 yıl öncesine dayanan "kayıp" bir medeniyetin fiziksel delilleri Hint Okyanusunun suları altında bulundu.
Çıkarım: Bu keşifle ilgili tartışmalar olsa da, bu tartışma lar sitenin kazımı ve numunelerin toplanması için kullanı lan tekniklerin bir neticesidir. Bu tartışmalar, Hindistan'ın kıyısında, 36 metre derinlikte antik bir şehrin keşfedildiği gerçeğini değiştirmez. Bu gerçek, şehrin toprak suyun al tında kalmadan önce inşa edildiğini ve son buzul çağının sonlarında meydana gelen deniz-seviyesindeki yükselme sı rasında var olmuş olabileceğini gösterir. Burada buzul-çağı sonlarında var olmuş diğer medeniyetlerin (örneğin Mısır ve Türkiye' dekiler gibi) terk edilmiş anormalliklerden çok daha fazlası olduğunu göreceksiniz. Belki de eski çağ medeniyetlerine dair pek çok yeni keş fin dünyamızın derin sularından gelmesi şaşırtıcı değildir. Bunlar çıplak göze en uzak ve modern medeniyettin en az müdahale ettiği yerlerdir. Aynı zamanda bir kez keşfedildik157
D E Rİ N G E RÇ E K
lerinde, incelenmesi en zor olanlardır. Yine d e 20. yüzyıl bo yunca, tüm dünyada göl ve okyanusların altında bulunan "kayıp " şehir haberleri işittik. 1 960'larda Bimini Adasının biraz açıklarında keşfedilen pürüzlü yol ve duvarlardan ve Bahama Adaları yakınlarındaki benzer buluntulardan 1 986 yılında Japonya kıyılarında keşfedilen dev piramit-benzeri yapıların video görüntülerine, insan tarihinde, geçmişe dair inandığımız her şeyi değiştiren yepyeni bir çağı keşfetmenin eşiğinde olduğumuz gayet açıktır. Ocak 2002'de, BBC kanalı heyecanla, kayıp şehirler ve unutulmuş medeniyetlerle birlikte gelen yeni bir arkeolojik keşfi duyurdu. Haberin başlığı şöyleydi: "Kayıp Şehir Ta rihi Yeniden Yazabilir. " Raporu okuduğumda, Ölü Deniz Parşömenleri hakkında yapılan benzer iddiaları anımsadım. Gazeteci Tom Housden bu keşfin "tarihçi ve arkeologları eski çağ tarihine dair görüşlerini yeniden gözden geçirmeye zorlayabileceğini " söylüyordu.15 Daha çok okudukça, bu keşfin diğer pek çok keşiften farklı olduğunu daha iyi anladım.
-Birincisi, lokasyon önemliydi: Hindistan'ın batı kıyı sında suyun 36 metre altında, bölge böyle bir buluntunun beklenmeyeceği bir alandaydı. Üniversitede okyanus bilimi okurken bu gibi derinliklere dalmış biri olarak, bir şeyin na sıl apaçık ortada olup uzun yıllar fark edilemeyebileceğini iyi biliyordum. Ö rneğin, 1 970'lerde arkadaşlarımla Florida'nın doğu kıyısında eski bir gemi enkazını aradığımızı hatırlıyorum. Mercanlarla kaplı kalıntıların hemen üzerindeki tropikal su larda yüzmüş, onların yanından defalarca geçmiş ve aradığı mız enkazdan yalnızca birkaç metre ötede olduğumuzu fark 1 58
U N U T U L M U Ş G E Ç M İ Ş İ M i Z i N S A K L I TA R İ H İ VAR O L M A M A S I G E R E K E N Y E R L E R
etmemiştik. Ancak uzman rehberimiz enkazı işaret ettiğinde şekli seçmeyi başardık ve gemiden geriye kalanlara doğru ilerlemeye başladık. Dolayısıyla okyanustaki bir hattın yüz yıllarca gemiler tarafından ziyaret edilmiş olması ve aynı za manda keşfedilmemiş bir medeniyeti içinde saklaması benim için sürpriz olmadı. BBC haberi, Ulusal
Okyanus
Bilimi
Teknolojisi
Enstitüsü'nden (NIOT) Hintli bilim adamlarının, dünyanın tarihini yeniden yazabilecek antik bölgenin kalıntılarını ara madıklarını söylüyordu. Cihazları beklenmedik sinyaller al dığında, onlar su kalitesini test etmek ve kirliliğin etkilerini görmek için oradaydılar. Sinyallerin nereden geldiğini araş tırdıklarında, sonar haritaları, insan medeniyeti tarafından yaratılmış duvarların ipuçları olan düzenli şekilleri ve kasıtlı yapılmış açıları ortaya çıkardı. O anda, unutulmuş bir şehir bulduklarını anladılar. Bana bunun sıradan bir keşif olmadığını söyleyen ikinci bilgi, sualtı yerleşkesinin boyutlarıydı. Bu, Florida'daki en kazda gördüğüm gibi, yalnızca birkaç metre ötesini ölçerek tek bir sıra dışı tepecikle tespit edilen sıradan bir arkeolojik alan değildi. Şimdi bilindiği gibi, Kambay Körfezindeki alan kilometrelerle ölçülüyordu. Rapor bir yönde 3.2 ve diğer yönde 8 km boyunca uzanan bir dizi kalıntı olduğundan söz ediyordu. Arkeolojik açıdan bakıldığında bu kocamandır ve bilim insanlarının Hindistan'ın kıyı sularında buldukları şe yin antik bir alan veya tek bir tapınaktan fazlası olduğunu söyler. Burası dev ve antik bir şehrin kalıntılarıdır. Ben Hindistan'ın arkeolojisini ve tarihini araştırdım ve Hint arkeolojisinin geleneksel zaman çizelgesinde, NIOT keşfinin ortaya çıkardığı şeye olanak veren hiçbir boş alan yoktur. Aklımdan bir sürü geçmeye başladı: Bu şehri kim 1 59
D E R İ N G E RÇ E K
inşa etti? Şehir neden sular altında kaldı? Ve en büyük soru en bariz olanıydı: Kaç yaşında? Son soru, tartışmaların ha raretlendiği noktadır. Bölgenin insan kemikleri, dişler, çanak çömlek ve bon cuk gibi kalıntılara yapılan tarihleme çalışmaları sonucunda belirlenen ilk yaşı, dünyadaki diğer yeni buluntuların arkeo lojik raporları üzerinde yankılandı. Burası 9,500 yaşındaydı ve 1 920'lerde Indus Vadisinde keşfedilen gizemli Mohenjo Daro ve Harappa alanlarına tayin edilen ilk tarihlerden bile tam 5,000 yıl gerideydi. Göbeklitepe ve Büyük Gize Sfenksi alanlarında gördü ğümüz gibi, bu aralıkta verilen tarihlemeler tarihçiler için büyük bir sorun teşkil etmektedir. Bilim insanları son bu zul çağının yaklaşık olarak 1 2,000 yıl önce sona erdiği ko nusunda hemfikirdir. Sfenks üzerindeki aşınma işaretleriyle ilgili açıklamada belirtildiği gibi, bu dönemden sonra dere celer ısındı; şiddetli yağmurlar başladı ve bu süreç yaklaşık 4,000 yıl sürdü; Kuzey Yarımkürenin büyük bir bölümünü kaplayan buzlar erimeye ve deniz seviyeleri yükselmeye baş ladı. Sular yükseldiğinde, alçaktaki kıyı şeritlerinde bulunan pek çok bölge sular altında kaldı. Kambay Körfezinde keş fedilene benzer büyük şehirlerin su altında inşa edilmeleri pek muhtemel olmadığından (imkansız olmasa da), varılan netice bu şehirlerin yağmurlar başlamadan önce var olmuş olmalarıdır. Yani, bu şehirler son buzul çağı sırasında inşa edilmiş olmalıydılar. Bir BBC söyleşisinde, British Museum ile birlikte çalışan arkeolog J ustin Morris bu çıkarımın neden bu kadar ciddi bir soruna yol açtığını açıkladı. "Kültürel anlamda," dedi Mor ris, "dünyanın o bölgesinde m.ö. 2500 öncesine kadar hiç bir medeniyet yoktu. " 1 6 Burada sözünü ettiği zaman aralığı, 1 60
U N U T U L M U Ş G E Ç M İ Ş İ M İ Z İ N S A K L I TA R İ H İ V A R O L M A M A S I G E R E K EN Y E R L E R
mevcut bilimsel paradigmanın geleneksel düşüncesini yansıt maktadır. Bu, medeniyetin yalnızca 5,000 yıl önce başladığı nı, 4,500 yıl kadar önce ilk kez Hindistan bölgesinde, şimdi Pakistan olan yerde ortaya çıktığını söyleyen düşüncedir. Ama m.ö. 2500, Kambay Körfezindeki alanda bulunan kalıntıların 14C tarihlerinden tam tamına 5,000 yıl sonradır. Kambay Körfezindeki buluntuyla ilgili sonraki açıklama larında Morris 14C tarihleme sürecinin hata marjları içer diğini söyledi: "Alanın kategori anlamında 9,000 yıllık bir medeniyete ait olduğunun söylenebilmesi için daha çok araş tırma yapılması gerekmektedir. " 1 7 Morris her iki açıklamasında da haklıdır. 14C tarihleme süreci geçmişte payına düşen tartışmalardan nasibini al mıştır ve kuşkusuz sonuçların doğruluğunu saptırabilecek koşullar mevcuttur. Tam da bu sebepten, 14C tarihleri genel olarak bir hata marjıyla birlikte verilir. İlk raporlarda gördüğüm çalışmalar bu hata marjını içer mez, bu yüzden bu kitabın yazıldığı esnada, özellikle kaç yıldan söz edildiğini söyleyemem. Ancak, daha önce Göbek litepe tarihlerinde gördüğümüz gibi varlığı on ila yüz yıllar arasındadır. Ve Morris'in ikinci yorumu özellikle bu nokta da önem teşkil eder. 14C tarihleme yöntemleri bilimsel olarak kabul edilse ve yaygın olarak kullanılsa da, Kambay Körfezinden alı nan ilk kalıntıları tarihlenebilmeleri için yüzeye getirmekte kullanılan teknikler bilim insanları ve tarihçiler tarafından tartışmaya açılmıştır. Nesneler, sistematik bir şekilde yer leştirilen ızgaraların kullanılmasıyla gerçekleştiren sancılı kazı çalışmalarının aksine, alandan bir makine yardımıyla çıkarıldılar. Bu kesinlikle nesnelerin alanın neresinden gel diklerini ve örneğin kemik ve dişlerin ağaç kütüğü parçala161
D E Rİ N G E RÇ E K
rıyla aynı zaman ve yerden alınıp alınmadığını belirlemeyi zorlaştırmaktadır. Kuşkusuz alanın derinliği ve bu derinlikteki yetersiz gö rünürlük, nesnelerin neden bu şekilde çıkarıldıklarının se bebidir. Araştırmacılar aldıkları eleştirilere yanıt olarak, ilk turda çıkarılan koleksiyonun öncelikli olarak alanın gerçek ten var olduğunu belirlemek ve sonra bilim insanlarına ne ile karşı karşıya olduklarına dair bir fikir vermek için bir " bakma ve görme" hazırlığı olduğunu söylediler. İlk buluntular ışığında, yakın gelecekte Kambay Körfe zinde dört dörtlük bir kazı çalışmasının gerçekleşeceğine hiçbir kuşkum yok. Ancak bu olana dek, halihazırda tarih lenen nesneler yapılarla aynı zamanda mı ortaya çıktı, yoksa deniz akıntılarıyla taşınıp bu alana mı bırakıldı, bilimsel bir katiyetle söylemek mümkün değildir. Kazının bir sonraki ev resi akıldaki bu soruların bir kısmını yanıtlayana kadar, ala nı olduğu haliyle değerlendirmemiz gerekir: tarihin bir nok tasında buzul-çağı yakınlarındaki unutulmuş bir medeniyete dair ilave delil. Bu, sırlarıyla eski çağ tarihimize dair daha iyi bir anlayış edinmemize yardımcı olabilecek bir şehirdir. Hindistan'ın Kambay Körfezindeki alan gerçekten de ilk kanıtların öne sürdüğü iddiayı doğrularsa ve son buzul çağı esnasındaki ileri medeniyetlere dair giderek artan kanıtları desteklerse, o zaman medeniyet tarihiyle ilgili mevcut inanç larımızı gözden geçirmemiz gerekir. BBC ile böyle bir alanın yansımaları hakkındaki bir söyleşide, bağımsız araştırmacı ve akademisyen Graham Hancock sorunu çok güzel bir bi çimde şöyle özetledi: "Arkeologların en başından beri esas aldığı medeniyetlerin kökeni modeli sıfırdan tekrar yazılmak zorunda kalacaktır. " 1 8
1 62
U N U T U L M U Ş G E Ç M İ Ş İ M İ Z İ N S A K L I T A R i H İ VAR O L M A M A S I G E R E K E N Y E R L E R
Keşif 4
Nerede: Caral, Peru Ne: Kuzey Peru' da "kayıp" bir medeniyete dair fiziksel ka nıtlar bilim olarak 5,000 ila 6,900 yıl öncesine dayandırıldı.
Çıkarım: Geleneksel olarak medeniyetin henüz başladı ğı söylenen tarihlerde çökmüş ileri bir medeniyet keşfi ta rihçileri Amerika'nın tarihini yeniden yazmaya zorlamak tadır. Caral'dan toplanan fiziksel buluntular şimdi bunu Amerika'nın herhangi bir yerinde yaşadığı bilinen en eski medeniyet yapmaktadır. n -• ��:· i� w· •
Tepenin zırvesıne yaklaştığımızda fark ettıgım ilk şey renksizlik oldu. Ö nümde uzanan eski vadide tek bir ağaç; tek bir mısır tarlası ya da Peru'nun diğer yerlerinde görmeye alışkın olduğumuz o güzel, kaya oluşumları yoktu. Çevre mizi saran dağların tepesinde asılı duran gri göklerden ze mindeki sessiz toprak tonlarına, her yönde her şey aynı gibi görünüyordu. Sıkıcı, düz ve çorak. Durduğum yerde durmak için tam altı yıl beklemiştim, ama görmeye geldiğim şey toprağın sıkıcılığı değildi. Hemen altımdaki vadide, geleneksel arkeologların var olmaması ge rektiğini söylediği, onları her ders kitabını yeniden yazmak zorunda bırakacak ve Amerika'daki her tarih dersinde öğreti len bilgileri değiştirecek bir şeyin kazı çalışmaları yapılıyordu. 163
D E R i N G E RÇ E K
Rehberim, arkadaşım ve nişanlımla durduğum yerin he men karşısındaki 60 hektarlık alanda, Kuzey Peru'nun antik Caral şehri uzanıyordu. Ve biz çok şanslı bir tarihte oraday dık: buluntuların 14C tarihleme sürecinin tamamlanacağı ve alanın yaşının ortaya çıkacağı gün oradaydık.
lamanm Unuttuğu Yer Birlikte ana kazı çalışmasının yürütüldüğü alana doğ ru sekiz yüz metre kadar daha yürüdük. Rehberim alanda çalışan araştırmacılardan biriyle görüşme ayarlamıştı. Kısa sürede, nelerin konuşulacağına dair bambaşka fikirlerimiz olduğunu anladım. Genç arkeolog kapsamlı kazı çalışmalarının son altı yılı nın neler çıkardığına odaklanmak istedi. İlginç bir şekilde, tek bir çanak çömlek bulunmamıştı (resmi açıklama, henüz icat edilmediği yönündeydi), ama kuş ve diğer hayvanların kemiklerinden yapılma 32 adet flüt bulundu. Yakından bak tığımızda, bu antik müzik enstrümanlarının üzerine may mun ve kuş gibi hayvan resimleri kazındığını gördük. Bu buluntuları özellikle ilginç kılan şey, resmedilen hayvanların yalnızca Peru'nun Amazon bölgesinde, durduğumuz yerden arabayla saatler süren bir bölgede var olmasıydı. Arkeolog arkadaşımızın söyleyeceklerini merak ediyor olsam da, aklıma bir dizi soruyu getiren onun söylemedik leriydi. Bu alanı kim inşa etmişti ? İ nsanlar nereden gelmiş ti? Inka soyuna mı aittiler, yoksa bilinen And medeniyetle rinden tamamen ayrı olan bir insanlığı ve yaşam tarzını mı temsil ediyorlardı ? Onlara ne olmuştu ve nereye gitmişlerdi ? Bu soruların her birine verilen resmi yanıt aynıydı: "Bil1 64
U N U T U L M U Ş G E Ç M İ Ş İ M İ Z İ N S A K L I TA R İ H İ VAR O L M A M A S I G E R E K E N Y E R L E R
miyoruz. " Bunlar arkeologların ortaya çıkacağını bildiği sorular olsa da, yeni arkadaşımızın ortaya çıkardığı alan la ilgili bu kadar bilinmeyen olduğunu anlamasının kolay olmadığını görebiliyordum.' Ne olursa olsun, gizemli Caral alanı pek çok sebepten bir anomalidir.
Şekil 4.6. Üstte: Yazar 2010 yılında Caral, Peru'daki kazı alanında. Bu, 60 hektarlık alanda ortaya çıkarılan iki dairesel meydandan biridir. (© Martha Reich.) Altta: Hala kazı altında bulunan beş piramitten birinin yakından çekilmiş görüntüsü. (© Gregg Braden.)
165
D E Rİ N G E RÇ E K
Yerliler daha 1 905 yılında keşfetmiş olsa da, alanı kaz mak ve bu Peru çölünde uzanan gizemi çözmek için yeni bir teşebbüsü tetikleyen merak 1 994 yılında ortaya çıktı. 1 996 yılında, Lima, Peru'daki San Marcos Üniversitesi Arkeoloji ve Antropoloji Müzesi direktörü Ruth Shady Solis'in ön derliğinde ve Chicago, Illinois'teki Antropoloji Müzesi ku ratörü Jonathan Haas'ın işbirliğinde, ana alanın merkezini meydana getiren beş piramit ve iki dairesel meydan ortaya çıkarıldı ve alanın bilimsel tarihleme süreci başladı. Ortak gayretlerinin sonuçları nefes kesiciydi. Karbon ta rihleme alanın yaşını, arkeologların Peru'nun o bölgesinde medeniyet için imkansız olduğunu düşündükleri bir zamana çekmeden önce, tarihçiler Kuzey Amerika, Orta Amerika ve Güney Amerika tarihlerini tamamen çözdüklerine inanıyor lardı. Ö rneğin, Olmekler, Mayalar, Aztekler ve Anasazi gibi kültürleri içeren güzel bir hikaye vardır. Her biri tarihte ken di sürecine sahiptir ve kendine özgü katkılarda bulunmuştur. 1 66
U N U T U L M UŞ G E Ç M i Ş İ M İ Z İ N S A K L I TA R İ H İ VAR O L M A M A S I G E R E K E N Y E R L E R
Bu, dünyanın dört bir yanındaki sınıflarda tekrar tekrar an latılan bir hikayedir. Gömülü duvarlar arasında bulunan nesnelerin yeni tarih lemeleri şimdi tüm bunları değiştirdi. Tam da oraya vardığımız gün, 1 4C tarihleme testlerinin sonuçları açıklanacaktı. İncelenen materyallerden bazıları, gömülü duvarların oyuk kısımlarında yer alan bitki lifleri ve quipus adıyla bilinen az rastlanır bir bilgi-depolama sis temiydi. Alan ne kadar uzak olsa da, yerel baz istasyonları o gün tam gaz çalışıyordu ve keşfimizin sonuna yaklaşırken rehberimizin cep telefonu çaldı. Ö nce hattın diğer ucundaki ses duyduğunda yüzü endi şeyle kaskatı kesildi. Ö nemli bir şey duymak üzere olduğunu biliyordu. Bize ya medeniyete dair kabul edilen zaman çizelge sinde belli bir yeri olan bir diğer İnka şehri üzerinde durduğu muzu söyleyecekti . . . ya da dünya tarihinin az önce değiştiğini. Sonuçları ilk ağızdan duyduğu anda yüzünde kocaman bir tebessüm belirdi ve sonrasında duyduklarını bizle paylaştı. Alanın bilimsel tarihi doğrulanmıştı. Bağımsız laboratuvar lar aynı aralıkta bulunan tarihlerle, Caral'ı dünya sahnesi ne koyacak bir zaman çizelgesiyle dönmüştü: m.ö. 4900 ve m.ö. 3000 yılları arasında 5,000 ila 6,900 yıl önce. Bu keşif Caral'ı, Arnerika'da bilinen (mimari, astronomi, tarım, sanat ve matematik anlamında) en eski ileri medeniyet yapmıştı.19 Inka İmparatorluğuna bu kadar yakın bir bölgede böyle -
sine ileri bir medeniyetin nasıl olup da bu kadar uzun süre keşfedilmeden var olabildiği başlı başına bir sırdır. Bilinme yenler listesi önemlidir ve sahip olabileceği yansımalardan ötürü tarihçileri huzursuz etmeyi sürdürmektedir. Caral'ın, UNESCO'nun Dünya Mirası Listesinde yer alan ve Amerika'nın Güneybatı Çölünde yer alan Chaco Kanyo1 67
D E Rİ N G E RÇ E K
n u ile benzer gizemler barındırması tesadüf olmayabilir. Her iki bölge için de yazılı kayıt bulunmamaktadır. Her iki böl genin de kalabalık sayıda insana ev sahipliği yapma kapa sitesi olmasına rağmen, her ikisinde de daha yakın tarihe dayanan birkaç insan fosili bulunmuştur. Her iki alanda da, doğal afetleri atlatmış (ve Caral'ın durumunda, binlerce yıl ayakta kalmış) çok katlı yapıları inşa etmek için kullanıldığı düşünülen ileri bir mimarlık formu göze çarpmaktadır. Ve hem Cara) hem de Chaco Kanyonu için, alanı inşa eden in sanların eserlerini neden terk ettiklerine dair teoriler olsa da, gerçek şu ki sebebi kimse net olarak bilmemektedir.
Caral, Meksika'nın Yucatan bölgesinde yaşamış Maya medeniyetinden 5,000 yıl daha eski olsa da, hem Caral hem de Chaco Kanyonu gizemlerinin anahtarının, Maya'nın ge ride bıraktığı mirasta saklı olduğunu fark edebiliriz: dev za man döngülerini tarif eden takvimler. Maya takvimleri ta rafından doğru bir şekilde tespit edilen dünya yaşı, Caral'ın 5,000 yıl kadar önce terk edildiği zaman başladı. Ve bizim zamanımızla Aralık 2012'de, yeni dünya çağı başlarken sona erdi. Caral'da muhafaza edilmiş And kültürünün kozmik döngüler bilgisi aslında tüm Amerika' da yüzyıllar boyunca muhafaza edilmiş - ve saklanmış - ve belki de direkt olarak günümüzde dünyamızın krizlerini anlamaya yardımcı ola cak büyük bir bilgeliğin bir parçasıdır.
168
U N U T U L M U Ş G E Ç M i Ş i M İ Z İ N S A K L I TA R i H i VAR O L M A M A S I G E R E K E N Y E R L E R
Maya Çağı Maya'nın başarılarına dair tartışma, kuşkusuz en sofisti ke başarılarının ne olduğunu doğru anlamaktadır: takvimle rinin yardımıyla emsalsiz zaman ve kozmik döngü hesapla maları. Ama Maya takvimleri dolunay ve yeniay arasındaki günleri saymaktan çok daha fazlasını yapar. Bu eski insanlar zaman döngülerinin ve bu döngüler sırasında meydana gelen gökyüzü olaylarının kaydını tutuyorlardı. Maya takviminin 20. Yüzyıl öncesinde galaktik zamanı takip etmenin en sofistike yöntemi olduğuna inanılır. Bugün bile, Maya'nın modern torunları bu sistemi kullanarak galak tik ve yerel zamanı takip ederler. The Maya isimli kitabın ya zarı Michael D. Coe gibi uzmanlar bize bu takvimin "25 yüz yılı aşkın bir zamandır bir gün bile atlamadığını" söylerler. 20 Maya'nın galaktik "saatinin" anahtarı, Tzolkin ya da Kutsal Takvim adı verilen 260-günlük bir sayımın Vague
Year (Muğlak Sene) adıyla bilinen 3 65-günlük bir diğer tak vimle iç içe geçmiş olmasıydı. Bu iki zaman döngüsü iki te kerin dişli çarkları gibi ilerliyor, Kutsal Takvim'deki bir gün Muğlak Sene'deki aynı güne denk gelinceye dek devam edi yordu. Bu güçlü olay 52-yıllık bir döngüyü sonlandırırdı ve Büyük Döngü adı verilen çok daha geniş bir zaman dilimi nin bir parçasıydı. Şu anda, takvimi bütünüyle temsil ettiği bilinen tek bir kalıntı yoktur. Modern araştırmacılar Maya'nın zaman tut ma sistemini yazıt ve kodekslere bakarak yorumlayabilse de, bir diğer antik kalıntı Maya'nın zaman anlayışını bugün hala kullanılan tek bir takvim olarak muhafaza etti. Bu Az tek Güneş Taşı (Piedra del Sol), Şekil 4. ?'de görünen antik takvim diskidir. 169
D E Rİ N G E RÇ E K
Şekil
4.7. Maya takvimlerinin tüm sistemini temsil eden tek bir insan eseri yoktur. Bu resimdeki antik Aztek takviminin Maya'nın zaman hesaplamaların dan türetildiğine inanılır. Dört geçmiş dünya çağının temaları, dünyanın mevcut yaşını temsil eden diskin merkezindeki glifin etrafını saran dört kutuyla göste rilmiştir. (Fotosearch Lushpic Value/Unlisted lmages, ine.)
Şekil 4. 7'deki görselin örnek alındığı orijinal disk, 1 790 yılında Mexico City'nin ana meydanındaki kazılar sırasında keşfedildi. Fractal Time isimli kitabımda, üzerindeki yazıların nasıl yorumlandığına ve ne anlama geldiğine inanıldığına dair ayrıntılı bir açıklama paylaştım. Burada o açıklamayla laf ka labalığı yapmaktansa, önemli olan Aztek diskindeki görselle rin eksiksiz, okunabilir olması ve bugün Orta Amerika'daki yerliler tarafından hala kullanılıyor olmasıdır. Diskin dilini 1 70
U N U T U L M U Ş G E Ç M İ Ş İ M İ Z İ N S A K L I T A R İ H i VAR O L M A M A S I G E R E K E N Y E R L E R
bilenler için, bu binlerce yıldan mevcut ana kadar her şeyi kapsayan ve zamanla ilişkimizi betimleyen güzel bir haritadır.
lamantn Haritastnı Okumak Mayalar Güneş Taşı'ndaki hesaplamaları gökyüzünde ki hareketlerin dünyamızı ve insan yaşamını, bir dizi kısa döngü olarak ifade ettikleri geniş zaman dilimlerinde nasıl etkileyeceğini tahmin etmek için kullandı. Bu mevcut döngü dizisinin sonuncusu 21 Aralık 201 2 tarihinde kış gündönü mü ile sona erer. Bu tarihte mevcut Maya dünya çağının Bü yük Döngüsü sona erer ve takvim, yeni dünya çağının yeni döngüsünü başlatmak için sıfırlanır. Nasıl bazı arabalarda 1 00,000 mil eşiğine ulaştıktan sonra mil sayacı sıfıra dönüyorsa, Maya takvimi de döngü yeniden başlarken yeni bir tarihle "sıfırlar. " Mayalı zaman tutucular nihai tarihi ve onu sayan sistemi, şimdi Meksika Ve Guatemala olan yerde inşa ettikleri tapınaklara ve dev yazıtlara işlemiştir. Mayalı rahipleri bu döngülerin kilit tarihlerini yazıtları na 2,000 yıldan uzun bir zaman önce işaretlemiş olsalar da, anlamının miladi takvimimizin sistemiyle uyum içinde oldu ğunun anlaşılması ve dünya-çağı mesajının net bir şekilde kavranması 20. Yüzyılın başlarını buldu. Maya araştırma cısı Joseph T. Goodman'in daha sonra arkeologlar J. Eric S. Thompson ( 1 927) ve Juan Martinez Hernandez ( 1 928) tarafından da teyit edilen orijinal çalışması ( 1 905) Maya Bü yük Döngüsünün başlangıcı için genel olarak kabul edilen ve GMT korelasyonu olarak bilinen tarihe ulaştı ( ama korelas yonla ilgili bazı tartışmalar devam etmektedir). Bu anlayışla-
D E R İ N G E RÇ E K
ra ve Mayalı rahiplerin geleneklerine dayanarak, antik tak vimler son Büyük Döngünün Maya tarihiyle 0.0.0.0.0'da, yani m.ö. 1 1 Ağustos 3 1 14'te başladığını gösterir. 2 1 Ne zaman bu kadar eski bir tarih görsem, aynı zamanda gerçekleşen başka bir şeyi düşünmek onun anlamını kavra mama yardımcı olur. Dolayısıyla Maya Büyük Döngüsünün başlangıcı için referans noktası olarak, eski takvimle belir lenen başlangıç, eski Mısır'daki ilk hiyerogliflerin ortaya çıktığı zamana denk gelir. O noktadan bugüne, Büyük Dön günün dengesi, kaydedilmiş insanlık tarihi olarak düşündü ğümüz bütün bir zaman dilimini kapsar. Maya gizemini ondan önce gelen ileri medeniyetler bağ lamında düşünmeden, mantığa hitap etmesini bekleyemeyiz. Antik Maya'yı geçmişimizin buğusunda süregelen bir bilgi zincirinin b ir parçası olarak düşündüğümüzde, toprağı ve onu yaşayanların yaşamlarını yeniden şekillendiren ve za man zaman tekrarlanan · bir olayın etrafında gerçekleşen bir insan deneyimi sürekliliği ortaya çıkmaya başlar. Bu olay öyle ender yaşanır ki yaşandığı bir çağda yaşayan hiç kimse bunu iki kez yaşamaz. Bunu bilerek atalarımız kendi zamanlarında tam da bizim şimdi yaptığımız şeyi yaptılar: Tecrübelerini kaydettiler. Onları tapınak duvarlarının taşla rında yazıtlar, parşömen kodeksleri ve bir nesilden diğeri ne aktarılan hikayeler olarak muhafaza ettiler. Biz de kendi hikayelerimizi günümüzün sesli kayıtlarında, filmlerinde ve hikayelerinde muhafaza ediyoruz. Gelecek yıllarda öğrendiğimiz her şeyi gelecek için, küresel ısınmayı, küresel soğumayı, süper fırtınaları ve yüzyıllarca so runsuz bir şekilde işleyen bir yaşam tarzı aniden işlememeye başladığında ne yapılacağını bilmemekten kaynaklanan top lumsal ayaklanmaları yaşayan bir sonraki medeniyet için mu172
U N U T U L M U Ş G E Ç M İ Ş İ M İ Z İ N S A K L I TA R İ H İ VAR O L M A M A S I G E R E K E N Y E R L E R
hafaza etmek adına elimizden geleni yapacağız. Atalarımızın yazdıklarıyla bizim geride bırakacaklarımız arasındaki fark, geçmişten ders alıp almayacağımız ve varlığımızı sürdürme mize olanak veren tercihleri yapıp yapmayacağımızdır. Siz bu sayfaları okurken, bizler gerçek anlamda dünya çağı döngü müzün son bölümünü yazıyoruz. Ve bireysel tercihlerimiz ta rihte bizim zamanımıza uygun kolektif bir yanıt oluşturacak şekilde birikirken son bölüm yaşanmaktadır.
Hikayenin Geri Kalam Bugün öğretildiği haliyle medeniyetler tarihine baktığımda, net olan kısımları da var, hiçbir anlam ifade etmeyen kısımları da. Örneğin, Mısır'da bulunan daha eski piramitlerin - Gize Platosundaki Büyük Piramit ve diğerleri gibi - daha yakın zamanlarda, 2,000 ila 3,000 yıl önce inşa edilen piramitler den inşaat anlamında daha sofistike olması çok mantıksızdır. ( 1 980'lerin sonlarında, Büyük Piramit'in yanına bir kopyası yapılmaya başlandı. Ancak bir yıl süren şekilsizlikler ve tek nik zorluklar neticesinde, proje başarısızlıkla sonuçlandı.) Mısır'ın Gize Platosundaki Büyük Sfenks'ten Türkiye, Göbeklitepe'deki tapınak alanını ortaya çıkaran kazıya ka dar, eski çağ tarihimizdeki ileri medeniyetlere dair bilimsel kanıtlar inkar edilemez. Şimdi sormamız gereken soru böyle antik medeniyetlerin var olup olmaması değil, varlıklarının ne anlama geldiğidir. Tek bir sorunun içinde çok daha de rin sorular saklıdır: Kim? Neden? Ne? O alanları kim inşa etti? Neden yok oldular? Bu inşaatları yapanlar bizim bil mediğimiz ne biliyorlar? Bu soruların yanıtları, bizden önce gelenlerin medeniyetlerini kaybetmelerine sebep olan aynı 1 73
DERİN GERÇEK
hataları yapmamızı önlemede en önemli anahtarlar olabilir. Şu ana kadar, dünya tarihinin geleneksel zaman çizelge si bu soruları ele almayı başaramadı. Ama gerçekten, bunu yapmasını nasıl bekleriz? Bilgiler eksik. Bugün çocuklarımı za öğrettiğimiz tarih, Dünya üzerindeki zamanımızın gerçek ölçeğini ya da geçmişteki başarılarımızı ya da geçmiş me deniyetlerden aldığımız ve bugünkü sıkıntılarımızı aşmak için kullanabileceğimiz dersleri içermez. Kısacası, tarihi ele almanın geleneksel yolu küresel mirasımızı tam anlamıyla onurlandırmayı başaramaz. Soğuk Savaş yıllarında savunma sanayiinde çalıştığım dö nemde, hayatta hiçbir anlam ifade etmiyor gibi görünen şeyler için anlam bulmama yardımcı olan çok değerli bir ders öğren dim: bir anlam ifade etmeyen bir şeyle karşılaştığımda, o şeyin anlam ifade etmemesinin sebebi tüm bilgilere sahip olmamamdır. Ö rneğin, o dönemde benim görevim bir başkasının yaz dığı ve hakkında hiçbir şey bilmediğim bir bilgisayar prog ramından gelen çıktıları almak ve bu çıktıları benim geliş tirdiğim bir mantık sürecinden geçirip neticeleri yine benim yaptığım iş hakkında hiçbir şey bilmeyen bir başkasına iletmekti. Bu "bölümlere ayrılmış bilgi" ya da daha yaygın olarak bilinen adıyla çalışmanın "ihtiyaca dayalı gizli bilgi" sistemi adı verilen bir düşünce biçimiydi. Bana yalnızca işimi tamamlamak için bilmem gerektiği kadar bilgi veriliyordu. Bunun sebebi, kurumda daha yüksek erişim yetki düzeyine sahip kıdemli birinin yazılımın büyük res mini ve programın ne yaptığını gördüğü takdirde, bunun daha güvenli bir sistem olduğuydu. Bazen işleri yapmanın "ihtiyaca dayalı gizli bilgi" yolu, örneğin savaş zamanında gizli bir sa vunma projesini korumak amacıyla son derece etkili olabilir. Konu dünyamızın tarihi olduğundaysa bir işe yaramaz. 1 74
U N U T U L M U Ş G E Ç M i Ş İ M İ Z İ N S A K L I TA R İ H İ VAR O L M A M A S I G E R E K E N Y E R L E R
Ortaya Çıkan Hikaye Yeni milyar insana barınak ve besin sağlama ihtiyacı bir zamanlar tarım için kullanılan toprakları kazma ihtiyacını artırdıkça, daha çok eski çağ alanının ve daha çok insan ese rinin ortaya çıkacağına adım gibi eminim. Bu yeni keşiflerin her biriyle, kuşkusuz geçmişe dair bildiklerimize yenilerini ekleyeceğiz. Bu bölümde anlatılan keşifler ve bunlara benzer diğerleri, müteakip keşiflerimize anlam vermek için ihtiya cımız olan sistemi yaratmada anahtar olacaktır. Bu sistem olmadan, yeni keşifleri "anormallikler" kategorisine koyma riskiyle karşı karşıya kalır ve bize geçmişe bakmamız için sundukları güçlü pencereden bakma şansını kaçırırız. Bu bölümde yer veril�n ve paradigmaları altüst eden ke şifler, geçmişte dair tüm düşüncemizi iki şekilde değiştirmek tedir: ( 1 ) tarihin gerçekleştiğine inanılan zamanın sınırları nı genişletiyorlar ve (2) atalarımızın kapasite ve becerileri konusunda inandığımız her şeyi değiştiriyorlar. Geleneksel tarih anlayışı ile güncellenen tarih anlayışı arasında bir kı yasla, bu yeniden düşünmenin ne kadar radikal olduğunu görmemize yardımcı olur. Yan sayfadaki Şekil 4.8'de yer alan kıyaslamadan, bizim dünya medeniyet tarihi olarak düşündüğümüz şeyin hikayenin tamamı olmadığı açıktır. Bu aslında, çok daha büyük bir resmin yalnızca bir parçasıdır. Bizim medeniyetin başlangıcı olarak ka bul ettiğimiz şey, atalarımızın yaklaştığını bildiği 5,000 yıllık bir döngünün sonuna denk gelir ve bizim bugün yaşadığımız döngünün başlangıcıdır. Onlar döngüler arasındaki geçişlerin geldiğini biliyorlardı, çünkü bu her zaman böyledir. Her 5,125 yılda bir, Dünya'nın uzaydaki pozisyonda mey dana gelen doğal değişiklikler, bir döngünün bitişini ve bir 1 75
D E Rİ N G E RÇ E K
diğer döngünün başlangıcını işaret eden göksel bir dizilimine sebep olur. Antik ve yerli gelenekler bu dizilimler arasında ki zamana güneşler, dünyalar ya da dünya çağları der. İklim, deniz seviyesi, medeniyet ve dünya çağlarına eşlik etmiş ya şamdaki değişiklikler öyle büyük olmuştur ki bu değişiklikler yaşandığında mevcut dünyanın sonunun geldiği söylenir. Bu döngülerin oluşmasına ve oluştuğunda neler olduğuna dair bilgiler, bugün dünya çağlarının doktrini olarak bilinir. Bugün bu tip bilgiye güzel bir örnek, Amerika'nın South west Çölündeki Hopi yerlilerinde rastlanır. Onların gelenek leri, bugün içinde yaşadığımız dördüncü döngüden önce var olmuş üç engin zaman döngüsünden - üç eski dünyadan söz eder. Her dünyanın nasıl büyük bir felaketle sona erdiği ni anlatırlar: ilki depremler ve kıtaların suya gömülmesiyle, ikincisi dünyanın buzla kaplanmasıyla ve üçüncüsü büyük bir selle sona ermiştir. Kehanet, dördüncü dünyanın - bi zim dünyamızın - yakında sona ereceğini ve kısa süre içinde beşinci dünyada yaşamaya başlayacağımızı söyler. Bilimsel olmayan sebeplere dayansa da, Hopi'nin her çağı sona er diren olaylara dair açıklaması, jeolojik kayıtlarda muhafaza edilen dünya tarihine çok benzemektedir. Ö rneğin, yaklaşık 20,000 yıl önce gezegeni kasıp kavuran korkunç depremler ve volkan patlamalarıyla dolu bir dönem olduğunu biliyoruz. Buzul çağının yaklaşık 1 2,000 yıl önce sona erdiğini ve neredeyse 4,000 yıl süren bir buz erimesi ve şiddetli yağış dönemi olduğunu da biliyoruz. İncil'de belirti len selle özdeşleştirilen de bu süreçtir.
1 76
U N UTULMUŞ G EÇMİŞİMİZİN SAKLI TARİHİ VAR OLMAMASI G E R E K E N Y ER LER
GEÇMİŞİMİZ HAKKINDA GELENEKSEL DÜŞÜNCE
l. Medeniyet insanl ı k tarihinde bir kez evrim geçird i ,
2 . Medeniyet doğrusal anlam da daha az gelişmişten daha çok gelişmişe doğru i lerleme kaydetti. 3 . Dünya medeniyetlerinin tari hi ya klaşık olan 5,000 yıldır.
4. Dünyadaki en eski medeni yet Sümerlerdir ve tar i h ı m.ö. 3500'e daya n ı r.
5. Dünya tarihindeki en geliş miş medeniyette yaşıyoruz.
G EÇMİŞİ MİZ f:IAK!< l � DA REViZE EDILMIŞ DUŞUNCE
1. Medeniyet insanlık tar i h i nde defa l a rca evrim geçirdi. 2. Meden i yet döngüsel anlam da daha az gel işmi şteıı d a ha çok gelişmişe doğru i lerleme kaydetti. 3 . Dünya medeniyetlerinin en yeni döngüsü 5,000 yıllı ktır. 4 . Dünyada b i l i nen en eski me deniyet Göbekl itepe'dir ve tarih i m.ö. 9500'e dayanır. 5. Geçmişteki medeniyetler bu gün uygulanması mümkün olmayan teknoloj i k başarılar gerçek leştirmişlerdir.
4.8. Yakın zamanda yapılan keşiflere dayanan yeni yorumlarla geçmi şimize dair geleneksel düşüncenin karşılaştırması. İki dünya görüşü arasında ki tezat çarpıcıdır ve bir medeniyetler zincirindeki son tekrar olduğumuzu ve günümüzün tecrübelerinin geçmiş zamanlardaki tecrübelere benzer olduğunu gösterir.
Şekil
Hopilere göre, geçmişte değişimlerin müjdecisi olan aynı zaman ve doğa döngüleri şimdi, bir sonraki dünya başlar ken mevcut dünyayı sona getirmektedir. Hopi gelenekleri ni bizim için bu kadar ilginç kılan doğruluklarıdır. Burada önemli olan, Hopi'nin bu döngüleri, modern dünya onları bilim anlamda doğrulamadan önce biliyor olmasıydı. Eğer geçmiş döngülere dair bilgileri bu kadar doğruysa, o zaman bu geleceğimizde olacaklarla ilgili tahminleri için ne anlam ifade etmektedir?
D E Rİ N G E RÇ E K
Dünya Tarihi: Revize Hopi, Maya ve diğer geleneklerden, geçmişimize tarihin yalnızca 5,000 yılını takdir eden geleneksel gözlerle baktı ğımızda, bunun radyoda harika bir şarkının son notalarını yakalamak gibi olduğunu anlıyoruz. Gerçekten sevdiğimiz bir şey duysak da, kanalı geç açtığımız takdirde, yalnızca son sesleri - son birkaç saniyeyi yakalarız. Napolyon'un 1 700'lerin sonları ve 1 800'lerin başlarında Mısır' da yaptığı kazı çalışmalarından bu yana, medeniyetlerin yükselişine, çöküşüne, savaşlara ve göçlere dair anlayışımızı ağırlıklı olarak tarihçilerin geçmişimizin yalnızca 5,000 yılına dair yorumları üzerine kurduk: zamandaki tek bir an. Ama şimdi bildiğimiz gibi, bu süreç aslında geçmişimizin büyük şarkısındaki tek bir notadır. Geleneksel tarih başlamadan ön ceki zamana - 5,000 yılı aşkın bir zaman önce yaşanan olay lara - kucak açtığımızda, tüm besteyi duymayı başaracağız. Şarkının bütünlüğünü dinlemeden, geçmişimize dair bü tün resmi incelemeden, medeniyet tarihi dediğimiz zaman, nasıl olduğumuz gibi olduğumuza ve atalarımızın hataların dan nasıl ders alabileceğimize dair gizemleri çözmemize yar dımcı olma konusunda yetersiz kalmaktadır. Neyse ki ileri, buzulçağı sonları medeniyetleri gerçeğini, bugün yaygın olarak kabul ettiğimiz tarihle buluşturduğu muzda, insanlığa ait yeni bir zaman çizelgesi belirmeye baş ladı. Bu zaman çizelgesiyle, bir insan deneyimi sürekliliği ve kendimizle ilgili yeni bir düşünce biçimi ediniriz. fjy,,__ r� �,'i;,ı. � �:·� -xı�'t
1 78
U N U T U L M U Ş G E Ç M İ Ş İ M İ Z i N S A K L I TA R İ H İ VAR O L M A M A S I G E R E K E N Y E R L E R
Şekil 4.9, bu kitabın yazıldığı esnada bilinen en eski medeniye
tin bilimsel olarak doğrulanmış kanıtını hesaba katan revize edilmiş
bir dünya tarihi zaman çizelgesidiı: Ancak dünyanın son 5,000 yılın büyük bölümünde "gizli" kalmış bölgelerinde ilave kanıtlar bulmak hiçbirimizi şaşırtmamalı. Örneğin, Antarktika bu tip bir yer olabifu: Bu gizemli kıtanın yaklaşık %98 'ini kaplayan buzun or talama kalınlığı 1 ,600 metredir ve aşağı yukarı 1 5 ,000 yıldır oradadır. Küresel ısınma buzun bazı bölgelerinde kalınlığı azalttığından ve bazı bölgelerde tamamen erittiğinden, yakın zamanda, uzun süredir buzun altında muhafaza edilmiş, bü yük olasılıkla buz minimum seviyedeyken, Dünya tarihinde ki buzul çağlar arasında orada var olmuş eski medeniyetlere dair kanıtlar bulunacağını düşünüyorum. Yaşları bilinen medeniyetlerin en az iki katı olan kazı alan ları - örneğin antik Roma, Yunanistan ve Mısır - ortaya çık tıkları anda sofistike bilgilerle ilerlemeye başlamış gibi görünen bütün bir sisteme sahip medeniyetlerin "aniden" ortaya çıkışını açıklamaya yardımcı olabilir. Mısır'daki piramit inşaatlarına, Stonehenge astronomisine ve Mayaların zaman tutma yön temlerine dair bilgilerin, çok daha eski medeniyetler tarafından geliştirilmiş, sonra muhafaza edilmiş ve sonraki medeniyetlere aktarılmış bir bilgelik olduğunu fark edebiliriz. Revize edilmiş zaman çizelgesinde gördüğümüz çarpıcı ka lıplardan biri, dünya-çağı döngülerini işaret eden kalın dikey çizgiler etrafında gördüğümüz medeniyet kalabalığıdır. Gele neksel olarak eski çağ tarihi olarak düşündüğümüz her şey, mevcut Büyük Döngünün son 5,000 yılı içinde gerçekleşti. Yeni zaman çizelgesinin geniş perspektifiyle, klasik Roma ve Yunanistan'dan eski Mısır ve Maya, Aztek ve İnka kültürle rine, bu medeniyetlerin her biri genişleyen tarih çizelgesinde nispeten daha yeni medeniyetler olarak görülmektedir. 1 79
D E Rİ N G E RÇ E K
Şekil 4.9. Veni arkeolojik keşiflere dayanan revize edilmiş dünya medeniyetleri zaman çizelgesi. Bu zaman çizelgesi, yakın tarihte bilimsel olarak 8,000 ila 10,000 yıllık olduğu tespit edilen yeni bir kazı alanı daha içermektedir: Çatalhö yük. Bilinen medeniyetler ile dünya çağları döngüleri arasındaki ilişkinin 5,125 yıllık aralıklar içerdiğine dikkat edin (kalın dikey çizgiler).
Bu eski medeniyetlerin her biri, gizemli bir şekilde gelişmiş, sofistike sanat, matematik ve mimari sistemleri sergilemekte dir. Onların yüksek seviyedeki bilgilerinin, önceki dünya ça ğındaki benzer başarıların kalıntılarını olduğunu ve onların seleflerinin bilgilerinin de onlardan da eski ileri bir medeni yetten gelmiş olduğunu keşfedebiliriz. Zaman gösterecek. Bu eski bilgeliğin nereden geldiğinin ve bu bilgeliğe ilk önce ki min sahip olduğunun anahtarı, her 5,000 yılda bir meydana gelen dünya çağı geçişlerine dair anlayışımızda saklı olabilir.
