ZigZag
ADEM&HAVVA
KAYNAK
Hans Von AIBERG
Derleyen Metin KILIÇ
[email protected] 1.Yayım NİSAN 2005 2.Yayım ARALIK 2009 Amacımız, HANİF kazanmaktır, onlara hangi milletten olursa olsun ulaşmaktır. Hans Von AIBERG
Bölüm 1 İSTEYEREK/İSTEMEYEREK Bölüm 2 AZAZİL=ŞEYTAN Bölüm 3 İNSAN Bölüm 4 ADEM ÇAMURU Bölüm 5 ADEM&HAVVA Bölüm 6 LANETLİ AĞAÇ AltBölüm: Etimoloji Bölüm 7 SÜRGÜN Bölüm 8 HALİFE Bölüm 9 HABİL/KABİL Bölüm 10 SABİİ Bölüm 11 ZÜRRİYET Bölüm 12 SINAV Bölüm 13 DETAY SONUÇ
BÖLÜM 1 İSTEYEREK/İSTEMEYEREK
Bizi sevmese de biz onları severiz? Severiz de nereye kadar? "Kininizle geberin" ayet emrine kadar. Üç nedeni var: 1.FETEKNA: Ayetlere göre, (Fussilet 11 gibi) Yer ve gök bitişik iken Allah onları üçe ayırdı. (Fetekna: Evren bir tek hidrojen bulutu ve yüksüz (0)iken, ayrıldı: Arz=Ayak basılan yer, madde, ve fermionlar ile ışıyan fotonlar Semavat=Gökler yani ayak basılamayan her yer, enerji ve bozonlar yani ışımayan kuvvetleri taşıyan zımni, gizli batıni, virtüel foton, bozon, gluon, graviton vb.) Ayrıca bir de "Yer ve gök arasındakiler" yani nötrinolar, (Şeytanı oluşturan yüksüz esiri bir karanlık enerji) ışımayan ama vesvese veren bir karanlık madde, fotino'lar... Bu sonuncu zayıf akımın Kur'an'daki adı "Vesvasil Hannas"dır, "İster Cinlerden ister insanlardan olabilen vesvese veren kaynak"tır. 2.BİR ARAYA GELİN: Bu ayet de, önce ayrılan, yani (+), (-) ve (0) yüklü olan Gökler (kunnes=Tekvir 16) Yer (Hunnes=Tekvir16) ile arasındakiler (Hannas= 114.sure) olarak yerlerini alınca, Yaratanımız, "İSTEYEREK YA DA İSTEMEYEREK BİR ARAYA GELİN" AYETİNİ BUYURDU. Zıt kutuplar birbirini çektiği ve aynı kutuplar birbirini ittiği için bu emir ayet devamında olduğu gibi "YARABBİ BİZ İSTEYEREK BİR ARAYA GELDİK" dediler.
Örneğin çekirdeğin temel yapı taşları olan ve yükleri aynı olduğu için birbirini itmesi gereken quarkları bir arada tutan, yani birbirlerini itmelerini önleyen bir renk dinamiği mekanizması var. Bu sayede quarklar "İsteyerek bir araya gelirler" ve atomaltı parçacıkları oluştururlar. Elektro kuvvet (ölçülür, bellidir.) ile Magnetik kuvvet (Bir sırdır, tünel ağzındaki etkisini hissederiz, aslında TAKYON girişimidir ve bu evrene ait değildir.) quantum tünel süreci (Karadeliklerdeki gibi) içinde, biri diğerine dik alan kuşatmasıyla "İsteyerek bir araya gelmişlerdir" Elektronlar da öyle aynı yörüngede bulunamazlarken, onların zıt spinleri (dönüleri) mekanizması, onları "İsteyerek bir araya getirir" (Dışarlama ilkesi) Elektromagnetik Doğa kuvveti sayesinde +proton ile –elektron atomları oluşturdu ve bir gök ile yer koalisyonu gerçekleşti. Galaksiler YER, uzay GÖK oldu, Galaksiler yıldızları ve bunlara bağlı gezegenleri oluşturdular. Güneş sistemleri de "İsteyerek bir araya geldik" dediler. İlk canlılar çıktı. Hücreler (Mitoz, amitoz. miyoz) bölünmek için "Kutuplaştılar" ikiye bölünüp ayrıldılar. Tek eşeylilerde Erkek ve dişinin bir tek spiralden oluşmuş DNA'ları ana rahminde "İsteyerek bir araya geldiler" Ben böyle doğdum, gözümü açtım ki, benim gibi milyarlarca "Ben" var. Sosyal toplum olarak bir araya gelmek zorunda olduğumuzu anladım. Rabbimiz bize de "İsteyerek ya da istemeyerek bir araya gelin" buyurdu. İsteyerek bir araya gelenler sevgiyi, barışı, uyumu, paylaşmayı, birlenmeyi, olumluluk ve ılımlılığı, alçak gönüllülüğü ve hoşgörüyü: Ve istemeden bir araya gelenler Nefreti, kini, öfke ve savaşı, saldırganlığı, uyumsuzluğu, kendi çıkarlarını ayrılığı, bölünmeyi ve bölmeyi, muhalefeti, agresifliği, kibiri ve horgörüyü ürettiler. Bu ayrılık ilk iki kardeşten bile çıktı: Adem'in oğlu Habil adı üzerinde "Sevgili Kardeş" idi. Hoşgörülüydü. Diğeri Kaabil ise adı üzerinde "Kalleş kardeşti" horgörülüydü, horror peşindeydi. Kardeşlik ve kalleşlik!... "İstemeyerek bir araya gelmenin" sonucuydu. Aynı ata-anadan aynı ailede yer alıyorlardı çünkü...
Ali İmran 102: "Ey inananlar, Allah'tan korkarak sadece MÜSLİM (Barışçılar) olarak son nefesinizi verin." buyuruyor, Müslüman olarak ölmek "Ortak paydadır" Yani "İsteyerek veya istemeyerek bir araya gelenlerin" ortak paydasıdır bu, çünkü MÜSLÜMANIZ! Ama ben Hanif'im, sen Hadisçisin, o (Gonca Kuriş'i işkenceyle öldüren) Hizbullahçı, Edip Yüksel Kur'an'ın iki ayetini inkar ederek, o iki ayetteki peygamber yerine kendini koymuş durumda ve Müslüman... Onun havarisi Barış da "Allah ve melekleri şahidimdir sen bir yalancısın" diyecek kadar Müslüman. Müslümanlığın bir Yezidi Mezhebi var, "Namazlarında Hz. Ali ve çocuklarına küfür" etmek zorundalar. Müslümanlığın bir Dürzi'lik mezhebi var: "Allah yanında şeytan'a yani ikisine tapıyorlar. Ortak paydamız bakınız aynı: Hepimiz müslümanız! Bunda bir adaletsizlik yok mu? Hemen izleyen 103.ayet devam ediyor: "Hep birlikte Allah'ın ipine yapışın (HANİFLİK) tefrikalara (Yukarıda saydığım mezheblere, alt mezheblere, tarikatlara ve bunların liderlerinin ipine yapışmayın.) parçalanmayın. Ve Allah'ın size olan nimetlerini aklınızda tutun. Hani siz birbirinize düşman (KALLEŞ) kişiler iken, O (Allah) gönüllerinizi SEVGİYLE birleştirmişti ve O'nun bu nimeti sayesinde KARDEŞLER olmuştunuz. Yoksa siz tam bir ateş uçurumunun kenarından düşecekken, sizi o (Allah'ın ipi) kurtarmıştı. Allah size ayetlerini böyle açıklıyor ki doğru yolu bulasınız." Ben Barış, Sevgi ve Kardeşlik nimetlerini benimsedim. Habil kadar KARDEŞ'im ama birileri var ki Kaabil kadar KALLEŞ, buna rağmen "İsteyerek ve istemeyerek bir araya geldik." Ali İmran 104 bunun için sizin Müslüman ortak paydası üzerine ayrılmanızı istiyor. O payda ki, 101 ve 110. 107 ve 108. ayetlerde anlatılan Resulullah ve ilk müslümanlardı. Örnek alınacak olanlar o kamp! Onları kılavuz edinerek, AYRILMANIZ gerekiyor. Önceki ayette geçen HAKKA ise Hakka, doğruya ayrılmanızı öneriyor. Nasıl ki, biz 110 ikinci yarısından 112 sonuna kadar lanetlenen batılı atalarımızdan ayrılıp, 113-115 sonuna kadar olan anlatılan gizli müslümanlar olduysak, HAKAA ayrılmamız gerekiyor birlikte elele, Sevgi ve barış ile sadece Allah'ın ipine tutunarak ve Hanif dini Allah'a has kılarak... Mezhebe bölünmüş olanlar ise
105, 106, 116, 117, 118, 119, 120. ayet sonuna kadar adreslenmişlerdir. 118. ayet "Ey inananlar, kendinizden (110,104 ve 114 Haniflere hitap ediliyor) başkalarını (105, 106, 116, 117 'ler kastediliyor.) dost ve sırdaş edinmeyiniz. Çünkü ötekiler size fenalık etmekten asla geri kalmazlar, sürekli sıkıntıya düşmenizi beklerler. KİN VE DÜŞMANLIKLARI AĞIZLARINDAN TAŞMAKTADIR. İçlerinde gizledikleri (Kin ve düşmanlık) çok daha büyüktür. Düşünürseniz, size biz ayetlerimizi (İhmal etmemek için) açıklıyoruz." Ali İmran 119-120.ayetler bizi uyarıyor: "Sizler (101 ve 110. 107_ 108, 104 ve 114) öyle kimselersiniz ki, ONLARI (105, 106, 116, 117, 118, 119, 120'leri bile) SEVERSİNİZ. HALBUKİ ONLAR SİZİ HİÇ SEVMEZLER. Siz kitapların hepsine inanırsınız, (Onların kitabı olan Hadislere bile) onlar ise buluştuklarında (Zaten biz Kur'an'a da) "inandık" derler. Ama başbaşa kaldıklarında da kinlerinden dolayı tırnaklarını kemirirler. (Tırnak kemirmek, bir akıl hastalığı arazıdır, en azından yoğun stresler yaşayanların alışkanlığıdır. Edip Yüksel bunu hep yapıyor. TV kayıtlarına bakınız.) Onlara deki. "KİNİNİZLE GEBERİN" Kuşkusuz Allah, kalplerinin içindekileri HAKKIYLA bilmektedir. Size bir iyilik dokunsa bu onları tasalandırır. Başınıza bir musibet gelse buna ilk onlar sevinirler. Eğer sabrederseniz, (Yapmadıklarımızdan, düşüncelerimizden dolayı suçlanamayacağımız için, Allah'ımız kötülere eyleme geçirmeleri ve tutanak tutulması için bir süre tanımıştır ki, haram ve günah fiili oluşsun.) ve Allah'tan yeterince KORKARSANIZ, (Kulları içinde yalnızca Alimler Allah'tan korkarlar ayetine bakınız.) onların hileleri (entrika ve komplo teorileri) size asla dokunmaz. Çünkü Allah onların yapacağı her şeyi kuşatmıştır. (Ön izlenceye almıştır.) " Ayetlerin toplu sonuçlarına baktığınızda bizim ortak paydamızın "Müslümanlık=Barış" olmasına rağmen, bunu Doğu-Batı ve orta merkezde çok az kimsenin benimsediğini, bunların Barış yanında, Sevgi, hoşgörü ve Kardeşliğe endekslendiğini göreceksiniz. Bunlar iyiliği emreden, kötülüğü yasaklayan öyle bir koalisyondur ki, onlar isteyerek bir araya gelmekten öte, istemeyerek bir araya gelenleri de SEVMEKTE ve hiç sevilmemekte, hep abese-hümeze-lümese ile karşılığında SEVİLMEMEKTEDİRLER. Hep dolap, dalavere, desise peşindedirler. Görmektedirler. Onları sevginiz nedeniyle, hepimiz müslümanız diye yanlışlıkla sırdaş edinmeyiniz, Onlar size riya ve münafıklık yapacaklardır, dost görüneceklerdir. Ama bakınız hep sizi iğneliyorlar, timsah gözyaşları döküyorlar, arkanızdan çekiştirip, sizi hicvediyorlar ve ironi ile dalga geçiyorlar.
Dikkat ederseniz, kin ve düşmanlıkları ağızlarından taşmaktadır. Nereye kadar? Onların kalplerindeki kötülükleri tükenmeyecek kadar sonsuzdur, Bununla başa çıkmak, her gün yeni bir saldırı beklemek yerine kişisel bir cihat (Özsavunma, nefsi müdafaa) gereği, "KİNİNİZLE GEBERİN" diyerek sınayın, göreceksiniz ki, onlar, başınıza gelen her üzüntüye sevinecekler, her sevince de üzülecekler! Öyle de kalmayacaklar, "Bugün nasıl yeni bir düşmanlık tezgahlarım?" diye size kumpas kuracaklar. "Kuşkusuz Allah bu eylemlerin oluşup günaha dönüşmesi için onlara bir süre tanımıştır ki, suçları sabit olsun. Suçları sabit olana dek onlara sabredin, size dokunacak olan zararları Allah'ın ön kontrolüne tabidir." İşte böyle, ortak payda müslümanlık (Barışçıllık) kendisiyle Barışık olmayan kimselerle bir arada bulunmamızı bir yere kadar zorunlu tutuyor. Sonra ayrılık yani "Kininizle geberin" demek "Onları sevmemize rağmen" ŞART oluyor. Böylece bizimki Şerait, onların ki Şeriat olunca ayrılıklar da kaçınılmazlaşıyor. Bu yüzden Barış arkadaşımız'a verdiğim süre ve sabır bitti. Ona "Kininle öl" demek zorunda kaldım, gerçekten onu çok sevmeme rağmen... İnsanlık tarihinin ilk KALLEŞİ olan Kaabil, kendini çok seven öz KARDEŞİ Habil'i öldürmedi mi? Yani Hans Ayberg de mi öldürülmeli Habil gibi?.. (Habil'in anlamı "HAB=Sevgi İL meleği" demektir. Kaabil =Kaen=Kalleşce öldüren katil, kardeş katili" demektir.) Çoğunlukla "İstemeyerek bir araya gelmiş müslümanlar!" kimi de iki ara bir derede kalmışlar. Un-ufak olmuşuz, bölünmüş ve düşman kamplara ayrılmışız. Ama ulusal, sosyal çevre gereği aynı kentte, aynı mahallede, aynı cadde ve aynı apartmanda yaşıyoruz. Komşum oldukları için "Herkesi sevmek zorundayım" nereye kadar? "Kininizle geberin" diyene kadar... 3. ŞEYTAN BİLE BİR SÜRE CENNETTE KALDI, ama "KİNİNLE GEBER, DEFOL LANETLİ, İN AŞAĞI, KOVULDUN" diye ayetleriyle aşağılandı. Gökler içinde (7 misli) bir tek birim yer=Arz olarak payımız var. (Bu yüzden, bilim adamları, görünen maddeyi 1 birim görünmeyeni ise 7 birim, yedi katı olarak Kur'an'dan habersiz olarak bile hesaplayabildiler. Çapına göre çevre oranı yaklaşık 22/7 oranıdır.) Bir de yer ve gök ile arasındakiler kaldı. Onlar önce DİPOLE iki kutuba (İki doğu ve iki batı ayetleri) sonra QUADROPOLE=Dört kutuba (İki doğu ve iki batı) yönünde polarize
oldular. (Rahman suresi) İki kutuptan biri, oryantasyonu, diğeri oksidental yönlenmeyi üstlendi. Bundan birer çift daha ortaya çıktı: HANNAS dörtgeni: Doğru doğu ile Dogmatik doğu ve Batıl Batı ile Batıni batı!.. Böylece insan cin ve bunlardan şeytanlaşmış iki tip (Dogma ve Batıl Hannas'ları) ile anti satanist=Şeytan karşıtı, Hanif (Doğru doğu=Ali İmran 104 ve de Batıni=Saklı Müslüman batılı=114 grubu) de ayrılmış oldu. "Minel cinneti ven nas=(Nas suresi, O şeytan ki, gerek cinlerden gerek, insanlardan oluşur) ayeti gereği, bu kategoride olanlar, yer ve gök ile ARASINDA KALANLARI oluşturdu. Cinlerden Şeytanlara örnek, Süleyaman as.ın cinleri olan İfritler (Euphrates=Fırat) dir. İnsanlardan şeytanlaşmışlara örnek vermeden önce, şeytanın işlerini bir gözden geçirelim:
BÖLÜM 2 AZAZİL=ŞEYTAN
Allah'ımızın rahmeti, merhameti tüm varlıklarınadır. Cinler (Eksi ve artı yüklü pozitif negatif enerji yapısı) içinden yükü sıfır bir ırk (yüksüz nötrinolar maddeyi=İnsanı elektromagnetik olarak etkileyemez, çarpamaz, cinler gibi dokunamaz) olan nötrinolardan söz ediyorum, dikkat araştırınız, nötronlar'dan değil NÖTRİNOLARDAN söz ediyorum. Bunlar tamamen hayalet gibi davranan ama belli bir rüzgarı (bir nötron ile bir nötrino çarpışırsa, yerine proton ve elektron çifti çıkar. Bu tür tepkime çok zayıf bir olasılıktır, galaksi çapında bile bir kere ancak gerçekleşir.) Diğer etkileşmeyen ezici çoğunluğu ise zayıf etkili nötr akımlar, Nötrino rüzgarı= Kışkırtıcı vesvese dalgaları olarak bize etkilidir. Nötrinoların cansızını yüksüz elektron (0 yüklü) gibi düşünün, Yüklü elektronlar gibi size asla fiziksel bir etki verip dokunamazlar. Bir de ŞEYTANIN ana maddesi, emisyon kaynağı olan CANLI nötrinolar var ki, onlardan
söz ediyorum. Onun zayıf nötr akımları yeline Kur'an vesvese diyor. Evrenin % 97’si, Süpernovaların yarısı Güneş ışığının görünmez %7 bölümü nötrinolardan oluşur. Bunlar kaynaklarından dünyanın aydınlık-gündüz yüzüne ulaşırlar. Yani GİRDİ'leri oluşur, saniyenin 25-de biri bir zamanda, dünyanın içinden çapını katederek, MADDE ile hiç etkilenmeden bir HAYALET gibi herşeyin, sizin ve benim içimden geçer ve dünyanın öteki yüzündeki gece yarıküresinden ÇIKTI olarak çıkarlar, uzayda yollarına devam ederler ve evrenin sonsuzluğuna açılarak devam ederler. Nötrinolar bizim Magnetosferde (Melei Ala) diğer yüklü parçacıklar gibi rafine edilip tutulamadıklarından, atmosferimize direkt girerler. İşte o anda "bu cansız Nötrino akımı, şeytan tipi Cin sınıfında ruhsal bir radyo yayınına çevrilir." (Şeytanlar için gökler=Magnetosfer dışına çıkmak, Melei Ala'yı aşmak, Ay'a ve gezegenlere gitmek Şıhab denen kozmik ışınlar nedeniyle yasaklıdır.) Ayetler, "Şeytanlara gökten şıhab atmalar kıldık", altta bizleri korumak için de "Göğü taşlanan şeytandan koruduk." buyurmaktadır. Biyolojik radyodan maksat şu: TV stüdyosundaki yayınlar fotonlara çevrilir ve antenlere ulaşır. Fotonlar, doğaları gereği çarptıklarında elektron kopardıkları için, bu evimizdeki TV alcısında yeniden elektron taramasına çevrilir ve böylece yayını monitorlarımızdan izleriz. Çünkü elektronlar eksi yüklüdür. Ama nötr olan bir tür elekton var ki, buna nötrino diyoruz, foton koparamadıkları için bizi fiziksel etkileyemezler. Ne var ki, bizde de KİRLİAN biyoelektromagnetik alan bedeni=Aura olduğundan, bu kez monitor bizim biyolojik ya da organik radyomuza transfer olur. Bizde bulunan ideoplazma bu akımları, tıpkı elektron koparır gibi, holoplazmaya çevirir. TV ve PS monitorunda gördüğünüz bu parlamalar Zn2S parlamasıdır. Tıpatıp bu parlamaya eşdeğer olan AURA'mız da Kirlian fotoğraf makinelerinde filme çekildiği gibi parmak ucunda ya da herhangi bir yerimizde parlamalara neden olur. İşte bunun yansısı ve yankısı bizdeki doğal VEİm=Vehmetme mekanizmamıza VESVESE diye transfer olur. Bunu aldınız mı, artık paranoid kaçınılmaz olur, zannetmeye, iftiraya başlarsınız. Tedavisiz olan paranoyalarda ise rastgele sokaktan geçen
