AKTÖR
(Perde açıldığı zaman sahne boştur ve karanlığa gömülmüştür. Bir adam görünür. Mütevazi şekilde giyinmiştir. Buna rağmen görünüşü, davranışı, durumu her zaman kibar ve zarif olmaya çalıştığı göstermektedir. göstermektedir. Sarhoş değildir... Değildir ama yine de çakır keyiftir. Yürürken çok, ama çok hafif yalpa vurur.) (Ya da Erkek) Bana sarhoş diyen günahıma girer... İçmedim dersem, bu sefer de ben yalan söylemiş olurum. İçmesine içtim ama kararında... Aşırı gitmedim... Tadında bıraktım. İspatı meydanda. me ydanda. Bakın, kimsenin yardımına kalmadan nasıl da güzel güzel, salına salına gidiyorum evime... Hem gidiyorum hem düşünüyorum. İnsanoğlunun alınyazısını. Sarhoşluktan mıdır dersiniz? Belki... Bakın „belki‟ dedim. Öyleyse cevapsız kalan bir soru daha! Bir bakıma bu cevapsız cevapsız kalan sorulardır ya insanoğlunun gerçek hazinesi... İnsanoğlu! Bu garip hayvan, bu koca bebek ilk defa kıpırdamaya, ilk adımlarını atmaya, gırtlağından ilk hırıltıların çıkmaya başladığı zaman kim bilir ne sevindi Yüce Tanrım! Kainatın sultanı doğdu diye... Herhalde o zaman verdi Tanrım insanoğluna, başka hiçbir hayvanda bulunmayan bulunmayan eşsiz kabiliyeti: Söz gücünü!
(Bir köpek hırıldar. Adam ürkerek geri sıçrar.) Bu ne? (Cevap yok)
Şey... Nerde kalmıştık?.. Tamam. Söz gücünde. Söz?.. Sözlerle her şey ifade edilebilir... Aşk bile... (güler) Soysuzluk, hayasızlık bile... ***
Hırrr... Ne o? Sözümü kesmek isteyen mi var?
***
Hırrr... Bak yine! Kim hırlıyor hırlı yor böyle? Hangi kendini bilmez yapıyor bunu?
***
Hırrr... Hırrr... Haa köpekmiş! Ne yapıyorsun orada Köpek?
***
Hırrr... Hırrr...
(Zincir şıkırtısı) Hımm, bağlısın demek? Evime bekçilik ediyorsun?.. Pek âlâ... ***
Hırrr... Hav, hav, hav...
Demek havlamasını biliyorsunuz? biliyorsun uz? Üstünlük duygunuz sizi havlamaya zorluyor? Bilmiş olun ki sayın bay... ya da sayın bayan... “İt ürür kervan yürür!” Bir Türk atasözüdür. ***
Hırrr... Hav, hav, hav... Anladık, konuşmak istiyorsun ama söz gücün yok. Ya!
***
Hırrr... Hav, hav, hav... Peki. O kadar istiyorsan konuşalım.
(Biraz fazla yaklaşmıştır. O sırada köpek üstüne atılmış olmalı ki zincir şakırtısı işitilir ve adam geri sıçrar.) İtlere fazla yaklaşmamalı... Biraz ara bırakmalı... Hafifçe yalpa vuruyorum diye beni serseri mi sandın? Ayyaşlıkla sarhoşluk arasındaki farkı anlayamaz mısın köpoğlu? Bu ikisinin birleşimiyim. Bilmiyor muydun? İnsan hakkındaki bilgin çok üstünkörü. İyi bak, ba k, can kulağıyla dinle: Aradaki ince ayrıntıları, derin ayrılıkları gör, yüreğe işleyen sesleri duymaya çalış. O zaman anlarsın i nsan denen yaratık ne güzel, ne büyük, ne muhteşem! Ama önce sana insanınn dişisini göstereyim... Biz ona “kadın” deriz. Bu kelime, “kadın”, kelimesi zariflikle, incelikle... Şiirle, güzellikle öylesine dolu, öylesine dolu ki söylerken daha gözlerim buğulanıyor... Kadın...
(Genç bir kadın görünür. Bu Macha‟dır. Elinde bir dikiş veya işleme vardır. Fakat bunu hemen dizine bırakır ve gözleri parlaya parlaya anlatmaya başlar)
Demek havlamasını biliyorsunuz? biliyorsun uz? Üstünlük duygunuz sizi havlamaya zorluyor? Bilmiş olun ki sayın bay... ya da sayın bayan... “İt ürür kervan yürür!” Bir Türk atasözüdür. ***
Hırrr... Hav, hav, hav... Anladık, konuşmak istiyorsun ama söz gücün yok. Ya!
***
Hırrr... Hav, hav, hav... Peki. O kadar istiyorsan konuşalım.
(Biraz fazla yaklaşmıştır. O sırada köpek üstüne atılmış olmalı ki zincir şakırtısı işitilir ve adam geri sıçrar.) İtlere fazla yaklaşmamalı... Biraz ara bırakmalı... Hafifçe yalpa vuruyorum diye beni serseri mi sandın? Ayyaşlıkla sarhoşluk arasındaki farkı anlayamaz mısın köpoğlu? Bu ikisinin birleşimiyim. Bilmiyor muydun? İnsan hakkındaki bilgin çok üstünkörü. İyi bak, ba k, can kulağıyla dinle: Aradaki ince ayrıntıları, derin ayrılıkları gör, yüreğe işleyen sesleri duymaya çalış. O zaman anlarsın i nsan denen yaratık ne güzel, ne büyük, ne muhteşem! Ama önce sana insanınn dişisini göstereyim... Biz ona “kadın” deriz. Bu kelime, “kadın”, kelimesi zariflikle, incelikle... Şiirle, güzellikle öylesine dolu, öylesine dolu ki söylerken daha gözlerim buğulanıyor... Kadın...
(Genç bir kadın görünür. Bu Macha‟dır. Elinde bir dikiş veya işleme vardır. Fakat bunu hemen dizine bırakır ve gözleri parlaya parlaya anlatmaya başlar)
MACHA I
MACHA
Erkek denen yaratık ne harikulade şey... Bir erkekle karşılaşmak demek dünyayı keşfetmek demek bir kadın için... Alın beni; bir erkekle karşılaşmadan önce neydin? (Utanarak, ezilip büzülerek) Beğenilen, güzel sayılan, dikiş, yemek, dans bilen bir kızcağız. O kadar. Bahçede, Bahçede, güneşli bir yerde bir kanepeye oturur, çay içer, misk kokan akasya dallarının, ışıl ışıl parlayan akkaavakların rüzgarda tatlı tatlı sallanışın a bakardım... Ruhum da bu ağaçlar gibiydi! Güzel kokularla, hafif mırıltılarla, mı rıltılarla, ezginlikle baygınlıkla dolu! Rahat... Tatlı... Gevşek... Bulutlar gibi bağlanıp bağlanıp çözülüyor, ayrılıp ayrılıp buluşuyor... O, bizim bahçenin ucundaki ucundaki bağevinin bir odasında odası nda oturuyordu. Bütün evin kirasını verecek kadar parası olmadığı için babam ona bir odayı bedavadan vermişti. Sizin anlayacağınız, babam oldum olası, san‟ata, san‟atçıya hayrandı... Bay Kukin de tiyatro t iyatro kumpanyası müdürü... Oyuncular sık sık gelirdi Bay Kukin‟in evine... Çay içmeye, prova yapmaya. Gülüşmelerini, konuşmalarını konuşmalarını hep dinlerdim. Ama o asıl benimle konuşmayı severdi. Daha doğrusu o konuşur, ben dinlerdim. Tiyatro kumpanyası müdürlüğü hem çok heyecanlı hem çok değişik bir iş. Öyle umulmadık, beklenmedik şeyler oluyor ki bilemezsiniz. Mesela bütün bir yazlığına bir açık hava tiyatrosu kiralıyorsunuz, oyuncularla pazarlık edip anlaşıyorsunuz, anlaşıyorsunuz, oyunları seçip prova ediyorsunuz, programları basıyorsunuz, biletçileri, programcıları tutuyorsunuz... derken bir yağmurdur başlıyor, bir yağmurdur başlıyor... Tam 15 gün! Bardaktan boşanırcasına, boşanırcasına, tepenizden top gibi inercesine bir felaket! Tabii oyun suya düşüyor... Suya düşüyor ama açık hava tiyatrosunun sahibi, oyuncular, memurlar, işçiler hepsi paralarını istiyor... Dedim ya, çok beklenmedik şeylerle dolu, çok heyecan verici bir iş bu tiyatroculuk... Bay Kukin saçını başını yoluyor, nasıl yolmasın zavallı, “Mahvoldum, öldürecekler beni!” diye bar bar bağırıyor, tiyatroculuğa ti yatroculuğa lanet ediyor... Bense bütün bunları bu nları yutmuyorum... Biliyorum ki bütün bu yaygara onun en büyük zevki. Olmasa yaşayamaz zavallı... Nasıl bir adam mı, dediniz Bay Kukin? Ufak tefek, sıska, titrek sesli, soluk benizli, seyrek saçlı bir adamcağız işte... Ama ne yaparsınız tutuldum bir kere . Üstelik de evlendim. Evlenince program nedir, salon kiralamak, önceden bilet satmak nedir... Hepsini öğrendim. Afişler, kumpanyadaki kumpanyadaki artistlerle, memurlarla pazarlık nedir, bana sorun. Üstelik tiyatro yazarı denen adamı n (heyecanı (heyecanı artar) ne kendini beğenmiş, ne burnu kaf dağında bir maymun olduğunu da biliyorum. Yazdıkları „klasik‟ sayılıncaya kadar nasıl hadlerini bildirmek gerek? Ondan da haberim var... Sonra o ılık (söyledikçe sesi, ifadesi yumuşar) o tatlı, o güzelim bahar yağmurlarının... (birden sert) nasıl bir felaket olduğunu da öğrendim... Bu arada kocam öldü. Turnedeydi. Bir gün bir telgraf geldi: “Kocanız... Durup dururken... Öldü... Kalp krizi... Tören pazara... Hâlâ bekliyoruz.” Önce „durup dururken‟ lafına takıldım. Sonra anladım ne demek istediklerini, daha doğrusu hemen hemen hepsini anladım ve bir tek “hâlâ bekliyoruz”u çıkaramadım. Neyi beklerler? Bundan ötesi var mı?.. (Tatlı bir tevekkül ile işine döner... Sonra tekrar canlanır... Neşeyle)
II
İkinci kocam iri yarı, güçlü kuvvetliydi. Adı Vassili. Keresteci. Keresteci deyip geçmeyin. Bilseniz kerestecilik ne ince iş! Düşünün o güne kadar bahçedeki bahçedeki ağaç, yemek ya da tuvalet masam, kutudaki kibrit, yapılarda kullanılan keres te, telgraf direkleri... Hepsinin aynı şey olduğunu sanırdım. Üstelik şu ağacın mobilya, bu ağacın gemi direği, berikinin mangal kömürü için elverişli olduğundan da haberim yoktu. Meşenin daha sert, çamın daha yumuşak olduğunu “kuru” tahtanın “yaş” tahtadan daha kolay kesildiğini, her biri için ayrı testere gerektiğini de yine o sırada öğrendim. Kesilen ağaçların akarsularla oradan oraya ulaştırıldığını, uzak ülkelerin mis kokulu ağaçlarının çırılçıplak yerliler tarafından kesilip dört iklim, i klim, yedi deniz d eniz dolaştıktan sora bize gönderildiğini de işitmemiştim, o güne kadar... Dedim ya bütün bunları, hepsini, hepsini, iri yarı, güçlü kuvvetli kocacığım Vassili öğretti bana! Ama zavallıcık, bütün iri yarı, güçlü kuvvetli kişiler gibi... Kafasızdı. Üşüttü kendini. Hastalandı... Ve beni dul bıraktı.
(Gözleri bir an bu acı hatıraya takılır gibi olur... ama sonra hemen, adeta damdan düşer gibi, bir önceki neşesi ve canlılığıyla devam eder.) III
Hayvanların hastalığı insanlarınkine benzemiyor. Onlarınki başk a, a, bizimki başka. Yine de zararları dokunuyor bize. Bırakın fareleri, vebayı filan inekler bile yeter de artar! Ne zaman bir çayırda otlayan inekleri görsem iyi kaynamamış süt yüzünden hastalanan çocuklar gelir aklıma... „Bunu da nerden öğrendin?‟ diyeceksiniz, Baytar Vladimir‟den. Vladimir‟in koca koca, dertli dertli gözleri, kısık ince dudakları vardı. Hep kendi bildiğini okur, „Olacak şey var, olmayacak şey var‟ derdi. d erdi. Kısacası her şeyi kesip atardı. Onunla kalsaydım bir bakıma belki iyi olurdu. Ama Sibirya‟ya Sibirya‟ya sürüldü zavallı... Hem artık eskisi kadar genç de değildim. d eğildim. Kim kalır oldum olası genç? Hele benim gibi mutlu, hareketli bir hayat sürerse! Beni üzen tek şey nedir, bilir misiniz? Kim bilir bu dünyada tanımadığım tanımadığım daha nice harika erkekler... Ve her birinin bana öğretecek nice önemli bilgisi var. Ama ne yaparsınız. Hepsiyle de evlenemem ya!
(Tekrar çalışmaya başlar...) IV
Günlerden bir gün Vladimir Sibirya‟dan çıkagelmez mi. Düşünün sevincimi! Bu arada tekrar barıştığı! Karısı ve oğlu ile –aramızda kalsın, evin aşçısından olmadır - başını sokacak bir ev arıyordu. Tek başıma kaldığım için koskoca ev de bana fazla geliyor... Teklif ettim onlara: “Siz buraya geçin” dedim, kendim de bağ evine taşındım. t aşındım. Böylelikle birbirimizi rahatsız etmeden yine de bir arada a rada bulunuyorduk. bulunuyorduk. Böylece gül gibi geçinip giderken günün birinde Vladimir‟in karısı, hastalanan akrabalarından akrabalarından birinin yanına gitti. Bir daha da dönmedi. Vladimir deseniz, sık sık şurada burada işi çıkar. Zavallı Şaşa –hani kadının ahçıdan olma oğlu -
yapayalnız kalmaz mı? Bir de cana yakın, şirin oğlan!.. Üzülmesin çocukcağız diye yanıma aldım... Kimsecik birşey demedi... Şaşa‟nın okuması bitmemişti daha... Güçlük çekiyordu zavallı. Yardım edeyim diye ben de başladım okumaya. Şimdi çok tatlı akşamlar geçiriyoruz... Zaten insan bir şey mi öğrenmek istiyor, başından başlamalı. Şaşa da ben de çok şey öğrendik. Şaşa benimle beraber çalışmaya bayılıyor. Bu gidişle daha uzun zaman bir arada kalacağı benzeriz... Uzun zaman...