Geçmişten Dersler Albert Einstein bir keresinde şöyle demişti: " İnsanoğlu varlığını sürdürecekse, yepyenı bir düşünce tarzı benimse1 80
U N U T U L M U Ş G E Ç M İ Ş İ M İ Z İ N S A K L I TARİ H İ : VAR O L M A M A S I G E R E K E N Y E R L E R
mek zorunda kalacağız. " 22 Bir anlamda zamanın ötesinde olan sözleri, bugün 20. yüzyılın ortalarında söylediği zaman olduğu kadar anlamlıdır. Bizler geçmişimizin derin gerçeğini ortaya çıkarırken çö zümlenen mesaj, sınıflarımızda öğrettiğimiz ve ders kitap larımızda sakladığımız medeniyetler tarihinin dünya tarihi olmadığıdır. Dahası bunlar çok daha büyük bir tarihin kü çük parçaları; Büyük Döngü'nün, 5,125 yıl önce başlamış bir dünya çağının tarihidir. Döngü kronolojimiz ne kadar iyi olsa da, eksiktir. Ne bizden önce gelen ne de ondan daha önce var olan dünya çağının hikayesini anlatır. Ö rneğin, iklim değişikliği döngülerine ve geçmişte yaşam biçimlerimizi nasıl değiştirdiğine bakabiliriz. Atalarımızın yaşamlarında hangi değişimle baş etme modelinin etkili ol duğunu görmek için savaş süreçlerine ve barış aralıklarına bakabiliriz. Einstein'ın önerdiği şeyi yapmak için bize sebep veren şeyler bu tip anlayışlardır: kendimiz, kim olduğumuz, dunyayla olan ilişkimiz ve tarihimizdeki savaş ve nefret ka lıpları hakkında çok farklı düşünmek. H. G. Well bir keresinde insanlık tarihinin "daha çok eğitim ve felaket arasındaki bir yarışa" dönüştüğünü söyle mişti. 23 Büyük olasılıkla Wells'in bu sözünde inanmak istedi ğimizden daha çok doğruluk payı vardır. Onun sözlerini ve şu anda medeniyetimizi tehdit eden krizleri düşündüğümde, atalarımızın geçmişteki yaşamlarını ve krizleriyle nasıl başa çıktıklarını düşünmeden edemiyorum. Kanıtlar bize, buzul çağının sonlarında şiddetli iklim deği şiklikleri yaşadıklarını söylüyor. Baş edilmesi gereken büyük mücadeleler ve yapılması gereken büyük değişiklikler var dı. Nasıl bizler tüm yanıtları bilmeden küresel değişikliklere ayak uydurmak için tercih yapmaya zorlanıyorsak, onlar da 181
D E R İ N G E RÇ E K
kendi dönemlerinde ısılar yükselirken, buzlar erirken, deniz seviyeleri yükselirken ve kıyı şeritleri kaybolurken aynı şeyi yapmak zorunda kaldılar. Dünyalarının neden bu kadar hız lı bir şekilde ve bu kadar çok değiştiğini anlamadan, varlık larını sürdürmeleri yapacakları tercihlere bağlıydı. O zaman atalarımız ile bizim zamanımızda bizler arasın daki paralellikler saymakla bitmez. Ve teknoloji ve nüfusla ilgili ayrıntılar farklılık gösterse de, yaşanan genel temalar çarpıcı bir şekilde benzerdir. Dünyamızı bu şekilde değişti ren büyük değişimlere baktığımızda, her Büyük Döngü geç mişteki hatalarımızdan ders almak ve tekrarlanan deneyim ler karşı için bir fırsat olur. Bir gerçek yaşam Groundhog Day gibi ( Bugün Aslında Dündü - Bill Murray'in yaşamının sürekli tekrarlanan tek bir gününe takılmış bir adamı oynadığı ve sonunda tercihi nin bu döngüyü kırıp sonucu değiştirebileceği anı fark ettiği 1 993 yapımı film), atalarımızın geçmişteki kriz döngülerine nasıl tepki verdiğini anlamak, bize büyük medeniyetlerin çö küşüne sebep olan aynı hataları yapmadan önce akıllı tercih ler yapma fırsatı sunar. Bu şekilde düşünmek bizi, yanıtlamayı kendimize borçlu olduğumuz yeni sorulara götürür: •
•
Geçmişte sona ermiş medeniyetlerden, şimdi onların o za man yaptıkları hatalardan kaçınmamıza yardımcı olabile cek neler öğrenebiliriz? H. G. Wells'in geçmiş ve felaket arasındaki "yarışından" ders alma konusunda neredeyiz?
•
İ leri medeniyetlerin geleneksel tarihin başladığı zamandan 182
U N U T U L M U Ş G E Ç M İ Ş İ M İ Z İ N S A K L I TARİHİ VAR O L M A M A S I G E R E K E N Y E R L E R
önceki bir tarihe uzanan keşifleri, geçmişe dair hikayemiz de nerede yer buluyor? •
Kaydedilen tarihin başlangıcının, son dünya çağının sonu ve şimdiki dünya çağının başlangıcıyla aynı zamana denk gelmesi tesadüf müdür?
Hikayeler paylaşmak doğamızda vardır. Yaşamlarımızın her günü, bu dünyadaki insanların her zaman yaptıkları şeyi yapmaya devam ederiz: Kendimiz hakkında konuşuruz. Ke şiflerimizi kaydeder ve tecrübelerimizi anlatırız. Kırgınlıkla rımızı ve sevinçlerimizi, şaşkınlıklarımızı ve hayal kırıklıkla rımızı paylaşırız. Bizde derin ve sonsuz bir izlenim bırakmış tecrübelerimizi asla tanımayacağımız, asla görmeyeceğimiz ömürlerde yaşayacak insanlar için saklarız. Geçmişimizi anlatan binlerce yıllık sözlü gelenekleri, tam da hikayelerin sözünü ettiği yerlerde ortaya çıkarılan fiziksel delillerle birleştirdiğimizde, bazı insanlar için rahatsız edici ola bilecek gerçekleri kabul etmemiz gerekir. Sayıları giderek artan bilimsel bulgular bizi iki kaçınılmaz sonuca götürmektedir: 1
Biz geleneksel tarihimizin kabul ettiğinden çok daha uzun zamandır bu dünyadayız.
2
Geçmişte dünyamızda, atalarımızın kurduğu ve sevdiği her şeye bir son veren bir şey yaşandı. İncil'de sözü geçen selden ve yerel bilgelik geleneklerinden, Gılgameş Des tanına ve Mahabharata'ya kadar bunu bize hatırlatacak hikayelerimiz var.
Anlattıkları kısmen bile doğru olsa, bugün geçmişimize 1 8 .J
D E Rİ N G E RÇ E K
ait b u hikayeleri tanımamız ve onları kabul etmemiz çok önemlidir. Atalarımız hikayelerini bize anlatmak için çare sizce didindiler. Ve bunu yaptılar, çünkü zamanlarında ya şadıkları her ne ise, bir daha bizim çağımızda olmayacağını düşündüler. Şimdi deliller ortadadır ve onların mesajı gide rek daha çok anlam kazanmaktadır. Göbeklitepe ve Büyük Gize Sfenksi'nden antik Caral ve . Maya'ya, bir hikaye günümüzün modern dünyasını geçmi şimizle, bizim, nereden geldiğimizin ve ne zamandır burada olduğumuzun hikayesiyle bağlar. Eski çağ efsaneleri ve hi kayeler, türümüzün hikayelerini içerir. Tıpkı ebeveynlerinin kim olduğunu öğrenmek için özlem duyan bir öksüz gibi, biz de kökenimize dair gerçeği öğrenmenin özlemini yaşıyoruz. Ve gerçek yaşımızın delillerini kabul ettiğimizde, kolektif geçmiş tecrübemizin bizi, geçmişte atalarımıza da yardımcı olmuş olabilecek tercihlere nasıl yönlendireceğini anlama ya başlayabiliriz. Tarihimizin derin gerçeğini paylaşmak bu yüzden bizim için hayati önem taşımaktadır. Eğer geçmişte büyük medeniyetler kurulmuş, bizimkin den binlerce yıl daha uzun süre ayakta kalmış ve sonra anı ları bizim hafızamızda birer peri masalına dönüşecek kadar ani bir şekilde ortadan kaybolmuşlarsa, o zaman sormamız gerekir: Aynı şey tekrar olabilir mi ? Şimdi oluyor mu ? Keşiflerin kendilerinde geçmişimizin en derin gizemlerini çözmek için ipuçları ve bu iki sorunun yanıtını bulabiliriz. Derin Gerçek 4: Tarihleri son buzul çağının sonlarına uzanan ileri medeniyetlerin yeni keşifleri, atalarımızın zamanında karşı laştıkları aynı krizleri çözmek için anlayışlar sunmaktadır.
1 84
D E Rİ N G E RÇ E K
B Ö LÜM B E Ş
TESADÜF Mü, TASARIM MI? İNSAN KÖKENİNE DAİR YEN İ DELİLLER
"Yaşamtn gizemi çözülecek bir sorun değil, yaşanacak bir gerçekliktir." F RA N K H E R B ERT ( 1 920-1986).
ROM A N YA Z A R I
Açık bir arazide bir arkadaşınızla birlikte yürüdüğünüzü ve ikinizin de aynı anda yere baktığınızı hayal edin. Bunu yaptığınızda, siz ayaklarınızın önünde bir kol saati, arkada şınız ise önünde bir taş görüyor. Başınızı kaldırıp birbirinize o saatin oraya nasıl geldiğini sorsanız, büyük olasılıkla aynı soruyu taş için sorduğunuzda alacağınız yanıttan bambaşka bir yanıt alırsınız. Çünkü her ikinizin de bildiği kadarıyla, doğal süreçler taşı sizin onu bulduğunuz noktaya taşımıştır. Ve taşın orada hiç kıpırdamadan binlerce yıl boyunca dur muş olması da büyük bir olasılıktır. Ama ikiniz de bunun
D E R İ N G E RÇ E K
kol saati için geçerli olamayacağını bilirsiniz. Saat, toprağa doğal süreçlerle rastgele bırakılmış, titizlikle işlenmiş bile şenlerden yapılmıştır. Saatin her parçası daha yakın zaman da (taştan çok daha yakın bir zamanda) biri veya bir şey tarafından tasarlanmış, üretilmiş ve birleştirilmiştir. Natura/ Theology isimli kitabındaki bu basit benzetmeyle, 1 9 . yüzyıl başlarında yaşamış teolog William Paley, doğanın kalıpları altında yatan zeka için bir argüman başlatmıştır. 1 Paley bu benzetmeden iki çıkarıma vardı:
-İlki, saatin varlığının, onu yapıp harekete geçiren bir tasarımcı olduğunun, doğada ve canlılardaki karmaşık sis temlerinin varlığının ise kozmik bir "saat üreticisi" olduğu nun işaretidir: evrimin oluşuna yön vermiş ve yaşam dizili mini devreye sokmuş zeki bir kuvvet. -Paley'nin ikinci çıkarımı, karmaşık sistemlerin ve var olmak için birbirlerine dayanan canlıların yalnızca tesadüfen "olabileceğidir. " Saat örneğinde, her parça tasarlandığında, titizlikle işlendiğinde ve tam da bizim onu bulduğumuzda olduğu gibi birleştirildiğinde yapmak için tasarlandığı şeyi yapabilir; zamanın kaydını tutabilir. Buradaki önemli nok ta şudur: saat bir araya getirildiğinde parçalar hazır değilse ya da sonrasında parçalardan biri düşer ve kaybolursa, saat yapmak üzere tasarlandığı şeyi yapamaz. " Farklı parçalar, olduklarından farklı şekillendirildiler se," der Paley, "ya da olduklarından farklı bir boyuta sokul dularsa veya dizilmeleri gerekenden başka bir şekilde dizildi lerse, ya makinenin içinde hiçbir hareket olmaz ya da saatin sunması gereken hizmeti verecek bir hareket olmaz. " 2 Paley kendi döneminde evreni ve etrafındaki dünyayı in1 88
T E S A D Ü F M Ü . TAS A R I M M I ? İ N SAN K Ö K E N İ N E D A İ R Y E N i D E L İ L L E R
celedi ve bunların, tıpkı bir saat gibi çalıştığı sonucuna vardı: "Saatin içinde var olan her düzenek, her tasarım oluşumu, do ğanın içinde mevcuttur; doğadaki tek fark, bunların çok daha fazla ve tüm hesaplamaları aşan bir derecede olmasıdır. " 3 Paley'nin benzetmesinden yüz seksen iki yıl sonra, evrim biyoloğu Richard Dawkins, The Blind Watchmaker (W. W. Norton & Company, 1 986) isimli kitabında böyle bir zeka olasılığını yok saymıştır: Tek saat üreticisi fiziğin kör kuvvetidir, çok özel bir şekilde kullanılmakta olsa da. Gerçek bir saat üreticisi öngörülüdür: çark ve yayları tasarlar ve zihin gözünde bir gelecek amacıyla onların birbirlerine bağlılıklarını planlar. Darwin'in keşfet tiği ve şimdi bizim var oluş için öne sürdüğümüz açıklama, tüm yaşamın amaçlı bir formu olduğunu bildiğimiz doğal seçilim, kör bilinçaltı, otomatik süreç, zihinde amaçsızdır. Zihin gözü yoktur. Gelecek için plan yapmaz. Vizyonu, ön görüsü, görüşü yoktur. Doğada saat üreticisi rolünü oynaya bileceği söylenebilirse, bu kör saat üreticisidir.4
Saat üreticisi argümanı altında yatan fikir basit olsa da, yansımaları paradigmaları altüst eden niteliktedir. İşte sebebi: Dünya üzerindeki başlangıçlarımızı düşünme biçimimiz, kendimiz hakkında düşündüğümüz her şeyin temelini oluş turur. Yaşamın temelinde kasıtlı bir tasarım ya vardır ya da yoktur. Ya bir dizi rastlantısal doğa olayının ürünüyüzdür ya da kasıtlı ve zeki bir tasarımın. İ kisinin ortası olması müm kün değildir. Gerçeği bilmek hiçbir zaman daha önemli ol madı. Kaybedilecekler hiçbir zaman daha fazla olmadı. Bu soru, atalarımızın tarihte onları tatmin edecek şekilde yanıtladıkları bir şeydir. Şimdiyse bizim bocaladığımız ve bi189
D E R İ N G E RÇ E K
zim za.manımızda çözmemiz gereken bir inançtır. Ve bunu, güvendiğimiz ve dünyayla olan ilişkimizi anlatmak için kul landığımız dilde yapmalıyız: bilim dilinde. İnanç tüm insan yaşamı hakkındadır. Peki tam olarak nerede başlar? Ne za man sona erer? Kim onu sonlandırma hakkına sahiptir? Çok farklı bir soru - ve belki de içlerinde en büyük, en güçlü yansımaları olan soru - şudur: İnsan yaşamı nereden
geldi? Kökenimiz ne? Kökenimiz hakkındaki düşünme biçimimiz, kendimiz, dünyayla ilişkilerimiz, birbirimizle ilişkilerimiz, becerilerimiz ve kaderimiz le ilgili düşünme biçimimiz için temeldir.
Bunlar dev sorulardır ve her birinin yanıtının dev yansı maları vardır. Yanıtları birleştirdiğimizde, yanıtlar tek bir sorunun yanıtında nadiren bulunan bir güce sahip olurlar: arkadaşlar, aileler ve toplumlar olarak bizi birleştirme gücü ne - ya da tam tersine. İ nandırıldığımız şeyi desteklemeyen her yanıt, bugün toplumumuzu dayandırdığımız inançların temeline meydan okuyarak bizi darmadağın etme potansi yeline sahiptir. Kürtaj uygulamasıyla ilgili tartışmalar kliniklerin bomba lanmasına, hamileliklerini sonlandırmak isteyen kadınlara yöneltilen tehditlere, bu prosedürleri uygulayan doktorların öldürülmesine ve her sene Amerika'da güçlü liderlerin se çimlerinde bir odak noktası olmasına sebep oldu. Bundan ve sınıflarımızda ve ders kitaplarımıza çocuklarımıza kö kenlerimizle ilgili neler öğretebileceğimiz konusunda farklı eyaletlerdeki yasalarla birlikte orta ya çıkan protestolardan, var oluşumuzun gerçekleriyle 2 1 . Yüzyıl dünyasının ihtiyaç1 90
T E SA D Ü F M U . TASA R I M M I ? İ N S A N K Ö K E N i N E D A i R Y E N i D E L i L L E R
larını karşılayacak şekilde uzlaşmak zorunda olduğumuz apaçık ortadadır. Bunu ne kadar çabuk yaparsak, son yüzyıl boyunca toplumumuzun dokusuna zarar veren nefret ve ıstı rabı iyileştirmeye o kadar çabuk başlayabiliriz. Her şey bizim ·düşünce biçimimize, neye inandığımıza ve hayatın nihai sorularına nasıl yanıt verdiğimize bağlıdır.
Doğru Soru/art Sormak Dante'nin Divine Comedy ( İlahi Komedya) isimli büyük eserinin meşhur tercümanı John Ciardi, " İyi bir soru asla ya nıtlanmamıştır, " 5 diye yazdığında, aklındaki sorunun insan kökeni sorusu olup olmadığını merak etmiştim. Ciardi ne kast ettiğini şu açıklamayla netliğe kavuşturdu: "Bu [soru] bastırılması gereken bir ok değil, fikir topraklarını yeşillen dirme umuduyla daha çok tohum verebilmesi için ekilecek bir tohumdur. " 6 Ciardi kendine insanlık tarihindeki en hara retli yasal, politik ve bilimsel tartışmanın altında yatan soru yu sormuş olabilir mi? Biz nereden geliyoruz? Danimarkalı filozof Soren Kierkegaard insan yaşamının "çözülecek bir sorun değil, yaşanacak bir gizem" olduğu nu söylemişti.7 Kierkegaard'ın sözlerindeki şiirsel hassasiye ti sevsek de, bu kesinlikle çözmemiz gereken bir gizemdir. Dini/spiritüel yansımalarıyla birlikte bu en temel inançları mızda rol oynar - uzun soluklu bir medeniyet yaratmanın anahtarıdır. Kuşkusuz, barışçıl, işbirlikçi ve merhametli bir toplum olarak ilerlemeyi umut ediyorsak, yaşamın kökeniy le mutabık kalmamız gerekmektedir. Ama bu, doğru soruları sormamız ve bu soruları yanıtla nabilecekleri bir şekilde sormamız gerektiği anlamına gelir. 191
D E Rİ N G E RÇ E K
İşin sırrı, görünürde zamansız gibi görünen iki gizemi çöz mekte saklıdır: 1
Dünyada insan yaşamı nasıl başladı?
2
Bir insanın yaşamı ana rahminde ne zaman başlar?
Sırayla gidelim. Bu iki gizem üzerinde düşünmeye başla madan önce, yanıt vermemiz gereken başka, daha temel bir soru vardır. 2 1 . yüzyılın ilk yıllarında, mikroskoplarımızın çok hassas olduğu, bir spermin yumurtaya nüfuz ettiğine ve ONA "ev liliğinin" yeni bir hayat başlattığına daha o an tanık olduğu muz bir zamanda, hala tanık olduğumuz şeyin tam olarak ne olduğu konusunda fikir birliğine varmış değiliz. Kulağa ne kadar bariz gibi gelse de ve halihazırda var ol duğunu sansak da, bilim dünyası henüz yaşama dair net bir tanım bulabilmiş değil. Peki, yaşam nedir?
Yaşam Nedir? 20 Ağustos 1 975, büyük kozmos resminde kendimize ne rede ve nasıl yer bulduğumuza dair anlayışımızda önemli bir dönüm noktasıydı. O gün saat 1 7.22'de, Florida, Cape Ca naveral'daki Complex 4 1 'den içinde eşsiz bir kargo taşıyan güçlü bir Titan Centaur 111 roket fırlatıldı. Bu roket içinde
Viking 1 uzay aracını, komşu gezegen Mars'ın yüzeyine ko
nacak ilk insan yapımı aracı taşıyordu. Bir ay sonra Viking II geldi ve ikiziyle aynı 500-milyon
millik yolculuğa çıktı. Cape Viking l ile aynı varış noktasına 1 92
T E SA D Ü F M Ü . TAS A R I M M I ? İ N S A N K Ö K E N İ N E D A İ R Y E N İ D E L İ L L E R
doğru, aynı tip roketin içinde, Canaveral'daki aynı yerden gönderildi. İki Viking aracı büyük olasılıkla gizemli kırmızı gezegenden ilk kez yakın çekim fotoğraflar ve fiziksel numu neler almak için en iyi umudumuzdu. Uçuşlarının sonunda, tarihe en başarılı gezegensel keşifler olarak geçeceklerdi. Her ne kadar ikinci Viking'ten en son Kasım 1 982'de sinyal alın mış olsa da, bu görevlerin başarısı bilim dünyasının gurur kaynakları olmayı sürdürmektedir. 1 980'lerin ortasında kendimi, her iki uzay aracını da inşa etmiş Martin Marietta Corporation için Denver, Colorado'da çalışırken buldum. Şirketin savunma bölümünde yazılım geliş tirme uzmanı olarak işe alınmış olsam da, aniden Mars görev lerini mümkün kılan uzay sahası kısmında bilim insanı, mü hendisler ve proje müdürleriyle görüşmeler yapmaya başladım. Bu görüşmeler sırasında, meşhur Mars programını anla tan ciltleri karıştırma fırsatından da faydalanarak, Viking misyonlarının, onları NASA'nın uzaya gönderdiği tüm ro ketlerden farklı kılan belirli bir özellikleri olduğunu öğren dim. Benim için bu projeye yapılan yatırımı ve içerdiği riski değerli kılan şey hedefti. Bir proje dosyasının içinde, Viking programının tüm he deflerini özetleyen bir listenin sonunda kısa bir cümle vardı. Mars'ın iklimi, Mars topraklarının yüzey özellikleri ve olu şumuyla ilgili teknik açıklamaların ardında, 1 960'larda aile min küçük siyah-beyaz televizyonunda dünyanın ilk insanlı uzay misyonlarını izlediğim günden bu yana içimde yanıtsız kalan soruyla ilgili birkaç kelime buldum. Hedef 5 kısaca misyonun hedefinin "yaşam olup olmadığıydı. " 8 Bilim insanları, her iki Viking aracı tarafından Mars'tan alınan toprak numunelerinde hiçbir organik madde bulama dıkları 1 976 yılında şaşkına döndüler. O dönemde, demir 1 93
D E Rİ N G E RÇ E K
zengini olduğu düşünülen topraklarda bir tür yaşam formu bulunacağına inanılıyordu. 30 yıl boyunca, Viking I ve Vi king II'den alınan veriler tartışmaların, soruların, analizlerin ve tekrarlanan analizlerin hedefi oldu. 5 Eylül 20 1 0 yılında Science Daily dergisinde yayınlanan bir rapor, yeni bir teo rinin neden 30 yıl önce hiçbir yaşam belirtisine rastlanmadı ğını açıklıyordu. Bu rapora göre, tespit sürecinin kendisi var olabilecek her türlü mikrobu öldürmüş olabilirdi ve belki de Mars'taki yaşamın yapı taşları için "somut deliller" en başından beri oradaydı.9 Mars'ta - veya evrenin herhangi bir yerinde - yaşam ara yışı, bilim insanlarının profesyonel anlamda her gün karşı karşıya kaldıkları ve bizim toplum olarak yüzleştiğimiz iki leme harika bir örnektir. Yaşam bulup bulamayacağımız, aradığımız şeyin ne olduğunu nasıl tanımladığımıza bağlıdır.
Dolayısıyla her şeyden önce, yaşam nedir? 1 9 80'lerde savunma sanayinde çalıştığım dönemde keş fettiğim şey, bugün otuz yıl sonra bile gerçekliğini koruyan inanılmaz bir veridir: farklı disiplinlerden farklı bilim insan ları soruya farklı şekillerde yanıt verirler. Onlar bunu, eşsiz uzmanlıklarını yansıtan belirli terimleri kullanarak yaparlar. Dolayısıyla uzmanlar bile, var oluşumuzun evrensel bir tanı mı üzerinde fikir birliğine varamamışlardır. Ö rneğin, Chemistry, Matter and the Universe ( Benjamin Cummins Publishing, 1 976) isimli üniversite kitabında, ya şam tanımı daha sterildir: "Yaşam, kimyasal sistemlerin belirli karmaşıklık türüne ve seviyesine ulaştıklarında sergiledikleri bir davranış kalıbıdır. " 10 Bu kulağa oldukça yavan geliyor, de ğil mi? Ya da öyle mi? Burada bu tanımı paylaşıyorum, çünkü bu tanım iki Viking uzay aracının Mars'a gönderildiği sene yayınlanan bir kitaptan alınmıştır ve o dönemde öncü olarak 1 94
T E S A D Ü F M Ü . TASAR i M M I ? İ N S A N K Ö K E N İ N E D A İ R Y E N i D E i i t l i R
kabul edilen ileri düşünceyi temsil etmektedir. 1 944 yılında, kuramsal biyolog ve fizikçi Erwin Schrö dinger ( "Schrödinger'in Kedisi" isimli ünlü deneyin yaratı cısı), " bir şey çürüyüp dengeye karışmaktan kaçındığı sü rece canlıdır, " 1 1 açıklamasında bulundu. Schrödinger kendi tanımında kuşkusuz daha az sözcük kullansa da, büyük olasılıkla bu ortalama bir insanın yaşam bulup bulmadığını anlaması için yaşamsal belirtilere bakmanın anlamlı bir yolu değildir. Schrödinger'in tanımı, şeylerin her zaman bir kaos evresinden bir denge evresine geçtiğini belirten fizik yasasına referanstır. Bir şey canlı olduğu ve diğer tüm canlıların ya pabildiği şeyleri yaptığı sürece - metabolize etmek, kendini onarmak ve üremek gibi - kaos içindedir. Canlı bu şeyleri yapamadığında, bozulma yoluyla basit elementlerin denge sine karışır. Diğer bir deyişle, ölür. Science dergisinin 22 Mart 2002 baskısında moleküler biyolog Daniel E. Koshland, Jr. olası bir yaşam tanımı üze rinde durdu. 1 2 Koshland, bir şeyin yaşayıp yaşamadığını belirlemek için rehber olarak kullanılabilecek yedi koşul be lirdi. Kısaca, yaşayan şeyler:
1
Kendilerinin kopyalarını üretmek için bir programa sa hip olmalıdır.
2
Çevrelerindeki değişimleri yansıtacak şekilde uyum sağ lamalı ve evrim geçirmelidirler.
3
Karmaşık, son derece düzenli olma eğilimindedirler ve bölümlere ayrılmış yapıları vardır.
4
Enerjiyi bir biçimden diğerine çevirmelerine olanak ve1 95
D E Rİ N G E RÇ E K
ren bir metabolizmaları vardır. 5
Kendilerine ait parçaları veya tüm biçimlerini yeniden oluşturabilirler.
6
Geribildirim mekanizmaları aracılığıyla çevrelerine tep ki verebilirler.
7
Aynı zamanda birden fazla metabolik reaksiyonu sürdü rebilirler.13
Her ne kadar tüm bu belirleyici özellikle onları şekillen diren bilim insanlarının perspektiflerinden kuşkusuz doğru olsa da, ben bu listeyi okuduğumda, sanki bir şeyler eksik miş gibi hissettim. Bizler yalnızca belirli bir karmaşıklık de recesine erişmiş "kimyasal sistemler" ürünü müyüz, yoksa kaostan dengeye doğru ilerleyen sistemler miyiz? Yaşamın güzelliği ve simetrisi gerçekten de kulağa bu kadar sıradan ... ve cansız gelen bir şeye indirgenebilir mi ? Yoksa daha fazlası mıyız? Yaşamın, bilimin henüz ölçmediği ya da tanımadığı mistik bir unsuru var mıdır? Eğer yaşamda önceki tanımların öne sürdüğünden fazla sı varsa, belki de Viking uzay araçlarının komşu gezegenin topraklarında yaşam belirtisi bulup bulmadığının bir sonu ca bağlanmamış olmasının sebebi budur. Belki bizler doğru yerlerde, doğru şeylere bakıyor, ama bunu yanlış bir şekilde yapıyoruzdur. Daha yeni tanımlar "yaşamı" yaşama katma teşebbüsünde bulunmuş olsa da, kulağa hala 1 976 düşünce sinin sıkıcı yankıları gibi gelmektedir. Net bir yaşam tanımına ulaşmamış olmamızın sebeple rinden biri, bunun yaşamın en başta nasıl meydana geldiği1 96
TES A D Ü F M Ü . TAS A R I M M I ? İ N S A N K Ö K E N İ N E D A İ R Y E N İ D E L İ L L E R
ne dair başka, daha derin bir anlayışı ima ediyor olmasıdır. Yaşamın ne olduğu ve nasıl başladığı soruları öyle iç içe dir ki birine değinmeden diğerini yanıtlamak zordur. Diğer bir deyişle, yaşamın ne zaman başladığını bilmek için önce yaşamın ne olduğunu bilmeliyiz, çünkü onun ne olduğunu bilmediğimiz takdirde ne zaman başladığını nasıl bilebiliriz? Ancak bu bariz çelişki iyi haber de olabilir. Çünkü bu, bu sorulardan birine yanıt verdiğimiz takdirde, her ikisini de yanıtlamaya yaklaşmış olduğumuz anlamına gelir. Burada olduğumuz zaman boyunca kökenimiz hep bir soru işareti olmuştur. Avustralya ve Kuzey Avrupa'nın ma ğara duvarlarında yer alan ve tarihleri 20,000 ila 35,000 yıl öncesine dayanan sanat, çok uzun zamandır nereden geldi ğimizi ve buraya nasıl geldiğimizi merak ettiğimizi gösterir. Elbette hala aynı soruyu soruyoruz, çünkü bu soru henüz modern dünyamızda anlamlı bir şekilde yanıtlanmadı. O zaman gelin, daha yakından bakalım. Söz konusu haya tın, özellikle de insan hayatının derin gerçeği olduğunda, bu tam olarak nedir? Nerede başlar? Biz bu resmin neresindeyiz?
Bir İnsan Yaşamı Ne laman Başlar? Tanımadığımız insanlarla, işyerinde, aile kutlamalarında ve özel etkinliklerde insanlarla konuşmaktan kaçınmamız gereken üç konu olduğu söylenir: politika, din ve kürtaj. Ama bu konuları sosyal toplantılarda gündeme getirmek kabul edilebilir bir hareket olmasa da, kürtaj kaçınılması oldukça zor bir soruna dönüştü. Dergilerin parlak kapakla rındaki makalelerden dünyadaki en güçlü uluslara önderlik eden kadın ve erkekler arasındaki hararetli tartışmalara ve 1 97
D E R İ N G E RÇ E K
Vatikan tarafından yayınlanan açıklamalara, kürtaj konusu geçmişte konuşmaktan kaçınmaya teşvik edildiğimiz konu ların tam kalbinde yer buldu. Tarihe baktığımızda, bir hamileliğin ne zaman ve nasıl sonlandırılması gerektiği ve de sonlandırılıp sonlandırılma ması konuları, zamanın farklı toplumlarının değer ve inanç larına bağlı olmuştur. İ nançlar son derece kişiseldir ve kül türden, koşullanmadan, dinden ve aileden gelirler. O yüzden kürtajı bu perspektiflerden değerlendirdiğimizde, sorunların uzun zamandır var olmaları ve çok kültürlü toplumumuzda hala bir neticeye ulaşmamış olmaları şaşırtıcı değildir. Amerika Birleşik Devletlerindeki en yüksek mahkeme, 1 973 yılında kürtaj sorununu yasal bir perspektiften çöz meye çalıştı. O sene 22 Ocak'ta, Roe v. Wade davasında, Yüce Mahkeme, bir kadının hamileliğini sonlandırma ter cihi konusunda dönüm noktası olan bir karar verdi. Roe leyhine 7 'ye 2 oyla mahkeme, Amerika Birleşik Devletleri Anayasasındaki 1 4 . Anayasal değişiklikte belirtilen mahre miyet hakkının bir kadının, doktoruyla birlikte, kürtaj olma kararını içerdiği sonucuna vardı. Yargıç Harry A. Blackmun kararı şöyle özetledi : "Kişisel mahremiyet hakkı kürtaj ka rarını içerir, ama bu hak koşulsuz değildir ve eyaletin yönet melikleri de göz önünde bulundurulmalıdır. " 1 4 Mahkeme bu tercihin uygulanma şekliyle ilgili bir de ikazda bulundu. Bir kadının hamileliğini sonlandırma hakkının, kadın bir ölüm kalım kararı verdiğinden, kadının yaşadığı eyaletin yasala rıyla dengelenmesi gerektiğini söyledi. Yasalar 50 eyalette çeşitlilik göstermektedir. Dolayısıyla mahkeme hem bilim insanlarının hem de kişisel tercih yan daşlarının görüşlerini hesaba katarak resmi kararını vermiş olsa da, nihai karar yerel hükümetlerin insafına kalmıştı. 1 98
T E SA D Ü F M Ü . TASA R I M M I ? İ N S A N K Ö K E N İ N E D A i R Y E N İ D E L İ L L E R
Kürtajın yasal olup olmaması yine bireysel toplulukların de ğer ve inançlarına bağlı olacaktı. On dokuz yıl sonra, 1 992'de, Yüce Mahkeme'nin ilk kara rı bir duruşma esnasında, hamileliğin farklı evrelerini açıkla yan dildeki bir değişikliği yansıtacak şekilde değiştirildi. 1 992 kararından önce, tam bir hamileliğin ortalama dokuz aylık süresi yasal dokümanlarda gebelik sürecinin üç aylık dönem lerini temsil eden trimesterlerle tanımlanmıştı. Ö rneğin, birin ci trimester hamileliğin ilk üç ayı, ikinci trimester sonraki üç ayı ve üçüncü trimester hamileliğin son üç ayıdır. Revize edil miş yasal açıklama, hamileliğin hangi evrede olduğundan çok fetustaki gelişimin evresine odaklanmaktadır. Ö zellikle de doğmamış fetusun "yaşayabilir" olup ol madığına, yani ana rahminden çıkarıldığı takdirde hayatta kalıp kalamayacağına odaklanır. Revize edilmiş açıklamalar karmaşayı çözeceği yerde, temel soruyla ilgili daha derin bir kırgınlığı alevlendirdi. Dünyada pek çok insan, yaşayabilir veya değil, ana rahmine düştüğü andan itibaren fetusun in san yaşamı olduğuna ve insan olmakla gelen hak ve korun mayı hak ettiğine inanmaktadır. Kuşkusuz kürtaj bugün toplumumuzdaki en tartışmalı konular arasındadır. Seçim dönemlerinde adayların bu ko nudaki görüşleri kuşkusuz oyları belirli bir tarafa yönlendir mede güçlü bir etkiye sahiptir. U.S. News & World Report gazetesinin Beyaz Saray muhabiri olan Kenneth T. Walsh'a göre, "Sivri konular geri geliyor. . . Bunlar uzun yıllar boyun ca Amerikalıları bölen toplumsal sorulardır; eşcinsel hakla rı, kürtaj ve aile değerleri . " 15 Bilim, hayat sürecini ve kökenini anlamamıza yardımcı olacak yollar açsa da, bazı insanlar için bu keşifler asıl ko nuyu gözden kaçırmaktadır. Bilim ne derse desin, bu insanlar 199
D E Rİ N G E RÇ E K
yaşamın ne olup ne olmadığına dair güçlü duygu ve inançlara sahiptirler. Bazı insanlar içinse argümanın ucu açıktır ve çö züme ulaşmamıştır. Ancak her iki taraf için de temel sorun, bu bölümün konusu olan aynı tema, aynı bilinmeyen faktör dür: Bireysel insan yaşamı tam olarak ne zaman başlar? Nereden geldiğimizi ya da bu Dünyaya nasıl geldiğimi zi hiçbir zaman tam olarak bilemesek de, belirli bir derece ye kadar ana rahminde farklı yaşam evrelerinin ne zaman meydana geldiğini biliriz. O yüzden şimdi, Bu evreleri ve ne zaman başladıklarını biliyorsak sorun ne? diye düşünüyor olabilirsiniz. Tartışmaların devreye girdiği yer de bu nok tadır. Yaşamın farklı evreleri olduğu için, her birinde etkili olan farklı yaşam tanımları mevcuttur. Bu da bizi, yaşamın ne zaman başladığı sorusunu sorduğumuzda çok spesifik ol maya zorlar. Hangi evreden bahsettiğimizi bilecek kadar bil gili olmamız gerekir. Bu bilgiyi burada paylaşmamın sebebi, yardımcı olabilecek yeni bir keşif olmasıdır. Bilim insanları, bir embriyonun gelişiminde, bizi biz yapan niteliğin (insani özelliklerimizi belirleyen DNA'nın) uyandığı ve "devreye girdiği" gizemli bir nokta tespit ettiler. Yaşam ve ölüm konusundaki tercihlerimiz açısından bakıldığında, bu keşif bize neyin doğru veya neyin yanlış olduğunu söyleyeme se de, en azından ne tip bir yaşamdan söz ettiğimizi ve nasıl bir tercihte bulunduğumuzu bilmemize yardımcı olur.
Ana Rahmine Düştüğü Andan Doğuma: Hepsi Yaşamdlf Tarihsel olarak, yaşamın kendisini inceleyen bilim dalı biyoloji - yaşamı tanımlamak için genel olarak dört kriteri
200
T E S A D Ü F M Ü . TASA R I M M I ? İ N S A N K Ö K E N İ N E D A İ R Y E N İ D E L İ L L E R
esas alır: metabolizma, büyüme, uyarıcıya tepki ve üreme. 1 6 Bir şey bu dört niteliği sergilediğinde, biyologlar onu yaşa yan bir varlık olarak kabul ederler.
Biyologlar yaşamı, dört kriteri karşılayan bir şey olarak tanım larlar: metabolizma, büyüme, uyarıcıya tepki ve üreme.
Bireysel insan yaşamının ana rahminde ne zaman başladığı na dair anlayışımızı geliştirmek için bu kabul edilen yaşam tanımından yola çıkacağız. En nihayetinde, biz onu nasıl tanımlarsak tanımlayalım; insanlar için yaşamın iki hücrenin birleşmesiyle başladığı açıktır: bir sperm ve bir yumurta. Dünyadaki insanların bü yük çoğunluğu için, bu birliktelik ana rahminde başlar. Ana rahmindeki yaşam incelemesi, bugün bilimin en büyüleyici ve en gizemli alanlarından biri olmalıdır. Şimdi bir sperm ve yumurtanın birleştiği ve bize dönüşen genetik DNA'yı oluş turduğu ana tanık olmamıza imkan veren teknolojiye sahip olsak ve insan yaşamını mümkün kılan mekanizmaları bel geleyebilsek de, hala biz olmadan önce meydana gelen ve bilimin açıklayamadığı şeyler vardır. Ana rahmindeki insan gelişiminin evrelerine dair bir özet, bize süregelen bu tartışma için bir sistem verecektir. Geli şimde, bizi " biz" olarak tanımlayan çeşitli değişikliklerin nerede yaşandığını ve ana rahmine düşme evresinden doğu ma kadar yaşam evrelerinin nerede gerçekleştiğini anlama mıza olanak sağlayacaktır. Aynı süreç bu kitabı okuyan he men herkes için yaşandığından, bu özeti kişisel bir anlatıma dönüştüreceğim. Bu hikayeyi size ve kendime anlatacağım. 201
D E Rİ N G E RÇ E K
Annelerimizin rahmindeyken, bizi ş u anda olduğumuz bizler yapmak için bize olan şey budur. Gelin, başlayalım . . . Başlangıcımız. B u bölümün ileriki sayfalarında, yaşamın kökeni konusunu Charles Darwin'in evrim teorisi ve ona rakip olan akıllı tasarım teorisi perspektiflerinden ele ala cağız. Konu yaşamın nasıl başladığına dair bilimsel kanıtlar olunca, kesin olan bir şey vardır: yaşamın içeriği yaşayan içerikle başlar. Ve yaşamın ortaya çıkabileceği diğer yolları ortaya çıkarmak için deneyler yapılmış olsa da, halihazırda meslektaş incelemesinden geçmiş literatürde, canlı olmayan bir şeyden meydana gelmiş yaşama dair bilimsel olarak bel gelenmiş hiçbir vaka bulunmamaktadır.
Genel anlamda yaşam ve özellikle insan yaşamının yalnızca halihazırda canlı olan biyolojik bir materyalden ortaya çıktığı bilinmektedir.
Annelerimizin rahminde neler olduğuna gelirsek, bir ger çeği göz önünde bulundurmamız gerekir: Yaşam yaşamla
başlar. Biz canlı özle başlarız. " Başlangıcımızda" bir araya gelen sperm ve yumurta canlıdır ve bize olanak veren canlı özün canlı iletkenleri olarak hizmet ederler. -Döllenme. Her ne kadar bir insan spermi ve bir yumur tanın birleştiği ana genelde "ana rahmine düşme anı" denilse de, bunun ana rahmine düşme sürecinin başladığı an demek daha doğrudur. Sperm çekirdeğiyle yumurtanın kaynaşması, her iki ebeveynden alınan genetik bilgileri paylaşması ve döl lenmenin oluşması yaklaşık 24 saat sürer. 202
T E S A D Ü F M Ü . TAS A R I M M I ? İ N S A N K Ö K E N İ N E D A İ R Y E N İ D E L İ L L E R
-Zigotumuz (döllenmiş yumurta). Her ne kadar baş langıcımızda bir araya gelen sperm ve yumurta halihazırda iki bütün, ayrı, yaşayan hücre olsa da - ve yaşam için tüm biyolojik gereksinimleri karşılıyor olsalar da - yeni bir var lık oluşturmak için bir araya geldiklerinde, bunun yeni ve tek bir hücre olmasının muazzam bir şey olduğunu düşü nüyorum. Diğer bir deyişle, buradaki biyolojik matematik 1 hücre + 1 hücre = 1 hücredir, 1 + 1 =2 değil. Ama burada tek-hücreli bir organizmadan söz ediyor olsak da, yeni hüc re, onu yaratmak için bir araya gelen iki hücrenin her birin den daha fazladır. Sperm ya da yumurtanın tek başına sahip olabileceğinden çok daha üstün bir potansiyele sahiptir. Bu üstün potansiyel birlikteliği, yaşamlarının ilk evresindeki " biziz . " Bu aşamadan itibaren o bizim olabileceğimiz her şeye dair tüm olasılıkları içinde barındıran ilk hücremizdir. Bu noktada, kim ve ne olacağımızı belirleyen potansiye le sahip bu genetik kodun yalnızca bir potansiyel olduğunu vurgulamak isterim. Hayatın taslağı olan genetik bilgi bu noktada tam anlamıyla aktif değildir. Ayrıca yeni epigene tik biliminin, ailelerimizden aldığımız potansiyelin inanıldığı gibi "değişmez" olmadığını ve fiziksel, kimyasal ve duygusal çevrelerimizdeki değişimlerle bedenlerimizde değişiklik gös terebileceğini gösterdiğinin de altını çizmek isterim. 17 Gelişimdeki bu nokta için bilimsel terim zigot evresidir. Bir zigot yumurta ve sperm tek bir hücrede birleştiğinde döl lenmeden sonra başlar. Bu evre, ilk hücre bölünmesine, ilk tek hücremiz iki özdeş hücreye bölününceye kadar sürer (Şe kil 5 . l 'e bakın). Zigotun bölünmeden önce tek hücre olarak var olduğu zaman dilimi evrensel saat anlayışının dışındadır. İlk hücre bölünmesi her "ana rahmine düşme" süreci için aynı zaman çerçevesi dahilinde gerçekleşmez. Görünüşe ba203
D E Rİ N G E RÇ E K
kılırsa ilk gelişimimizde doğa, bu dünyadaki son nefesimize kadar devam edecek bu sürecin ne zaman devreye gireceği konusunda bize biraz zaman tanımaktadır. İlk hücre bölün memiz genelde, zigotumuz meydana geldikten sonraki 12 ila 20 saat içinde bir yerde başlar.
Şekil 5.1. Döllenmeden ilk hücre bölünmemize kadar geçen sürenin uzunluğu bireyden bireye farklılık gösterir. Yukarıdaki görselde, bölünme süreci başla mıştır ve zigotun tek hücresi iki özdeş hücreye bölünürken görünmektedir. Hüc relerin her biri üzerinde görünen çukurlar, genetik bilgileri içeren çekirdeklerdir. (iStockphoto: © Pete Draper.)
-İki-hücreli evremiz. İki-hücreli evrede, hücrelerimiz do ğanın görünmez saatine tepki vermeye ve ritmik bir şekilde bölünmeye başlarlar. Her hücre bölünmesi, yalnızca kendi sinden önce gelen zaman dilimiyle öngörülebilir ve hesapla204
T E S A D Ü F M Ü . TAS A R I M M I ? i N S A N K Ö K E N İ N E D A İ R Y E N İ D E L İ L L E R
nabilir. Bu süreç
-
ikili hücre bölünmesi adı verilir - her 12
ila 20 saatte bir devam eder. Bu yüzden, döllenme zamanın dan özetlemek gerekirse: bir hücreden iki hücreye doğru ilk bölünme 47 ila 55 saat içinde gerçekleşir; iki hücreden dört hücreye bir sonraki bölünme 12 ila 20 saat sonra gerçekle şir ve her dört hücrenin bölünüp sekiz hücre olduğu üçüncü bölünme bundan sonraki 12 ila 20 saat içinde gerçekleşir. Döllenmeden yaklaşık olarak 95 saat ( 3 . 9 gün ) sonra, ya şamlarımızın sekizinci hücre bölünmesinde gizemli ve harika bir şey meydana gelir. Bu gizemli olay, olacağımız insanda kilit bir rol oynar ve bu yüzden bir insan yaşamının farklı evreleriyle ilişkili olarak zaman zaman yapmamız gereken zor seçimlere yeni bir boyut katar.
-Sekizinci-hücre evremiz. Yaşamlarımızda bir dönüm nok tası olan bu evre, ilk meydana gelen hücrelerimiz içinde, bilim insanlarının daha yeni yeni anlamaya başladığı ve dolayısıyla tam olarak açıklayamadıkları gizemli bir süreç başlar. Yaşamın sekizinci-hücre evresinde, DNA'mızın genetik taslağı devreye girer ve bizi biz yapan karakteristik özellikler aktif olur.18 201 0 yılında Nature dergisinde yayınlanan bir çalışma şöyle diyordu: "Döllenmeden sonra, embriyonik genom, annelik-zigotik geçişi sırasında kayıt yazım başlayana ka dar pasiftir. " 19 Bilim insanları embriyonik gen aktivasyonu (EGA) adı verilen bu değişikliğin kesinlikle meydana gel diğini belgeleyebilseler de, geleneksel araştırma yöntemleri bunun neden meydana geldiğini hala açıklayamamaktadır.
205
D E Rİ N G E RÇ E K
Yaşamın sekizinci-hücre evresinde, hala tam olarak anlaşıla mayan gizemli bir süreç yaşam kodunu uyandırır. Bızi biz yapan nitelikleri taşıyan ONA aktif hale gelir.
Diğer bir deyişle, insanı meydana getirdiğini düşündüğü müz karakteristik özelliklerin bizi oluşturmak için harekete geçtiği aşama budur. Daha önce değindiğimiz gibi, genetik kod, bu dünyada var olmamızı sağlayan kozmik yaşam fab rikasının ayarları olarak düşünülebilir. Onlar doğumda bi zimledirler, ama değişmez değildirler, yeterli zaman ve doğru koşullarla değişebilirler.
206
T E SA D Ü F M Ü . TASA R I M M I ? İ N S A N K Ö K E N İ N E D A İ R Y E N İ D E L i L L E R
Şekil 5.2. Üstte: Döllenmeden yaklaşık 9 5 saat sonra meydana gelen sekizinci
hücre evresindeki bir embriyo. Burada gizemli bir süreç başlar ve gelişimimizin başlarındaki genetik bilgi "devreye girer." (iStockphoto: © alxpin.) Altta: ilk hücrelerimiz farklı roller üstlenmeye başladıklarındaki blastokist evresi. Bazıları fetus olmak için içeri doğru ilerler, diğerleriyle plasenta olacak şeyi yaratmak için dışarı doğru göç ederler. İlk kök hücrelerimiz bu evrede oluşur. (iStockpho to: © geopaul.)
-Morulamız. Sekizinci-hücre evresi meydana geldikten yaklaşık 12 ila 20 saat sonra, her hücre tekrar bölünür ve gelişimimizdeki bir sonraki evreyi oluşturan 1 6 yeni hücre yaratılır. Bu noktada, hücrelerin dizilimi küre-benzeri bir dutu andırır. (Morula Latincede "dut" anlamına gelir. ) Bu noktaya kadar hücreler, onların dışa doğru büyümesini ön leyen zarın içinde - zona pelucida özdeş hücreler olarak bölünmekteydi. On altıncı hücre evresinde, hücreler şekil değiştirmeye ve birbirlerine sıkıca tutunmaya başlarlar. Bu sürece "kompaksiyon - sıkışma " adı verilir. -
-Blastokistimiz. Döllenmeden yaklaşık beş gün sonra meydana gelen morula evresinin ardından, blastokist evresi başlar. Bu noktada embriyo minik, kuruş büyüklüğünde içi oyuk bir toptur. Bölünen hücreler arasında ilk kez farklı207
D E R İ N G E RÇ E K
lıklar meydana gelir ve içerideki hücreler fetusu meydana getiren iç kütleye dönüşür. Dışarıdaki hücreler düzleşir ve içi sıvıyla dolu keseyi oluşturan ince dış yüzeyi meydana geti rir. Plasenta olacak parça bu dış yüzeydir. Blastokist, fallop (dölyatağı) kanallarından geçen, uterusa giren ve fetus ol mak için uterus ( rahim) içtabakasına yerleşen "araçtır. "
-Fetus. Genelde döllenmeden sonraki sekizinci haftada, bir embriyo olarak geçirdiğimiz süreç sona erer ve bir fetus oluruz. Bu noktada, organlar mevcuttur, ama daha fonksi yon evrelerinin başlarındadırlar. Bizler çevremizdeki deği şiklikleri sezebilsek de, bu bölümün ilerleyen sayfalarında açıklanan sebeplerden ötürü, acı duygusunu hissedemediği mize inanılır. Bir yenidoğan olarak dünyaya gelişimize kadar gelişimin son evresi budur.