biri için "Bu benim düşmanım, beni öldürecek, o beni öldürmeden ben onu öldüreyim" der. Hatta hiç tanımadığı o masumu öldürür de... Eğer öldüremediyse, öldürmeye azmetmekten dolayı tıpkı öldürmüş gibi "ÖLÜ KARDEŞİNİN ETİNİ YEMİŞ" olur. (Bakınız bu ve diğer ZANN=Paranoid ile ilgili ayetlere...) Dünya'nın gündüz yüzünden giren (GİRDİLER) ve içini hızla geçerek dünyanın arkadaki karanlık, gece olan yüzünden ÇIKTI olarak çıkan nötrinoların GİRDİ ve ÇIKTI spin ok yönleri terstir. Spinleri başaşağı olduğundan GÜNDÜZ vesveselerden pek fazla etkilenmeyiz, ama dünyanın öteki gece yüzünden çıkarken çıktılar bize vehim, vesvese, kuruntu, korku vb. gibi olumsuz kışkırtıcı, tahrik edici etkiler ile ulaşmaktadır. Bu teşvik edici dalgalar, (GECENİN ŞERRİ ile ilgili ayetler gereği) çok etkilidir. Genelde Allah'ımız uykuyu bu şer saatlerine programlamıştır. (Programlamadır çünkü, ayetlere göre Allah'ımız uykuda bizim canımızı almakta, dilerse SABAH serbest bırakıp yaşamamıza izin vermektedir.) Uyku KÜÇÜK ÖLÜM, rüyalar KÜÇÜK AHIRET görüntüleridir. Sabah vakti bir mıknatısın tam ortasının çekip-itmeyen yüksüz bölge olması gibi, YÜKSÜZDÜR. GİRDİ VE ÇIKTI'lar buraya hiç bir etki yapamaz ve Melei Ala melekleri, bu magnetosfer mıknatısının devir tesliminde bu en güvenli bölgeye girmemizde bize büyük olanaklar sunarlar. Bu etkisiz, girdisiz-çıktısız mutlak emin bölgedeki devir teslim işine MELEKLER ŞAHİTTİR. Bu yüzden en erken Sabah namazı Şahitli namazdır. Kesinlikle Şeytan yoktur ve sizin tek tanığınız Devir teslim (Gündüzü geceye devreden, yani nötrino girdiçıktı) melekleridir. Bu denge içinde vesvese ortamı kalkar ve yine nötr olan (Nefsleri, cinsiyetleri vb. olmayan) melekler ile şeytani parazitsiz, vesvesesiz İDEAL ortam oluşur, Melekuti konversiyonlar (Holo-İdeo magnetik plazmik saf akımlar) ilham olur. Mahmurluğun (Sabai makam) ardından gelen zindelik, dinginlik, esenlik, çeviklik ile mutlulanırız. (Devir teslim meleklerinin şehadeti ve ilhamları için sabah namazını mutlaka başlangıçta kılmalıyız, yoksa öğlen dikmesine=Salatı Vusta=Gölgenin en kısa olduğu, direğin gölgesinin en küçük haliyle yere düştüğü, gün ışığının en dik geldiği saat anlamındadır. Eğer gölge doğudaysa halen sabah namazı kılma şansınız vardır. Sabah namazı günün iki tarafından ilkinin adıdır.) Ayet "Salatı Vusta=Direğin gölgeyi ortalamasına çok dikkat ediniz" buyurmaktadır. Çünkü, gölge direğin batısına geçerse, birinci vakit çıkmış, ikincisi girmiştir ve Güneş
batana kadar bu ikinci vakit ile, "Günün iki yanı" denen namazlar tamamlanmış olur. (TarafEYN en Nehar, diğer vakit ise bütün gece kılanın namazdır. Ayetleri araştırınız.) Buraya kadar Şeytan'ın yüklü cinlerden bir yüksüz cin ırkı olduğunu, CANLI nötrinolardan yapıldığını, bu yüzden CANSIZ nötrinoları da "Vesvese" biçiminde organize edebildiğini biraz olsun anladık sanırım, Onun bu nötr yapısının TIPKISININ AYNISI meleklerde (Canlı olan Takyonlarda=Nur enerjisinden yapılmış beden) de var. Bu yüzden cinler ayetlerde bildirildiği gibi "Magnetosferde, bir takım NÖTR bölgelere yerleşir ve üstteki MELEİ ALA'yı dinler, kulak hırsızlığı yapardık. Ama ne olduysa şimdi, ne zaman o nötr bölgelere gidip, Melei ala'yı dinlemeye kalksak, bizi yakmaya gelen bir ŞIHAB (Atomaltı mermilerin en şiddetlisi olan kozmik primerler) tarafından yakılıyoruz." diye cinlerin ağzından konuştuklarını aynen nakletmektedir. O halde Şeytanlar ve Melekler birbirlerine limit değdiklerinden, İster istemez bir sınır ticareti oluşmaktadır. Bu da şeytanlar ile meleklerin TEK ortak noktasıdır. Melekler ve şeytan nötr ve cinsiyetsiz (Şeytan erkek ya da dişi değildir, ikisinin ortasıdır) olduklarından bir tür ortak payda oluştu. Cinsiyetsiz ama nefsi olan nar (Enerji) anlamındaki AZAZİL adını buradan aldı. (İdris'in piyasadaki kitabındaki ve Tevrat'taki Azazeel bu anlamdadır, ama nedense bizim müfessirler cennet haznedarı adını vermişler. Oysa UZZA adlı yeryüzü süflisi putun gökyüzü müekkelidir. (Uzza, bak Kuran) Azazil'in meleklere 40 yıl ders verdiği, meleklerin hocası olduğu uydurmadır. Çünkü melekler akıllı ve mantıklı, şeytan ve şeytanlaşmış insanlar Zeki ve Kurnazdır. Bu yüzden Azazil akıl ve mantığa, kurnazlık ve şeytani zekayla akıl hocalığı yapamaz. Ayetlere göre melekler "Yarabbi biz senin bildirdiğin ve öğrettiğinden başka hiç bir şey bilemeyiz" demektedirler. Allah ayrıca "Meleklerden kim (Şeytan gibi) ben de ilahım, ben de varım derse, onu cehennemle cezalandırırız." güvencesi vermiştir. (Lütfen bu ayetleri de araştırınız) Meleklerin nefsi (bizim gibi kendine özgün özkimliği) yoktur: Olsaydı "Meleklerden kim ben de varım, derse onu cehennemle cezalandırırız" ayetini anımsarsak, gerçekten bunu söyleyecek nefsi=otonomisi, serbest seçimi olmadığını görebiliyoruz. Ama Azazil böyle değildi, Cin-ifritlerden olduğu için melekler kadar
cinsiyeti yoktu fakat, insanlar gibi NEFSİ vardı. Hatta nefsi olan yegane yaratıktı. Azazil, enerji düzeyindeki evrenden üstün Cennet'te tek başına Cennet'in tek kralıydı. Rabbim Şeytan'a(Enerjiye) "gel SECDE et!" (Adem=Madde ve madde enerjinin çok yoğuşmasıdır.) der. O etmez. Allah üsteler de üsteler... "Cehennem'den kurtarırım seni" Şeytan "Hayır ben EBEDİ CEHENNEMDE KALMAK İSTİYORUM yeter ki, ŞU ADEM ve zürriyetinden BANA İNTİKAM fırsatı ver." Melekler İblis'i kendilerinden sanmakta olduğundan Allah'a habire yalvarmakta ve kurtarmaya çalışmaktadırlar... Rabbim her duayı kabul edici olduğundan (EL MUCİB) Rabbim yine ŞEYTAN'A üsteler ve her seferkinde aynı yanıt: “Cennet senin olsun, bana izin ver, Ademoğullarını GİDECEĞİM CEHENNEME GÖTÜREYİM, CENNET DEĞİL İNTİKAM İSTİYORUM. AFFINI DEĞİL İNTİKAM İSTİYORUM." Ve gerekli vize verilir... ŞEYTAN bunu SOMUT olarak yüzyüze RABBİ ile yaptıysa, bizim SOYUT olarak görmediğimiz Rabbimiz'e karşı neler yapabileceğimizi siz düşünün...
BÖLÜM 3 İNSAN
Günün birinde Rabbimiz maddeyi yaratmayı diledi. (E=mc2 uyarınca önce evrende sadece E vardı, Ama bir gün yaratıcı başlangıç tekili olan Rabbimiz, salt enerji bir evren yerine madde ile birlikte bir evren yaratmayı diledi. Yani yokluğa göre varlık mevcut oldu.) Kısaca İNSAN yaratıldı.
40 gün öylece bekledi. Cennet takviminde YEWM=Gün birimi bir günün ellibin yıla, yani ışık hızının 50000x365 bin katı olduğu TAKYON hızındaki (Superluminal diyor Barış, biz ise 1943 yılından beri Takyon diyoruz, hala anlamamış belli) bir takvime endeksli olduğundan bu bitmez tükenmez uzun yıllarda yeryüzü ateştop olmaktan çıkıp soğumaya, metan, amonyak, Karbonoksitleri ve subuharı bulutlarının şiddetli yağmurlarına, saniyede milyonlarca kez çakan yıldırımların yarattığı kimyasal reaksiyonların ikinci sonucu olan organik kimya (Levo sol elli moleküller) oluşumuna başladı. Bu İnsan'ın çamuruydu ve 40 gün beklemekteydi. Dünyada ise kırk günün sadece iki günü geçmişti... Cansız proteinler, "Yukarıda izdüşümünü aldıkları" insanın oluşma sürecinde, Adenin, Guanin Cytocin ve Guanin dörtlü şifresinden oluşan bir dizi DNA'ya döndüler, önce tomurcuklanarak çoğalan çekirdeksiz, prionlara, sonra çekirdekli, kristalize, isterse cansız gibi binlerce yıl yapay biçimde uyuyan, tohum gibi bekleyen, isterse canlanan yani cansız ve canlı arasında davranan Vire'lere dönüştüler. Bunları ne hayvan ne bitki olan, oksijenden zehirlenen, yanardağ içindeki sıcaklarda yaşayan, mağma yiyen archeovire'ler izledi. Bunlar daha sonra yanardağ kraterlerinden giderek soğumakta olan dünya'ya çıktılar. Bunlar da ikiye ayrıldılar. Oksijenden zehirlenenler bitki kategorisine geçtiler. Gündüz, CO 2 alıp, O2 verdiler ve dünya oksijence zenginleşmeye başladı. Gece ise tersine oksijen alıp, Karbondioksit vermeye başladılar. Bu bir tür ikili yaşam. (Örneğin amfibiler, hem karada hem denizde yaşamak gibi... Bitkileri ayıran özellik klorofil çeperidir.) Diğerleri ise ikili değil tek yaşam biçimindeki primitiv, prototip hayvancık tek hücreli mikroorganizmalar oldular. Sonra Diğerleri oksijen ile yaşayanlar olarak ayrıldılar. Bundan sonraki iki gün ise çok hücrelilere geçildi. Yüksek yapılı hayvan ve bitkiler görünmeye başladı. Tek hücreli algea (ALG=Yosun) yerine çok hücreli bildiğimiz yosunlar ortaya çıktı. Hayvanlarda kimi amfibik, kimi sembiyoz kimi karasal yaşama dönük örgütlendiler. Yumuşakçalar, balıklar vb. suda erimiş oksijeni, diğerleri (Yunus, balina fok, mors vb.) dalgıçlığı yani arada bir hava alma şartıyla oksijen depolamayı öğrendiler. Ata hayvanlar(örneğin hyparion'dan at, eşek, zebra vb) türedi, o ata ise yok oldu. Dinazorlar yerlerini küçük kelerlere bırakıp yokoldular. Uçucular türedi, bu kez deniz ve karadan sonra hava da fethedildi. Maymunsulardan maymunlara yeryüzü yaratıkları
daha akıllı varlıklar oldular. Kur'an'da anlattığım yerin yayılıp döşenmesi tarihçesi 2+2+2=6 gün diye anlatılır. Bu (Cennet'teki çamur halinde bekleyen salsal=Balçık) İnsan'ın 40 gününün sadece altı günüdür. O İNSAN şimdiye dek saydığım tüm organik yaşamın tamamını salsal çamuru içinde yaşadı. Yani altı günde yeryüzündeki maymunların bilincine ulaşmıştı. Yeryüzündeki tüm varlıklar ve EVRİM, işte bu çamur- insan'ın İZDÜŞÜMLERİ'nden başka bir şey değildi. 6 günde beslenme savunma ve üreme içgüdüleri kazanıldı. (Nefsin fazlarından ilki) Kalan 24 gün ise hayvan-ötesi yani İNSAN denen Halife'nin yaratılma evresidir. (Nefsin diğer fazları, mülheme, levvame vb.) 24 gün içinde yeryüzünde bir çift ilkel yaşam türü daha çıktı. Bunların yeşil renkli ve bitki yiyen (otçul) türüne 70 cm boyundan oldukları için cüce, CÜCE'lmiş anlamında MECÜC ( Tevratta Megog ya da Mog) denilmektedir. Diğer grup ise aynı aileden fakat beyaz albino kürklü, et yiyen (Etçil) türü ise 3.20 metre boyunda olduklarından kendilerine YÜCE, YÜCELMİŞ anlamında YECÜC (Tevratta Yegog ve Gog) denmekteydi. (Onların akibetlerini, izlerlerime Zülkarneyn yazımda anlatacağım.) Melekler, meraklıydılar, Rabbimiz "yeryüzünde bir Halife yaratacağım" dedi. Daha önce cinlerin Halife olduğu dönemden ağzı yanmış melekler "Keşke bizi Halife kılsaydınız, Daha önce cinlerde olduğu gibi Yeryüzünde yeni bir fesad çıkaracaktır" diyecek oldular, Allah açıklama yaptı: "Halife hem beni temsil edecek olan demektir, hem de bana muhalefet eden demektir. (İhtilaf, muhtelif vb. ile Halife, Halef, Hilafet vb aynı kökten iki yönlü bir kelimedir.) Onun soyunun kimi Halife olarak yanımda, kimi muhalefet olarak karşımda olacaktır." diyince, Melekler "Kuşkusuz sen herşeyi bizden iyi bilensin, seni tenzih ederiz Ya Rabbi!" dediler. " Cennet'te 40.gün! Yaklaşık 40 metre boyunda bir çamur SALSAL çamuru içinden bir çamur kıvamında. Görüntüsü bir çocuk değil 95 yaş görüntüsünde... Ama cinsiyeti ve nefsi yok. Allah kırkını çıkarmış olan eserine ruhundan üfledi keramik pişmeye başladı. (Ona "HARİ=Isıyla pişirilmeye hazır keramik, toprak=katı kısmı yoğun, pek az sıvı=Ğussae=sitoplazma" içeren katı madde, solid state" dedi. Bu 49 yaşındaydı. 7 gök ve
misli kadar 7 arz ayeti uyarınca, 7+7=14 değil 7x7=49 olarak düşününüz. Bunlar cifir yöntemleridir. ) Kalan çok ıslak tortuya da (önceki gibi Ruhundan değil) "Kutsal ruhundan üfledi" o da çok güzel biçimledi. (Ahseni takvim) Buna da HURİ dedi. (Huri=pişirilmeyen çok sıvı bölüm. Koza sürecinin maddesi, Nur’un spesifik ve termik olmayan ısısız ışıması. İnsan, bitki ve hayvan çok toprak/az sudur., Huriler ise yoğun su az topraktır. Plesenta ve amniyöz suyunu anımsayınız.. İçinde cenin olan insandır, diğeri yumurta ya da en doğrusu KOZA'dır. Hurilerin yaşı da ana madde olan SALSAL'ın, genel toplam yaş olan 95 yaştan 44 yaş olarak ayrıldı. Cifirle ilgili bu tür hesaplamalar gerekçeleriyle daha sonra sunulacaktır. Aksi halde konu dağılırdı.) Hari'ye Allah'ımız ilk A'la suresi (konuşma balonu gibi düşünün) ile üfledi: "Büyük yaratıcının adına çabala, o ki seni yarattı ve biçimlendirdi, seni seçti ve gerçek kömüre (Karbon kimyası) çevirdi. Tüm gereksinimlerini o çıkarıp hazırlıyor" dedi. Sonra seramikleşmemiş diğer kalan sel suyunu andıran çok ıslak çamura da "Seni kömüre değil (Petroldeki gibi ğussae=ıslak yakıt=Petrol) ğussae'ye çevirdi. Sen cehennem ateşiyle (NAR) pişirilmeyeceksin ve ıslak ve NUR ama tırtıl halinde bırakalacaksın, Cennet'in halifesi kılınacaksın. Senin kozandan kelebek olarak çıkan ise yeryüzü Halifesi kılınacaktır. Bunun için sen keramik halinde kalacaksın, ama diğer keramik pişirilip seramik yapılacaktır "dedi. (Enerjinin maddeye dönüştürülmesi anlamında) Koza olan yaratığa "Sen bir amniyöz-plesenta sıvısısın, akvaryumsun. Senin sıvından süzülüp çıkan bu yaratığın izdüşümü artık, yeryüzünde denizden karaya geçişi simgelecektir. ("Her diriyi denizden çıkardık hala görmüyorlar mı?" ayetini inceleyiniz.) Denizden karaya çıkan (Ana rahmindeki eş denen dev yumurtadan çıkan cenin, embriyo anlamında, Kozadan çıkan Kelebeğe dedi ki,) a dedi ki: "Sana okuyacağız, okutacağız! Sen artık cansız protein olmaktan çıkarılacaksın. (DNA-Gen ilişkisi içindesin. Okumakokutmak yani bu şekilde mesaj alıp, eşini, özdeşini, eşleniğini üretmek senin görevin olacaktır. Messenger DNA ve RNA'lar orijinal kodunu, diğerlerine de okutacaktır. Onlar okuyacak ve bir çift oluşturacak, kendini ayrık kimlikler=nefsler olarak kalıtım yasalarına göre bağımsızlaştıracaklardır.) Sana bunları okuyacağız sen de asla unutmayacaksın. O açık ve gizliyi bilmektedir. Allah'ın okuttukları dışındakileri unutacaksın ve bu yükünü hafiflettiğimiz için daha kolayca başarabileceksin" (Her çağın bir hatırlayanı olacaktır. Ta-Ha 114 "....Sana indirilen vahyleri okurken, 'Ben bunları unuturum' diye acele etme, De ki, 'Rabbim ilmimi artır.' gereği unutulanlar Ğussae=Petrol örneğinde olduğu gibi indirilirken unutturulmuş olmasına rağmen onu hatırlayacak, hatırlatacak, bulacak ve bilecek alimler eliyle ortaya konacaktır. Ğussae,
petrol çağıyla birlikte 150 yıldır ortaya çıkmış olan petrol olmasına rağmen, 1420 yıl önce yazılmış, haber verilmiş, anlamı Resullere unutturulmuş ama çağı gelince doğacak olan alimlere misal olarak lafız olarak bekletilmiştir. Böylece Allah resullerinin neyi unuttuğunu onlara alimleri aracılığıyla anımsatmaktadır.) Rabbimiz, "Koza'yı pişirmeden bıraktı. Ama kelebek olup da kanatlanmaya hazırlanan diğer keramiği, eserini Cehennem'in en uysal ılık ateşi ya da terleme=aspiration ile pişirirken, A'la suresine devam etti: "Ey Cehennem ateşiyle pişirilip, kurutulacak olan SALSAL (Bataklık çamuru=Hiç bir canlının olmadığı İlkel atmosfer döneminde metan, amonyak. subuharı bulutları, CO2 gazı ve saniyede milyarlarca kez çakan şimşeklerin etkisiyle, ateştop halindeki dünya mantosuna yavaş yavaş bu bulutların yağmuru indi, bunlar küçük bataklık birikintileriydi. Soğuma süreci arttıkça birbirleriyle birleşip göletler oluşturdular, bunlar da ırmaklar aracılığıyla birleşip göllere ve, giderek denizlere ve okyanuslara dönüştüler. Bu dört ana madde, yoğun şimşeklerle Adanin Guanin Cytocin ve Timin denen dört çekirdek asidine dönüştü ve yaşam başladı. Salsal, henüz dünyanın su birikintileri olduğu dönemi anlatmaktadır. Bunlar, güneşte buharlaşıp yok oluyor, sonra yine yağıyorlardı. Böylece hayat ve her diri şey sulandan çıkmaya başladı. Salsal ilk balçıkların metana dayalı kabarcıklar veren ilk bataklık gazlarının adıdır. Bunların tamamı Kur'an ayetleridir. Bu ara-nottan sonra Ala suresinin ayetlerini izlemeyi sürdürelim.) "Oğüt alacağını umduğuna öğüt ver. Duyarlılık gösteren öğütü alır, yaratıcıları hakkında duyarsız olanlar öğütten kaçar. Öylesini biz ateşe yaslarız, Düşünce ve eylemin yaratıcısının adına Allah'a oratçı anlayıştan arınmış olanlar (Cehennem ateşinden) kurtarılmış olacaklardır." buyurdu. "Sonra o fırında bir kerede ıslah olmayanların gerçek cehennem ateşinde bir daha pişirileceklerini ve kapkara bir seramik olacaklarını" bildirdi: "Ama sizden geçici yaşamları seçenler, bilmelidirler ki, sonsuzluk yaşamı gerçekten daha iyi ve kesintisiz süreklidir. Bu öğütler hiç kuşkusuz İbrahim'e verilen ilk sayfalarımızda ve Musa'nın mushafında vardır." (Ala suresi'nin yedi anlamından biri) Birinci işlemleme olan "Ulu öğretici=Rab" ardından Dünya-Cennet arasındaki bağıntı bölümü olan Tarık (dünyanın 7 iklim toprağını getiren Azrail'in aracı: Varlık Çamur durumundayken, yeryüzünde gelişkin varlıklar çıktıkça, Azrail as. bu olguları getirip, Varlığın toprağına ekliyordu.) yani İkinci işlemleme aşaması başladı. Dünyada gökler (Semavat) olan yedili takımlar. Cennette bir tek gök (ARŞ'ın nuru) biçiminde olduğundan Tarık suresi ile üflemeye devam etti: "Andolsun tek göğe (Cennet tavanına) ve Tarık'a (Tarık'ın 7 anlamından biri Adem'in Firdevs cennetinin yeryüzü izdüşümü olan Dünya ile bağlantı kuran ve özellikle Azrail as.ın güdümündeki bir aygıttır, dinamik yani hareketli olduğundan "Parlayan yıldız" misaliyle alimlere örneksenmiştir.)