(Karanlık... Yukarıdaki sözler sırasında Macha dikişini toplamıştır. Kalkar ve bir şarkı söyleyerek uzaklaşır.) “İyadû-iye-dû İyedû, iyedû-iye-dû Kalakoçik, din, din dû... İyedû, iyedû-iye-dû...”
(Sesi yavaş yavaş uzaklaşır ve söner...)
AKTÖR
AKTÖR
Ne tatlı, ne şirin değil mi? Bütün kadınlar gibi, “toprağını arayan bir bitki.” Tabii ne de olsa taşralı, daha doğrusu köylü... Şehirli kadının hali başkadır. Soylu tazı ile çoban köpeği bir olur mu? Şehirli kadınlar, zariftir, şıktır, soyludur. İnce ruhlu, kıvrak zekalıdır. Elleri peri eli gibi, her dokundukları şeyi güzelleştirir adeta...
(Sahne ortasında bir tren kompartımanı belirir. Kompartımanda şık, hatta muhteşem bir kürk manto giymiş, genç, güzel bir kadın oturmaktadır .) AKTÖR
(Yaklaşarak) Dikkat ettiniz mi, tren yolculuğu tanışmayı, sıkı fıkı olmayı ne kadar kolaylaştırır! Tren kompartımanı demek, bir serüven için uygun yer demek! (Erkek kompartımana girer. Kadını görünce yarı yarıya içilmiş purosunu hemen pencereden atar.)
KADIN
Sigara dumanı beni rahatsız etmez... Hem burası sigara içenler kompartımanı.
ERKEK
Ben onun için yaptım madam. Hak bizden yana olunca bir kat daha saygı göstermemiz gerekmez mi? (Şapkasını çıkarıp selam verir, kadının elini öperek kendini takdim eder) Piyotr So bolef, Maliye Bakanlığı‟ndan...
KADIN
(O da kendini tanıtır) Anna Igiy-Tarakan... İçin rica ederim... Yoksa yüreğiniz rahat etsin diye ben de mi birr tane yakayım?
ERKEK
Emredersiniz. (Tekrar eğilir, yeni bbir puro yakar) Igiy Tarakan mı dediniz? Şu ünlü sanayici?..
KADIN
Ta kendisi.
ERKEK
(Çok nazik) Pederiniz herhalde.
KADIN
Hayır. Kocam.
ERKEK
Oldukça... Yaşlı değil midir kendisi?
KADIN
(Biraz canı sıkılmış, alınmış) Öyledir.
ERKEK
(Saygılı) Evet... (Purosundan bir nefes çeker.)
KADIN
Ne düşündüğünüzü biliyorum. “Zengin bir ihtiyara kendini satan bir kadın” diyorsunuz kendi kendinize.
ERKEK
Hiçbir şey demiyorum madam, kendi kendime.
KADIN
Neden? Yalan değil ki... Doğru. Sattım kendimi. Böylesine ne denir bilirsiniz.
ERKEK
(Tatlıya bağlamaya çalışarak) Aranızda daha... daha derin bir... Nasıl diyeyim...
KADIN
Aklınızdan geçenleri söylemedikten sonra ne derseniz deyin. İnkar ettiğim yok ki benim. Kocamı hiç sevmedim. Parası için evlendim onunla.
ERKEK
Öyleyse gösterdiğiniz bu yakınlık ve güvenle bana ne kadar şeref verdiğinizi, sizinle böyle bir sırrı paylaşmakla ne kadar onurlandığımı belirtmeme müsaade buyrun.
KADIN
Bu işin gizli saklı bir yanı da yok. Herkesin ağzında. Ne var ki ilk açıldığım yabancı sizsiniz.
ERKEK
Mübalağa ettiğinize eminim... Yine de bu... içten yakınlığa teşekkür ederim.
KADIN
(Kısa kesmek ister gibi) İşte böyle! Artık işin esasını öğrendiniz.
ERKEK
Bence, işin esası, sizin böyle muazzam bir servete sahip olmanız! Tebrik ederim, yaşasın esas!.. (Sessizlik)
KADIN
(Birden heyecanla atılır) Gençliğimi, güzelliğimi, hürriyetimi dedem olacak bir adama niçin sattım, onu sormuyorsunuz?
ERKEK
(Asil, duygulu) Gençliğinize gıpta ile bakıyorum, güzelliğinize hayranlık duyuyorum ama herhangi bir soruyu ne kafamdan geçirmeye ne de açıktan açığa ifadelendirmeye hak görmüyorum kendimde.
KADIN
(İçinden gelerek, heyecanla) Ah, ne de güzel söylediniz bunu! (Sükut. Kadın Erkek‟in elini alır) Dinleyin öyleyse. Hepsini anlatacağım. Günah çıkarır gibi.
ERKEK
Lüzumlu olanı söyleyin, yeter.
KADIN
(Coşmuştur bir kere) Hayır. Hepsini. (Bir an durur, derin nefes alır, sonra o hızla) Babam küçük bir memurdu. Küçük bir memur ama büyük bir ayyaş, öldüğü zaman, annemi, erkek kardeşimi, beni parasızlık... Parasızlık da söz mü... Sef alet içinde bıraktı. Nelerle karşılaştık, nelere katlandık, anlatmayayım daha iyi. Tek başıma olsaydım hiç, hiçbirine razı olmazdım. Ama annem hastalanmış, kardeşim öylesine kendisini okumaya vermişti ki ikisini de yüzüstü bırakmak, onlara yardem etmemek... Cinayet olacaktı...
ERKEK
(Kadının elini ateşle öper) Madam şu sırada sizin elinizi öpüyorum. İnsanoğlunun çektiği acılar karşısında saygı ile eğiliyorum.
KADIN
(Duygulu) Sağ olun.
ERKEK
Umarım bunca fedakarlıklar boşa gitmedi? Sayın valdeniz...
KADIN
(Burnunu çekerek) Öldü.
ERKEK
Ne yaparsınız... Ecel, eninde sonunda hepimizin kapısını çalacak! Ama siz hiç olmazsa kötü alın yazısına karşı koydunuz, kardeşinizi meslek sahibi yaptınız. Bu da az bir zevk mi? Bir insan kurtardınız!
KADIN
(Yine burnunu çekerek) O da öldü...
ERKEK
Ne diyorsunuz?
KADIN
... attan düştü.
ERKEK
Desenize, değişmez alın yazısı burada da buldu sizi? Eskilos mu desem... Sofakles mi desem...
KADIN
Hayır Ivan.
ERKEK
Ya? Demek Ivan? Zavallı Ivan. Acı kaderin genç yaşta yere serdiği Ivan! (Sonra düzeltir) Afedersiniz, yanlış söyledim! Acı kaderin genç yaşta yere serdiği asıl sizsiniz. Çünkü her şeyinizi verdiniz, her şeyinizi kaybettiniz (tekrar ellerine sarılır)
KADIN
Sağ olun, sağ olun...
ERKEK
İçimden geçenleri ifadelendirecek kelime bulamıyorum ... (Kadına sarılır ve kendine doğru çekmeye çalışır. Bu sırada kadının göğsündeki elmas iğne eline batar) Ay!
KADIN
Göğüs iğnesi battı, acıttı mı?
ERKEK
Sizin acınız yanında benimkinin sözü mü olur... (Buna rağmen gözü pırlanta iğneye takılır) Ne güzel şey bu?
(Fakat iğneye bakayım derken gözü kadının öteki güzel elmaslarına takılır. Bunlar onun düşüncelerinin yönünü değiştirir.) KADIN
(Erkeğin bakışlarındaki hayranlığı yakalayarak) Evet, kocam çok şımartır beni...
ERKEK
Aldığına karşılık verdiği ne ki?.. Biliyor musunuz madam, bunca felakete uğramış bu güzel yüzün yeniden solmasını istemem ama... Unutmayalım ki hiçbirimiz bu dünyaya temelli gelmedik...
(Kadın içini çeker) Nasıl olsa hepimiz ecel yolunun yolcusuyuz... Bu dünyada hak denen bir şey varsa... Ve bu işler para ile değil sıra ile oluyorsa... KADIN
(Atılır) Ya, ya... Ben de ona güveniyorum...
ERKEK
Evet, para ile değil, sıra ile oluyorsa sıkıntılarınız yakında sona erecek demektir! Genç, güzel, zengin, kibar, akıllı bir... dul, nasıl olsa hayatını yeniden kurabilir. Siz de sevdiğiniz, sevildiğinize inandığınız bir erkekle, yepyeni bir mutluluğa erersiniz... Belki çok pahalıya mal olmuş bir mutluluktur bu... Ama gönülden dilerim size...
(Çok kısa bir karanlık... Erkek sahnenin gerisinde belirir ve hızlı adımlarla bir boydan bir boya geçer sahneyi. Kadın ters yönden gelir. Şemsiyesini açmıştır. Hafif hafif ve hızla yürür. Yarı yolda karşılaştıkları halde önce birbirlirerini tanımazlar, sonra tanırlar ve hemen hemen aynı anda dururlar.) ERKEK
(Şapkasını çıkararak) Yanılmıyorsam tanışıyoruz... Hatırladım, inansam mı inanmasam mı bilmem ki? Sayın eşiniz daha mutlu bir aleme göçtü dediler. Doğru mu?
KADIN
Evet. Öldü.
ERKEK
Desenize eninde sonunda dul kaldınız? Candan tebrikler! Şey... candan acınızı paylaşırım, diyecektim.
KADIN
(Boğazında düğümlenen hıçkırığı tutmaya çalışır) Ah, ne kötü alın yazım varmış!..
ERKEK
(Konuştukça coşar) Anlıyorum... Çok iyi anlıyorum... Sizin gibi asil ruhlu bir kadından başka ne beklenirdi zaten?.. Önceleri belki nefret ettiğiniz bu adamı yavaş yavaş daha iyi tanımaya, değerini daha iyi anlamaya başladınız. Zamanla saygı... Hatta sevgi duydunuz ona karşı, derken, günün birinde, birdenbire...
KADIN
(Sakin) Yoo! Ne diye yalan söyleyeyim, iple çekiyordum o günü... ve bütün ruhumla (utanarak gözlerini yere indirir) seveceğim erkeği bekliyordum... Yeryüzünde böyle bir erkek var, biliyorum... (yan gözle bakar) ... İnandım artık...
ERKEK
(Anlamıştır) Öyleyse neden bu kadar dertlisiniz. Neden bezgin görünüyorsunuz? Mutluluk çıktıysa karşınıza, çekinmeden uzatın elinizi... Kaçıp gitmeden sımsıkı yakalayın!
KADIN
Hayır, hayır, olacak gibi değil... Boşuna ümitlendirmeyin insanı. Ah, ben oldum olası talihsizim zaten.
ERKEK
(Şaşırır) Neden? Bilakis! Baksanıza talih gülüyor yüzünüze... (Kadın boğuk bir hıçkırığı bastırmaya çalışır) Söyleyin kuzum, ne geldi başınıza?
KADIN
(İki hıçkırık arası) Bir ihtiyar koca daha! (Köpek hırlar... Karanlık...)
KALPAKOF
Valia, küçük bir gezgin tiyatro kumpanyası korosunda şarkıcıdır. Ne çok genç ne çok güzel ne çok akıllı bir kız. Ama uysal, başı yumuşak. Erkekler onu bu uysallığı için sever. Gel gelelim zengin bir aşık bulacak kadar becerikli değil. Doğrusunu isterseniz, gönüllerini hoş ettiği erkeklerin sayısı hayli kabarıktır. Hepsi bunu bilir ve itirazsız katlanır duruma. Bugün sıra Kalpakof‟ta. Kalpakof, gösterişin adamı değildir. Boylu boslu olduğuna aldırmayın, zayıf karakterlinin biridir... Hava sıcak, ikisi de sere serpe oturmuşlar, yakalarını, kuşaklarını, kemerlerini gevşetmişler...
KALPAKOF Yemekten sonra içmeyecektik o Porto şarabını. VALIA
Neden?
KALPAKOF Bir kere Porto dediğin, yemekten önce içilir. Sonra bu seninki, sahici değil. VALIA
Sahici değilse zararı da yok demek. Fena mı?
KALPAKOF İnsanın midesini alt üst ediyor ya! Benim midem kibardır. Öyle olur olmaz şeyler içiremezsin ona... Bakkal Popof‟unkine benzemez. Ama sen yine o öküz herife toz kondurmazsın, değil mi? VALIA
Öküzlüğüne öküzdür. Ne yalan söyleyeyim.
KALPAKOF (Değişir) Porto‟n taş gibi oturdu mideme. VALIA
Tuğla kızdırayım mı? İyi gelir.
KALPAKOF Bu sıcakta? Allah akıl versin. VALIA
Karın ağrısına buzlu su da içilmez ya...
(Dışardan kapı zili) KALPAKOF (Doğrulur) Vay canına! Bu da kim? VALIA
Postacıdır... Ya da Katia... Dün akşam aldığı elbiseyi geri getirmiştir.
KALPAKOF İyi öyleyse...
(Tekrar kanepeye uzanır. Bu sırada Valia dışarı çıkar) NINA
(Sesi, dışardan) Şarkıcı Valia Pitak burada mı oturuyor?
VALIA
Evet... Valia Pitak benim.
KALPAKOF Eyvah karım! (Telaşla ceketini, kunduralarını toplar, yandaki odaya geçer.)
NINA
(Sesi, dışardan) Kocam burda. Biliyorum. Boşuna inkar etmeyin... (Siyahlar giyinmiş, şık fakat boyanmamış bir kadın içeri girer. Valia da peşinden. Valia önce korkuludur ama Kalpakof‟un ortadan kaybolduğunu görünce rahatlar.)
NINA
Adım Nina Nikolayavna. Aleksandr Kalpakof‟un karısıyım. Kendisi de dediğim gibi, burada.
VALIA
Görüyorsunuz kimse yok.
NINA
Olabilir... Ama buraya girdiğini de gördüm. Lokantadan beri peşindeyim.
VALIA
Lokantaya gittiyse bana ne? Ben gitmedim ki.
NINA
Laf! Gitmemiş lokantaya. O kadarını biz de biliyoruz.
VALIA
İyi ya. Burada da kimse yok. Daha ne istiyorsunuz?