İnsan Yaşammm Derin Gerçeği İnsan yaşamının başlangıcı hakkında konuştuğumuzda, bir önceki bölümde anlatılan gelişim evreleri, neden bu ka dar çok sayıda farklı görüş ve perspektif olduğunu görmeyi kolaylaştırmaktadır. Derin gerçek şu ki, bir insan yaşamının
başlangıcı bir olay değil, bir süreçtir. Yaşam, yaşam olarak başlar. Daha sonra anlatacağım gibi, insanoğlu henüz hali hazırda canlı olmayan bir şeyden canlı yaratmayı başarama dı. Ana rahminde neler olduğuna dair bu anlayışa, gelişimin her evresinde hücrelerimizin farklı bir şekilde "canlı" olduk ları netlik kazanır. Bir babanın sperminin ve bir annenin yumurtasının canlı özleri, yeni bir varlık oluşturmak için gereken yaşayan ma208
T E S A D Ü F M Ü . TASA R I M M I ? İ N S A N K Ö K E N İ N E D A İ R Y E N İ D E L İ L L E R
teryalin yarısına sahiptir. Sperm ve yumurta bizden " birini" oluşturmak için birleştiğinde, onların birliktelikleriyle meyda na gelen ilk hücre, genel anlamda biyolojik yaşam tanımını karşılamaktadır. Dolayısıyla bizler var oluşumuzun ilk hüc resinden itibaren kesinlikle canlıyız. Ama tartışmanın kökeni yaşayan hücrelerden ziyade, insanı meydana getiren nitelikle rin ne zaman oluştuğu üzerinedir. Ve ana rahminde neyin ne zaman olduğuna dair açık bir anlayış faydalı olabilir. Bilim insanları genetik kodumuzu devreye sokan gizemi çözmek için uğraşsa da, DNA'mızın sekizinci-hücre evresin de harekete geçtiği kuşkusuzdur. Daha önce değindiğimiz gibi, gelişimin bu evresinde (embriyonik gen aktivasyon ev resi - EGA) ebeveynlerimizden aldığımız karakteristik özel likleri, yaşamlarımızın dönüşebileceği şey için potansiyel barındıran nitelikleri ediniriz. Dünyamıza dair bütüncül bir düşünce yapısının bize, bilimin tek bir alanından izole edil miş bir düşünce yapısının veremeyeceği anlayışı verebileceği yer burasıdır. Burası aynı zamanda, geçmişte bilimleri birbir lerinden ayrı tutan geleneksel sınırları aşarak fayda sağlaya cağımız yerlerden biridir. Kuantum fiziği üzerine yapılan son çalışmalar hiç kuşku suz bir yaşayan enerji deniziyle çevrelendiğimizi göstermek tedir. Bu da, yaşamı onu saran enerjiden ayıramayacağımız anlamına gelir. Onlar birlikte var olurlar. Birlikte etkileşim kurarlar. Ve bu etkileşim sayesinde yaşamı bu şekilde dene yimleriz. Holistik bir düşünce tarzına kucak açmak, EGA evresinde DNA'mızın yaşam haritasını devreye sokacak ne olduğunu anlamanın anahtarı olabilir. . . ve sebebi şudur: İçinde bulunduğumuz alan - Kutsal Matrix ve Tanrı Zihni'nden sadece Alan'a kadar çeşitli isimler almıştır - şey ler arasındaki " boşlukları" dolduran şeydir. Modern biyo209
D E R.İ N G E R.Ç E K
loji bu alanın aynı zamanda, canlıları kuşatan "çevrenin" parçası olduğunu söyler. İnsan yaşamının nerede başladığını ve sekizinci-hücre evresinde ne olduğunu düşündüğümüzde, bu önemli bir kavramdır. Epigenetik çalışmaları gösteriyor ki, hücrelerimizdeki DNA kodu bedenlerimize nasıl işlev göstereceklerini söylüyor olsa da, kodu harekete geçiren sin yal hücrenin dışından gelmektedir. 2 0 Diğer bir deyişle, alanın kendisinden gelmektedir! Biz bunu, organ nakillerinden sonra sıklıkla görünen hücre atımı süreci sayesinde biliyoruz. Bir insanın organı bir başkasının vücuduna yerleştirildiğinde, alıcı beden yeni do kuyu "kendisi" olarak tanımaz. Ve tanımadığı için, yeni do kuyu reddederek ona yabancı nesne muamelesi yapar. Bilim insanları, nakledilen organlar yeni bedenlerinde canlı kalıp hizmet edebilsinler diye bu ret mekanizmasını nasıl bastıra caklarını keşfettiklerinde, büyük bir atılım gerçekleşti. Sık sık seminerlere hücre biyoloğu Bruce Lipton ile birlik te katılırım. Programlarımızdan birinde, izleyicilerin arasına karışıp dinleme fırsatı buldum. Hepimizin bildiği gibi, dün yada tesadüf diye bir şey yoktur, bu yüzden Lipton'ın benim anlamakta güçlük çektiğim bir fenomeni anlattığı sırada sa lona girmiş olmam şaşırtıcı değil. Konu organ nakli ve nakil geçirmiş arkadaşlarımdan duyduğum sorunlardı. Salonun ön tarafındaki ekranda, arkadaşım Bruce titiz likle, bir hücrenin içeriği (DNA'sını içeren çekirdek) orijinal zarından alınıp yüzeyde farklı alıcıları (antenleri) olan farklı bir hücre zarına yerleştirildiğinde, aktarılan DNA'nın farklı kısımlarının devreye girdiğini anlattı. Buradaki kilit nokta, her iki hücrede de aynı DNA'nın olması, ama farklı alıcıların onları kuşatan alandan farklı bilgi türleri alıyor olmasıdır. Diğer bir deyişle, her iki hücrede de temel aynıdır; ancak 210
T E S A D Ü F M Ü . TA S A R I M M I ? i N S A N K Ö K E N İ N E D A i R Y E N İ D E L İ L L E R
çevrenin alanına farklı antenler hizmet eder. Aniden organ reddi sorunuyla birlikte daha birkaç sır gizemini yitirdi. Bu bilgiyi burada paylaşmamın sebebi, bu gen aktivasyo nunun meydana geldiği bilinen tek evrenin sekizinci-hücre evresi olmasıdır. Bu da, yalnızca bu evrede - döllenmeden dört gün sonraki EGA evresi - hücre alıcılarımızın "uyandı ğı " ve bizi insan yapan, bizi eşsiz yapan nitelikleri üretmek için onlara bağlanan alandan sinyal aldığıdır.
Şekil 5.3'te, bizim doğumumuza giden kilit karakteristik özelliklerin ve ana rahminde benzer koşullar altında bu ka rakteristik özellikleri geliştirdiğimiz ortalama evreyi üst dü zey bir özetini çıkardım. Onları burada paylaşmamın amacı yalnızca bilimsel bir referans noktası içindir: yaşama ve ya şamın başlangıcına dair fikirlerimizi dayandırmak için bize duygusal tepkilerden fazlasını, kendimizi bilgili fikirlerden yoksun bulduğumuzda referans noktası alabileceğimiz bir dayanak vermektir. İnsan yaşamının evrelerini anlatan en son araştırmaya ulaşma gayretlerim sırasında, bireyler arasındaki farklılık ların, her evrede tam olarak ne olduğunu belirlemeyi zorlaş tıran şey olduğu ortaya çıktı. Bu sebepten, sıradaki bilgiler ana rahminde olan olaylar için mutlak bir zaman çizelgesi değil, daha genel bir sentezdir.
211
D E Ri N G E RÇ E K
� SAXlSl;
2 hücre 1 olur
Anneden alınan 23 kromozom ve babadan alınan 23
yumurta hücresi birleştikten yaklaşık 24 saat sonra
başlar
Zigot
ÖZELLİKLER
Sperm hücresi ve
Döllenme: Embriyo evresi
KARAKIERİSIİK
ZAMAN.
ARAIJGı
ran 46 kromozomu meydana getirir.
sona
er-
Hücre bölünmesi başlar ve
yaklaşık
11
her 12 ita 20 saatte bir hücre-
1 hücre
Döllenme
2 hücre 4 hücre
dikten
8 hücre
kromozom bir insanı oluştu-
saat sonra
ler bölünür.
Son hücre bölünmesinden yaklaşık 1220 saat sonra
Genler aktive edilir. İnsan
Son hücre bölünme-
nitelikleri için temeller,
sinden yaklaşık 1 2-
döllenme başladıktan 71 ita
20 saat sonra
95 saat ya da 2.9 ila 3 . 9 gün sonra gelişmeye başlar.
Son hücre bölünmesinden yaklaşık 1 2 20 saat sonra Morula
1 0-30 hücre
Yaklaşık 4 gün
İçi sıvıyla dolu blastokist oluşmadan önceki son evre.
Blastokist
40- 1 5 0 hücre
Fetus
Yaklaşık 5 gün
Hücreler ayrışmaya başlar.
1 8 . gün
İlk kalp atışı tespit edilir.
22. gün
Kalp çalışır ve kan pompalar.
6 hafta
Beyin dalgaları tespit edilir.
8 hafta
Embriyo evresi sona erer ve
10 hafta 12 hafta
fetal evre başlar. Tüm organ lar yerindedir ve işitme başlar. Tüm organ sistemleri çalışır; iskelet sistemi, sinir sistemi ve dolaşım sistemi devrededir. Refleksler gelişir. Hamileliğin birinci trimesteri sona erer.
Şekil 5.3. İnsan yaşamının döllenmeden 12 haftaya kadarki evreleri. Genelde "birinci trimester" adı verilir.
212
T E S A D Ü F M Ü . TA S A R I M M I ? İ N S A N K Ö K E N İ N E D A İ R Y E N İ D E L İ L L E R
B u Ne Anlama Gelir?
Bu noktaya kadar, insan yaşamının ne zaman başladığı so rusunu yanıtlayabilmek için, insan yaşamının hangi formunu kast ettiğimiz konusunda net olmamız gerektiği gayet açıktır. •
İ nsan yaşamını, ana rahminde düşme evresinde meydana gelen tek, yeni hücre olarak tanımlıyorsak, o zaman insan yaşamının, yumurtanın sperm tarafından döllendiği ilk 24 saat içinde başladığını düşünebiliriz.
•
İ nsan yaşamının, DNA'nın bize ebeveynlerimizden aldığı mız insani nitelikleri vermek için uyandığı evrede başladığı na inanıyorsak, o zaman insan yaşamı sekizinci-hücre evre sinde, döllenmeden sonraki 2 .9 ila 3.9 gün arasında başlar.
•
Eğer, bazı yerli kültürlerin inandığı gibi, hayat bir kalp atışıy la tanımlanıyorsa, o zaman insan kalbi döllenmeden yakla şık 22 gün sonra devreye girer ve kan pompalamaya başlar.
Bazı insanlar, 6 hafta dolaylarında gerçekleşen beyin dal galarının varlığının bariz bir insan yaşamı göstergesi olduğu na inanırlar, ancak çalışmalar bilincin daha sonra, 2 8 . hafta dolaylarında mevcut olduğunu göstermektedir. Bireysel eyaletlere, bir kürtajın ne zaman ve nasıl gerçek leşebileceği konusunda yetki veren Yüce Mahkeme kararının ardından bazı doktorlar, kürtaj yaptırmak isteyen bir kadına, 20 haftalık bir fetusun acı hissedebildiğini bildirmek mecbu riyetindeydi. Bilim dergisi Discover'da yayınlanan ( 1 Aralık 2005) bir araştırma, his duymak için gereken sinir sisteminin yaklaşık olarak 28. haftada aktif olduğunu göstermektedir. California, San Francisco Üniversitesinde doğum anestezisi 213
D E Rİ N G E RÇ E K
uzmanı olarak çalışan Mark Rosen ve meslektaşları, "acı his settiğiniz yerde, örneğin deride oluşmuş şebekenin beyinde acı hissettiğiniz duygusal bölüme ulaşmasının, Yüce Mahkeme nin 1 973 yılında Roe ve Wade davasını karara bağlarken sa nılandan 20 hafta kadar sonra gerçekleştiğini ortaya koydu.2 1 "Sihirli bilinç yolculuğumuz" denen şeyi yaşayabilmemiz için önce Rosen'in anlattığı bu sinir ve beyin fonksiyonlarının bu iç içe geçmiş sistemi devrede olmak zorundadır. 2009 yılının Eylül ayında, bilinç deneyimimizin rahminde mi, doğum esnasında mı, yoksa doğum sonrası evrelerde mi başladığını inceleyen Scientific American, bedendeki elektrik sinyallerini alıp yorumlaması gereken dokunun "fiziksel alt katmanının, bilince son derece kapsamlı içeriğini sağlayan talamokortikal kompleksin gebelik döneminin 24 ila 2 8 . Haftaları arasında oluşmaya başladığını söyler. 22 Bu, tekno lojinin yaşamın farklı evrelerinde ne zaman ve nasıl geliştiği miz konusuna nasıl yeni bilgiler kattığına bir örnektir. Gelecek yıllarda teknolojide yaşanacak ilerlemeler, canlı olmanın tam olarak ne anlam ifade ettiği konusunda bize daha derin görüşler kazandıracaktır. Ve tıpkı 2 1 . yüzyıl biliminin bize 40 yıl önceki Roe v. Wade davası esnasında mevcut olmayan bilgiler vermiş olması gibi, kuşkusuz 40 yıl sonra biz de tercihlerimizi yeniden belirlememize yardımcı olacak daha fazla bilgiyle kuşatılmış olacağız. Kesin olan bir şey vardır: Varoluşumuzun derin gerçeği şudur ki, yaşamın kendisi bir sperm ve bir yumurtanın iki canlı hücresinin yaşamı meydana getiren şeyi yaratmak için birleştiği her yerde yaşam başlar. Ve ilk sekiz hücre oluştuk tan sonra, insan olarak tanımlanabilecek karakteristik özel likleri veren DNA'yı devreye sokarız. Rahimde yaşamın ne zaman başladığına dair daha derin 214
T E S A D Ü F M Ü , TA S A R I M M I ? İ N S A N K Ö K E N İ N E D A İ R Y E N İ D E L İ L L E R
bir anlayış geliştirmek kuşkusuz bazı insanlar için çok daha büyük bir sorunun kapılarını aralayacaktır: yaşamın kendisi nasıl başladı ve yaşam Dünyada nasıl başladı?
Darwin'in Çıkanmı: Evrim En popüler bilim-kurgu dizilerinden biri olan The Outer Limits te her bölüm, dizinin yayınlandığı 1 963 ve 1 965 yıl '
ları arasında dünyanın bir yüzünü konu edindi. Bu özellikle dizinin " Origin of Species" (Türlerin Kökeni) isimli final bö lümü için geçerlidir. 1 963 yılında, bugün olduğundan çok farklı bir dünyada yaşadık. Küba'nın Füze Krizini henüz atlatmıştık ve gece ha berlerindeki görüntüler Amerikalılara, bir atom saldırısına maruz kaldıkları takdirde ne kadar savunmasız olduklarını ve bu saldırı gerçekleştiği takdirde ne yapmaları gerektiğini anımsattı. (Açıkçası önerilerde sunulduğu gibi arkasına sak lanmak için okul sıralarını yan yatırmak büyük olasılıkla bir atomik patlama gerçekleştiği takdirde öğrencileri korumak için pek etkili olmayacaktı. ) Yine bu dönemde, Tanzanya, Olduvai George'da insan atalarımız olduğuna inanılan ilk fosil kalıntılarının bazıları keşfedildi. 1 9. yüzyılın ortalarından bu yana bilim insanları, bugün bizleri başlangıcımızdaki ilk insanlarla buluşturacak bir in san zincirinin fosilleşmiş kanıtlarını bulmak için arayış için de olmuşlardır. Bu, "evrim teorisine" göre var olan bir zin cirdir. Charles Darwin'in bir yüzyıl kadar önce öne sürdüğü iddialar yüzünden, Afrika ve dünyanın diğer bölgelerinde bulunan insan benzeri yaratık fosiller hep bizlerle ilişkilendi rildi. Darwin teorilerine kitabın başlarında kısaca değinilmiş 215
D E Ri N G E RÇ E K
olsa da, onun fikirlerine ve fikirlerinin yansımalarına dair derinlemesine bir açıklama sözü vermiştim ve şimdi bu sö zümü yerine getireceğim. 1 859'dan bu yana, insan kökenine dair bilimsel araştır malar, en iyi biyolojik evrim teorisi ismiyle bilinen fikir üze rine yoğunlaşmıştır. Geçtiğimiz 1 50 yıl boyunca, pek sınıfta, dergide ve ders kitabında evrim teorisinin sayısız varyasyonu anlatılmış olsa da, evrime dair genel fikir aynıdır. Ö zetle bu teori, insan yaşamı dahil tüm yaşamın birbiriyle bağlantılı olduğunu ve ortak bir ata ile başladığını öne sürer. O atadan bu yana, yaşam formları zaman içinde bugün gördüğümüz hallerine dönüşmüşlerdir. Ve Darwin'in teorileri tüm yaşa mın ortak atası olan bu canlının nasıl var olduğunu açıkla masa da, teorilerindeki imalar bu yanıtı vermektedir. Darwin fikirlerini kamuyla ilk kez On the Orijin of Spe cies by Means of Natura/ Selection {Doğal Seçilim Yoluyla Türlerin Kökeni Üzerine) isimli popüler kitabı aracılığıyla paylaştı. Ancak kitabın 1 859 baskısına yakından baktığı mızda, kitabın aslında niyetine ve ele almak istediği konuya dair bize farklı bir his veren iki parçalı daha uzun bir isim le yayınlandığını görürüz. Bugün bildiğimiz kısa versiyona dönüştürülmeden önce, kitabın orijinal adı şuydu: On the
Orijin of Species by Means of Natura/ Selection or the Pre sevation of Favoured Races in the Struggle for Life {Doğal Seçilim Yoluyla Türlerin Kökeni ya da Hayat Mücadelesinde Avantajlı Irkların Korunumu Üzerine). 24 Bu kitapla, Darwin bugün modern dünyayı kasıp kavur maya devam eden tartışmanın tohumlarını serpti. Kaydedil miş tarihteki en büyük insan soykırımlarından bazıları için gerekçelerin ve insanlar arasındaki en bölücü inançlardan bazılarının kökeninde yatan, Darwin'in kitabının ima ettiği 216
T E S A D Ü F M Ü , TAS A R I M M I ? İ N S A N K Ö K E N İ N E D A İ R Y E N İ D E L İ L L E R
şey ve fikirlerinin yorumlanış biçimiyle tetiklenen duygusal tepkilerin derinliğidir. Darwin evrim teorisini, 1 835 yılında başladığı meşhur ok yanus seferi sırasında ilk elden edindiği gözlemlere dayanarak oluşturdu. Sefer sırasında, zamanın hiçbir Avrupalı bilim in sanının görmediği çeşitlilikte bitki ve hayvan gördü. Kitabın Giriş bölümünden bir alıntı, bu yolculuğun onun için kişisel olarak ne anlam ifade ettiğine dair bir ipucu vermektedir: Bir natüralist olarak H.M.S. "Beagle" gemisine bindi ğimde, Güney Amerika'daki yerlilerin dağı lımındaki belirli veriler ve bu kıranın mevcut yerlileriyle tarihteki yerlileri arasındaki jeolojik bağlantılar beni çok şaşırttı. Bu veriler bana, türümüzün kökenine - en büyük filozoflarımızdan birinin söylediği gibi "gizemlerin en büyüğüne" biraz ışık tutacak gibi göründü.25
Darwin'in teorisinin büyük bir bölümü, Galapagos Ada larında fosilleri ve vahşi yaşamı, özellikle de kuş türlerini inceleyerek yaptığı gözlemlere dayanmaktadır. Darwin Londra'ya döndüğünde, örneğin ilk başta farklı saka aile lerinden olduklarını düşündüğü türlerin aslında aynı ailenin varyasyonları olduğunu fark etti. Darwin'in karşı karşıya kaldığı soru, ayrı adalarda birbirle rinden bağımsız gelişmiş sakalar arasındaki gaga uzunluğu ve şekil gibi farklılıkların nasıl açıklanabileceğiydi. Modern zaman hayvanlarına benzeyen yaratıkların fosilleşmiş kalıntılarına dair keşfi, Darwin'in karşısında duran gizemi iyice artırıyordu. Güvenilir, bilimsel gözlem, hipotez, deney ve analiz yön temlerini kullanan Darwin zamanın en iyi yöntemlerini, ta rihsel yolculuğunda keşfettiği şeyi açıklamak için uyguladı. 217
D E Rİ N G E RÇ E K
Çalışmalarının sonucu onu doğal seçilim yoluyla evrim teo risine götürdü.
Özünde Darwin'in doğal seçilim yoluyla evrim teorisi şunu söyler: •
Bir tür içinde değişimler meydana gelir (çevreden veya üreme hatalarından kaynaklı rastlantısal mutasyonlar). Bir nüfusun, daha sert yemişleri kırmak için daha güçlü gagalar ya da korunma için kamuflaj renkleri gibi yaşamı destekleyen değişimler geçirmiş üyeleri, aynı türden olup bu nitelikleri paylaşmayan diğer üyelerden daha avantajlı dırlar. Teorinin bu kısmı mikro-evrim terimiyle açıklanır.
•
Zaman içinde ve değişen koşullar altında, bireylerin onların sürekliliğini garanti eden nitelikleri, aynı türden olmalarına rağmen sürekliliklerini garanti etmeyen nite liklerden üstün olacaktır. Onlar daha uzun süre hayatta kalacaklarından, faydalı niteliklere sahip bireyler, yine arzu edilen niteliklere sahip daha çok yavru dünyaya getire cektir. Oarwin'in teorisinin bu bölümü doğal seçilim olarak anlatılmıştır.
•
Sonunda, yeni değişimlere sahip bir türün üyeleri, artık orijinal grubun üyeleriyle eşleşemeyecekleri noktaya kadar değişim gösterir. Bu üyeler, orijinal atalarından farklı yeni bır türü meydana getirir. Bu sürece evrilme adı verilir.
218
T E SA D Ü F M Ü . TASA R I M M I ? İ N S A N K Ö K E N İ N E D A İ R Y E N İ D E L İ L L E R
Darwin'in yüz elli yılı aşkın bir zaman önce yayınladığı argümanın ve o günden bu yana onun ve diğerlerinin top ladığı verilerin özüne bakarsanız, gözlemlerin kendileri son derece mantıklıdır. Dürüst ve açık görüşlü bir insan için, ev rim süreci kendi içinde ve başlı başına son derece gerçektir. Bu, geçmişte yaşamış türlerin fosil kayıtlarıyla doğrulanmış bir veridir. Aynı şeyi bugün doğada tekrar tekrar görürüz. Ama evrim süreci bitki ve hayvanlar dünyasında gerçek olsa da, asıl soru, bunun bizim için ne anlam ifade ettiğidir. Diğer bir deyişle, bugün etrafımızda gördüğümüz evrim in san yaşamı için de geçerli midir? Bugün olduğumuz bizin nasıl "olduğunu" açıklar mı ? Darwin'in doğal dünyada "ya şam mücadelesi" olarak gördüğü şey, bugün tüm dünyada gördüğümüz insan mücadelesinin kökeni midir? Bu tip so rular, insan gelişimiyle ilgili tohumları yüz elli yıl önce atılan derin tartışmaların kalbine inmektedir.
Darwin'in Fikirlerine İtirazlar Darwin'in çalışmasına yapılan itirazların pek çoğu evrim fikrinin kendisinden ziyade, teorinin ne anlam ifade ettiği ve bu teoriden çıkarılabilecek varsayımlar üzerinedir. Diğer bir deyişle, Darwin ne kendisinin ne de bir başkasının tanık ol duğu yaşam süreçleri hakkında tahminler yürütüyordu. Ki şisel olarak teorilerinin bitki ve hayvan dünyasının ötesinde ki yaşam için ve özellikle bizim için geçerli olup olmadığına dair hiçbir kuşku bırakmadı.
Türlerin Kökeni'nde Darwin, bizim, Dünya üzerindeki di ğer tüm yaşam formları gibi, çok uzun süreçlerde meydana ge len evrimsel seçilimin sonuçları olduğumuzu hissettiğini anlatır. 219
D E R İ N G E RÇ E K
Kitabın Sonuç bölümündeki tek bir cümlede, bunun nasıl mey dana gelmiş olabileceğine dair fikirlerini şöyle özetler: "Aynı şe kilde bu dünya üzerinde yaşamış tüm organik varlıkların daha eski, primordiyal bir türden geldiğini kabul etmeliyiz. "26 Darwin'in teorilerine olan itirazların bazıları, bizim ka dar sofistike olmayan yaşam formlarından evrilmiş olabile ceğimiz fikrine verilen duygusal tepkilerdir. Bazıları insanın özel olduğunu, doğrudan doğruya Tanrı eliyle yaratıldığını söyleyen dini doktrinlere dayalıdır. Ve evrim teorisi bugün bilim dünyası tarafından kabul görse de, ortaya çıkan yeni teknoloji hücre biyolojisinden genetiğe kadar çeşitli alanlar da keşiflere olanak vermiş ve giderek artan sayıda bilim in sanının Darwin'in teorisinin yaşamın - özellikle insan yaşa mının - neden bugün gördüğümüz gibi olduğuna dair net bir açıklama getirip getirmediğini sorgulamasına yol açmıştır. •
Evrimle ilgili başlıca endişeler, teorinin anahtarları olan üç temel varsayıma dayanmaktadır:
•
Evrim Varsayımı 1: Canlı olmayan maddeden kendiliğin den yaşam meydana gelebilir.
•
Evrim Varsayımı 2: Doğa bir türe, yaşamak için ihtiyacı olandan fazlasını bahşetmez.
•
Evrim Varsayımı 3: Mevcut türler, uzun süreçler içinde yavaş yavaş tamamen yeni türlere dönüşebilirler.
Bu varsayımlar, bugün bilimsel veri olarak bilinen ve doğru lanan şeyler ışığında incelediğinde, onları bütünüyle kabul etmek ciddi sorunlar doğurmaktadır. Gelin, her birini tek tek ele alalım. 220
T E S A D Ü F M Ü . TA S A R I M M I ? İ N S A N K Ö K E N İ N E D A İ R Y E N İ D E L İ L L E R
Evrim Varsavımı 1 : Canlı Olmavan Maddeden KendiliDinden Yaşam Mevdana Gelebilir
Birinci varsayım, bu bölümün başlığının anahtarıdır: "Tesadüf mü, Tasarım mı?" Bilimsel bir teoriden söz eder ken asla sözcüğünü kullanmanın imkansız olduğunu düşü nürüm. Ama bu o fırsatlardan biridir. Yaşamın, halihazırda canlı olmayan bir şeyin kombinasyonundan meydana geldi ğinin asla belgelenmemiş olması bilimsel bir veridir. Son 300 yıldır bilim insanlarının anlamak için mücadele ettiği gizemli sebeplerden, bu kesinlikle yaşanmamıştır. Evrimciler bu çelişkiyi, her ne kadar bugün kendiliğin den yaşam yaratılışı görmesek de, geçmişte bir noktada bu tip süreçlerin var olabileceğini ve sonra yaşamın kendisinin gelişmesiyle yok olmuş olabileceğini söyleyerek ele alırlar. Gerçek şu ki, bunun gerçekten olup olmadığını bilmiyorlar. Kimse bilmiyor. Ve bu varsayımdaki sıkıntı budur. Modern zamanlarda organik olmayan şeyler "çorbasın dan" organik bir şey yaratma girişimi kaçınılmaz bir şekilde akla kimyager ve biyolog Stanley Miller ile Chicago Üni versitesinden Nobel ödüllü fizik kimyageri Harold Urey'in 1 952 yılında gerçekleştirdikleri deneyi getiriyor. 27 İlk de ney, 20. yüzyılın ortalarında bilim insanlarının Dünyanın ilk atmosferini meydana getirdiğine inandığı elementler (su buharı, amonyak, hidrojen ve metan) ve en basit yaşam başlangıçlarını tetiklemek için uyarılmış şimşek gibi çeşitli katalizör formları kullanılarak gerçekleştirildi. Deneyden hiçbir canlı materyal elde edilmese de, araştır ma beş amino aside ulaşıldığını bildirdi. Ancak bilim insanları 2008 yılında ilk deneyi değerlendirdiklerinde, aslında 22 ami no asit üretildiğini saptadılar. Bu kulağa Darwin'in fikirlerini 221
D E Rİ N G E RÇ E K
destekliyor gibi gelse de, analiz aynı zamanda Dünya'nın at mosferine dair ilk modellerin doğru olmadığını ortaya koydu. Yeni keşifler, Dünyanın ilk atmosferiyle ilgili düşünceleri yeniden belirledi. Miller-Urey deneyi yeni bir kimyasal kom pozisyon ile tekrarlandığında (su buharı, karbon dioksit ve nitrojen), yaşamın yapı taşlarından hiçbiri üretilmedi. Tek bir amino asidin bile meydana gelmemesi, bu tip düşüncenin sonunu getiren etkendir. Bu ve o günden bu yana gerçekleşen deneylerden, bilimin henüz açıklayamadığı bir şey var gibi görünmektedir - ya şam tarifinde, laboratuvar deneylerine asla dahil edilmemiş eksik bir malzeme. Isı, nem ve kimya koşulları kendiliğinden yaşam oluşumu için uygun hale getirildiğinde bile, kimya niteliklerinin ötesinde, yaratılış elementlerine nefes vermesi gereken bir kuvvet vardır. Bu kuvvet, Darwin veya öğrencilerinin teorilerinde ya da modern bilim insanlarının çağdaş bilgeliğinde karşımıza çık maz. Evrim teorisinin üç varsayımından birincisi en zayıf var sayımdır ve 2 1 . yüzyılda argümanın bu bölümünün tartışma lardan tamamen çıkarılması beni kesinlikle şaşırtmayacaktır.
Evrim Varsayımı 2: DoDa Bir Türe, Y�şamak İçin İhtiyacı Olandan Fazlasını Bahşetmez
Ö zünde, bu varsayım, yaşayan canlıların yalnızca onlara ihtiyaç duyduklarında - daha önce değil - hayatta bir avan taj sağlayacak nitelikler geliştirdiğini söylemektedir. Bu yeni nitelikler bireylere hayatta kalmak ve daha uzun yaşamak için daha büyük bir fırsat vermekte ve doğal seçilim yoluyla uzun süreçler içinde yavaş yavaş diğer kuşaklara aktarılmak222
T E S A D Ü F M Ü . TA S A R I M M I ? İ N S A N K Ö K E N İ N E D A İ R Y E N İ D E L İ L L E R
tadır. Bu varsayım için dil "doğanın bir türe günlük yaşayışı için gerekenin ötesinde bir şey bahşetmediğini" söyler. Bu varsayım Darwin'in gözlemlerine dayansa ve saka kuşlarının gagalarında kabuklu yemişleri daha rahat kırma larına (ve besin miktarını artırmalarına ) ya da pervanelerin kamuflaj için kullanılan ağaç kabuğu rengini almalarına (ve kendilerini yırtıcılara karşı korumalarına) olanak veren de ğişikliği açıklasa da, bu varsayımı insanlara ve özellikle be yinlerimizin boyutlarına uyguladığımızda, varsayım yetersiz kalmaktadır. Sebebi şöyle. Modern insanların beyin kapasitesindeki artış, evrim teorisi şablonuna oturmayan anormalliklerden biridir. En basit haliy le, beyinlerimiz olması gerekenden fazla büyümüştür. Boyutta ki artış ilk insanlara, 200,000 yıl kadar önce Dünya üzerinde yaşamış olan türümüzün ilkinin (Homo sapiens) ihtiyaç duydu ğunun çok ötesinde olduğuna inanılan beceriler vermiştir. Bu durum belki de en iyi, günümüzün modern insanla rına uzanan soyu gösteren basit bir tabloyla açıklanabilir. Atalarımız olduğuna inanılan bu numune, evrimcilerin genel olarak kabul ettikleri bir ilişkiler ağacına dayandığından, bunu, konu beyinlerimizin boyutu olduğunda evrim teori sinin neden geçerli olmadığını göstermek için kullanacağım. Aşağıdaki liste, bize kadar uzandığına inanılan evrim ağa cının en yakın tarihli dallarını ve her ilk insan için ortalama beyin boyutunu göstermektedir. Beyin kapasitesi santimetre küp ile gösterilmiştir (cm3).28
223
D E Ri N G E RÇ E K
Homo sapiens (modern insan)
200,000 yıl
1,450 cm3
Homo deidelbergensis
600,000 yıl
1,348 cm3
Homo habilis
2,500,000 yıl
700 cm3
Şekil 5.4. Yaygın olarak kabul edilen insan soyunun son üyelerinin beyin ka pasiteleri. Modern insanlar yaklaşık 200,000 yıl önce, atalarımızın 400,000 yıl önce sahip olduğundan yaklaşık olarak 100 cm3 daha büyük bir beyin kapasi tesiyle var oldular. Evrim teorisi fikrinin aksine, bu o dönemde ihtiyaç olduğu düşünülenden daha fazlaydı ve o günden bu yana değişmedi.
Beyin boyutları ortalama olsa da, evrim teorisinin en temel varsayımlarından biri üzerinde doğrudan doğruya etki sahi bi olan bir hikaye anlatırlar. Beyin kapasitesinin 700 cm3'ten 1 ,348 cm3'e çıkması (H. habilis ile H. heidelbergensis arasın da) neredeyse 2 milyon yıl sürmüştür (ortalama 1 . 9 milyon yıl). Bu 648 cm3'lük bir artış demektir. Ama 1 02 cm3'lük artış yalnızca 400,000 yıl gerektirdi (en yakın atamız olan H. hei delbergensis ve modern insan arasında). Evrim teorisi açısın dan bakıldığında, bu son artış göz açıp kapayıncaya kadar gerçekleşti ve belki daha önemlisi ihtiyacımız olduğuna inanı landan daha kısa sürede meydana geldi. Bize soyut düşünme yetisi veren, karmaşık matematik denklerini formülleştirme ve olasılıkları henüz biz seçmeden gözümüzde canlandırma, dahası dünya tarihinde en ileri me deniyetleri bile bölen değerler ve inançlar yaratma becerisi veren beyin, türümüzün ilk örneklerinin 200,000 yıl önce ortaya çıktıklarında günlerini geçirmek için ihtiyaç duyduk larından çok daha fazla beceriye sahiptir. Evrim teorisi fikir lerine göre, bu olmamalıdır. Darwin'in de ifade ettiği gibi, "Doğal seçilim yalnızca kendisinden önce gelen varyasyon224
T E S A D Ü F M Ü . TA S A R I M M I ? İ N S A N K Ö K E N i N E D A İ R Y E N i D E L İ L L E R
lardan fayda sağlayarak harekete geçer; asla ani ve büyük bir sıçrama gerçekleştiremez, yavaş bile olsa kısa ve kendin den emin adımlarla ilerlemelidir. " 29 Beyinlerimizin boyutları, evrim teorisyenleri için büyük bir sorun teşkil eden bir insan var oluşu gerçeği olmanın yanı sıra, daha büyük bir sorunu da işaret eder: modern in sanın anatomik biçimi. Beyinlerimiz son 200,000 yılda çok değişmedi, bedenlerimiz de öyle. Fosillerden aldığımız bilgi lere göre, bugün atalarımızın 200 bin yıl önce sahip oldukla rı aynı bedenlere sahibiz. Soru şu: Neden? Eğer evrim yaşam diğer türleri için olduğu kadar biz insanlar için de geçerliyse, o zaman bu zaman zarfı içinde neden değişmedik? Beyinlerimizin nasıl geliştiği bilmecesini düşündüğümüzde, bu durum evrim biyoloğu Stephen Jay Gould'un jeolojik ka yıtlardaki fosil kanıtlarıyla ilgili güçlü gözlemini ve "insan evri mininin muazzam imkansızlığını" gözler önüne sermektedir.30
Evrim Varsayımı 3: Mevcut Türler, Uzun Süreçler İçinde Yavaş Yavaş Tamamen Yeni Türlere Dönüşebilirler
Evrim teorisinin bu üçüncü varsayımı, bir grup içindeki mutasyonların tamamen yeni bir tür yaratacak kadar ileriye gidebileceğini söyler: DNA'sı orijinal türden, o türle eşleme yecek kadar farklı olan yeni bir yaşam formu. Bu teorideki en büyük sıkıntı, verilere değil, spekülasyonlara dayanıyor olmasıdır. Bildiğim kadarıyla, mevcut bir türden ortaya çı kan yeni bir türe dair hiçbir belgelenmiş kanıt yoktur. Söz konusu insanlar olduğunda, uyum sağlama becerisi olarak gördüğümüz şey gözlemlenen şeyi evrim teorisinden daha iyi 225
D E R İ N G E RÇ E K
açıklar ve büyük olasılıkla evrimle karıştırılmıştır. Örneğin, Arktik ve Siberya'nın yerli kabilelerindeki insanlar göz çevrelerinde, onları her gün evlerinin dışında karşılayan kar ve buza yansımış gün ışığının daimi parlaklığından korumaya olanak veren ekstra bir deri parçası geliştirmişlerdir. Bu niteli ğin, onların çevrelerine verdiği direkt bir tepki olduğuna inanıl sa da, bu yalnızca dış görünümlerindeki bir değişikliktir. Bu kabilelerin üyeleri son 1 00,000 yıldır kutup bölgeleri nin sert ikliminde yaşamış ve bu iklime uyum sağlamışlardır. Ancak bu süreç boyunca, yeni bir insan türüne evrilmemiş tir ve evrileceklerine dair hiçbir gösterge bulunmamaktadır. Genetik olarak bu insanlar hala Homo Sapiens türüne aittir. Yalnızca bedenleri, dünyalarının onlara sunduğu çevrenin koşullarına uyum sağlamıştır. Türler gerçekten de zaman içinde uyum sağlamak yerine yeni ONA ile evrim geçiriyorsa, 1 859 yılında başlayan ve hala devam eden araştırmanın bir yerinde, en azından bir geçişken türün fosil kayıtlarında bulunacağını beklemek mantıklıdır. Bunun yerine, modern insanların ve Neandertallerin gösterdi ği gibi, zaman içinde birinden diğerine evrim geçirdiği düşü nülen türlerin, aynı zamanda yaşamış ve ölmüş oldukları tes pit edilmiştir. Neandertallerin DNA'larının bizimkinden çok farklı olması, onları insan evrim ağacında ayrı bir dala yerleş miştir ve bizi bulunduğumuz noktada bırakmıştır. Bu kitabın yazıldığı esnada, bu evrim varsayımını destekleyecek hiçbir geçişken tür kanıtına rastlanmadı. Bu örneğin bizim Neander tal insandan geldiğimiz iddiasını imkansız kılmaktadır. Paleontolog ve evrim biyoloğu Steven M. Stanley, fosil ka yıtlarındaki geçişken kanıt eksikliği gerçeğinin kuşkuya yer bı rakmadığını belirtmiştir. "Bilinen fosil kayıtları," der Stanley, "önemli bir morfolojik geçiş gerçekleştirmiş tek bir filetik evrim 226
TES A D Ü F M Ü . TAS A R I M M I ? İ N S A N K Ö K E N İ N E D A İ R Y E N i D E L i L L E R
örneğini belgeleyememiştir ve dolayısıyla zaman içinde değişen modelin geçerli olabileceğine dair hiçbir kanıt sunmamakta dır. "3ı Staiıley, ve Gould gibi diğer evrim biyologları, bu kanıt eksikliğinin neden var olduğuna dair yeni fikirler sunmaktadır. Jeolojik kayıtlar, Kambriyum Patlaması sırasında Dünya üzerinde yaşamış türlerin büyük bir bölümünü göstermekte dir. Big Bang (büyük patlama) astro-fizik için ne ise, Kambri yum Patlaması biyoloji için odur. Yaklaşık 540 milyon yıl önce meydana gelen Kambriyum Patlaması esnasında, "bugün var olan sekiz büyük hayvan bedeni planının tamamı, - 27 küçük hayvan bedeni planıyla birlikte - ortaya çıktı. Ve o patlama dan beri hiçbir yeni beden planı geliştirilmedi."32 Buradaki ki lit fikir, Dünya üzerindeki temel yaşam elementlerinin nispeten kısa bir süreçte ortaya çıkmış olmasıdır, uzun zaman içindeki yavaş bir evrimsel sürecin bir sonucu olarak değil.
Evrim: Teori Bulgularla Örtüşüyor mu? Darwin'in teorisinin üç temel varsayımındaki sıkıntılar bizi hangi noktaya taşıyor? Türlerin Kökeni'nde Darwin bir türün diğerine dönüştüğünü gösteren kanıt yetersizliğinin farkında olduğunu belirtmişti: ... dünya üzerinde daha önce var olmuş ara-çeşitliliğin sayısı gerçekten çok yüksek olmalıdır. Öyleyse neden her je olojik oluşum ve her yeryüzü katmanı bu aracı bağlantılarla dolu değildir? Jeoloji kuşkusuz incelikle ilerleyen bu organik zincire dahil hiçbir delil sunmaz; ve bu belki de benim teo rime karşı ortaya konabilecek en bariz ve ciddi itirazdır. D
227
D E R İ N G E RÇ E K
Darwin'in evrim teorisinde, özellikle de insanlara uyar landığında, büyük sorunlar olduğu açıktır. Zamanımızın en iyi akıllarından bir kısmı tarafından doğrudan doğruya sor gulandıktan 1 50 yıl kadar sonra ve dünyadaki en prestijli üniversitelerin gözetimi altında yürütülen ciddi soruşturma lara rağmen, sorunlar kaybolmuş değil. Bu sıkıntılı veriler, giderek artan sayıda bilim insanının yaşamın kökeni soru suna farklı bir yönden yaklaşmaya başlamasına neden oldu. Şimdi onların öne sürdükleri şey, doğrudan doğruya va roluşumuzun kalbini hedef alan bilimsel bir soruya dayalı tamamen taze bir perspektif sunmaktadır: Yaşamın karma şıklığının temelini oluşturan kozmik bir plan yüzünden mi varız? Diğer bir deyişle, tasarımla mı buradayız? Eğer öyley se - eğer yaşam, tıpkı bir saat üreticisinin varlığını ima eden bir saatin varlığı gibi bir tasarımı yansıtıyorsa - o zaman tasarımcı kim ya da ne? Zamanımızın en iyi akılları şimdi doğanın tanınan sürecine ek olarak, yaşamın tasarım eseri olduğundan kuşkulanmakta dır. Bu kitap o büyük soruyu sorarak başladı: Biz kimiz? Şim dilik kuşkusuz söyleyebiliriz ki, bizler hayal ettiğimizden çok daha fazlasıyız ve belki de hayal ettiğimiz her şeyi gerçekleş tirme kapasitesine sahibiz. En kuşkucu bilim insanı için bile, sayıca giderek çoğalan kanıtlar, bir tür kalıp kuvvetinin varo luşumuzun altında yatan sebep olduğunu ve çok daha büyük bir aklın varlığını gösterdiğini ortaya koymaktadır.
Yaşam: Tasanm mı? Darwin'in teorisinin içeriğini özetleyen bir ifadeyle temsil edilmesi gibi - doğal seçilim yoluyla evrim 228
-
yaşamda ortaya
T E S A D Ü F M Ü . TA S A R I M M I ? İ N S A N K Ö K E N İ N E D A İ R Y E N İ D E L İ L L E R
çıkan kozmik bir tasarıma dair alternatif bir açıklamanın da bir ismi vardır: akıllı tasarım teorisi, kısaca AT. AT bulgularını inceleyen bilim insanlarına ve araştırmala rına destek veren bir program olan Bilim ve Kültür Merkezine göre bu teori "evrenin ve yaşayan canlıların belirli nitelikleri nin, doğal seçilim gibi gözetimsiz bir süreçle değil, akıllı bir tasarım ile açıklanabileceğini" söyler. 34 Her ne kadar ismin kendisi daha önce, daha Darwin 1 859 yılında kendi kitabını yayınlamadan önce kullanılmış olsa da - Scientific American ( 1 847) gibi yayınlarda - 20. yüzyılın sonlarında ve şimdi 2 1 . yüzyılda yaygın olarak kullanılmaya başlanmıştır. Bilim dünyasının bazı üyeleri, yeni yaklaşımın ve onunla ilişkili çalışmaların gerçekten bilimsel olup olmadığını sor gulamayı sürdürse de, gerçek şu ki araştırmalar, kabul edil miş bilimsel disiplinlerden gelen profesyoneller tarafından, geleneksel bilim insanlarının ele almayı başaramadığı soru ları yanıtlamak için kabul edilmiş bilimsel yöntemler kulla nılarak yürütülmektedir.
Akıllı tasarım ifadesi 1 989 yılında meşhur olmadan önce, Darwin'in teorisine alternatif bir teori bir hareket olarak kendini gösterdi: yaratılışçılık. Ve nasıl Darwin'in destekçile rine Darwinciler dendiyse, yaratılış teorisinin destekçilerine de yaratılışçılar dendi. Yaratılışçılık kavramı altında pek çok bakış açısı bulunsa da (eski Dünya, genç Dünya ve ilerici), hepsi için genel tema aynı ilke üzerine dayanmaktadır: bir veya birden fazla doğaüstü varlığın - bir tanrı veya tanrılar - yaşamı, insanları ve doğal dünyayı yarattığı ilkesi. Burada bu teoriye değinmemin amacı, o ve akıllı tasarım arasındaki farkı ortaya koymaktır. Akıllı tasarım sık sık yaratılış teorisiyle özdeşleştirilse de, en saf haliyle ilgisi yoktur. AT doğa ve yaşamdaki kalıplar için 229
D E Rİ N G E RÇ E K
akıllı bir tepki tespit etme çabasında değildir. Böyle bir aklın var olduğunu bile söylemez. Yalnızca yaşamın, hatta insan ya şamının, doğal yollarla gelişmemiş karmaşık süreçlere dayalı bir tasarımın sonucu olduğunu söyler. AT'nin bazı destekçile rinin tasarımcının Tanrı olduğu yönünde güçlü inançları olsa da gerçek akıllı tasarım bilimi bu kadar ileriye gitmez. Bir önceki bölümde, evrim teorisi için kilit varsayımları özetledik. Şimdi akıllı tasarım için de aynı şeyi yapmak ve her birini ayrıntılı bir şekilde ele almak istiyorum. Akıllı ta sarım iki kilit varsayıma dayanır: •
Akıllı-Tasarım Varsayımı 1 : Evrende bir düzen vardır.
•
Akıllı-Tasarım Varsayımı 2: Yaşayan sistemlerin karma şıklıkları en iyi yönlendirmeli (rastlantısal değil) süreçlerle açıklanabilir.
AT'nin özeti şudur: Evrenin temelini oluşturan çetrefil li ve karmaşık sistemler yaşam için öyle titizlikle "ayarlan mıştır" ki bunların şans eseri meydana gelmeleri mümkün değildir. Teori, yine aynı mantıkla, genel anlamda yaşamın karmaşıklıklarının ve özellikle insan yaşamının karmaşıklık larının uzun süreçler içindeki rastlantısal mutasyonlardan kaynaklı bir biyoloji kazası olamayacağını söyler.
Bir Saat Parçalan Olmadan Hala Bir Saat midir? AT teorisinin öne sürdüğü başlıca argümanlardan biri ya şamın karmaşıklığı ve hücrenin çetrefilli makinesinin ya da DNA molekülünün bilgi sisteminin uzun bir zaman zarfın230
f E S A O Ü F M Ü . TA S A R I M M I ? İ N S A N K Ö K E N İ N E D A İ R Y E N İ D E L i L L E R
da yönlendirilmemiş bir sürecin neticesi olarak kendiliğinden meydana gelmiş olmasının astronomik olasılıksızlığıdır. Tür lerin Kökeni'nde Oarwin'in kendisi bile doğal seçilimin, or gan ve dokularda gördüğümüz ihtisas seviyesinden tek başına sorumlu olmasının imkansızlığına değinmiştir. Ö rnek olarak, Oarwin bir gözün karmaşıklığı ele alır ve şöyle der: "Farklı mesafelere olan odağı uyarlamak için taklit edilmesi imkansız tüm düzenekleriyle bir gözün doğal seçilimle oluşmuş olduğu nu düşünmek, özgürce itiraf edebilirim ki, en yüksek seviyede saçmalık olarak görünmektedir. "35 Bu ve benzer gözlemlerin ardından Oarwin bizi, yaşamın karmaşık doğasından sorum lu olabilecek ilave kuvvet veya kuvvetlerin neler olabileceği konusunda kendi çıkarımlarımızla baş başa bırakmıştır. Benzer bir şekilde, ONA molekülünü keşfeden bilim in sanlarından biri olan Nobel ödüllü Francis Crick'e, yaşamın bir dizi tesadüfi olayın sonucunda ortaya çıkmış olma ola sılığı sorulduğunda, o şöyle yanıtlamıştır, "Şimdi erişebil diğimiz tüm bilgilerle donanmış dürüst bir insan yalnızca, yaşamın kökeninin, onu harekete geçirmek için var olması gereken tüm koşullarla birlikte neredeyse bir mucize gibi gö ründüğünü söyleyebilir. "36 Charles Oarwin gözlemlerini 1 859 yılında yaptı. Nere deyse 1 00 yıl sonra, bilim ve deneysel metotlardaki muaz zam ilerlemeler ışığında, Crick de benzer sonuçlara vardı. Oarwin, Crick ve günümüzün AT destekçilerinin ifadelerin deki ana tema, yaşamın karmaşık doğasıdır. Oarwin'in bizim bugün hücreler ve ONA hakkında bildiklerimizi bilmesine imkan yoktu. Bunu göz önünde bulundurarak, matematikçi
ve New York Bilim Akademisi üyesi olan 1. L. Cohen bu durumu büyük olasılıkla benim yapabileceğimden çok daha iyi bir şekilde özetler: "Şu anda, ONNRNA sisteminin an231
D E Rİ N G E RÇ E K
laşıldığı b u zamanda, Evrimciler ve Yaratılışçılar arasındaki tartışma jet hızıyla bir son bulmalıdır... DNNRNA'nın çıka rımları çok bariz ve nettir. " 3 7
İndirgenemez Karmaşıklık Cohen'in ifadesi, evrim teorisinin dünya görüşümüzdeki rolüne dair bir anahtar sunmaktadır. Darwin teorisini oluş turduğunda, E. cali adındaki tek-hücreli en basit bakterinin dahi var olmak için 2,000 farklı proteine ihtiyacı olduğunu ve bu proteinlerden her birinin meydana gelmek için orta lamada 300 amino aside sahip olduğunu bilmesinin imka nı yoktu. O, yaşamın temel birimlerinin gerçekte ne kadar karmaşık olduklarını bilemezdi. AT lehindeki en güçlü argü manlardan biri bu karmaşıklık ve yaşamsal sistemlerden pek çoğunun indirgenemez karmaşıklık adı verilen şeyi sergiliyor olmaları gerçeğidir. İ ndirgenemez karmaşıklık, aslında çok basit bir fikrin teknik ifadesidir. Bu ifade özünde, bir sistemin tek bir bölü münün çalışmayı bırakması halinde, tüm sistemin çalışamaz hale geldiği anlamına gelir. Bu noktayı vurgulamak için daha önce verdiğimiz örnek gibi bir saat kullanılır. Fare kapanı da bir diğer örnektir. Bir fare kapanının tüm parçaları yerin de olduğunda, yapmak üzere tasarlandığı şeyi yapar: peynir veya yerfıstığı ezmesi yemini almış ve ölümcül darbeyi in diren manivelayı harekete geçiren bir fareyi ya da bir diğer küçük hayvanı kapana kıstırır. Tasarlandığı şekilde çalışması için, kapan her biri nihai hedefi başarmak için belirli bir işi üstlenmiş bir parçalar sis temine dayanır. Ö rneğin, yemi tutan hassas manivela ve yem 232
T E S A D Ü F M Ü . TAS A R I M M I ? İ N S A N K Ö K E N i N E D A i R Y E N i D E l İ l L E R
yerinden oynatıldığı anda, daha fare ne olup bittiğini anla madan ölümcül bir kuvvetle aşağı inen güçlü yay vardır. Ka pan kulağa basit bir araç gibi gelse de - ve öyledir - tek bir parça bile eksik olsa, kapan çalışmayacaktır. Yay olmadan manivela asla aşağı inmez. Manivela olmadan yayı tetikle yecek hiçbir şey olmaz. Sistemin çalışması için kapanın tüm parçalarına ihtiyaç olduğundan, fare kapanından parçaların eksiltilmesiyle indirgenemeyeceği söylenebilir. Bu indirgene mez karmaşıklığa bir örnektir. Günümüzün ileri teknolojisi bize yaşamın indirgenemez karmaşıklığına dair sayısız örnek göstermiştir. Hepimiz bi liriz ki bir parmağımızı ya da dizimizi kestiğimizde, bedeni miz kısa süre kanayacak ve sonra kanama duracaktır. Bunun sebebi, yara bölgesindeki kan pıhtılarıdır. Her ne kadar biz bu pıhtılaşmanın değerinin farkına varmasak da, bu indirge nemez karmaşıklığa harika bir örnektir. Kanımızın pıhtılaşması ve kanamanın durması için yirmi ayrı protein mevcut olmalıdır. Bunu bu kadar ilginç kılan şey, bu proteinlerden biri bile eksik olsa, pıhtılaşma meka nizmasının çalışmamasıdır. Çalışmazsa, kanama, bedenimiz de akacak kan kalmayıncaya kadar akmaya devam eder. Bu proteinlerin yaptıkları şeyi yapmaları için 20 proteinin de aynı zamanda birlikte çalışmaları gerekir. Evrim anlamında bu, bedenlerimize can veren kanın olu şabilmesi için 20 proteinin tamamının halihazırda ve hepsinin aynı yerde oluşmuş olması gerektiği anlamına gelir. Bu, evrim yoluyla gerçekleşemeyecek bir yaşam fonksiyonuna örnektir. Ve bu yalnızca tek bir örnektir. Hücrelerin sıvı içinde ilerleme sine olanak veren küçük kollar (silya) hücrenin yüzmesi için hepsinin mevcut olması gereken 40'tan fazla hareketli parça ya sahiptir. Parçalardan biri eksikse, hücre hareket edemez. 233
D E R İ N G E RÇ E K
İnsan hücresinin var olan en karmaşık makine parçası ol duğu söylenir. 20. yüzyılın ortalarına kadar, hücrelerin küçük kimyasal torbaları olduğu düşünülüyordu. Şimdi gerçeğin bambaşka olduğunu biliyoruz. Tek bir hücreyi küçük bir şeh rin boyutlarına kadar büyütebilseydik, karmaşıklığı, bir be lediyenin işlev göstermesi için gereken altyapıdan çok daha üstün olurdu. Bir hücrenin önemli yapıları şunları içerir: •
•
Proteinleri üreten ribozomlar Hücre tarafından kullanılan önemli kimyasalları oluştu ran ve nakleden endoplazmik retikülüm
•
Hücrenin nasıl işlev göstereceğine dair bilgileri taşıyan bir çekirdek
•
Hücrelerin hareket etmesine ve şekil değiştirmesine ola nak veren mikrotubulüs
•
Bazı hücrelerin sıvı içinde hareket etmelerine olanak veren silya
•
Hücre için enerji üreten mitokondri
•
Çevreyle iletişim kuran ve hücreye neyin girip hücreden neyin çıktığını belirleyen bir zar
Bunlar, bedeninizdeki yaklaşık 50 trilyon hücrenin her birinde herhangi bir zamanda - örneğin, şu anda siz bu sa tırları okurken - meydana gelen süreçlere dahil olan işlevsel parçaların bazılarına birkaç örnektir. Her sürecin ne yaptı ğını keşfettikçe, ilk hücrelerimizin yaptıkları şeyi yapmaları 234
T E S A D Ü F M Ü . TASA R I M M I ? İ N S A N K Ö K E N İ N E D A i R Y E N İ D E L İ L L E R
için hücresel mekanizmanın tamamının halihazırda mevcut ve yerinde olması gerektiği açıkça ortaya çıkmaktadır. Pıhtı laşan kandan yüzen silyaya kadar, bunlar indirgenemez kar maşıklığa güzel örneklerdir.