Tarık suresi =YARILAN YER şu mealde gerçekleşti: "Göğe ve Tarık'a andolsun, Tarık'ın ne olduğunu bir bilsen o (Cennet Dünya sansürünü) delen bir yıldızsı araçtır. Her kişiyi izleyen kuşkusuz bir gözetmen vardır. İnsan neden yaratıldığına bir baksın, (O sırada yeryüzü canlıları örneğin maymunlar, bildiğimiz jinekoloji ile yani sperm ve over ile ürüyorlardı.) Yaratacağım insan ise Cennetimde belden üstte yer alan "ÖZEL BİR BÖLMEDE" bel kemiği ve göğüs kemikleri arasındaki bir alanda yaratıldı. Gizlenenlerin (Gizli yöntemlerin, örneğin, ikinci yaratılışımızda, bizi bir anne ve baba doğurmayacak, mahşerde mezar saksılarımızdan bitki gibi bitivereceğiz.. Mahşerde ana-babasız yaratılma biçimi olan bu gizli yöntemin) ortaya çıkacağı gün insanın ne bir gücü ne de yardımcısı yoktur. İşte o dönüşümlü göğe ve yarılan yer'e andolsun ki, bu sözler yanlışla doğruyu ayıran sözlerdir. Bazıları bu vahyimizi çürütmek için planlar kuracaklardır, Allah ise o sinsi planları, kendi planları ile kuşatıp, bilgilerimizi umursamayanların yüzlerine çarpacaktır. Onlara üsteleme, bir süre ver." (Tarık suresi) Üçüncü işlemlemede de, YARILAN GÖK=İnşikak devreye girdi. "Yerin yarılması tersine göğün yarılması" anlamındaki İnşikak suresi şöyleydi: "Ey insan, çok cömert yaratıcına karşı seni aldatan ne? Oysa seni yaratan, biçimlendiren, denklemle ve dengeyle (Sibernetik) yetiştiren, dilediği biçimde oluşturan O'dur. Hayır siz bu dosdoğru (Denklemi) yalanlıyorsunuz. Hiçbir şeyi kaçırmayan gözetmenler sizi sürekli kayıta alan onurlu kameramanlardır. Sizin her anınız orada kayıtla bilinmektedir. İyiler nimet içinde, suçlular yakıcı ateş içindedirler. Yargı günü oraya atılanlar hiç bir yere sıvışamazlar. Yargı günü nedir? Onu bir bilebilsen! Evet yargı gününün ne olduğunu bir bilmelisin! Kimsenin kimseye yardım edemeyeceği, herkesin kendi başına bloklanacağı gün olup, tüm sorumluluğunuz Allah'a aittir." (İnşikak suresi) Dördüncü işlemleme ise KOZA süreci yani Müddesir idi. İpek böceğinin kelebek olmak için kendine ördüğü KOZ anlamındaki Müddesir: "Ey örtünüp kozaya bürünen. Kalk ve uyar, kelebek ol, yaratıcın hakkında uyarı atağına kalk, tanıtımını iyi yap, düşünceni temizleyerek, kozanı temizleyerek, kötü düşünmekten uzaklaş. Verdiğin öğüdü çok görerek başa kakma!. Allah'ın ruhundan üfleyen sur günü çetin bir gündür. Allah'ın delillerini hafife alıp, küçümseyenler için zorlu bir gündür. " diye kozadan çıkma emrini verdi. Beşinci işlemlemede İNFİTAR (Kozanın parçalanması) üflendi. "Göğün=Kozanın yaratıcısının sözüne kulak vererek parçalanmayı gerçekleştirdiği
zaman Koza=Yer içindeki kelebekleşme sürecini tamamlamış tırtılı dışarı atıp, boşaltma işlemini gerçekleştirecektir. Sen de yaratıcına doğru kanatlanıp uçan bir kelebek olarak döneceksin. Kuşkusuz O'na kavuşacaksın." Altıncı işlemlemede dört varlığa dört VAHY geldi. 1.Dünyadaki Tuwa vadisine=Burada yer alan Adamotu (Ademotu=Ginseng) bitkilerin peygamberi gibi oldu. (İnsanoğlu hem otçul hem etçildir.) 2. Hayvanların peygamberi ise Arı oldu: (Bakınız Arıya'da vahyetti. ayeti... Bal sentetik ve taklit olarak yapılamaz. Sadece vahyolunduğu biçimde arı üretir. Oysa şekerin=glikozun, sakkarozun, yapayı olan sakarin tatlılandırıcısı vardır. Cansız protein ile canlı protein arasında fark, polarizlenmiş ışığı sağa ve sola kırmalarıdır. Bize gereken ışığı sola kıran (Levo=Kalp soldadır) Allah'ın nimeti olan doğal şekerdir. Tatlandırıcı olan tepkimeye girmez, karabiber gibi katalizanttır, olduğu gibi dışarı atılır, ama ağzı tatlandırır ve diyabet hastaları için üretilir.) Azrail yeryüzündeki arıya bu ayeti vahyetmiştir ve Tarık yoluyla getirdiği bal maddesi o balçığa Glikoz kategorisinden adapte edilmiştir. 3. Kadına vahyetti: Kadınlardan çıkan tek peygamber Hz. Meryemdir. Hz. İsa'nın annesidir. Ataları olan Hz. Adem hem annesiz-hem babasız doğmuştu. Bunun YARIM biçimi ise Hz. İsa'da gerçekleşti. Hz. İsa Hz. Adem gibi babasız doğdu, fakat ondan farklı olarak ANNESİ vardı. Bir diğer fark da, tüm insanlara Allah ruhundan üflemiş, ayrıca Hz. İsa'ya "Kutsal ruhundan" da üflemiştir. Hz. İsa'nın annesi Meryem'e Cebrail as. Ruh ül Kuddüs'ü üflemiştir ve vahy indirmiştir. Öyle ki, inen wahyleri annesinin rahiminde cenin iken konuşan Hz. İsa naklediyordu. (Ayetlere bakınız) Bu bakımdan Cebrail'in indiği ve vahyettiği muhatabı otomatikman ALLAH ELÇİSİ olmaktadır. Hz. Havva ise Adem türevidir, türemesidir. Yani Havva'nın durumu çok farklıdır. Cennetteki Hurilerin ise bambaşkadır. (İleride anlatılacaktır.) Kadına vahyedilen olgu, "Memeli olup, süt vermeyen, doğurmayan, büluğ/erginlik öncesi sesi ve görüntüsü kadına benzeyen, hatta erginlik sonrası bille kararsız cinsiyet yaşayabilen" ERKEK cinsinin kurgusudur. Erkek memelidir gibi... 4. Son vahy biçimi ise bildiğimiz gibi Allah Resullerine gelen vahy mekanizmasıdır.
BÖLÜM 4 ADEM ÇAMURU
Tüm bunlardan sonra 40.gün olduğunda, artık Azrail as.ın yeryüzünden Cennet'teki Adem çamuruna Tarık aracılığıyla getireceği hiç bir materyal kalmamıştı. Artık insan en güzel yaradılışla (Ahseni takvim) kusursuz kılınmıştı. Bu bedensel tamamlama sadece altı gün sürmüştü. Bir maymun kadar içgüdüye sahip olmuştu. Son yedinci gün yedinci işlemlemede "Beyin boş bellek halinde, formatlanmamış" olarak bekledi. İzleyen 34 günde ise sadece ve sadece AKIL formasyonu işlendi. Daha önceki meleklerin (Takyon) Cinlerin (Enerji) bilinci, işlendikten sonra üstüne (ikisinde olmayan extra bilinç) İNSAN bilinci işlendi. Bu yüzden maymunların uygarlığı yoktur, meleklerin sanat yeteneği yoktur, Cinlerin ise bilim yapma, alim olma yetenekleri bulunmaz. Yani Maymundan bilgisayar programcısı, Melek'ten Mona Liza tablosu yapmasını, Cinlerden de (Arz'dan Arş'a serisi kitaplar ya da) bu satırları yazmasını beklemeyiniz. Beyni en büyük hayvan olan Yunus balığı "Yunus Emre"nin şiirini yazamaz, cinler de bu güfteyi besteleyemez. Uygarlık (medeniyet, görgü kuralları, sosyal biçimlenme, hukuk vb.) sadece insana özgüdür. Ve bu 33 günde başarılmıştır. Yani pişirilen balçık olan insanın beyin kapasitesi kalan 33 gün içinde sadece ve sadece "AKIL" eğitimi alarak sürecini tamamladı. Yani yeryüzünden artık hiç bir şey gelmedi. Akıl formatı zorunludur.
Çünkü kulluk borcu Allah'ı AKLETMEKTİR, yani bilmektir. Bilmek ise BİLİM ile olur. Bilim ise mekanik değildir, kaynağı kalptir ve duygu yüklüdür. Duygusallık meleklerde olmayan bir şeydir, salt mantıkla hareket eden akılları vardır. Cinlerin ise Aklı değil Zeka'sı vardır ve bu zeka Kurnazlıkla çalışır, duygusal değillerdir, tanıdıkları duyguları; kibir, öfke, intikam, kan ve kin gütme, insanlarla dalga geçme. (Medyumlara gelen ruh, UFO vb. dümenleri) İnsan ise duygu küpüdür. Akıllıdır, öyle akıllıdır ki, meleğin mantığını, cinin zekasını ve Şeytanın kurnazlığını, bir de kendine özgü olan Duygusallığı VE ÜSTÜNE ÜSTLÜK EVRENDE TEK bilim YAPAN VARLIK OLMAYI AYNI ANDA BECERİR İnsandan başka UYGARLIĞI olan hiç bir yaratık daha yoktur. İşte bu 7 hasletiyle insan insandır. Halife olmak da budur zaten! Kırkıncı gün: Süreç tamamlanmış, sıra "RUH üfürmeye" gelmişti. Üfürmek? Çok ilginç. Sur borusuna üfürülür, Hiyerarşi de üst (amir) ast (Memur) olana üfürür, bunun tersi doğasına aykırıdır. Allah size üfler, siz O'na değil! Allah'ımız, mabut biz abit (kul) olduğumuzdan bu, sir itaattir. Aynı şeyi Rabbimiz bizden beklemekte ve ebeveynlerimize (anne-baba) "ÜF" dememizi yasaklamaktadır. (Üffün diye geçen ayete bakınız. Öyle ya, bizi doğuran ve doğurtan anababa (Ebeveyn) dir. Onlara itaat etmek zorundayız, çünkü biz onları doğurupdoğurtmadık!)
"Allah ruhundan üfürdü" derken Allah'ımızı zaten biliyoruz. Ruh=Gitmek fiilindendir. (Arapça Taal Hun=Buraya gel, RUH=Git Raha=gitti gibi) ÜFfün=Üflemek. Bunu anlatmak çok uzun bir mekanizma, ama birkaç ipucu sunalım: İlk olarak karadelikleri örnekseyelim: Bir karadelik demek, kendi evrenine sığmadığı için buradaki bizim evrene sığmaya çalışan, içi dışından büyük bir olgu, yani kendine sığmayanın dışa üfürülmesidir. Bir başka ipucu iki uç arasındaki gerilim farkının (Sıcak, soğuk uçların termik dengelenmesi için sıcaktan soğuğa akma, elektrik geriliminin çok olan uçtan az olan uca denge gereği boşalması, zamanın akması vb.) telafisi bir üflemedir. Yine evrenin bir balon gibi şişerek genişlemesi, merkezindeki akdelikten (Aslında orada SUR BORUSU var) dışa doğru genişlemesi bir üflemedir. (Şişen evren teorileri) Mıknatısın durumu bir üflemedir. Çünkü magnetik akılar S kutbundan N kutbuna bir uzay kafesi modeli biçiminde yani üçboyutluda şişerek akarlar. Bunu bir kağıdın üzerine döktüğünüz demir tozları ile test edebilirsiniz. Kağıdın altına mıknatıs koyduğunuz anda, dağınık demir tozları, hemen magnetik akılar halinde dizileceklerdir. İşte bu balon gibi akılar bir üflemedir. Tümden gelimli olarak biz bilim adamları şu soruları da sorar dururuz: "Niçin evren saf enerji halinde kalmamış da, toplam enerjinin bir kısmı maddeye dönüşmüştür? Yani saf enerjik bir evrene göre madde olarak yoğuşmuş bir enerji evreni vardır?" Biraz daha yukarı çıkalım: Niçin enerjisiz bir evrene göre enerjili bir evren seçilmiştir? Onun üstünde şu soru var: "Varlık niçin yokluğa göre mevcuttur?" Yani biz varız, yoktan varolduk, var olmamız seçildi. Bunun üzerindeki soru "Varlığı kim var etti?" Bunun üzerindeki son soru yerine bir YANIT var:
"Allah Ruhundan üfledi!" Allah ruhundan üfledi, önce varlık yokluğa göre mevcut oldu. Yani yokluktan varlığa ve varlıktan çokluğa bir balon şişmekte, doğa sistemleri bu yönde akmakta, öyle üfürülmektedir. Sonuçta "Sonuşmaz sonsuz indirgenemez özünlü intrinsic-imajiner-holografik Enoorji yani esiri takyon enerjisi =NUR oluştu. (Melekler ve ruh'un koordinatları imajiner, kompleks sayılardan oluşur ve ışıktan hızlı olduklarından özkütleleri sıfırdan küçük olur, zamanları ters akar vb.) Bu Nur'a göre bir de yanına NAR (Enerji) tercih edildi. Yani bir balon daha üflendi. (Cinler enerji insanlardır, ışık hızında madde enerjiye dönüşür.) E=mc2 olduğundan saf enerjinin bir kısmı kendini korurken (Görünmeyen ışıma Bozonlar ve gök kavramı) bir kısmı da maddeye döndü. (Fermionlar, görünen ışıma ve quantlar yani elle tutulur madde, yer kavramı) İşte bu aşamada Cinden başka İNSAN da yaratılıyordu.
BÖLÜM 5 ADEM&HAVVA
Kırkıncı gün, geri sayım bitti: ALLAH RUHUNDAN ÜFLEDİ İlk atamız, gözünü açıp hemen oturdu, Hiç çocukluğunu yaşamadığı için 49 yaşında koskoca adam olarak bir kerede doğmuştu, Ama üflenen ruhu sabii ve saf idi, "Safiyullah" lakabını alıverdi. İlk mimiği yeni doğan her çocuk gibi ağlamak olmuştu. Ana-babası olmadığını korkuyla anladı ve "Ebüvve" (Ebeveynlerim! demek o günden bize yadigar kaldı. Yeni bebekler bu şekilde ağlıyor) sonra "Inga" (Ben ğaybdayım=Kayboldum ben!) diye ağladı.
Allah'ımız tecelli etti ve "Baban yerine RAHMAN (Baba gibi merhametli) ve anne yerine RAHİM (Anne rahmi gibi şefkatli ve merhametli) olarak ben varım seni terbiye edenim, sen kaybolmadın." diye vahyetti. Bu vahy üzerine ağlaması durdu. Şirin bir bebek gibi gülümsedi ve şen kahkaha attı. Hiç gülmeyi bilmeyen çok ciddi olan melekler şaşırdılar. Ağladıktan ve güldükten sonra, ortasını buldu ve nötr bir ifade takındı yüzüne, merak gibi... O an Rabbimizin ilk emri olarak İKRA vahyolundu (Bu ilk VAHY hem hitap=konuşmak, söylemek hem kitap=Yazmak, kayda geçirmek" anlamında jokey bir yüklemdir, okumak, konuşmak, kitap, hitap, kelam, kalem aynı kategoriden kelimelerdir ve bir İKRA emir kipi tümünün yerine geçmektedir.) Rabbimiz "Konuş" buyurdu, Safiyullah "Bi" diye kekeledi (Bi=Arapça başlamak ve yanında olmak, filanca adına buradayım der gibi. .. İng. Begin ve By, Alm. Beginnen ve Bei, örneğin Beim Gott=Allah adına gibi) "Bİ"den sonra hemen ekledi "BİSMİ" (İkra bismi... ilk ayettir. İsmin nedir=Şesmi? anlamına da gelir?) dedi. Allah'ımız yanıtladı, "Rabbike=Senin Rabbinim=Öğretmenin, eğitmenin, okutmanın, pedagogunum" Safiyullah "Rabbimin ismini nasıl isimlendirip okuyacağım?" diye sordu. Rabbimiz, "ismimi çevrende şu zikreden meleklerden öğrenebilirsin." buyurdu. Melekler kendi matematik dilleriyle "1, 0, 1 ve/veya 0" diye zikretmekteydiler. Meleklerin sayısal dilindeki bu ifadeyi Safiyullah sözele (sayıdan sese=harfe) çevirdi ve (1=Al, var olan ise 0=LA, yok olan ise ve Hu=Vahyin kaynağı ise, Vahyin kendisi de (HU=O=EL EV/VE LA, ) olacağından tamamı AL+LA+Hu olur. O halde Rabbim ALLAHüwe diye söyledi. Melekler bu sayı ve ses dönüşümüne çok şaşırmışlardı, Çünkü o güne dek geçerli tek dil olan evrensel lisandan başka ikinci bir dilde AL+LA+Hu biçiminde tam karşılığı çıkmıştı.