NINA
Sesimi işitir işitmez yandaki odaya saklanmış olamaz mı? Ama ben evinizi aramaya tenezzül edecek kadınlardan değilim! Ölürüm yapmam, iyisi mi boş yere yalan söylemeyin. Kocamın aşığınız olduğunu bili yorum.
VALIA
Biliyor musunuz? Tamam. Öyleyse ne istiyorsunuz benden?
NINA
Yoo... yooo... kafa tutmalara hiç gelemeyiz biz! (Valia‟yı kolundan yakalar, zorla kendisine çevirir, inceden inceye, kıyasıya, uzun uzun tetkik eder. Valia bu arada kıvranır. Şu anda böyle bir kontrolden kurtulmak için varını yoğunun vermeye razıdır.)
Demek bu imiş! Kocamın başını döndüren şey!.. On köpeklik allıkla pudra, bir tutam boyalı saç, evini barkını yüzüstü bıraktırmaya, karısını küçük düşürmeye, yuvasını yıkmaya yetmiş! Söylesenize kimsiniz siz? Bende olmayan ne var sizde? VALIA
Bilmem.
NINA
Kocamın kendi evinde arayıp da burada bulduğu nedir?
VALIA
Ne bileyim? Sizin eve gelmedim ki hiç.
NINA
(Şirret) Üstelik alay ediyor benimle! Utanmaz arlanmaz. Şırfıntı! Ne suratla karşıma geçip alay ediyorsun benimle?
VALIA
Alay ettiğim filan yok. Hem buraya siz kendiliğinizden geldiniz.
NINA
Geldimse kocamı bulmaya geldim. Senin küstahlıklarını dinlemeye değil.
VALIA
Anlamadım, ne demek o?
NINA
Bak, bak, bak, bak! Şimdi de anlamamazlıktan geliyor. Haspa!.. Bu oyunlara karnımız tok bizim. Temiz yürekli, kaşkarikosuz, saf kız numaraları değil mi? Aklın sıra karşındakini faka bastırıp iyice tepesine ineceksin, öyle mi? Ah seni gidi aç gözlü, yırtıcı hayvan seni! (Kolunu sarsarak) Anlat bakalım, anlatsana ne yaptın da ağına düşürdün kocamı?
VALIA
Kimseyi ağıma düşürmedim... Bizler sanatçıyız...
NINA
Hah, sevsinler sanatçıyı!
VALIA
(Devamla) Bizler sanatçıyız, ara sırada hayranlarımız (Nina tekrar alayla güler) bizi görmeye gelince “hayır” diyemeyiz. Sonra patron kapı dışarı eder.
NINA
Vah, vah, vah!.. Vazife kurbanları, desene! Baş başa verip, ağlayalım istersen.
VALIA
Hayır. Bir şey istediğim yok.
NINA
Haydi!.. Ne duruyorsun, anlat! Anlat, nasıl baştan çıkardın kocamı? Ne dolaplar çevirdin?
VALIA
Dolap molap çevirmedim. Hayran... Şey, seyirciler bizi yakından görmek isteyince gelir görürler. Alexsandır da onlar gibi geldi.
NINA
(Ellerini havaya kaldırarak) Alexsandırmış!.. Şuna bakın, benim önümde Alexsandır demeye utanmıyor.
VALIA
Nasıl diyeyim? Soyadını bilmiyorum ki, söylemedi.
NINA
Neden söylesin? Ne hakkın var soyadını öğrenmeye? Ne?.. Eee?.. Geldi?.. Sonra?..
VALIA
Gelişine bağlı...
NINA
Ne demek “gelişine bağlı”?
VALIA
Kimi zaman çay pişirtir içer kimi zaman şarkı söyletir, dinler.
NINA
Şarkı mı söyletir?
VALIA
Tabii. Şimdi artık koroda söylüyorum. Ama eskiden solo yapardım.
NINA
Demek buraya sadece çay içmeye, şarkı dinlemeye geldi?
VALIA
Ötesini biliyorsunuz artık.
NINA
Ya?.. Ahlaksız, demek açıktan açığa söylüyorsun.
VALIA
Şey!..
NINA
Sus! Fazla laf istemez. Pislikler işitmeyeyim daha iyi. Allahından bul! (Bir koltuğa yığılır, başını ellerine alarak) Yarabbim, yarabbim, yarabbim, nedir bu başıma gelenler ! (Biraz hıçkırır) Birbirini seven bir karı koca, mutlu bir yuva, dört çocuk!.. Derken dünyalar yıkıldı başımıza. Evimizin erkeği, babamız, kocamız bizden yüz çevirdi. Yuvasına uğramaz oldu. Bir sözüm ona şarkıcı parçasına kaptırdı kendini, uğruna yapmadığı çılgınlık kalmadı! Üstelik küçük kızımız da kızamıktan yatıyor.
VALIA
(Samimi bir şekilde üzülür) Üzülmeyin madam, çocuk hastalığıdır, geçer.
NINA
Tabii. Sana göre her şey ge çer... Ya o 900 ruble, nereye gitti o 900 ruble? O kadar sordum, hesap vermedi.
VALIA
Ben ne bilirim?
NINA
O ne bilirmiş? İşiten de ağzı süt kokan bebecik sanacak. (Sert) Sen beni ne sandın? Ha, ne sandın? Metres tutmanın bir erkeğe kaça patladığını bilm ez miyim ben?
VALIA
Belki bilirsiniz ama... Sahi söylüyorum... Bugüne kadar 5 para vermedi bana.
NINA
Kelimeler üstünde oynamayalım. Para vermediyse kiranı da mı ödemedi? Hediye de mi almadı?
VALIA
Hayır. Ben bildiğiniz kadınlardan değilim. Hayatımı çalışarak kazanan bir insanım.
NINA
(Alayla güler) Yok canım? Hayatını çalışarak kazanan namuslu, kahraman bir kız! Öyleyse benim 900 ruble nereye gitti?
VALIA
Söylemedi ki bileyim.
NINA
Bir bakıma yalan değil. Senin gibi parayı har vurup harman savuran kadın, adamcağıza ne kadar tuzluya oturduğunu bilir mi? Yama yamamaktan gözümün feri kaçtı, çamaşır yıkamaktan ellerim yara bere oldu... Sana gelince, ekmek elden, su gölden! Hesap kim, sen kim!
VALIA
Yoo! Öyle demeyin. Çok hesaplı olmak gerek. Aldığım aylık ne ki!
NINA
Hadi, hadi, o kadarını biz de biliyoruz. Bütün gelirin aylığına kalsa yandın tabii... Ama ben buraya seni yargılamaya gelmedim. Olur a, eskiden bir kötülük gördün. Onun acısını şundan bundan çıkarmak istiyorsun. Başkalarının mutluluğunu yıkmak, evli bir adamı evinden uzaklaştırıp köle gibi kullanmak, gel-geç heveslerinle iflasa sürüklemek, sokaklara düşürmek... Bu da bir zevk!
VALIA
Ne yapmamı istiyorsunuz? Söyleyin yapayım.
NINA
Kocamı bir daha görmeyeceksin!
VALIA
Kocanızı bir daha görmeyeceğim. Söz!
NINA
Sonra 900 rublemi geri vereceksin.
VALIA
(İyice afallar) 900 ruble mi? Hangi 900 ruble? Almadım ki böyle bir para.
NINA
(Alayla güler) Bak hele! Para olarak almadınsa elmas olarak aldın, kürk olarak aldın...
VALIA
Aleksandr bana ne elmas almıştır ne de kürk.
NINA
İşit de inanma! (Valia‟nın kulağındaki küpeleri gösterir) Ya bunlar? Bunlar neci?
VALIA
Küpelerim mi? Aleksandr vermedi ki onları. Mösyö Katapof verdi.
NINA
Kocamın verdikleri nerde?
VALIA
(Hatırlar) Hakkınız var. İlk görüştüğümüz sıralarda bir çift küpe vermişti. Hepsi hepsi de odur zaten . (Başucu masasına gider, bir kutu alarak içinden bir çift küpe çıkarır) İşte, alın sizin olsun.
NINA
Aaa! Bu etse etse 20 ruble eder.
VALIA
Biliyorum.
NINA
Bana ne, ben 900 rublemi isterim.
VALIA
Başka şey vermedi diyorum size. Yalnız arada sırada, gelirken pasta getirirdi, o kadar.
NINA
(Yine şirret) Pasta mı? ..? Demek çocukları yiyecek bir lokma ekmek bulamazken sen burada pasta tıkınıyordun, ha? Fakir fukaranın sırtından geçinen vicdansız. Nedir benden istediğin? Bunca yaptıkların yetmiyormuş gibi şimdi de önünde diz mi çökeyim istiyorsun. Pekala. Gönlün olsun diye onu da yapıyorum işte, (diz çöker) yalvarıyorum.
VALIA
(Çok telaşlanır) Yapmayın kuzum... Kurban olayım, yapmayın.
NINA
Yerlerde sürünmeye, dilenmeye razıyım... Tek yavrularımın kursağına bir lokma ekmek girsin.
VALIA
Sakın ha, sakın öyle şeyler söylemeyin. Elmas diye kırık dökük nem var nem yok, hepsini vereyim... (Kolyeler, bilezikler, ne varsa hepsini çıkarıp verir) Bunları Aleksandr vermedi ama zarar yok.
NINA
Hepsi hepsi 500 ruble ya eder ya etmez.
VALIA
Öyleyse bütün kutuyu alın. (Kutuyu olduğu gibi verir. O coşkunlukla ocağın üstündeki gümüş şamdanı da) Ama ne olursunuz, kalkın artık yerden!
NINA
Yine de 900 ruble etmez.
VALIA
Babamdan kalma köstekli altın saatle... Tabaka da var...
(Bunları da bir çekmeceden çıkarıp verir. Nina bu yeni ganimete değer biçerken aynı çekmeceden çıkardığı kol düğmeleriyle yaklaşır.) Bir de kol düğmeleri var. Ondan sonra bir şey kalmadı artık.
(Nina doğrulur) Tamam oldu mu? NINA
(Aldıklarını çantasına tıkar. Kendisine çeki düzen verir) Ben değil asıl Tanrı affetsin seni. (Ve başı havada azametle çıkar. Kalpakof girer, perişandır.)
KALPAKOF Yerin dibine geçtim. VALIA
Nem var nem yok, hepsini verdim.
KALPAKOF Yerin dibine geçtim. Onun gibi kibar, temiz, asil, onurlu bir kadın... Senin önünde... Senin gibisinin önünde diz çöksün, ha? VALIA
(Bu sefer o diz çökerek) Tanrı affetsin beni.
KALPAKOF Çekil! Yaklaşma, görünme gözüme. Beni baştan çıkaran sensin! Senin yüzünden, senin gibi bir şarkıcı parçası yüzünden o kibar, o temiz kadın küçük düşmek, yerlerde sürünmek zorunda kaldı. Zedelenen gururuyla şimdi kim bilir ne korkunç acılar içinde kıvranıyor!.. Nasıl oldu, nasıl yaptım bu işi? Nasıl çiğnedim gururumu, nasıl ezebildim ruhumu? VALIA
Çabuk, koşun gidin peşinden. Bu halde bırakmayın zavallıyı! Af dileyin.
KALPAKOF Evet, evet hemen gidip yakalamalı... Ayaklarına kapanıp af dilemeli. (Çıkarken döner) Sana gelince, bir daha karşıma çıktığını görmeyeyim...
(Ellerini başına alarak deli gibi fırlar. Valia yalnız kalınca taş kesilir adeta. Bir an şaşkın şaşkın etrafına bakınır, talan edilmiş odasını, açık duran çekmeceyi görür. Olanı biteni kavramaya başlar, önce yavaştan sonra sık sık burnunu çeker... sessizce ağlıyordur artık. O sırada bir adam belirir kapıda. Bir an bakar, sonra) AKTAR
Ne o? Nen var?
VALIA
(Büsbütün burnunu çeke çeke) Hiç... Hiçbir şeyim yok... Hani o Popof, Manifaturacı popof var ya... O geldi... Bir kumaş getirecekti. İçmiş, içmiş... sarhoş olmuş... Ne kumaş getirdi, ne bir şey... Üstelik durup dururken dayak da attı... Durup dururken...
(Bu sefer hıçkırıklarla ağlamaya başlar. Karanlık...)
(Sahnede iki adam belirir. Biri önde biri arkada yürürler. Birinci si aşık, heyecanlı bir gençtir. Öteki, dünya ile çoktan hesabını kesmiş, her şeyi kanıksamış bir adam. Aşığın dostu, arkadaşı...)
GENÇ ADAM
(Üstüne başına memnunlukla bakarak) Fazla mı şıkım dersin? Yok değilim. Kibar, ağır başlı bir kılık. Tam kız istemek için. Olgun çağda bir genç, düşünmüş, taşınmış, evlenmeye karar vermiş. Önünde parlak bir gelecek – belki- yüklü bir geçmiş var ama daha şimdiden o kadar yükselmiş ki uzağı görebiliyor. Üstelik cebinde beş parası olmadığını bilecek kadar da hesabı kuvvetli. Kısacası, araya araya bulduğu güzel gözlü, nazlı halli ve ... yılda otuz bin ruble gelirli kızı koluna takacak durumda bir delikanlı. Dostum bu otuz bin ruble ile hem sana hem ötekilere olan borcumu ödeyip üstün kabiliyetime uygun bir hayat düzeni görec eksin, kitapçılar kitabımı basmak için nasıl birbirleriyle yarış edecek. Çünkü insanlar, para sıkıntısı çekmeyenlere her zaman çok daha kolay para verirler. (Arkadaşı bu konudaki görüşüne katılmadığını belirtmek için duralar.)
GENÇ ADAM
(Yoluna devam et mişken bu fark eder, durur, döner, arkadaşının kolundan yakalayarak) Bir kere bu iş çantada keklik. Kız fena tutkun bana... Daha aramızda konuşulmuş, görüşülmüş bir şey yok ama ne çıkar. Birkaç dakikalık iş... (Ötekine dikkatle bakar) Ne o? Bir şeye mi takıldın?
ARKADAŞI
(Gülümseyerek) Ben mi? Yoo!...
(Döner ve uzaklaşır... Karanlık...) (Işık tekrar yanar. Bahçede bir kız oturmuş. Yanında Genç Adam) GENÇ ADAM
(Derin derin nefes alır) Şerbet gibi hava! Öyle değil mi? Başka türlü güzel... Yoksa siz, siz yanımdasınız diye mi öyle geliyor bana? Yok, yok hayır... Dünyanın hiçbir yerinde böylesine tatlı bir hava olamaz.