Tercih mi, $ans mı? Molecular Biology of the Gene isimli klasik kitabında No bel ödüllü James D. Watson canlı hücrelerin eşsizliğini ve gi zemini şöyle anlatır: "Hücre yapısının hiçbir zaman su veya glükoz molekülleri gibi anlaşılamayacağını en başından kabul etmek zorundayız. Hücre içindeki çoğu makromolekülün tam yapısının çözümsüz kalmasının yanında, hücreler içindeki gö receli lokasyonları da yalnızca tahmin edilebilecektir. "38 Görünüşe bakılırsa, bedenlerimizdeki her hücrenin mu cizevi fabrikası içindeki sürece dair, alışılagelmiş bilgelik ve geleneksel düşünce yoluyla açıklamaya meydan okuyan bir şey vardır. Bu tip gözlemlerden, yaratılışta bir "şans eseri" olmamızın ne kadar imkansız olduğunu görmeye başlarız. Bu yüzden, hücrelerimizin her biri içindeki mesaj çok daha büyük bir anlam kazanır. Doğada, düzen genelde bir akıl belirtisi olarak görülür. Ev rensel formüllerle açıklanabilecek tahmin edilebilir ve tekrar lanabilir kalıpların varlığı, buna bir örnektir. Yaşamının ileri ki dönemlerinde verdiği samimi röportajlarda Albert Einstein, böyle bir düzenin evrende var olduğuna olan inancını ve bu düzenin nereden geldiğine dair düşüncelerini paylaştı. Bu sohbetlerden birinde Einstein şöyle dedi, "Bir kalıp görürüm, ama hayal gücüm o kalıbın yaratıcısını hayal edemez... hepi miz görünmez bir kavalcı tarafından uzaklarda çalan gizemli 235
D E R İ N G E RÇ E K
bir notayla dans ediyoruz. " 3 9 Yaşamdaki anlam arayışımız da, düzenin varlığı sık sık Einstein'ın "görünmez kavalcısı nın" var olduğunun bir işareti olarak yorumlanır. En kuşkucu bilim insanı için bile, yaşam DNA'sının kar maşık ve çetrefilli bir bilgi dizisine, hücrelerimize ne yapa caklarını ve onu ne zaman yapacaklarını söyleyen bir prog rama benzediği açıktır. Hem akıllı tasarım hem de evrim, kökenimizin doğasına dair faydalı düşünceler sunsa da, her
iki teoriden anahtar kavramları alıp birleştirmenin bazen şu ana kadar gözlemlenen kanıtlara dair en iyi açıklamayı ver diğini keşfedebiliriz. Bu tip bir hibrid yaratılış teorisi, dünyamızın çok eski ol duğunu ve belirli süreçlerin gerçekten de uzun zaman zarf larında meydana geldiğini olumlayarak evrim gözlemlerini hesaba katar. Buna ek olarak akıllı tasarımın, günümüzün geleneksel bilim insanları tarafından bilinen veya tanınanın ötesinde özel bir kuvvetin Dünyada yaşamın başlamasına ve döllenmeden sonra, bizler sekiz-hücreli canlılarken, tam üç hücre bölünmesinde devreye giren genetik kodun aktive ol masına olanak veren koşulları harekete geçirmekten sorum lu olduğu görüşünü içerir. Evrime-karşı-akıllı tasarım tartışmalarının çıkmazının da ötesine geçmenin anahtarı, aradığımız şeyin ne olduğunu ta nımlamaktır. Delil mi, yoksa kanıt mı arıyoruz?
Konu evrime karşı akıllı tasarım tartışmaları olduğunda, defi! mi arıyoruz, kanıt mı?
236
TESA D Ü F M Ü . TAS A R I M M I ? i N S A N K Ö K E N İ N E D A İ R Y E N İ D E L İ L L E R
İ ki teoriden birine kenetlenmemizi sağlayacak kanıt arı yorsak, o zaman kendimize karşı dürüst olmalıyız: büyük olasılıkla o kanıtı asla bulamayacağız. İki teoriden birini gerçekten kanıtlamanın tek yolu, sürece doğrudan doğruya tanık olmaktır. Ancak zaman yolculuğu teknolojisinde bir kuantum ilerlemesi olasılığını hesaba katmazsak . . . bu " ol mayacak. " Olamaz, çünkü genel anlamda yaşamı ve özellik le insan yaşamını başlatmak için her ne olduysa, çok uzun zaman önce oldu - ve biz bunu görmek için burada değildir. Dolayısıyla en iyi ihtimalle bir delil bekleyebiliriz. Her iki teori için de bulacağımız delil ve keşfettiğimiz her ne olursa olsun, onu kabullenme istekliliğimiz, bizi en nihayetinde kö kenimizin gerçeğine götürecektir. Bunu daha önce, yeni delillerle örtüşmeyen fikirlerle yap tık ve bu insan anlayışı tarihindeki en büyük devrimlerden bazılarına yol açtı. Newton'ın bir atomun bir "şey" oldu ğu kavramı, atomun enerji olduğunu gösteren kuantum keşiflerine yol açtığında, fizik dünyası sonsuza dek değişti. Newton'ın fikirleri, bilimin yeni ilerlemelerin daha derin anlayışların kapılarını açtığı yere kadar ilerlemesine olanak verecek kadar iyi hizmet etti. Kökenimizi anlama arayışında da aynı şeye tanıklık ediyoruz. Şimdilik, akıllı tasarım ve evrimden alınan elementleri içeren kombine bir teori, yaşamın gizemi ve mucizesi için en iyi açıklama gibi görünmektedir. Şu ana kadar keşfedilen fi ziksel delilleri göz önünde bulundururken, bu aynı zamanda dünya nüfusunun büyük bir çoğunluğunun sahip olduğu o anlayışa, hepimizin daha büyük bir şeyin parçaları olduğu muz anlayışına olanak vermektedir. Kuşkusuz yaşamın kökeni sorusunun büyük sonuçları var dır. Bazı insanlar için, bu konuları irdelemek rahatsız edici ola237
D E R İ N G E RÇ E K
sılıkların kapılarını aralamak anlamına gelir. En eski ve sürege len gizemlerimizden birine nüfuz etmek, kendimiz, birbirimizle olan ilişkilerimiz ve hatta yaşamın kendisi hakkında çok farklı düşünmemiz gerektiği anlamına gelir. Farklı düşünmek, her şeyi - çatışmaları çözmek için savaşı kullanma şeklimizden ... kürtaj, ötenazi veya soykırım... herhangi bir zamanda bir insa nın yaşamını sonlandırmayı ne zaman ve nasıl seçtiğimize ka dar her şeyi değiştirmemiz gerektiği anlamına gelir. Okul sistemlerimizden sağlık sistemlerimize kadar, toplu mumuzun her alanına nüfuz eden derin duygulardan uzak laşmamız için ihtiyacımız olan şey tam da bu yanıtlardır. Yaşam uygulamasıyla ilgili olarak, hangi eylem planını seçe ceğimiz konusunda hala aynı fikirleri paylaşmasak da, şim di veriler ışığında, inançlarımızı dayandırmak için hararetli duygulardan daha fazlasına sahibiz. Belli ki bilmediğimiz şey ve bilmediğimiz şeye dayandırdığımız anlam keşfin bir sonraki büyük cephesi için yönü işaret etmektedir.
Derin Gerçek 5: Yeni teknoloji kullanımıyla çeşitli disiplinler den alınan bilimsel veriler insanlığın, uzun bir zaman zarfındaki evrimsel bir süreçle rastlantısal oluşan bir yaşam-formu yerine, bir kerede meydana gelen bir tasarımı yansıttığına dair deliller sunmaktadır.
238
B Ö L Ü M A LT I
ARTIK SAVAŞ İ Ş E YARAMIYOR: NEDEN BARIŞA UYGUN iiÜRETİ LDiK"?
"Bizimki bir nükleer devler v e etik bebekler düny8SI. Baflştan çok savaş hakkmda, yaşamaktan çok öldürmek hakkmda biliyoruz."
-GEN ERAL ÜMAR N. BRADLEY ( 1 893-198 1 ), E S K İ A B D G E N E L K U R M AY B A Ş KA N I
1 984 yılındaki vefatından önce, film yapımcısı Sam Pec kinpah şöyle demişti: "Her insanın içinde büyük bir şiddet kaynağı var. Bu kaynak yönlendirilmez ve anlaşılmazsa, sa
vaş veya delilikle ortaya çıkar. " 1 Konu şiddet ve insanlar olduğunda, Peckinpah'ın sözleri yaygın görüşü yansıtmaktadır. Tüm dünyadaki sınıflarda ve
ders kitaplarında, bizler insanlar arasındaki savaşın gün ve gece kadar doğal olduğuna ve savaşın atalarımızın zamanın dan bu yana bizimle olduğuna inandırıldık. İ ster geçmişte
D E R İ N G E RÇ E K
1 0,000 yıl yaşamış mağara insanlarının betimlemesi olsun isterse bilim insanlarının onları evrende geleceğimizin 1 00 yıl ötesine geçiren bir "yıldız kapısından" geçerken ki kur gusal görüntüleri, kendimizi savaşçı türler olarak düşünme ye öyle alışkınız ki insanları içeren hemen her dramın içinde savaş sahneleri görmeyi umuyoruz. Kendimiz hakkındaki bu "savaşçı" düşünme biçimine katkı sağlayan şey, War Before Civilization (Oxford University Press, 1 977) kitabının yazarı, Illinois Üniversitesi arkeoloğu Lawren ce H. Keeley gibi uzmanların çalışmalarına dair yorumlarıdır. Geçmişimize dair araştırmacı keşfi ve bulduğu şeye dair yo rumuna göre, Keeley'nin düşüncesi, savaşın insan ilişkilerinin doğal bir evresi olduğudur. "Savaş ticaret veya alışveriş gibi bir şeydir, " diyor Keeley. "Bu tüm insanların yaptığı bir şeydir. " 2
Bu tip bir genellemeye kapılmak kolay olsa da, burada bü yük bir sorun vardır: Veriler bunu desteklemiyor. Yeni keşfi ler, savaşın kökenine ve savaşın yaşamlarımızda oynadığı role dair çok şaşırtıcı bir sonuca ulaşmıştır. Ö zetle, Dünya üze rinde var olmuş bilinen en eski medeniyetlere dair arkeolojik kazılar (Göbeklitepe, Kambay Körfezi ve Caral) savaşın doğal bir yaşam biçiminden ziyade, aslında medeniyetin son 5,000 yıllık döngüsü esnasında gelişmiş bir alışkanlık olabileceğini göstermektedir. Ve bu, kısıtlı bilgilerle elde edilmiş yanlış var sayımların savaşı hepimiz için uygun bir seçenek olarak gös teren gerekçelere yol açmasına güzel bir örnektir. Dünyanın en eski medeniyetlerinin keşfi tarihimizi ve savaş ve barış tarihimizi son buzul çağının sonlarına doğ ru itmektedir. Bu tarihlemeyle, eski çağda yaşamış ataları mıza dair ortaya çıkan görüş, geçmişimizin radikal ve yeni bir resmini çizer. Giderek artan miktardaki bilimsel deliller, son 1,000 yılda gerçekleşenler gibi büyük ölçekli savaşla242
A R T I K S A VAŞ İ Ş E YA R A M I Y O R N E D E N B A R I S A U Y G U N ' Ü R l T İ L O İ K " ?
rın inandığımız gibi yaygın bir uygulama olmadığını ortaya koydu. Aksine, silah, cephane eksikliği ve koruyucu duvar lar gibi savunma yolları, savaşların tarih boyunca bir yaşam biçimi olmaktan çok, iklim değişikliği gibi ekstrem koşullara bağlı gerçekleştiğini göstermektedir. Rutgers Üniversitesinde antropoloji profesörü olan R. Brian Ferguson, toplumdaki geleneksel savaş algısıyla hem fikir olmayan bilim insanlarından biridir. " Benim görüşüm, küresel arkeolojik kayıtların, savaşın her zaman insan va roluşunun bir niteliği olduğu yönündeki fikrin aksini gös terdiğidir, " diyor Ferguson ve yeni delilleri şöyle özetliyor: "Aksine, kayıtlar savaşın son 10,000 yıl içindeki bir gelişme olduğunu göstermektedir. " 3 Ferguson'un tarif ettiği zaman diliminin olağanüstü oldu ğunu düşünüyorum, çünkü bu zaman dilimi, yerli gelenekler tarafından "büyük dünya çağları " olarak tanımlanan 5,000 yıl süren iklim döngülerinden ikisine karşılık gelmektedir. Diğer bir deyişle, yaklaşık 5,000 yıl önce başlamış mevcut dünya çağı, Keeley'nin sözünü ettiği savaşların meydana gel diği süreçtir. Ve savaş medeniyetin mevcut döngüsünde sık rastlanan bir olgu olsa da, insan deneyiminin bütünü değil dir. Tarihte bir noktada sorunlarımızı savaş yoluyla çözmeyi öğrendik. Ancak son deliller, bunun bizim doğal eğilimimiz olmadığını göstermektedir. Amerika'nın Southwest Çölünden Peru dağlarına ve Türkiye topraklarına kadar, yeni keşifler çatışma azlığının Ferguson'un görüşünü destekler nitelikte olduğunu göster mektedir. Savaş döngüleri zaman zaman artıp azalmaktadır ve bu artış ve azalmaların büyük bir bölümünün Dünyanın iklimde tıpkı bugün olduğu gibi yaşanan büyük değişiklikle re denk gelmesi tesadüf olmayabilir. Yeni keşiflerin ışığında, 243
D E Ri N G E RÇ E K
geçmişimize dair sorular eski dünyada savaşlara neyin sebep olduğundan çok, medeniyetin ilk delillerine bakıldığında ne den savaşa rastlanmadığıyla ilgilidir. Bu yeni keşifleri inceleyen Harvard Üniversitesi psikoloji profesörü Steven Pinker, savaşa neyin sebep olduğuna dair ge leneksel varsayımları yeniden düşünmenin ve barış kavramına odaklanmanın iyi olabileceğini düşünmektedir. "Neden savaş var?" diye sormak yerine, Pinker soruyu farklı bir şekilde dü şünmek ya da tamamen yeni bir soru sormak isteyebileceğimizi söyler. Örneğin, "Neden barış var? " diye sorabiliriz.4 Onun mantığı gayet açıktır. Büyük ölçekli şiddetin art masına ve azalmasına neyin sebep olduğunu öğrenebilirsek, bugün insanlığın karşısındaki en büyük tehdidi yok etme nin anahtarını da bulabiliriz. Şiddetten uzaklaşmaya yönelik yeni akımı ve bir şeyleri doğru yapıyor olmamız gerektiği gerçeğini göz önünde bulunduran Pinker şöyle diyor: " Onun tam olarak ne olduğunu bilmek iyi olurdu."
Chaco Kanyonu'ndaki Gizem "Sesi bir kez duydunuz mu, bir daha asla unutmayacaksınız." Bu sözleri benimle paylaşan eski çağdan kalma görünüm lü adamın sesi zihnimde yankılandı. Ve haklıydı. Ayakları mın altında ezilen kumun yüksek kuartzları tuhaf bir ses, üzerimde yükselen kanyonun kumtaşı duvarlarında yankı lanan tiz bir çatırtı çıkarıyordu. Her adımla, son ses perdesi sona ererken kulaklarıma bir sonraki ulaşıyor, rüzgarla bir likte daimi bir koro oluşturuyordu. Şimdi ayaklarımın altında ezilen her bir kuartz-kum ta nesinin bir zamanlar yolu çevreleyen kayalıkların kumtaşına 244
A R T I K SAVAŞ İ Ş E YA R A M I Y O R N E D E N B A R I Ş A U YG U N " Ü R ET İ L O İ K" ?
hapsolmuş olmasının ne kadar tuhaf olduğunu düşündüğü mü hatırlıyorum. Sayısız rüzgar fırtınası, sayısız sel ve bin lerce yıllık buzlanma ve çözülmeden geçen bu minik kum ta neleri duvarların esiri olmaktan kurtulmuş, benim ağırlığım altında çatırdayan küçük parçacıklara dönüşmüştü. Yıllar önce Kuzey New Mexico'nun Four Corners bölge sindeki çölde bir Ağustos sabahıydı. O sabah patikada yaşlı Amerikan yerlisiyle karşılaşmıştım. İkimizin de sorgulama dığı sebeplerden, her ikimiz de aynı gün, aynı saatte bu antik ayin alanına çekilmiştik. Birlikte, vadi zemininden yükselen pembe-sarı kayalıklara paralel kumlu patikada ilerledik. İki miz de geçmişten öğrenmek için gelmiştik: o mağaralardaki sesleri dinleyerek atalarından; bense onların geride bıraktık ları tapınaklardan, çizimlerden ve ipuçlarından. " Burada hiç savaş olmadı," dedi adam soluklanmak için küçük bir tepenin üzerinde durduğumuzda. " Burada yaşa yan insanların savaşa ihtiyacı olmadı. " "Gerçekten mi? " diye sordum. " Bunu nereden biliyoruz? " " Bilim insanları burayı kazdıklarında karşılaştıkları en büyük gizemlerden biri budur, " dedi. "Bu yer bugün gözü müze büyük görünüyor, ama burası, daha önce burada yaşa mış topluluğun yalnızca küçük bir parçasıdır. " " B u vadide, b u binalarda 4,000'den fazla insan yaşadı, " diye devam etti arkamızda ve önümüzde uzanan vadiye doğ ru kollarını açıp. " Ama barış içinde yaşadılar. Burada hiç silah bulunmadı. Bir tane bile. Savaşa dair hiçbir iz yok. Hiç. Toplu mezarlar yok, küller yok, mezarlıklar yok." Ve şöyle ekledi: "Atalarımızın bunlara ihtiyacı olmadı, çünkü onlar
diğer yolu öğrenmişti. " Amerikan yerlisi arkadaşımın bana anlattıklarını dikkatle din ledim. Onun bilmediği ve elbette bilemeyeceği şey, benimle o sa245
D E Rİ N G E RÇ E K
bah paylaştığı bilginin benim o yere gionemin sebebi olduğuydu. Bu bölge, New Mexico'daki Chaco Kanyonu dünyada eşi benzeri olmayan bir yerdir. Chaco Kanyonu pek çok sebep ten dolayı bir gizemdir. Oradaki kalıntıları anlamlandırma girişiminde bulunan sayısız teori olsa da, gerçek şu ki, kim se Chacolular hakkında pek bir şey bilmemektedir. Kimse nereye gittiklerini veya neden yok olduklarını bilmez. Ve bilmemiz de pek mümkün görünmüyor, çünkü onlar hiçbir yazılı kayıt bırakmadılar... en azından bugün tanıdığımız bir formda yazılı kayıt yoktur. Bildiğimiz şey, Kuzey Amerika' daki en ıssız ve vahşi yerler den birinde, gizemli insanların belirdiği ve o zamandan önce - veya o zamandan beri - hala bilmediğimiz sebeplerle eşi benzeri görülmemiş ölçekte evler, topluluklar ve ayin merkez leri kurduğudur. Teknolojileri halihazırda ileriydi. Diğer bir deyişle, ilkel bir yaşam biçimiyle başlayıp onların bölgesini çevredeki diğer antik çağ yerleşim alanlarından ayrı kılan so fistike seviyeye ulaşmak için yavaş yavaş ilerleme kaydetme diler. Neredeyse "bir gecede" dört katlı binalar inşa etmek ve değerli suyu muhafaza etmek için rezervuar ve yön değiştirme yapıları yaratmak için gereken bilgiye sahiptiler. Sonuç ola rak, M.ö. 12. yüzyılın başlarında zirveye ulaştığı tahmin edilen büyük nüfusları destekleyecek tarıma sahiptiler. Kazı çalışmalarında tekerleğe rastlanmasa da, her yönde yüzlerce kilometre uzanan, yalnızca NASA'nın 1 970'lerde ki Apollo görevleri sırasında uzaydan çekilmiş görüntülerde fark edilen dümduz yollar inşa etmişlerdi. Ve ortaya çıktıkla rı hızla kaybolmuşlardı. Ortadan kaybolmalarını uzun süreli kuraklığa ve hava şartlarındaki diğer ekstrem koşullara bağ layan teoriler olsa da, kimse Chacoluların kim olduklarını, nereden geldiklerini veya neden gittiklerini bilmemektedir. 246
A R T I K SAVAŞ İ Ş E YA R A M I Y O R N E D E N B A R I Ş A U Y G U N " Ü R ET İ L O İ K " ?
Yaşlı adam haklıydı - yüzyıl süren titiz araştırmalar, sancılı kazı çalışmaları ve Chaco yerlilerinin sözlü geleneklerine dair kapsamlı incelemeler sonucunda, Chaco Kanyonunda savaşa dair hiçbir delil bulunamadı. Burada, böyle büyük yerleşke lerde beklenen yüksek koruyucu duvarlar, silahlar, toplu me zarlar ya da yaralandığı tespit edilen iskeletler yoktur. Aklımdan geçenleri okur gibi, Amerikan yerlisi arkada şım ben sormadan bir sonraki sorumu yanıtladı. Böyle bü yük bir yerleşke kurmak için neden burayı seçtiklerini merak ediyordum. Onca yer varken neden burası? "Buraya yerleşmelerinin sebebi bu bölgenin altında yatan lardır," dedi. "Chaco burada var olan ilk topluluk değil. Yal nızca en sonuncusu. Chaco daha önce burada var olan mede niyetin üzerine kuruldu, o da ondan bir öncekinin üzerine ... " Ona inanmadığımdan değildi, ama yine de sormak zorunday dım: "Bundan nasıl emin olabiliriz? Bu eski çağ tapınağı var ol madan önce burada başka bir şey olduğunu nereden biliyoruz?" Arkadaşım için yanıt kolaydı. "Atalarımız bize söylüyor," dedi. Onların hikayelerinde, atalarının anılarını canlı tutarlar. Ve ataları, Chaco Kanyonunda "Chacolulardan" önce yaşa mış atalarını anlatır.
Modern bilimin Chacoluların atalarının hikayeleriyle buluş ması 1 993 yılını buldu. Bu süreçte ben bölg�de bir gruba ön cülük ediyordum ki Chaco Kanyonunun başlıca bölgelerinden birinin yakınlarında bir üniversite araştırma ekibine rastladık. Araştırmacılar Chaco Kanyonunda, Chacolular bugün orada duran yapıları inşa etmeden önce yaşamış bir önceki medeni247
D E R İ N G E RÇ E K
yetin delillerini bulmak için uzaktan-algılamalı cihazlarla böl gedeydiler. Toprağa nüfuz eden sofistike radarlar kullanarak, araştırmacılar bölgenin en iyi muhafaza edilmiş alanlarından birinde mevcut yapıların altında neler olduğunu "görebiliyor du. " O ana kadar ne bulduklarını sorduğumda, radarın opera törü bana göstermekten memnuniyet duyacağını söyledi. Radarın bana ne gösterdiğini bölgeyi kazmadan bilmek imkansız olsa da - bu da yüzeyde ortaya çıkan tapınağı yok etmek anlamına gelir - kesinlikle yüzeyin altında yapılar var dı. Bir kez daha, Amerikan yerlisi arkadaşım haklı çıkmış tı. Burada daha önce başka bir medeniyet yaşamıştı. Bense, bunu kanıtlayan eski çağ ve belgelenmemiş bir medeniyetin kalıntıları üzerinde duruyordum. Yaz güneşinin ışınları vadiye uzun gölgeler bırakırken, neden toplu mezar, silah veya savaşa dair hiçbir buluntuya ulaşılama dığı sorusu aklımı kurcalayıp duruyordu. Odalarda bulunan ve daha ileriki bir çağa ait birkaç iskelet dışında, bir zamanlar 4,000 insana ev sahipliği yapan bu alanda hiçbir iskelete rast lanmadı. Burada yaşayan insanlar bizim bugün unuttuğumuz bir şey mi biliyorlardı? Bizim medeniyetimiz için olmazsa ol maz diye düşündüğümüz savaşa gereksinim duymayan, daha sonra Chacoluların da yaptığı gibi birlikte yaşamanın ve ça lışmanın başka bir yolunu mu bulmuşlardı? Zaman ve Chaco Kanyonunda devam eden kazı çalışmaları gösterecek.
Duvar Yok, Savaş Yok Hem Caral hem de Chaco Kanyonunda göze çarpan anormalliklerden biri, savaşa dair hiçbir iz, delil ya da işaret olmamasıdır. Chaco Kanyon gibi bir zamanlar geniş kitlelere 248
A R T I K SAVAŞ İ Ş E YA R A M I Y O R N E D E N B A R I Ş A U Y G U N " Ü R ET İ L O İ K " ?
ev sahipliği yapmış bir bölgede, bu sıradışı bir durumdur. Büyük nüfusların ve eski savaşların gerçekleştiği diğer kazı alanlarında, büyük ordulara ait toplu mezarlar, baş ve uzuv ları kesilmiş iskeletler, Üzerlerinde balta darbeleri olan kafa tasları ve eski bir savaş meydanında görmeyi bekleyeceğimiz diğer kalıntılar bulunur. Caral ve Chaco Kanyonunda bun ların hiçbirine rastlanmadı. Ayrıca o zamanın insanlarının kendilerini herhangi bir şeyden koruma ihtiyacı duydukları na dair hiçbir delil yoktur. Hem Chaco Kanyonu hem de Caral'da, insanların kendi lerini savunma ihtiyacı hissettikleri bir yerde görmeyi bekleye ceğiniz gibi alanı çevreleyen yüksek koruyucu duvarlar ya da hendekler yoktur. Aslında Amerika'nın ötesine, Dünya üzerin de bilinen en eski medeniyet olan Göbeklitepe gibi yerlere bak tığımızda, yalnızca son 5,000 yılda Mısır, Roma ve Yunanistan gibi medeniyetlerde savaş düşüncesinin bir yaşam biçimi olarak algılandığını görürüz. Her zaman, bugün sandığımız gibi savaş çı türler olmadığımız açıktır. Soru şu: Neden değiliz? Atalarımız savaş olmadan, sorunlarını çözmenin bizim unuttuğumuz bir yolunu mu buldular? Ve eğer öyleyse, o zaman her kötü alışkanlıkta olduğu gibi, bu şiddete yönelik alışkanlığımızdan da vazgeçebilir miyiz? Modern silahların sofistike dünyası ve sahip oldukları yıkıcı gücün boyutlarıy la, bu tip yanıtlanmamış soruları ele almak şimdi hiç olma dığı kadar büyük önem taşır.
Gereksinim Savaş/an "Dün Oslo'daki Nobel Ö dül töreninde Barack Obama 2009 yılı Barış Ö dülü'nün kazananı ilan edildiğinde salon249
D E Rİ N G E RÇ E K
dan kuşku ve takdir sesleri yükseldi. "5 1 0 Ekim 2009 ta rihinde İngiltere'nin Sunday Times gazetesinde yayınlanan bu satır, dünyanın dört bir yanındaki gazetelerde, televizyon haberlerinde ve evlerin oturma odalarında yankılandı. Ame rika Birleşik Devletlerinin yeni Başkanı göreve geleli henüz 1 1 gün olmuştu ve dünyanın öbür ucunda bu duyuru yapıl dığında, Beyaz Saray'da derin bir uykudaydı. Obama Beyaz Saray'da görevdeyken Nobel Barış Ö dülü alan üçüncü Amerikan Başkanı olsa da (Theodore Roosevelt, 1 906 ve Woodrow Wilson, 1 9 1 9), tartışmaları alevlendiren Obama'nın Beyaz Saray'daki görev süresi değildi. Görevde bulunduğu kısa süre içinde ne başardığı ve ne başarmadığına dair algılar tartışmalara yol açmıştı. Polonya'nın eski baş kanı ( 1 990-1 995), eski siyasi tutuklu ve 1 983 Nobel Barış ödülü sahibi Lech Walesa'ya muhabirler konuyla ilgili gö rüşlerini sorduklarında, o pek çok insanın içten içe hissettiği şeyi açıkça söyledi: "Kim? Ne ? Bu kadar çabuk mu? Henüz barışa herhangi bir katkı olmadı. Bir şeyler teklif ediyor, bir
şeyler başlatıyor, ama henüz icraat yok. "6 Barack Obama başkanlık görevine geldikten yalnızca 9 ay sonra ödülünü almak üzere kürsüye çıktığında, bu ödülü karşı layan basın şaşkınlığı, canlı izleyicilerden gelen iç çekişlere dö nüştü. Ama bu kez, bunların farklı bir sebebi vardı. Dünyadaki en yüksek barış ödülü alan başkan konuşmasına savaşla ilgili kesinlikle popüler olmayan bir duruş sergileyerek başladı. Ö nce bariz olan bir bilgiyle söze girdi: " Ben iki savaşın ortasındaki bir ulusun ordusunun Baş Komutanıyım." Son ra devam etti, " Binlerce genç Amerikalının uzak bir kıtada savaşması için mevzilenmesinden sorumluyum. Bazıları öl dürecek ve bazıları öldürülecek. Dolayısıyla ben silahlı ça tışmanın bedeli konusunda net bir farkındalıkla - savaş ve 250
A R T I K SAVAŞ i Ş E YA RA M I Y O R N E D E N B A R I Ş A U Y G U N " Ü R ET İ L D İ K " ?
barış arasındaki ilişkiye dair güç sorularla ve birinin yerine diğerini koyma gayretlerimizle buradayım. "7 Pek çok insan Obama'yı kabul konuşmasındaki sözlerin den dolayı eleştirse de, aslında ödül için en iyi aday olup olmadığı sorusunu alevlendiren, sonraki sözleri oldu. Oba ma direkt olarak savaş olgusunu hedef aldı: "Şu katı gerçeği kabul ederek başlamalıyız: yaşamlarımızdaki şiddetli çatış manın kökünü kurutmayacağız. " 8 Ama sonra dünya koşul larını olduğu gibi sıralayarak savaşın ötesine bir adım attı. Aniden Obama bize, daha fazla savaş görmenin onu şa şırtmayacağını, savaşın kaçınılmaz olmakla kalmayıp aynı zamanda gerekli olacağı koşullar olacağını anlatıyordu. "Ulusların - bireysel olarak veya kolektif bir şekilde, " dedi, "kuvvet kullanımını yalnızca gerekli değil, aynı zamanda
ahlaki olarak da haklı gerekçeleri olacağı zaman olacak. "9 Obama'nın adaylığı hak edip etmediği sorularını, tartışma ları ve öfkeyi tetikleyen de bu yorum oldu. Gerçekten de
savaşın tek çözüm olduğu zaman var mıdır? Ne kadar gerek li gibi görünse de, savaşın "ahlaki açıdan haklı gerekçelere dayandırılabileceği" bir zaman ola bilir mi ? " Bu kitabı okuyan pek çok insanın hafızasında, Amerika Birleşik Devletlerinin tam da bu fikirlerle dahil olmayı seçti ği iki savaş vardır:
1
İ lki, 1917 yılında Başkan Woodrow Wilson'ın kararıy la ülkenin "savaşı bitirmek adına savaşmak" (Savaş ilk kez 1 914 yılında Avrupa'da başladığında İ ngiliz yazar H. G. Wells tarafından ilk kez kullanılan bir ifadedir) için
girdiği 1. Dünya Savaşı'dır. Kongreye yaptığı açıklamada Wilson medeniyetler terazisinin dengesinin bozulduğunu ve Amerika'nın yardımı olmayan bu dengenin tamamen 251
D E R İ N G E RÇ E K
kaybolmasından korktuğunu söylemişti. 2
"Ahlaki açıdan haklı gerekçelere dayandırıldığını" dü şündüğümüz ikinci savaş, Amerika'nın Pearl Harbor'daki Amerikan üssü saldırıya uğradıktan bir gün sonra, 8 Aralık 1941 tarihinde dahil olduğu il. Dünya Savaşı'dır. Düşma nın kimliği barizdi, hedefler açıktı ve görev başarılabilirdi,
bu yüzden il. Dünya Savaşına " İyi Savaş" adı verilmişti.
Tüm Savaş/an Bitirmek için Savaş 96 yaşında ölmeden önce, büyükbabam benimle saatlerce dünya ve onun "zamanında" dünyanın nasıl bir yer olduğu hakkında konuşurdu. Büyükbabam geçen yüzyılın başların da Orta Avrupa'da doğmuştu ve o her zaman hikayelerine, bugün kendi zamanındakinden çok farklı bir dünyada yaşa dığımızı söyleyerek başlardı. Söylediği şeyin kesinlikle doğru olduğunu bilsem de, hikayelerini her dinlediğimde, onun kast ettiğinden çok daha fazlasını bilirdim. Büyükbabam bana, atla çekilen vagonların yolları yeni icatlar olan otomobillerle paylaştığı ... pek çok evde elektriğin olmadığı, telefona ise en der rastlandığı bir dünya anlatırdı. Lüks otoyollardan oluşan ağlar yoktu ve kapalı tuvaletler var olan tek lükstü. Ne zaman bana tanıdığı insanları ve yaptığı işleri anlat sa, her zaman hikayenin tonunun değiştiği bir nokta olur du. Yüzündeki tebessüm kaybolurdu ve sesi, sanki kendine dünyanın ve içindeki her şeyin birden bire değiştiği üç anı hatırlama izni vermiş gibi değişirdi: Büyük Buhran ve iki dünya savaşı. Ve her ne kadar bu savaşlar kesinlikle farklı deneyimler olsa da, kesinlikle bağlantılıydılar. 252
A R T I K SAVAŞ İ Ş E YA R A M I Y O R N E D E N BARIŞA U Y G U N " Ü R E T İ L O İ K " ?
Büyükbabam 1. Dünya Savaşı sırasında savaşta aktif ola rak görev alamayacak kadar küçük olsa da, savaşın boyut ları ve arkadaşlarına, komşularına ve Avrupa'daki günlük yaşama verdiği zarar, bir sonraki " Büyük Savaş" geldiğinde yaralara dönüşen anılar bırakmıştı. Büyükbabam dahil sı radan bir insanın erişebildiği bilgilerin ışığında, il. Dünya Savaşı anlam ifade eden bir çatışmaydı. En azından zamanın insanları için bir anlamı vardı. Savaş süresince, dünyadaki en büyük ordular birbirleriyle karşı karşıya geldiler: Amerika Birleşik Devletleri, Büyük Bri tanya ve Rusya ... Almanya, Japonya ve bir süreliğine İtalya'ya karşı. Resmi olarak savaş dört yıl sürdü. ( "Resmi olarak" di yorum, çünkü il. Dünya Savaşının asla gerçek anlamda sona ermediğini savunan bir ekol var. Anlaşmalar imzalanmış ve birlikler evlerine dönmüş olsalar da, savaşın sonunda dünya nın aldığı şekil, bugün yaşadığımız savaşları tetikleyen husu mette kilit bir faktör olmaya devam etmektedir. ) " İyi Savaş" ifadesi, yazarı Studs Terkel'e Pulitzer ödülü kazandıran bir kitabın adı kadar (The Good War: An Oral History of World War Two - İyi Savaş: İ kinci Dünya Savaşı nın Sözlü Tarihi) 1 984 yılında son derece popüler oldu. Ama herhangi bir savaş gerçekte ne kadar iyi olabilir? Terkel'in kitabında ve büyükbabamın hikayelerinden dinlediğim ka darıyla, il Dünya Savaşının insan yaşamı kaybı ve yüzyıllar ca ayakta kalmış şehirlerin bütünüyle yok olması anlamın daki korkunç bedeli herhangi bir savaşın olabileceği kadar gerekçelendirilmiş gibi görünmektedir. Çoğu tarihçi il. Dün ya Savaşındaki toplam ölü sayısının yaklaşık 50,000,000
insan civarında olduğu konusunda hemfikirdir - bu tam 50
milyon can demektir! Yaşamlarımızın bizim için ne anlam ifade ettiğini göz 253
D E Rİ N G E RÇ E K
önünde bulundurarak yitirilen her bir canı düşündüğümüz de, bu bedel hayal edilmeyecek kadar çoktur. Düşünürse niz, il. Dünya Savaşı 1 945 yılında sona erdiğinde yitirilen canların sayısı tüm dünya nüfusunun yüzde 2,5 kadarıydı. il. Dünya Savaşının haklı gerekçelere dayandırılmasının iki
anahtar sebebi vardır ve bunlar üç kelimeyle özetlenebilir:
Hitler ve Pearl Harbor.
Amerika il. Dünya Savaşına girdiğinde sebebi açıktı. Savaşı destekleyen Müttefik Kuvvetler arasındaki ülkele rin zihninde, Amerika Birleşik Devletleri çatışmanın içine çekilmiş ve savunmacı bir tepki vermişti. Düşmanın kim olduğu ortadaydı. Hedefin ne olduğu ortadaydı ve hede fe ulaşıldığında bu da ortada olacaktı. Faktörlerin tamamı tartıldığında, Amerika'nın il. Dünya Savaşına katılımını haklı gerekçelere dayandırma konusunda küçük gri bir alan kalıyordu. Bu, klasik ve bin yıllık iyi ve kötü arasın daki savaşı ifade eden bir savunma savaşı, Hitler Alman ya'sındaki dehşeti sona erdirmeyi hedefleyen bir mücadele ve Japonya'nın tüm dünyaya kendi kurallarını dayatma girişimine bir yanıttı. Ve her savaşta kötü şeyler olsa da, Müttefikler Almanya'nın ve daha sonra Japonya'nın fikir lerini ve yöntemlerini özgürlük ilkelerine ve dünya demok rasilerine karşı kabul edilemez bir tehdit olarak gördü. Dünya 20. yüzyılın ortasında kuşkusuz bugün olduğun dan çok farklı bir yer olsa da, o zamanın savaşını haklı çıkarmak için kullanılan sebepler, yarım yüzyıl sonra bu günkü savaşları haklı çıkarmak için kullanılmaktadır. il. Dünya Savaşı ile teröre açılan mevcut savaşın başlama bi çimleri arasında benzerlikler olsa da, yakından incelendi ğinde bu benzerlikler hızla sona erer ve farklılıklar bariz bir biçimde ortaya çıkar. 254
A R T I K SAVAŞ İ Ş E YARA M I Y O R : N E D E N B A R I Ş A U Y G U N " Ü R E T İ L O İ K " ?
Sıradaki tabloda bazı paralellikleri ve farklılıkları vur guladım. 2 1 . yüzyılın . ilk büyük savaşında - Terörizmle Savaş - net bir şekilde tanımlanmış, en azından sözcüğün geleneksel anlamının karşılığını bulan bir "düşman" yok tur. 1 800'lerin ortalarındaki İç Savaş'ta yer alan orduların gri ve mavi üniformaları; 1. Dünya Savaşında görülen mu hariplerin kaskları ya da il. Dünya Savaşı sırasında svasti ka sembolleri, Yıldızlar ve Şeritler ve bayraklarda görünen Japonya'nın Doğan Güneşi olsun, her taraf üniformalarıy la, silahlarıyla, vs. net bir şekilde belirlenmişti. Terörizmle Savaşta, kimin kim olduğunu gösteren hiçbir üniforma ya da belirleyici sembol yoktur. Birinci ve İ kinci Dünya Savaşlarıyla ilgili inanç, sava şın kaçınılmaz olduğuydu. Her iki durumda da, savaştan kaçınmanın imkansız olduğu düşünülüyordu ve sebebin " haklı" olduğu düşünülüyordu. Ve tarihte savaşların ger çekleştiği dönemde, her iki savaş için de iyi bir savunma yapılabilirdi. O zaman ve şimdi arasındaki farklılıklar ışı ğında ve modern silahların ve mevcut teknolojinin gücü göz önünde bulundurulduğunda, kendimize aynı soruyu bir kez daha sormalıyız: Savaş hala sorunlarımızı çözmenin
en iyi yolu mu?
255
D E R İ N G E RÇ E K
Ti
DÜNYA SAVAŞI
TERÖRİZME KARŞI SAVAŞ 1 . Amerika Birle�ik Devletlerinin savaŞ-1 kattlımı, Amerikan r p raklanna yapılan sürpriz bir al dırı ve 2,752 ınsanın ölümüyle başladı. 2. Sav.tş için sebep farklı t.ıraflar tarafından farklı şekillerde ifade edildi. 3. Düşman helirsizdiı: 4. Çattşrnanın sınırlan belirsızdir ve ülkelerle sınırlı değildir.
1 . Amerika Birleşik Devletle rinin savaşa katılımı, Ame rikan topraklarına yapılan sürpriz bir saldırı ve 2,400 insan ın ölümüyle başladı. 2 . Savaş için sebep net bır şekıl de belırlenip ifade edi lebildi. 3 . Di.ışman açıkça belirlendi. 4. Çatışmanın sınırları, ülkel r içindeki fiziksel lokasyonlar olarak belirlendi.
5. Kuvvet kullanımı genel an
5. Kuvvet kullaıumı bir taraf tarafın
lamda savaş için eğitilmış ve hazırlanmış .ıskeri güçler ara s ındavd ı . 6 . Savaş belirli koşullar d a h ilın de dört yıl ıçinde sona erdı.
dan, �ivil ölümleri savaşın bedeli nin hır parçası olarak kabul eden askeri bir çaıışntı olarak görill m ·k{t'(lir; c#ğer ta rnf askeri ve sivil hc'Cletlen t'Şlt bir şekilde değc>rlen dırir ve ikisi arasında yok denecek kadar az aynm y<ıp.ıı:
6. Terorızme Kaı:şı Savaş şımdi onuncu yılını dolduruyor ve hi tecek gibı görünmüyor:
Şekil 6.1. Yaşanan son küresel savaş olan il. Dünya Savaşı ile Terörizme açılan mevcut küresel Savaş arasında karşılaştırma.
Pearl Harbor'daki 2,400 insanın ölümü, ardından gelen dört yıllık savaş boyunca hayatlarını kaybeden 405,000 Amerikan askerine gerekçe oldu mu? Bu sorunun yanıtını bilmiyorum. Dünya Ticaret Merkezinde yaşamlarını yitiren 2,752 insanın ölümü, şimdi Terörizme Savaş açmış Amerikan ve İngiliz birlik lerinden ve 139 diğer ülkeden toplamda yüz binleri bulan ölü sayısını haklı çıkarır mı? Savaş gerçekten de Barack Obama'nın ödül konuşmasında söylediği kadar kaçınılmaz mıdır? Bu so ruların yanıtlarını da bilmiyorum, ama bana sorarsanız konu yanıttan çok size verdiği histir. 256
A R T I K SAVAŞ İ Ş E YA R A M I Y O R N E D E N B A R I Ş A U Y G U N " Ü R E T İ L O İ K " ?
Kime sorduğunuza bağlı olarak, duyguların karışmış ve bö lünmüş olduğunu söyleyebiliriz. Ama tarihte günümüz dünyasını tanımlayan bir savaş formuyla ilerlediğimiz bu günlerde bunlar tam da sorulması gereken sorulardır. Ve her şey savaşın kendisiy le ilgili ne düşündüğümüze ve neye inandığımıza dayanır. Daha önce değindiğimiz gibi, savaşın ve onun toplumları mızdaki öncüleri olan şiddet ve nefretin insan olmanın doğal bir parçası olduğuna dair yaygın bir inanış vardır. Referans noktamız insanlık tarihinin yalnızca son 5,000 yılla başla yan bölümüyse, o zaman sebebini anlamak zor değildir.
Dünyanm İlk Savaş/afi 1 990'ların sonlarında Fransa'daki kitap turum esnasında, tek bir öğleden sonra bir ömürlük hayalimi gerçekleştirme fır satı yakaladım. Bir sonraki haftanın yoğun programı içinde yalnızca bir gün "serbest" bırakılmıştı. Yetişkinlik hayatımın büyük bir bölümünü bekleyerek geçirdiğim ziyareti yapmak için diğer birkaç yazar ve arkadaşımla bir taksiye bindim. O gün kendimi Paris'teki Louvre Müzesinde buldum. Son on yılı aşkın bir süredir Mısır'a yaptığım seyahatler boyunca, görmek için dünyanın bir ucundan geldiğim ta rihi eserlerin artık Mısır'da sergilenmediklerini görürdüm. Kral Tut sergisinin seçkin parçaları gibi eserler Londra, San Francisco ve Chicago gibi şehirlerde tura çıkmış olurdu. Di ğerleriyse iki yerden birinde sergilenirdi: Londra'daki British Museum ya da Paris'teki Louvre. O gün, Dendera Tapınağından alınan gerçek zodyak takvimini, artık Karnak'ta bulunmayan dev obeliskleri gö recektim. Ancak her ne kadar bu eserleri görmek için can 257
D E R İ N G E RÇ E K
atsam da, beni müzeye çeken başka bir şey daha vardı . . . ve bu seferki Mısır'dan değildi; bu dünya tarihindeki en büyük ölçekli savaşın en eski dokümanlarıydı. 1 980'lerin Soğuk Savaş yıllarında savunma sanayinde çalış
tıktan ve dünyanın 111. Dünya Savaşına girmeye ne kadar yak laştığına ilk elden tanık olduktan sonra, biz insanların ne kadar uzun zamandır böyle destansı boyutlardaki savaşlara katıldığını görmek istedim. Bir şekilde, eski kayıtların en eski sorularımız dan bazılarına yanıt vereceğini düşündüm. Örneğin: Gerçekten savaşa "uygun" mu yaratıldık? Lawrence Keeley'nin söylediği gibi savaş bizim için doğal mıdır, yoksa tıpkı öğrenildiği gibi bırakılabilecek derin bir alışkanlık mıdır? Umudum, savaşın kökenini anlayarak, bugün dünyamızı tehdit eden çatışmalara dair bir anlayış penceresi açabilmek ti. Başlamak için Dünyanın bilinen en eski savaş kayıtların dan daha iyi bir yer olabilir mi? Müzede önümdeki cam kutunun içinde duran büyük taş parçaları yanıta ipuçları sunuyordu. Yaklaşık 4,700 yıl önce Sü merler zamanında iki ordu arasındaki bir savaş betimlenmişti. 1 8 8 1 yılında keşfedilen kireçtaşı stelinin küçük parçaları, artık var olmayan iki ülke Lagas ve Umma arasındaki savaşla ilgili ayrıntılar içermektedir. "Akbaba Steli" adı verilen eski çağdan kalma bu taş kayıt Louvre'un Mezopotamya Antika� lan Bölümünün lA numaralı odasında durduğum yerden yal nızca birkaç santim ötedeydi (Şekil 6.2'ye bakın). Stelin yal nızca küçük parçaları kalmış olsa da, gösterdikleri şey açıktır: savaşçıların zırhlar ve miğferler içinde, ellerinde mızraklarla savaşa giderken ki görüntüleri. Aynı zamanda savaşın dehşet verici akıbetine dair görüntüler de vardır: savaş meydanında dört bir yana saçılmış cesetleri yiyen akbabalar. Akbaba Steli, Sümerlerin son dünya-çağı geçişi kadar 258
A R T I K SAVAŞ i Ş E YA R A M I Y O R N f O E N B A R I Ş A U Y G U N ' U R E T I L O I K " ?
uzun zaman önce büyük ölçekli savaş tekniklerinde organize ve becerikli olduklarını gösteren ender bir eserdir.