Safiyullah "Akıl ettim" devam etti "Bismi ALLAHu hem babam (RAHMAN), hem Annem(RAHİM)yerine geçensin" dedi. Çünkü onun toprağı yeryüzünden geldiği için, örneğin bir maymun bebeğin anne ve babasını araması gibi içgüdüsü Ebüvve (Ebeveyn)lerini aratmıştı. (Rahman ve Rahim Esirgeyen, bağışlayan demek değildir.) Rabbimiz onun BİLİMİNİ sınamak için devam etti: "Üç isim saydın, ben üç ALLAH mıyım? Sen beni üçledin mi?" Safiyullah "La İlahe (Allahlar yok) illallah! (sadece sen tek ALLAH varsın) demek istedim, seni tenzih ederim Yarabbi!" dedi. O günkü seremoni için orada bulunan tüm melekler ve Azazil bir daha şaşkınlığa düştüler. Çünkü La ilahe illallah bazında LA=0 ve de El, İl, Ül, Al=1 olduğundan Hu=El EWWELA= 1 ve/veya 0" olduğundan ortaya ikili sistemde (Digital) bunun tamamında 1 ve 0 olduğundan, Melekler kat be kat şaşırdılar, çünkü akıl etmedikleri muhteşem bir sayısal kombinezon ortaya çıkmıştı. Rabbimiz, "La ilahe İllallah demeyen, diliyle söyleyip kalbiyle onaylamayan ve lafta kalan, Allah'tan başka ilahlar (Resuller, Evliyalar, Şeyhler vb.) edinip de Hanif olmayanların çevrimini yap!" buyurdu. Ew we la'nın EW=Arapça veya, İngilizce OR, gibi WE=Arapça Ve ingilizce AND'in tersini aldı. (yani PS'nizdeki Hesap makinenizin binary olan sekmesinin sağ tuşlarında görülen Xor, Not ve Lsh tuşlarını kullandı. Nor ing. Neither....nor biçimiyle Or=Veya'nın tersidir. Not ise And'in (ve) tersinmesidir.) Safiyullah "Cehennem meleklerinin sayısı 19'dur" dedi. (Müddesir suresine bakınız.) Melekler bu işlemi tersine alamazlar, çünkü bilmemektedirler. Onlar La ilahe illallah'ın tersi olan "La Allah illa ilahe" diyemeyecekleri için bir kez daha şok oldular. Cinler ve şeytan ise bütün matematik ilmini bilmemektedirler. Safiyullah, Sayısal şifreleri sözel olarak da açıyordu.
Hem hayvanlardan farklı olarak MATEMATİĞİ anlayan MATEMATİK ZEKASI hem de DİL-LİSAN yani sözel yeteneği ortaya çıkan Safiyullah'a, Sayı-ses ilişkisi üzerine yeni bir dil oluşturan bu AKILLI yaratığa nasıl şaşırmasınlar ki? Rabbimiz, "Bu yaptığın yöntemi herşeye uygulayabilir misin?" diye vahyetti. Safiyullah "Hiç bir şey akıldan büyük değildir, her şey aklın içindedir. Akıl Rabbim hariç herşeyden büyüktür. Akıl bilimi akleder. Bilim Allah'ın Alim ismidir, her şey bilimin içindedir. Akletmek bilmektir, bilmek ise Rabbini bilmektir, Rabbini bilmeyen kendini bilemez. Cahil olmaktan sana sığınırım." dedi. Artık cümleleri mükemmelleşmişti. "Meleklere duyurarak beni isimlendir" buyurdu. Vahyin kaynağı görünmediğinden Safiyullah meleklere dönüp "O" dedi, "HALLAK" (yaratıcı) Yanındaki katip meleğe hitabetti: Sen Melei Allak ve kendini gösterdi "Ben ALAK" dedi. (Alak suresi) HALLAK ALAK'ı yarattı. Rabbimiz "Oku insana bilmediklerini öğreten=BİLİM adına O halde her eşyayı isimlendir" buyurunca, Kiramen Katib Meleğin kalemini göstererek, "EL KALEM" dedi. "Kalemle kelamı yazmayı öğretensin bana en büyük ikramın olan akıl olmasaydı, bilmediğimi öğrenemeyecektim, kalemle yazamayacaktım ve bir hayvan cinsi olarak kalacaktım. Sen en büyük ikram sahibisin Rabbim!" dedi. (Nun ya da Kalem suresi, Kalem arapça değildir, çünkü Sami dillerinden de eski SANSKRİTÇE (Sankritçe ve Sami-Hami'cenin ata dili) Kalam, Latince CALAMUS (kalamus okunur, Mürekkep balığı yani Kalamar da Calamus'un türevidir. ) Kalemi aldı ve dik tutarak bu "BİR sayısıdır ya da ELİF harfidir, kalemin boyutu vardır." Harf ismini koymuştu. Melekler şok üzerine şok geçiriyorlardı.
Kalemin ucundan bir nokta koydu: "Bu nun=Nokta'dır noktanın boyutu yoktur." dedi. (Arapça nukta ve nun=N harfidir. Zaten arapça'da nokta, Latincedeki sıfırdır.) Kiramen Katib'in defterini gösterdi: "Bu Kitab'dır Levh=İki boyutludur, eni ve boyu vardır." (Bu defter mahfuzdur, (Belleği, hafızası vardır.) Kalem onu 1 ve 0 yazarak Ketebe aynı zamanda Arapça yazmak demektir. Kalem de aynı anlama gelmektedir.) Kiramen Katib'in defterini üzerine koyduğu Kürsüyü gösterdi. "Bu Kürsi'dir, üç boyutludur. 'Eni, boyu yüksekliği (ya da x,y,z koordinatları ya da üç kartezyen açısı) vardır. " Safiyullah sırayla eşyaya ve kişilere isim verdi. Olanı biteni derin bir hased ile izleyen, pabucunun dama atıldığını düşünen kıskanç Azazil'e sıra gelmişti. Safiyullah, Azazil ile ilk tanıştığında Azazil kıyasıya kıskandığı bu yeni Halife'den daha akıllı olduğunu göstermek için "Benim adım Azazil" dedi. Ve hasud olduğu kişi tarafından isimlendirmesine fırsat vermek istemedi. Ama Safiyullah onun melekler gibi NUR'dan değil NAR'dan yaratıldığını anladı ve tüm isimler içinde tek yabancı nesne olduğunu kendisi gibi Cennet'te yaratılmadığını, başka bir sistemden (Dünya) buraya ithal edildiğini algıladı. "Azazil değilsin. Azil'sin." (azazİL, son İL eki sadece meleklere verilir. Azl ise azlolunmaktan geliyor.) "Azledilmek" sözü o kadar etkili oldu ki, Azazil panikledi. "Sence ben neyim?" Safiyullah "Sen eşya değilsin, (EL=1 değilsin) Sen ŞEY'sin (LA=0=Şey)" dedi.
(Arapça ŞEY aynen vardır ve biz Türkler de kullanırız. Şey TEKİL,dir. Bunun Arapça çoğulu EŞYA'dır ki bunu da Türkçe’mizde aynen kullanıyoruz. ŞEY'lerin çoğulu olan Eşya özelliği yoktu. (Nötrinolardan yaratıldığı için Şey=0 (LA, yok) kapsamındaydı.) Çünkü benzetilemeyen veya bellekte yer etmeyen veya ilk kez tadılan, analojisi olmayan, adını çıkaramadığımız şeylere "ŞEY" deriz. Ama onun çoğulu olan EŞYA bildik, tanıdık olduğundan AL=1=Var anlamına gelir.) Safiyullah'ın meleklerle ortak yanı ikisinin de Nurdan yaratılmasıydı. Meleklerden farkı ise onlarda olmayan NEFS'in (Enerji bedenin) olmasıydı. Safiyullah, onun meleklerle olan farkının kendinde de olduğunu anlamıştı. Meleklerde olmayan NEFS sadece Azazil ve kendinde vardı. Safiyullah sadece eşyayı (var olanı) adlandırabiliyordu. (Bakınız ayetler) ama Nefsi olan ŞEY'leri yani eşya olmayanı adlandıramıyordu. Azazil'e "Sen eşyadan eşya'ten değilsin, Şeyl'densin =Şey'tan'sın" dedi. "Sen ve ben aynı CİNS'iz. Sen sönmemiş ateşsin ben yanmış. (Kül, karbon kimyasıyım) İkimizin arasında yanmış-yakılmış ya da sen sönmemiş ben sönmüşüm ilişkisi var. İkimizin buradaki tüm varlıklardan farkı ikimizin de özkimliği=nefsi var, ikimiz CİNS'iz" dedi. (Cin+İns gibi, çünkü E (Enerji) bazlı Azazil ile m(madde) bazlı İNS E=mc2 uyarınca birbirine eşdeğerdir. Safiyullah bunu farketmişti. Cins aynı zamanda cins isim yani sıradanlık, İNS ise "Özel isim yani ÖZEL BİRİ, Özellikli biri, sıraüstü tek bir kişi demektir.) Safiyullah Rabbine sordu: "Sen anam babam değilsen ben de senin evladın değilsem benim yerim ne?" Rabbimiz vahyetti: "Ben Allah, Rahman ve Rahim'im (senin baban annen değil) mabudunum, sen de (benim çocuğum değil) Abidimsin." (Kulumsun demek: Abid melek gibi memluk=Köle gibi kul kategorisinden değil, özgür (hür nefsi olan, İradei Cüziyye sahibi) Kul klasmanındandır. Melekler zikretmek zorundadır, insanın ise özgür iradesi vardır. Dilerse Rabbini zikreder dilerse (bazı Çukurovalı ve fellah geçinen kendini bilmez Müslüman kardeşlerimiz gibi) Allah'ımıza galiz küfürler yağdırır ki Ateist ve Satanistler=Şeytana tapanlar bile böyle küfürler bilemez. Fakat bizim bu yaptığımız inkar, melekler ve Şeytan'a yasaklıdır. Şeytan Cennet
haznedarı olarak Cennet'e alındığından, konuştuğu, tanıştığı Allah'ı kendisi inkar edecek kadar aptal değildir. Ama ateist ve sataniste bir de Hanif olmayana inkar ettirir.) Safiyullah: "Anladım ben senin kulunum, seni bilmekle hükümlüyüm ve seni bilmek için bilim ile yükümlüyüm. Sen anam babam değil, insan(ların) ilahısın. Sen İlahinnas'sın sana aykırı gelen ise: İnsan ya da Cinden olsun Şeytanlardır. (Minel Cinneti Vennas) " Azazil son derece panikledi, çünkü orada yargılanıyordu. Meleklerin içini dışını bilmediği Azazil'in içini kuşkusuz Allah biliyordu ve Safiyullah'a da bildiriyordu. Azazil'in öfkesi kabardıkça kabarıyordu. "Sen çamur parçası ukala, ne demek istiyorsun?" diyerek Safiyullah'ın üzerine yürüdü ve yumruklar tekmeler attı. Barış gezegeni Cennet'te ilk kez bir kavga çıkmıştı. Ama garip bir şey daha vardı: Meleklere dokunabilen Azazil'in yumruk ve tekmeleri boşa gitmişti. "Nasıl olur, nasıl olur, ben sana zarar veremiyorum?" diye histeriye tutuldu. Safiyullah, "Şey'tan olan ŞEY, ey Hannas (Nötrino'dan yapılmış) olduğun için beni ancak "Yüvesvisü, fisidurinnasi=İnsanın sadrına (Nötrino rüzgarı olan) vesvese ile etkileyebilirdin." dedi. Azazil, "ben sana zarar veremiyorsam sen de bana veremezsin." dedi. Safiyullah, "Benim seni buradan kovacak silahım var." dedi. Azazil psikopati krizlerine tutuldu var gücüyle "Hiçbir şey beni buradan çıkaramaz, dağdan geldin bağdakini mi kovuyorsun? Başar bakalım, neymiş silahın görelim?" diye bağırdı. Safiyullah, "Euzü Billah, Bismillah!" der demez, sanki bir korunma kalkanı oluştu, İçine girmek bir yana, vesveseleri bile çarpıp geriye döndü ve kendini vurdu. Anlamıştı artık bu Safiyullah'tan köşe bucak kaçıyordu. Safiyullah, "Hannas'ı (Nötrino'nun) isimlendiremeyişim normal, çünkü o hiç bir şey.
Oysa ben maddeyim ve kendimi isimlendiremiyorum. Benim adım ne?" Vahyedildi: "Senin ırkın İNS. Senin adın ise bana "İnsanların ilahı dediğin için" ADEM olsun, ben insanların ilahı'yım, sen ise insanların atasısın." (ATA=Adem aynı kelimedir.) Safiyullah, "Ben Adem'im, ben Adem'im. ben Adem'im" diye çok sevindi, sonra merak etti, "Neden kendime ben demekte zorlanıyorum?" Vahy geldi: "Ben nasıl Allah, Rahman, Rahim diye tek kişiysem, Adem sen de tek ad altında üç kişisin." Safiyullah: "Ama ben iki saydım, yerdeki şu koza ve ben..." dedi. Vahy: "Yerdeki tek başına ve senin Cennet suretindir bu doğru ama Adem sen iki kişisin, iki ayrı nefissin!" buyurdu. Bir şey daha ortaya çıkmıştı. Adem olarak kendine verilen ismi dijitalize ettiğinde gördü ki, benliğinde X ve Y gibi iki sayı vardı. Gerçekten tek değildi. Koza ise sadece Y idi. XX, XY ve YY gibi üç cins olduğunu hayretle anladı. Adam=XY olması için ayrıca XX ve YY gibi üç kombinezonu gerekiyordu. Ayrıca dört tane "Adem içinde Adem" olduğunu da farketti. Sonucu tekrar etti: "Ben de şu Koza(Allah) dışında, baba (Rahman) ve ana (Rahim) olarak İKİ CİNS VAR: XY ve XX biri anne gibi dişi, diğeri baba gibi erkek... Rabbim, benim bir şey dileme hakkım var mı?" diye sordu. Allah'ımız Bizzat ve ilk kez Adem'e Cemalini teşrif etti:
"Evet Ben Allah'ım, hiç istemem hep veririm. İlk arzunu söylemeyi akıl ettin. Ben bilenim Alimler Alimiyim, senin ne demek istediğini de bilenim. Şeytan dediğinin de içinden geçeni bilenim. Sen iki cinsini XY ve XX'ini ayırmak istiyorsun. Öteki yarınla arkadaş hatta daha ilerisi olmak istiyorsun. Bunu yapacağım. Öncelikle senin hür iradene soruyorum, şimdiki şu bilincin çift nefisten hangisinde kalsın? XY'de mi XX'de mi diye sormayacağım. Şimdi O Kozayı izle ve oradan çıkaracağım iki cinsten Hangisi olacağına karar ver." Rabbimiz, keramik halindeki kozayı aldı biçimledi, sonra ona "Ruhül Kudüs'ünden üfledi. Adem gibi çok güzel bir yaratık ortaya çıktı. Sonra o yaratığı uykusundan uyandırmadan ikiye ayırdı. İkiye ayrılma tam gerçekleşti. İki cinsten biri diğerinden daha güzeldi. Bunun adı Huri idi ve YY olarak dijitalize olmuştu. Ayrılmayla birlikte biri YYy diğeri YYx olarak ayrıldılar. Adem "Ne güzeller Rabbim!" dedi. "Bunlardan YYy gibi olmak isterim çünkü, ben kendimi (aynasız) göremem ben güzel olan cins değil; yakışıklı olan Cins olmak isterim, O zaman O'nu hep görürüm, hep gözümün önünde olur. Ben "yakışıklı " unsurunu seçtim. Arkadaşım ise güzel=Cinsi latif unsuru olsun!" Rabbimiz yanıtladı: "Ahitleş benimle, Cennet'te uyku yoktur, seni uyutacağım, böylece uyku ile şimdiye kadar ne konuştuksa bunları unutacaksın. Konuştuklarımızı, senin soyundan gelecek olan Elçilere vereceğim ve o kutsal kitaplarda bunların tamamını okuyacaksın. Cemalim dahil hiç bir şeyi hatırlayamayacaksın, Şeytan ile konuştuklarınızı da hatırlamayacaksın, Şeytan dilerse sana ve ikinci sen olan eşine dokunacak, korunma kalkanın olmayacak. Lanetli ağaç dışında buradaki sonsuz nimeti her şeyi yiyip, içip ebediyen burada kalabilirsiniz. Ama eğer onu tadarsanız, Şeytanı aldığım yere, Dünyaya sürgün gidecek ve ölümü tadacağınız için ebedi bir HAYAT yerine kısıtlı bir Ömür vereceğim, bedenen ölecek, Ruhen yine ebedi olarak ya buraya döneceksiniz, ya da ebedi cehenneme gireceksiniz. Çünkü sizi şeytan aldatacak ve Lanetli Ağaçtan İncir yiyeceksiniz ve giyineceksiniz. Dünya gezegenine sürgün edileceksiniz, orada zürriyetini çok kalabalık olacak, orada öleceksiniz, kıyamet ardından bir daha dirileceksiniz ve üç sınıf halinde eylemlerinize göre Cehenneme, Cennete veya Cemalime geleceksiniz. Bu sizin ve sizden doğacakların tamamı için için bir sınavdır. Sınav başlamıştır,Ahit gereği bütün bunları hatırlamayacağın için uyutacağım. " Adem (Uyku olmayan Cennette) yeni bir koza dönemine girmiş gibi uyuya kaldı. Her şeyi unutmuştu. Rabbimiz Hurileri Firdevs cennetinden kaldırarak, Naim ve Aden Cennetlerine aldı. Adem Kendinden Allah, Rahman(baba) ve Rahim(Ana) üç ismin
karşılıkları olan MADDE DİGİTALİZE olgusunu artık hatırlamayacaktı. Geriye kalan Rahman=Baba ve Rahim=Anne cinsleri ile yetinecekti. ALLAH ismine denk gelen gurupla birlikte, bedenleri digitalize oldu. Uyku döneminde dörde ayrıştı. Rahman'a dönük yanı yani tercihi olan cins XY= ADAM, Rahime dönük yanı arkadaşı olarak seçtiği cins ise HAVVA=XX idi. Daha önce ayrılan YY=Huriler (Erkek huriler, Ğılmanlar Germanlar=YYy, Dişi huriler yani Huriye, Vildanlar ,Walkiri=Valhuri'ler=YYx) insana unutturuldu. Onlar birbirlerinin kardeşiydiler ve insanlar gibi doğarak değil, melekler gibi kopyalama sistemiyle çoğalıyorlardı. Çamur doğurmuş ve İNS diye bir yaratık birden ortaya çıkmıştı. (İN=Açığa çıkan tersi Cin:Gizli, saklı) İNS=s harfi salsal yerine geçiyor. Salsal bir bataklık balçığından süzülmüş, sonra toprak gibi kurutulmuş anlamına gelmektedir. Salsal için ilk dörtlü "O,Co,H ve N elementleri" ikinci dörtlü "Metan, Amonyak, Karbondioksit, Su buharı" bileşikleri, üçüncü dörtlü A,G,C,T nükleotik asitleri ve/veya bazları yanında bir de dördüncü dörtlü vardı. XXx, XYy, YYx, YYy... İlk şekillenenler Adem ve HAVVA (Adam, türkçedeki "bu ne biçim adam?" der gibi)
(Eva, Val, Vilde... Türkçedeki EVE kelimesi. Bunun türevleri ev ve yuva. Evlenmek=Ev satın almak anlamındadır. Gerçekte bildiğimiz evlendirilme ise, EVE+R+MEK=Dişi eş almaktır. Fiilin kökü EVE'dir. R kaynaştırma eki, ve MEK ise mastardır. Eve'nin türevleri çoktur. Evecimen=Evcimen, Evegil=Evcil, Yuva+kurmak hatta göçebe yörük kültüründe konaklanan Ova ve kurulan yuva Oba buraya dayanmaktadır. Turan dillerinde Y harfi zaman zaman başa gelir ve türetme yapar. Otağ ya da aslı olan otak (büyük çadır) ile Yatak bile aynı şeydir. Yuva ya da EVE kelimesi ev (House, Haus) gbi somut değil "Home ya da Heim" gibi soyut anlamlar taşır: Yuvayı dişi kuş yapar ya da baba ocağı, ana kucağı gibi duygusal motiflerdir.) Bu ayrım sırasında erkek ve dişi cinse (Cenin, dölüt, embrio'daki "Hücre göçü" benzeri) bir HOLOGRAM uygulanmıştı. (Kaburga kemiğinden yaratılmak, palavradır. Doğru olan Tarık suresindeki gibi erkeğin belkemiği ve kadının göğüs kemiği çifti vardır. Yani ne kadın erkeğin eğe=kaburga kemiğinden yaratıldı, Ya da tersine erkek belkemiğinden yaratılmadı. Bütün bunların anlamı çok başka ve daha makul. Ben bel kemiği ya da Kaburga kemiği yerine, buralardan çıkan SU'yu yani X ve Y dijitalizasyonunu yeğledim. Toplam 49 yaş olan ikisi 7 kare eksi 4 kare= 33 yaş görüntüsüne bürünen XY ile bunun tersine 49-33=16 (Dördün karesi) ise 16 yaş görüntüsünde ve tüm kadınlara verildi.) "İki Adem" uyandığında birinin XY ve Ötekinin Güzel Cins Ademin XX olduğunu fark ettiler. İkisi de unutma uykusu içinde hiç bir şey anımsamıyordu. Sanki iki kişi aynı anda yaratılmış gibi algılıyorlardı birbirlerini. (Adem'e ilk sayfalar inene kadar da bilmeyeceklerdi.) Olan şuydu tek Adem'in (Çift eşeyli Adem) X yanı olan dişilik (iri memeleri, iri ve yuvarlak kalçaları, rahimi, deri altında onu beyaz gösteren yağ dokusu ve yoğun sinir telleri) Havva'ya geçmişti. Kendinde kalan Y ise onu süt vermeyen güdük memeli (Mammalia sınıfı) dar kalçalı, rahimsiz (Doğum görevi dişiye geçmişti. Bunların yerine prostat gibi organlar vardı.) deri altı kas dokulu olduğu için dişiden daha yağız görünüyordu. Yoğun kas telleri yanında sinir telleri sayısı azınlığa düştüğü için "Kaba, hoyrat ve duyarsız" görüntü çiziyordu.