GENÇ KIZ
Hakkınız var. Fırtınadan sonra hep böyle olur... Bakın, hâlâ damlacıklar süzülüyor yaprakların ucundan.
GENÇ ADAM
Evet... Aşkın gözyaşları dense yeridir. Sanki tabiat bize ders vermek için söz birliği etmiş.
(Güneş batmak üzeredir. Uzaktan bir bülbülün dem çektiği duyulur.) GENÇ KIZ
İşittiniz mi, bülbül dem çekiyor.
GENÇ ADAM
(Bir şey duymamıştır ) Ah, evet! Ne de güzel söylediniz! O kısacık cümleyi hayatımda ilk defa duymuş gibi oldum.
GENÇ KIZ
(Normal bir sesle) Neden? Öyle söylenmez mi? Herkes öyle der.
GENÇ ADAM
Evet, Nataşa, evet güzel Nataşa, herkes “Bir bardak su verir misiniz” der ama sıcaktan gırtlağı kurumuş bir ihtiyarcığın mırıldanmasıyla çember
çevirmekten yorulmuş bir yavrunun ya da savaş alanında son nefesini veren bir kahramanın bir yudum su istemesi arasında ne büyük farklar vardır, hiç düşündünüz mü? “Çikolatayı çok severim” demekten kimse çekinmez ama gelin de siz canınızdan çok sevdiğiniz varlığa “Seni çok seviyorum” deyin. GENÇ KIZ
(Pek inanmamıştır ama) Evet... bir bakıma kolay değil. (Sonra) Ama doğru olduktan sonra neden söylememeli?
GENÇ ADAM
Peki, çekingenliği, sıkılganlığı ne yapacaksınız? Seven bir kalbin, dünyanın bütün hazinelerine değişilmez bu güzel duyguyu, bu eşsiz duyguyu kendine saklamak istemesine ne diyeceksiniz?
GENÇ KIZ
Bencillik.
GENÇ ADAM Gururu zedelenir diye korkuyorsa? Terslenmekten, gülünç olmaktan çekiniyorsa?.. GENÇ KIZ
(Sinirli) Daha neler! Karşınızdaki sizi beğendiğini, başkalarından ayrı tuttuğunu belirttiyse, daha ne istiyorsunuz?
GENÇ ADAM
Öyle demeyin Nataşa! Kendini bilen bir insan, sevdiğinin karşısında yerlerde sürünen bir solucandan, ışıktan kanat çırpan bir pervaneden farksızdır. Gözlerini kamaştıran ışığın “beğenilmek”, “herkesten ayrı tutulmak” olduğunu nerden bilsin? Sorarım size, nerden bilsin?
GENÇ KIZ
(Utana sıkıla önüne bakar) Bilmem!
GENÇ ADAM Gördünüz mü? GENÇ KIZ
(Belli belirsiz bir soluk halinde) Evet.
GENÇ ADAM
Ya, sonra nerde kalmıştık?
GENÇ KIZ
Şı-şı-şeyde... kanat çırpan kelebekte.
GENÇ ADAM
Tamam kelebekte... Ha sırası gelmişken sorayım, Anneniz nasıl, iyi mi?
GENÇ KIZ
İyi, teşekkür ederim. Neden şimdi onun sırası geldi?
GENÇ ADAM
Bilmem... Sizi düşünürken onu hatırlayıverdim.
GENÇ KIZ
Sizi çok sever annem.
GENÇ ADAM
Eksik olmasın... (uzun bir sessizlik) Ne güzel bir akşam!
GENÇ KIZ
Evet... (Yeni bir sessizlik)
GENÇ ADAM
... ve derin bir sessizlik! Nasıl buluyorsun tabiatın bu harika sessizliğini?
GENÇ KIZ
(Birden patlar) Aa, bu kadarı da fazla!.. (kendini toplar) Şey... şey diyecektim...
GENÇ ADAM
(Ateşli) Çok doğru! Sessizliğin bu kadarı da fazla. Onu bozmanın, açık açık konuşmanın zamanı geldi! (Ayağa kalkar) Bilir misiniz Nataşa, bilir misiniz buraya niçin geldim? (Nataşa başıyla hemen “Evet, evet” işareti yapar) Size bir tek şey söylemek, daha doğrusu bir tek şey sormak için.
GENÇ KIZ
(Kesin) Sorun o bir tek şeyi!
GENÇ ADAM
Shakespeare‟i okudunuz mu?
GENÇ KIZ
(Afallar) Şey... Okulda...
GENÇ ADAM
Romeo ve Juliet‟i?
GENÇ KIZ
Evet. Çok güzeldir.
GENÇ ADAM
Tamam. Romeo Juliet‟i alın, üstüne Tristan‟la Isolde‟yi, Paul ile Virginie‟yi katın... Biraz da Beatrice‟le Danto! İşte sizi düşündükçe, yüreğimden geçenlerin küçücük bir parçasını anlamış olursunuz. (Durur) Uzun sözün kısası, sizi seviyorum, Nataşa!
GENÇ KIZ
(Bir nefes halinde) Ih...
GENÇ ADAM
Bir şey demiyor musunuz?
GENÇ KIZ
(Aynı) Of...
GENÇ ADAM
(Bu ahların, ofların manasını çok iyi bilir ama anlamamış gibi yapar) Neden cevap vermiyorsunuz? Yoksa... cevabınız “hayır” mı? Hayırsa hemen söyleyin. Çekinmeden bir baştan bir başa delin yüreğimi!
GENÇ KIZ
(Yüzünü kaldırır, güzel başını bahis konusu duygul u kalbin üstüne hafifçe dayar ve sevgi dolu bir sesle mırıldanır) Neden “hayır” olsun?
GENÇ ADAM
Meleğim... Meleğim... benim... Gün ışığım... (kıza hemen sarılır, ateşle sıkar, sonra bırakır. Kız nefes allmaya çalışırken) Bu iş de böylece bitti. Tamam.
GENÇ KIZ
(İşitmemiştir bu sözü, yavaşça) Öylesine mutluyum ki...
GENÇ ADAM
Ya ben! Yeryüzünde miyim, gökyüzünde mi bilmiyorum. Artık şunun şurasında evlendik sayılır... (birden kaşları çatılır) Anneniz bir şey demezse tabii?
GENÇ KIZ
Yok, yok... O çoktan razı.
GENÇ ADAM
Anlamadım? Bekliyor muydu sizi istememi?
GENÇ KIZ
(Şaşırır) Evet, yani şey, hayır... (kızarır) Annem hep sizin gibi kültürlü, sizin gibi zeki, kibar bir damat isterdi.
GENÇ ADAM
O kadar mı? Ayrıca erkek olarak... tipimden hoşlanmaz mıydı?
GENÇ KIZ
Hayır! Yani tipinizden de hoşlanırdı... Hoşlanırdı ama böyle şeyler aramızda pek konuşulmadığı için... Daha çok oturup kalkmanıza, konuşmanıza, kibarlığınıza hayrandı.
GENÇ ADAM Ya siz? GENÇ KIZ
(Başını öne eğer, yavaşça) Ben mi? Bense sade... Seviyorum sizi.
GENÇ ADAM
(Kollarını ona doğru uzatarak) Güzel... Güzel Nataşa! (Kızı göğsüne basar) Oh, bu iş de oldu.
GENÇ KIZ
Oldu ya, oldu, oldu! Siz istedikten sonra...
GENÇ ADAM
Anlamadım? Bana mı bağlıydı?
GENÇ KIZ
(Düşünmeden, heyecanla, inançla) Tabii! Anlamayacak ne var?
GENÇ ADAM
(Bu söz fena halde kabartmıştır koltuklarını) Ne diyorsunuz? (Başarı kazanacağını biliyordu ama bu kadarını ummuyordu. Kendisini daha şimdiden koca bir malikane ile yılda 30.000 ruble gelirin sahibi, üstelik güzel bir kızın kocası olarak görür ve... Aksilik bu ya, o zafer sarhoşluğu ile şeytana uymak, kaderine meydan okumak gelir içinden! Ya hep ya hiç üzerine oynamak, o arada ne asi ruhlu olduğunu, ne çeşit kabiliyetleri bulunduğunu göstermek, üstelik Nataşa‟yı nasıl elinde tuttuğunu ispat etmek... Kaçırılır fırsat mı bu?)
GENÇ KIZ
(O sırada hayal aleminde) Evet. Mesele kalmadı artık. Her şey yoluna girdi.
GENÇ ADAM
(Birden çok ciddi, çok derin bir sesle) Öyle demeyin.
GENÇ KIZ
(Endişeleniyor) Korkutmayın insanı... Neden?
GENÇ ADAM Neden olacak. Parasızın biriyim. GENÇ KIZ
(Rahatlar) Bırakın canım... O da mı tasa?
GENÇ ADAM Ama bir gerçek! GENÇ KIZ
Olsun ne çıkar?
GENÇ ADAM
Bizi tasalandıracak bir gerçek çıkar.
GENÇ KIZ
Ne gibi?
GENÇ ADAM
(Öksürüp sesini açtıktan sonra ) Tutun ki babanız aha yaşıyor. Sizinle evlenmek isteyince kazancıma baktı ve beni size layık görmedi. Ne yapardı o zaman?
GENÇ KIZ
(Heyecanla) Bir kere babam yaşamıyor... Sonra, sonra... Bugüne ne bakıyorsunuz? Önünüzde parlak bir ge lecek var.
GENÇ ADAM
Anneler babalar hep damadın bu gününe bakar. Babanız da – nur içinde yatsın...
GENÇ KIZ
(Atılır) Ben babamı tanımadım bile.
GENÇ ADAM
Ben de tanımadım.
GENÇ KIZ
(Memnun) İyi ya. Mesele yok öyleyse.
(Genç Kız, öyle de böyle de elde etti bir kere... Giriştiği rolün asilliğine kaptırdıkça kaptırır kendini) GENÇ ADAM
Öksüz... Daha doğrusu yetimsiniz. Bu durumda size doğru yolu göstermek, babanızın yerine geçmek bana düşüyor.
GENÇ KIZ
(Bu söze çok sevinir) İyi ya! Koca dediğiniz zaten babanın yerini tutmaz mı?
GENÇ ADAM
Durun bakalım, daha evlenmedik ki kocanız olayım.
GENÇ KIZ
Demin siz de söylemediniz mi? Şunun şurasında ne kaldı evlenmemize... Siz istedikten sonra.
GENÇ ADAM
İstemesine istiyorum ama dava bu değil. Babanın başlıca ödevlerinden biri de kız evladın uygunsuz biriyle evlenmesini önlemek. Öyle mi, değil mi?
GENÇ KIZ
Doğru... (sonra) İyi ki ölmüş! (Kendini toplar) Tövbe, tövbe!
GENÇ ADAM
Zarar yok. (Sonra çok ciddi bir tören edasıyla) Şu halde, izin verirseniz şimdi babanızın yerine geçiyor ve...
GENÇ KIZ
A, o da nesi? Ben çocuk muyum?
GENÇ ADAM
(Dramatik) Nataşa, Nataşa, size bunları söylerken, sizi uyarırken inanın kendi mutluluğumu tehlikeye attığımı, ümitlerimi ayaklar altına aldığımı biliyorum.
GENÇ KIZ
Zorunuz ne öyleyse?
GENÇ ADAM
(Dramatik) Hayır, hayır! Vicdanımdan yükselen sesi susturamam. O ses ki durmadan bana “Erkeksen erkekliğini göster, kızcağızın gözünü aç, her şeyi apaçık söyle!” diye haykırıyor.
GENÇ KIZ
Anlamadım, kötü bir illetiniz mi var? Ciğerlerinizden mi hastasınız?
GENÇ ADAM
Hayır. Hasta olan ciğerlerim değil, kesem! Parasızım.
GENÇ KIZ
Onu biliyoruz artık. Kaçtır söylüyorsunuz.
GENÇ ADAM Yeteri kadar biliyor musunuz? GENÇ KIZ
Yeteri kadar biliyorum. Bence paradan çok daha önemli şeyler var! Hele mutlu olmak isteyen iki insan için.
GENÇ ADAM Biliyorum. GENÇ KIZ
Ben sizi şimdiki halinizle, olduğunuz gibi seviyorum. Var mı bunun ötesi.
GENÇ ADAM
Şimdiki halim dediğiniz, bayramlıklarını giymiş, sinek kaydı tıraş olmuş bir damat adayı, değil mi? Peki, her günlük halimle de sevebilece misiniz?
GENÇ KIZ
Asıl ona can atıyorum ben. Her günlük halinizi paylaşmaya.
GENÇ ADAM
Her günlük hal deyince, ne geliyor gözünüzün önüne? Sabahleyin uyanır uyanmaz, kuştüyü yastıklarımıza gömülüp gümüş tepsi ile gelen kahvaltımızı yiyoruz değil mi? O tepside neler yok, neler! Çeşit çeşit sucuklar, Hollanda peynirleri, ballar, çörekler, gül, ayva, şeftali, çilek reçelleri, tereyağlar, sütler, meyve suları?
GENÇ KIZ
Olmasa da size kendi elimle tereyağlı kızarmış ekmekler yaparım.
GENÇ ADAM
Öğle yemeğini kim yapar?
GENÇ KIZ
Aşçı kadın.
GENÇ ADAM
(Gülerek ) Aşçı kadın da olmayacak, Nataşa!
GENÇ KIZ
Neden olmasın? Herkesin var.
GENÇ ADAM
Herkesin var, bizim gibi züğürdün yok! Anlaşıldı mı? Geçelim. Yataktan kalkıyorum. Giyiniyorum. Gazeteye gidiyorum... Siz ne yapıyorsunuz?
GENÇ KIZ
Banyo yapıyorum.
GENÇ ADAM
(Hain bir zevkle) Zor yaparsınız! Bizim evde banyo ne gezer? Aydan aya, bilemediniz haftadan haftaya çarşı hamamına gidebilirsek ne ala!
GENÇ KIZ
Ama ben alışık...
GENÇ ADAM
(Tamamlar) Evet. Siz alışıksınız, biliyorum... Neyse, onu da geçelim. Tuvaletinizi yaptınız, sonra?
GENÇ KIZ
Sonra sizi bekliyorum... Roman okuyorum.
GENÇ ADAM
(Aynı) Hayır. Yatakları yapıyorsunuz. Ortalık süpürüyorsunuz... kapkacak yıkayıp tencere diplerini oğuyorsunuz?
GENÇ KIZ
Aşçı kadan ne güne duruyor?