Şekil 6.2. Paris'teki Louvre Müzesinden "Akbaba Steli" parçaları. Bu stel, dün yanın ilk geniş-ölçekli savaşına dair. en ayrıntılı kayıttır ve Lagas'ın Umma'ya karşı kazandığı zaferi abideleştirir. Ustte: Bu parça askeri bir düzen içinde iler leyen birliklere dair bilinen en eski görüntüdür. (Eric Gaba/GNU.) Altta: Aynı stelin bu parçası esere adını veren görüntüyü betimler: savaş katliamından son ra savaş meydanında saçılmış cesetleri didikleyen akbabalar. (Eric Gaba/GNU.)
259
D E R İ N G E RÇ E K
Akbaba Steli en ayrıntılı kayıt olsa da, Sümer'in savaş geçmişinin kaydedildiği tek eser değildir. Bu dönemde, Sü merlere ait tarihi "kral listesine" adı yazılan ilk hükümdar olan Kral Mebaragesi, komşuları Elam İmparatorluğun sa vaş ilan etti. Bunu yaptığında, tarihteki ilk İ ran-Irak çatış ması olarak düşünebilecek şeyi başlattı, şimdi Basra, Irak olan bölgede savaştı. Burası, 2 1 . yüzyıldaki Irak savaşında kilit rol oynayan bir kaledir. İ lk savaşlara dair bu kadar eski kayıtların, geleneksel ta rihçilerin bize medeniyetin ve yazının başladığını söylediği aynı tarihlere denk gelmesi tesadüf değildir. Bunun anlamı, toplumların ve toplulukların evriminin aslında iki tarafı kes kin bir kılıç olduğudur. Güvenceye ve güvenilir besin kay naklarına sahip olmanın yanında, toplumları savaşlara sü rükleyen kaçınılmaz husumetler de vardı. Bu, son 5,000 yıl için gördüğümüz medeniyet örnekle rinde geçerli olsa da, peki ya daha eskiler? Göbeklitepe ve Çatalhöyük'ten (Türkiye'deki neolitik bir yerleşim alanı) Bü yük Gize Sfenksi ve Caral'ı inşa edenlere kadar, savaş 5,000yıl öncesi medeniyetlerin de bir parçası mıydı? Tarihsel içerik sağlayan diğer faktörleri hesaba katmadan bu soruyu yanıt lamak imkansızdır. İklim değişikliği ve azalan toprak ve kay naklar için rekabet, bu içeriğin parçaları gibi görünmektedir. Sudan'daki Nil Nehrinin yakınlarındaki bir mezar, çevre deki dramatik değişimlerin tetikleyebileceği davranışlara bir örnektir. " Site 1 1 7" diye bilinen buluntu ilk kez 1 960'1arda Güney Metodist Üniversitesi arkeologlarından Fred Wen dorf tarafından kazıldı. Modern tarihleme teknikleri şimdi bu bölgeyi son buzul çağına, 1 2,000 ila 1 4,000 yaşları ara sına yerleştirdi. Site 1 1 7'de tam olarak neler olduğunu söy leyemeyiz, ancak Sümerlerde görülen savaşlar gibi olmasa 260
A R T I K SAVAŞ İ Ş E YA R A M I Y O R N E D E N B A R I Ş A U Y G U N " Ü R E T I L O İ K " ?
da, bir tür savaşın yaşandığı kesindir. Bu çatışmayı kaydeden herhangi bir doküman yoktur, ancak bu eski alanın keşfi, insan tarihindeki ilk savaşın delili olabilir. Çöldeki bu mezarlarda elli dokuz insan iskeleti bulundu ve bunlardan 24'ünün savaşla ilişkili yollarda öldüğü belir lendi; cesetlerin pek çoğunda savaşlarda fırlatılan cisimlere rastlandı. Rutgers antropoloji profesörü R. Brian Ferguson Site 1 1 7'deki deliller ve o dönemde bölgede yaşandığı bili nen ani iklim değişikliği arasında önemli bir bağ kurar. "An laşılan o ki, Site 1 1 7 halkı," der, "ekolojik bir kriz dönemin de yaşıyordu. Artan yağışlara ve Nil Nehrinin bölgede açtığı derin vadiye bağlı olarak, komşu düzlükler yüksekte ve kuru kalmış, bölge sakinlerini kedibalığı ve bataklık bölgesine ait diğer besinlerden mahrum bırakmıştır. " 1 0 Bugün bilinen 1 0,000 ve üzeri yaştaki tüm insan iske letlerinden yalnızca birkaçının kişisel şiddet izleri taşıdığını ekler. 11 Bu önemlidir, çünkü bu durum, Site 1 1 7' de görülen çatışmanın bir yaşam biçimi değil, insanları varlıklarını sür dürmek için birbirlerine düşüren belirli bir koşula, belki de iklim değişikliğine bir tepki olduğunu gösterir. Site 1 1 ?'deki bedenlerin yaşı, medeniyette savaşın köken lerini anlamada kilit bir önem taşıyor olabilir. Sfenksin yaşıyla ilgili açıklamalarımda, son buzul çağının sonlarında, Kuzey Yarımkürede büyük bir iklim değişikliği yaşandığını belirt miştim. Burası o dönemde, tıpkı bugün olduğu gibi, Dünya nın verimli topraklarının bulunduğu ve insan nüfusunun ağır lıklı olarak yaşadığı bölgelerdi. Şimdi kuzey Irak olan bölgede görülen ilk savaşların delilleri de yine aynı döneme, 1 0,000 yıl öncesine dayanmaktadır. Üç çiftlik gibi görünen şeyin kalıntı ları koruyucu duvarlar, akbaşı ve topuz gibi silahlar ve insan iskeletleri içermektedir. Bir kez öğrenildikten sonra, bu böl261
D E R İ N G E RÇ E K
gedeki savaş alışkanlığının modern zamanlara kadar devam etmiş olması tesadüf olmayabilir. Ferguson bu ikilemi "tüm savaşların gerçek anası" olarak ifade eder. Tarihin şimdi kabul edilen 5,000 yıl önceki geleneksel " başlangıcından" önce, buluntular savaşın bir norm olma dığını göstermektedir. Elimizdeki verilerle savaşın ender gö rüldüğünü ve görüldüğü zamanların iklimdeki değişimlerle örtüştüğünü söyleyebiliriz. Savaş ancak Sümer İ mparatorlu ğu zamanında, yani mevcut dünya-çağı döngüsünün başlan gıcında alışılagelmiş bir uygulamaya dönüşmüştür. İnsanlar o zamandan beri neredeyse her daim o veya bu sa vaşa dahil olmuşlardır. Öyleyse şimdi sorulması gereken soru şudur: Savaş için sebepler hala geçerli midir, yoksa tarih dön gümüzde, bedelin faydadan ağır bastığı bir döneme eriştik mi? Diğer bir deyişle, savaş hükümsüz mü kaldı?
Dünyanm İlk Kazamlmaz Savaşı il. Dünya Savaşından sonra, Rusya ve Amerika Birleşik
Devletleri dünyaya dair iki farklı düşünce yapısına erişti. Dünya görüşlerindeki ve siyasi perspektiflerindeki farklılıklar, biri Komünizme ve diğeri Kapitalizme dayanan iki birbirine uzak felsefeyle ortaya çıktı. Ve savaş sırasında ortak bir düş mana karşı birlikte mücadele etmiş olmalarına rağmen, anlaş malar imzalandıktan ve Avrupa ve Asya'daki uluslar arasında sınırlar yeniden çizildikten sonra, iki birbirine çok uzak etki küresinin dünya sahnesinde rekabet ettiği çok açıktı. İşte bu sahnede iki süper güç 44-yıl süren "Soğuk Savaşa " başladı. Ve Soğuk Savaş 1 947 yılında başladığında dünyanın tecrübe ettiği uzun bir savaşlar listesinin sonunda olsa da, 262
A R T I K S AVAŞ i Ş E YARAM I Y O R N E D E N B A R ! Ş A U Y G U N " Ü R E T I L O İ K ?
bu savaşın sıradan bir savaş olmadığı ortadaydı. il. Dünya Savaşının sonunda ilk atom bombalarını üreten teknoloji, bunun sıradan bir savaş olamayacağını garanti ediyordu. Bu dünya tarihinde, bir ülkenin silahlarının bir diğer ülke üzerindeki etkilerinin tüm dünyayı yok etme gücüne sahip olduğu ilk savaştı. Radyasyon ve nükleer kavganın atomin ikincil ürünleri ve zemindeki her patlamanın atmosfere tonlarca kirlilik bırakma becerisi geçmişteki savaşların hiç birinde bir etken olmamıştı. ilk kez, Dünya üzerindeki her canlının kaderi, iki süper güç arasındaki savaş makinesini kullanan birkaç insanın ellerindeydi. 1 980'lerin ortalarında çatışma doruk noktasına ulaştı ğında, silahların - ve onlara sahip olan ülkelerin - sayısı aklı başında her insan için hayal edilmesi güç gibi görünen bo yutlara ulaşmıştı. Gizliliği sonradan kaldırılmış dokümanlar, 1 985 yılında Amerika ve Sovyetler Birliği arasında kullanı ma hazır olan nükleer silahların toplam sayısının 65,000 ci varında olduğunu göstermektedir. Bugün, müzakereler ve silahların azaltılmasından 20 yıl sonra, 8,000'inin "aktif" olduğu düşünülen en az 22,000 si lah kalmıştır. Soğuk Savaş sırasında bu silahların kullanımı nın önlenmesine yol açan stratejinin sebebi, bu kadar yüklü silahın kullanılmasının dünya için nasıl bir anlam ifade ede ceği tehdidiydi. Bu stratejinin adı karşılıklı garantili imha (KGİ ), zamanın süper güçleri tarafından silahların kullanımının olası sonu cunun muhtemel bir açıklamasıydı. Kennedy Yönetimindeki üyeler tarafından ortaya atılan bu terim, topyekün bir savaş durumunda, hem saldıran hem de saldırılan tarafın yok edi leceğini kabul eder; hiçbir anlaşma, ateşkes, hayatta kalan in san veya zafer kazanan olmayacaktır. . . kısaca mutlak yıkım. 263
D E Rİ N G E RÇ E K
Bu tip bir savaşın etkilerine dair her türlü kuşku, 1 983 yı lının Cadılar Bayramında, Washington, D.C.'de gerçekleşen eşi benzeri görülmemiş bir konferansta test edildi. Nükleer Savaşın Uzun Vadeli Küresel Biyolojik Neticeleri Konferan sı her biri alanında saygınlık kazanmış üç kişi tarafından yönetildi. Biyolog ve The Population Bomb (Sierra Club/ Ballantine Books, 1 96 8 ) isimli kitabın yazarı Paul Ehrlich; kozmolog ve Cosmos (Ballantine Books, 1 980) isimli kita bın yazarı Carl Sagan ve Stanford Üniversitesi eski başkanla rından Donald Kennedy birlikte nükleer savaşın kazanılmaz doğası için güçlü bir argüman sundular. 1 2 İlk kez kamuya açık bir şekilde gerçekleştirilen bu top lantıda, Soğuk Savaşın ifade ettiği nükleer savaşın sonuçları dünyaya açık ve görsel bir şekilde sunuldu. Olası netice, nük leer kış adı verilen fenomen, ITAPS olarak bilinen bir grup araştırmacı tarafından anlatıldı (soyadlarının baş harfleri: Truco, Toon, Ackerman, Pollack ve Sagan). Bir atomik savaş sonrası büyük şehirlerin yanmasıyla ortaya çıkacak duman, is ve nükleer atıkları hava kalıplarıyla kombine eden bilgisayar modelleriyle, simülasyonlar, Dünyaya çok daha az miktarda güneş ışığının ulaşacağını öne sürdü. Modellerin ortaya koy duğu etkilerden biri, yetersiz güneş ışığına bağlı olarak küre sel ısılarda saldırının süresine bağlı olarak birkaç ay ila birkaç sene sürebilecek ciddi bir düşüştü nükleer kış. Bilim adamla rı modellerini, eski çağlardaki asteroid etkilerinin ve modern -
zamanlarda patlayan büyük volkanik dağların benzer tipteki etkilerini belgeleyen gerçek verilere dayandırdılar. Konferans hava kalıplarını, önce kimin kime saldırdığını, hangi şehirlerin dahil olduğunu ve tarafların kaç silah kulla nacağını hesaba katan çeşitli senaryolar ürettiler. Neticelerin hiçbiri iyi görünmüyordu. Bunun, nükleer kış üzerine kamu264
A R T I K SAVAŞ İ Ş E YA R A M I Y O R N E D E N B A R I Ş A U Y G U N " Ü R E T İ L O İ K " ?
ya açık gerçekleştirilen ilk konferans olmasının yanında, bu konferansta savaş tercihinin çevresel etkileri, iklim konusun daki ilk siyasi tartışmaları ortaya çıkarmıştır. Simülasyonlar bir şeyi net bir biçimde gözler önüne seri yordu: Dünya, amacı artık hiçbir anlam ifade etmeyen yeni bir savaş türüyle karşı karşıyaydı, çünkü görünüşe bakılırsa bu savaşın bir kazananı olmayacaktı. Soğuk Savaş her iki tarafın da kaybedeceği bir önermeydi. İlk kez, zamanın en ileri silahlarıyla ortaya çıkan saldırı fikri, savaş ihtimalini hedefiyle uyumsuz kılıyordu. Soğuk Savaş yıllarının TTAPS raporlarından kısa süre sonra ve 1 983 yılındaki ölümünden hemen önce, gelecek bi limci Buckminster Guller modern dünyada savaşın rolüyle ilgili isabetli bir tahminde bulundu. "Ya savaş hükümsüz
dür, " dedi, "ya da insan. " 13 Einstein, bir sonraki dünya sava şının nasıl savaşılacağı sorusunu yanıtlarken aklında benzer bir tema vardı. " Üçüncü Dünya Savaşının hangi silahlarla
savaşılacağını bilmiyorum," dedi, "ama Dördüncü Dünya Savaşı taş ve sopalarla yapılacak." 14 Hem Einstein hem de Fuller doğru iz üzerindeydi ve neredey se bir gecede, nükleer silahların savaşın faydalılığını hükümsüz kıldığını belirttiler. 1945'ten önce savaşları haklı gerekçelere dayandıran düşünce temel olarak iki fikri esas alıyordu: 1
Mücadele edilen savaş kazanılabilirdir.
2
Savaştan geriye kalan kullanılabilirdir.
Soğuk Savaş sırasında biriktirilen nükleer cephanelikler, geçmişteki savaşların anlamsız kaldığını ortaya koydu - ar tık onlar, kelimenin geleneksel anlamıyla kazanılabilir de265
D E R İ N G E RÇ E K
ğildiler. Radyoaktif kontaminasyonun vereceği ilk zararın büyüklüğü ve kalan toprakları çok uzun süre çorak bıraka cak akıbeti arasında, geçmişte sıralanan sebeplerden ötürü savaşın faydalılığı sonsuza dek geçersiz kılındı. Neredeyse bir gecede, savaş hakkında son 5,000 yıldır sürdürdüğümüz düşünceler hükümsüz kaldı.
Savaşı Nerede Öğrendik? Zamanımızın en iyi bilimi, ilk geniş ölçekli savaşların, son dünya çağından modern zamanlarda gördüğümüz ikli me geçiş esnasında savaşıldığını göstermektedir. Son dünya çağı kulağa çok uzun zaman öncesi gibi gelse de, bu gezegen üzerindeki tarihimizin genel çerçevesinde, o kadar uzak de ğildir - 200,000 yıllık varoluşumuzdan 5,000 yılı çıkardığı mızda, geriye insanlar arasında geniş ölçekli savaşlara dair hiçbir delile rastlamadığımız 1 95 ,000 yıl kalır (ya da Dünya üzerinde geçirdiğimiz zamanın yüzde 97,5'i). Bu veri, savaşın bizim tecrübemizde nispeten yakın za manda başlayan bir fenomen olduğunu göstermektedir. Geç mişimizde savaşın rolüne dair iki olası perspektif vardır: ( l ) eski çağlarda gerçekten de geniş ölçekli savaşlar vardı ve biz henüz bu savaşlara dahil hiçbir delile rastlamadık ya da (2) savaşlara dair en eski delilleri bulduk ve bu bize onların bir kaidesizlik olduğunu gösterir. Ben bu olasılıkları anlamaya başladığımda, daha derin bir soru sormak zorunda olduğumu hissettim: Büyük savaşlar
ne zaman başlamış olursa olsun, biz savaşı ilk nerede öğren dik ? Taklit edecek aksiyon filmleri olmadan, örnek alacak tecrübeler olmadan ve daha sonra kendimize model olarak 266
A R T I K S A V A Ş İ Ş E Y A R A M I Y O R N l D E N B A R / Ş A U Y G U N U R f / l l IJIK ' 'I
kullanacağımız silahlar olmadan, geçmişimizin silahlarını icat etmeyi kim akıl etti? Ö rneğin, bir başka insanın canını almak için ucu sivrileştirilmiş çelik bıçak ya da üzerinde sivri uçları olan ağır bir top kullanmayı kim akıl etti ? Bu sorunun yanıtını hiçbir zaman bilemesek de, Dünya üzerindeki ilk tecrübelerimize dair en eski kayıtlardan bazı ipuçları elde etmek mümkündür. Ve bu kayıtlardan biri, m.ö. 2. yüzyılda Hıristiyan kilisesi tarafından yasaklandık tan sonra, yakın zamanda tekrar ortaya çıkmıştır. Bu, Pey gamber Enoş'un Kitabıdır. İlk kilise tarihçilerinin Enoş Kitabına saygıyla baktıkla rı aşikardır. Lyonlu İreneyus ve İskenderiyeli element gibi saygın alimler Hıristiyan tefsirlerinde Enoş Kitabından söz eder. Ö rneğin, 2. yüzyılda yaşamış Kartacalı tarihçi Tertul lianus Enoş Kitabından kutsal edebiyat olarak bahseder ve bu adamın sözlerinin ilahi bir kuvvetten ilham aldığını ve İsa ve Mezmurlar kitapları gibi diğer kutsal belgelere verilen aynı inancın bu kitaba da gösterilmesi gerektiğini söyler. 1 5 Tertullianus şöyle der: "Enoş Tanrı ile aynı kutsal metinde konuştuğundan ve 'aydınlanma için uygun olan her metin kutsal bir güçten ilham aldığından' gelin, bize ait olan hiçbir şeyi reddetmeyelim." 1 6 Oxford'daki Bodleian Kütüphanesine tek bir kopya su nulana, kitap yeniden keşfedilene ve daha sonra 1 82 1 yı lında Richard Lawrence tarafından tercüme edilene kadar Enoş Kitabı neredeyse 1 ,500 yıl boyunca kayıptı. Enoş Kitabı, peygamberin insan ırkının saklı tarihini oğlu Methuselah'a anlattığı bir hikayeyle başlar. Methuselah ba basının sözlerinin, yaşlı adam "gözleri kocaman . . . göklerde bir vizyon gördüğü sırada, " konuşulduğunu yazar. 1 7 Farkın dalıklı ama değişen bir bilinç evresinde Enoş o dönemde ta267
D E R İ N G E RÇ E K
nık oldukları insanlığın çöküşü ve ıstırapların kaynağı sa vaş dahil için sebepler sıralar. Ve burası, savaşın kökenine dair ilk yazılı ipuçlarına rastladığımız yerdir. Peygamberlerin -
-
vahiylerine sık sık eşlik ettiği görülen belirsiz ve genel refe ranslardan sonra, Enoş vizyonlarını hassasiyetle paylaşır. Enoş "cennetin meleklerinin" uzun zaman önce, türümü zün ilk üyeleri yeryüzünde henüz ellerindeki gücü sorumlu bir şekilde kullanmaları için gereken bilgeliğe erişecek kadar uzun zaman geçirmemişken, yaratılışın sırrını insanoğluyla nasıl paylaştığını anlatır. Bitki ve şifalı otların, dilin, yazının ve simyanın sırlarının dünya insanlarına nasıl aktarıldığından söz eder. Ama öğrendikleri bilgileri doğru bir şekilde uygula yacak olgunluğa sahip olmadıklarından, bu bilgi yanlış kulla nılmıştır. Dünyamızın doğasını anlamak için başlattığı çaresiz arayışta Enoş "saklanan her şeyin" gösterilmesini ister. Ve karşılık olarak oğluna, "cennetten yeryüzüne inen ve sırları insan oğullarına aktaran ve insan oğullarını günah işlemeye teşvik eden meleklerin" isimlerinin bahşedildiğini anlatır.18 Belirli melekleri ve her birinin açığa çıkardığı sırları teker teker sıralayan Enoş metinde, örneğin melek Azazyel'in nasıl "dünya üzerindeki her türe kötülüğü öğrettiğini ve cennet te yaratılan tüm gizli şeyleri dünyaya açıkladığını" anlatır.1 9 Enoş'un tecrübelerinin savaşın kökenini esas alan kısmı, melek Gadrel'in Dünya insanlarına ne öğrettiğine dair açıklamasıdır. Bu, "insanın çocuklarına katliam için ölüm araçlarını, zırh par kasını, kalkan ve kılıcı" öğreten melektir.20 ( İtalikler bana ait.) Bilgi ve bilgelik arasında, onu yaşamlarımıza uygulamak la gelen bir ayrım yapan Enoş, cennetin sırlarının nasıl olup da insan dünyasında kaybolduğunu şöyle anlatır: "Bilgelik insanın oğulları arasında yaşamaya geldi, ama kendine bir yer bulamadı. "21 Enoş vizyonun bu bölümünü şöyle tamam268
A R T I K SAVAŞ İ Ş E YA R A M I Y O R N E D E N B A R I Ş A U Y G U N ' Ü R ET İ l O İ K " ?
lar: " Bilgelik yeryüzünde iskan edebileceği bir yer bulamadı; bu yüzden onun yaşamı cennettedir. "22
Enoş'un savaş araçlarının bir başka alemden geldiği hika yesi ilk Hristiyan geleneklerinde yer bulmuş olsa da bun, savaş düşüncelerini ve o savaşları gerçekleştirmek için gereken araç ları Dünyaya getiren tek dünya dışı varlıklar hikayesi değildir. Edebiyatta, 80'den fazla savaş "tanrısını" ve onların insan larla olan ilişkilerini anlatan - Sümerler ve eski Mısır' dan mo dern zamanlara kadar - en az 36 farklı gelenek vardır. Enoş'un anlattığı Hıristiyan melekler teolojisine ek olarak, Tibet (Begt se), Hindu (Karttikeya), Japon (Bishamon), Kelt (Teutates), Yunan (Ares), İran (Dev), Maya (Buluc Chabtan), Aztek (Mix
coatl), PoloneıJMaori (Maru), Babil (Ninurta), Germen (Thy), Hitit ( Wurukatte), Akad (Zababa), Fin (Turris) ve Amerikan Yerlisi (Turris) savaş tanrıları bunlara örnektir. Bu kadar çok sayıda çeşitli gelenek böyle benzer bir tema içeren bir hikaye paylaştığında, her birinin geçmişte yaşan mış gerçek bir olayın kendine özgü anlatımı olduğunu gör mek sıradışı bir durum değildir. Buna bir örnek, uzun zaman önce dünyayı gark eden büyük bir selin evrensel hikayesi (şimdi son buzul çağının son dönemlerinde buzların erime sine ve deniz seviyesinin yükselmesine bağlı gerçekleştiğine inanılmaktadır) ve hikayeyi anlatan her grubun yeni dünya da yeniden iskan etmede nasıl rol oynadığıdır. Ben bu hika yeleri bizzat And ve Ural dağlarının Quechua yerlilerinden, Peru'daki Titicaca Gölü yerlilerinden, Mısır'ın Sinai Çölün de yaşayan Bedevilerden, Amerika'daki Southwest Çölünde 269
DERİN GERÇEK
yaşayan Hopi, Najavo ve Pueblo yerlilerinden dinledim. Nasıl sel hikayesi neredeyse evrensel olmuşsa, bu kadar çok geleneğin savaşın kökenini ve tekniklerini varoluşun daha yüksek alemlerinde olup biten bir şeye dayandırma sı, insan kederinin binlerce yıllık ve anlamsız gibi görünen kaynağına yeni ışık tutmaktadır. Savaşlarımızı maharetle yürütsek, tutkuyla savaştığımıza inansak ve son 5,000 yıldır inançlarımızı haklı gerekçelere dayandırmış olsak da, uğ runda savaştığımız şeyin aslında bizim savaşımız olmaması mümkün mü? Diğer bir deyişle, uzun bir zaman önce, varo luşun bir diğer aleminde türemiş çok eski bir inancın (savaş) saf takipçileri olmuş ve inancın ve ardından gelen savaşların bize ait olduğunu düşünmeye başlamış olabilir miyiz? Bu bazıları için ilk başta uzak bir ihtimal gibi görünse de, eski çağ medeniyetlerindeki savaş yoksunluğa dair bilimsel delilleri savaşın kökenine dair bu kadar çeşitli geleneklerdeki neredeyse evrensel olmuş temayla bir araya getirdiğimizde, sa vaşın anlamsızlığına anlam vermeye yardımcı olacak güçlü bir anlayış ediniriz. Böyle bir anlayışla, farklılıklarımızı çözmek için bir diğer insanı öldürme alışkanlığımızdan kurtulmanın bir yolunu bulmamıza olanak veren yeni bir perspektif gelir. Biz gerçekten de Enoş'un söylediği gibi "Dünya üzerinde kötülüğün her türünü" daha üstün bir akıldan öğrendiysek ve bu akıl "insanın çocuklarına katliam için ölüm araçlarını, zırh parkasını, kalkan ve kılıcı" öğrettiyse, o zaman bu uğrunda mücadele verdiğimiz savaşların başkalarının fikirleri olduğu nu fark etmek anlamına mı gelir? Bir gün uyanmamız, 5,000 yıllık şiddetin ardından birbirimize bakmamız ve kendimize "Ne sanıyorduk ki ? " diye sormamız mümkün mü? Size bu bakış açısını sunuyorum, çünkü bu gerçektir. Bu, Mısır'ın Sinai Çölünde yıldızların altındaki kamp ateşlerin270
A R T I K SAVAŞ i Ş E YAR A M I Y D R N E D E N B A R I S A U Y G U N " U R E T I L D I K " ?
de paylaşılan sırdır. Himalayalardaki Budist manastırların derin sohbetlerinde anlatıldığı gibi, merhamete ulaşmanın anahtarıdır. Bugün var olan kederden son dünya çağı dön güsü tamamlanırken yeni doğan dünyaya barışçıl bir geçiş için And Dağlarının barındırdığı bakış açısıdır. Geçmişimize damga vuran nefretin en korkunç eylemlerinden fazlası ol duğumuza inanmak için sebebe ihtiyacımız varsa, her gün dünyanın dört bir yanında yaşanan sayısız şefkat ve merha met eylemine ve bize en gerçek doğamızı anımsatan güzellik lere bakmamız yeterli olacaktır.
Özümüze Kadar İyiyiz! Bana sorarsanız, dünyadaki çoğu insanı birbirine bağlayan bir arzu vardır: en derin şefkat özlemimiz. Bizler, iyi bir dün yada yaşayan iyi insanlar olduğumuza inanmak isteriz. Ancak tuhaf bir şekilde, iyiliğin doğamızın en karanlık nitelikleriyle lekelendiği kitap ve filmlere çekilir ve iyilik kazandığında se viniriz. Forrest Gump gibi birinin masumiyetinin ( 1 994 yapı mı aynı isimli filmde başrolde Tom Hanks vardı) bize kendi içimizdeki masumiyete dair bir şeyler hatırlatmasını severiz. Bu içimizdeki derin hayırseverlik hissi, 1 3. yüzyıl alimlerin den Aziz Thomas Aquinas tarafından güzel ve basit bir dille ifade etmişti. Uzak diyarlarda bir dağın tepesinde duymayı bek leyeceğimiz bilge bir guru gibi şöyle der: "Türlerin iyiliği bire yin iyiliğinden üstündür, tıpkı biçimin maddeden üstün olması gibi. "23 Yaklaşık dört yüz yıl kadar sonra, bilim adamı ve filo zof Sir Francis Bacon bu ifadeyi şu sözleriyle tekrarladı: " İyiliğe olan eğilim insan doğasının derinliklerine kazınmıştır... " 24 Ya
şamlarımızda uzun soluklu değişime kapı aralayan, temelinde 271
D E Rİ N G E RÇ E K
sahip olduğumuz iyi karakter ve bir tür olarak eşsizliğimizdir. Dünyanın her kırasım gezmiş biri olarak (Antarktika ha riç), yemekler, tabiat ve günlük yaşamı paylaşma ayrıcalığı na sahip olduğum insanlar arasında ortak bir tema vardı. Tibet, Bolivya ve Peru'nun uzak dağlarındaki köylülerden ve rahiplerden ... Mısır, Hindistan, Nepal ve Tayland'ın yanı sıra Avrupa'nın çarşılarındaki sokak satıcılarına ve Avustral ya ve Kuzey Amerika'nın kasabalarına ve kafelerine kadar, insanlar özlerinde " iyidirler. " Kaybolmuşsam yardım etmek isterler. Karnım açsa, sahip oldukları bir parça yemeği paylaşmak isterler. Yaralanmış sam bu yabancıya el uzatırlar. Ve bunlar yalnızca benim ya şamımdan tecrübeler değildir. Amerika Birleşik Devletlerin de seyahat etmiş ya da anavatanının sınırlarından ayrılmış herhangi birine sorun; sorduğunuz her insan için, küresel ailemizde ve derin iyilik hissimize dair başka bir hikaye din leyeceksiniz. Ve bizim çatışmaya değil, " barışa" uygun ya ratıldığımızı kuşkusuz ortaya koyan şey bizim iyiliğimizdir. Bugün dünyadaki sıkıntılı konulara yakından bakarsa nız, çatışmanın genel anlamda çiftlik ve köylerdeki insanlar arasında olmadığını anlarsınız. Çatışmayı ve mücadeleyi te tikleyen, insanların yaşamlarını değiştirmeye çalışan kurum lar, hükümetler, kuruluşlar ve siyasi hareketlerdir. Bireyler ve aileler olarak biz kendimizi nasıl koşullar içinde bulursak bulalım, her zaman mutlu olmanın bir yolunu buluruz. Evsiz dilenciler ve toprağı işleyen dürüst insanlardan güç lü pozisyonlarda bulunan parlak zihinlere, herkes yaşamın da aynı şeylerin peşindedir: barış, besin, sığınacak bir yer, sağlık, yaşamı aileleri için daha iyi hale getirecek fırsatlar ve yaratılıştaki yerlerine dair daha iyi bir anlayış. 20. yüzyılın en büyük psikologlarından biri olan Abra272
A R T I K SAVAŞ İ Ş E YA R A M I Y O R : N E O E N B A R I Ş A UYG U N " Ü R ET İ L D İ K " ?
ham Maslow ilk olarak adını, primatların sosyal davranışları üzerine yaptığı çalışmalarıyla duyurdu. Ancak daha sonraki yıllarda, kendini yalnızca insan doğası çalışmalarına adadı ve varoluşumuzun "olağanüstü olasılıklarını ve gizemli de rinliklerini" inceledi. Temel doğamızın şehvet, bencillik ve saldırganlık olduğunu öne süren Sigmund Freud gibi mes lektaşlarına rağmen, Maslow'un çalışmaları onu, "insanla rın özünde makul olduklarına" inandırdı.25 İyiliğimize olan sarsılmaz inancı, insanoğlunun özümüzün bir parçası ola rak "daha yüce bir doğaya" sahip olduğunu ve türümüzün "kendi insan ve biyolojik doğasıyla harika" olabileceğini yazdığı son günlerine kadar devam etti.26 Hüsnükuruntunun ötesinde, esas " iyiliğimiz" yaşamla rımızda bu niteliğin gücünü gösteren sayısız örnekle teyit edilmiştir. Yalnızca modern bir fenomenin ötesinde, savaş meydanı kahramanlıklarından yakın zamanda yaşanan sel, kasırga ve terör trajedilerine, bir insanın bir diğeri için canı nı feda ettiğini görmek sıradışı bir durum değildir. Bizden birini tehdit eden koşullar karşısında, temel yaşa mı sürdürme içgüdüsü, kendimiz için duyduğumuz korku ve endişelerden daha güçlü olduğunu kanıtlar. Görünüşe bakı lırsa bu içgüdü doğamızın dokusuna öyle derinden işlenmiş tir ki biz bu niteliği kendi türümüzün ötesinde, hayvanlar aleminde bile hayata geçiririz.
İyiliğimizin Kamtı 2008
yılında dünyanın bir ucundaki tozlu bir yolda dört Amerikalı asker kurtarıldığında, insan merhametinin ve bizim özümüzde yatan iyiliğin olabilecek en net ifadesi ortaya kondu. 273
D E Rİ N G E RÇ E K
O gün, birinci sınıf er Ross McGinnis dört askerle birlik te nöbette olduğu zırhlı bir tankın kaportasına bir makineli tüfek yerleştiriyordu. Aniden bir Iraklı aracın içinde pimi çe kilmiş bir el bombası fırlattı. El bombası aracın içine düştü ve McGinnis'in arkadaşları aracın içinde sıkıştı. McGinnis hayatta kalmak üzere eğitilmişti. Eğitimi uy gulayabilir ve kendi yaşamını kurtarmak için çıkma kule nin açıklığından yere atlayabilirdi. Bunu yapması son derece mantıklı bir hareket olurdu. Ama yapmadı. Ve bu yüzden bu hikaye bu kadar güçlüdür. Bunun yerine, McGinnis açık kapaktan içeri girdi ve sa niyeler ötedeki patlamaya karşı kendini zırh olarak kullandı. Arkadaşlarını kurtarmak için, Ross McGinnis'in bedeni pat lamanın etkisini ve şarapnelleri üzerine çekti ve McGinnis patlama anında hayatını kaybetti. " Eğer [McGinnis] patla mayı bedeniyle bloke etmeseydi, kuşkusuz kimse canlı kala mazdı," dedi patlamanın etkisiyle ufak yaralar alan şoför. 27 Beyaz Saray seremonisinde, Ross McGinnis Onur Madal yası alan dördüncü Irak Savaşı askeri oldu. Ödül, Başkan Ge orge W. Bush tarafından McGinnis'in ailesine takdim edildi. "Amerika ülkesi için canını veren ve 1 9 yaşında hayata gözlerini yuman bu cesur askerin adını her zaman şerefle anacaktır," dedi Bush. Ross McGinnis'in ülkesi için feda et tiği şey hepimize gerçek doğamızın tam ifadesini hatırlatır biz birbirimizi olağanüstü şekillerde önemseriz ve bu önem seme duygumuz kendini hayatlar tehlikede olduğunda bir refleks olarak gösterir. Ve iyilik tepkimizi tetikleyen yalnızca insan hayatı değildir.
274
A R T I K SAVAŞ İ Ş E YA R A M I Y O R N E D E N B A R I Ş A U Y G U N " Ü R E T İ L O İ K " ?
8 Kasım 2007'de, Vem Newell akla gelmeyecek bir olay la karşılaştı. Ama hayatını bir değil, iki kez riske atmasının sebebi evinde yangın çıkmış olması değildi. Hala evin içinde olanlardı: Newell'ın on köpeği evdeydi. Hayvanlarının bir kısmını güvenle dışarı çıkarmak için ilk kez eve girip çıktık tan sonra, diğer köpeklerin onun yardımı olmadan hayatta kalamayacaklarını biliyordu. Olay mahallindeki itfaiyeciler de durumun farkındaydı, ama onlar yine de Newell'ın eve ikinci kez girmesini önlemeye çalıştılar. " [İtfaiyeci] beni tut maya çalıştı," dedi Newell. " Onun işi başından aşkındı. Ne redeyse çenesine yumruk atacaktım. " 28 Newell köpeklerinin hepsini kurtardı ve birlikte sigortalı olmayan evlerinin alevlere teslim oluşunu izlediler. Ona ne den köpekleri için hayatını riske attığı sorulduğunda yanıtı çok basitti. " Onlar benim ailem. " İnsanlar başka insanlardaki iyiliği görür ve bunun bir parçası olmak isterler. Newell ve köpeklerinin yaşadığı kü çük kasaba da bir istisna değildir. Yangından hemen sonra Newell'ın komşuları ona ve köpeklerine yeni bir ev inşa et mek için bir araya geldi. Hepimiz daha önce başka insanları kurtarmak için ha yatlarını riske atan insanlar ve hayvanları kurtarmak için hayatlarını riske atan insanlar hakkında hikayeler duymu şuzdur. Vem Newell şanslıydı. Riskli kurtarma girişiminden sağ salim kurtuldu ve hikayesi mutlu bir sonla bitti. Ama her hikaye böyle değildir. 2 0 1 0 yılının Noel gününde, 62 yaşındaki Teksaslı bir adam, ailesini ve ailenin Labrador cinsi köpeğini yanan ev lerinden kurtarmaya çalışırken hayatını kaybetti. Sabahın erken saatlerinde, Frank Kruse eşini ve yeğenini dumanla rın arasından çekip çıkarmayı başardı. Aile güvenli bir yere 275
D E Ri N G E RÇ E K alındığında, 1 3 yaşındaki Labrador cinsi köpekleri Sugar ortalıkta yoktu. Frank köpeğini bulmak için tekrar alevle rin arasına daldı ve hem Frank hem de Sugar alevlere teslim oldu. O Noel günü, Frank'in ailesini kurtardığı yangında Frank ve Sugar hayatlarını kaybettiler.29
Bu hikayelerdeki gibi anlarda içimizde bir şey "devreye girer" ve gerçek doğamız muazzam bir ışıltıyla parlar. Ve tam da böyle anlarda, bizi diğer yaşam formlarından ayı ran şeyin ne olduğuna tanık oluruz. Bu olayların her birinde insanların kendi hayatlarını kurtarmaya odaklanmaları çok daha kolay - ve yaşamı tehdit eden durumlar göz önünde bulundurulduğunda kesinlikle kabul edilebilir - olurdu. An cak karşılarına tercih yapma şansı çıktığında, içlerindeki bir şey mantıklarından üstün geldi ve onlar bir diğer canlının hayatını kurtarmak için harekete geçtiler. Ve Frank ve Sugar'ın durumunda olduğu gibi başarısız olduğumuzda bile asıl önemli olan denemektir - içimizde bir şey, bir başka canlıyı kurtarmak için hayatımızı riske atmayı, hatta ölmeyi tercih eder. Son yıllarda haber ağlarında bun lara benzer pek çok hikayeye tanık olduk; yanan evlerden kurtarılan köpekler, kediler, hatta hamster türü fareler mi istersiniz, Batı Amerika'nın sele teslim olan kanyonlarında kurtarılan atlar mı? 1 1 Eylül'den sonra, çok az reklamı yapılan bir proje aşa ğı Manhattan'ın dağılmış apartmanlarında, yerle bir olmuş otellerinde ve yanmış evlerinde kapı kapı dolaşıp kaos es nasında terk edilmiş evcil hayvanları aramaya odaklandı. 276
A R T I K SAVAŞ İ Ş E YA R A M I Y O R : N E D E N BARIŞA U Y G U N " Ü R E T İ L D İ K " ?
Çürük binalarda ve zehirli dumanın içinde yaşamlarını teh likeye atan insanların ödülü, hikayeyi izleyen muhabirlerin gözlerini doldurdu. Kuyruklarını sallayan ya da insan dokunuşuna iniltiyle karşılık veren - aç, susuz ve canlı - evcil hayvanlar teker teker toplandı. Bir kez daha, 1 1 Eylül'ü takip eden saat ve günlerde, hayvan ölümlerini böyle bir felaketin kaçınılmaz bir neticesi olarak kabul etmek trajedinin boyutlarına bakıl dığında normal olurdu. Ama biz bunu kabul etmedik. O anlarda, benim insan doğasının gerçek özü olduğuna inandığım şeyin bir örneğine rastlarız. En temel evremizde - muhtaç, açgözlü, suiistimal edilmiş veya hayatta kalmak için rekabet içinde olduğumuza inanmamıza yol açan yü kümlülüklerden ve yanlış varsayımlardan bağımsız bir şe kilde - bizler özünde şefkatli, merhametli ve verici türleri, iyilik emsalleriyiz. Varoluşumuzun en temel seviyesinde, kriz anlarında doğamızın gerçeğini kendimize defalarca kanıtla rız. Bu bölümde paylaştığım hikayeler ve daha binlercesi bu gerçeği kuşkusuz gözler önüne sermektedir. Ancak aynı zamanda hayata sımsıkı tutunan türleriz. Eks trem koşullara sürüklendiğimizde, anın gereksinimi içimizde ki gücü ve kapasiteyi tetikler ve temel doğamızı bizi savaşçı lara dönüştürmeye teşvik eder. Gerektiğinde şiddete eğilimli insanlar olabiliriz. Kendimizi ve ailemizi korumak için zincir leri kırıp bir başkasının canını alabiliriz. Hayatta kalmak için en temel iyilik içgüdülerimize ihanet edebiliriz. Ve katalizöre dönüşen şey, kendimizi içinde bulduğumuz koşullardır. Şiddetimiz, bireyler, aileler, toplumlar veya uluslar ola rak bizi tehdit ettiğine inandığımız koşullarla tetiklenebilir. Bu koşullar gerçek olabilir ya da gerçek gibi algılanabilir. Önemli olan şu ki, biz bu koşulların varlığını sezer ve ken277
D E Rİ N G E RÇ E K dimizi tehdit altında hissederiz. Tek başımıza veya birlikte barışçıl doğamıza ihanet ettiğimiz durumlar şunlardır: •
Kişisel olarak tehdit altında olduğumuzu hissederiz.
•
Ailelerimizin tehdit altında olduğunu hissederiz.
•
Yaşam biçimimizin tehdit altında olduğunu hissederiz.
İçimizdeki temel "iyiliğe" ihanet ettiğimizde, benliğimizin en kötü ve en korkutucu yüzüne tanık oluruz. Atalarımızın
1 0,000 yıl önce savaşı seçmeleri de bu koşullara bağlı olabilir. Değişen bir iklim ve hayatta kalmak için temel gereksinimlere kısıtlı erişim - besin, su, kaynaklar, eş - rekabet için algılanan ihtiyaç, işbirliğinin faydalarından ağır basmış olabilir. Sava şan insanlar ya kişisel olarak kendilerine ya da ailelerine veya alıştıkları yaşam biçime karşı bir tehdit algıladılar. Algılanan tehdit karşısında, gerçek doğalarına ihanet ettiler. İnsanlar konusundaki her genellemede olduğu gibi, her zaman istisnalar vardır. Her toplumda, bireyler hepimizin sakındığı ve uzak durduğu en karanlık niteliklere doğru iler lerken iyiliğimizi çürüten istatistikler vardır. En korkunç ka busları yaşamlarının gerçekliğine dönüştüğünde, neredeyse her kuşak, Karındeşen Jack veya Ted Bundy gibi seri katil lerin özünde yaşamı onurlandıran toplumları ve mahalleleri felce uğratması gibi, belki de en iyi "şeytanın vücut bulmuş hali" olarak tanımla na bilecek dehşeti yaşamıştır. Ender olsa da bazı durumlarda bu insanlar üstün bir güce ulaşırlar. Entrikalarını hayata geçirmek adına dev orduları baştan çıkarmak için karizmalarını kullanarak diğer ırkla ra, başka uluslara, hatta kendi halklarına zulüm yaşatırlar. 278
ARTIK SAVAŞ İ Ş E YARA M I Y O R N E D E N BAR IŞA U Y G U N " Ü R E T İ L D İ K " ?
Bunlar sağlıklı, rasyonel insanların hayal bile edemeyecek leri eylemlerdir. Ancak bu tip karanlık anları, doğamız ge reği ne olduğumuzdan ziyade, ekstrem koşullar altında ne yaptığımızı göstermektedir. Şanslıyız ki Pol Potlar (gerçek adıyla Saloth Sar)� Adolf Hitlerler, Saddam Hüseyinler ve terör örgütleri bir kural değil, bir istisnadır ve genel resme baktığınızda azınlıktılar.
İşbirliği Anahtanllf Tarihçiler 20. yüzyılı kaydedilmiş tarihin en kanlı yüzyılı olarak tarif etmektedir. 30 Bu iddiayı ilk duyduğumda, bunu bir hata olduğunu düşündüm. Kuşkusuz Haçlı Seferleri - ör neğin - ya da Romalıların Avrupa ve Ortadoğu'ya yaptığı seferler, Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarının sebep olduğun dan çok daha fazla can almış olmalıydı. Ama matematiğe başvurduğumuzda, tarihçiler haklıdır. Ve rakamlar insanın aklını başından alacak düzeydedir. Ö rneğin yalnızca il. Dünya Savaşında, savaş meydanında ya da savaşla bağlantılı zulümlerde yaklaşık 50 milyon insan öldü.31 Ve zulümlere bağlı ölümlerin sayısı savaş sona erdikten sonra, yüzyılın sonlarına kadar sürdü. 1 999 yılında, her yaş tan 80 milyon erkek, kadın ve çocuk etnik, dini ve felsefi ça tışmalar sebebiyle hayatını kaybetti. Bu rakam aynı dönemde gerçekleşen tüm doğal afetlerde ve AIDS salgınında hayatını kaybeden insanların toplam sayısının beş katıdır. Son yüzyılın " barışı katleden yüzyıl" unvanı almasının sebebi budur.32 İ htilaflı sınırlara ve eksilen kaynaklara bağlı savaşlara ek olarak, son yüzyılda yeni bir vahşet türü yükselişe geç ti: geleneksel savaşın ötesinde fikirlere dayanan toplumları 279
D E R i N G E RÇ E K "arındırma" çabası. 1 948 yılında, Birleşmiş Milletler bu tip katliamı izah etmek ve bu katliamı küresel politikalar anla mında net bir şekilde ifade etmek ve yasadışı ilan etmek için jenosit terimini benimsedi. Bu tüyler ürperten istatistikleri burada paylaşmamın sebebi, onları mümkün kılan düşün cenin, yanlış bilimsel varsayımları sürdürmenin ve onları uç noktalara taşımanın yol açabileceği noktaya dair etkileyici bir örnek olmasıdır. Soykırımın her türlüsünün altında yatan ve bazılarında doğrudan doğruya ifade edilen düşünce Darwin'in doğaya dair gözlemleriyle, bunları yazılarında ifade ediş biçimiyle ve bu gözlemlerin başkaları tarafından nasıl yorumlandığıyla ilişkilidir. Bu düşünce, resmi adıyla Quotations (rom Cha irman Mao Tse-Tung olan "Küçük Kırmızı Kitap" ve Adolf Hitler'in dünya görüşünü ayrıntılarıyla içeren Mein Kamp( gibi felsefi eserlerin esas aldığı fikirlerde yankı bulmuştur. Her iki kitap da toplamda 40 milyondan fazla insanın ölü müyle sonuçlanan korkunç katliamlar için gerekçe olarak kullanılmıştır: burada sözü edilen ölü sayısı Çin'de 30 mil yon ve il. Dünya Savaşının Polonyalı ve Yahudi soykırımla rında toplam 10.8 milyondur. Türlerin Kökeni adlı eserinde Darwin, doğada gözlemle diği türlerin en zayıf üyelerini "ayıklama" durumunun in sanlar için de geçerli olduğu inancını açıkça ifade eder: Sonunda, yavru guguğun üvey kardeşlerini yuvadan at ması, karıncaların köleleştirmesi, tırtıl sineği kurtçukları nın canlı tırtılların içinde beslenmesi gibi içgüdüleri, özel likle bağışlanmış ya da yaratılmış içgüdüler olarak değil de bütün organik yaratıkların ilerlemesine yol açan genel bir yasanın, yani çoğalmanın, değişmenin, en güçlülerin yaşa-
280
A R T I K SAVAŞ İ Ş E YA R A M I Y O R : N E O E N BARIŞA U Y G U N " Ü R E T İ L O İ K " ?
masının ve en zayıfların ölmesinin küçük belirtileri olarak görmek, mantıklı bir çıkarım olmayabilir, ama benim ha yal gücüm için çok daha doyurucudur. 33
Mein Kampf'ta Hitler bu fikri şöyle açıklar: Her günkü ekmek uğrunda yapılan mücadele zayıf ve hastalıklı ve cesareti az olan mahlukların mağlubiyetini doğurur. Öte yandan dişiyi kendine çekmek ve onu büyüle mek için giriştiği mücadele ancak en sağlam şahsa zürriyet yetiştirmek hakkını verir veya bu işi başarmak imkanım ona sağlar. Fakat kavga, daima grubun sıhhatini ve kuvve tini geliştirecek vasıtadan ibaret kalır veya onun gelişmesi nin ilk şartı olur. 34
Hitler'in eseri Darwin'in sözlerini yansıtıyor gibi görün se de, Devlet Başkanı Mao'nun sözleri, düşüncelerinin nasıl Türlerin Kökeni nden ilham aldığı konusunda kuşkuya yer '
bırakmamaktadır. Mao düşmanları, insan muamelesi gör meyi hak etmeyen "insan dışı varlıklar" olarak görürdü. O dönemde kullanılan sloganlardan biri şuydu: " Çin sosyaliz minin temeli Darwin ve evrim teorisini esas almaktadır."35 Yaşamının ilerleyen dönemlerinde Darwin Türlerin Kö keni adlı kitabındaki sert ifadelerinin bir kısmında geri adım atmıştır. Bireylerin üstün gücü konusundaki ilk çıkarımla rının aksine, sonraki eserleri doğadaki hayatta kalma stra tejilerinin "güçlü olanın hayatta kalması" yerine birlik ve işbirliğine dayandırmaktadır. Bir sonraki kitabı The Descent of Man'de Darwin gözlemlerini şöyle özetler: "En çok sayı da sempatik üyeye sahip toplumlar en çok gelişen ve en fazla çoğalan toplumlar olacaktır. "36 281
D E Rİ N G E RÇ E K Darwin yanlış varsayımının ışığını görmüş olsa da, çok geç kaldığını söyleyebiliriz. Türlerin Kökeni klasik bir eserdi ve bu gün bizi doğal işbirliği ve iyilik içgüdülerimizden uzaklaştırdığı açıkça görülen düşüncelerin temeli olmaya devam etmektedir. 20. yüzyılın başlarında, Rus natüralist Peter Kropotkin kendi gözlemleriyle Darwin'in sonraki çalışmalarını destek ledi. Tıpkı Darwin'in 1 830'1arda yaptığı keşif seferi esnasın da evrimin etkilerini kuş türleri arasında ilk elden gözlemle mesi gibi, Kropotkin de dünyadaki en acımasız bölgelerden birine yaptığı bilimsel keşif gezilerine dayandırdığı gözlem lerini yayınladı: kuzey Sibirya. Kropotkin bir türün başarı sında güçlünün hayatta kalmasından ziyade işbirliği ve bir likteliğin kilit faktörler olduğunu yazdı.