Böylece bedenlerdeki "Ziynetleri" paylaşmışlardı. Tamamen düz (Ziynetsiz) Cinsel bölgeden başlayan ayrılma sonucu Adem'in(XY) organı dışarlak, testisleri aşağıya, diğer yarısı XX'in ise organları içe çekilmiş, yumurtalıkları yukarı gitmiş, göğüsleri büyük olmuş ve Allah'ın Rahim adı, olan Rahim karnına monte edilmişti. Kaslar, mantık, yakışıklılık, vekar ve heybet erkekte, yağ dokusu, duygusallık, güzellik ve zerafet ile panik ve gözyaşı ise kadında kalmıştı. Ama unutturulan üçüncü cinste ne erkeğin kaba-hoyratlığı ne kadının kaprisleri yoktu. Çift eşeyli bir tek safiyullah tek eşeyli iki cinse (ve kozayla bir üçüncü cinse) bölünmüştü. Her bir yanı ayrı ayrı kendi nefsini algılıyor ve bağımsız davranıyordu. Adem başına gelenlere çok şaşkındı. Öyle ya, kendi bütünü içinden üç ayrı nefis (Kimlik) ayrılmıştı. İlk yaratıldığı gibi değildi. Erkekti, bir yanında ise kadın vardı. Adem 33 yaşında ve dişi ise 16 yaşındaydı. (İki kadının tanıklığıyla ilgili ayeti araştırınız. 16+16+1=33) Adem'in "Sol yanı=Havva" dünyada olacaktı; sağ yanı=Huri ise Cennette kalacaktı. (Eva eşleniği Walküriye=Vildan Huriye ve Adam eşleniği erkek huri=Ğılman) Sonrası bildik biçimde gelişti. Allah ile olan Ahit gereği, hem bu ahit hem şeytan'ın hasetliği ve "Euzü Billah" kalkanı unutturulduğu için Şeytan yani Cennet haznedarı Azazil onlarla çok iyi(!) bir arkadaş oldu. (Ayetlerde "Bunu bana şeytan unutturdu" ifadesini araştırınız.) Azazil bu sahte dostluk maskesinin ardında vesveselerini Adem'den daha hassas bir varlık olan Havva üzerinde daha etkili uygulayabiliyorlardı.
BÖLÜM 6 LANETLİ AĞAÇ
Sonsuz sayıda her meyve ve nimet ile ırmaklar dolusu akan içecekler alabildiğine serbestti. Ancak bir tek AĞAÇ meyvesi yasaklanmıştı. (Ayetlerde Şeceretil Mel'une=Lanetli ağaç diye bildirilir.) Ruhların yaratıldığı ilk ahit (Elestiküm. kalu bela evresi Allah'ımız ile ilk Ahitleştiğimiz yerdi.) Akıl ve Ruh bir kerede iman ettiler. Ancak NEFS (Ayrık kimliğimiz ve aykırı kişiliğimiz) tüm cezalara (Cehennem ateşi dahil) direndi ve "Ben senin Rabbin değil miyim?" diye her seferinde soran Yaratanına "Sen sana ben bana, ben de varım, ben küçük tanrıyım. Küçük dağları ben yarattım" dedi. O Islahevinde tüm cezalar uygulanmıştı. Ancak, "Lanetli Ağaç'tan sürekli gelen nefsin gıdası hiç kesilmemişti. Bu kez ve son olarak, Nefsin besini olan Lanetli Ağaç yasaklandı. Nefs kısa bir süre sonra açlıktan pes etti. "Evet Ya Rabbi, sen benim Rabbimsin" dedi. O günden sonra lanetli ağaç da Adem gibi üçe ayrıldı. Cennet'teki biçimine "TUBA" ağacı dendi, Cehennemdekine Zakkum adı verildi. Posası, kozası ise Firdevs ve Aden Cennetlerinin sınırına yasak meyve (Yenmesi menedilen tek Cennet nimeti) bırakıldı. Tuba (Cennetteki ters çekim, yani ırmakları başyukarı akıtan, meleklerin göğe düşmesini=uçmasını sağlayan anti-gravitasyon= Levitation nedeniyle kendisi de ters duran bir ağaçtır. Kökü Arş'ta=Yukarıda, nimetleri ise aşağıdadır.) Zakkum=Zıkkım ağacı da bunun tersine bildiğimiz çekimin çok şiddetlendirilmişi=örneğin Jüpiter ya da Güneş gibi dev kütlelerin aşırı-çekim etkisiyle insanları kalkan balığı biçimine getiren ve en yüksek sıçramanın iki santimi geçmediği (Ay kütlesi küçük olduğundan insanlar 6 metre yukarı zıplarlar) bir biçimde yer alır. Kökü her yere yayılıp basıklaşmıştır. Öyle ki, alt kat cehennemlikler Zakkum meyvesine bile erişemeden 'sadece, kökünü yemek zorunda kalırlar. ("Zıkkımın kökünü ye"
bedduasını anımsayınız.) Yasak ya da Lanetli ağaç ise bir istisna olarak "Yan" durmaktadır. (Evinizin duvarında kökü olan ve yatay duran bir biçimi gözünüzde canlandırın.) Onda bir türlü değil her türlü meyve tek örnek halinde vardır. Tuba'nın ki, Zakkum'unki ve "Nefsin terbiye edildiği" Kalu Bela meyvesi gibi... Bu ağaç özel biçimiyle (Yatay ve kızıl ateş rengindedir) zaten diğer helal edilmiş nimetlerden soyutlandırılmıştı. Azazil, Havva'ya vesveseler verdi. Adem'in kendinden bıkacağını, Huri olan diğer cinse gideceğini sanarak, iyiden iyiye şartlandı. ___________________________________________________________________________
AltBölüm Etimoloji
Huriye, Vildan Valhuriye, Walkürie= Vil, Val ve Havva'nın Avva olan biçimi aynı köktendir. Walküriye'ler ise eski germen efsanelerinde, Walhalla=Allah'ın holü, toplantı yeri, İngilizce Hall, Alm, Halle ile eşdeğer anlamlıdır. İnanışa göre buraya Şehit germen savaşçıları çıkarılır. Orada muhteşem bir manzarada ve kendilerine bal şerbeti ikram eden Valkhuriye=Valkyrie, Walkürije'ler armağan edilir. Wal ile Bal arasında da bir bağlantı vardır. Örneğin Türkoloji’ye vakıf olanlar anımsayacaklardır. Eski Türklerin Beşbalık=Baş cennet, Hanbalık=Han Cenneti" adlı başkentleri ve bunun terminolojileri vardır. Özellikle Cennetteki Bal ırmaklarını anımsayalım. Balık olan kelimenin bildiğimiz balık ile ilgisi yoktur. -IK (AK, EK, İKİ vb.) türetmesi olup ÇİFT BAL anlamındadır. Eski Turanca'da organlarımızın On (UN, IN yani tek olan demektir. Bir=Pre=ÖN ile bağlantılıdır.) O halde IK-EK-AK'ın (İki ve ikirmik=Yirmi ) tersine çift anlamı vardır.
İlkine örnek "Al+ın, (alandan ALIN) Bur+un, (Burmaktan, ele gelen dışarlak en uzun organ olan burun) Kar+ın (Hem karaciğer hem karın) gibi tek organlardır. İkincisine örnek, Şak+ak, (Çift şaklayan) Yan+ak, (İki yanda duran) Dud+ak, (Tutmaktan, frnansızca touche, ing. Touch gibi, tut+ak) Böbür+ek=(Börülce= fasulya ye benzeyen bir çift anlamında Böbrek) Dam+ak (Çift dam, iki çatı) taş+ak (Dışa taşan çift) gibi organlar Anadil Turanca'dan Türkçeye geçen en eski kelimelerdir. (Örneğin Türkçe soğuk su, Kore dilinde soksu'dur. Eskimoca Qaanaak=Grönland'da Thule=Zül okunur, adlı bir yerleşim biriminin eskimoca adıdır. Kaanaaak'ın sondaki AK takısının anlamı, ana dili olan Turanca ile aynıdır. Eskimoca ve Finogriyen ile Macar dillerindeki KAYAK ve Kayık, çift omurgada kayan demektir ki, Türkçe ve Moğolca'da da aynıdır.) KAAN boynuz KAANAAK=İki boynuz demektir. (İng. Corn ve Arapça Karn) ile tıpatıp özdeştir. Laponca KARNAK=Çift boynuz, Ren geyiği demektir. Bunun gibi diğer Finogriyenler ve Moğollar da KARN'ı kullanırlar. Moğolca’ya örnek Tarak, (Çift çift tarayan) gibi ikinin katları halinde adlandırılırlar. Ayrıca daha sonraki dönemde tıpkı İngilizce gibi "S" çoğul eki kullanılmıştır ki, LAR, daha sonra Türkçe’de çoğul eki olmuştur. OKS=ÖKÜZ=Çift boynuzlu, OMS= Omuz=Yumurta gibi yuvarlak bir çift omuz. Körs=Körüz=Göz, Yıl=ışık çoğulu Yıldırım'dan türeyen YILDIZ gibi, Al, Yal=Ateş'ten yalaz ve Al=Alev gibi Al renkli olandan (Nar'den) YALbus=Yılbız=Albız=İblis=Şeytan gibi kelimeler kök lisanlardan gelmiştir. Bu sunduğum kelimeler Sami dili kadar eskidir. Nuh'un dört oğlu Ham, Sam, Yamm ve Yafes'ten türeyen bu ilk dört dil ailesi birbiriyle eşit zamanda türemişlerdir. Turanca, Nuh'un sarışın oğlu Yafes (Yavuz, hatta daha sonra Oğuz) 'in dilidir. Yafes'in en küçük oğlu Turan'ın eşi olan Athena (Açina, Asena) dişi kurt mitleri bile bu verilere dayanır. Elbette bunları modern Hadis kitabına dönmüş olan İnternet sayfalarında ya da Türkoloji kitaplarında bulamayacaksınız. Orada her şey "Göreceli" yani referansı kendi zehabı ve zannı olan kişilerin yazdıklarıdır. Örneğin bir arkadaşımız WEBB Hadislerini bize kaynak
olarak göndermiş ve yarım yamalak Webb Hadisleri ile karışık kendi fikrini söylemektedir ve buna kesinlikle inanmamızı istemekte aksi halde şarlatan olarak sizi ilan edecektir. AltBölüm Sonu ___________________________________________________________________________ Biraz araya etimoloji soktuktan sonra gelelim Adem ve Havva atalarımıza: Havva iyice Azazil'in vesveselerine kaptırmıştı kendini ve her fısıldanan (Yani Adem duymasın diye sadece O'na söylenen fısıltı, fisudirinnasi...) vesveseye inanıyordu. Komşu Cennetteki kendi gibi dişi olan Vildan-Huriye (Walküri)nin Adem'i elinden almasından, Adem'in onu tercih etmesinden korkuyordu. Sonrası biliniyor, "Ölümsüzlük ağacı diye bildirilen Lanetli Ağaç'tan ünlü meyveyi bir kerede yedi. İşte o an, "Nefsini terbiye eden lanetli" ağaç terbiyesizlik ederek, ona Nefsinin içgüdülerini göstermişti. Beslenme (Yedikçe doymuyor acıkıyordu.) Savunma (Özsavunma yapacağı yerde, Adem'e saldırıyor ve barış gezegeninin huzurunu kaçırıyordu.) Üreme içgüdüleri ayaklanmıştı. (Kendinin çıplak olduğunu, cinsel organlarının sanki bir çirkinlikmiş gibi ortaya çıktığını görüyordu ve öylesine paniklemişti ki, İncir yaprağıyla kendini örtmeye çalışıyordu.) Asıl dehşetli olan, o yediği şeyin, diğer yedikleri gibi, bir parfüm biçiminde uçması yeteneğini yitirmişti. O yediği, şimdiye dek hiç bilmediği bir biçimde, içindeki bir yere çökmüş ve dışarı çıkmak bilmiyordu. İlk kez ağrı, acıyı hissediyordu. Tüm bunlar bilmediği yabancı duygulardı. "Ey Nisa (İnsan dişisi) Niçin bir dal ile kendi altını delip, yediğinden kurtulmak istiyorsun? Niçin ziynetini o yaprakla örtüyorsun? Defol Cennet'ten in yeryüzüne! Adem senin vesvese ettiğin gibi artık öteki eşiyle kalacaktır. (Huriye, Vildan ile...)"
> Kaptan peki hata yapmasaydık cennette, ne olacaktı? Cennette ne olacaktı sorusunun yanıtı "Şeceretül Melune ve onun incir yaprağı" sırrında... Ama bunları RABBİM bildiğinden, sürekli Adem Z Ü R R İ Y E T İ demekteydi. Nasıl kovulduğumuz ile ilgili ayetleri yazabilirseniz açıklarım. Ta-Ha 121. Nihayet, ikisi de ondan yediler. Bunun üzerine, çirkin yerleri kendilerine açıldı; üzerlerine cennet yapraklarından örtmeye başladılar. Âdem, Rabbine isyan etmiş, azmış, ziyana uğramıştı. Yukarıdaki ayeti düzeltiyorum: ikisi (Üçü değil, Huri yemiyor) o yasak ağaçtan (Kalu Belada nefsimizin sınandığı açlık ağacı) yediler. Bundan itibaren "SAKLI organlarını" gördüler. (Çirkin diye bir şey yok) Sündüzlerinde (Cennet derisidir) açılan bu gediği yapraklarla kamufle etmeye çalıştılar. Şimdi saklı organları nasıl keşfedersiniz? Cennet'te herşey ÇOK BOYUTLU (11 boyutun tamamı) fakat bir tek LANETLİ AĞAÇ üç boyutlu. Şimdi sizlere bir test yaparak bunu anlatmaya çalışacağım: Bir rugby topu çizin. Ortasına da bir futbol topu koyun. Bu nedir? (> göz) Devam edelim: Sonra da iki francala ekmeği biçimini topların önüne koyalım. Bu nedir? (Artık göz değil) Futbol topu=Baş/kafa Rugby topu = Omuzlar İki francala biçimi=Bacaklar Demek ki YUKARIDAN bakıyormuşum. Ama o oturmuş-ki bacakları da görünüyor) Tabii dize kadar olan kısım görünüyor. (Bileğe kadar olanlar değil) Bu bir kadın olsun, çıplak olsun! Çıplak olarak görmüyorum ki???????? Bir insana 90 derece dik bakıyorum çünkü. Bir de bu VASAT bakışın VİTİR'i var. Yani o kişiye alttan bakıyorsunuz. (Ki bunu yazmıyorum, siz canlandırın) Neyin M İ S A L İ N İ verdim dersiniz? Bunun üzerine, çirkin yerleri kendilerine açıldı; üzerlerine cennet yapraklarından örtmeye başladılar. Yerleri kendilerine açıldı; Burada 11 boyutun KÖRÜ oldular ve olayları sadece VERTİCAL olarak kavradılar.