GENÇ ADAM
Aşçı kadın yok dedik ya... Ortalık işini bitirdikten sonra kolunuza torbanızı takıp çarşıya alışverişe çıkıyorsunuz. Bu sırada kabil olduğu kadar ucuz yemekler tertiplemeye dikkat edeceksiniz... Derken, sıra aldıklarınızı pişirmeye geliyor...
GENÇ KIZ
Size güzel bir kaz ciğeri ezmesi yapıyorum.
GENÇ ADAM
(Yine aynı) Olmadı, lüks yemek istemez demedim mi? Haşlama etle, haşlama patates nemize yetmiyor.
GENÇ KIZ
Ama siz de çok karamsarsınız.
GENÇ ADAM
Karanlıkta her şey daha iyi görünür de ondan... Devam, akşam eve dönüyorum.
GENÇ KIZ
(İleriye atılır gibi bir hareket yapar) Kapıyı açar açmaz boynunuza sarılıyorum.
GENÇ ADAM Ben de sizi elimin tersiyle itiyorum. GENÇ KIZ
(Neredeyse ağlayacaktır) Niye?
GENÇ ADAM Niye olur mu? Belki o gün işlerim ters gitti. Umduğum çıkmadı, patronumdan azar işittim... Kısacası keyifsizim, tersim, kabayım... GENÇ KIZ
(Biraz da bu ihtimalden hoşlanarak) Dövecek misiniz beni?
GENÇ ADAM Bilmiyorum daha... Karar vermedim. GENÇ KIZ
Kavgadan sonra barışmak tatlı olurmuş da...
GENÇ ADAM
Şimdilik ben sizi elimin tersiyle itiyorum, bir iskemleye çöküp başımı ellerimin arasına alıyorum...
GENÇ KIZ
Dertlisiniz...
GENÇ ADAM Yo. Arkadaşlarla kumar oynamaya gitmek için bahane arıyorum. GENÇ KIZ
Kumarcı mısınız?
GENÇ ADAM
Değilim ama olacağım. Parasızlık, sıkıntı, üzüntü... Derken kayıverişim o tarafa... Hiç olmazsa ayyaşlıktan daha iyi ya?
GENÇ KIZ
Demek içmiyorsunuz?
GENÇ ADAM
Başlamadım daha.
GENÇ KIZ
Önlerim. Alıştırmam sizi içkiye.
GENÇ ADAM
Hıh! Önlermiş, alıştırmazmış beni içkiye! Her akşam süngüsü düşmüş, cesareti kırılmış, beli bükülmüş, inancını kaybetmiş bir adam görmekten bıkıp asıl siz zorla göndereceksiniz beni meyhaneye! Efkarımı dağıtayım diye.
GENÇ KIZ
Peki. İlle gerekirse... Onu da yaparım.
GENÇ ADAM
Gece yarısından sonra yalpa vura vura dönüyorum. Üst baş berbat, saç sakala karışmış, gözler bir yana kaymış, surat derseniz vaktinden önce kırlaşmış, tırnaklar simsiyah... bir koltuğa çöküyorum.
GENÇ KIZ
Ay ne korkunç!
GENÇ ADAM
Odada çıt yok... O derin sessizlik içinde siz de tuvalet masasının önüne yığılıyorsunuz... O da varsa tuvalet masanız, tabii... Gözünüz aynaya takılıyor ve orada yabancı bir surat görüyorsunuz! Bu pembe yanaklar solmuş, bu ipek ten pörsümüş, bu parlak bakışlar sorlmuş, burun uzamış, eller çamaşırdan bulaşıktan sararmış, çatlamış... dalgın bir hareketle saçınızı taramak istiyorsunuz... sonra vazgeçiyorsunuz, şakaklarınıza düşen akları sayıyorsunuz... ve bu her gün, her gün böyle... tâ sonuna kadar!
GENÇ KIZ
(Yalvarır) Ama yine de olacak değil mi mutlu anlarımız?
GENÇ ADAM
Mutlu anlar mı? Çabucak geçer onlar. Aşk ateşi bir yanıp bir söner, eski neşeden bir şey kalmaz geriye... Kalan tek şey suçlamalar, kavgalar: “Nerde kaldı verdiğin güzel sözler?”, “Nereye gitti babamdan kalan paralar?”
GENÇ KIZ
Babamdan kalan paraları da mı çarçur ettiniz?
GENÇ ADAM Tabii. GENÇ KIZ
Beş parasız mı kaldık şimdi?
GENÇ ADAM Deminden beri nefesim tükendi size bunu söylemekten. GENÇ KIZ
Ay başıma gelenler!..
GENÇ ADAM
Gördünüz ya, hiçbir şey saklamadım... bile bile varıyorsunuz bana.
GENÇ KIZ
Ne diyeyim, bilmem ki... Ben de şaşırdım! Ne kadar dürüst, ne kadar namuslusunuz... Sizin gibi asil ruhlu bir insana layık değilim ben. Şımarıklığın ta kendisiyim. Faydasız bir lüks eşyayım, o kadar.
GENÇ ADAM
(Memnun) Sevgili Nataşa! Öyle söylemeyin. Bütün bu kendi kendini suçlamalar, hor görmeler, aslında ne kadar doğrucu olduğunuzu gösterir. Eminim, ilerde bütün bu güçlüklere göğüs gerecek cesareti kendinizde bulacaksınız.
GENÇ KIZ
Hayır, hayır... Tam tersine. Hiç bulamayacağım o cesareti kendimde, hiç...
GENÇ ADAM
Canım, belki size anlattığım kadar kötü olmaz. Belki umduğumdan daha büyük başarı sağlarım hayatta?
GENÇ KIZ
Gördünüz mü? „Belki‟ iyi olur, „belki‟ başarı sağlarım... Hep „belki‟.
GENÇ ADAM
„Belki‟ dedimse “çok büyük bir ihtimalle olacak” demek istedim.
GENÇ KIZ
Yok, yok, yok... “Büyük bir ihtimalle olacak” yetmez bana. O anlattığınız sonuçlara uğramaktansa hiç evlenmeyeyim, evde kalayım, daha iyi...
GENÇ ADAM
(Birden korkar) Hani anlaşmıştık?
GENÇ KIZ
Boş bulunmuşuz, şaşkınlığımıza gelmiş. Düşünmeden söz vermişim...
GENÇ ADAM
(Büsbütün telaşlı) Hani seviyordunuz beni?
GENÇ KIZ
A, tabii... Sizi yine de seviyorum. Hem çok seviyorum, takdir ediyorum.
GENÇ ADAM Öyleyse... GENÇ KIZ
Dünyalar kadar takdir ediyor ve minnettarlık duyuyorum size karşı. Gözümü açtınız, gerçekleri olduğu gibi gösterdiniz. Tam babalık ettiniz... Sağ olun... Sağ olun...
(Koşarak kaçarken adamcağız şaşkın şaşkın bakakalır peşinden. Karanlık)
(Çiftlik sahibi Maksim‟in karısı Madam, evin lafa kadını ve vekilharç sahnededir. Dışardan ağrılı, sancılı bir insanın iniltisi duyulur.)
MADAM
(Başını elleriyle tutup sallayarak) Ah Yarabbim, Yarabbim, Yarabbim... Ne yapsak ki bilmem! Dayanamayacak zavallı!
KALFA
Köyde ihtiyar bir mujik var. Nefesi çok kuvvetliymiş, öyle diyorlar. Onu bulsak!
MADAM
(Canı sıkılır) Bırak kuzum. Bir kere böyle şeylere inanmaz... Üstelik lafını etmek demek, onu büsbütün delirtmek demek. (Dışardan uzun ve ızdırap dolu bir inilti duyulur... Madam çırpınarak devam eder.) Nasıl da inliyor zavallı! Bir bilse benim burada çektiklerimi.
KAHYA
Belli efendim, belli. Ondan çok inliyorsunuz.
MADAM
Kocacığıma faydası olduğunu bilsem daha da çok inleyeceğim. Canım kurban... (Dışarıdan yeni bir inilti) Ay, dayanamayacağım. Bayılacak mıyım ne?
KALFA
Bir yudum votka içseniz?.. İyi gelir.
MADAM
Öyle mi dersiniz, ver bakayım... (Kalfa kadın, madama bir kadeh doldurur. Kendisi de üst üste üç tane yuvarlar.) Şimdi görürüz.
(Bu sırada Maksim içeri girer. Çenesinden tepesine doğru bir mendil ya da bir havlu bağlanmıştır. Diş ağrısı çektiği bellidir.) MAKSİM
(Başını tutarak, hırsla, öfkeyle) Buyurun bakalım!.. Ben içerde diş ağrısından gebereyim, siz burada votkamı ziftlenin.
MADAM
(Sitemli) Kocacığım!
KALFA
Madam az kalsın bayılıyordu.
MAKSİM
Büsbütün parlak doğrusu! Ağrıdan, sancıdan kıvranan ben, ayılan bayılan karım. Uzat şu votkayı!
MADAM
Zarar vermesin sana?
MAKSİM
(Votka sürahisini yakaladığı gibi lıkır lıkır içer) Battı balık yan gider!
KAHYA
Ne olur, sözümü bir kerecek dinleseniz!..
MAKSİM
Ne var yine?
KAHYA
... (çekinerek) Baytar... Pazarları dişçilik de yapıyor. Kaç kere diş çekerken gördüm. Kerpeteni taktı mı, Hart!.. Tamam...
MAKSİM
(Yakasına yapışarak sarsar) Bir daha dişi çekme lafı edersen... seni...
MADAM
Maksim! Kendine gel.
MAKSİ
(Kahyayı bırakır, uzaklaşır) Rahat bırakın beni, rahat... Ay, ay, ay! Of, of, of!.. (Kalfa Kadın elinde bir kaseyle gelir)
KALFA
Şununla bir gargara yapın. İyi gelir.
MAKSİM
Şimdi başlarım gargarana da, sana da! Kocakarı ilaçlarıyla yaktını z, kavurdunuz gırtlağımı... Her biriniz başka türlü tutturmuşsunuz. Biriniz Tanrı‟nın verdiği dişleri baytara söktürmeye kalkar. Öbürünüz beni diri diri haşlamak ister. (O sırada ağrısı yeniden teper) Of, of, of !.. (Sonra biraz hafifler gibi olunca) Bu arada bilmediğim yeni bir şey daha öğrendim: Dünyada iki çeşit insan varmış, dişi ağrıyanla dişi ağrımayan! İkisi de birbirinin halinden anlamıyor. (Tekrar kıvranır) Ay, ay, ay, ay!..
KALFA
Papatya kaynatalım. Çok iyidir. Rahmetli annem...
MAKSİM
Rahmetli anana da papatyana da...
MADAM
Maksim! Karına karşı saygın yoksa kendine karşı da mı yok?
MAKSİM
(Kalfa‟ ya) Başka çare bul.
KALFA
Kızarsınız diye korkuyorum.
MAKSİM
Uzatma işte... Söyle!
KALFA
(Korkudan titreyerek) Bir mujik varmış... Bir köylü...
MADAM
(Kollarını havaya kaldırarak) Tutturdu yine mujiki...
MAKSİM
Hangi mujik bu?
KALFA
Zaharya.
MADAM
Büyücü.
KALFA
Ne büyücüsü aptal.
MADAM
Hangi bakımdan?
KALFA
Saflık, ermişlik bakımından. (Elini göğsüne getirerek) Bir nefesi var, bir nefesi var...
MAKSİM
Ya? Demek nefesi kuvvetli?
KALFA
Ne demezsiniz, bir okudu mu, ne baş ağrısı kalıyor ne diş ağrısı...
MAKSİM
Haydi be sen de! Gecelik külahıma anlat bunları.
KALFA
(İstavroz çıkararak) Allah canımı alsın!
MAKSİM
İyi ya! Çekin kolundan, getirin buraya. Nerdeydi şimdiye kadar aklınız?
MADAM
Deli misin kuzum? Nasıl inanırsın bu zırvalara?
MAKSİM
Benim gibi dişin ağrısın da bak, nelere inanıyorsun. Başa gelmedikçee yüksekten atmak kolay... Getirin şu herifi... Neydi adı?
KALFA
Zahariya.
MAKSİM
(Kahya‟ya) Çabuk, birini köye yolla, alsın gelsin...
KAHYA
Şey... Zahariye köyde değilmiş artık. Gitmiş.
KALFA
Gitmiş mi?
MAKSİM
Nereye gitmiş?
KAHYA
Şehre. İyiden iyiye kocamıştı. Damadı gelmiş, almış götürmüş beraber.
MAKSİM
(Sahne gerisine seslenir ) Çabuk bir araba koşulsun. Şehre gidip Zahariya getirilsin bana. Adresini biliyorsun, değil mi?
KAHYA
Bilmiyorum.
MAKSİM
Salak!
KAHYA
Ama damadın adını biliyorum. Sora sora buluruz... Durun bakayım, neydi onun adı?
MAKSİM
Neydi?
KAHYA
Dilimin ucunda ama bir türlü söyleyemiyorum... (Kal fa‟ya) Anuşka, sen hatırlıyor musun?
KALFA
(Çekinir) Nerden hatırlayayım? Damat filan tanımıyorum ben.
MADAM
Allah kahretsin hepinizi! Neydi adı diyorum size?
KAHYA
(Korkudan titreyerek) Ah ne aksi, ne aksi... Tam dilimin ucuna geliyor... Sonra pır diye uçup gidiyor.
MAKSİM
Asıl ben senin dilini uçurayım da gör bakalım, unutmak nasıl oluyormuş” (Acıdan ulurcasına bağırarak) Ay, ay, ay... Canım çıksa da kurtulsam... Dayanamayacağım. (İnler, ağlar)
KAHYA
Hay aksi şeytan! Öyle de kolay bir isim ki ! At ismi, beygir ismi gibi bir şey...
MADAM
At ismi gibi mi?
KAHYA
Tamam, tamam, şimdi hatırlar gibi oldum. At ismi değil de atla ilgili bir isim...
MADAM
Ne demek atla ilgili bir isim? Ha? Anladım! Dizgin, koşum filan gibi...
KAHYA
... Gibi ama değil. Dizgin de değil, koşum da değil...
MAKSİM
(Ne de olsa merakı uyanmıştır) Yürüyüşle ilgili olmasın? Rahvan?.. Ya da tırıs...
KAHYA
Tırıs mı?
(Herkes ismin bulunduğunu sanarak sevinir. Fakat Kahya‟nın suratı değişir) Hayır tırıs değil. KALFA
Öyleyse „dört nala‟dır.
KAHYA
(Kızar) Daha neler!.. Sen dört nala diye insan adı işittin mi hiç?
KALFA
Eyer? Kırbaç?..