Mutual Aid: A Factor of Evolution ( 1 902) isimli klasik kitabında Kropotkin karıncaların rekabetçi değil, işbirlikçi topluluklar olarak yaşama becerileri sayesinde böcek dün yasında edindikleri avantajları anlattı: Termit ve karıncaların muhteşem yuva ve binalarının, şayet insanlarınki ile aynı ölçülerde olsaydı, çok daha üs tün olduğu görülecekti. Asfaltlanmış yolları ve yer üstü to nozlanmış galerileri, geniş holleri ve tah ı l ambarları, tahıl alanları, hasat etme işlemleri, yumurta ve larvalarının ba kımındaki akılcı metotları, ... ve son olarak cesaretleri ve üstün akılları, tüm bunlar, yoğun ve yorucu yaşamlarının her aşamasında uyguladıkları karşılıklı yardımlaşmanın doğal bir sonucudur. 37
Missouri, Kansas City'de yer alan St. Paul School of Theology'de sosyal ahlak profesörü olan John Swomley, ge leceğimizin küresel toplumlarını inşa etmek adına barışçıl 282
A R T I K SAVAS İ Ş E YA R A M I Y O R N E D E N B A R I S A U Y G U N " Ü R ET İ L D İ K " ?
ve işbirlikçi yollar bulmanın bizim avantajımıza olduğunu söyler. Kropotkin ve diğerlerinin açıklamalarından alıntılar yapan Swomley rekabet yerine işbirliği tercihinin, başarılı bir topluma fayda sağlamaktan fazlasını yapacağını belirtir. Basit ve açık bir dille Swomley, işbirliğinin "evrim ve ha yatta kalma sürecinde kilit faktör" olduğunu söyler. 38 2000 yılının Şubat ayında yayınlanan bir araştırmada Swomley Kropotkin'den alıntı yaparak türler arasında veya içindeki rekabetin "her zaman türlere zarar verdiğini," ifade eder ve şöyle ekler: " Karşılıklı yardımlaşma ve karşılıklı destekle re kabet önlenerek daha iyi koşullar yaratılır. "39 1 993 yılında Rusya, Birobidzhan'da gerçekleşen Bölgesel Gelişimin İnsani Yönleri Sempozyumunun açılış konuşma sında eş başkan Ronald Logan katılımcıların doğayı başarılı toplumlar için bir örnek olarak görmelerine olanak veren bir örnek sundu. Kropotkin'e atıfta bulunan Logan şöyle söyledi: Doğaya sorsak: "kim en güçlü: daima birbirleriyle savaş halinde olanlar mı, yoksa birbirlerini destekleyenler mi?" karşılıklı yardım alışkanlığını benimseyen hayvanların kuş kusuz en güçlü hayvanlar olduklarını görürüz. Onların ha yatta kalma şansları daha yüksektir ve her biri kendi sınıfın da en yüksek zeka gelişimine ve bedensel tertibe erişirler.40
Aynı konuşmanın ilerleyen bölümlerinde Logan, No Con
test: The Case Against Competition (Houghton Mifflin, 1 992) isimli kitabın yazarı Alfie Kohn'un çalışmasından alıntı yaparak gruplarda faydalı miktardaki rekabetle ilgili olarak araştırmasının tereddüde mahal vermeyen sonuçlarını açıkla dı. İşbirliği ve rekabet üzerine yapılan 400'ten fazla çalışmayı inceledikten sonra Kohn şu sonuca vardı: " İdeal miktarda re283
D E R i N G E RÇ E K kabet diye bir şey. . . her çevrede, sınıfta, işyerinde, ailede, oyun sahasında, yoktur... [Rekabet] her zaman yıkıcıdır."41 Doğal yaşam, hayvanlar arasındaki birliktelik, işbirliği ve hayatta kalma deneyleri için tecrübe sahası olarak ka bul edilir. Doğanın dersleri bize, hiç kuşkusuz, birliktelik ve işbirliğinin canlılara avantaj sağladığını gösterir. Çevre mizdeki dünyadan bu tip zaman sınavını geçmiş stratejiler eninde sonunda bizi kendi sürekliliğimiz için net bir strateji ye götürebilir. Ancak böyle bir stratejiyi uygulamak için, bi zim dünyamızda, hayvanlar dünyasında görülmeyen ek bir faktör hesaba katılmalıdır. Bireyler ve bir tür olarak, yaşam biçimimizi değiştirmeden önce "nereye gittiğimizi" ve oraya vardığımızda ne bekleyebileceğimizi bilmemiz gerekir. Sonu cun kayda değer ve dört gözle beklenecek bir şey olduğunu bilmemiz gerekir. Sayısı giderek artan eski, ilmi ve bilimsel deliler, eylemleri mizde bizi hayvansal dürtülerle hareket etmeye zorlayan koşul lar olmadığında, bize fırsat sunulduğunda, türümüzün hayırse ver niteliklerini ortaya çıkaran barışçıl ve merhametli yaşamlar sürdürmeyi seçtiğimizi göstermektedir. Ve hayatta değer verdi ğimiz üç koşul karşılandığında - yani kendimizi güvende his settiğimizde, ailemizin güvende olduğunu hissettiğimizde ve yaşam biçimimizin güvende olduğunu hissettiğimizde - gerçek doğamızın yaptığımız her şeyde ışıldamasına izin veririz. Bu koşulların ne zaman karşılandığından nasıl emin oluruz? Pu litzer ödüllü şair Cari Sandburg bu soruya kısa ve öz bir yanıt verir: "Bazen bir savaş verirler ve kimse gelmez."42 Ben Sandburg'ün haklı olduğuna inanıyorum, çünkü do ğal evremize, gerçekten barış için yaratıldık.
284
ARTIK SAVAŞ İ Ş E YAR A M I Y O R : N E D E N BARIŞA U Y G U N " Ü R E T İ L O İ K " ?
Derin Gerçek 8: 400'ü aşkın meslektaş değerlendirmeli çalışmadan toplanan bilimsel deliller inkar edilemez bir gerçeği ortaya koymaktadır: şiddetli rekabet ve savaş en derin işbirliği ve koruma içgüdülerimizde doğrudan doğruya tezat teşkil etmektedir.
285
BÖLÜM YEDİ
SON OYUN: TARİH İMİZİ, KADERİMİZİ VE YAZGIMIZI YEN İDEN YAZMAK
uKadsr bir şans meselesi dsğif,· bir tsrcih meselssidir."
WI LLIAM JENNINGS B RYAN ( 1 860-1925), A M E R İ KA L I AVU KAT VE SİYASETÇİ
2007 yapımı The Bucket List isimli film pek çok insanı yaşamları ve sağlıkları yerindeyken gerçekleştirmek istedik leri şey konusunda düşünmeye itti. Henüz filmi izlememiş olanlara gereğinden fazla ayrıntı vermeden, özetle film şah si olarak yaşamlarının sonlarına gelmiş olmaları gerçeğiyle mücadele eden ve her zaman yapmak istedikleri şeyleri bir türlü fırsat veya zaman bulamamış iki adamı (Morgan Fre eman ve Jack Nicholson) konu almaktadır. Hayallerini ger çekleştirmek için son bir fırsat yakaladıklarında, ikisi de bir ömürlük arzularını içeren birer liste hazırlar: " ölmeden önce
D E R İ N G E RÇ E K yapılacaklar listesi." Filmin devamı, hayallerini gerçekleştir mek için birlikte çalıştıklarında yaşamlarının nasıl değişti ğini ve duygusal yaralarının nasıl iyileştiğini anlatmaktadır. Film yayınlandıktan kısa bir süre sonra annemle yaptığım bir sohbette, ona onun ölmeden önce yapmak istediği şeyleri sordum: nereleri ziyaret etmek ve hayatı boyunca fırsatını bulamadığı neler yapmak istiyordu ? Annem bu sorumu, tarihte başka bir çağın, başka bir dü şünce tarzının ürünü olduğunu söyleyerek yanıtladı; ve ken dini bu şekilde düşünmeye alışkın değildi. Büyük Buhran'dan hemen sonra doğmuş, her zaman başka insanlarla ilgilenmek ve kendi hayallerini ve kendisinin ne istediğini düşünmeden önce başkalarının ihtiyaçlarını gidermek üzere yetiştirilmişti. Çocukluğundan itibaren annem her zaman etrafında kilerin ihtiyaçlarıyla ilgilenmişti ve bu bir yetişkin olarak yaşamları hastalıklar ve boşanmalarla dağılan insanları to parlamak anlamına geliyordu. Annem ebeveynlerine onlar vefat edene kadar baktı ( babası 96 yaşında öldü); hükümette görev aldığı yirmi beş yılı aşkın bir süre boyunca birlikte ça lıştığı insanlarla ilgilendi ve sancılı bir boşanmanın ardından 1 960'larda dul bir kadın olarak beni ve kardeşimi yetiştir di. Başkalarıyla ilgilenme ve başka insanların ihtiyaçlarını kendi ihtiyaçlarının önünde tutma tecrübeleriyle, annem en büyük hayallerini hep arka plana atmıştı. Anneme hayalleri ni öncelik sırasına dizmesini söylediğimde, aklımda hep bu yaşanmışlıklar vardı. Annemi, en büyük arzusunu birinci sıraya koyması ve sonra listeye kendini kısıtlamadan hayal ederek devam et mesi konusunda cesaretlendirdim. Ona, Dünya üzerinde gitmek istediği her yere gitmesi, görmek istediği herhangi bi rini görmesi ve her zaman yapmak istediği herhangi bir şeyi 288
S O N O Y U N TA R i H İ M İ Z İ . K A D E R İ M İ Z İ VE YAZ G I M I Z I Y E N İ D E N YAZMAK
yapması için yardım edeceğimi hatırlattım. Annemin daha uzun yıllar yanımda olacağına inansam da, aynı zamanda bu dünyadan " Keşke . . . " pişmanlıkları olmadan ayrılma fırsatı nı yakalamasını istiyordum. Annem listesini yüksek sesle paylaşmaya başladı. Liste dekiler beni şaşırtmamıştı, çünkü annemi çok iyi tanıyor dum. Bu bir uzak diyarlara egzotik yolculuklar ya da lüks bir okyanus gemisinde görkemli bir seyahat listesi değildi. İ lgisi bile yoktu. Onun ölmeden önce yapılacaklar listesi son derece mütevazı ve basitti. Listenin başında eski arkadaşlarını son bir kez ziyaret et mek vardı. Annem bana daha yakın olmak için Güneybatı'ya taşındığında, tüm arkadaşlarını Missouri'de bırakmıştı. Son ra evinin bir sonraki sahipleri uğraşmak zorunda kalmasın yine eve badana yaptırmak, annem bir noktada yanımızdan ayrıldığında kardeşimle bana zahmet olmasın diye bahçeyi düzenlemek gibi başka insanlara fayda sağlayacağını hisset tiği şeyler sıralamaya başladı. Hepsi buydu. Anneme, listesindeki şeyleri hemen - o gün - yapmaya başlamak isteyip istemediğini sorduğumda, masanın karşı sından bana baktı, başını iki yana salladı . . . bu hareketle ne kast ettiği çok açıktı. "Hayır," dedi, "şimdi değil. İşler şu ara çok karmaşık. Bekleyelim de dünya biraz sakinleşsin. " " Bu n e zaman olur ? " diye sordum. Ekonominin gidişatı, iflas eden bankalar ve dünyanın geri kalanındaki çalkantı larla ilgili huzursuzluğundan söz ettiğini düşündüm. "Ah, bilmiyorum, " dedi. "Biraz soluklanalım. İşler nor male döndüğünde listeme tekrar bakarız. " "Normal mi? " dedim. " 'Normal' derken neyi kast edi yorsun ? " Bu hikayeyi bu noktada paylaşmamın sebebi de annemin 289
D E R İ N G E RÇ E K
soruma verdiği yanıttır. Bu, dünyadaki tüm uluslarda genel olarak tüm insanların paylaştığı bir duygudur. " Bilirsin işte," diye yanıtladı, "işler eski haline dönünce." Masanın karşısından küçük, 1 .42 m boyundaki anneme baktım. kendine hayallerini gerçekleştirme izni vermeden önce görmek istediği dünyanın artık var olmadığını biliyor dum. En iyi ihtimalle bile onun hatırladığı, özlemini duydu ğu ve beklediği "normal" hiçbir zaman gelmeyecek. Sebebi gayet açıktır: o dünya, geçmişin dünyasıdır. Dünyamız ve yaşamlarımızı sürdürme biçimimiz kesinlik le sona ulaşmaktadır ve eğer tarih bir göstergeyse, dünyamız bugün olduğu gibi yeni bir yönde ilerlemeye başladığı anda, sanki her şeyi ileriye götüren gizemli bir evren "yasasını" izler. Eskiden olduğu yere dönemez. Nasıl kendimizi yaşam larımızda eski ilişkilere, evliliklere, işlere ve yerlere dönerken bulamıyorsak, 2008 veya 2006 . . veya daha öncesi . . . dünya sının bir daha var olması da pek mümkün değildir. Ve basit ama güçlü bir sebepten mümkün değildir: o dünya gitti. .
O laman İşe Yarayan /imdi İşe Yaramıyor Annemle her zaman dünyanın durumu ve gittiği yön hak kında konuşurduk. Son yıllarda, insanlar, hükümetler ve ge leceğimiz hakkındaki iyimserliği, ona bozuk bir kaçırılmış fırsatlar ve çözümsüz sorunlar gezegeni gibi görünen kasvetli bir resme teslim oldu. Benim iyimserliğimi dinledikten ve bizi hemen yanı başımızda bekleyen güzel dünyaya dair görüşle rimi sabırla kulak verip o dünyaya ulaşmak için yapmamız gereken zor seçimlere hak verdikten sonra, genelde sohbeti, konuştuğumuz her şeyi tek bir cümleyle özetleyerek bitirir. 290
S O N O Y U N TA R İ H i M i Z i . K A O E R İ M İ Z I VE YA Z G I M I Z I Y E N i D E N YAZMAK
Yalnızca annemden gelebilecek direkt, kesin ve etkili bir dil le şöyle der, "Pes ediyorum - dünya berbat bir halde. Her şey giderek daha da kötü bir hal alacak! " Bu sözleri her söylediğin de onun bu sözlerine inanmadığımı sezer, gözlerinde küçük bir parıltı ve bana ne düşünürsem düşüneyim beni çok sevdiğini söyleyen bir tebessümle ekler, "Annem söylemişti dersin. "
Yaşam biçimimizin bugün sınırları zorlanıyor gibi görü nen sistemlerini düşündüğümüzde, neden bir sürü insanın Annemin bozuk bir dünya perspektifini paylaştığını görmek kolaydır. Nesillerdir bel bağladığımız pek çok şey (örneğin, paranın işleyişi, savaşların işleyişi, eskiden iyi bir şirkette nasıl iş bulup yaşamımızın geri kalanında kendimizi güven de hissedebildiğimiz) artık geçerli değil gibi görünmektedir. Hiçbiri geçerli değildir. Ancak neyin geçerli olmadığına dü rüstçe bakarak bir kalıp görmeye başlarız: sistemlerde " bo zulan " tek şey, değişen bir dünyanın stresi altında sürdürüle bilirliğini kaybetmiş olanlardır. Ekonomi, on yıllara yayılmış diktatörlükler, dünyanın 1 5 savaş bölgesinde barışı korumak için kullanılan askeri kuvvet ve doğal kaynaklar anlamında zengin olan ülkeler deki berbat yoksulluk, kırılma noktalarına ulaşan sürdürü lebilirliğini yitirmiş yaşam biçimlerine örnektir. Hepsi, yine sürdürülmesi imkansız fosil yakıtları kaynağıyla işleyen bir medeniyet şemsiyesi altında gerçekleşmektedir. Dolayısıyla sürekli büyümek zorunda olan pazarlara ve bir insanın bir başkasının kaybından fayda sağladığı bir ka zanca bel bağlayan dünya ekonomisi yüzyıl boyunca etkili 291
D E Rİ N G E RÇ E K olmuş olsa da, bir 1 00 yıl daha sürdürülebilir değildir. Ve kı sıtlı bir petrol, gaz ve kömür kaynağını kullanarak yaşamak için ihtiyaç duyduğumuz havayı yok eden bir ızgara sistemi için elektrik üretmek son yüzyılda sorun yaratmadıysa da, bir 1 00 yıl daha devam etmesi mümkün değildir. Bunlar, medeniyetin öğrenme eğrisinin örnekleridir. On ların iyi, kötü, doğru veya yanlış olduklarını söylemekten öteye geçebilirsek, o zaman geçmişimizin bir parçası olurlar. Tasarlandıkları dönemde işe yaradılar ve başarmak üzere ta sarlandıkları işi başardılar. Bugün bizi bulunduğumuz nok taya taşıdılar ve daha önce eşi benzeri görülmemiş küresel bir medeniyet kurmamıza olanak verdiler; geçmişte ısı, ışık ve yemek pişirmenin yolları gibi lükslere sahip olmamış yer lere bu lüksü verdiler ve bir günde dünyanın bir ucundan diğer ucuna seyahat etme imkanı tanıdılar. Aynı zamanda dünya ekonomilerinde dev bir uçurum ya rattılar ve yerlilerin iş gücünden ve nispeten çok az insana fayda sağlayacak küresel kaynaklarından nemalandılar. Ter cihlerimiz bize zaman zaman hizmet etti, zaman zaman bizi yaraladı. Şimdi seçtiğimiz sistemlerin birçoğunun çöküyor olması aynı zamanda bize ender ortaya çıkan bir tekrar seç me şansının kapısını aralamaktadır. Buradan nereye gidece ğimizi ve çoktan belirmeye başlamış olan yeni dünyayı nasıl şekillendireceğimizi biz seçmeliyiz. Tam da bu sebepten kökenimiz, mirasımız ve varoluşumuz hakkındaki gerçeği bilmemiz son derece önemlidir. Kim ol duğumuzu, ne kadar zamandır bu gezegende olduğumuzu ve doğa ve biyolojinin bir kazası olmadığımızı bildiğimiz zaman - tüm bu bilgiler elimizin altında olduğunda - değişen dünyaya uyum sağlamamıza olanak veren bilgili tercihler yapabiliriz.
292
S O N O Y U N TA R İ H İ M i Z İ . K A O E R İ M İ Z İ VE YAZ G I M I Z I Y E N İ D E N YAZMAK
Bu kitapta hepimizin bilimin gözlerinden ve yeni bilimsel keşiflerin kendimize dair düşünce biçimimizi keşfetme fırsa tı yakaladınız. Varoluşun kocaman sorularıyla ilgili - insan yaşamının ne zaman başladığı, türümüzün nereden geldiği, ne kadar zamandır burada olduğumuz ve daimi bir savaş ve ıstırap dünyasına mahkum olup olmadığımız gibi - kafanı zın karıştığını hissettiyseniz, bu çatışmaların bir kısmını din dirmeye yardımcı olma yolunda uzun bir yol kat edebilecek yeni veriler gördünüz. Her ne kadar enerji, savunma ve komünikasyon endüst rilerindeki kurumsal kariyerlerim hedef ve yön anlamında birbirlerinden farklı olsalar da, her birinin altında yatan ve hepsini birbirine bağlayan ortak bir tema vardı. Nasıl ya şamın bir bölümündeki tecrübelerimizin bir çoğu yaşamın diğer bölümlerine etki yapıyorsa, bu tema da benim günlük yaşantıma kadar uzanır. Bu tema şudur: Kariyerlerimin her biri bir kriz sırasında kabul ettiğim bir işi kapsıyordu. 1 970'lerin enerji krizinden 1 9 80'lerdeki Soğuk Savaş'ın nükleer krizine ve ordunun farklı bilgisayar sistemleri arasındaki uyumsuzluğa bağlı ve 1 990 yılında Körfez Savaşındaki gayretlerini baltalayan bilgi krizine . . . ben dahil olduğumda her iş yetersiz bütçeyle geriden geliyordu. Benzer bir şekilde, şimdi hepimiz krizle pençeleşen bir dünyada yaşadığımızı fark ediyoruz ve krizle re ürettiğimiz çözümler de yetersiz bütçeyle geriden gelmek tedir. Bana sorarsanız, yaşamın diğer alanlarında gördüğüm paralellikler burada da geçerlidir. Çalıştığım kurumlarda geçerli olan tek bir ilke bizler ve dünyamız için de geçerlidir: durumun gerçekliğini bildiği293
D E Rİ N G E RÇ E K
mizde, tercihler daha net ve kararlar daha bariz bir biçimde ortaya çıkar. Ve bu benim kurumsal dünya sayesinde öğren diğim en büyük derslerden biri olsa da, aynı ilke bugün kü resel boyutta yaşananlar için de geçerlidir.
Küresel bir Topluluk: Geri Dönüş Yok Küresel bir toplum olduğumuz bir sır değildir. İ ster buna resmi bir isim verip akşam haberlerinde yayınlayayım ister se gece yarısından sonra yayınlayan bir radyo programında bundan sessiz bir komplo olarak söz edelim, işin aslı şu ki, bu çoktan gerçekleşti. Dünya ekonomisine yön veren borsalar küreselleşmiştir ve 7124 hizmet vermektedir. Kışın soğuğunda yaz ürünlerini marketlerimize getiren besinler dünyanın diğer yarısında yetiştirilir ve gün gün bir uçtan bir uca taşınır. Saat sabahın üçünde seyahat rezervasyonu veya bilgisayarımıza teknik yardım için aradığımız telefon büyük olasılıkla kürenin başka bir kenarındaki bir çağrı merkezinde yanıtlanır. Kuşkusuz ticaret, para, teknoloji, hatta hükümet konu olduğunda, "onları" " bizden" ayıran çizginin netliğini kay bettiği bir zamanda yaşıyoruz. Halihazırda küresel bir top lum olduğumuzda, evlerimizde, ailelerimizde ve topluluk larımızda yaptığımız tercihlerin küresel yansımaları vardır. Ama küreselleşme tüm bunlar mümkün olmadan uzun süre önce başladı. 2002 yılında European Review of Economic History, Ulusal Ekonomik Araştırma Bürosuna ait "Küre selleşme Ne Zaman Başladı ? " isimli bir çalışma yayınladı. Bu çalışma, ticaret yapma ve piyasayı etkileme becerisinin neredeyse 500 senedir devam ettiğini gösterdi. Ö zetle bu çalışma bu becerilerin modern medeniyet üzerinde bıraktığı 294
S O N O Y U N TA R İ H İ M İ Z İ . K A D E R İ M İ Z İ VE YAZ G I M I Z I Y E N İ D E N YAZ M A K
veya bırakmayı sürdürdüğü etki ve küreselleşmenin üç evre sini anlatmaktadır.1 -İ lk küreselleşme devri, 1 8 . yüzyıldan önce uzak mesafe ler arasında gerçekleşen ticaretle tanımlanmıştır. Bu dönemde, Dünyanın diğer bölgelerinden Avrupa'ya ithal edilen ürünler arasında baharatlar, şeker, ipek ve yerel pazarlarda bulun mayan diğer şeyler vardı. Bu ürünler mevcut pazarla rekabet etmediğinden, herhangi bir ekonomik dalgalanmaya sebep olmuyorlardı. Bu yüzden, küreselleşmenin ilk devri bazı in sanların komşularından farklı olarak evlerinde egzotik yerler den gelen güzel ve özel şeylere sahip olmalarına neden oldu. Ancak ikinci devirde küreselleşmenin etkisi değişti. -Küreselleşmenin ikinci devri 1 9. yüzyılın başlarında, Avrupa tahıl ve kumaş gibi şeyler ithal etmeye başladığında gerçekleşti. Bu ürünler halihazırda Avrupa pazarında üretil mekte olan ürünlerdi ve ithal ürünler yerel pazarda üretilen ürünler üzerinde bir rekabet baskısı yarattı. Bu dönemde yeni ticari şirketlerin oluşumu yeni ortaklıklar getirdi ve re kabetin neticesinde fiyat düzenlemeleri yapıldı. Bugün bizler küreselleşmenin üçüncü devrinde yaşıyoruz. Hala belirli bir bölge veya ülkede üretilen ürünlerle reka bet eden ürünler ithal etsek de, şimdi bir başka güç küresel leşmenin yaşamlarımız üzerindeki etkisini değiştirmektedir. Teknolojiler ve beceriler dünyanın tüm sınırlarında, okya nuslarında ve zaman dilimlerinde rekabet içindedir. Bu tip küreselleşme, küresel Pazar ve ekonomilere çok farklı bir baskı uygular. Ve bu, geçtiğimiz üç yüzyıl boyunca yaşanan " ürün" ve " şey" ithalatından çok farklı olduğu için, mevcut 295
D E R İ N G E RÇ E K
akım ve döngü modelleriyle örtüşmez. B u sebepten, uzman lar uzun vadede mevcut küreselleşme seviyelerinden bekle yeceğimiz etki türünü açıklamaya çalışmaktadır. Küreselleşmenin geleceğinin neler getireceğini tam olarak bilemesek de, şu ana kadar dünya için ne anlam ifade ettiği konusunda sayısız görüş mevcuttur. Newsweek için hazırla dığı kısa bir yazıda gazeteci Thomas Friedman, 2001 yılında İtalya'da gerçekleşen Avrupa G8 Konferansı ve 2009 yılın da Pittsburg'da gerçekleşen ABD G20 Konferansı sırasında yaşanan kanlı ayaklanmaların, insanların küreselleşmenin yalnızca ticaret için iyi olduğu ve halkları önemsemediği yönündeki korkularını yansıttığına değindi. "Ama küresel leşme dünyayı mahvetmedi - yalnızca dünyayı düzleştirdi, " diyor Friedman. "Ve dengeli olduğunda b u herkese fayda sağlar, özellikle de yoksullara. " 2 Almanya Başbakanı Angela Merkel de hemfikir gibi görün mektedir. Almanya'nın Hannover Fuarı açılış seremonilerinde Merkel şöyle dedi: "Küreselleşmenin refahımıza zarar vereceği yönünde bir endişe var. Ben buna katılmıyorum. Küreselleşme de kazanan taraf biz olabiliriz, ama yatırım yapmaya istekli ol malı ve kendimizi güçlü bir şekilde adamalıyız. " 3 Küreselleşme eleştirmenleri ise bambaşka bir şey görmektedirler. Her ne kadar Friedman ve Merkel'in karşıt görüşleri kendi alanlarında çeşitlilik gösterse de, genel olarak protestocuların korktukları şeyin yaşam standardındaki değişiklik olmadığı nı öne sürmekteler. Bu korku daha çok büyük kuruluşların insanlar ve günlük yaşam tarzları üzerinde giderek kontrol sahibi oldukları hissidir. Hatta belki en büyük korku, sıradan bir insanın bu dev kuruluşları ticaret için iyi ama insan ırkı ve gezegendeki yaşamın sürdürebilirliği için kötü olan şeyleri yapmaktan alıkoyma konusundaki güçsüzlüğüdür. 296
S O N O Y U N TARİ H İ M İ Z İ . K A D E R İ M İ Z İ VE YAZ G I M I Z I Y E N İ D E N YAZ M A K
Kuşkusuz küreselleşme, bugün gördüğümüz haliyle, iki ucu keskin bir kılıçtır. Demokratik bir süreç değildir ve bedeli küre selleşmeden en çok fayda sağlayan insanlar tarafından ödenir. Yine aynı şekilde, hayatın bir gerçeğidir. Kesinlikle küreselleştik ve buradan dönüş yoktur. O yüzden şimdi kuruluşların, ban kaların ve sanayinin küresel varlıklar olarak faaliyet gösterdik lerine kuşku yokken, hükümetlerde durum nedir? Küresel bir yönetim şekline doğru ilerliyor muyuz? Ya da bazı insanların öne sürdüğü gibi, böyle bir yönetim şekli oluştu mu?
Küresel Yönetime Doğru Yer aldığım neredeyse her zirvede, konferansta ve söyleşi de, kayıtdışı veya dahil, sorulacağına emin olduğum tek bir soru vardır: Yakın zamanda küresel bir yönetim şekli altında yaşayacağımıza inanıyor muyum ve inanıyorsam ne zaman? Kitabın bu bölümüne, bu soruya yanıt vermek için kullandı ğım sözcüklerle başlayacağım. Ö ncelikle Beyaz Saray veya dünya liderleriyle özel bir ilişkim ya da "kırmızı hattım" yok. Ne düşündüklerini bil miyorum. Verdikleri kararları neden verdiklerini de bilmiyo rum. Soruları soran insanların sahip olduğu aynı kaynaklara ve bilgilere erişimim var. Anlamsız gibi görünen bir dünyayı anlamlandırmama yardımcı olan şey bu kaynakları kullan ma biçimim, artı bu alandaki geçmişimdir. Ö rneğin, enerji ve savunma sanayinde yazılım tasarımcısı olarak görev yaptığımda, işimin bir bölümü kalıplar arayan bilgisayar programları yazmaktı. Fractal Time isimli kita bımda anlattığım gibi, çocukluğumdan beri hobi olarak yap tığım bir şeyi resmi ve profesyonel olarak yapabilmek benim 297
1 ı 1 il i N t ; ı
lı.<.,: 1 K
için kusursuz bir fırsattı: insanlarda, yaşamda ve doğada ka lıpları araştırmak. Profesyonel anlamda onları bulmak için büyük miktarda verileri tarayan yüksek hızda bilgisayarla rın teknolojisini kullanıyordum. Bu sektörde geçirdiğim süre boyunca, gaz içerikli kayaların jeolojik kalıplarını ya da so fistike yazılım sistemlerindeki hata kalıplarını araştırdım. Bugün hala dünyadaki kalıpları gözlemlerim. Ama bugün aradığım kalıplar geçmişe ait olanlardır. Dünya'nın tarihine, savaş ve barışlarına, ekonomilerin çöküşlerine ve medeni yetlerin yükseliş ve çöküşlerine dair döngüsel kalıplar - ve bizim bu kalıpları hesaplama becerimiz - geleceğimiz hak kındaki soruya verdiğim yanıtın temelini oluşturmaktadır. Geleceğin tam olarak neler barındırdığını bilmiyorum. Bil diğim şey geçmişin döngülerinin, gelecek zamanlarda neler bekleyebileceğimizi söyleyen kalıplar taşıyor olmalarıdır. Kalıpları tanıyacak bilgeliğe sahipsek, o zaman kendimize bir avantaj ve bugünle yarının neler getireceğine dair yakla şık bir fikir verebiliriz. Aynı zamanda gelecekte, değişim için tercihlerimizin en yüksek başarı şansına sahip olduğu anları - tercih noktalarını - bilebiliriz. 4 Konu tarihteki döngü değişikleri olduğunda, sözünü ettiğim kalıplar, dünyayı bugün gördüğümüz haliyle yaratan liderler için sır değildir. Yerlilerin son dünya-çağı değişiminde neler olduğuna dair anlatımlarından ve 1 990'ların sonlarında bana döngüsel iklim değişikliklerini kamp ateşi başında anlatan Tibetli göçebelerin sözlü geleneklerinden, 1 1 Eylül 2001 'den sonra güney Peru'daki And Dağlarının tepelerinde yaşayan şa manların anlattığı zaman olasılıkları ve gidişatına ve sofistike takvimler olarak bu döngüleri hesaplayan eski Maya oymaları na kadar... 5,000 yıl önce son kez meydana geldiği günden bu yana öngörülen, beklenen, hoşgörüyle karşılanan ve korkulan 298
S O N O Y U N TA R i H İ M İ Z İ . KA D E Rİ M İ Z i VE YAZ G I M I Z I Y E N İ D E N YAZ M A K
bir değişim çağında yaşadığımız sır değildir. Güç, zengin, teknoloji ve bilginin büyük oranda el de ğiştirmesi, günümüzün değişimleri arasındadır. Dolayısıy la aynı değişim döneminde ticaret, sanayi ve finansın yanı sıra hükümetlerde globalleşme görmek benim için şaşırtı cı değildir. Küresel yönetim çoktan oluşmaya başladı. Ve eğer 20. yüzyılın il. Dünya Savaşı sonrası yılları, küresel hükümetin nasıl uygulanacağına dair bir göstergeyse, bu zamanın tek bir anında gerçekleşecek bir olaydan ziyade süregelen bir süreç olacaktır. Daha yüksek seviyede küresel işbirliğiyle birlikte küresel
yönetimin temelleri, dünya il. Dünya Savaşının ardından yeni uluslara ve ekonomilere yol açmaya başladığından beri atılmaktadır. 1 993 yılında meydana gelen Avrupa Birliği (AB), 2001 yılında kurulan Afrika Birliği Ö rgütü (ABÖ ) ve 1 967 yılında bir araya gelen Güneydoğu Asya Uluslar Bir liği (ASEAN) gibi İ ş dünyasının ticaret alanlarına konsolide edilmesi, ortak çıkarları olan ayrı ulusların kendilerine hem bireysel hem de kolektif anlamda fayda sağlayacak daha yüksek seviyede birlikler oluşturmasına örnektir. Buna ek olarak, Avrupa'daki euro; Batı Afrika'da teklif edilen ve 2 0 1 5 yılında kullanıma girmesi planlanan eco ve Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn, Suudi Arabistan, Kuveyt, Oman ve Katar için ortak kullanıma sunulması gündemde olan Doğu Karayip Doları gibi konsolide edilmiş para bi rimleri, daha yüksek bir yönetim biçimini işaret eden işbirli ğinin unsurlarıdır. Dolayısıyla bir tür küresel yönetime doğru ilerleyip iler lemediğimize dair sorumun yanıtı evettir, çünkü halihazırda buradayız ve bu değişim daha derin bir şekilde gerçekleş mektedir. Geçmişin dünyasına dönecek miyiz ? Büyük olası299
D E Ri N G E RÇ E K lıkla hayır. Küresel yönetim iyi bir şey mi, kötü bir şey mi? Bilmiyorum. Bunun yanıtı, küresel yönetimin nasıl bir siste me oturtulduğuna bağlıdır. Avrupa Birliğinin oluşumu, aynı adımlar küresel bir öl çekte atıldığı takdirde mümkün olabileceklere dair bir örnek sunabilir. AB'nin hedefleri daha en başından belliydi. AB "Komşular arasında il. Dünya Savaşında doruk noktasına ulaşan sık ve kanlı savaşları sonlandırma amacıyla" kurul du.5 AB'nin amaçlarına ulaşmak için seçtiği yol da bir o ka dar netti - hareketin "dört özgürlüğü" : •
Kişi özgürlüğü
• •
Mal özgürlüğü Hizmet özgürlüğü
•
Sermaye özgürlüğü
Bugün 27 ülke AB'yi meydana getirmektedir ve her biri büyük oranda kendi dilini, kültürünü, sanatını, yaşam bi çimini ve onu eşsiz kılan diğer şeyleri muhafaza etmiş olsa da, ticaret ve seyahat kısıtlamalarındaki hafiflemeler, kişisel olarak tanıdığım, AB sisteminin içinde yaşayan Avrupalıla rın pozitif olarak değerlendirdikleri bir çağ oluşturmuştur. Avrupa Birliğini, farklı uluslar ortak hedefler için birlik te çalıştığında neler olabileceğine dair bir örnek olarak gös terdiğimizde, küresel yönetimin iyi bir şey olabileceği gayet açıktır. Eğer küresel yönetim yeryüzündeki her erkeğin, ka dının ve çocuğun temel ihtiyaçlarının karşılanmasını önle yen engelleri azaltmak ya da kaldırmak ve bunu o ulusların özgünlüğünü bozmadan yapmak anlamına geliyorsa, o za man bu pozitif bir değişim olabilir. Ve eğer biz geleceğimizi tehdit eden kriz noktalarını çözmek için birlikte çalışırken 300
S O N O Y U N TA R İ H İ M İ Z İ . K A D E R İ M İ Z İ VE YAZ G I M I Z I Y E N İ D E N YAZMAK
yaşamın gereksinimleri - besin, su, ilaç, elektrik ve teknoloji gibi şeyler - küresel ailemizin tüm bireylerinin erişimine su nulsaydı, o zaman büyük olasılıkla dünya böyle bir yönetim den büyük bir fayda sağlardı. AB bir araya geldiğinde belirlenen hedeflerden biri, geç mişte katliamlara, ıstıraplara ve savaşlara yol açan kaynak lar için ortaya çıkan şiddetli rekabeti önlemekti. Eğer bu seviyede bir işbirliği küresel seviyede sağlanabilseydi ve bu işbirliği insan ve tabii kaynakların paylaşımını içerseydi, o zaman kaynaklar için yapılan savaşların tarihte kalması ke sinlikle mümkün olurdu. Bu hedeflerin başarısı, daha önce anlatılan ve bizi şiddet eğilimli ve savaşçı bireyler yapan üç kriteri - kendimize, ailelerimize ve yaşam biçimlerimize karşı algılanan tehdidi - ele almada önemli bir adım olurdu. Ancak kuşkusuz küresel yönetimin bir de karanlık yüzü vardır. Küresel yönetimi etkili kılan sistem ve politikalar AB'nin dört özgürlüğünün dışında bir şeye dayalıysa, o za man az önce sözünü ettiğimiz faydalar asla gerçekleşmeye bilir. Ö rneğin, eğer yönetimsel ilkeler açgözlülüğe, kontrole ve kara dayalı olursa, insanlar yine aynı zenginlik eşitsizli ğine, yaşamın temel gereksinimlerinden yoksunluğa ve ya şam koşullarını değiştirme konusundaki temel umutsuzluğa mahkum olurlardı. Durum böyle olsaydı, o zaman küresel yönetim, George Orwell'in 1 984 isimli romanında anlatılan karanlık ve korkutucu geleceğe benzer kötü bir senaryoya dönüşürdü. Mesele bu yönetimin nasıl yapıldığıdır. Halihazırda değişen dünyamızın yaşam biçimimizin sü rekliliği konusunda bel bağladığımız sistemlere yüklediği eşi görülmemiş stresle baş etmek için bir dizi seçenek sunuldu. Çözümlerden herhangi birinin işe yaraması için, daha önce 301
D E Rİ N G E RÇ E K
ya da en azından son 5,000 yıllık kaydedilmiş tarihte hiç olmamış bir şeyin olması gerekmektedir. Sorunlar - örneğin on milyarlık bir nüfus, giderek artan gıda ve su eksikliği, sal gın bir hastalık ve iklim değişikliğine uyum sağlama süreci - öyle çok ki tek başına bir ulus, hatta bir uluslar birliği bu sorunları çözemez. Dünyanın bilinen tarihinde ilk kez, çözümlerin küresel ölçekte uygulanmaları gerekmektedir. Bunu yapmak, en bü yük ve en güçlü uluslardan çoğunun işbirliğini gerektirir. Eşi benzeri görülmemiş fırsatların ve onların getireceği tercihle rin kapısını aralayacak şey, karşı karşıya kaldığımız krizlerin ivediliğidir. Çözümler bir işbirliği ve karşılıklı yardımlaşma ruhuyla mı uygulanacak? Yoksa geçmişte sorunlara yol açan ve değer verdiğimiz pek çok şeyi kaybetmemize neden olan aynı korkularla mı? Uzmanlar haklıysa, öğrenmek için uzun zaman beklememiz gerekmeyecek. 3. bölümde anlatılan krizlerle baş etmek için bir dizi fark lı plan tasarlamanın, destek toplamanın ve uygulamanın çe şitli evrelerinde olsak da, en gelişmiş ve en bilinen projeler den biri - aynı zamanda en büyük kitleler tarafından kabul edilen ve fon sağlama ve uygulama anlamında en olasılıksız olan proje - aslında on yılı aşkın bir zaman önce, milenyu mun başında ortaya atılmıştı. 2000 yılının Eylül ayrınca Bir leşmiş Milletler Parlamentosunun 55. Oturumu "Birleşmiş Milletler Milenyum Deklarasyonunu " kabul etti. Bu dekla rasyon, bir dizi küresel endişeyi ele alan hedeflere ulaşmak için yeni bir küresel ortaklık çözümü sunuyordu. 6 Şimdi BM Milenyum Kalkınma Hedefleri (MKH) olarak bilinen hedefler, 1 92 ülke ve 23 uluslararası organizasyonun halihazırda kabul ettiği ve onayladığı bir dizi girişim üzeri ne kurulmuştur.7 Bu azimli planın anahtar unsurları aşağıda 302
S O N O Y U N TA R İ H İ M İ Z İ . KA D E R İ M İ Z İ V E YAZ G I M I Z I Y E N i D E N YAZ M A K
sıralanan sekiz yüksek-seviyede hedef olarak belirlenmiştir. Her bir hedefin içerisinde bizi o belirli hedefe ulaşmak için gereken yönetim, politikalar, eylemler ve referans nokta larına götüren bir grup alt hedef bulunur. Üyeler tarafından kabul edilen en hırslı dönüm noktaları arasında, 2 0 1 5 yılı itibariyle ekstrem yoksulluğu sonlandırmak yer almaktadır. Sekiz MKH şunlardır: •
Hedef 1 : Ekstrem yoksulluk ve açlığı sonlandırmak
•
Hedef 2: Evrensel ilköğretimi sağlamak
•
Hedef 3: Cinsiyet eşitliğini yaymak ve kadınları yetkilen dirmek
•
Hedef 4: Çocuk ölüm oranını düşürmek
•
Hedef 5: Anne sağlığını geliştirmek
•
Hedef 6: HIV/AIDS, sıtma ve diğer hastalıklarla savaşmak
•
Hedef 7: Çevresel sürdürülebilirliği teminat altına almak
•
Hedef 8: Kalkınma için küresel bir ortaklık geliştirmek
Kuşkusuz bunlar yüce hedeflerdir. Aynı zamanda her bir hedefin ulaşılabilir olması için o hedeflerin ciddi anlamda eylem gerektirdiği de açıktır. Hepsini bir araya koyduğu muzda, bu sekiz hedef dünyanın krizlerle baş etme biçiminde yaşanan radikal bir değişimin çekirdeğini oluşturur - küre sel ölçekte bu seviyede bir işbirliği görülmemiştir. Bu tip bir 303
D E Rİ N G E RÇ E K
işbirliğinin hayata geçirilebilmesi için, hedeflerin uygulan masına olanak verecek politika ve idarelere olanak verecek bir sistem oluşturulmalıdır. Ancak bir sistemden söz etmeye başlamadan önce, dünyaya ve kendimize dair düşünceleri mizde radikal bir değişim şarttır. Bu gibi geniş kapsamlı he defleri mümkün kılan liderliğin - bir tür küresel yönetimin - devreye girdiği nokta da burasıdır. Ve krizle mücadele eden dünyamızın ihtiyaçlarını karşılaması için BM'nin teklif ettiği şey de tam olarak budur. MKH'lerle tarif edilen amaçlar iki farklı kategoride gay ret gerektirir: 1 -6. hedefler, her biri şimdi günümüzde ya şanan mevcut ve belirli hümaniter krizleri ele alır ve her ne kadar 7 ve 8 . hedefler yine insani krizleri ele alsa da, bu he deflere yakından baktığımızda, gelecek projelerde daha de rin seviyelerde işbirliği için bir sistem yarattıklarını görürüz. MKH'lerin sıralandığı belgedeki alt başlıklardan biri olan "Hedef 8.A," "açık, kurallara dayalı, öngörülebilir, ayrım yapmayan bir ticaret ve finans sistemi geliştirme" ihtiyacı
nı belirtir. 8 Bu hedef, daha önce sözünü ettiğimiz yeni p ara birimleri ve konsolide edilmiş finans ve ticaret sistemleriy le ilgili tartışmamızla ilişkili gibi görünen karmaşık bir dil kullanmaktadır. Bu tip bir hedef bu projeleri, geçmişte BM projeleriyle ilişkilendirilen yardım girişimlerinin, acil durum yardımlarının ve hayırsever yardımların ötesine taşır. Sizden, Birleşmiş Milletlerin resmi internet sitesinde bu hedefleri incelemenizi ve öğrenmenizi rica ediyorum (UN. org). Dünya sahnesindeki son değişiklikleri bir gösterge ola rak kabul edersek, BM'nin çok daha yüksek seviyede gö rünebilirlik ve sorumluluk alması, hatta günümüzün büyük krizlerini ele almada yeni ve daha güçlü bir rol üstlenmesi an meselesidir. Planı bilmek hepimize iyi gelecektir. 304
S O N OY U N . TA R İ H İ M İ Z İ . K A D E R İ M İ Z İ V E YAZG I M I Z I Y E N İ D E N YAZ M A K
Yeni Dünyanm Doğuşu Daha önce Mayalara özgü zaman olgusunu ve yeryüzü nün, evrenin zaman döngüleriyle eşzamanlı ilerleyen zaman döngülerini inceledik. Sözlü kehanetler aracılığıyla, Mayalar bir dünya çağından diğerine geçiş sırasında neler bekleyebi leceğimize dair açıklamalar bıraktılar. Onlar ne beklememiz gerektiğini biliyorlardı, çünkü onlar (ve ortak atalarımız) geçmişte bu döngülerden geçtiler ve döngülerin fraktal do ğasının farkındaydılar. Diğer bir deyişle, Maya takviminin kozmosta bir çağdan diğerine "doğuş" olarak gösterdiği şey, her birimizin bu dünyaya gelirken deneyimlediği doğuma benzer. Mayaların perspektifinden bakıldığında, ikisini bir birinden ayırmak imkansızdır. . . gelelim sebebine. Annelerimizin rahminde geçirdiğimiz ortalama süre (ge belik süresi) 260 gün civarındadır. Dünyanın yörüngemizde ki dev bir döngüsü tamamlaması için geçen süre ise 26,000 yıl civarındadır. Kalıp anlamında bakıldığında, doğumu muzdan önceki 260 gün, Dünyanın yeni devinim döngüsüne "doğması" için gereken 26,000 yılın fraktalıdır. Mayalar her doğum için, koşulların yeni yaşama olanak verecek şekilde değişmesi gerektiğini biliyorlardı. Dünya çağı döngüleri açısından bakıldığında geçiş, değişimler kar şısında işe yarayan şeylere yer açmak adına işe yaramayan şeylerin çözülmesidir. Tarihte atalarımızın zaman olgusuna bakışları tam olarak buydu: yeni bir yaşam döngüsü için kozmik bir doğuş. Her yeni döngüyle, yeni bir var olma biçimi geliştirmek zorunda olacağımızı biliyorlardı. Pek çok insan Maya takvi nlinde 201 2'nin sonu olarak belirtilen tarihi dünyanın sonu olarak yorumladı. Ancak Maya geleneklerine dair derin bir 305
D E Rİ N G E RÇ E K
anlayış, bunun dünyanın sonuyla değil; bir dünya çağının - ve bununla birlikte bir yaşam biçiminin - sonuyla ilgili olduğunu ortaya koyar. Ama nasıl herhangi bir şeyin sonu ondan sonra gelen şe yin başlangıcıysa, dünya çağı döngümüzün sonu da ardın dan gelen yeni bir döngünün başlangıcıdır; yeni bir dünya nın doğuşudur. Antropolog, tarihçi ve Maya Ajq'ij (rahip ve spiritüel rehber) Carlos Barrios 2002 yılında Santa Fe, New Mexico'da yaptığı bir konuşmada bu durumu günümüzdeki Mayaların perspektifinden özetledi. "Dünya sona ermeyecek. Dönüşecek. Atalarımızın takvimleri vardır ve bu dönüşümü nasıl yorumlayacaklarını onlar bilirler, başkaları değil. " 9 Ana rahminden doğuşumuzla bir dünya çağından diğe rine doğuşumuza odaklanan benzetme iyi bir benzetmedir. Bunu, bugün kendimizi bulduğumuz noktaya uyarladığımız da çok daha anlamlıdır. Çünkü hem ana rahminden çıkı şımız hem de yerli Amerikan geleneklerinin beşinci dünya çağından altıncısına geçişimiz, süreç bir kez başladı mı, bizi alıp dönüşü olmayan bir yere taşıyan tek yön bir yolculuk tur. Her iki durumda da, geldiğimiz yere asla dönemeyiz. Rahme dönemiyor olmamızın sebebi bariz olsa da, geç mişimizin tanıdık dünyasına dönemiyor olmamızın sebebi o kadar bariz olmayabilir; ama her koşulda bu tek yönlü bir seyahattir. Geçmişin dünyasına dönemeyiz, çünkü o dünya sona ermiştir. Biz değişimi yaşarken o dünya gözlerimizin önünde dönüşüm geçirmiştir. Mayaların zamanla ilgili mesajını anlamanın anahtarı şu dur. İçinde büyüdüğümüz, kendimizi rahat hissettiğimiz ve alıştığımız dünya hiçbir zaman bir varış noktası değildi. Asla var olmanın daimi bir yolu olamazdı, çünkü asla sürdürülebi lir değildi. 20. yüzyılın ortalarındaki dünya, bizi başka bir ya306
S O N O Y U N TARi H İ M İ Z İ . K A D E R İ M İ Z i VE YAZ G I M I Z I Y E N İ D E N YAZ M A K
şama götüren bir basamak, bir öğrenme eğrisini başlatan bir noktaydı. Bunun doğruluğundan kuşku duyarsak, bir düzine yumurtanın 0.57 dolara, bir kutu sütün 0.49 dolara ve 5 litre benzinin 0.31 dolara satıldığı günlerin sona erdiğini görmek için geçmişteki yaşam biçimimize bakmamız yeterlidir. Bun larla birlikte işlerimizi, ailelerimizi ve dünyada kendimize ve uluslarımıza dair bağımsız ve bireysel düşünce biçimlerimizi tanımlayan değerler ve bağlılıklar da kayboldu. Bu sebeplerden, annemin beklediği dünya asla gelmeye cek ve yaşam asla "normale" dönmeyecek. Bugünkü yaşam yeni normaldir. Ve bizi tek bir yöne taşımaktadır: ileriye. Gidişatı durduramayız, ama bizi nereye götürdüğüne yön verebiliriz. Değişimi durduramayız, ama daha nazik bir iniş yapmasını sağlaya biliriz.