Üçboyutlu-yatay olarak birbirlerini gördüler. ARKADAŞLIK/PLATONİ duygusunu yitirdiler. Oysa onlar orada ebedi gönül arkadaşlarıydılar. 11 boyutun doyulmazlığıyla bakıyorlardı. Üçboyut gözlüğü dışında tüm diğer 8 boyutun KÖRÜ oldular. Kalu Bela ağacı onlara birçok şeyi hatırlattı. TEK BİR NEFS iken, birbirlerinden ERKEK ve DİŞİ olarak ayrıldıkları TEK BÖLGEYİ hatırladılar. O Bölge çokboyut içinde "KÖR NOKTA" idi. Ama boyut körlüğü nedeniyle, o kör noktayı gördüler. (Körnokta gerçek bir örnek/misaldir. Kürenin tek KÖR noktası yani beyne giden sinirlerin çıktığı göz olmayan göz noktası) Artık biliyorlardı>>>>Nereden ayrıldıklarını>>>BİTİŞİKKEN şimdi de yeniden BİRLEŞMEYE koşuyorlardı. Lanetli ağacın yaptıkları anlatmakla bitmez! Sadece bir özelliğini anlattım. Kalu Bela surborusunun İÇİDİR. (Allah Rahmi) Orada kar taneleri gibi RUH(lar) idik. 11 boyutlu yaşayan... Orada 11 boyutlu olmayan tek şey AÇLIK AĞACIYDI! Allah, bizi sınarken, sürekli besliyordu o sözü edilen ağaçtan... SON OLARAK o ağacı yani besini yasaklayınca, nefsimiz YENİLDİ ve "Tamam be yaw, benim Rabbimsin, haydi bana ağaçtan besin ver" diyen küstah nefsimiz, Ebu Süfyan'ın sözünü söylemişti: "Eslemna!" Yani SELAMET istememiş; "Teslim oldum" demiştir. Düşmanına yenilen biri gibi... O ağaç, biri Sidreye diğeri cehenneme Zakkum olmak üzere BİTİŞİK kondu. Yani ağacın kendisi Sidretül Münteha'da biter-ki bu kutsal yanıdır- Mel'un yanı ise Zakkum ağacıdır. > Duhan (43-46) Gerçekten zakkum ağacı, Günahkârların yemeğidir. O pota gibi karınlarda kaynar. O, kızgın bir sıvının kaynaması gibidir. Dikkat ediniz ki, cehennemde ebedi kalan bile illa ki BESLENECEK! Zakkum, cehennemin dibinden çıkar. Yani cehennem yerçekimine bağımlıdır. Oysa Tuğba
ağacı ARŞ'tan yere doğru açılmıştır. Cennetlikler bunların enfes yiyeceklerini alttan toplarlar, demek ki Cennet'te ÇEKİM ters. Yani yere sağlam basıyorsunuz AMA, dilerseniz yükselip uçabiliyorsunuz. Bu bildiğimiz uçmak gibi değil. İpucu olarak, ırmaklar AŞAĞIda ve her yöne (başyukarı da) akıyorlar. Bu yerde bir çekim olduğunu fakat, yükseldikçe bunun sıfıra kadar vardığını gözlemleyebiliyoruz. Ama şeceretil Mel'une Tuba ağacı gibi değildir. KÖKÜ YERDEDİR! Kökü yerde olan ağaçlar>>>ZAKKUM serisindendir. TUBA serisinden değillerdir. (Tuğba da deniyor) (Çağlayanlar içeride) Eğilip bakmak gerekmiyor, 11 boyutlu olarak tamamını görüyorsunuz. > Necm Suresi (14-15) Son sınır ağacı, Sidretül Münteha yanında. O ağacın yanındadır sığınılacak bahçe. Bakışınız o şeyi 360 derece görüyor. (Oysa 3 boyut körlüğünde tek bir yönden görürsünüz. Adem Havva da bunu yaşadılar) (Gördükleri TEK ŞEY'i de yapraklarla kapatmaya çalıştılar) Sidretül Münteha VARILACAK CENNET'tir. Yani işin GİRİŞİ Tuğba ağaçları da bundan sonra başlar. Çıkışı ARŞ'tandır. Sidreye doğru her yere her yönden (11 boyut yönünde her yerden) cennet ehline eşsiz dekor, serinlik, koku, müzik, elbise, yiyecek vb. olarak sarkar. Dileyen onu kendine yöneltir-tıpkı kuşları yemek üzere kendine yönlendirdiği gibiBunları canlandırmak çok zor. Çünkü Cennet'te hiçbir şey dünyadan bir şeye benzemez! Renk sayısı 7 değil sonsuzdur. Nota sayısı da sonsuzdur 7 değildir. Gürültü yoktur, her ses bir notadır ve CHORUS'un dilinde şarkılar olur. Ben ne kadar anlatsam BOŞ çünkü bu yasalar bildiğimiz evren yasaları değil! İnsanlar TEK bir şeydir. (Hücre, organlar vb. yoktur.) Tamamen tek hücrelilerden arındırılmıştır. Tertemizdir-inanılmaz-hiç kirlenmez, bildiğimiz hiçbir organik artık bırakılmaz. tersine her ürettiğiniz şey inanılmaz güzel kokar. Sonsuz koku içinde ÖZEL bambaşka kokular... Orayı görmedim elbette, ama ayetler böyle diyor. Ben de onları deşifre ediyorum sizlere... Dualarımla sizleri oraya uğurlamak üzere
anlatıyorum bunları... Belki ben de affedilir gelirim-randevuya-Allah affederse... Günde 10 yalan banko söylüyorum, nasıl affedileceğimi de bilmiyorum.
BÖLÜM 7 SÜRGÜN
Adem en sevdiği varlığın şeytan ile birlikte TARIK aracılığıyla SÜRGÜN GEZEGENİ DÜNYA'ya (Topraklarının geldiği yere) gönderileceğini görünce, (Asker ölmez misali, analarının aslanoğulları diye şımartılan biz erkekler dişisini korumak uğruna canından bile vazgeçecek kadar fedakardır, kendini sevdiği uğruna göz kırpmadan feda eder ya, işte bu motivasyon ile) Adem, yasak meyveyi yiyerek "Beni de kov, onsuz Cennet'i bile istemem" dedi. "Soyunun ve aşağıların en aşağısına inin. Sen de Şeytan defol oradan in aşağı Siccin'e" buyurdu. Yeni ahitler yapıldı, sözleşme uyarınca, şeytan kıyamete dek, Ademoğullarından ayarttıklarını kendi yurdu olan Cehennem'e ayartacaktı. Bunun dışındakiler ise pek az bir azınlık olarak Cennet'e girecek, öteki "AdemHavva'larla yeniden buluşacaklardı. Böylece Cennet ehli hem kendisi hem karşıt cinsi hem de üçüncü cinsi olan Huriler ile birleşecek ve İLK YARATILDIKLARI GİBİ TEK VÜCUT olacaklardı. Böylece ikisi ve Şeytan Tarık ile yeryüzüne sürgün edildiler. Adem DÜNYADA 950 yıl yaşadı. (Cennet'te 5-10 milyar yıldan sonra, DÜNYADA -artık ölümlü ya- topu topu on asır yaşamış :((( Cennet'te kalsaydı EBEDİ ve ÖLÜMSÜZ yaşayacaktı.)
YANİ EVRİM'den önce, daha yeryüzünde sadece Cinler/enerji insanlar var iken, daha bir tek dna sarmalı yokken oluşmuş. İNSAN tüm biyolojik canlılardan ÖNCE oldurulmuştur. 40 günlük çamur/koza döneminde ise bildiğimiz TÜM EVRİM oluşmuştur. Ama şu var ki: İnsan EVRİMİN SONUCU DEĞİL BAŞLANGICIDIR, NEDENİDİR. İnsan DEVRİMDİR. EVRİM ise onun YUKARIDAKİ ÖZEL RELATİVİSTİK TAKVİMİNE paralel olarak gerçekleşmiş BİR YANSIMA, BİR İZDÜŞÜM (The Mirror Effect)den ibarettir. İnsan DÜNYALI değildir, DÜNYAYA sürgün gönderilmiştir. Dünya ise ATA(insan) ÇAMURUNA (Salsal) göre düzenlenmiş ve DOĞAL OLMAYAN İLAHİ BİR SEÇİM SONUCU, SÜRGÜNDEKİ İNSAN İÇİN hazırlanmış bir KOZA'dır. Dünya HOLOGRAMDIR. Evrim sadece BEDEN düzeyinde olur. Cennet gibi takvimlerde bir gün 50 bin yıl, bir gün 1000 yıldır. Ama "Aşağıların aşağısı kesiminde" bir gün=Bir gündür. Öyleyse bu IŞIKTAN YAVAŞ (Aşağı bu demek) takvim olup, ışık hızından yavaş olduğu için: a. Işıktan hızlı takvimde zaman GELECEKTEN GEÇMİŞE akar ;)))) YANİ TERSİNE EVRİM. Yani sanki, insan en modern halinden en ilkel Caveman/mağara adamı haline gidiyor. Niçin güldüm? Çünkü BİLİM NAZARINDA "Zamanın İLERİ AKMASIYLA" "ZAMANIN GERİ AKMASI" eşittir ve A Y N I D I R, farkı HHHİİİÇÇÇ yoktur!!!!!!!!!!!!!! Evrim derseniz: Zamanda ileri mi? Yoksa geri mi? (Bir gün insanlar şebek ve Hınzır'a çevrilecek>>>TERSİNE evrim) Evrim/Evoulation/Darwin ancak aa. Beden (BİLİNÇ DEĞİL)düzeyinde yani cesette... bb. Zaman oku ileriyi gösteriyorsa GEÇERLİDİR.
Evrim Ruh düzeyinde ASLA geçerli değildir. +70 kg beden evrimleşir, yani doğar yaşlanır en azından... Ama ışıktan hızlı beden (-70i beden) ışıktan hızlıdır ve ASLA YAŞLANMAZ. Sonsuza kadar aynı kalır. (Işık hızında donduğumuzu anımsayınız. Kehf'den uyananların yaşlarını aynen koruduğunu 309 yılda daha dört saat bile yaşlanmadıklarını anımsayınız. Yaşlansaydı gıcır gıcır paraları yaşyanır ve YENİ SÜRÜM para biçimini alırdı. Üç asırda en fazla 16 yıl yaşayan bir köpekten/kıtmir/ kaç tane kaç nesil doğar ve ölürdü?) Demek istiyorum ki: Işıktan hızlı sistemde EVRİM TERSİNE İSE; Işık hızında EVRİM DURUYORSA ve o şey kendini (nefes almadan, yemek yemeden sonsuza dek) koruyorsa ve evrim masal haline geliyorsa, Evrimi Takyon ve Luxon için değil sadece zamanda ilere akan ve de doğup-yaşlanıp-kendine benzer bir yaratık bırakarak- İLLA ki ölen BU TAKVİM için düşünmeliyiz. Gelelim FİZİK bilimine: Işıktan hızlı iseniz>>>Zaman tersine akar: Önce SONUÇ(cam kırılır) SONRA NEDEN(taş atılır) yönünde OK alışageldiğimizin tersine döner. O zaman da TERSİNE EVRİM kaosu çıkar. (İpucu: Melekler , BİZ Adem hakkında SENİN(Rabbin) bildiğini BİLMEYİZ" dediler Adem'in yaratılışındaki SONUÇ, NEDEN'den önceydi.) Zaman ileri aksaydı. Önce insanlar (Madde) sonra cinler(Enerji/nar) en sonra melekler(Takyon/nur) yaratılırdı. Ama YUKARI TAKVİM bir günün 50 bin yıl olduğunu, bir günün süresinin BİN YIL olduğunu söylüyor. Yani zaman oku gereği önce NUR(Takyon/melek/ ışıktan hızlılık) sonra NAR (enerji tastamam ışık hızı luxon/photon/Cinler) ve en sonra da MADDE (İnsan) SIRASIYLA yaratıldılar. BUNUN NEDENİ: --Işıktan hızlı iseniz: Nedensellik (Causality) ÖNCE-SONRA değil; Sonra önce (Bugün salı ise yarın Pazartesi) ilkesine göre tersinerek EVRİMLEŞİR. (İnsanlar maymun ve Domuz olur GİBİ ;) Neden ve sonuç yer değiştirmiştir. (Önce ölürsünüz, sonra ateş edilir.) ÖZETLE>>>SONUÇ NEDENDEN ÖNCE GELİR... --Tam ışık hızında iseniz, NEDEN VE SONUÇ ayrık değil; ÇAKIŞIR olur. Aynı anda neden=Sonuç olur. (Kitaplarımdaki OL=ÖL) Yani taş atılması ile cam kırılması aynı anda
olur. DOĞAN BEBEK, ÖLEN YAŞLIDIR aynı anda... --Eğer ışıktan yavaş iseniz, şaşırmanıza gerek yok, ÖNCE taş atılır; sonra cam kırılır. Bugün salı ise yarın Çarşamba, dün doğdunuz yarın öleceksiniz gibi... (Var mı itirazı olan?) VE DÜNYA YARATILDI: Henüz Zaman Tensor'u GEVŞEK-GEVREK-GENLİKLİ. İnsanlar şimdiki yaş ortalamasının 16 misli yaşıyorlar. Adem-Havva mesela: on asır yaşadılar. Adem 33 ve Havva 16 yaşındaydı buluştuklarında (2 asır birbirlerini bulamadılar) 233 ve 216 yaşlarında iken YIĞINLA İKİZLERİ oldu. (İkiz çok önemli bunu NUH'un SECİLMİŞ BİR ÇİFT HAYVANLARINDAN, CANLILARIN BİR ÇİFT DNA SARMALINDAN (üç değil, bir değil) ANIMSAYINIZ. İKİZ DEMEK EN SADE/MİNİMUMUM KLONLANMA DEMEKTİR.) Şimdi Bay-Bayan Beni Adem'i bırakalım ve onların 64 klonlu İLK SERİ İKİZLERİNDEN söz edelim. Onlar akil-baliğ olunca evlendiler. Çocukları oldu. Sonra diyelim ki iki yıl arayla çocukları oldu. Ve ilk çocuklar geldiler yine akil baliğ yaşlarına ve kuzenler arasında evlendiler. Onların da ikişer yıl arayla (64 ile çarpınız) çocukları oldu, yani TORUNLAR doğdu. Bu arada Torunların da her iki yılda bir çocukları oldu. Onlar da akil-baliğ yaşta olduklarında yeniden ürediler ve çocukları oldu. Bütün bunlar olurken Adem-Havvca'nın taaa bin yaşına kadar ha bire çocukları olmakta... Çocuklarının da taaa bin yaşına kadar çocukları olmakta. Torunlarının da taaa bin yaşına kadar çocukları olmakta. Aman ALLAH'IM! bir ÇİFTTEN birden onbinlerce İNSAN oluyor. Yani en büyük ATA olan ADEM ve Havva'nın daha ÖLMEDEN yüzbin çocuğu, torunu, torununun torunu....... oluyor. (Kur'an'daki ZÜRRİYETLERİNİ... KELİMESİ BUDUR. Tekil olsaydı ZÜRRİYET/Generation denirdi, ama bir anda bir çok ZÜRRİYET olmakta olduğundan ZÜRRİYETLERİNİ.....diyor.) (Hani çocuklar derler ya: Benim bir dolu misketim var, Dolu=Zürriyet ise, bir birim=u ise) Öteki çocuk yanıtlar: Benim onbin tane bir dolu MİSKETİM (Bilya, mile) VAR. Zürriyet ile
ZÜRRİYETLER kavramını böyle algılayın. Okul öncesi çocuklar saymayı bilmez ama KATLAMAYI (Kerrat) bilir, iddialaşmayı bilir, yarışır.) Tabii ölenler de var. (Habil'den başlayarak) Dünyanın önceki sakinleri olan cinler ise ilk dünya atmosferini (Çiş, üre) YEMEKTE ve yerine DIŞKI olarak bizim besinimiz olan PROTEİN'leri bırakmaktadır. O proteinler ise bizim EKMEĞİMİZDİR. Cinlerin HIZLARINA BAĞLI OLARAK, ırkları vardır. Bu ırklar insan ırkı gibi değil; HIZ farkıyla renklenen relavistik ırklardır. Dolayısıyla MEMORPHUS yaratıklardır. Yani seyyaldirler, dilerse hologramıyla (Ruh çağırıyorsunuz ya) ölü dedenizin bile kılığına girerler. İNSANLAR artık dünyadadırlar. Adem'e BUĞDAY (Cin dışkısı, bizim nimet dediğimiz ekmek hammaddesi) verilir. Yarısını ye yarısını da EK ve biç ve başaklar halinde geri al. Onların da yarısını ye, yarısını tohumluk olarak sakla.) CİN DIŞKISI... Bunun sonuçları var: Cinler gibi metamorf insanlar doğmaya başlar. Üç kollu, iki ağızlı, sekizer parmaklı, mongol(Magami hastalığı) huri (Beyaz tenli, platin saçlı yeşil vb. gözlü) Marsık gibi kapkara (Gözlerinin akı bile AK değil, simsiyah, gece görünmeyen) ve burada canlandıramayacağım sayıda inanılmaz MUTANTLAR. (Homo Abylis'e kadar tüm bulgular dahil) Hayvanlar ise bir rezalet: Başı köpek, kulakları yok, vücudu İguanadon, üç bacaklı bir kuş ayağı :?????????? Köpek mi kuş mu gergedan mı fil mi belli değil... KARMA bir yaratık.. BUNLARA MUTANT DİYORUZ. Tek gözlü ve üç gözlü insanlara... Ama CİNLERİN BU KÖTÜ MİRASINI sürekli renormalize eden bir YY cinsi de vardır yeryüzünde... (Ademin çocukları aralarında evlenmediler. Örneğin XY olan Habil'e YYx olan kardeşi sandığımız HURİ labuda verildi. Kabil bunun kıskanıp kardeşi HABİL'i Fatih Sultan Mehmet'in boğdurttuğu gibi öldürüp, YASAKLI olan kızkardeşine tecavüz etti. Bundan sadece YYy olarak İDRİS nasibini aldı ve HURİ olduğu için öldürülmeden, İdris Cennet'e alındı. YY mirası daha sonra NUH'da tecelli etti. Nuh, bilinen hiçbir insan (Yusuf hariç) benzerinde değildi. Nuh tüm oğulları içinde HAİN olan eşi nedeniyle YY mirasını devredemedi. Ama Tufandan sonraki ilk çocuğunun (HYBOR) doğacak olanlara olağan
kalıtım(irsiyet) ile devretti. Yusuf, Belkıs, Meryem, Dancing Queen Adalaide, Jana vb. bu mirasın çocuklarıdır. Dikkat Hawking DEĞİL!)
BÖLÜM 8 HALİFE
Adem’e, ON EMİR benzeri olarak: 1. Allah'ı tanıyacaksın 2. Allah'ı bir tek tanıyacaksın. 3. Allah'tan başka mabutun olmayacak (Korkun vb. de olmayacak, tek Allah'tan korkacaksın) 4. Ana-babana (Ebeveynlerine) üf demeyecek kadar saygılı olacaksın. Unutma onlar seni doğurdu sen onları değil! "Ben mi istedim dünyaya gelmeyi? Doğurmasaydınız beni!" demeyeceksiniz. Çünkü Kalubelada DOĞMAYI siz istediniz. Zaten anne-babanız DOĞUM makinesi olarak sizi doğurdu. Ayet diyor ki, "Çocuklarınıza bir bakın: Onları yaratan siz misiniz YOKSA biz miyiz?" SEN=BEN istedik Allah'ımız da ruhundan üfledi. Kalu Bela'da dileseydik şu masa, sandalye malzemesi olurduk. ÖZGÜR İRADE ile bize sorulmuş. NE OLMAK (Cin, bitki, hayvan, eşya vb.) istersiniz? Biz de demişiz ki: "EN AĞIR EMANETİ, HİLAFETİ VER!", öyle bir kabadayılık yapmışız ki, sonuçta İNSAN olmuşuz. İnsan olmak ayrıcalıktır. ALLAH'ın SURETİNDE/BENZERİNDE yaratıldık çünkü. Allah “Muhalefetün Lil Havadis”tir yarattıklarına benzemez, ama İNSAN O’na benzer. Yine de Allah insana benzemez. Yine de EN ÇOK insan Allah'a benzer. Haşa/haza/sübhanallah/münezzeh Allah!
Sperm gidiyor, Kalu Bela’nın mekanı olan NEFHİSUR boynuzunu (Sur vagina/uterus/rahim de demektir) uyarıyor, oradan RUH'u birim olarak kopartıyor ve ALAK olarak ANA RAHMİNE getiriyor. O yol çok uzun: Bir günü 50 bin yıl kadar uzun ve çok kısa: Genital organların boyunda. Zaten karadelik akdelik birbirinin BİTİŞİĞİ olan kapıdır demedik mi? Fakat bunu açımsayınca yüztrilyon ışık yılı öteye giden bir tünel oluyor. BİR ANDA geçebiliyorsunuz, hatırlarsanız... Cinslerin buluşmasının öyle içgıcıklayıcı anlamı yoktur aslında... Gidip çocuğunuzu (aslında ruhlar kardeş) ta NEFHİ SUR'DAN (Sur borusundan) ALIP getiriyorsunuz. Allah'ımız öyle bir libido vermiş ki, Dünya’nın en büyük keyfi olarak algılıyoruz... Aslında amaç ne? GİDİP RUHU 50 bin yıl olan bir gün öteden yani RAHİM olan Allah'tan üflemesi için almak. Eğer herşeyi genital haz bölgelerine bağlarsanız bunun adı zibidi sekstir. Ya Kaburga-omurga ne olacak? Biraz daha düşünürsek neden dişi cinsin GÖĞÜSLERİNE (kaburgalarına) düşkün olduğumuz da meydana çıkar. Bebek genital bölgede oluşur ama... Bu ÜREME İÇGÜDÜSÜDÜR, ya BESLENME İÇGÜDÜSÜ? O artık genital değildir. KABURGA bölgesine giydirilmiş süngerimsi meme dokusundan gelen bir Allah rızkıdır. Freud ne derse desin bu iş aslında böyledir. Eğer bildiğimi bilseydiniz, belden aşağı ve yukarı iki bölge olduğunu bilseydiniz, seksin ucuz bir iş olmadığını, RUH almak için başvuru, ibadet olduğunu anlardınız der Hızır dede... Üreme bel altındaki genital bölgeden, beslenme belden yukarı omurga-kaburga bölgesinden... PEKİ SAVUNMA? Onun bölgesi nerede? (Canlılar, beslenme+savunma+üreme ile motive edilmişlerdir) Savunma bölgesi BELLİ: Cennet (+Sabıkun) Dünya’da savunma yoktur, Dünya hayatında savunamayacağız. Cehennemde de savunamayacağız, saldırıya uğrayacağız. Tek savunma MEKANI ve makamı CENNET'tir. Kendimizi savunabilseydik, Azrail'e karşı savunurduk! Hz. Adem babamızın serüvenini bir yazımda uzun uzadıya anlatmıştım. Şeytan'a "Şey=Nötrino=Vesvese" vb. dediğini hatırladınız mı? O yazı MEHDİ'yi EĞİTMEK için yazılmış çok büyük bir sırdı. Bu dönemde yazılmaması gereken gizli bilgilerimdendi... Adem'e gelen üçüncü emir anne-babaya itaati çocuklarına ve zürriyetine öğret emriydi. Sonraki emir "Yalancı şahitlik yapmamak" "İyi komşuluk/barış ilişkileri" "Hırsızlık yapmamak” “Haksız yere (kısas olmadan) adam öldürmek” vb. vb. bunlar Musa'ya gelen evamiri aşere on emir değil, ADEM RESULULLAH'a gelen ON sayfa içinde yer alıyordu.