MAKSİM
Asıl sana bir kırbaç çekeyim de aklın başına gelsin.
MADAM
Üzengi? Yele... Yem torbası?
KAHYA
Ahır? ??? Saman??? Saraç? Hah, saraç olmasın?
KAHYA
(Tereddütle) Yaklaşır gibi oldunuz ama tam değil.
MAKSİM
(Yalvarırcasına) Ne olur... Hatırım için aksilik etme! Erkek eyeri? Kadın eyeri?
KAHYA
Yazık, yazık... Hiçbiri değil.
MADAM
(Kahya‟ya hafif yumuşak bir sesle, kandırmak ister gibi) Yük arabası olmasın? Ya da fayton? Kupa? Yaylı? Çekçek?
KAHYA
(Bir an durur ) Hasta arabası mı dediniz? (Sonra) Olmaz.
MAKSİM
(Coşmuştur bir kere) Hasta arabası değilse kızaktır!.. Kızak değil se kazak... Kazak... Pantolon... Gömlek... Ay sapıttım!
KAHYA
(Dertli , süngüsü düşük) Nafile... Bulamayacağız... (Sonra birden yüzü aydınlanır, herkes ağzından çıkacak lafa bakar) Durun!.. Durun!.. (Herkes durur) Yok, yine gitti. Dilimin ucundaydı, gitti... General adı gibi bir şeydi...
MAKSİM
Ulan, general nerde, at nerde?
KAHYA
Biri ötekinin üstüne binemez mi?
MAKSİM
Şimdi ben tepene binerim, görürsün!
MADAM
Çocuklar! Benim aklıma damızlık geldi.
MAKSİM
(Kahya‟ya) Ne dersin? (Kahya‟dan cevap olumsuzdur) Anladım... Olabilir ama değil diyorsun... (düşünür...) Ya da aygır?
KAHYA
(Kesinlikle) İlgisi yok.
MADAM
(Düşünür) Aygır... Aygır... (birden kavrar) Buldum! Deniz aygırı!
MAKSİM
(Neredeyse yalvaracaktır bu isim doğru olsun diye) Tamam! Deniz Aygırı! Uydu değil mi? (Yazık ki Kahya yine başını tersine sallar)
MADAM
(Tepesi atarak) Aygır demek, at demek, öyleyse deniz aygırı da deniz atı olmuyor mu?
MAKSİM
(Hırlayarak) Hayır dediler sana! Yetmedi mi?
MADAM
Affedersiniz. Düşündüğümüzü açıkladık. O da mı suç?
MAKSİM
Düşündüğünü açıkla, kapakla, ne yaparsan yap ama beni rahat bırak...
MADAM
(Birden fırlar) Kara kaçan olmasın? (Kahya zorlukla başını sağa sola sallayarak bunun olmayacağını belirtir.)
KAHYA
(Bir nefes halinde) Hayır!..
MAKSİM
(Ondan hız alarak) Laf mı bu? Kara kaçan? Sen bir ata, hele bir insana kara kaçan dendiğini işittin mi hiç? Salak!
MADAM
(Tepesi atar) Ağzını topla.
MAKSİM
İstersem toplarım istersem yayarım... Salaklığın lüzumu yok.
MADAM
Alçak! Rezil!
MAKSİM
(Daha fazla çırpınan karısının sözünü bastırırken, dertli, alaylı, hırslı) Olur şey değil! Kara kaçan! Kara kaçan!
MADAM
Aptal! Sersem! Hayvan!
(Ve kendisini tutamaz, müthiş bir tokat indirir kocasının suratına. Herkes o and a şaşkına döner. Maksim feryadı basar, Madam‟ın korkudan dizlerinin bağı çözülür ve diz üstü yere çöker, Kalfa ile Kahya şaşkınlıktan kalakalırlar. Korkunç bir sessizlik.. Bu durumda artık her şey beklenebilir. Madam hâlâ diz üstü çökmüş durumdadır.) Ben ettim, sen etme!.. Ben ettim, sen etme! Hiç olmazsa çocuklarımıza acı, ikisi de çok küçük daha... MAKSİM
(Birden) Bir tas getirin... Çabuk! Bir de papatya gargarası!
(İstediği koşa koşa getirilir. Herkes dehşet içinde susmuşken o, arkasına döner, uzun uzun gargara yapar. Sonra birden döner ve ... Hayret! Ağzı kulaklarına varmaktadır. Çenesinden tepesine bağladığı koca mendili çözer. Herkesin şaşkın bakışları önünde Madam‟ın elini öper ?) MAKSİM
Bu güzel... Bu becerekli el sayesinde... Apsem delindi... (Tekrar öper) Sağ olsun... Var olsun...
KAHYA
(Tersine, hiç memnun değil) Şu tersliğe bakın! Yirmi yıldır bildiğim bir isim olsun... Hep dilimin ucuna gelsin... Yine de bulamayayım...
MADAM
Aldırma! Lüzum kalmadı artık.
KALFA
Arabayı da boş yere koşturduk.
MADAM
Öyle deme. Hazır araba koşulmuşken biri iniversin şehre... Koskoca bir alışveriş listesi hazırladım. Benim için... Kocam için... Ev için... Bir sürü şey lazım.
MAKSİM
Dedin de aklıma geldi. Hayvanlara yem alındı mı? Hani arpa alınacaktı?
KAHYA
(Birden nefesi kesilecek gibi olur) Hıııh!
(Ve doğru yere yığılır... Herkes etrafını alır.) MADAM
Ne oldu? Ne var? Fenalık mı geldi?
KAHYA
Arpa... Arpa... Şimdi Hatırladım: Arpakof‟tu adı! Arpakof.
(Banka Müdürü Kistunof‟un yüzü ızdırapla buruşmaktadır fakat sanki kendi kendine çektirdiği bu acıdan ayrı bir zevk alıyordur Kistunof.) SEKRETER
Sahi söylüyorum Gregori Pavloviç, bu halde gelmeyecektiniz buraya.
KISTUNOF
Dostum Yegar Dimitriç, siyatik dediğin özel bir mesele, banka dediğin resmi bir görev. Benim gibi bir insan, özel işleriyle memleket işlerini birbirine karıştırmaz.
SEKRETER
Bilmez miyim efendim, bilmez miyim? Sade ben değil, bütün şehir bilir sizin ne kadar vazifelerine düşkün bir insan olduğunuzu. Ama bu yine de sağlığınızı tehlikeye atmak için yeter sebep değil. İnsan biraz da canının kıymetini bilmeli.
KISTUNOF
(Acı fakat asil bir ifadeyle) Keşke vazife başında ölebilsem! Bundan büyük mutluluk mu olurdu?
SEKRETER
(Telaşla istavroz çıkarır) Aman, öyle söylemeyin! Allah korusun! Hani ayıp olmasa “Dilinizi eşek arısı soksun” diyecektim.
KISTUNOF
(Derin, manalı) Kim demiş? Her hastalık, bakılmazsa öldürücü olabilir. Hem sağlık dediğin ne ki? Bugün var, yarın yok. (Gözü masanın üstündeki dosyalara ilişir. Sekreteri bunlardan birini uzatır) Bu ne bu?
SEKRETER
Bankamız Kambiyo Servisi‟ne tayin olmak isteyen birinin dilekçesi.
KISTUNOF
Kimmiş? Adı ne?
SEKRETER
(Bilinen birinden bahseder gibi) Hani şu genç Glob Bobof.
KISTUNOF
Hangi Glop Bobof/ Hiç tanımıyorum. (Kağıdı okur, so nra) Diploma – yok. Bildiği yabancı dil – yok. İhtisası – yok. Pratik bilgisi – yok. At sepete gitsin. (Dosyayı geri verir)
SEKRETER
(Dosyayı tekrar önüne koyar ve bir noktayı işaretle) Affedersiniz, şurada kurşun kalemle yazılmış bir not var. İmza: Piyotr Markoviç. Vali. Dilekçe sahibi, bizim Vali‟nin yeğeniymiş.
KISTUNOF
Buyur bakalım! Al sana bir kayırmacılık örneği daha! Yazıklar olsun!
(Asil bir jestle dosyayı sekretere geri veri r. Beriki yine almaz. Kistunof başını kaldırarak) E, neydi bu delikanlının adı? SEKRETER
Glob Bobof.
KISTUNOF
(Bu ad hâlâ ona bir şey hatırlatmamıştır) Glob Bobof? Glob Bobof?.. (Sonra birden hatırlamış gibi) Ha, şu Glob? Öyle söylesene. İşte değişti o zaman... Neden dersen Glob Bobof eşi örneği az bulunur üstün kabiliyetli, parlak,seçkin bir delikanlıdır... Ver Bakayım şu kağıdı... (Sekreter kağıdı uzatır. Kistunof sözüm ona şöyle bir bakar ve) Tamam. O işte. (ve derhal imzalar) Bu çocuğu gökte arar ken yerde bulduk dersem inan bana. (Sekreter dosyayı alır ve kapar)
KISTUNOF
Bekleme odası kalabalık mı?
SEKRETER
Var birkaç kişi... Onları da mahsus beklettim. Saygı nedir öğrensinler diye...
KISTUNOF
Saygı dedin de aklıma geldi... Bazıları saygı göstereyim derken ipin ucunu kaçırıyor. Dün akşam başıma bir şey geldi. Karımla konsere gitmiştik. Karım Çaykovski‟ye bayılır... Ona bakarsan ben de severim müziği... Rahatlarım... Ninni gibi gelir bana. Dün akşam da öyle oldu. Uyudum... Şey yani, kendimden geçtim diyecektim... Birden top patlar gibi korkunç bir gürültü ile fırladım yerimden. Aynı zamanda ensemden doğru bir ıslaklık. Neye uğradığımı anlayamadım. Cebimden mendilimi çıkarayım ensemi sileyim, dedim, bir de baktım, bir el kondu omuzuma. Böyle! (yapar ) Ufak tefek bir ihtiyar süklüm püklüm bir şeyler söylüyor... Önce anlamadım. Sonra anladım. Efendim, kendini tutamamış, birdenbire aksırmış, ensemi tükürüğe boğmuş. Onun için özür diliyormuş. Tabii bu arada sağdan soldan “pıst”, “susun!” filan gibi sesler yükselmeye başladı. Ben de elimi ağzıma götürdüm. Adama susmasını işaretledim... Tekrar daldım hayale... Konserlerin en sevdiğim tarafı, aradaki antraklarıdır. Dün akşam da antrakta karımla dostlarını baş başa bıraktım, Çaykovski‟nin müziğini enine boyuna övsünler diye. Gittim büfeye. Azizim, büfede bir havyarlı küçük çavdar ekmekleri vardır... Ağzına layık. Bir kadehçik de votka çektin mi, dokunma keyfine... Ben tam üçüncü kadehi yuvarlayacağım, baktım yine biri çekiyor kolumdan. Nerdeyse kadehi devirecek. Dönüp bakınca ne göreyim? Az önceki ihtiyar değil mi? (Taklidini yapar ) “Sayın bay Direktör, ben meslekdaşlarınızdan Hazer Bankası Direktörü bay saltikof‟um, servis şefiyim. Sizinle bankada tanışmak şerefine ermiştim. Belki hatırlarsınız” diyor. Nerden hatırlayacağım? Ama o devam ediyor. (yine taklitle) “Sizin gibi bendeniz de vaktimi müzikle maliyecilik arasında bölüşmeye çalışıyorum. Fırsat buldukça konserlere gidiyorum.” Ben tabii, başından savayım diye “oh, oh, çok iyi” diyorum ama seninki durur mu? “Yoo, diyor, insan hasta olunca konsere gitmemeli.” Ben, ona da peki diyorum... O sırada aklım fikrim, havyarlı küçük ekmeklerde... Biraz daha oyalanırsam eloğlu ne var ne yok hepsini silip süpürecek... Ama beriki tutturmuş bir kere... “Hele diyor, öksürük, nezle, nezle oldunuz mu öksürür, tıksırır, herkesi rahatsız edersiniz.” Ben yine, tabii tabii... diyorum çünkü karşımda General Karpof havyarları atıştırıp duruyor. (Ötekinin taklidini yaparak) “İnanın sayın direktörüm, buraya gelinceye kadar nezle olduğumu bilmiyordum. Diyebilirim ki ilk defa sayın huzurunuzda, daha doğrusu sayın arkanızda aksırmak felaketine uğradım... Üstelik sizin olduğunuzu bilmeden. Affedilmez bir suç. Bilmem gerekirdi. Bilmeden aksırmamalıydım. İnsan, aksırmadan sağına soluna, önüne arkasına bakmalı, kimin önünde, kimin arkasında durduğuna dikkat etmeli” filan gibi laflar... Ben “Kısa kesin rica ederim” diye yalvardıkça, o büsbütün azıtıyor: “Aksırırken mahsus size nişan aldım sanmayın” diye yalvar yakar oluyor. Ben yine “Hah, hah, hay!.. Daha neler, nişan almadığınıza eminim” diyorum, üstelik bir de sözüm ona şaka yapmaya çalışıyorum. Nişan almadınız ama tam isabet elde ettiniz” diyorum. Vay efendim, sen misin bunu söyleyen? Herif büsbütün zıvanadan
çıkıyor: “Nasıl umarsınız benden böyle bir şey? Diye feryadı basıyor. Ben “yok efendim, yok canım, aldırmayın şaka yaptım” diyorsam da ne fayda!.. Uzun sözün kısası sonunda güç bela kurtuldum elinden, masaya saldırdım, o aç gözlü General Karpof‟un elinden son havyarlı ekmeği kapıp ağzıma attım ama... Bütün gecem zehir oldu! SEKRETER
(Gözlerinden yaş gelinceye kadar gülerek) Hah, hah, hay!.. Ona kalmış ensenize nişan alıp mahsus aksırmak !
KISTUNOF
Değil mi ya? Hah, hah, hay! (Güleyim derken sert bir hareket yapar) canı acır, suratı ekşir, bu sefer) Ay, ay, ay!..
SEKRETER
Hayır dostum, hayır. Buranın sessizliği her yerden iyi geliyor bana. İnanır mısın, belki en çok büromda dinleniyorum... (Kısa bir sessizlik...) Neyse... Bekleyenleri sıra ile al içeri...
(Az sonra bayramlıklarını giymiş, ufak tefek bir ihtiyar girer içeri. Bir dosyayı incelemekte olan Kistunof‟a yaklaşır. Kistunof başını kaldırmadan.) Nedir istediğiniz? İHTİYAR
Sizi rahatsız etmemek için uzun uzun düşündüm... Karımla konuştum. Sonunda onun tavsiyesiyle geldim. Resmen!