Derin Gerçek bu noktada devreye girer. Geçmişimizin döngülerini, başarısızlıklarını ve başarılarını anladığımız za man, geleceğimizi belirleyen tercihleri yapmak için çok daha donanımlı oluruz.
Kader mi, Yazgı mı? Öyleyse buradan nereye gideriz? Nereye gidebiliriz? Dün yanın neden değiştiği konusunda hemfikir olsak da olmasak da, dünyanın değiştiği bir gerçektir. Normal seyrini sürdüren bir değişimdense, şimdi hepimizin birer parçası olduğu değişi min henüz başladığı ve süratlendiği görülmektedir. Bu, büyük olasılıkla herhangi birinin öngörebileceğinden hızlı, vizyoner lerin dahi hayal edebileceğinden hızlı ve kesinlikle ders kitap larımızda anlattığımızdan ve sınıflarımızda öğrettiğimizden çok daha hızlı bir şekilde gerçekleşmektedir. Burası "zurnanın 307
D E R i N G E RÇ E K zırt dediği" yerdir. Burası bizim olduğumuzu iddia ettiğimiz her şeyin ve yaşamlarımızda gerçek olduğunu iddia ettiğimiz her şeyin spiritüel ve bilimsel "zurnasının" yaşamımız ve ge leceğimiz için " zırt" dediği yerdir. Bu, yalnızca iki yerden biri ne varabilecek bir yoldur; ya geleceğimize giden yolu hazırlar ya da bizi kaderimize hapseder. Çok kısa zamanda uluslar ve dünya olarak hangi yolu seçtiğimizi bileceğiz. Nihai kaderimiz, ele alınmadığı takdirde zamanımızın en büyük krizlerinin neticesi olacaktır. Daha önce değindiğimiz gibi, beş önemli krizle karşı karşıyayız: •
Kriz Noktası 1 : Sürdürülemez bir dünya nüfusu
•
Kriz Noktası 2: İ klim değişikliği
•
Kriz Noktası 3: Giderek artan besin ve taze su yetersizliği
•
Kriz Noktası 4: Yoksulluk ve zenginlik, sağlık ve hastalık, cehalet ve eğitim arasında giderek genişleyen uçurum
•
Kriz Noktası 5: Giderek artan savaş tehdidi ve yenilenen atomik savaş tehdidi
Her bir kriz başlı başına medeniyetin ve hatta yaşamın so nunu getirme potansiyeline sahiptir. Sözü edilen beş kriz ala nının her biri halihazırda mevcuttur. Ve her biri halihazırda yaşandığından, her kriz bir şekilde baş edilmediği takdirde zaman içinde bizi götüreceği yerin yörüngesi olarak düşünü lebilir. Örneğin nüfus patlaması, ikiye katlanma süreçleri ara sında giderek kısalan aralıklar yörüngesi yarattı ve küresel ai lemizi 2050 yılı itibariyle on milyar dolaylarında bir noktaya 308
S O N O Y U N T A R İ H İ M İ Z İ . K A D E R İ M İ Z İ V E YAZ G I M I Z I Y E N İ D E N YAZ M A K
yerleştirdi. Kontrolsüz bırakıldığı takdirde, küresel ailemizin kaderi olarak göreceğimiz şey şudur: gıda, su, iş ve sığınma hakkı için rekabet eden on milyar insanın sarsıcı yansımala rıyla yalnızca 40 yıl içinde tükenecek yaşamsal kaynaklar. Kriz alanlarının her birine benzer bir düşünce sistemi uygularsak, her birinin, kaderine bırakıldığı takdirde, nasıl bizi ürkütücü bir sona götürme potansiyeline sahip oldu ğunu görmek kolaydır. Bu perspektiften kaderi, krizin var olduğunu bilip hiçbir şey yapmadığımız takdirde olacaklar olarak düşünebiliriz. Belki de Ronald Reagan 1 9 8 1 yılın daki başkanlık konuşmasında en doğru sözü söyledi: "Ne yaparsak yapalım kaçışı olmayan bir kadere inanmıyorum. Hiçbir şey yapmadığımız takdirde kaçışı olmayan bir kadere inanıyorum. " 10 Zamanımızın en akıllı insanları tarafından belirlenen beş krizi düşündüğümüzde, hiçbir şey yapmama tercihi, kaderimiz olarak kehanet, korku, savaş ve ölümün en karanlık çıkarımlarına güç verme tercihi anlamına gelir. Kader ve yazgıyı düşündüğümüzde gün gibi ortaya çıkan güçlü bir ayrım vardır. Kader karşımıza çıkan zorluklarla hiçbir şey yapmadan pasif bir şekilde mücadele etmek anla mına gelirken, yazgı eylemdir. Yazgımızın gerçekleşmesi için devreye sokulması gerekir. Karşımızdaki krizler söz konusu olduğunda, o eylem tercihlerimiz formunda gelir. Bizler en yüce potansiyelimizin ortaya çıkmasını sağlayan tercihler yaparken, yazgı hem bireyler hem de kalabalıklar olarak bizi bekleyen şeydir. William Jennings Bryan yazgının doğasını şu sözleriyle açıklar: "Yazgı bir şans eseri değildir. Bir tercih meselesidir. Beklenecek bir şey değil, ulaşılacak bir şeydir. " 1 1
309
D E R İ N G E RÇ E K
Bana sorarsanız, dönemimizin krizleri ve yazgımız ayrıl maz bir bütündür. Yaşamlarımızın sayısız parçasının yeniden tanımlanıyor olması ve pek çok değişikliğin küçük bir za man diliminde, neredeyse bir gecede gerçekleşmesi, bir tesa düften çok daha fazlasıdır. Biz bu örtüşmeyi kozmik bir ger çeklik kontrolü olarak düşünebiliriz. Yalnızca birkaç yıllık bir süreçte, bir medeniyet olarak yaptığımız hangi tercihlerin fayda sağlayıp hangilerinin sağlamadığını görme imkanı ya kalıyoruz; hangi sistemlerin sürdürülebilir olup hangilerinin olmadığını değerlendirebiliyoruz. Bozuk ve başarısız sistem ler arasında bir tercih yapmalıyız: Bize ihtiyacımız olan şeyi bizi ve dünyamızı onurlandıran temiz, sürdürebilir yollarla veren yeni yaşam biçimlerini kucaklamak için mi çalışıyo ruz? Yoksa eninde sonunda tekrar bozulacak ve bizi gele cekte bir noktada bir kez daha aynı tercihlerin boşluğunda bir başımıza bırakacak eski ve sürdürülmesi imkansız yaşam biçimlerini devam ettirmek için mi savaşıyoruz? Borca batmış ekonomik sistemlerden ve taşıdığı yükü kaldıramayan sağlık hizmetlerinden, dünyanın giderek artan nüfusuna enerji sağlamak için kısıtlı yakıt fosilleri kaynağı mız üzerindeki aşırı tüketime, fayda sağlamayan tüm yaşam biçimleri şimdi yerlerde sürünenlerdir. Tüm bunlar, dünyaya ve dünya içindeki yerimize dair düşüncelerimizin bariz sin yalleridir. Bunlar, medeniyet parolasındaki değişim dilinin parçalarıdır. Her gün yaşamlarımızda yaptığımız tercihlerin büyük resme nasıl oturduğunu göz önünde bulundurdu ğumuz takdirde, bu tercihlerin rolleri daha net bir şekilde ortaya çıkacaktır. Bireysel tercihlerimiz, yeni dünya çağının kolektif temelidir.
310
S O N O Y U N TA R İ H İ M İ Z İ . K A D E R İ M İ Z i VE YAZ G I M I Z I Y E N İ D E N YAZ M A K
I
Gcçmij Dünya Çağları
� �Jı(" ... '::ıl
Mevc r S, 1 25-yıllık �� Dunya Çağı
�����
� �
? .
Gelecek DUny;ı Çağhırı
� �Jı(" ... '::ıl
Yeni 5 , 1 2.5-yıllık Dünya Çağı
�����
I
7
v
I
Cielec(k C'aeın Özellikleri
Mevcur Döngünim Özellikleri
Sürdüriılchilir nüfus?
•
Sı..irdürülnıcsi imkansız nüfus
•
•
iklim değişikliği düzenlemesi
•
iklim deği�ikliğinc uyum sağlamak?
Gıda ve su )'l'Cer!-.İzliği
•
Ilol miktarda gıda ve su?
•
Giderek amm yoksulluk
•
Yoksulluğun son;1 ermesi?
•
Küresd sava� tehdidi
•
Savaşların sona ermesi?
•
Rckahcrc dayalı mcdcnıycr
•
İşbirliğine dayalı meJenirer?
•
Şekil 7.1 . Bizler zamanın iki ender döngüsü arasında köprü oluşturan bir ku şağız: beş adet 5,125-yıllık dünya çağları dizisinde beşinci dünya çağının sonu ve bir sonraki serinin başlangıcı ve altıncı döngünün başlangıcı. Bir döngü ile diğeri arasında köprü oluşturmaya ek olarak, eski ve yerli gelenekler bize, köprü oluşturan bir kuşak olarak, tercihlerimizin geleceğimize son döngünün hangi inançlarını taşıyacağımızı belirlediğini anımsatırlar.
Şekil 7. l 'deki büyük resme baktığımızda, bir döngüyü sona erdiren koşulların nasıl bir sonraki başlatan temel ola bildiği açıktır. Ayrıca döngüler arasında her ikisinin de ol madığı bir noktanın bulunduğu da açıktır: bir fırsat seçimi noktası. Kendimizi bulduğumuz yer burasıdır: 1 980 ve 20 1 6 yılları arasında, 5 , 1 25 yıllık uzun döngümüzü sona erdiren 36 yıllık seçim noktasının sonları. 1 2 Dolayısıyla Şekil 7. 1 'in sol tarafında sıralanan krizler zamanımızın gerçeklikleri olsa da, döngünün sonunda birleşiyor olmaları, şeklin sağ tara fındaki yeni döngüye başlamadan önce kalıpları değiştirme miz için bir fırsat kapısı açmaktadır. 311
D E R İ N G E RÇ E K
Tarihimizi Yeniden Yazmak: Versiyon 2.0 Yaşamlarımızı i� ançlarımızı esas alarak yaşarız. Bu yalın gerçek, her şeyin ötesinde yaşamlarımızda gerçekten yapabi leceğimiz, yaptıklarımızın habercisi olan inançların sevdiği miz, hayalini kurduğumuz, olduğumuz ve başardığımız her şeyin temeli olduğu farkındalığına götürmektedir. Her güne başlamak için yaptığımız sabah ritüellerinden ve yaşamları mızı iyiye götürmek için kullandığımız teknolojiden savaşla yaşamı yok eden teknolojiye kadar. . . kişisel rutinlerimizin, toplu rutinlerimizin, dini seremonilerimizin - hatta medeni yetimizin - tamamı kendimize ve dünyayla olan ilişkimize dair düşüncelerimize dayalıdır. Bu gerçeğin farkına vardığımızda, inançlarımızın nereden geldiğini sormak mantıklı olabilir. Yanıt sizi şaşırtacaktır. Birkaç istisna dışında, inançlarımızın kaynağı diğer in sanların bize dünyamız hakkında anlattıklarıdır. Diğer bir deyişle, dünyayı ve kendimizi görmek ve yaşamlarımızın en önemli seçimlerini yapmak için kullandığımız mercekler bi limin, tarihin, dinin, kültürün ve ailelerimizin öğretileridir. Konu tarihin, evrimin ve hayatın gerçekleri olduğunda, son 300 senedir bu "diğer insanlar" genelde en değer ver diğimiz bilimsel gelenekleri muhafaza eden ve öğreten bilim insanları ve kuruluşlar oldular. Bilimin gerçek gücünün yeni bir anlam kazandığı nokta burasıdır. " Gerçek" arayışımızdan aldığımız tatmin duygusunun ötesinde, bilimin bize ve dünyadaki rolümüze dair ortaya çıkardığı yanıtlar, dünyamızı üzerine kurduğumuz temelin ta kendisidir ve yaşamın sorunlarını çözmek için hangi yolları seçtiğimizi belirler. Ö yleyse zamanımızın en iyi bilimi bizi nasıl betimler? Ta312
S O N O Y U N TAR i H İ M İ Z İ . K A D E Rİ M İ Z İ VE YAZ G I M I Z I Y E N İ D E N YAZMAK
rihsel açıdan bakıldığında bize biyolojinin bir " rastlantısı" olarak ortaya çıkmış, dünya tarihinde geç bir zamanda belir miş ve buradayken işlerin gidişatında pek bir etkisi olmayan, hatta gittiğimizde evrenin eksikliğini bile fark etmeyeceği önemsiz yaratıklar olduğumuz öğretildi. Bu tarif kulağa acımasızca gelse de, genel düşünce büyük olasılıkla bugün çoğumuzun inandırıldığı şeye yakındır. Geç tiğimiz yüzyılın bilimi bize, yaşamın uzun zaman önce mey dana gelmiş element ve koşulların imkansız gibi görünen bir kombinasyonu olduğuna; insanoğlunun bu tesadüfi olayların bir ürünü olduğuna, hepimizin özünde hayvansı, doğası ge reği savaşçı insanlar olduğumuza; günümüz medeniyetinin 5000 yıllık insan dehasının, yaratıcılığının ve teknolojisinin zirvesi olduğuna ve doğaya hükmetme ve yeryüzünün kay naklarını kullanma becerisine sahip olduğumuza inandırdı. Bu inançlara kucak açmamızın istendiği aynı zaman zar fında insanoğlunun savaşlarla en büyük kayıplara, soykırım larla en büyük ıstıraplara ve yaşamak için bel bağladığımız çevreye en büyük zarara tanık olmuş olması büyük olasılıkla tesadüf değildir. Çoğu zaman bizi yaşamın en büyük mücade leleri karşısında küçük ve çaresiz hissettiren de bu inançlardır. Peki, ya biz bundan fazlasıysak? Gerçekten başka kılık lara bürünmüş eşsiz, çok özel, çok güçlü varlıklar olmamız mümkün mü? Ya bizler bu dünyaya güzel bir yazgıyı gerçek leştirmek için gelmiş mucizevi potansiyel temsilcileriysek ve güçsüz olmanın hayali evresindeyken bizi şok etmiş koşullar karşısında bu gerçeği unutmuşsak ? Örneğin, hastalıkları tersine çevirme gücüyle doğduğu muzu fark ettiğimiz takdirde yaşamlarımız nasıl değişirdi? Ya da dünyada barışı, yaşamlarımızda bolluğu ve ne kadar uzun yaşayacağımızı seçebileceğimizi keşfetseydik? Bizzat ev313
D E R İ N G E RÇ E K
renin uzun zamandır kendimizden sakladığımız, hatta bize ait olduğunu dahi unuttuğumuz bir güçten doğrudan doğruya etkilendiğini görseydik ? Böyle radikal bir paradigma geçişi her şeyi değiştirirdi. Kendimiz, evren ve evrendeki rolümüz hakkında inandığımız her şeyi değiştirirdi. Günümüzün önde gelen keşiflerinin bize gösterdiği şey tam olarak budur.
Bjljm Yanlış Varsayımlarına Dayalı Düşünme
Düşünme Hiyerarşisi
Bilimjn Yeni KesiOerine Dayalı ,.,.,,,,...,,,.....,...,.,.,,_ � 6. Sonanlan İtblrliği, Anlayt1 ve KaJ1dıldı
6. Sorunları Rtkabeı, Kaba Kuvvet ve Çahtmıylı Çözmek.
Yardıml3"11arlı Çözmdı.
�. Dojruuıl; Tdı Yönlü Akım.
S. Döngüsel; Kotullar ve Kriı.lcr Tdırarlanır.
4. Ayn ve BağımsıL
4. İluırilive 8iJbirinc8aAımlı.
.l . İlintili vc Hağlı.
2. Tasarlanmıi Siltemkrin Aı Ma"lanır
2. Rasdannsal Sün:çlcrin Tesadüfi Ol�tıımu.
Rir Kumbin.a�yonu.
1. Ta
L Rasılantmıl Oluiıımlar I Şans.
SMlırun Konttollü Süreci.
Şekil 7.2. Yaşamın ve tarihin temel anlayışlarındaki bir farklılık, kendimize dair düşüncelerimizi ve sorunlarımızı çözme biçimimizi radikal bir şekilde değiştirir. Kişisel ilişkilerden küresel medeniyetlere, 6. seviyede gösterilen rekabet ya da işbir@i tercihi, 1 ila 5. seviyelerde yaşama dair düşünce biçimimizin bir sonucu dur. Onceki bölümlerde değindiğimiz bilimsel keşifler, yazgımızı belirleyen ya da kaderimize dönüşen tercihleri yaparken kendimiz hakkında farklı düşünmemiz için sebepler verir. 2. Bölümde, bilimsel bilgi piramidinin hiyerarşik olduğu
nu gördük. Piramidin herhangi bir seviyesinde yeni bir keşif yapıldığında, üzerindeki bilimler bilimsel kala bilmek adına değişmek zorundadır. Yine aynı şekilde, kendimiz hakkında nasıl düşündüğümüz hiyerarşiktir ve bu genel kuralı izler. Kendimizi biyoloj inin tesadüf i bir eseri gibi, çevremizde ki insanlardan ve dünyadan, hatta kendimizden bile ayrı ve 314
S O N O Y U N TA R İ H İ M i Z İ . K A D E R İ M İ Z İ VE YAZ G I M I Z I Y E N İ D E N YAZ M AK
bağımsız olarak düşünürsek ( bilimin yanlış varsayımı), so runlarımızı kaba kuvvet ve çatışma yoluyla çözmek doğal bir neticedir. Kendimizi ayrı ve güçsüz olarak düşündüğü müzde, çatışma mantıklı bile gelebilir. Aynı zamanda bilim, kökenimiz, tarihimiz ve gerek do ğayla gerekse kendimizle olan ilişkimiz anlamında inandı rıldığımızdan fazlası olduğumuzu ortaya koyduğunda, kaba kuvvet ve çatışmanın bir anlam ifade etmediğini görmek de bir o kadar kolaydır. Bu gibi derin gerçeklerin ifşasıyla, so runları çözmenin eski yolları anında geçersiz kalır. Birazdan anlatacağım hikayenin de gösterdiği gibi, kendimizi yeni bir perspektiften görme istekliliğimiz, yaşamla baş etmek için seçtiğimiz yola dair her şeyi değiştirir. Bazen bu isteklilik bile yaşamın kapısını aralar.
2003 yılında, Aron Ralston kendini hayatının dönüm noktasında buldu. Colorado dağlarına aşina uzman bir dağ cı olarak, dağcılık ufkunu genişletmek için lntel'deki mühen dislik görevinden istifa etmişti. Aynı senenin Mayıs ayında, Utah'ın Blue John Kanyonunun dar yarıklarında gezindiği sırada akla gelmeyecek bir şey oldu. Üç metre derinliğindeki bir çatlağın bir tarafından diğer kenarına atladığı esnada, dayandığı kaya koptu. "Çok güzel bir yerde, çok mutlu ve umarsız hissettim bir anda, lanet olsun dedim. Yavaş yavaş bir metre kadar düştüm, başımı kaldırdım ve kaya parçasının üzerime doğru geldiğini gördüm. Kendimi kayadan uzaklaştırmak için ellerimi havaya kaldırdım, ama kaya üzerime düştü ve ellerimi parçaladı. " 1 3 315
D E R İ N G E RÇ E K B u olayla Ralston'ın hayatı değişti. Kolu 3 6 0 kg ağırlığın daki kaya ile kanyon duvarı arasına sıkıştı ve Ralston tam altı gün boyunca kanyon duvarları arasında "esir" oldu. Cep telefonu yoktu (o bölgede baz istasyonu da yoktu); kim se nerede olduğunu bilmiyordu. Günlük hazırladığı çanta sında iki tane dürüm, biraz çikolata, bir video kamera ve az miktarda su vardı. Ralston, birinin aşağı bakıp yarıkta onu görme olasılığının çok düşük olduğunu biliyordu. Beşinci gün, kendini kanyonda öleceğine inandırdı. Küçük bir bıçakla kaya duvarın üzerine mezar yazısını yazdı. Hatta kame rasıyla son isteğini ve vasiyetini kaydetti. Ve sonra her şeyi değiş tiren bir şey oldu. Gece rüyasında gözlerine bakan küçük bir ço cuk gördü. "Baba, şimdi oynayabilir miyiz? " diye sordu çocuk. Ralston geleceğe ve nelerin mümkün olabileceğine dair bir ipucu yakaladığını anladı. Ve durumuna ve kendine dair düşüncelerini değiştiren de bu olasılık, bir gün baba olabil me olasılığıydı. Sonra yaşananlar kitaplara, televizyon prog ramlarına ve 201 0 yapımı 1 27 Saat isimli filme konu oldu. Ertesi sabah Ralston bedenini kanyon duvarına karşı na sıl manivela olarak kullanabileceğini çözdü; sıkışan kolunu doğru noktadan kırdı ve cebinde taşıdığı küçük, kör bıçağı kullanarak derisini, kaslarını ve kırık kemiğini kesti, sıkıştığı kayadan kurtuldu. Kendine yaptığı bir saatlik operasyonun ardından, kanyondan çıktı ve yürümeye başladı. Sonunda iki dağcı onu buldu ve yardım çağrısında bulundular. Ralston hayatta kalmayı başardı, şimdi yeni, protez bir kola sahip ve bugün hala dağlara tırmanıp kanyonlarda yü rüyüş yapmayı sürdürüyor. Aron Ralston'ın temsili olduğu düşüncelerini değiştirme istekliliği, bu seçimini sonuna ka dar götürme cesareti ve yaşama kararlılığı, dünyanın dört bir yanındaki pek çok insanın yaşamında büyük bir etki bı316
S O N OYU N : TARİ H İ M İ Z İ , K A O E R İ M İ Z İ VE YAZ G I M I Z I Y E N İ D E N YAZMAK
raktı. Ralston zaman zaman, kişisel sebeplerden Blue John Kanyonuna, çetin bir sınavdan geçtiği yere, sıkıştığı kayaya gitmesiyle ilgili şöyle diyor: "Tekrar oraya dönüyor ve ona dokunuyorum. Hayatta neyin önemli olduğunu, ilişkileri ve buradan kurtulup sev giye ve ilişkilerime dönmek istediğim anları; esaretten kaçıp özgürlüğe dönmek istediğim anları düşünüyorum. " 1 4
Aron Ralston, kendine ve içinde bulunduğu duruma dair tüm düşüncelerini değiştiren engin bir farkındalığa erişti. Ve hayatını kurtaran şey de bu değişimdi. Böyle bir farkındalığa erişmek için Utah'ta bir kanyona düşmek zorunda olmasak da - ve dilerim kimsenin başına gelmez - Ralston'ın tecrübe sinden çok şey öğrenebiliriz. Nasıl Ralston esaret yerine özgürlüğü seçtiyse, biz de ya şamlarımızın her anında bizi aynı sonuçlara götüren tercihler yaparız. Ya yeni ve sürdürülebilir bir yaşam biçimine daya nan özgürlüğü seçeriz ya da geçmişin eski, sürdürülmesi zor yollarına takılıp kalır ve yaşadığımız sayısız kriz karşısında esir oluruz. Ben özgürlüğümüzün, kendimizi kişisel olarak evrende kim olduğumuz bilgisine adamakla başladığına ina nırım. Böyle bir adanmışlıkla, kendimize dair düşünceleri mizden davranış biçimlerimize kadar her şey değişecektir. Değişmelidir de, çünkü daha derin bir anlayış karşısında kendiliğinden değişiriz. Her şey dönüp neye inandığımıza bağlıdır. Bu kulağa ger çek olamayacak kadar basit gibi gelse de, ben evrenin tam da bu şekilde işlediğine kesinlikle ikna oldum. 317
D E R İ N G E RÇ E K
Yaşamlartmllln Yeni Ortaya Çıkan Hikayesi Şekil 7.2'deki yeni düşünce hiyerarşisini göz önünde bu lundurarak, gelin önceki bölümlerde gün yüzüne çıkan derin gerçekleri özetleyelim ve onların insan yaşamına dair anlat tıkları yeni hikayeyi hayal edelim. -Derin Gerçek 1: Yaşamlarımızı ve dünyamızı tehdit eden krizleri sonlandırma becerimiz, bilimin kökenimiz ve tarihimiz hakkında neler ortaya koyduğunu kabullenme is tekliliğimize bağlıdır. •
Gerçek: Medeniyetin devrilme noktasına yaşıyor, insa noğlunun kaydedilmiş 5,000 yıllık tarihte yaşadığı en çok sayıda ve en büyük krizlerle baş ediyoruz.
•
Gerçek: Dünya ekonomileri ve sağlık sisteminden tutun da fosil yakıtlarının üretim ve dağıtım sistemlerine kadar çeşitlilik gösteren tüm sistemlerin küresel çöküşü, yanlış bilimsel inançlara dayanan sürdürülmesi imkansız uygu lamalar belirtisidir.
•
Gerçek: Hangi seçimleri yapacağımızı, hangi yasaları ge çireceğimizi ve hangi politikaları benimseyeceğimizi bil mek için, kökenimiz ve tarihimizle ilgili gerçeği bilmek zorundayız.
•
Gerçek: Evrim ve insan kökenine dair uzun zamandır be nimsenen inançların yanlış varsayımları şimdi bilimin ortaya koyduğu yeni keşifler karşısında anlamını yitirmektedir.
318
S O N O Y U N T A R İ H İ M İ Z İ . K A D E R İ M İ Z İ VE YAZ G I M I Z I Y E N i D E N Y A Z M A K
-Derin Gerçek 2: Ana akım eğitim sistemlerinin yeni keşifleri aktarma ve yeni teorileri keşfetme konusundaki gö nülsüzlüğü, bizi insanlık tarihinin en büyük krizleriyle baş etmede yetersiz kalan modası geçmiş inançlara mahrum bı rakmaktadır. •
Gerçek: Bilimsel yöntemin güvenilir ilkeleri, yanlış varsa yımları düzeltmek üzere tasarlanmış bir niteliğe sahiptir.
•
Gerçek: Son 300 senedir, yaşam, hükümet ve medeniyetle ilgili tercihlerimizi, kendimize ve dünyayla olan ilişkilerimi ze dair düşünce biçimimize dayandırdık, oysa bu, zamanı geçmiş bir bilimin yanlış varsayımlarını esas almaktadır.
-Derin Gerçek 3: Varlığımızı tehdit eden krizlerle baş et menin anahtarı, değişiklikleri benimsemek için karşılıklı yar dımlaşma ve işbirliğine dayanan ortaklıklar kurmakta saklıdır, bu tip ortaklıkları güçleştiren suçlama ve ayrıştırmalarda değil. •
Gerçek: Gezegenimizde yaşayan yedi milyar insan için gıda, elektrik ve yakıt sağlamanın temiz, yeşil ve sürdürü lebilir yollarını bulmak zorundayız.
•
Gerçek: Sanayi devrimi atmosferdeki sera gazlarına katkı da bulunmuş olsa da, bugün gördüğümüz iklim değişimi nin sebebi insanlar değildir.
•
Gerçek: Dünya'nın 420,000 yıllık iklim seyrini gösteren bi limsel deliller, yaklaşık olarak 100,000 senelik aralıklarla bir ısınma ve soğuma döngüsü yaşandığını göstermektedir.
319
D E Rİ N G E RÇ E K •
Gerçek: Dünya'nın son 420,000 yıldaki ısınma döngüleri, sera gazlarındaki yükselmenin, ortalama 800 yılda ger çekleşen ısı artışının gerisinde kaldığını göstermektedir.
•
Gerçek: Değişim doğal döngülerine uyum sağlamamıza ve insanların yol açtığı krizlerle baş etmemize yardımcı olacak sürdürülebilir yaşam biçimleri yaratmak daha önce eşi benzeri görülmemiş düzeyde işbirliği, sinerji ve takım çalışması gerektirecektir.
-Derin Gerçek 4: Son buzul çağının sonlarına doğru var olmuş ileri medeniyetlere dair yeni keşifler, atalarımızın da kendi zamanlarında karşılaştığı aynı krizlerle baş etmemiz için farklı anlayışlar sağlamaktadır. •
Gerçek: Buzul çağının sonlarına ait bilimsel buluntular, tari hin geleneksel zaman çizelgesini şaşkına çevirmektedir.
•
Gerçek: Bilimin yeni keşifleri yerli geleneklerin döngüsel bir dünya, medeniyetlerin yükselişi ve çöküşü, felakerlere yol açan krizler ve kötü tercihlerin kendilerini tekrar eden neticeleriyle ilgili görüşlerini desteklemektedir.
•
Gerçek: İ lk modern insanların yeryüzünde belirdikleri za mandan bu yana, ders alabileceğimiz güçlü döngülerden geçtik. Örneğin: İki tane 1 00,000 senelik buzul çağı döngüsü D ünya'nın yörüngesinin açısında beş adet 4 1 ,000 yıl lık değişim döngüsü Her biri 5,125 sene olan kırk dünya çağı döngüsü 320
S O N O Y U N T A R İ H İ M İ Z i . K A D E R i M İ Z İ V E YAZ G I M I Z I Y E N İ D E N YAZ M A K
Sekiz tane 25,695 senelik yörünge devinimi -Derin Gerçek 5: Yeni teknolojinin kullanımıyla birden fazla disiplinden alınan bilimsel veriler, insanoğlunun uzun bir zaman diliminde gerçekleşen evrimsel bir süreçle rastgele ortaya çıkan bir yaşam formu değil, bir kerede meydana ge tirilen bir tasarım olduğuna hiçbir kuşku bırakmamaktadır. •
Gerçek: İ nsan kökeni üzerine yapılan tartışmalar, kanıt ve delili birbirinden ayırmak zorundadır.
•
Gerçek: Bugün yaşayan hiç kimse, insanın başlangıcına tanık olmadığından, varoluşumuzu açıklamak için delille re güvenmek zorundayız.
•
Gerçek: Yeni deliller geleneksel doğal seçilimle evrim teorisinin insanlar için de geçerli olduğu düşüncesini desteklememektedir.
•
Gerçek: Bugün varlığı bilinen hayvan yaşamının başlıca bi rimlerinin çoğu, biyolojinin "büyük patlama" zamanında ortaya çıktı: Yaklaşık olarak 154 milyon yıl önce meydana gelen ve yaşamı çeşitli formlara bölen Kambriya patlaması.
•
Gerçek: Biyolojik bilgi deposu DNA, indirgenemez kar maşıklığa dair birkaç örnekle birleştiğinde, rastgele süreç lerin insan varoluşunu açıklayamayacağına dair deliller hızla çoğalmaktadır.
•
Gerçek: Modern insanlar ilk kez yaklaşık 200,000 yıl önce ortaya çıktılar ve bugün görsel anlamda türümüzün bu ilk bireyleriyle aynıyız. 321
D E R İ N G E RÇ E K •
Gerçek: Bilim insanoğlundan neyin veya belki de kimin sorumlu olduğunu hiçbir zaman tam olara k belirleyeme yebilir, ancak akıllı tasarıma dair deliller göz ardı edile meyecek boyutlardadır.
-Derin Gerçek 6: 400'den fazla meslektaş değerlendir meli araştırmada elde edilen çok sayıda bilimsel delil bize kaçınılmaz bir gerçeği işaret etmektedir: şiddetli rekabet ve savaş en derin işbirliği ve önemseme içgüdülerimizle doğru dan doğruya çelişki içindedir. •
Gerçek: Bilimsel araştırmalar, doğanın bir işbirliği ve kar şılıklı yardımlaşma modeline dayandığını göstermektedir, şiddetli rekabet ve savaş modeline değil.
•
Gerçek: 150 yıl boyunca şiddetli rekabet ve sözüm ona toplumsal Darvincilik varsayımı ("güçlü olanın hayatta kalması") modellerini esas alan bir medeniyet kurduk.
•
Gerçek: Bizler doğamız gereği şiddete eğilimli olmayan var lıklarız, ama üç koşuldan biri karşılandığı anda şiddete eği limli hale gelmemiz mümkündür: (1) kendimizi tehdit altında hissederiz, (2) ailelerimizin tehdit altında olduğunuz hissede riz, (3) yaşam biçimimizin tehdit altında olduğunu hissederiz.
•
Gerçek: Geniş ölçekli savaş, doğal bir insan niteliği değil, yaşamın zorluklarına verilen öğrenilmiş bir tepkidir.
Bilimsel gerçeklere dayanan bu altı derin gerçek, artık karşı karşıya olduğumuz sorunları çözme biçimimizi düşün düğümüzde göz ardı edilemeyecek kadar barizdir. Bizler ya322
S O N O Y U N TA R İ H İ M İ Z İ . KA D E R İ M İ Z İ VE YAZ G I M I Z I Y E N İ D E N YA/ M A K
şamlarımızı sürdürme, sorunlarımızı çözme, toplumlarımızı, uluslarımızı ve medeniyetlerimizi kurma biçimimizi kendimize dair düşüncelerimize dayandırdığımızdan, bu gerçekleri göz önünde bulundurmak hiç olmadığı kadar önemlidir. Dünya daki krizleri bizim harekete geçmemizi önleyen engeller olarak görmek yerine, aslında onların süreci hızlandırmak için geçmek zorunda olduğumuz kapılar olduğunu fark edebiliriz.
The Divine Matrix (Hay House, 2007) isimli kitabımda kuzey New Mexico'nun vahşi doğasında yaşamak için kari yeri, dostları ve ailesi dahil sevdiği her şeyi arkasında bırakan bir arkadaşımın hikayesini paylaşmıştım. Ona, neden çölün ıssızlığında yaşamak için geride bunca şey bıraktığını sordum. Söze " spiritüel yolunu" bulmak için geldiğini söyleyerek başladı. Ancak aynı zamanda bana, yeni yolunu aramaya başlayamadığını, çünkü önüne pek çok sorunun çıktığını söyledi; geride bıraktığı ailesiyle sorunlar yaşıyordu; işle il gili gelecek planları umutsuzca tıkanmış gibiydi ve yeni, spi ritüel evini inşa eden ekip, onun kabul ettiğini düşündüğü programdan bambaşka bir planlamayla çalışıyordu. Büyük bir hayal kırıklığı içindeydi. Ben bu hikayeyi bir noktaya parmak basmak için paylaş tım ve bu nokta şimdi dünyada kendimizi bulduğumuz yerle ilişkili olarak hiç olmadığı kadar önemli olabilir. Benim bakış açıma göre, bizler spiritüel bir yolun dışındaki hiçbir şeye yetkin değiliz. Diğer bir deyişle, ruhani varlıklar olarak bizler yalnızca spiritüel tecrübelere yetkiniz. Yaşam nasıl görünürse görünsün, önümüze nasıl engeller çıkarsa çık sın ve evren bizi spiritüel yolculuğumuzda alıkoymak için ne kadar derin bir "komplo teorisi" planlarsa planlasın, her gün olan şeyleri spiritüel yolumuzdan ayırmak imkansızdır. Hatta ben, spiritüel yolumuzu onların oluşturduğuna inanırım. 323
D E Rİ N G E RÇ E K
Tıpkı bu olasılığı arkadaşıma sunduğum gibi, size de dün yamızın bugünkü koşullarının tesadüf olmadığını söylemek isterim. Hiçbir şey bir gecede olmadı ve kendiliğinden "git meyecekler. " Daha önce söylediğim gibi, bu kadar kısa bir za man dilimi içinde bu kadar çok krizin üst üste geliyor olması bir tesadüf olamaz. Bir sonraki dünya çağı döngüsünü belirle yecek tercihleri şimdi, bir dünya çağından diğerine geçtiğimiz esnada yapmalıyız. Yücelik yazgımızı gün ışığına mı çıkara cağız, yoksa savaş ve ıstırap kaderimizi mi mühürleyeceğiz?
Buradan Nereye Gidiyoruz? Kuşkusuz bu kitap büyük fikirler hakkındadır. Geçmiş bölümlerde anlatılan krizleri düşündüğümüzde, bunalıp önemsiz olduğumuzu hissetmemiz kolaydır. Ve düşünün ki konuların bir çoğunun en derin niteliklerine girmedik bile. Konu karşı karşıya kaldığımız krizler olduğunda, dünyanın dört bir yanında, farklı dillerde ortak bir düşünce mevcut tur: sorunlar öyle büyük görünür ki " bireyler olarak bir fark yaratmamız mümkün değildir. " Nereden başlayabiliriz ki? Bu sorunun yanıtı gayet kısadır. Bazı insanlar için kulağa basit bile gelebilir. Ama doğanın basit zarafeti küçük dene yimlerle büyük değişimleri mümkün kılar, çünkü çağımızın krizlerine kolektif yanıtı oluşturan bizim günlük yaşamla rımızda yaptığımız tercihlerin diğer insanların tercihleriyle buluşmasıdır.
324
S O N O Y U N . TA R İ H İ M İ Z İ . KA D E R İ M İ Z İ VE YAZ G I M I Z I Y E N İ D E N YAZ M A K
Bireysel tercihlerimiz tarihte bizim çağımıza verilen kolektif yanıta dönüşür.
Tercihlerimizin özünün her şeyi birbirine bağlayan alana işlemesine neden olan, her gün yaşamlarımızı sürdürmek için seçtiğimiz yoldur, işbirliği veya rekabet teması, sevginin veya korkunun gücüdür. Kendini dünyadaki krizlerle baş etme bi çimimizde ortaya koyan yine bu tercihlerdir. Dürüst olmak gerekirse; bu hiçbir şey yapmamamız anlamına gelmez; hat ta tam tersi. Her şey eylemle ilgilidir. Mesele yaşamlarımızı sürdürme biçimimizde her gün ortaya çıkan eylemlerdir. Her gün, başkalarının yaşamlarına destek veya köstek olma gücüne sahibiz. Yavaşlayarak yan şeritteki sürünün gözden kaçırdığı çıkışa doğru ilerlemesine yardımcı mı olu ruz, yoksa sırf sürücünün "önümüze kırmaya çalıştığını" düşündüğümüz için kendi şeridimizde hızlanarak o aracın verdiği sinyali görmezden gelir ve gerek kendimizi gerekse o kişiyi tehlikeye mi atarız? Markette kötü bir gün geçiren ka siyerin öfkesine karşılık mı veririz, yoksa onun kabalığının bize karşı kişisel bir mesele olmadığını fark eder miyiz? Kalbe dayalı bu ilkelerin kurumsal bir toplantı odasın dan 5,000 kişilik bir tiyatro salonuna kadar çeşitli alanlarda başarıyla işlediğine tanık oldum. Ö nemli olan, biz değişti ğimizde dünyanın değişmesidir. Bilimsel tüm kalpleri bir birine bağladığı doğrulanmış bir alanın içinde var olan bir dünyada, mesele "onlara " - kurumların CEO'ların ve mil letlerin liderlerine - nasıl ulaşacağımız değil, hepimizi birbi rimize bağlayan kuantum alanına - ya da enerji matrisine - ne koymayı seçtiğimizdir. 1 5 325
D E R İ N G E RÇ E K
Derin Gerçek 'in gerçekleri bize kendimiz hakkında farklı düşünmek için sebepler verdiğinde, bu fark günlük rutinlerimizde yaptığımız her şeyde ortaya çıkar. Bunu da göz önünde bulundurarak, aşağıdaki geniş kategoriler, küresel bir etki potansiyeline sahip günlük tercihlere ör nekleri içermektedir. Hatta, özellikle bu tercihler denge, barış ve yaşam terazisini kriz zamanlarında bize doğru çevire bilir: -Basın. Giderek artan sayıda bilimsel araştırma, etrafı mızı kuşatan görüntü ve sözcüklerin dünyamızın gerçekliği ni etkilediğini ortaya koymaktadır. Bu gerçek bizi önemli bir soruya götürür: Arkadaşlarımız ve ailemizle bir film izledi
ğimizde ya da müzik dinlediğimizde, yalnızca kendimizi mi eğlendiririz? Yoksa, araştırmaların da gösterdiği gibi, içinde yaşadığımız dünya için yapı taşları mı yaratırız? Filmlerde ki 20. yüzyıl dünyanın-sonu senaryoları ile çağımızın eşsiz krizleri arasındaki benzerlikler çarpıcıdır ve tam da söyleme ye çalıştığım şeyi ortaya koyar. Kuşkusuz basın girdisinde ki denge burada son derece önemlidir. Bu sebepten, pozitif, yaşamı olumlayan görüntü ve üretimleri destekleme tercihi miz, film ve diğer programların yapımını üstlenen stüdyola ra güçlü bir mesaj göndermektedir. -Gıda. Yaşamlarımızda bilinçli tüketimi lehimize çevir mek için yapabileceğimiz en basit ve en sağlıklı şeylerden biri yerel, organik ürünler ticaretini desteklemek ve teşvik etmektir. "Yerel yediğimiz" zaman, dünyanın dört bir ucun daki Kurumsal çiftliklerde yetişen mevsimi geçmiş meyve ve sebzeleri hava, deniz ve karayoluyla bize taşımak için ya kıt harcayarak bıraktığımız korkunç karbon izlerimizi yok 326
S O N O Y U N T A R İ H İ M İ Z İ . K A D E R İ M İ Z İ V E YAZ G I M I Z I Y E N İ D E N YAZ M A K
edebiliriz. Şimdi çoğu market organik ürünler satmaktadır. Her meyve ve sebzenin üzerinde, size nasıl ve nerede yetiş tirildiğini söyleyen etiketler olmalıdır. Pek çok şirket yerel ve organik "topraktan sofraya " girişimleri destekleyen gıda zincirlerine ve restoranlara sahiptir. Yaşadığınız bölgede bu lunanların bilincinde olun. -Alışveriş. Kimse zamanda geçmişimizin "ilkel" yaşam biçimlerine dönmek istemese de - ve buna kesinlikle gerek yok - ev ve ofislerimize ihtiyacımız olan malzemeleri alırken ne gibi kaynakları destekleyeceğimiz konusunda seçenekleri miz vardır. Ö rneğin kağıt ürünler alıyorsak, taze ağaç kesme ihtiyacını azaltan geri dönüşümlü kaynaklardan üretilmiş tuvalet kağıtları, kağıt havlular ve yüz mendilleri alabiliriz. Ayrıca halihazırda yetersiz miktarda olan kaynakları daha fazla tüketmeden şişeler, yoğurt kapları, hatta diş fırçala rı gibi yine geri dönüşümlü maddelerden üretilmiş plastik ürünler ala biliriz. -Bilinçli yaşamak. Konu tercihlerimizin dünya üzerin deki etkisi olduğunda, karar verme sürecimize rehberlik edecek kaynaklarda hiçbir eksik olmadığı kesindir. Bu kitap kendimizi yeni ve daha yetkin şekillerde düşünmemiz için bir sistem yaratmış olsa da, yaşamlarını bilinçli yaşamanın derin anlayışına adamış başka yazarlar da vardır. Farklı in sanlar farklı yollardan öğrendiği için, yeni, daha işbirlikçi bir dünya yaratmak için benimsemeyebileceğimiz dünya do lusu yaklaşımın var olması bizim için büyük bir şanstır. Aşa ğıdakiler, çeşitli ve anlamlı yollarla bilinç yaşamının belirli alanlarını anlatan çok iyi kitaplardır:
327
D E R İ N G E RÇ E K •
Spontaneus Evolution: Our Positive Future (and a Way to Cet There From Here). Bruce Lipton ve Steve Bhaerman (Hay House 2010)
•
Voluntary Simplicity: Toward a Way of Life That is Out wardly Simple, lnwardly Rich. Duane Elgin (HarperCol lins, 2010)
•
Promise Ahead: A Vision of Hope and Action for Humanity's Future. Duane Elgin (HarperCollins, 2001)
•
Global Shift: How a New Worldview Is Transforming Humanity. Edmund ]. Bourne (New Harbinger / Noetic Books, 2009)
•
•
Plan B 4.0: Mobilizing to Save Civilization, Lester R. Brown (W. W. Norton & Company, 2009) The HeartMath Solution: The lnstitute of HeartMath's Revolutionary Program for Engaging the Power of the Heart's Intelligence, Doc Lew Childre ve Howard Martin (Harperüne, 2000)
Tercih Bizim Bu kitaba tek bir soru sorarak başladık - yapacağımız her seçimin altında yatan, bizi sınayacak her mücadelenin kalbinde yaşayan ve karşı karşıya kalacağımız her kararın zemini oluşturan yanıtlanmamış bir soru bu: Biz kimiz? Bu kitap boyunca keşfettiğimiz tüm bilgiler ışığında, şimdi 328
S O N O Y U N TAR i H i M i Z i . K A D E R İ M İ Z i V E YAZ G I M I Z I Y E N i D E N YAZ M A K
neden bu sorunun yanıtlanmasının bu kadar önemli olduğu nu görüyoruz. Bu gereklidir. Yaşamsaldır. Bunu yapma biçi mimiz kendimize dair neler düşündüğümüzü ve dünyada na sıl yaşadığımızı belirler. Kendimize ve küçük çocuklarımıza yaptığımız özverilerden yaşlanan ebeveynlerimize davranış biçimlerimize kadar her şeye yansır. Gıda, su, ilaç ve yaşam gereksinimleri gibi kaynakları nasıl paylaştığımızı; neden ve ne zaman savaşa girdiğimizi; ekonomimizi neye dayandırdı ğımızı; kader ve yazgımızla ilgili inançlarımızı; ne zaman bir can kurtardığımızı ve ne zaman bir canı sonlandırdığımızı yönlendiren ilkeler için temel oluşturur. Kısacası, bu soruya verdiğimiz yanıt medeniyetin çekirdeğini oluşturur. Ö yleyse biz kimiz? Bu sorunun yanıtını büyük olasılıkla yaşamımız boyunca içgüdüsel olarak sezmiş olsak da, şimdi bel bağladığımız ve güvendiğimiz bilim bizim en derin bilgi mizi doğrulamaktadır.
Biz Kimiz? Bizler gizemli kökene sahip gizemli varlıklarız. Bu dünyada, bugün göründüğümüz halimizle yaklaşık 200,000 - 30 dünya çağı ve iki buzul çağı - önce belirdik. Bedenlerimiz akıllı bir tasarımın tartışmasız izlerini taşımak tadır. Biz bu dünyaya, tüm canlılara hayat veren ve onla rı birbirleriyle bağlayan alanlarla iletişim kurma becerisine sahip kalbin sessiz dilini "konuşarak" geldik. Tarihleri en azından son buzul çağının sonlarına - ve büyük olasılıkla daha öncesine - uzanan ileri medeniyetlerin mimarlarıydık. Bizler yaşamlarımız, ailelerimiz ve yaşam biçimlerimiz için korktuğumuzda şiddete yönelen barışçıl varlıklarız. 329
D E R İ N G E RÇ E K
Mevcut dünyanın yalnızca son 5 , 1 25 yılı boyunca büyük ölçekli savaş alışkanlığı geliştirdik. Dünyamızın sürdürül mesi imkansız koşulları bizi, ya kökenimizin ve tarihimizin gerçeğini görmemiz ve en yüce yazgımızı seçmemiz ya da bu gerçekleri inkar edip karanlık kaderimizin derinliklerine tes lim olmamız gereken kriz noktalarına sürüklemiştir. Şimdi kim olduğumuz sorusunu yanıtladığımıza göre, bir sonraki büyük soru geleceğimizle ilgilidir. Bizim ataları oldu ğumuzu söyleyecek insanlara ne miras bırakacağız? Çocuk larımızın tarih kitapları bize bakıp rekabetten çok işbirliğine değer verdiğimizi ve korkmak yerine sevmeyi öğrendiğimizi mi söyleyecekler? Yoksa bize bakacak ve insanlık tarihinin 5,000 yıllık en büyük fırsatını, geçmişimizin yanlış inançlarının yerine bize yetki ve güç veren gerçeği koyma şansını kaçırdığımızı mı söyleyecekler? Bu sorulara sözcüklerimizle yanıt verdik. Şimdi söylediğimiz şeyleri yaşamaya başlamalıyız. Belirmek te olan yeni dünyayı varoluşumuzun derin gerçeklerine da yandıracak mıyız? Bunu öğrenmek için çok beklememiz gerekmeyecek.