Habil kabil gibi iki kardeşten başladı serüven. Kabil hırsızlık yaptı, kızkardeşini bile çaldı kaçırdı. Kardeşi Habil'i haksız yere öldürdü. Anne-babaya asi oldu. Allah'tan başkasına kurban kesti. Allah'ı YOK (Eskilerin masalı) sayarak kardeşini öldürdü ve sonra olanı GÖRDÜ. Allah'tan başkası için, AMANSIZ şeytan için KURBAN KESTİ. Allah'a şirk koştu. İlk komşusu olan kardeşi HABİL'e amansız ve ölümcül düşman oldu. Günah bohçası oldu. Adem-Havva dışında, HABİL HALİFE, KABİL MUHALEFET olarak insanın iki yüzünü bize sundular...
BÖLÜM 9 HABİL&KABİL
Adem anne (Rahim) ve baba (Rahman) tarafından doğuruldu. Çamurla yoğuruldu. O çamur bir YUMURTA İÇİ MALZEMESİdir. RAHMİN dışında olana yumurta; içeride olan hamileliğe de doğurma diyoruz. Çamur bir yumurta malzemesiydi. Adem'in toprağı nicelik idi ve "OL" emriyle olduruldu. Ona CAN veren ise RUH idi. Yani Allah ruhundan üfledi ve nicelik bir niteliğe (hani mıknatıs akıları ve demirtozları diye ağzımda sakız ettiğim örnek) büründü. (O konuyu ayrıntılı ve çok uzun yazmıştım siteye de asıldı) O yazıda bir denklem kurmuştum: xx (Dişi), xy (erkek), yy (Huri). Burada eksik olan xx var İSE (if) yy'de olmalıdır postulatı. xy veya yx farketmiyor ama yy denen KAYIP formül fark ediyor. Adem(xy) ve Havva (xx), ayrıca yy (Cennet’lerde yaşayanlar) Adem ve Havva'nın çocukları oldu kardeşler kendi aralarında mı evlendi? Hayır KLON yoluyla bir ADEM ile ademin kızı ve bunun tersine, bir klon Havva ile Ademin oğlu evlendiler. (40 ikizden bu kurala sadece kabil uymadı ve kendi karındaşı olan ikizini kaçırıp tecavüz etti ve ondan çocukları oldu). İbranice Kuzu=Lamel'dir. Allah Habil (Hunnes)in kuzusunu kurban olarak aldı ve ilahi görevler verdi. Kabil (Katil olan kalleşin kestiği domuzu ise kabul etmedi) Göğe giden kuzu Hunnes (Habil)dir. Kabil(Künnes) ise Dünya’ya tapınma olarak reddedildi. Hatta eti bile men edildi. İbrahim İsmail'i KESTİ. Göğe giden kuzu artık KOÇ
olmuştu... Musa da birini öldürdü. Ama o öldürdüğü kimseyi daha çocukken, kendinden önce davranan HIZIR beşikteyken öldürdü. Allah o öldürülen çocuğun yerine Musa'nın öldürdüğü çocuğu=YUŞA'yı verdi... Yuşa Musa'nın en yakın dostu oldu... Oysa Musa'nın öldürdüğü zalim kişi yine YUŞA idi... Domuz Yuşa yerine Koç yuşa (Genç olduğundan KUZU YUŞA) geldi. Kesti mi kesmedi mi? Yuşa öldürüldü mü öldürülmedi mi? Musa katil miydi değil miydi? Schrödinger'in kedisine ne oldu? Parçacık mıydı dalgacık mıydı? I/O BUS kapısı diyoruz buna. Ay-Ow ya da 1 ve 0 Bahçe (Kur'andaki bağ sahipleri) Yol (Sebep-rota, Zülkarneyn'in nedensel yolları, seferleri) Çatal=Dalgacık ve/veya (and/or= parçacık) Borges... ve Aleph (Elif) Kur'an da böyledir, AZ şey ile ÇOK şey anlatır. Habil kabil (Hunnes Künnes/Chaos-Cosmos/Habbe-Kubbe vb.) Habil=Hunnes Kabil=Künnes bir de yy=? Habil=Chaos Kabil=Cosmos ve YY=OSMOS İşte İSA OSMOS kanalından geldi... Cosmos=YY Cennetten İTHAL. Allah Adem'e Havva'ya ve OSMOS(yy)a RUHUNDAN üfledi ama Osmos kanalına ayrıca pak temiz saf ve mukaddes olan ruh anlamında "Ruhül Kudddüs'ten" EXTRA, BONUS, GRATİS olarak AYRICA üfledi... Şimdi yeniden geriye dönelim: Kovulan adem ve Havva, Cennet’te kalan Adem ve Havva (Huri çifti)
Adem (xxy) Havva (xxx) Cennet’te kalanların erkeği (Ğılman)=yyy ve eşi (Vildan)=yyx Toparlayalım şimdi: OSMOS=YY (Kayıp cins) dört cins şunlar: xxx, xxy, xyy ve yyy İki erkek iki dişi hepsi bir tek İNSAN (Çamurdan) ikişer ikişer ayrıldılar. Adem ve Havva kovuldular... Ama çocukları kardeş olarak evlenmesinler diye birer klon (xyy ve yyy) daha katıldı... Buna göre Habil ve Kabil KLON karşıt ikizlerle evleneceklerdi ama Kabil bunun tersini yaptı. Sonuçta bu xyy arttı (asimile oldu)... Adem ile Havva'nın birer "Klonu" EVLAT olarak ve meşhur Kaburga kemiği ile omurga kemiği arası bölgeden, "Rezervde" olarak indirildi Cennetten... Onların oluşması 300+9 yıl sürüyor. O söylediğim ve Tarık suresinde geçen "Özel dış gebelik bölgesi", üç asırda gelişiyor. Bu yüzden Adem ve Havva ÜÇYÜZ SENE sonra buluştular. (birbirinden ayrı bölgelere indirilmişlerdi) Buluştuktan sonra birer kendi çocukları yanında, birer de kendi “klonları” DOĞDU. Klonlu olarak iki ayrı bölgeye yerleştirilen Adem-2 ve Havva-2 (ikinci diyorum çünkü birinciler OL emriyle DOĞMADAN olmuşlardı. Ama ikinci klon ÇOCUK olarak doğuyor. Ve açıkçası, yaşanmamış çocukluğu oluyor Adem ve Havva velinimetlerimizin... Yani doğmadan doğurulmuş gibi... Bunlar KLONLU Adem-2 ve Havva-2. Havva-2'nin adı da ilginç=Labuda Labuda daha sonra şu efsanede yer alıyor: Anka kuşu... Güneşi görünce yanıyor ve sonra kendi küllerinden bir daha doğuyor. Yunancası PHOENIX, İbranicesi Labuda. Yani "Klon"umsu bir laf var sanki... Labuda da bir klon... YYx klonu. Omurga-kaburga arasında Labuda ve normal Rahim'de ise KABİL var. Öteki ikizlikte de YYy Habil ile onun XY kızkardeşi var. Emir şöyle: Kardeşler arası evlenme olmayacak! Çapraz olarak evlenilecek! Klon (Labuda) ile Habil ve diğeriyle de Kabil evlenecek!... Ama Çirkin Kabil klon kızkardeşi çok güzel (Yusuf'un en baş soyu) olan Labuda ile evlenmek için kardeşini öldürüyor. Ve onu kaçırıyor ve evleniyor ve de çocukları oluyor... İşte insanlığın tuhaf serüveni böyle başlıyor. Yaklaşık “Mamut” boyundaki insanların nesli küçülüyor. Bin yıla yakın hatta fazla ömürler de giderek yarıya, çeyreğe ve şimdi olduğu gibi 70 yaş civarına indirgeniyor. Tıkız ve cılız bir kavim oluşuyor giderek... Genler ise bildiğini okuyor. O klonların genini taşıyan yani HURİ KADAR güzel olan ikinci çift DNA'dan zaman zaman çok değişik ve seçkin kimseler çıkıyor. (Bu ikinci çift sarmalı CİFİR çizimlerimde “Arş”ın dört direğinden öteki çift olarak gösterdim)
BÖLÜM 10 SABİİ
Nefsimiz bizi (nefsi olmayan) MELEKLER gibi olmaktan ayırıyor. Biz sınav veriyoruz. Nefsimize hakim olmalıyız. Nefsin freni, iki kez barış, sevgi, tolerans-uzlaşma ve bunun sonucu olan "kardeşlik"tir. Her ne kadar bu yüce kavramların içi boşaltılıp, sinsi çıkarcılar tarafından istismar edilse de, bizler SABİİ OLMAK için çabalamalıyız. Çünkü Adem bin yıllık ömründe hep SABİ=Çocuksu masumiyetle kaldı. Sabii'liğin 7 anlamı var: 1. Sabii=Sübyan: Akil olmuş Baliği olmamış her genç. Örneğin İbrahim as.Allah'ı aradığında, babasının imal ettiği putları kırdığında daha ergin erkek değildi, çocuk idi- ama AKİL idi. Daha sonra ayrıca baliğ (ergin) oldu. AKLEN kemal olduğundan, sonradan gelen belağatı onun son nefesine kadar SABİİ olmasına engel olmadı. Yani önce Akil/AKLEN iman eden ve sonra beliğ/ergin olan kişiler SÜREKLİ SABİİ'dir. 2. Sabii=SAF'lık=Masumiyet anlamındaki kategori. Buna örnek olarak SAFİYULLAH (Adem babamıza Allah'ın verdiği isim) Kur'an'da örneksenmiştir. Adem atamız ve Havva anamız hiç bebek-çocuk vb. olmadılar. Onlar bir bütündü. (YY/YX-XY/XX) Bu bütünden sadece Adem 33 yaşında diğer kalanlar ise (Kur'an'a göre taze=)16 yaşında HURİ'ler olarak bildirilmiştir. Dolayısıyla Adem'e Allah ruhundan CİNS insan kotası vardı. Huri (Ğılman=German ve Vildan=Walküri) ve Nisa (Havva) 16 yaşında, Adem ise 33 yaşında HEP ÇOCUK idiler=Sabii/sabiye... Yani Huriler, Adem ve Havva HİÇ bebekÇOCUK olmadılar, yetişkin DOĞUP/ayrıştılar. İşte ÇOCUKLUĞUNU yaşamamış olmaya da Sabiilik deniyor.
Bu ilk sabiilik klasmanında, YY diye ayırdığımız HURİ(houri) grubu Allah'ın yasaklarına -mesela yasak lanetli ağacın meyvesini yememeye riayet konusunda- sıfır hata yaptılar ve bunun bedeli olarak HURİ adını aldılar. Ayetler Hurilerin sıfır hatalı olduğunu, kusursuz olduğunu bildirmektedir. Asla kötü huyları yoktur ve yaratıldıkları günden bu yana Cennet'te olmaya ebedi hak kazanmışlardır. Demek ki HURİ ismi>>>>>% 100 TEMİZ demektir. Bunu bir hatayla Adem ve iki hatayla Havva'nın DERECELERİ izlemektedir. Demek ki Huri kelimesi mükemmelliğin adıdır. Bunu bir HATA ile (Eşine uyduğu için) Adem/XY cinsi izliyor. Huri kadar değilse de sabiliği SAF'lık içerdiği için, Adem'e Allah, "Safiyullah" lakabını/nickini vermiştir. Buna birazdan değineceğim. Havva ise bundan "BİR DERECE DAHA ALTTA" tutulmuştur. Bunu bize bildiren Bakara 228. ayet sırrıdır: ".......Erkeklerin kadınlar üzerinde bir (SAFLIK) derece farkı vardır. Allah Azîz'dir, Hakîm'dir." derken burada erkeği aklamıyor. Tam tersine kadınlara AZİZE gibi davranmamızı fakat onlara HAKİM olmamızı (Hükmetmek değil de KOLLAMAK anlamında.) bunun nedeni ayetteki iki adet esma'nın=AZİZ ve HAKİM isimlerinin TALİM edilmesidir. Üstelik erkek, bir Huriden DÜŞÜK derece sahibidir. Erkek SAF'tır. Fakat, Havva cinsi/Nisa'nın bundan bir derece daha AZ saf anlamında SABİİ'dir. Demek ki som altın Huri ise; 22 ayar SAF olan erkek; 20 derece olan Havva'dır. Oysa yaratılışta ÜÇÜ BİRDEN BİRBİRİNE eşitti. Saflık dereceleri aynıydı, üçü de Huri idi. Onları ne ayırdı da DERECELELENDİRME başladı? Yani daha önce yoktu! Şeytan bir NEFS olarak imtihan aracıdır.
İmtihanın soru-yanıt kağıdı ise Kur'an'da "Şeceretil Mel'une" diye geçen yasak ve lanetli ağaçtır. BİR DERECE üstün olmanın nedeni, Şeytan'ın DİREKT olarak Adem'e etki edememesi... Şeytan ne yaparsa yapsın Adem'i birebir/direkt/dolaysız aldatamamıştır. Fakat Havva'yı birebir aldatmıştır. Havva da (aşki nedenlerle) Adem'e etkili olduğundan, iblis Adem'i direkt değil; endirekt/dolaylı yolla aldatmış, sınav kaybedilmiş, yasak meyve yenmiştir. Allah'ın ince adaleti gereği, Havva'ya "SAFİYULLAH" denmemiştir. Dolayısıyla "BİR SAFLIK DERECESİ" altta tutulmuştur. Bu dereceye SABİYE'lik denmektedir. Kadın erkek eşitliği o andan itibaren-maalesef-bozulmuş, erkek güçlü ve himayeci, nafaka kazanan ve doyuran bir konuma getirilmiştir. Kadın da HER KONUDA erkeğe (Himaye edilmek, sadece erkeğin şövalye savaşçı-asker olması gibi) emanet edilmiştir. Kadının kas sistemi güdük; sinir sistemi erkeğin İKİ MİSLİ güçlü yaratılmıştır. Erkeğin de kas sistemi iki kat güçlü; sinir sistemi (duygusuzluğun veya romantik olamayışın tek nedenidir) güdük tutulmuştur. Bu durum kadınların lehinedir ve hayatları boyu erkeğe yaslanarak güvende olmalarını sağlayan mekanizmadır. Dışarıda vahşi doğayla savaşan ve kolay ölen/telef olan daima erkektir. (Askerlik ilahi olarak zorunlu bir erkek görevidir) Hurilerin saflık/sabiilik derecesi 7'nin karesidir=49 yani maksimumdur. Bunun minimumu 4'ün karesi=16 olan kadının saflığıdır. Maksimum-Minimum = 33 çıkmaktadır. (İki kare farkı EŞLENİK uyarınca) Erkeğin saflık derecesi 33'dür Bu erkeğin, kadın=16'nın iki misli ve hatta +1 olmasıyla sonuçlanır. Havva'nın var olan hata yapma potansiyeline bir önlem olarak, ortalaması cahil olan toplumlarda, mesela bir erkek (33) yerine İKİ KADIN (16 x 2 =32) şahit önermesiyle denkleştirilme istenmiştir. Miras bile bu sabıkanın etkisinde bölüştürülmüştür. Erkek SAF; kadın Sabii olarak böylece belirlenmiştir. Yani Adem Safiyullah ise; Havva'da bir derece altta olmasına rağmen Sabiyullah'dır. Bu bakımdan kadınları aşağılayan ve onları pis/necis/zelil gören erkek dinden çıkar.
Çünkü bunun altında daha çooook dereceler var ki, cehennemliktir. Bir mü'mine-müslime ile kafir ERKEĞİ kıyaslayamazsınız bile. Şeytan kafir erkekten de aşağılıktır. Münafıklar ise şeytandan aşağıdır. İlmiyle sapıtan sözde alimler ise bütün bunlardan daha aşağılıktır. O halde Kur'an'da asla kadın aşağılanmamıştır. Sadece HURİLİK derecesi itibariyle huriden iki, safiyullah'dan bir derece düşüktür. Ama üçü de kutsal ve tertemizdir. Kadın Sabii'dir. 3. Ayet der ki: "Kitap ve Resul göndermediğimiz topluluklara eziyet edeceğimizi mi sanıyorsunuz?" Buna dünyada geçmiş yüzyıllarda pekçok örnek var. Günümüzde Amazonlarda öyle gizli kızılderili kabilileri var kı, hiçbir dinden haberleri yok. Bunların atalarının da bilmesi mümkün değildi. Kitap ve elçi gelmemiş toplulukları cehenneme koymak Allah'ın adaletine yakışmadığı için bu HUKUK ayeti indirilmiştir. İşte bütün dinleri ölene kadar hiç tanımamış, hiç Resul-Nebi bilmeyen kişilere de SABİİ denmektedir. Bunlar da Cennet ehlidir. (Bunun pazarlığını benimle yapmayınız, Allah böyle dilemiştir. Örneğin 6 ila 9 bin yıldır dünyadan tamamen tecrit edilmiş nice eskimolar doğdu ve öldü. Bunları cehenneme tıkmayı aklınızdan bile geçirmeyin. (Dünyadaki en en en en masum topluluklardan biridir eskimolar ve kimi yerliler...) 4. Kur'an'da en çok bildirilen ve yanlışlıkla "Yıldızlara tapan din" diye Hadislerde iftira edilen SABİİ'ler şudur. Üç büyük din ve dört büyük kitaptan önce gelen Suhuf/sayfalara İMAN eden ve kitap getirmese dahi-Nuh'a hiç kitab/sayfa gelmedi-Nebi denen elçilere biat eden her kişi ve toplum SABİİ'dir. Örneğin NUH'un kendi dini bile SABİİ'liktir. Nuh'a uyarak gemisine binen herkes SABİİ/Sabiye'dir. Yani onlar cennetliktir. 5.İbrahim ve onun Hanif Milleti mensupları OTOMATİKMAN Sabii dinindendirler. Şu anda benim de HARCIM Sabiilik,
tuğlam Haniflik; duvarım/binam ise İslamdır. Her MASUM doğal sabiidir. Yeter ki Allah'ı üçlemesin vb. 6. 7. (Bu SON iki maddeyi bu sitede yazı veya chat halinde ayrıntılı olarak yazdım. Aratarak bulabilirsiniz.) Son söz olarak, kendilerine hatta ayaklarına kadar kitap ve uyarıcı peygamber geldiği halde kitaba ya da elçiye ya da elçinin uyarılarına aldırmayan kişiler SABİİ değildir. Allah'a iman olmadan iman olmaz. Dirilişe inanmadan da iman olmaz. İman edip de salih amellerde bulunmayan da sabii olamaz.