KİSTUNOF
(Dalgın dalgın tekrarlar) Resmen...
İHTİYAR
Evet. Dün akşam olan biteni tek tek anlattım karıma. İyice dinledi ve sonunda... Sizin “Kısa kesin, rica ederim”, “yok canım, aldırmayın” gibi sözlerinizden adamakıllı sinirlendiğinize karar verdi. Hele “aksırırken mahsus size nişan almadım” sözümü çok yersiz buldu. “Sen kim, sayın direktörü nişan almak kim” diye söylemediğini bırakmadı bana. Ona bakarsanız ben de biliyordum sizin nişangah olamayacağınızı...
KISTUNOF
(Ağır ağır başını kaldırarak) Yine mi siz?
İHTİYAR
(Taş gibi) Evet. Yine ben.
KISTUNOF
Nedir kuzum benden istediğiniz?
İHTİYAR
Resmen özür dilemek ve resmen affolunmak. Çünkü, inanın bana, dün akşam mahsus aksırmadım ensenize. Mahsus aksırmayınca da...
KISTUNOF
(Kalkar) Mahsus aksırmadığınızı biliyorum. Dün de söyledim. Şimdi de söylüyorum. Daha ne yapayım? (Yavaş yavaş sinirlenerek) İşinizin başına gidecek yerde hem kendi vaktinizi hem benimkini öldürmenin alemi var mı?
İHTİYAR
Yemin ederim, sırf size karşı beslediğim derin saygı...
KISTUNOF
(Bir an patlayacak gibidir, sonra kendini toparlayarak, yine de babacan) Haydi haydi... Gidin artık...
(Küçük ihtiyar acele sıvışırken Kistunof bitkin bir halde sandalyeye çöker. Sekreterine seslenir.) Başka? (Sekreter bu sefer cılız bir delikanlıyı içeri alır, delikanlının elinde itina i le sarılmış büyükçe bir paket vardır)
KISTUNOF
Buyrun nedir istediğiniz?
DELİKANLI
Hayatını kurtardığınız genci tanımadınız mı yoksa? Bendeniz Kolia Zelmianikof!
KISTUNOF
(Tabii onu da hatırlamamıştır) Evet, evet... Kolia Zemlianikof... Kusura bakmayın delikanlı, çok büyümüşsünüz... Son gördüğümden beri...
DELİKANLI
Büyümüş müyüm? Daha o zaman yirmi yaşındaydım. Yirmisinden sonra büyür mü insan?
KISTUNOF
(Hâlâ tanımamıştır ama idrak etmek için) Orası da öyle ya... Sen “daha erkekleşmişsin” diyecektim.
DELİKANLI
(Kadınca kırıtır) Annemin kulağı çınlasın... İşitse bayılır.
KISTUNOF
(Bir şey söylemek için) Nasıl anneniz... Epey zamandır...
DELİKANLI
(Atılır) Üç yıl oldu. Tam üç yıl. Hiç unutmaz iyiliğinizi. Her zaman hayır dua eder, ben de...
KISTUNOF
(Kuşkulanmaya başlamıştır. Ziyaretin sebebini anlamaya çalışarak) Haydi canım siz de... Lafına değmez.
DELİKANLI
Yo, öyle demeyin! Bir ananın tek evladına yardım etmek, onun hayatını kurtarmak az şey mi? Hayatını kurtarmak dedimse söz gelimi tabii... Fakat siz elimden tutmasaydınız bugün ben hâlâ olduğum yerde sayıyordum.
KISTUNOF
(Aynı kararsızlık içinde bocalarken) Adam olacak gençlere yardımdan zevk duyar insan. Sizde ilerisi için büyük kabiliyetler görmüştüm.
DELİKANLI
Ben de onun için geldim ya bugün.
KISTUNOF
(Çaktığını sanar nihayet) Terfi içinse bakın şimdiden söyleyeyim biraz güç.
DELİKANLI
Hayır, hayır ne münasebet! Terfi için olur mu? Bir borcun ödenmesi için.
KISTUNOF
(Hemen kuşkulanır) Hangi borcun ödenmesi?
DELİKANLI
Minnet borcunun. Evet!.. Annem de ben de üç yıldır düşünür dururuz. Size karşı olan minnet borcumuzu ödeyelim diye.
KISTUNOF
Daha neler... Lafı mı olur?
DELİKANLI
Yok, yok... Boru değil, annemin tek evladıyım. Hayatımı – söz gelimi de olsa- kurtardınız mı kurtarmadınız mı? Kurtardınız! Ama beri yandan – siz de biliyorsunuz- zengin değiliz...
KISTUNOF
(Kararlamadan) Biliyorum...
DELİKANLI
Gel gelelim zengin olmamak, nankör olmayı gerektirmez... Hele bir ananın tek evladının kurtarılması...
KISTUNOF
(Alışmıştır, keser) söz gelimi...
DELİKANLI
Söz gelimi kurtarılması bahis konusu olursa! İşte bunun içindir biz de üç yıldır düşündük taşındık, bir türlü bir şey bulamadık. Derken annem, sizin ne kadar sanat meraklısı olduğunuzu hatırladı... Konserlerde filan rastlamış size...
KISTUNOF
Arada sırada giderim.
DELİKANLI
Sergilerde de...
KISTUNOF
Ne yaparsınız, insanın resmi bir sıfatı olunca, ister istemez...
DELİKANLI
O kadar da alçak gönüllü olmayın. Sanattan anlayan aydın bir kişi olduğunuzu bütün dünya biliyor... İşte bu durum karşısında annemin antikacı dükkanı...
KISTUNOF
(Bir ipucu bulduğu için memnun) Sahi nasıl gidiyor dükkan?
DELİKANLI
Şöyle böyle... (İyi gitmediğini belirtir)
KISTUNOF
(O sırada aklı başka tarafa kaymıştır bile) Oh, oh memnun oldum.
DELİKANLI
İdare etmeye çalışıyoruz... Neyse, uzun sözün kısası, geçenlerde eline harika, eşsiz bir parça geçti. İlk aklına – aklımıza gelen şey “Aman bunu velinimetimize götürelim!” demek oldu. Çünkü böylesine nefis bi r sanat eserinin güzelliğini sizden iyi anlayacak kim olabilir? Size karşı duyduğumuz minnettarlığı bundan daha iyi belirtmek ne mümkün? Değil mi ya?
KISTUNOF
Utandırıyorsunuz beni.
DELİKANLI
(Dinlemez bile, aynı coşkunlukla) Dedik ve yaptık. İşte bahis konusu antika!.. (Mübalağalı ve teatral bir jestle paketin kağıdını yırtar ve ortaya... Adinin bayağısı bir zevkle yapılmış...) İşte size, eşsiz bir sanat abidesi!
KISTUNOF
(Şaşkına döner) Evet... Çok güzel!..
DELİKANLI
Güzel de laf mı? Eşi benzeri bulunmaz bir, bir hazine! Üstelik nasıl da değişik bir konuyu ele almış, farkında mısınız? Nefis bir parça! Tek
üzüntümüz nedir, bilir misiniz? Eşini bulamamak. Alâ ne yapıp yapıp bulacağız. KISTUNOF
(Büsbütün perişan) Demek bir eşi daha var?
DELİKANLI
Olmaz olur mu? Bunlar hep çifttir. Ama biz ne yapıp yapıp bulacağız onu da. Söz! Bilirsiniz ya, annem bir şeyi kafasına koydu mu, taş çatlasa yapar.
KISTUNOF
Bilmez olur muyum... Eksik olmasın, teşekkür ederim.
DELİKANLI
Sakın ha! Teşekkür etmek yok. Herkes teşekkür edebilir ama siz... Size gerekmez böyle şey...
KISTUNOF
(Birden aklına parlak bir fikir gelir) Biliyor musunuz ne düşünüyorum? Madem ki bu şamdanın eşi var, eşini bulmadıkça vermeyin bana! Anneniz bunu alsın, dükkanında saklasın... tam tam eşini bulunca getirsin bana. Yoksa onda kalsın.
DELİKANLI
Daha neler... Olur mu öyle şey? Bir kere annem dünyada yanaşmaz buna... Çünkü bir de bakarsınız yıllar yılı bulunmamış eşi, öyle değil mi?
KISTUNOF
İyi ya... (sonra düzeltir) şey, ne yapayım, beklerim demek istiyorum. Kusura bakmayın, kafam pek karışık da bazen ne söylediğimi bilemiyorum.
DELİKANLI
Demek bu kadar sevindiniz şamdana? Anneme söyleyeyim de sevinsin, hoşunuza giden bir hediye bulduk diye.
KISTUNOF
Ona ne şüphe! Fevkalade... (Delikanlıyı kapıya doğru hafifçe sürer.) Haydi şimdi güle güle... Daha bir sürü iş bekliyor beni...
DELİKANLI
Anlıyorum, anlıyorum, kusura bakmayın. Fazlı alıkoydum sizi.
(Çok şükür çıkar... Kistunof bitkin bir halde koltuğuna çöker. Az sonra sekreteri yavaşça içeri girer ve o harika sanat eseri karşısında hayretten donakalır.) SEKRETER
Çok antika gördüm ama böylesini görmedim. Kim akıl etmiş bunu?
KISTUNOF
Beğendin mi?
SEKRETER
Esaslı bir parça.
KISTUNOF
(Hemen) Al, senin olsun.
SEKRETER
(Sıkılır) Teşekkür ederim ama...
KISTUNOF
Ama‟sı ne? Sen bilirsin... (Kısa bir sükuttan sonra) Bakalım şu dosyalara. İçerde bekleyen kalmadı değil mi?
SEKRETER
Var. Bir kadıncağız var. Dipteki köşeye büzülmüş, sırasını ötekilere bırakmış, sessiz sedasız oturuyor.
KISTUNOF
(Çaresiz) İyi ya... Al bakalım içeri.
(Sekreter çıkar. Az sonra garip kılıklı bir kadınla gelir. Kadın bu haliyle, saçaklı, püsküllü bir eski zaman koltuğunu andırmaktadır. Sekreter kapının önünde hafifçe geri çekilerek ona yol verir, sonra daha çok geriye çekilir. Kadın olduğu yerde kalır, sıkıldığı çekindiği bellidir.) KISTUNOF
Buyurun (Kadın biraz yaklaşır) Oturun şöyle...
KADIN
Teşekkür ederim. (Oturur)
KISTUNOF
Herkesten önce geldiğiniz halde sıranızı ötekilere bırakmışsınız... Öyle dediler...
KADIN
Evet. Hepsinin acelesi var gibi geldi bana.
KISTUNOF
Sizin yok mu?
KADIN
Benim mi? Benim bol bol vaktim var.
KISTUNOF
Yazık ki kendim için aynı şeyi söyleyemeyeceğim. İşim başımdan aşkın. Onun için kısa kesmenizi rica ederim.
KADIN
Emredersiniz.
KISTUNOF
Ziyaretinizin sebebi?
KADIN
(Yerinden kalkarak) Kocam eskiden... Şeydi... Şey...
KISTUNOF
Dul musunuz?
KADIN
(Boynu bükük, adeta esefle) Değilim daha...
KISTUNOF
Ya?.. Affedin, “Kocam şeydi” deyince ben ölü sandım.
KADIN
(Yaklaşarak) Kocam, ordu levazım dairesindeydi... Memur. Şimdi değil artık.
KISTUNOF
Anladım. Yalnız oturun rica ederim.
KADIN
Teşekkür ederim. (Oturur) Ağır başlı, ciddi, güçlü kuvvetlil bir adamdı. Arada sırada birkaç kadeh içtiği olurdu ama onda da aşırı gitmezdi. Herkes kadar içerdi.
KISTUNOF
Görüyorum.
KADIN
Neyi görüyorsunuz?
KISTUNOF
Ben mi? Hiçbir şey görmüyorum tabii... Öyle, söz gelimi... Nasıl bir adam olduğu gözümün önüne geliyor, demek istedim. Sonra?
KADIN
Sapasağlam da olsa hastalanmaz mı adam? İnsanlık hali bu?
KISTUNOF
Bilmez miyim, bilmez miyim...
KADIN
Hastalanmanın yasak olduğunu bilmiyordum.
KISTUNOF
Ben de bilmiyorum.
KADIN
Üstelik elimizde doktor raporu da var.
KISTUNOF
Mesele kalmadı öyleyse
KADIN
Bence de kalmadı... (öksürür) Demek anlaştık.
KISTUNOF
Anlamadım. Nerde anlaştık?
KADIN
Nerde anlaşacağız? Kocam hastalandı. Tam beş ay yattı... Ha unutmadan söyleyeyim, adım Soukina. Marina Petrovna Sçukina.
KISTUNOF
(Sekreterine) Not al.
KADIN
Ben elimden geldiği kadar baktım. Oysa, Allah bilir ya, evdeki iki kiracı yüzünden başımı kaşıyacak vaktim yok. Ama yine nikahlı karısı imişim gibi baktım ona.
KISTUNOF
Ya? Demek nikahlı karısı değilsin?
KADIN
Nikahlı karısı olmasına nikahlı karısıyım ama bütün nikahlı karılar kocalarına nikahlı karılar gibi bakmaz da ondan...
KISTUNOF
O da doğru...
KADIN
Evet. Neyse, elimden geldiği kadar baktım, adamcağızı iyileştirdim maalesef.
KISTUNOF
(Dalgın) Vah, vah, vah! (birden kavrar) Anlamadım? Neden maalesef?
KADIN
Çünkü hastalık izninde ölseydi ben devlet memuru dul karısı sayılır, dul maaşı alırdım.
KISTUNOF
Tabii ama bunu öyle de böyle de alacağınıza göre şimdilik çalışan, evine para getiren, canlı bir adamın karısı olmak daha iyi değil mi?
KADIN
Değil. Çünkü hastalığı sırasında ne yapmışlarsa yapmışlar, zavallıyı emekliye ayırmışlar! Bu yetmiyormuş gibi, aylığını almak için gittiğimde bir de ne göreyim? Emekli aylığından bir de 24 buçuk ruble kesmemişler mi? Güya bizimki yardımlaşma sandığından, haberim olmadan para çekmiş!..
KISTUNOF
Yani?
KADIN
Yanisi var mı bunun? Ben zavallı, sabahtan akşama kadar uğraşayım, didineyim, canımı çıkarayım... Onlar beni soysunlar soğana çevirsinler! Nerde bu bolluk?
KISTUNOF
Neden sizi soyup soğana çevirsinler? Anlamadım. Kocanız emekliye ayrılma kağıdını kendi isteğiyle imzalamadı mı?