,_
1
J.'i
330
DİPNOTLAR Giriş
1 . "Report: Global Warning Near Critical Point", Associated Press (Ocak 2 1 , 2005). Alıntı: http://www. msnhc.com/id/6863557/ns/us_news-environment.
2 . Albert Einstein, "Atomic Education Urged by Einstein", The New York Times (Mayıs 25, 1 946) ve daha sonra Michael Amrine, "The Real Problem Is in the Hearts of Man", The New York Times Magazine (Haziran 23, 1 946). Bölüm 1 1 . Michael Crichton, Sphere (New York: Alfred A. Knopf, 1 987): s. 348-349. 2. Jonathan Sarfati, "Archbishop's Achievement: James Ussher's Great Work Annals of the World Is Now Available
D E Rİ N G E RÇ E K
i n English", Creation Ministries lnternational. Web Sitesi: http://creation.com/archbishops-achievement
3. Jonathan Sarfati, "Archbishop's Achievement: James Ussher's Great Work Annals of the World Is Now Available in English", Creation Ministries lnternational. Web Sitesi: http://creation.com/archbishops-achievement
4. Thomas Hunt Morgan, Evolution and Adaptation (New York: The Macmillan Company, 1 903): s. 43 . 5. Charles Darwin, On the Origin of Species (Seattle: Pacific Publishing Studio, 2010): s. 236 . 6 Evolution and Adaptation: s. 43 . 7. University of Glasgow, "Rare Tests on Neanderthal Infant Sheds Light on Early Human Development",
ScienceDaily (Nisan 4, 2000). Web Sitesi:
http://www.
sciencedaily.com/releases/2000/03/000331091 126.htm.
8. University of Glasgow, " Rare Tests on Neanderthal Infant Sheds Light on Early Human Development", ScienceDaily (Nisan 4, 2000). Web Sitesi: http://www. sciencedaily.com/releases/2000/03/000331091126.htm.
9. Hillary Maysell, "Neandertals Not Our Ancestors, ONA Study Suggests", National Geographic News (Mayıs 14, 2003). Web Sitesi: http://news.nationalgeographic.com 10. Yuxin Fan, Tera Newman, Elena Linardopoulou 334
DiPNOTLAR
ve Barbara J. Trask, "Gene Content and Function of the Ancestral Chromosome Fusion Site in Human Chromosome 2q1 3-2q14.1 and Paralogous Regions", Genome Research, c. 1 2 (Cold Spring Harbor Laboratory Press, 2002): s. 1663-1672. Web Sitesi: http://genome. cshlp.org/content/12/11/1663.full.
1 1 . J.W. Ijdo, A. Baldini, D.C . Ward, S.T. Reeders ve R.A. Wells, "Origin of Human Chromosome 2: An Ancestral Telomere-telomere Fusion", Proceedings of the National Academy of Sciences of the United States of America, c. 88, no. 20 (Ekim 1 5, 1 991): s. 9051-9055. 1 2 . "Gene Content and Function of the Ancestral Chromosome Fusion Site in Human Chromosome 2q1 3 2q14.1 and Paralogous Regions". 1 3 . " Origin of Human Chromosome 2: An Ancestral Telomere-telomere Fusion". Bölüm 2 1 . The Human Experience, directed by Charles Kinnane (Grassroots Films, 2011). Web Sitesi: http://www. grassrootsfilms.com/films.html.
2. Albert Einstein, The Theory of Relativity & Other Essays (New York: MJF Books, 1 950): s. 53. 3. Isaac Newton, çeviri Andrew Motte, Newton's
Principia: The Mathematical Principles of Natura/ 335
D E Ri N G E R.Ç E K
Philosophy,
ilk American basımı ( New York: Daniel Adee,
1846). Kaynak: http://rackt.ul.cs.cmu.edu/is/newton. 4. Lee Gomes, " String Theory Skeptic", Forbes Magazine (Eylül 2 1 , 2009). Web Sitesi: http://www.forbes.com/ forbes/2009/0921/opinions-peter-woit-physics-ideas opinions.html.
5. James Le Fanu, " Science's Dead End'', Prospect, sayı 173 (Temmuz 2 1 , 2010). Web Sitesi: http://prospectmagazine. co.uk/2010/07/sciences-dead-end.
6. James Le Fanu, " Science's Dead End'', Prospect, sayı 173 (Temmuz 2 1 , 2010). Web Sitesi: http://prospectmagazine. co.uk/2010/07/sciences-dead-end.
7. Tom Abate, "Genome Discovery Shocks Scientists'',San Francisco Chronicle (Şubat 1 1 , 2011). Web Sitesi: http:// articles.sfgate.com/2001-02-1 1/news/17583040_1_ chemical-letters-president-of-celera-genomics-human genome-project.
8. Tom Abate, " Genome Discovery Shocks Scientists'',San Francisco Chronicle (Şubat 1 1 , 201 1 ) . Web Sitesi: http:// articles.sfgate.com/2001-02-11/news/17583040_1_ chemical-letters-president-of-celera-genomics-human genome-project.
9. Frank L.H. Wolfs, "Appendix E: lntroduction to the Scientific Method'', Fizik ve Astronomi Depa rtma nı, Rochester Üniversity, New York. Web Sitesi: http://teacher. 336
DİPN OTLAR
pas.rochester.edu/phy_labs/appendixe/appendixe.html.
10. Andrew Curry, "Gobekli Tepe: The World's First Temple? ", Smithsonian Magazine ( Kasım 2008). Web Sitesi: http://www.smithsonianmag.com/history archaelogy/gobekli-tepe.html.
1 1 . Ronald Logan, "Opening Address of the Symposium on the Humanistic Aspects of regional Development",
Prout ]ournal,
c. 6, no. 3 ( Eylül 1 993).
12. Michael J. Behe, "Evidence for l ntelligent Design from Biochemistry". Discovery Enstitüsünün "God & Culture Conference" başlıklı konferansından alıntı (Ağustos 10,
1 996). Web Sitesi: http://www.arn.org/docs/behe/mb_ idfrombiochemistry.htm.
1 3 . Glen Rein ve Rollin McCraty, " Structural Changes in Water and DNA Associated with New Physiologically Measurable States", ]ournal of Scientific
Exploration,
c. 8,
no. 3 ( 1 994): s. 43 8-439.
14. E .W. Silvertooth, " Special Relativity", Nature, c . 322 (Ağustos 14, 1 986): s. 590.
15. Niels Bohr, "Discussion with Einstein on Epistemological Problems in AtomicmPhysics",
Scientist, P.A.
Albert Einstein: Philosopher
Schilpp (ed.) (1949): s. 240.
16. A . A . Michelson ve Edward W. Marley, "On the Relative Motion of the Earth and the Lumin iferous Ether", 337
D E Rİ N G E RÇ E K
American Journal of Science, c . 3 4 {1887):
s . 333 -345.
17. " Special Relativity". 1 8 . Max Delbruck, Mind (rom Matter? An Essay on
Evolutionary Epistemology
{ Hoboken, NJ: Blackwell
Publishers, 1 985): s. 167.
19. Peter Machamer, The Cambridge Companion to Galileo {Cambridge, U.K.: Cambridge University Press, 1 998): s. 64. 20. E.O. Wilson, Consilience: The Unity of Knowledge {New York: Vintage Books, 1 999): s. v. 2 1 . Anastasia Lebedev, "The Man Who Saved The World Finally Recognized", MosNews.com {Mayıs 2 1 , 2004). Alıntı: http://www.worldcitizens.org/petrov2.html.
22. Anastasia Lebedev, "The Man Who Saved The World Finally Recognized," MosNews.com {Mayıs 2 1 , 2004). Alıntı: http://www.worldcitizens.org/petrov2 .html.
23. The American Heritage College Dictionary, 3. basım (Baston: Houghton Mifflin Company, 1 993): s. 489. 24. The American Heritage College Dictionary, 3 . basım {Bostan: Houghton Mifflin Compa ny, 1 993): s. 1406. 25. The American Heritage College Dictionary, 3. basım {Baston: Houghton Mifflin Company, 1 993): s . 1096.
338
DİPNOTLAR
26. Andrew Walker'ın Cambridge Üniversitesitesi Royal Society Araştırma Profesörü Sir Martin Rees'ten yaptığı alıntı: " Sir Martin Rees: Prophet of Doom ? " BBC
News ( Nisan 25, 2003). Web Sitesi: http://news.bbc.eo.uk/1/hi/ in_depth/uk/2000/newsmakers/2976279.stm. 27. George Musse, "The Climax of Humanity", Scientific
American, özel 2005 ): s. 44.
basım "Crossroads for Planet Earth" ( Eylül
2 8 . George Musse, "The Climax of Humanity", Scientific
American,
özel basım "Crossroads for Planet Earth" (Eylül
2005): s. 47. 29. George Musse, "The Climax of Humanity", Scientific
American,
özel basım " Crossroads for Planet Earth" (Eylül
2005 ): s. 47. 30. Tad Williams, To Green Angel Tower, Part 1 ( New York: DAW Books, 1 993): s. 771.
Bölüm 3 1 . Millennium Ecosystem Assessment (MA) Synthesis
Report,
United Nations Educational, Scientific and
Cultural Organization. 95 ülkedeki 1,300 bilim insanı tarafından hazırlanan bu rapor, çevresel bozulmanın zararlı neticelerinin gelecek 50 yıl içinde ciddi anlamda
http://portal. unesco.org/en/ev.php-URL_ID=26641&URL_DO=D0_ TOPIC&URL_SECTION=201.html. artabileceğini öne sürmektedir. Web Sitesi:
339
D E Rİ N G E RÇ E K
2 . "The Climax of Humanity": s .44-47. 3 . "The Climax of Humanity": s. 44. 4. Lindsay Patterson, "Jeffrey Sachs on Trying to Feed 9 Billion People by 2050", EarthSky: A Clear Voice far Science (Ekim 26, 2009). Web Sitesi:
http://earthsky.org/food/jeffrey sachs-on-trying-to-feed-9-billion-people-by-2050. 5. Jeffrey Sachs, " Can Extreme Poverty br Eliminated? ",
Scientific American,
özel basım "Crossroads for Planet
Earth" ( Eylül 2005 ) : s. 56.
6. J.R. Petit, ve diğerleri, "Climate and Atmospheric History of the Past 420,000 years from the Vostok Ice
Nature, c. 399 (Haziran 3, 1 999): pp. 429-43 6 . Web Sitesi: http://www.nature.com/nature/ journal/v399/n6735/abs/399429a0.html. Core, Antartica",
7. Craig Idso, Keith Idso ve Sherwood B. Idso, " lce Core Studies Prove C0 Is Not the Powerful limate Driver 2 Clmate Alarmists Make it Out to Be", C02 Science, c. 6 ,
no. 26 (Haziran 2003). Web Sitesi: http://www.co2science. org/articles/V6/N26/EDIT.php
8. H. Fisher, M. Wahlen, J. Smith, D . Mastroianni ve B. Deck, " lce Core Records of Atmospheric C02 Around the Last Three Glacial Terminations",
Science, c. 283,
no.
5408 ( 1 999): s. 1712-1714.
9. H . Fisher, M . Wahlen, J. Smith, D.Mastroianni ve B. 340
DİPNOTLAR
Deck, "lce Core Records of Atmospheric C0 Around 2 the Last Three Glacial Terminations'', Science, c. 283, no.
5408 ( 1 999): s. 1712-1714. 10. Al Gore'un kapanış konuşması, An lnconvenient Truth. Transcript at: http://en.wikipedia.org/wiki/An_ Inconvenient_Truth. 1 1 . Küresel ısınmaya dair ana akım bilimsel değerlendirmeye karşı çıkan bilim insanlarının kısmi bir listesi. Web Sitesi: http://en.wikipedia.org/wiki/ List_of_scientists_opposing_the_mainstream_scientific_ assessment_of_global_warming.
1 2. Küresel ısınmaya dair ana a kım bilimsel değerlendirmeye karşı çıkan bilim insanlarının kısmi
http://en.wikipedia.org/wiki/ List_of_scientists_opposing_the_mainstream_scientific_ assessment_of_global_warming. bir listesi. Web Sitesi:
1 3 . Küresel ısınmaya dair ana akım bilimsel değerlendirmeye karşı çıkan bilim insanlarının kısmi
http://en.wikipedia.org/wiki/ List_of_scientists_opposing_the_mainstream_scientific_ assessment_of_global_warming. bir listesi. Web Sitesi:
14. Küresel ısınmaya dair ana akım bilimsel değerlendirmeye karşı çıkan bilim insanlarının kısmi bir listesi. Web Sitesi:
http://en.wikipedia.org/wiki/List_of_scientists_opposing_ the_mainstream_scientific_assessment_of_global_warming.
341
D E R İ N G E RÇ E K 15. Küresel ısınmaya dair ana akım bilimsel değerlendirmeye karşı çıkan bilim insanlarının kısmi bir listesi. Web Sitesi:
http://en.wikipedia.org/wiki/List_of_scientists_opposing_ the_mainstream_scientific_assessment_of_global_warming. 1 6 . Küresel ısınmaya dair ana akım bilimsel değerlendirmeye karşı çıkan bilim insanlarının kısmi
http://en.wikipedia.org/wiki/ List_of_scientists_opposing_the_mainstream_scientific_ assessment_of_global_warming. bir listesi. Web Sitesi:
1 7. Küresel ısınmaya dair ana akım bilimsel değerlendirmeye karşı çıkan bilim insanlarının kısmi
http://en.wikipedia.org/wiki/ List_of_scientists_opposing_the_mainstream_scientific_ assessment_of_global_warming. bir listesi. Web Sitesi:
18. Küresel ısınmaya dair ana akım bilimsel değerlendirmeye karşı çıkan bilim insanlarının kısmi bir listesi. Web Sitesi:
http://en.wikipedia.org/wiki/List_of_scientists_opposing_ the_mainstream_scientific_assessment_of_global_warming. 1 9. Küresel ısınmaya dair ana akım bilimsel değerlendirmeye karşı çıkan bilim insanlarının kısmi
http://en.wikipedia.org/wiki/ List_of_scientists_opposing_the_mainstream_scientific_ assessment_of_global_warming. bir listesi. Web Sitesi:
20. Benito Muller, "No Trust Without Respect: Adaptation Quick Start Funding at the Cross Roads'', Oxford Enstitüsü, Enerji Çalışmaları (Mart 2010). Web Sitesi: 342
http://www.
DİPNOTLAR
oxfordenergy.org/pdfs/comment_01_03_10.pdf. 2 1 . "Lower Missouri River Ecosystem Initiative Final Report 1 994-1998", version 3, USGS Columbia Çevre Araştırma Merkezi (Aralık 1 998). Web Sitesi:
http:// infolink.cr.usgs.gov/AboutlnfoLINK/Imreifinal.pdf. 22. "Lower Missouri River Ecosystem Initiative Final Report 1 994-1998", version 3, USGS Columbia Environmental Research Center (Aralık 1 998). Web Sitesi:
http://infolink.cr.usgs.gov/AboutlnfoLINK/Imreifinal.pdf. 23. Emma Woollacott, " Loss of Biodiversity Could
TG Daily (Mayıs 1 1 , 2010): Web Sitesi: http://www.tgdaily.com/sustainability features/49704-loss-of-biodiversity-could-damage-world economy-says-un. Damage World Economy, Says UN",
24. Niles Eldredge, "The Sixth Extinction", ActionBiosicence.org, Amerika Biyolojik Bilimler Enstitüsü (Haziran 2001): Web Sitesi: http://www.actionbioscience. org/newfrontiers/eldredge2.html. 25. Niles Eldredge, "The Sixth Extinction",
ActionBiosicence.org, Amerika Biyolojik Bilimler Enstitüsü (Haziran 2001): Web Sitesi: http://www.actionbioscience. org/newfrontiers/eldredge2.html. 26. " News Release: Experts Warn Ecosystem Changes Will Continue to Worsen, Putting Global Development Goals at Risk", Dünya Kaynakları Enstitüsü (2005 ) . Web Sitesi: 343
D E R İ N G E RÇ E K
http://archive.wri.org/news.cfm?id=324.
27. Porter Stansberry, "Timels Running Investment Advisory (Ocak 2011). 28.
Out'',
Stansberry's
"Kitty Williams Finally Tells Her Survivor Tale",
http://ihene.org/ aebraska-survivor-stories/kitty-williams-finally-tells-her survivor-tale.html. Soykırım Eğitim Enstitüsü. Web Sitesi:
29.
"Kitty Williams Finally Tells Her Survivor Tale",
http://ihene.org/ nebraska-survivor-stories/kitty-williams-finally-tells-her survivor-tale.html. Soykırım Eğitim Enstitüsü. Web Sitesi:
30.
Richard C. Cook, "lt's Official: The Crash of the
U . S . Economy Has Begun'', Küreselleşme Araştırmaları
14, 2007). Web Sitesi: http://www. globalresearch.ca/index.php?context=va&aid=5964. Merkezi (Haziran
31.
Richard C. Cook, " lt's Official: The Crash of the
U . S . Economy Has Begun", Küreselleşme Araştırmaları Merkezi (Haziran 14, 2007). Web Sitesi: http://www. globalresearch.ca/index.php?context=va&aid=5964.
32.
Lester R. Brown, "Is O ur Civilization at a Tipping
Point? ",
Hunger Notes, D ünya Açlık Eğitim Hizmetleri. Web Sitesi: http://www.worldhunger.org/articles/09/ editorials/brown_tipping.htm. 33. ------ , Plan B 3 . 0: Mobilizing to Save Civilization 344
D İ P N O TL A R
(New York: W. W. Norton
& Company, 2008).
34. Birleşmiş Milletler Ekonomik ve Toplumsal İlişkiler Departmanı, Nüfus Tabloları. Web Sitesi: http://www.un.org/ esa/population/publications/sixbillion/sixbilpart1.pdf. The World Factbook, CIA. Web Sitesi: https://www.cia.gov/library/publications/the world-factbook/rankorder/2002rank.html?countryName= Fiji&countryCode=fj®ionCode=au&rank=136. 35.
"Population Growth Rate",
36. Joel E Cohen, "Human Population Grows Up", Scientific American, özel basım " Crossroads for Planet Earth" ( Eylül 2005 ): s. 48. 37. Millennium Ecosystem Assesment (MA) Synthesis Report. 38. Millennium Ecosystem Assesment (MA) Synthesis Report. Bölüm 4 1 . Robert M. Schoch, "The Great Sphinx", Robert M. Schoch'un Resmi Web Sitesi. http://www.robertscoch.com/ sphinxcontent.html.
2. Robert M. Schoch, "The Great Sphinx", Robert M. Schoch'un Resmi Web Sitesi. http://www.robertscoch.com/ sphinxcontent.html. 3.
Robert M. Schoch, "The Great Sphinx", 345
Robert M.
D E Rİ N G E RÇ E K
Schoch'un Resmi Web Sitesi.
http://www.robertscoch.com/
sphinxcontent.html. 4. Robert M. Schoch, "The Great Sphinx",
Schoch'un Resmi Web Sitesi.
Robert M.
http://www.robertscoch.com/
sphinxcontent.html.
5. Robert M. Schoch, "The Great Sphinx'', Robert M. Schoch'un Resmi Web Sitesi. http://www.robertscoch.com/ sphinxcontent.html.
6.
Baş arkeolog Klaus Schmidt'le yapılan bir söyleşi ve kazı
alanından görüntülerle birlikte kazıya dair açıklama. Sean Thomas, "Gobekli Tepe: Paradise Regained? '',
Times UK.
Fortean
Web Sitesi: http://www.forteantimes.com/
features/articles/449/gobekli_tepe_paradise_regained.html.
7.
Baş arkeolog Klaus Schmidt'le yapılan bir söyleşi ve kazı
alanından görüntü lerle birlikte kazıya dair açıklama. Sean Thomas, " Gobekli Tepe: Paradise Rega ined? '',
Times UK.
Fortean
Web Sitesi: http://www.forteantimes.com/
features/articles/449/gobekli_tepe_paradise_regained.html. 8. Patrick Symmes, "History in the Remaking'', (Şubat
19, 2010).
Newsweek
Web Sitesi: http://www.newsweek.
com/2010/02/18/history-in-the-remaking.html.
9.
Patrick Symmes, " History in the Remaking'',
(Şubat
19, 2010).
Newsweek
Web Sitesi: http://www.newsweek.
com/2010/02/18/history-in-the-remaking.html.
346
DİPNOTLAR
10. Patrick Newsweek
Symmes, " History in the Remaking", (Şubat
1 9, 2010). Web Sitesi:
http://www.
newsweek.com/2010/02/18/history-in-the-remaking.html.
11.
K. Pustovoytov, K. Schmidt ve H. Parzinger,
"Radiocarbon Dating of Thin Pedogenic Carbonate Laminae from Holocene Archaeological Sites", c.
19
12.
(Aralık
1, 2009):
s.
Holocene,
1 153-1 160.
Radyo Karbon İçeriği Veritabanı: Web Sitesi: http://
context-database.uni-koeln.de/c14.php?vonsite=389.
13. Robert M. Schoch, "Turkey", Robert M. Schoch'un Resmi Web Sitesi. http://www. robertschoch.com/turkey. html.
14. Robert M. Schoch, "Turkey", Robert M. Schoch'un Resmi Web Sitesi. http://www. robertschoch.com/turkey. html.
15. Tom Housden, "Lost City 'Could Rewrite History"', BBC News (Ocak 1 9, 2002). Web Sitesi: http://news.bbc. co.uk/2/hi/south_asia/1768109.stm.
16.
Tom Housden, " Lost City 'Could Rewrite History'",
BBC
News
(Ocak
1 9, 2002).
Web Sitesi: http://news.bbc.
co.uk/2/hi/south_asia/1768109.stm.
17.
Tom Housden, " Lost City 'Could Rewrite History"',
BBC
News
(Ocak 1 9,
2002).
Web Sitesi: http://news.bbc.
co.uk/2/hi/south_asia/1768 109.stm. 347
D E R İ N G E RÇ E K
1 8 . Tam Housden, " Lost City 'Could Rewrite History'", BBC News (Ocak 1 9, 2002). Web Sitesi: http://news.bbc. co.uk/2/hi/south_asia/1768109.stm. 1 9.
Caral'a dair açıklama ve fotoğrafik inceleme, Peru.
Web Sitesi:
20.
http://www.go2peru.com/caral.htm.
Michael D. Coe,
Thames
& Hudson,
Breaking the Maya Code 1 999): s. 61.
(New York:
21. Richard L . Thompson, Mysteries of the Sacred Uiverse: The Cosmology of the Bhagavata Purana (A lachua, FL: Govardhan Hill Publishing, 2000): s. 225. 22.
Albert Einstein, "Atomic Education Urged by Einstein"
isimli makaleden alıntı,
1 946),
The New York Times
(Mayıs
25,
daha sonra Michael Amrine'in alıntısı, "The Real
Problem Is in the Hearts of Man",
Magazine
(Haziran
The New York Times
23, 1 946).
23. H.G. Wells, The Outline of History: The Whole Story of Man ( New York: Garden City Books, 1 949): Bölüm 40.4. Web Sitesi: http://www.ibiblio.org/pub/docs/books/ sherwood/Wells-Outline/Text/Part-11.htm. Bölüm 5
1.
William Paley,
Natura/ Theology ( New York: Oxford 2006). Tanrı-saat üreticisi benzetmesine http://en.wikipedia.org/wiki/Watchmaker_
University Press, dair tartışma:
analogy. 348
D İ P N OTLAR
2. William Paley, Natura/ Theology (New York: Oxford University Press, 2006). Tanrı-saat üreticisi benzetmesine dair tartışma: http://en.wikipedia.org/wiki/Watchmaker_analogy. 3.
William Paley,
Natura/ Theology (New York: Oxford 2006). Tanrı-saat üreticisi benzetmesine dair http://en.wikipedia.org/wiki/Watchmaker_analogy.
University Press, tartışma:
4. Richard Dawkins,
The Blind Watchmaker: Why the Evidence Reveals a Universe Without Design (New York: W.W. Norton & Company, 1 98 6 ) : s. 5. Web Sitesi: http:// hyperphysics.phy-astr.gsu.edu/have-html/faithpathh/ dawkins.html. 5. Lee Thayer, Pieces: Toward a Revisioning of Communication/Life ( Greenwich, CT: Ablex Publishing Corporation, 1 997): s. 62. 6. Lee Thayer, Pieces: Toward a Revisioning of Communication/Life ( Greenwich, CT: Ablex Publishing Corporation, 1 997): s. 62. 7. Attributed to S0Cen Kierkegaard. Web Sitesi: http://
www.goodreads.com/quotes/show/204 1 83. 8. "Viking Mission Objectives Summary ", NASA, Gezegensel Veritabanı Sistemi. Web Sitesi: http://starbrite. jpl.nasa.gov/pds/viewMissionProfile. j sp? MiSSiON_ NAME=VIKING.
349
D E Rİ N G E RÇ E K
9.
"Did Viking Mars Landers Find Life's Building Blocks?
Missing Piece lnspires New Look at Puzzle",
Science Daily 25, 2010). Web Sitesi: http://www.sciencedaily.com/ releases/201 0/09/100904081050.htm. (Eylül
10. Richard E. Dickerson ve Irving Geis, Chemistry, Matter, and the Universe (Menlo Park, CA: Benjamin Cummings Publishing, 1 976): s. 529. 1 1 . Erwin Schrödinger, What Is Life?: with "Mind and Matter" ve "Autobiographical Sketches " ( Cambridge, U.K. : Cambridge University Press, 1 992). Web Sitesi: http://dieoff.org/page150.htm. 12.
Daniel E. Koshland, Jr., "The Seven Pillars of
Life " ,
Science, c. 295, no. 5563 ( Mart 22, 2002): s. 221 5-22 1 6 . Web Sitesi: http://www.sciencemag.org/ content/295/5563/2215 .full.
1 3 . Lee Thayer, Pieces: Toward a Revisioning of Communication/Life ( Greenwich, CT: Ablex Publishing Corporation, 1 997): s. 62. 14. Roe v. Wade, U.S. Yüksek Mahkemesi, Dava 410 U.S. 1 1 3 ( 1 973 ) . Web Sitesi: http://www.law.cornell.edu/supct/ search/display.html ?terms=abortion&url=/supct/html/ historics/USSC_CR_0410_011 3_ZO.html. 15.
Kenneth T. Walsh, " Abortion, Gay Rights Are Back
Ahead of (Mart
2012 Election " , U.S. News & World Report 1 0, 201 1 ) . Web Sitesi: http://www.usnews.com/ 350
D İ P N OT L A R
news/articles/201 1/03/1 Olabortion-gay-rights-are-back ahead-of-2012-election. 1 6 . Yaşam için biyolojik kriterler. Britannica On/ine Encyclopedia. Web Sitesi: http://britannica.com/ EBchecked/topic/340003/life. 1 7. Bruce Lipton, The Biology of Belief: Unleashing the Power of Consciousness, Matter & Miracles (Santa Rosa, CA: Mountainof Love/Elite Books, 2005 ) : s. 67-69. 1 8 . Nadine L. Vastenhouw, Yong Zhang, lan G. Woods, Farhad imam, Aviv Regev, X. Shirley Liu, John Rinn ve
Alexander F. Schier, " Chromatin Signature of Embryonic Pluripotency Is Established During Genome Activation " ,
Nature,
c.
464 (Nisan 8, 2010): s. 922-926.
1 9. Nadine L. Vastenhouw, Yong Zhang, lan G. Woods, Farhad imam, Aviv Regev, X. Shirley Liu, John Rinn, ve
Alexander F. Schier, " Chromatin Signature of Embryonic Pluripotency Is Established During Genome Activation " ,
Nature,
c.
464 (Nisan 8, 20 1 0 ) : s. 922-926.
20. The Biology of Belief: s. 67-69. 2 1 . Elise Kleeman, "When Does a Fetus Feel Pain ? " , Discover (Aralık 2005 ) : Web Sitesi: http:// discovermaganize.com/2005 /dec/fetus-feel-pain. 22. Christof Koch, "When Does Consciousness Arise in Human Babies ? " , Scientific American (Eylül 2, 2009). Web 351
D E Rİ N G E RÇ E K
http://scientificamerican.com/article.cfm ?id=when does-consciousness-arise. Sitesi:
23. "The Origin of Species" hakkında The Outer Limits
dizisinin son bölümündeki açılış, sezon 4. Web Sitesi: http://homepage.eircom.net/-odyssey/Quotes/Popular/ SciFi/Outer_Limits.html. 24. Complete works of Darwin online: http://darwin online.org.uk/contents.html. 25. On the Origin of Species: s. xii. 26. On the Origin of Species: s. 246. 27. Millet-Urey deneyini anlatan notlar. Web Sitesi: http://www. chem.duke.edu/-jds/cruise_chem/Exobiology/miller.html. 28. Kraniyal kapasite gibi hominid nitelikleri anlatan bir derleme. Web Sitesi: http://en.wikipedia.org/wiki/
Template:Homo. 29. On the Origin of Species: s. 89. 30. Stephen Jay Gould, Wonderful Life: The Burgess Shale and the Nature of History (New York: W.W. Norton & Company, 1 98 9 ) : s. 24.
3 1 . Steven M. Stanley, Macroevolution: Pattern and Process (San Francisco: W.M. Freeman ve Co., 1 979): s. 39. 32. "Explosion of Life " , The Shape of Life, PBS. Web 352
DiPN OTLAR
http://www.pbs.org/kcet/shapeoflife/episodes/ explosion.html.
Sitesi:
3 3 . On the Origin of Species: s. 1 5 1 . 34. Discovery Enstitüsü, Bilim v e Kültür Merkezi'nden http://www.discovery.org/
akıllı tasarım tanımı. Web Sitesi:
csc/topQuestions.php. 35. On the Origin of Species: s. 82. 3 6 . Francis Crick, Life Itself: Its Origin and Nature (New York: Simon & Schuster, 1 9 8 1 ) : s. 8 8 . 3 7 . 1 . L . Cohen, Darwin Was Wrong: A Study in
Probabilities
( Greenvale, NY: New Research Publications,
1 984): s. 4-5, ve 8. 3 8 . James D. Watson, Tania Baker, Stephen P. Beli, Alexander Gann, Michael Levine ve Richard Losick,
Molecular Biology of the Gene
(Menlo Park, CA: W.A.
Benjamin, 1 977) : s. 69.
39. Alice Caprice (ed. ) , The Expanded Quotable Einstein ( Princeton, NJ: Princeton University Press, 2000): s. 220.
Bölüm 6 1. Amerikalı film yapımcısı ve senaryo yazan David Samuel "Sam" için. Web Sitesi: http://www.quotegarden.com/violence.html. 353
D E Rİ N G E RÇ E K
2 . R . Brian Ferguson, " The Birth of War" , Natura/ History, c. 1 1 2, no. 6 (Temmuz/Ağustos 2003 ) : s. 28-35. 3 . R. Brian Ferguson, "The Birth of War", Natura/ History, c. 1 1 2, no. 6 (Temmuz/Ağustos 2003 ) : s . 28-35.
4. Steven Pinker, "Why Is There Peace ? '' , California Berkeley Üniversitesi, The Greater Good Science Merkezi (Nisan 1 , 2009) . Web Sitesi:
http://greatergood.berkeley. edu/article/item/why_is_there_peace. 5. Catherine Philip, " Barack Obama's Peace Prize Starts a
The Sunday Times (Ekim 1 0, 2009 ): Web Sitesi: http://www.timesonline.eo.uk/tol/news/world/us_and_ americas/article6868905 .ece. Flight" ,
6. Catherine Philip, " Barack Obama's Peace Prize Starts a Flight'', The Sunday Times (Ekim 1 0, 2009): Web Sitesi: http://www.timesonline.co.uk/tol/news/world/us_and_
americas/article6868905 .ece. 7. " Full Text of O bama's Nobel Peace Prize Speech " , Beyaz
MSNBC.com. Web Sitesi: http://msnbc.msn.com/ id/34360743/ns/politics-white_house. Saray,
8. " Full Text of Obama's Nobel Peace Prize Speech ", Beyaz Saray, MSNBC.com. Web Sitesi: http://msnbc.msn.com/ id/34360743/ns/politics-white_house.
9. " Full Text of Obama's Nobel Peace Prize Speech " , Beyaz 354
O I P N [) l l A R
MSNBC.corn. Web Sitesi: http://rnsnbc.rnsn.com/ id/34360743/ns/politics-white_house. Saray,
1 O. "The Birth of War. " 1 1 . "The Birth of War. " 1 2 . Andrew J. Pierre, "The Cold and the Dark: The World after Nuclear War",
Foreign Affairs kitap incelemesi ( fail 1 984 ). Web Sitesi: http://www.foreignaffairs.com/ articles/38893/andrew-j-pierre/the-cold-and-the-dark-the world-after-nuclear-war. 1 3 . Buckrninster Fuller, The New Yorker ( Ocak 8, 1 96 6 ) . Alıntı: http://quotationspage.corn/quote/249 5 2.htrnl. 1 4 . Alice Caprice (ed . ) , The New Quotable Einstein (Princeton, NJ: Princeton, NJ: Princeton University Press,
2005 ) : s. 1 73 . 1 5 . Richard Lawrence ( Çev. ) The Book of Enoch the
Prophet
( San Diego: Wizards Bookshelf Secret Doctrine
Reference Series, 1 983): s. iv.
1 6 . Richard Lawrence ( Çev. ) The Book of Enoch the
Prophet
( San Diego: Wizards Bookshelf Secret Doctrine
Reference Series, 1 983 ) : s. iv-v.
1 7. Richard Lawrence ( Çev. ) The Book of Enoch the
Prophet
( San Diego: Wizards Bookshelf Secret Doctrine
Reference Series, 1 983): s. 1 . 355
D E R İ N G E RÇ E K
1 8 . Richard Lawrence ( Çev. )
Prophet
The Book of Enoch the
( San Diego: Wizards Bookshelf Secret Doctrine
Reference Series, 1 98 3 ) : s. 77.
1 9. Richard Lawrence ( Çev. ) The Book of Enoch the
Prophet
( San Diego: Wizards Bookshelf Secret Doctrine
Reference Series, 1 98 3 ) : s. 9.
20. Richard Lawrence ( Çev. ) The Book of Enoch the
Prophet
( San Diego: Wizards Bookshelf Secret Doctrine
Reference Series, 1 98 3 ) : s. 85.
2 1 . Richard Lawrence ( Çev. ) The Book of Enoch the
Prophet
( San Diego: Wizards Bookshelf Secret Doctrine
Reference Series, 1 98 3 ) : s. 47-4 8 .
2 2 . Richard Lawrence ( Çev. ) The Book of Enoch the
Prophet ( San
Diego: Wizards Bookshelf Secret Doctrine
Reference Series, 1 98 3 ) : s. 47.
23. St. Thomas Aquinas (Summa Contra Gentiles, bl. 1 1 ), alıntı Arthur O. Lovej oy,
The Great Chain of Being: A Study of the History of an Idea ( C ambridge, MA: Harvard University Press, 1 93 6 ) : s. 76.
24. Bu cümle, Francis Bacon'ın insan doğası üzerine klasik metninden alınmıştır:
Of Goodness and Goodness of Nature.
"Essays, Civil and Moral" ( Chapter XIII) isimli bu bölüme Harvard Classics serisinin bir bölümü olarak şu adreste ulaşabilirsiniz:
http://www.bartleby.com/3/1/13.html. 356
DİPNOTLAR
25. Abraham H. Maslow'un
Being isimli
Toward a Psychology of
kitabının editörü Richard Lowry'nin üçüncü
baskı için yazdığı Giriş bölümünden alınmıştır. (New York: Wiley, 1 99 9 ) . 2 6 . Abraham H . Maslow'un
Being isimli
Toward a Psychology of
kitabının editörü Richard Lowry'nin üçüncü
baskı için yazdığı Giriş bölümünden alınmıştır. (New York: Wiley, 1 99 9 ) . 2 7 . "The Story o f S P C Ross A. McGinnis ", Amerikan
http://www.army.mil/medalofhonor/ mcginnis/profile/index.html. ordusu. Web Sitesi:
2 8 . "Man Risked Life Again and Again to Save His Dogs in House Fire " ,
For the Love of the Dog Blog ( Kasım 8, 2007). Web Sitesi: http://fortheloveofthedogblog.com/ news-updates/man-risked-life-again-and-again-to-save-his dogs-in-house-fire. 29. Penny Eims, "Man Dies in Fire while Trying to Save His Favorite Dog " ,
Examiner (Aralık 26, 20 1 0 ) . Web http:/lwww.examiner.com/dogs-in-national/man dies-fire-while-trying-to-save-his-favorite-dog. Sitesi:
30. Eric Hobsbawm, "War and Peace in the 20th Century",
Landon Review of Books (Şubat 2002) . Hobsbawm'ın istatistikleri, 20. Yüzyılın sonu itibariyle 1 87 milyondan fazla insanın savaşlarda hayatlarını kaybettiklerini ortaya koyuyor.
357
D E Rİ N G E RÇ E K 3 1 . Matthew White, "Worldwide Statistics of Casualties, Massacres, Disasters and Atrocities ",
Century Atlas.
The Twentieth
Bu istatistikler, Munich Reinsurance
Company'nin 20 Aralık 1 999 tarihli basın bülteninden alınmıştır. Web Sitesi:
http://users.erols.com/mwhite28/
warstat8.htm. 32. Jonathan Steele, "The Century that Murdered Peace ", The Guard-lan (Aralık 1 2, 1 999). Web Sitesi: www. guardian.co. uk/world/1999/dec/12/theobserver4. 3 3 . On the Origin of Species: s. 1 3 3 . 34. Adolf Hitler, " Chapter XI: Nation and Race", Mein Kamp(, Volume One: A Reckoning ( 1 925). Web Sitesi: http:// www.hitler.org/writings/Mein_Kampf/mkvl eh 1 1.html. 35. Stephane Courtois, Nicholas Werth, Jean-Louis Panne, Andrzej Paczkowski, Karel Bartosek ve Jean-Louis Margolin,
The Black Book of Communism,
çevirenler
Jonathan Murphy ve Mark Kramer ( Cambridge, MA: Harvard University Press, 1 999): s. 49 1 .
36. Charles Darwin, The Descent of Man (Amherst, NY: Prometheus Books, 1 99 8 ) : s . 1 1 0. 3 7. Peter Kropotkin, Mutual Aid: A Factor of Evolution ( 1 902) ( Baston: Parter Sargent Publishers, 1 976 ) : s. 14. 38. Dı: John Swomley, "Vıolence: Competition or Cooperation", Christian Ethics Today 26, bl. 6, no. 1 (Şubat 2000): s. 20. 358
DİPNOTLAR
39. Dr. John Swomley, "Violence: Competition or Christian Ethics Today 26, bl. 6, no. 1 (Şubat 2000): s. 20.
Cooperation",
40. Ronald Logan, " Opening Address of the Symposium on the Humanistic Aspects of Regional Development",
Prout ]ournal,
c. 6, no. 3 ( Eylül 1 99 3 ) .
4 1 . Ronald Logan, "Opening Address o f the Symposium on the Humanistic Aspects of Regional Development" ,
Prout ]ournal,
c. 6, no. 3 (Eylül 1 993).
42. Carl Sandburg'a ithaf edilir, ama Bertolt Brecht'in Almanya'da yazdığı bir şiirden alınmıştır. Web Sitesi:
http://ask.metafilter.com/56968/What-if.
Bölüm 7 1 . Kevin H. O'Rourke ve Jeffrey G. Williamson, National Bureau of Economic Research Working Paper 7632, "When Did Globalization Begin ? " , ( Nisan 2000).
European Review of Economic History,
c. 6, n o . 1: s. 23-
50. Web Sitesi: http://www.nber.org/papers/w7632. 2. Thomas L. Friedman, " Globalization ", Newsweek (20 1 0 ) . Web Sitesi: http://2010.newsweek.com/top-10/ most-overblown-fears/globalization.html. 3. Gregory Hale, "No Need to Fear, Globalization 359
D E Rİ N G E RÇ E K
lntech (Haziran 200 8 ) . Web Sitesi: http:// www.isa.org/InTechTemplate.cfm ?Section=Talk_To_ Me&template=/ContentManagement/ContentDisplay. cfm&ContentID=69717. Is Here " ,
4. Gregg Braden, Fractal Time ( Carlsbad, CA: Hay House, 2009) : s. 1 5 . 5. " 1 945- 1 959: A Peaceful Europe-The Beginnings of Cooperation " ,
Europa: The History of the European Union. Web Sitesi: http://europa.eu/abc/ history/1945-1959/index_en.htm. 6 . "United Nations Millennium Declaration", Eylül 8, 2000. Web Sitesi: http://un.org/millenium/declaration/ ares5 5 2e.htm. 7. "20 1 5 Millennium Development Goals, " Birleşmiş Milletler. Web Sitesi:
http://www.un.org/millenniumgoals/
bkgd.shtml. 8. "Millennium Development Goal 8, Target 8.A: Develop further an open, rule-based, predictable, non discriminatory trading and financial system " , Birleşmiş Milletler. Web Sitesi:
http://www.un.org/millenniumgoals/
global.shtml. 9. Carlos Barrios'un sözleri, Steve McFadden tarafından yazıya dökülmüştür. " Steep Uphill Climb to 2012: Messages from the Mayısan Milieu " , ( 2002) . Web Sitesi:
www.redrat.net/thoughts/prophets/index.htm. 360
DiPNOTLAR
10. President Ronald Reagan, "First lnaugural Address'', Salı, Ocak 20, 1 9 8 1 . Video metinler, Virginia Üniversitesi, Miller Halkla İlişkiler Merkezinden alınmıştır. Web
http://millercenter.org/scripps/archive/speeches/ Detail/3407. Sitesi:
1 1 . William Jennings Bryan'a ithaf edilir. Web Sitesi: http://
schipul.com/quotes/105 1 . 1 2. Fractal Time: s. 9. 13. Aron Ralston'ın hikayesini kendi sözleriyle paylaştığı Singletrack dergisinden. Web Sitesi: http://www. singletrackworld.com/forum/topic/great-article-about-the utah-guy-who-severed-his-own-arm-today. 1 4 . Aron Ralston'ın hikayesini kendi sözleriyle paylaştığı Singletrack dergisinden. Web Sitesi: http://www. singletrackworld.com/forum/topic/great-article-about-the utah-guy-who-severed-his-own-arm-today. 1 5. Fractal Time: s. 1 93 - 1 9 8 .
361
TEŞEKKÜR Derin Gerçek varoluşumuzun en derin sorularından ba zılarına yanıt vermek için araştırma, keşif ve benim kişisel yolculuğumun bir sentezidir. Yetişkinlik hayatımın büyük bölümünde, hatta öncesinde, karşıma pek çok insan çıktı ve bu kitabın güç ve yetki veren mesajına götüren deneyim köprüleri sağladı. Herkese bireysel olarak teşekkür etmek başlı başına bir kitap gerektirse de, bu sayfalar gayretleriyle bu kitabı mümkün kılmaya doğrudan doğruya katkı sağla mış insanlara teşekkürlerimi sunmak için harika bir fırsattır. Özellikle: Hay House Inc.'deki harika insanların her birine müte şekkirim. Louise Hay ve Reid Tracy'ye vizyonunuz ve Hay House'un başarısının gerçek simgesine dönüşmüş olağanüs tü çalışma sistemine olan adanmışlığınızdan ötürü samimi takdirlerimi sunarım. Hay House'un Başkanı ve CEO'su Reid Tracy'ye bana ve çalışmama olan sarsılmaz inancından dolayı en derin şükranlarımı sunuyorum. Editoryal Di rektör
D E Rİ N G E RÇ E K Jill Kramer'a dürüst fikirleri ve rehberliği için, her aradığım da yanımda olduğu için ve sohbetlerimizin her birine kattığı tecrübeler için sonsuz teşekkürler. Yayıncım Carino Sammartino; proje editörüm Alex Fre emon; Halkla İlişkiler Direktörü Jacquie Clark; Satış Di rektörü John Thompson; COO Margaret Nielsen; Organi zasyon Yöneticisi Nancy Levin ve muazzam ses mühendisi Rocky George - birlikte çalışmak için bundan daha iyi ve kendini işine daha çok adamış bir grup bulamazdım. Sizin heyecanınız ve profesyonelliğiniz olağanüstüdür ve ben Hay House ailesinin dünyamıza kattığı tüm iyi şeylerin bir parça sı olmaktan gurur duyuyorum. Temsilcim Ned Leavitt. Birlikte geçtiğimiz her kilometre taşına kattığım bilgelik ve bütünlük için sonsuz teşekkür ler. Her daim değişen yayın dünyasında kitaplarımıza sun duğun rehberlikle, güçlendirici umut ve olasılık mesajımızı yeryüzünde sayısız ülkeye ulaştırdık. Senin eşsiz rehberliğini takdir etsem de, arkadaşlığımız ve bana olan güveninin için gerçekten minnettarım. Muazzam çalışkan editörüm ve şimdi yakın arkadaşım Stephanie Gunning. Adanmışlığın ve paylaştığın beceriler ve de yaptığın her işe kattığın enerjin için teşekkür ederim. Hepsinden önemlisi, bilimin karmaşıklıklarını ve yaşamın gerçeklerini alıp onları keyifli ve anlamlı bir şekilde pay laşmak adına sözcükler bulmama yardımcı olduğun için te şekkür ederim. Beni en net tercihlere yönlendirmek için her daim doğru soruları soruyor olman beni her zaman hayrete düşürmüştür.
1 996 yılından beri en sevdiğim ( ve tek) ofis müdürüm Lauri Willmot dahil, yıllar içinde çalışmalarımla birlikte büyüyen takımın ve ailenin bir parçası olmaktan dolayı gu364
rur duyuyorum. Her zaman takdirimi, derin saygımı ve her daim, özellikle önemli anlarda yanımda olduğun için minne timi kazandın. Beni, bize verilen tüm ayrıcalıkları onurla n dıran bir havada temsil ettiğin için teşekkür ederim. Source Books'tan Robin ve Jerry Miner'a arkadaşlığınız, sevginiz ve desteğiniz için teşekkür ederim. Sıradışı yönetim Rita Cur tis; gelecek vizyonun, bizi buradan oraya taşıma becerin, en önemlisi dostluğun için sonsuz teşekkürler. Annem Sylvia ve kardeşim Eric; sonsuz sevginiz ve bana olan inancınız için teşekkür ederim. Ailemiz küçük olsa da, birlikte kendi çekirdek ailelerimizle birlikte büyüyen sevgi nin her şeyden daha üstün olduğunu keşfettik. Hayatımın her bir gününe kattığınız her şey için duyduğum minnet, bu sayfaya yazabileceğim tüm sözlerin ötesindedir. Ses/görüntü mühendisi ve teknik guru Eric; kendimizi içinde bulduğumuz pek çok, çeşitli ve zorlu girişimlerde gösterdiğin sabrından ötürü sana özel bir teşekkür borçluyum. Çalışmamızı ortak yürütmemizden gurur duymam bir yana, bu hayatta karde şin olmaktan özellikle gurur duyduğumu bilmeni isterim. Beni her zaman en iyi ve en kötü halimle seven tek insan, nişanlım Martha: Derin sevginin, sonsuz dostluğunun ve seçkin, zarif bilgeliğinin her gün benimle olduğunu bilmek bana her daim güç veren bir dayanaktır. Sen ve yaşamla rımızı paylaştığımız tüylü yaratıklar Woody ve Nemo, her yolculuğu eve dönmeye değer kılan ailemsiniz. Verdiğin, paylaştığın ve bana ve aileme kattığın her şey için sana derin bir şükran borçluyum. Yıllar içinde çalışmalarımı, kitaplarımı, kayıtlarımı ve canlı sunumlarımı desteklemiş herkese özel teşekkürlerimi sunarım. Güveniniz bana gurur veriyor, daha iyi bir dünya vizyonunuza hayranım ve bu dünyayı gerçekleştirme tutku365
D E Rİ N G E RÇ E K nuzu derinden takdir ediyorum. Sizin varlığınızla, daha iyi bir dinleyici olmayı ve umut ve olasılık mesajımızı paylaş mama olanak veren sözcükleri dinlemeyi öğrendim. Hepini ze her daim müteşekkirim.
366
YAZAR HAKKINDA New York Times'ın çok satan yazarların dan Gregg Braden bilim ve spiritüellik arasın da köprü oluşturan öncü araştırmacılardan biridir. 1 970'lerdeki enerji krizi esnasında Phillips Petroleum'da bilgisayar jeologu ola rak başarılı bir kariyer yaptıktan sonra Soğuk Savaş'ın son yıllarda Martin Marietta D efen se Systems'da bilgisayar sistemleri tasarımcısı olarak çalıştı. 1 99 1 yılında, C isco Systems'ın ilk teknik operasyon müdürü oldu ve günümüz internetinin güvenilirliğini garanti altına alan küresel destek ekibinin geliştirilmesinden sorumluyd u . 25 yılı aşkın b i r süre boyunca G regg zamansız sırları ortaya çıkarmak için dağ köylerini, uzak manastırları ve unutulmuş metinleri araştırdı. Ça lışmaları The History Channel, The Discovery Channel, The SyFy Chan nel, A B C ve NBC kanallarında yayınlandı . Bugüne dek G regg'in keşifleri, Tanrı'nın Şifresi, İlahi Matriks, İçiçe Geçmiş Zamanlar, The Isaiah Effect ve Secrets of the Lost Mode of Prayer gibi paradigmaları altüst eden kitaplar yazmasını sağladı. Bugün 1 7 dilde ve 33 ülkede yayınlanan kitapları bize geleceğimizin anahtarının kuşku suz geçmişimizin bilgeliğinde saklı olduğunu göstermektedir. D etaylı bilgi için lütfen G regg'in ofisiyle bağlantı kurun:
Wisdom Traditions P.O. Box 3529
Taos, New Mexico 87571 ( 56 1 ) 799-933 7 Web sitesi: www.greggbraden.com E-posta:
[email protected]
367