BÖLÜM 11 ZÜRRİYET
Al-i İmran-33 Allah; Âdem'i, Nûh'u, İbrahim Ailesi'ni, İmran Ailesi'ni seçerek âlemlere üstün kılmıştır Sözü edilen AİLELERİN tamamı KUŞKUSUZ PEYGAMBERLERDİR. Adem>>>>İlk Atamız! Tüm ucubik ve garabet MUTANTLARIN da atasıydı. Nuh>>>>>İkinci atamız. Şimdiki dört ırk grubunun atasıdır.
İbrahim>>>Beni İsrail ve Beni İsmail dışında MİLLETİ İBRAHİYM'in de atasıdır. Özellikle Beni İsrail dalı ÜSTÜN bir ailedir. Ama Huri içermez ve YUSUF bu ailenin dışında HURİ'dir. ALİ İMRAN>>>İbrahim'in torunu YUSUF'un kabilesi değil ondan türeyen az miktarda üyesi/geni olan AİLESİDİR. Houri geni çok az olduğundan sadece Zekeriya vasıtasıyla Yahya'ya; İMRAN-Elizabeth aracılığıyla MERYEM'e geçmiştir. Dolayısıyla Yusuf diğer 11 kardeşi gibi KABİLE düzeninde (Ör: Levililer, Yudalılar) değil; AİLE düzeninde (Ali İmran gibi) isimlendirilmiştir. Meryem dahil Havva ve Elizabeth hariç, yukarıda sayılanların TÜMÜ/tamamı PEYGAMBERDİR. Başka ayetlerde de tescil edilmiştir. Araf-189.O, odur ki, sizi bir tek canlıdan yarattı, eşini de ondan vücuda getirdi ki, gönlü buna ısınsın. Eşini sarıp kucaklayınca o, hafif bir yük yüklendi de bir süre onu gezdirdi. Ağırlaştığında ikisi birden Rablerine şöyle dua ettiler: "Bize iyi huylu, yakışıklı bir çocuk verirsen yemin ederiz, şükredenlerden olacağız." AYETİN DOĞRUSUNU YAZIYORUM: Önce önbilgi: sizi kelimesi ÜÇ kişiyi barındıran SİZ olduğu için, bunun çoğul ve altbileşenler olduğunu ve TEK CANLI'nın da tekil ÜSTBİLEŞTİREN olduğunu anlıyoruz. Bu bileşenler şunlar: ÜSTBİLEŞİK OLAN>>>>>İNS (Canlı/İnsan)TEK YARATIKTAN yaratılanlar: 1. XY Adem (Tamamen erkek) 2. XX Eşi (Tamamen kadın) 3. YY hamule=Koza/Yük içinde kalan HOURİ'ler Ruhta bedende güzel olan>>>HURİ'dir. İnanılmaz güzeldir. Huri üçüncü bileşendir. SAFLIK anlamında "Çocuk" gibi tevil edilmiştir. Oysa yetiştindir-diğerleri gibiAdem TEK CANLI'dan sıyrılıp çıkınca, peşinden EŞİ (olacak olan) Havva çıkar ve orada kalan ARTIK-fakat-CANLI da Huri adını alır! Huri olan Ademden ziyade, Havva'dan/rahminden ayrılır ve kendi başına müstakil bir canlı cinsi olur.
ETÜD: Şimdi söyleyeceklerimin daha iyi anlaşılması için, Adem'e daha evlilik bile yokken ZÜRRİYETİNDEN ve ZÜRRİYETİ olacağından söz eden ayetleri arama/tarama motorundan bulunuz. ZÜRRİYET kelimesi sadece ADEM ve HAVVA'ya özgü/özgün imtiyazdır. Houri için VERİLMEMİŞTİR. Adem ve Havva, çok güzel olan HURİ benzerinde ZÜRRİYET istediler. Rabbimiz bunu kabul etti ve İLERİDE dünyaya inince doğacak ilk ÇİFT İKİZLERİNİN (dördünün) çapraz biçimde HURİ olacağını, fakat ÇAPRAZ (Bir insana bir huri eş) biçiminde evlenmelerini EMRETTİ ve şart koştu. Ama Kabil Habil'i öldürdü ve sistemi bozdu. Mutantlar dünyayı istila edercesine çoğaldılar. (Kardeşler evlenemez yasağını deldiler) Daha önce de yazdığım biçimde Labuda isimli Huri kızları aracılığıyla hem Adem Havva hem de Huri-Havva soyu seyrek de olsa (Kabile değil, aile kadar olmak şartıyla) genler içinde seyrettiler. Araf-190.Allah onlara ruhta-bedende güzel bir çocuk verince, kendilerine verdiği nimete ikisi birden Allah'a ortak koşmaya başladılar. Allah onların ortak koştuğu şeylerden arınmıştır. Bu ayetin açıklaması çok uzun. Bunun için yeni bir etüd olarak, HAVVA'nın niçin kendi aralarında evlenen çocuklarından bazılarına ANNE; diğerlerine KÖTÜ kaynana gibi davrandığına ilişkin TAMAMLAYICI yazılarımı (Candaşların da yardımıyla) bulunuz lütfen! Havva RAHİMDEN ağırlık/hamimelik kazandıklarını ÖZÇOCUĞU, göğsünden (kaburga) doğanları da GELİNİ/DAMADI gibi ÜVEYlemiştir. Ayette anlatılan budur. Fakat mealci işin içinden çıkamamış ve çuvallamış. Aşağıdaki ayette de meal yazarı HEPTEN çuvallamış ve değişik anlamlar aramaya başlamış. Burada anlatılanın ne olduğunu anlamak için, "Çocuklarınızı yaratan siz misiniz yoksa biz miyiz?" ayetini de ETÜD ederseniz, bir Chat'te bunlarla teçhiz edilmiş olarak ayetlerin 7 anlamından hiç değilse birini anlatabilirim. Araf-191.Hiçbir şey yaratmayan, bizzat kendileri yaratılmış olan şeyleri/kişileri mi ortak koşuyorlar?
BÖLÜM 12 SINAV
İnsanın FITRATI Kalu bela'da çizilmiştir. Fıtratımız SINANMAK üzere bu holo-aleme getirildik. Sınav olmamızın nedeni, FITRAT'a uygun olup olmadığımızın bizzat kendi gözlemlerimizle test edilmesidir. Arapça'da imtihan kelimesi değil FİTNE kelimesi "Sınav" anlamında kullanılmaktadır. Bunun TEMEL nedeni fıtratın test edilip onaylanması veya çürüğe ayrılmasıdır. Yani sınıf geçmek veya sınıfta kalmak. Bu ilahi imtihana Kur'an FİTNE demektedir. Oysa bu kelime nedense (Fitnei fücur gibi) hep KÖTÜ anlamlı sayılmıştır. Napoleon Bonaparte gibi "En korktuğum şey imtihandır" misali, fitne gibi bir GÜZEL kelime nedense yerden yere vuruldu. Pek tabiidir ki sınıf geçecekler var, kalacaklar var! Yani bu ikilem hep var! Fıtrat kelimesinin kökeninde (Cifir olarak saklı) Fetret, Fetak, (Afetten, Fettan) FurkanFark nosyonları saklıdır. Bunlara ingilizceden örnek vereyim. Fraksiyon/freak hatta break kelimeleri gibi... Fark kelimesi sanskritçe olduğu için bu doğaldır. Fetak (Örnek ayet: Gök ve yer birleşikti AYIRDIK) Fıtrat okulunda bu ikilem vardır. Öğrencilerine HALİFE denir. Öğrenciler FITRAT okulunda eğitilirler. Amaç mezuniyettir. Dolayısıyla FİTNE denen sınavdan geçeceklerdir ki MEZUN olsunlar veya olamasınlar.. "Allah yeryüzünde bir halife yaratacağım" dedi. Bu ayete göre Halife güzel bir imtiyaz, muhteşem bir öğrencilik! Ama izleyen ayet hemen buna alternatif oluşturuyor: "Melekler de "doğrusu yeni bir FİTNE mi yaratacaksın" diye itiraz ettiler." Şimdi kelime kökenlerine bakarsak: H-L-F (Halife) 1. İktidarda olan/sınıf geçen=Fitneyi başaran
2. muHaLeFet kelimesindeki gibi "Fıtrata muhalif/karşı" çıkan İKİLEMİNİ oluşturuyor. Sınıfta kalan=Fitnesi FACİR olan! İkilemi önce Adem ve Havva "Yasak meyveyi yiyerek" yaşadılar. Ama Halifeliklerine OLUMLU anlamda bir halel gelmedi. Ta ki, iki çocuğuna kadar: Habil ve Kabil! Habil >>>Halifeliği; Kabil>>>>Muhalefeti, ihtilafı seçti. Kaabil, özkardeşi HABİL'i öldürdü. Böylece kıskançlığın yolaçtığı haksız iktidar dönemi başladı. Eğer Kaabil de iyi bir Halife olsaydı, tüm insanlar gen gereği ÇOK İYİ olacaklardı. Buna inanmayacaksın ama kötülük hiç olmayacaktı! Böylece SİSTEM, iyi ve kötüler arasında bugünlere gelip, kıyamete doğru yol aldı. 3M+ düzeni öldürülen HABİL'in düzenidir. Bunun ardından gelecek olan ise KAABİL düzenidir.
BÖLÜM 13 DETAY
Aşk Adem ve Havva kadar eskidir... Ve Havva da kötü kaynana idi. Çünkü kendi doğurdukları ile Huri olan doğumlarda, Hurilere karşı daha az sevgi besliyordu. Çapraz evlilikte, kendi geninden olan çocuklarını el üstünde tutuyor ve bunlarla evlenen diğer Huri tipi kendi çocuklarına da kayınvalide görevi yapıyordu, Oysa aynı batında doğurmuştu, ikisi de evladı sayılırdı. Ama Hurilerin "kaynanası" olmayı istiyordu. Yani bu çok eski bir dert, tarihi bir dert.
Oysa kaynana-kayınpeder, görgülü, bilgili, medeni olsalardı, "Eloğlu-elkızını" da GERÇEKTEN bağırlarına bassalardı, çok iyi olurdu. Unutmayınız ki gelin=(Eve gelen) YETİMDİR artık! (bir anlamda)... Ve yetime kayınvalide-kayınpeder ÇOK yi davranmalı. Yetim Allah'ın ÖZEL olarak korumamızı istediği ÖZEL KULDUR. Adem-Havva, Aden planetinde yaratılıp, Firdevs'e geçtiler (lanetli ağaç Firdevs'tedir). Firdevs'te Huri yoktu, ikisi vardılar. Huriler Aden'de kaldılar. (İngilizce ve İbranice Eden=Ademin yaratıldığı Cennet) Bunları alt ve üst gibi düşünmemeliyiz. Orada "İmkansız resim" olayı var. Escher'in tabloları gibi. Mesela bizde en boy ve yükseklik var. Niye üç? 7 renk, 7 nota var, neden 7? Cennette bunların 7777777777777777777777olduğunu yazmıştım. Aynı mantıkla neden üç boyut? x,y,z, üzerine f, g, i, d, k, ... boyutları da var. Böyle olunca da Cennet’te x=uzunluk, y=metre kare ve z=metreküp üzerine f=(üssü dört) kartezyeni var. Yani sonsuz ötesi MATEMATİK'e geldik yine... Tüm ruhlar yaratılıp, ta ketegorize edildiğinde (Melekler, Cinler, Y-Mecüc, Deccal, İnsan, Hayvan, Bitki, mikroorganizma vb.) İNSAN KATEGORİSİNDE yani soyadı ADEM olan bizlerin ruhları da orada toplantıya alındı. Bizden önce melekler NEFSLERİ olmadığı için zaten sürekli Kalu Belayı bilirler. Daha sonraki toplantıda Cinlere de Allah NEFS'lerini anlattı, Misak aldı. Sıra insanlara gelince: Bu klasmandan yani insan sınıfından Adem'den son insana kadar, hatta klonlanmış, hybrid olmuş herkesin birer RUHU vardı. Sadece bedenlenmemişlerdi. "eşhedühüm alâ enfüsihim" Buradaki ENFUS yani sübje, özneldir. (Tersi AFAK=Obje, nesnel her ikisi de çoğuldur. Tekilleri nefs ve ufuk) Ruhların ZAMANI yoktur. Ama beden ile arada aracı olan, ara beden olan, enerji beden olan NEFS zamana tabiidir. O ışıktan hızlı sistemde zaman tersine akar. Ruh ve nefs tek bedene üfürüldüklerinde, Ruh yine zamandan muaftır. Fakat nefsin zamanı bu kez tersine döner. Yani Allah'a verdiği sözü UNUTUR ta ki ölünce HATIRLAR. Çünkü "Geldiği elestiküm...
Kalu Bela"ya dönmüş ve BIRAKTIĞI YERDEN HERŞEYİ HATIRLAMIŞTIR. (Eyvah!!!!) Üç vites var: 1. Işıktan hızlı olanlar (Takyonlar/melekler en ÖNCE bunlar yaratıldı) 2. IŞIK HIZINDA olanlar (yani enerjiler bunlardan oluşan cinler sonra yaratıldı) 3. EN SON OLARAK insan (Madde) yaratıldı. (İnsan üçüncü Halifedir)... Adem MADDE'dir (Çamur, toprak bu anlamda) ama onun içeriği E=mc2 uyarınca elbette Enerjidir. (Nar/Ateş) demek ki İLK CİN de Adem gibi -ama-maddeden değil -enerjidennardan- yaratıldı. Şeytan (Nötrino) CİNSİYETSİZDİR hem erkek hem dişi olarak aktif+pasiftir. NEFS'i eklerseniz denklem bu hale gelir ve siz düşen melek olursunuz. (Fallen Angel) HEP ÜREMEK ister. Bir yanı melektir Multycopy gibi, ama astarı şeytandır (Üremesini kendine tıpatıp benzeyen İBLİS=Şeyyatin çoğaltarak ve Ademoğlu'nun başına sararak gerçekleştirmek eğilimindedir.) Şeytan şeytan olmadan önce bu NÖTR'lüğü nedeniyle ve TOPRAKlama olan meleklerin RİCASIYLA cennete alındı. Adı bile MELEK oldu>>>AZAZİL! Ama NEFSİ VAR YA, o asla melek olmadı! Sonrasını biliyorsunuz, Adem'i kıskandı, Havva'ya vesvese verdi ve Cennet'ten birlikte kovuldular... Artık onun adı İBLİS idi. (İblis, ümitsiz demektir. Kendisine TEVBE kapıları defalarca açıldığı halde, kibiri dolayısıyla sadece ADEM oğullarından intikam uğruna bilerek CEHENNEME gitmeyi gönüllü kabul eden anlamında İBLİS/Ablus/Albız/Yılbız denmektedir.) ALLAH'dan isteyeceği bir şey kalmadı: CENNET'i mi isteyecekti?
"Zaten ben Cennet haznedarıyım, Cennet'i ne yapayım?" dedi. Rabbi: "Sen hiç cehennemi gördün mü?" dedi. "Gözüm intikamdan başka HİÇBİR ŞEY GÖRMÜYOR" dedi. "Pekiyi aşağılık İblis, sana Ademoğullarının iyileri/sana karşı koyanları dışında istediğini ayartıp senin ebedi yuvan olan CEHENNEME götürebilirsin. Ve sen (zamanda bir ileri bir geri giderek ve de İsa'nın seni öldüreceği güne kadar) bildiğini oku ve defol aşağılık!" İblis hiç bu kadar sevinmemişti: Sevinçten uçuyordu: "Teşekkür ederim Rabbim, çok teşekkür ederim bana intikam fırsatı verdiğin için çok teşekkür ederim." Zavallı kibirli, neye teşekkür edeceğini bile bilemiyordu! Fakat dünyaya kovulduğunda şunu gördü: Artık CİN ataları gibi elektrik yüklü ve çocukları olacak biri değildi. Melekler gibi KENDİNİ kopyalayarak saf-haf halinde kendi kopyasını, tıpkıbasım halinde çoğaltmak zorundaydı. Artık her insana bir kopyasını yani o insanın ÖZEL ŞEYTANINI musallat etti. Rabbimiz de her insana İKİ MELEK (Kiramen katibin) verdi ve faz-toprak dengesini kurdu. > Kalu belada yaratıldıktan sonra cin ve ins olarak imtihan istedik. Cennette yaratıldık diğer huriler gibi. Hata yaptık dünyaya sürgün geldik. Hata yapmasaydık ne olacaktı. Şu an cennetteki hurilere imtihan yok mu? Cennet imtihan sonucu bir ödül değil mi? Aslında HURİLER cezalı! Yani "Koza artığı/Posa" ürünü. Nasıl ki melekler NEFS istemediler, imtihandan kaçındılar, Huriler de NEFS fakat yanında "CENNETTE emniyet/selamet" istediler. Böylece BİRİNCİ sınıf değil; ikinci sınıf İNSAN oldular. Yani şeytan da ebedi cehennemi istedi-düşen melek olmasına rağmen- Zebun (Zebani)
denen melek takımına da CENNET, ö l d ü r ü c ü etki yapıyor. Zebanilerin CENNETİ>>>>>>CEHENNEM'in ta kendisidir. Mutmain oldunuz mu? Huriler, "Cennetin sahipleri" değil; domest'leridir. Sahibi insanlardır! (XX ve XY iki cinsidir) YY ise hizmetlilerdir, MÜLK içindendirler. Rabbim sizleri bir gün -ergeç biiznillahi- cennete koyduğunda, göreceksiniz ki, ve diyeceksiniz ki "İYİ Kİ HURİ DEĞİLMİŞİM" "TÜM GEZEGEN BENİM MALIM. ONLAR DA BENİM HİZMETLİLERİM" Yani Hurilerin seçimlerinin bir bedeli var! Meleklerin de öyle, insanın iki cinsi gibi MALİKÜL MÜLK olamıyorlar, mülkün bir parçasılar., (MeLeK>>>>>Mülk şahıs demek) Huri (Aryaca ve latince Chorus) da bir sanat topluluğu görünümünde. chorus ne demek? (>koro) ;) Evet, KHORU (arya) dan geliyor. Her türlü topluluk demek. Eğlendiren zümre demek. EĞLENEN ise insanın erkeği ve dişisi. (Nisa) Yani şükür ki, biz MÜLK değiliz, Mülkün sahibi MELİK'iz. Melek ve Huriler de >>>>MÜLK (memluk)
SONUÇ
Allah hepimizi Muallakta yaratmıştır. Çünkü ADEM'in ZÜRRİYETLERİ (yani havada bekleyenleriyiz) bizleriz. İçimizden biri gidip ADEM-HAVVA'yı öldürseydi bizler (ZÜRRİYET KELİMESİ BUDUR) havada kalacaktık. Cennette de biz HAVADA asılı idik. Çünkü Allah Adem ve Havva'ya Daha Cennetteyken, "Sizlerin zürriyetleri...." diye ayetlerle hitab ediyor. Ademi öldürmek demek bizlerin Zürriyet (Klein şişesindeki kıvrık şey) olarak kalması demektir. Zürriyet/Zerreler yani Adem ile birlikte bizler o Adn cennetinde ZERRELER
olarak vardık. Allah Adem ve eşlerini (hurileri de sayıyorum) orada; biz ZÜRRİYETLERİ ise (orada idik ama sperm gibi bir metaforduk) burada ADEM gibi bedenlendirdi. İşte, BİZ ORADA ZÜRRİYET HALİNDE MUALLAKTAYDIK. Burada ise ADEM ve HAVVA gibi zürriyetten çıkmış (zerreden ya da enfustan çıkmış) AFAK olmuşuz. (Obje olmuşuz.) Artık sübje değiliz. Asılı öylece beklemiyoruz. Adem havva kadar erkek ve kadın olarak var edildik. Hoşça-Dostça Rabbi zıdni ilmi... Hans Von AIBERG