KADIN
Ben izin verdim mi bakalım?
KISTUNOF
Kocanız reşit değil mi?
KADIN
67 yaşında.
KISTUNOF
İyi ya, size ne oluyor? Onun imzası yeter de art ar bile... Sonra?
KADIN
Ne demek sonra?
KISTUNOF
Niçin geldiniz bana? Onu anlatın... Hâlâ bekliyorum.
KADIN
(Birkaç kağıt uzatarak) İşte. Hepsi burada yazılı. Belgeler de ekli...
KISTUNOF
Tamam. Bütün bunları biliyorum. Siz bana niçin geldiniz, onu söyleyin.
KADIN
Bu da sorulur mu kuzum? Haksız yere kestikleri 24 buçuk rublemi geri versinler diye...
KISTUNOF
(Ayağa kalkar) Affedersiniz, yanlış kapı çaldınız. Ben ordu levazımı dairesi şefi değilim. Banka direktörüyüm.
KADIN
(Yerinden bile kıpırdamaz) Ya?.. Demek siz de o kaytarıcılardansınız?
KISTUNOF
Kaytarmak, maytarmak diye bir şey yok ortada. Sadece „yanlış kapı çalmışsınız‟ o kadar.
KADIN
Yanılıyorsunuz Grigori Povloviç! Yanlış kapı çalmadım ben. Banka direktörü olduğunuzu bilmez miyim. Onun için geldim ya size!
KISTUNOF
(Hâlâ gülümsemeye çalışmakta, sabırlı olmaya gayret etmektedir) Bir bankacı özel kişilerin özel mali işleriyle uğraşır. Ordu ile, Mille Savunma ile, levazım dairesinden emekliye ayrılanlarla ilgisi yoktur...
KADIN
(Üstün) O kadarını biz de biliyoruz.
KISTUNOF
(Artık sabrı taşmak üzeredir) O kadarını biliyorsanız size bir faydam dokunamayacağını da bilmeniz gerekir.
KADIN
(Kılı bile kıpırdamadan) Öyle bir dokunur ki.
KISTUNOF
Yok canım?
KADIN
Dokunmasa dinler miydiniz söylediklerimi?
KISTUNOF
Terbiyeli adamım. Ondan.
KADIN
Yoo! Söylediklerimi dikkatle dinlediniz, arada sorular sordunuz, her halinizle ilgilendiğinizi belli ettiniz.
KISTUNOF
Başka türlü davranmama terbiyem el vermez. Görgü denen bir şey var bu dünyada. Ama levazım dairesiyle aranızdaki anlaşmazlık beni hiç mi hiç, anlıyor musunuz, hiç mi hiç ilgilendirmez.
KADIN
İnsansanız ilgilendirir.
KISTUNOF
Neydi adınız?
KADIN
Sçukina. Mariya Petrovna Sçukina.
KISTUNOF
Mariya Petrovna Sçukina, iyi dinleyin. (Tekrar tekrar) Ben iş sahibi bir adamım. Vaktim yok.
KADIN
İnsanlığa vaktim yok deyin de doğru olsun.
KISTUNOF
(Canı acımış gibi yüzünü buruşturur) Kuzum, bu dünyada benden başka kimse mi kalmadı başvuracak?
KADIN
Kalsa da kalmasa da ne yapalım, sizi seçtik bi r kere.
KISTUNOF
Bana bakın, ben işi başından aşkın adamım diyorum size.
KADIN
İyi ya. Önemli kişilerin hepsinin işi başından aşkındır. Biz de önemli kişisiniz diye seçtik ya sizi.
KISTUNOF
Önemli kişi olsam da, levazım dairesinde işinize yarayacak kims e tanımıyorum. İşte bu kadar.
KADIN
Zarar yok. Başka önemli kişiler tanıyorsunuz ya. Yeter.
KISTUNOF
Ordu çevresinden kimse tanımam. Ben bankacıyım diyorum size, bankacı!
KADIN
(Aynı rahatlıkla) Ben de önemli kişileri tanıyorsunuz ya, yeter diyorum size , yeter!
KISTUNOF
Of yarabbim, yarabbim!.. (Hırsla yumruğunu masaya indirir, sonra yatışır, oturur ve seslenir.) Yogor Dimitriç!.. (Sekreter girer)
Yogor Dimitriç. Oku şu kağıdı... Sonra ne düşünüyorsun, bayana anlat...
(Sekreter kağıdı okur.) SEKRETER
Bu kağıttan ve eklerinden anlayabildiğim kadarına göre mesele konu ve yetki bakımından doğrudan doğruya Ordu Levazım Dairesini ilgilendirir. Bu yüzden size, kabilse -o da tabii resmi kanaldan- Levazım Dairesi Personel Şefliğine başvurmanızı öğütleyebilirim. Bunun için durumunuzu özetleyen bir dilekçeye beş kopeklik dilekçe pulu ekleyerek evrak memurluğuna verirsiniz!..
KADIN
Aklınız sizin olsun. Resmi kanalın ne olduğunu bilirim ben. Dünkü çocuk değilim.
SEKRETER
Dünkü çocuk değilseniz devlet dairesiyle özel banka arasındaki farkı da bilin.
KADIN
Kim demiş bilmiyoruz diye... Asıl bildiğm için geldim buraya.
SEKRETER
(Afallar) Anlamadım.
KADIN
Bir atasözü vardır: “Tanrı dururken Evliya‟dan yardım istenmez” denir.
(Kistunof o sırada sessiz bir ızd ırapla adeta kıvranmaktadır.) KISTUNOF
İyi ama ben Tanrı değilim.
KADIN
Tanrı‟sınız benim gözümde. Bütün şehir tanımıyor mu sizi?
KISTUNOF
Tanısın... Ben bütün şehri tanımadıktan sonra...
KADIN
Şart değil ki... Kalburüstü kişileri tanıyorsunuz ya, yeter.
KISTUNOF
Neden böyle söylüyorsunuz? Vali ile tanışıklığım olsa neyse ama...
KADIN
Haydi, haydi... Bal gibi tanışıyorsunuz...
KISTUNOF
Peki. Ona da peki... Ama düşünsenize, nasıl giderim de bu meseleyi açarım ona?
KADIN
Neden açamıyormuşsunuz?
KISTUNOF
Koskoca bir vali, 24 buçuk rublelik küçücük bir mesele için rahatsız edilir mi?
KADIN
(Yer yerinden oynasa o fikrinden caymayacaktır) Ne yapalım... 24 bin beş yüz rublelik koskoca bir mesele çıkaramadıksa kabahat bizde mi?
KISTUNOF
Niçin küçümseyeyim? Sizi tanımıyorum bile.
KADIN
Bütün mesele de orada ya zaten...
(Kadının arkasında duran sekreter „deli‟ anlamına bir jestle elini başına götürüp oynatır. Fakat kadın bunu nasılsa fark etmiştir.) Teessüf ederim. Hiç yakıştıramadım size bir kadının arkasından göz kaş oynatıp onunla alay etmeyi. Ne demek istediğinizi anlıyorum. Ama o dediğiniz şey (aynı deli taklidi yapar) asıl sizsiniz. Darlık içinde, sıkıntı içinde yaşayan bir kadınla, aciz, müdafasız bir fakirle, sabahtan akşama kadar uğraşan, didinen, hep çirkinlik, pislik içinde yaşayan, gözünü dinlendirecek, gönlünü ferahlatacak bir güzellik, bir çiçek, bir sanat eseri görmeden (şamdanı işaretler) sürünen bir zavallı ile alay etmek çok kolay değil mi? KISTUNOF
(Bütün bu tirad sırasında, sadece kadının şamdanı işaret ettiğini görmüştür. Hemen atılır.) Beğendiniz mi bu şamdanı?
KADIN
Harika!
KISTUNOF
Verdim gitti. Sizin olsun. Alın götürün. (Sekretere) Bu sanat eserini bayana verin ve kendisini kapıya kadar geçirin.
KADIN
Bir dakika... (derin bir reverans) Hediyenizi, durumum karşısında duyduğunuz üzüntünün ifadesi ya da filizlenmeye başlayan dostluğumuzun belirtisi olarak kabul edebilirim. Ama haklı davam çözülmeden, işlerim yoluna girmeden böyle bir sanat eserini kolumun altına sıkıştırıp gidersem ne derler bana? Affedersiniz ama ben, para canlısı, mal canlısı, açgözlü bir insan değilim...
KISTUNOF
Daha neler? Sevgili Mariya Petrovna Sçukina... Nereden çıkarıyorsunuz bunları? Bir dost bir dosta küçük bir hediye veremez mi?
KADIN
(Birden gayet sakin, gayet makul) Verir tabii... (sonra) Madem ki dost olduk, şu benim işi bir elçabukluğu ile yoluna koyuverin artık.
KISTUNOF
(Ellerini oğuşturarak) Mariya Petrovna, ne olursunuz, acıyın bana, hasta, sakat bir adamım. Şu dakika feci ağrılar içinde kıvranıyorum.
KADIN
Aldırmayın. Dost değil miyiz. Gelir size bakarım. Nasıl olsa alıştım hasta bakıcılığına. Ha bir fazla ha bir eksik ne çıkar? Sabahlara kadar yatak başında nöbet beklemek, çamaşır, bulaşık. Hiçbirinden korkmaz oldum artık. Ulu Tanrım, insana götürdüğü kadar vermesin...
KISTUNOF
(Neredeyse ağlayacaktır) Kalbim...
KADIN
Hele onu hiç karıştırmayın! Sizin nasıl altın gibi bir kalbiniz olduğunu bilmeyen kaldı mı? Daha dün, papaz Gregor Baba “durma git, Gregori Pavloviçi gör, melek gibi temiz bir kalbi vardır” diyordu...
KISTUNOF
(Dişlerini sıkarak) Yerin dibine batsın Gregor baba.
KADIN
Evliya gibi bir adamdır. Dualarından hiç eksik etmez sizi.
KISTUNOF
(Yavaşça sekreterine) Yegor Dimitriç, ne olacak bunun sonu?
SEKRETER
Ya sizin bir yerinize inme inecek ya da bu kadını pencereden aşağı atacağım.
KADIN
(İşitir) Ne? Beni pencereden aşağıya mı atacaksın? Beni ha? Gregori Pavloviç‟in daha on dakika önce şahane bir hediye verdiği, yakın dostu bir hanımefendiyi?
KISTUNOF
(Ölgün bir sesle) Mariya Petrovna, çok rica ederim... Yalvarırım... Gidin artık...
KADIN
(Onu dinlemez bile, sekreterine gittikçe yükselen bir sesle) Seni mahkemelerde sürüm sürüm süründürürüm de gelir, ayaklarıma kapanır, “Ben ettim, siz etmeyin” diye yalvarırsın sonra...
KISTUNOF
Mariya Petrovna, söz veriyorum, elimden gelen her şeyi yapacağım. Valiye yazacağım, levazım komutanına yazacağım... (Sekreterine) Kimdir levazım komutanı?
SEKRETER
General Karpof.
KISTUNOF
Ha?
KADIN
Tanıyor musunuz?
KISTUNOF
Bir iki kere pikot oynadık
KADIN
Nasılmış?
KISTUNOF
İyi ya. Söz verdik. Yoluna koyacağız. Ama şimdi, yalvarırım çıkın. Çıkın gidin de biraz kendime geleyim.
KADIN
Yoluna koyacaksınız, onu anladık. Ama ne zaman? Bizdeki kırtasiyeciliği bilirsiniz.
KISTUNOF
Canım yazarım dedim ya. Yeter. Daha ne yapayım.
KADIN
(Gayet sakin) Ne bileyim ben? Artık orasını da siz düşünün.
KISTUNOF
(Hali kalmamıştır, hafif bir soluk haline) Nedir başıma gelenler? Kaç para idi?
KADIN
Tam 24 Ruble, 50 Kopek.
KISTUNOF
(Cebinden cüzdanını çıkarır, içinden bir kağıt para çıkararak) Alın size 25 Ruble... Ve aldıktan sonra da çok rica ederim, hemen... Hemen gidin...
KADIN
(Parayı alır, çantasına tıkarken) Hah şöyle... Nerdeydi şimdiye kadar aklınız? İki saattir benimle boş yere tartışıp vaktimi ziyan edeceğinize bunu daha önceden vermek yok muydu?.. Bozuğum yokmuş. 50 Kopeğinizi şimdi veremeyeceğim. Bir başka gün getiririm.
KISTUNOF
İstemez. Kalsın.
KADIN
Yoo... Ben kimsenin parasına tenezzül etmem. İlk fırsatta getiririm üstünü.
KISTUNOF
(Dayanma gücü tükenmiştir artık) İstemez dedim, istemez... (Kadın kalkar. Başıyla selam verir. Kapıya doğru yürür. Kistunof canlanmıştır. Sekreteriyle iyimserlikle bakışı rlar.)
KADIN
(Kapıdan döner) General Karpof‟a yazmışken bir taşla iki kuş vurup kocamın yeniden hizmete alınmasını istesenize.
KISTUNOF
Ne? (Birden köpürür) Defol! Defol! Bir daha görmeyeyim yüzünü...
(Kadın ürkerek geri sıçrarken Kistunof da sekreterinin kollarına yığılır.) KADIN
(Çıkarken şamdanı hatırlar) A, ne diye bırakacakmışım? Benim değil mi?
KISTUNOF
(Kekeleyerek) Aman, aman al götür...
KADIN
Teşekkür ederim.
(Şamdanı alır ve bu sefer sahiden çıkar.) KISTUNOF
Hiç halim yok... Fenayım...
(O sırada küçük bir karartı belirir.) İHTİYAR
Çok affedersiniz sayın bay Direktör. Korkarım durumu gerektiğince anlatamadım... Anlatamayınca da gönlüm razı olmadı gitmeye. Mesele şu: Konsere gelinceye kadar – yeminle size- nezle olduğumu bilmiyordum. O yüzden aksırık hiç beklenmedik bir sırada...
KISTUNOF
(Artık deli gibi olur) Çık!.. Defol... Allah kahretsin seni!.. Bir daha gelirsen kırbaçla kovdururum... Hapse attırırım... Sibirya‟ya sürdürürüm... (İhtiyarcık cevap vermez, adeta büsbütün küçülür, büzülür, döner ve sendeler ya da sıçrar gibi garip bir yürüyüşle çıkar. Ama bu yürüyüş sanki canlı bir insan yürüyüşü değildir.) (Hâlâ sekreterinin omuzuna dayanmıştır) Çok uğursuz... Bir günmüş dostum... çok... uğursuz bir gün...